generique plaquenil ivermektine generique stromectol fluvoxamine ivermectin fludapamide fludex forzest fosamax frumil fulcin furacin furadantin furo basan furodrix gabantine gastroprazol geodon glaupax gli basan glibenese glibenorme glimerax glimeryle glucobay gluconormine glucophage xr glucophage glucotrol xl glucotrol glucovance gracial grifulvin gris peg grisol grisovin gyne lotrimin hard on oral jelly hard on helvecin helvevir hypnorex hytrin bph hytrin hyzaar ilosone
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » TÜRKİYE VE DÜNYADA SİYASET » Kıbrıs'ı 85 sene önce İnönü satmış

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 5 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
cchn11 su an offline cchn11  
Kıbrıs'ı 85 sene önce İnönü satmış

24 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 27.04.2008
En Son On: 13.06.2009 - 19:33
Cinsiyeti: Erkek 
Bugün Lozan Anlaşması’nın yıldönümü… Vakit; Kıbrıs Türk’ünün 85 sene önce satıldığını gözler önüne seriyor. İsmet İnönü başkanlığındaki ekip tarafından Lozan’da yapılan anlaşmayla, Kıbrıs’ın İngilizlere bırakılmış ve Kıbrıs Türkleri İngiliz tabiiyetine geçirilmiş.



Türk Tarih Kurumu’nun internet sitesinde halen yayınlanmakta olan Lozan Antlaşması’nın 20. Maddesi ile, İngiltere’nin 1914 yılında tek taraflı olarak ilan ettiği ve o döneme kadar Osmanlı tarafından kabul görmeyen Kıbrıs adasının İngiltere’ye ilhakı resmen kabul ediliyor. Anlaşmanın 21. maddesi ise adada yaşayan Türklerin İngiltere uyruğuna geçmesi; geçmek istemeyenlerin ise 2 yıl içinde adadan ayrılması hükmünü içeriyor.

Kıbrıs’ın Lozan’da satıldığını belgeleyen maddeler:

MADDE 20: Türkiye, İngiliz Hükümeti'nce 5 Kasım 1914 tarihinden ilan edilen, Kıbrıs'ın [İngiltere'ye] katılışını tanıdığını bildirir.

MADDE 21: 5 Kasım 1914 tarihinden Kıbrıs adasında yerleşmiş bulunan Türk uyrukları, yerel kanunun saptadığı şartlar içinde, İngiliz uyrukluğunu edinecekler ve bu kimseler Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, işbu Andlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçme yetenekleri olacaktır; bu durumda, seçme hakkını (option) kullandıkları tarihi izleyecek oniki ay içinde Kıbrıs adasından ayrılmaları zorunlu olacaktır.

İşbu Andlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte Kıbrıs adasında yerleşmiş olup da, bu tarihte, yerel kanunun öngördüğü şartlar içinde yapılmış başvurma üzerine İngiliz uyrukluğunu edinmiş bulunan ya da edinmekte olan Türk uyrukları da bu yüzden Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Şurası kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti'nin, Türk Hükümeti'nin rızası olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluk edinmiş olan kimselere, İngiliz uyrukluğunu reddetme yeteneği olacaktır.


10 BİN TÜRK, KIBRIS’I TERK ETTİ VE TÜRKLER AZINLIK DURUMUNA DÜŞTÜ

Lozan Anlaşması’nın, İngiliz uyruğuna geçmeyenlerin adayı terketmesi hükmünü getiren 21. Maddesi gereğince yaklaşık 10 bin Türk’ün Kıbrıs’ı terkettiği bildirilirken; o dönemdeki nüfus miktarı göz önüne alındığı takdirde Türklerin adada nasıl azınlık haline düştüğü de ortaya çıkıyor.

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sadece 8 sene sonra Kıbrıslı Rumlar arasında Enosis fikri yayılmaya başlarken, 1950’li yıllara kadar Türkiye, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüne bağlı kalarak Kıbrıs konusunda önemli bir girişimde bulunmuyor ve bu kayıtsızlık Rumların baskısının iyice arttığı, EOKA çetelerinin fiili baskılarının iyice şiddetlendiği 1955’lere kadar sürüyor. Bu tarihte, Londra’da toplanan konferansta Türkiye ilk defa Kıbrıs’ta taraf olduğunu kabul ettiriyor.

Kıbrıs Türkleri’nin hakkı Menderes ve Zorlu döneminde geri alındı

Kıbrıs Türklerinin hakkını ise idam edilen dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun girişimleriyle geri almış. Menderes ve Zorlu’nun, 1959 ve 1960'ta imzalanan Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla, Türkler haklarının bir kısmını geri almış. Ayrıca Türkiye, Londra ve Zürih Anlaşmalarına ek olarak imzalanan ek anlaşma ile Kıbrıs, Yunanistan ve İngiltere’ye Kıbrıs Türkleri ile ilgili olarak garantörlük hakkı olduğunu kabul ettiriyor.

Bu anlaşmayı, Türkiye adına dönemin Başbakanı Adnan Menderes imzalıyor. Bu arada Londra ve Zürih anlaşmalarının ilgili maddeleri uyarınca 16 Ağustos 1960 tarihinde iki toplumlu Kıbrıs Devleti kurulur ve Cumhurbaşkanlığına Makarios, Cumhurbaşkanlığı yardımcılığına ise Dr. Fazıl Küçük getirilir. Kıbrıs’ta bütün bunlar olurken Türkiye’de 27 Mayıs darbesi olmuş, Türkiye’nin Kıbrıs’ta söz sahibi olmasını sağlayan sürecin mimarları Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, darbeciler tarafından Yassıada’ya gönderilmiştir. Zaten yaklaşık 1 yıl sonra da Menderes ve Polatkan idam edileceklerdir.

Zürih Anlaşması’yla Türklerin hakları kısmen iade edildi

1. madde: Kıbrıs Devleti, Cumhurbaşkanlığı rejimine dayanan bir Cumhuriyet olacaktır. Cumhurbaşkanı Rum ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk olacak ve genel oy verme yöntemiyle, adadaki Rum ve Türk toplumları tarafından ayrı ayrı seçileceklerdir.

2. madde: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dilleri Rumca ve Türkçe olacaktır. Yasama ve idari belgeler ve dokümanlar iki resmi dilde yazılacak ve yayınlanarak ilan edilecektir.

10. madde: Her toplum, kendisi tarafından saptanacak sayıda temsilciden oluşan bir Cemaat Meclisi'ne sahip olacaktır.

Vakit
http://www.itibarhaber.com sitesinden alınmıştır
Ekleme Tarihi: 24.07.2008 - 23:10
Bu mesajı bildir   cchn11 üyenin diğer mesajları cchn11`in Profili cchn11 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
merdan83 su an offline merdan83  
BİLEMEDİNİZ İNÖNÜ SATMAMIŞ. İSTEĞİ DIŞINDA ÖNÜNÜ AÇMIŞ AKP GELİNCE SATAR DİYEDE HİÇ DÜŞÜNEMEMİŞ..

9 Mesaj

Kayıt Tarihi: 16.03.2008
En Son On: 05.08.2008 - 11:51
Cinsiyeti: ----- 
Sanırım başlıkta mesajımın tamamını vermişde oldum. Fakat bir kaç kelime daha ilave edeyim.

Kıbrıs o zamanın şartlarında üç ülkenin garantörlüğünde bir (Türk ve Rumlardan oluşan)ülke olarak kabullenildi.Tabi ingilizlerde savaş galibi olarak bir üs ve çevresiyle adada pay sahibi oldu.

Türkiye Lozanda yapabileceğinin en iyisini yaptı fakat daha sonra işler değişti. Rumlar batı desteğinde bir çok oyunla bugün gelinen noktaya kadar olan tüm işlerin sebebi olan saldırılar ve oyunlar yaptılar. Tabi en büyük destekçileri Yunanistanında yardımıyla.

Denktaş görev başında bulunduğu süre içinde bu haçlı dayanışması içinde bir çözüm olamayacağını gördüğü için. Daha doğrusu Türklerin hakkının kabullenilmediğini gördüğü için çözümsüzlüğü çözüm olarak kabullenmek zorunda kaldı.

AKP ise iktidara geldiğinde kuruluş maksatlarını tek tek ortaya koymaya başladı. Kıbrıs meseleside bunlardan biridir.

AKP nin kurulması ABD nin onay ve icazeti ile olduğundan, daha parti kurulmadan ABD ziyaretlerinde Kıbrıs BOP ve tüm siyasi işlerde AKP nin takip edeceği yol ABD tarafından eline verilip "bunun dışına çıkarsan seni tepeleriz" diyede sıkı sıkıya tembihlenmiştir.

Bu sözlerimin en açık ispatı ise 1 mart tezkeresinin AKP nin ABD ye verdiği sözler gereği geçmeyince Erdoğan ve Gülün panik yapıp cezalandırılma korkuları nedeniyle Cüneyt Zapsuyu ABD ye gönderip "BU ADAMI (ERDOĞAN'I)DELİĞE SÜPÜRMEYİN, KULLANIN. BİZ BİR DÖNEM DAHA İKTİDAR OLMAK İSTİYORUZ" diye yalvartılmasıdır.

İşte bugün CAMBAZA BAK oyunuyla ülke ERGENEKON, DARBE, KAPATMA davaları ile meşgulken AKP, AB ile imzaladığı ve imza gereği Kıbrısın temsilcisi olarak kabullendiği Rum kesimini tanıması yolunda limanları açması için ABD ve AB tarafından el altından sürekli şekilde sıkıştırılmaktadır.

En son Talatın rum kesimiyle anlaşmaya yanaşmasıda bu yolda atılan bir adımdır. Denktaş neden tasfiye edildi sanıyorsunuz ? Basında Talatın bu yeni adımı üzerine milletin uyanmmaması içinde sayın başbakan adaya kutlamalr için ilk defa gidip, tırışkadan gerçeklik ifade etmeyen bir sahiplenme gösteren davranış sergilemiştir.

AKP nin Kıbrıs konusundaki politikası, kendi söylemine göre "KAZAN KAZAN" fakat gerçek cihetde "VER KURTUL" politikasıdır.

Yapılması büyük ihtimal olanda şudur. ABD ve AB uydusu AKP tarafından KKTC nin başına getirilen Talat birazda zamana yayarak Türk kesiminin bağımsızlığını ve egemenliğini ortadn kaldırtıp rumlara yamanan ikinci sınıf bir azınlık konumuna düşürülecektir.

Gelişmeleri iyi takip ediniz.
Hem Kıbrıs hem Ermenistan konusunda hem İran konusunda daha çok senaryolar göreceksiniz. Tabi hepsi bu ülkenin aleyhine olan....



Bu mesaj 1 kez ve en son merdan83 tarafından 30.07.2008 - 14:39 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 27.07.2008 - 14:15
Bu mesajı bildir   merdan83 üyenin diğer mesajları merdan83`in Profili zum Anfang der Seite
OguzKagan su an offline OguzKagan  

102 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.02.2004
En Son On: 01.11.2008 - 05:08
Cinsiyeti: Erkek 
Musul ve Halep'i ingilizlere veren de ismet pasa idi. vesikalari bile var.

http://www.hakikatler.com


Bu mesaj 1 kez ve en son OguzKagan tarafından 27.10.2008 - 08:28 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 27.10.2008 - 08:28
Bu mesajı bildir   OguzKagan üyenin diğer mesajları OguzKagan`in Profili OguzKagan Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
menzil3 su an offline menzil3  
MUSUL VE KERKÜK MESELESİNİN GERÇEK TARİHÇESİ...

60 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.03.2008
En Son On: 20.03.2009 - 15:50
Cinsiyeti: ----- 

Osmanlı'nın feci bitişi ve kurtuluş savaşının hangi yokluklar ve zor şartlarda yapıldığını bilmeyenlar maalesef çarpıtılmış iddilara çok çabuk inanıyorlar. Aşağıda bu meselenin detayını anlatan bir yazı veriyorum.
Osmanlının külleri arasından Allah'ın yardımıyla vücuda getirilip kurulan ve yokluklar içinde bir vatan ortaya koyanların mücadelesini anlamayanlar bu başarıya atılan haksız ve insafsız yalanlara kapılmaktan inanmaktan asla kurtulamazlar.

Mesela ŞEYH SAİT isyanının yaptığı tahribat ve genç Türkiyenin elini zayıf düşürmesi nedeniyle KERKÜK ve MUSUL un bizim topraklarımıza katılamama nedenini, bilerek yada bilmeyerek gözden kaçıranlara o şartlarda neyin yapılabildiğini anlatabilmek hele hele Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına anlatabilmek deveye hendek anlatmak kadar güçtür.


MUSUL-KERKÜK MESELESİNİN TARİHÇESİ

Mustafa Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, Musul konusunda oldukça kararlı bir tutum sergilemiştir.
Ancak Musul'u elde etmeye kararlı olan İngiliz heyeti bu gerekçelere karşı çeşitli demagojilerle direndi ve Musul meselesi konferansın ikinci celsesine bırakıldı. İkinci celse görüşmelerinde meselenin iyice çıkmaza girmesi üzerine Türk heyeti yeni bir çözüm önerdi: Plebisit, yani halkoyu. Musul'da bir oylama yapılmalı ve vilayet halkına Türkiye'ye mi yoksa İngiliz mandası altındaki Irak'a mı katılmak istedikleri sorulmalıydı. Son derece akılcı, adilane ve makul olan bu teklif Lord Curzon tarafından kabul edilmedi. Gerekçe ise oldukça şaşırtıcıydı. Curzon'a göre, bölge halkının oy verme alışkanlığı yoktu. Bu konuda tecrübe sahibi olmadıklarından plebisitin amacını anlayamayacaklarını ileri sürdü. Bu samimiyetsiz argüman, İngilizlerin koruduklarını ve haklarını savunduklarını iddia ettikleri bölge halkını küçümsediklerini, onlara kendi geleceklerini tayin etme hakkını kesinlikle tanımadıklarını gösteriyordu. İngiltere, Musul halkına, dönemin egemen ideolojisi olan Sosyal Darwinizm gözüyle bakıyor, onları sözde güdülmesi ve İngiliz çıkarları için sömürülmesi gören "ilkeller" olarak görüyordu.

Plebisit teklifi karşısında Lord Curzon'un ikinci önemli manevrası Musul meselesinin, I. Dünya Savaşı'nın ardından galip devletler tarafından kurulan Milletler Cemiyeti'ne havale edilmesi ve kararın cemiyet tarafından verilmesi teklifiydi. Bu teklif İngiltere'nin müttefikleri tarafından da desteklenmiştir. Ancak elbette ki bu istek İngiltere'nin Musul meselesini neredeyse kendine havale etmesi anlamına geliyordu. Çünkü İngiltere Milletler Cemiyeti'nin kurucusu ve en güçlü birkaç üyesinden biriydi. Bu kuruluşun İngiliz çıkarlarına aykırı bir karar vermeyeceği çok açıktı. Türkiye ise Milletler Cemiyeti'ne üye bile değildi.

Dolayısıyla Türk heyeti İngiltere'nin bu tuzak teklifini kabul etmedi. Türkiye'nin Musul'dan vazgeçmeyeceğini ifade etti. Lozan Konferansı'nın sonraki celselerinde de bir gelişme olmadı. 4 Şubat'ta yeni bir barış projesi hazırlayan İngilizler ve müttefikleri barış görüşmelerinin kesilmesi tehdidinde bulunarak bunu Türk heyetine kabul ettirmeye çalıştılar. İsmet Paşa bu teklifi kabul etmedi ancak 4 Şubat 1923 tarihinde yazılı bir teklif yaparak Musul meselesini Türkiye ile İngiltere arasında bir yıl içinde ortak bir anlaşmayla çözümlenmek üzere konferans programından çıkarılmasını istedi. Görüşmeler aynı gün sona erdi ve Türk heyeti yurda döndü.



“Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun’un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder.
İşte hudud-u millîmiz budur dedik!”
Mustafa Kemal Atatürk


Kısacası, Lozan Barış Konferansı Musul meselesini çözüme kavuşturamadan sona erdi. Mesele Lozan Antlaşması'ndan sonra Haziran 1926 tarihine kadar sürüncemede kalacaktı. Üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde mesele önce 19 Mayıs 1924 tarihinden itibaren Haliç Konferansı'nda ele alınacak, daha sonra Milletler Cemiyeti Meclisi'nde görüşülecek ve nihayet, Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile neticelenecekti.

Bu sürede yaşanan gelişmeler ise, aslında Türk tezinin haklı olduğunu gösteriyordu. Musul halkında, Kürt, Türkmen veya Arap olsun, Türkiye'ye katılma yönündeki eğilimler ağır basmaya devam etti. Özellikle Kürtlerin Türkiye'ye ve Ankara'ya olan bağlılığı dikkat çekiciydi. Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, TBMM'de yaptığı konuşmada, bir Kürt olarak, "Bir insanı ikiye bölmek veyahut herhangi bir parçasını ayırmak mümkün değil ise, Musul'u Türkiye'den ayırmak da mümkün değildir" diyerek, bölgede Türkler ve Kürtler arasında bir ayrılığın olmadığını savunmuştu.9

Uyuşmazlığı gidermek amacıyla 19 Mayıs 1924'de İstanbul'da İngiltere'yle başlayan ikili görüşmelerde İngiltere'nin Irak lehine Hakkari üzerinde de hak iddia etmesi üzerine Konferans'tan sonuç alınamadı. Bunun üzerine İngiltere Musul meselesini 6 Ağustos'ta Milletler Cemiyeti'ne götürdü.

Türk Temsilciler Kurulu 11 Kasım 1922'de Lozan'a geldi, fakat konferansın bir hafta ertelendiğini öğrendi. Bunun üzerine Paris'e geçen İsmet Paşa burada Fransız Başbakanı Poincare ile görüştü ve değişik toplantılara katıldı. Lozan'a başdelege olarak katılan İsmet Paşa'nın yanısıra Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ve eski Maliye Bakanı Hasan Bey (Saka) delege olarak katılıyorlardı. Bunların dışında da geniş bir danışman ve çevirmen topluluğu bulunuyordu.

Milletler Cemiyeti Musul meselesini 20 Eylül 1924'te görüşmeye başladı. Görüşmelerde Türk tarafı daha önceki görüşlerinde ısrar ederek Musul'da bir halk oylaması yapılmasını istediyse de İngiltere bu talebi de daha önce Lozan'da yaptığı gibi "bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı" gibi küstah bir gerekçeyle kabul etmedi.10 Milletler Cemiyeti, 30 Eylül 1924'te bir soruşturma kurulu kurulmasını kararlaştırdı. Komisyon başkanlığına da Macaristan'ın eski başbakanlarından Kont Teleki getirildi. Komisyon Irak'ta incelemede bulunarak Musul halkının görüşlerine başvuracaktı. Komisyon, çalışmalarını sürdürdüğü sırada İngilizlerin saldırgan tavırları ve kuzeye doğru yeni toprakları işgal etmesi, kanlı olayların meydana gelmesine neden oldu. Bunun üzerine Konsey, 28 Ekim 1924'te bir sınır tanımı yaparak "Brüksel Hattı" adıyla ve geçici mahiyette bir Türk-Irak sınırı tespit etti. Soruşturma Komisyonu hazırladığı raporu 16 Temmuz I925'te Cemiyet Meclisi'ne sundu. Raporda yer alan temel görüşler ana hatlarıyla şöyleydi:

Brüksel Hattı'nın coğrafî sınır olarak tespit edilmesi,

Musul vilâyetinde çoğunluğun, sayıları 500 bini bulan Kürtler'den meydana geldiği,

Kürtler'in Türk ve Arap nüfustan fazla olduğu,

1928 yılında sona erecek olan Irak'taki manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması,

Bölgedeki Kürtlere yönetim ve kültürel haklarının verilmesi kaydıyla Musul'un Irak yönetimine bırakılması,

Milletler Cemiyeti Meclisi'nin, bölgenin iki ülke arasında taksimine karar vermesi halinde Küçük Zap çizgisinin sınır olarak kabul edilmesi,

Milletler Cemiyeti, Irak'taki manda yönetiminin uzatılmasını ve Kürtler'e imtiyazlar tanımak suretiyle bölgenin Irak'a bırakılmasını uygun görmediği takdirde, Musul'un Türkiye'ye bırakılmasının uygun olacağı,

İngiltere'nin Hakkari üzerindeki iddia ve isteklerinin kabul edilmemesi.
Türkiye'nin bu komisyon raporuna itiraz etmesi üzerine, Konsey, 19 Eylül 1925'te La Haye Adalet Divanı'ndan görüş istedi. Divan'ın verdiği karar, Milletler Cemiyeti Meclisi'nin işini kolaylaştırır nitelikteydi. Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye'nin karşı çıkmasına rağmen, 8 Aralık 1925'te Divan'ın kararını benimsediğini açıkladı. Hemen arkasından da 16 Aralık 1925'te Soruşturma Komisyonu Raporu'nu kabul ederek, Brüksel Hattı'nın güneyindeki toprakların Irak'a bırakılmasını kabul eden kararını aldı.

Türkiye'nin Milletler Cemiyeti kararına tepkisi büyük oldu. Ancak dönemin iç sorunları, Türkiye'nin henüz yeni savaştan çıkmış olması ve uluslararası alanda yalnız konumda bulunması, daha fazla direnilmesine engel oldu. Türkiye defalarca Musul konusundaki İngiliz oyunlarını kabul etmeyeceğini açıklamasına rağmen sonunda mecbur bırakılarak, Cemiyet Meclisi kararına uydu ve 5 Haziran I926'da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul'u Irak'a terketmeyi kabul etti.

Ankara Antlaşması, "sınır, iyi komşuluk ilişkileri ve genel hükümler" adı ile üç kesim ve toplam 18 maddeden meydana geliyordu. Antlaşmanın bir ve ikinci maddesi Türk-Irak sınırını tespit etmiş, 14. madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10'unun 25 yıl süreyle Türkiye'ye bırakılmasını öngörmüştü. Ancak Türkiye daha sonra 500 bin İngiliz lirası karşılığında bu hakkından vazgeçti.


Musul'un Kaybedilişinin Bilançosu

Musul vilayeti, Türkiye'nin hakkı olmasına rağmen ondan alınmıştır. Bu vilayette yaşayan insanların da rızasına aykırı olan bu uygulamanın hiçbir siyasi, tarihsel, hukuksal haklılığı yoktur.

Bu çok açık bir gerçek olduğu için, genç Türkiye Cumhuriyeti Musul'dan vazgeçmemek için büyük çaba göstermiştir. Büyük Önder Atatürk, bu konuda son derece ısrarlı ve kararlı davranmıştır. Değişik tarihlerdeki demeçlerinde Musul'un anavatandan ayrılmaz bir Türk yurdu olduğunu defalarca vurgulamıştır.

Öyle ki Lozan Konferansı sonrasında Musul konusunun çıkmaza girmesi, Türkiye'yi, bölgeyi savaşarak kazanma düşüncesine dahi yöneltmiştir. Konferansın başarısızlığa uğraması halinde karşılaşılacak güçlükler için o zamanki adı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti olan Savunma Bakanlığı tarafından "çok gizli" kaydıyla bir harekât planı hazırlanmış, fakat uygulanmamıştır.11

Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa, Musul üzerine bir askerî harekâtı çeşitli zamanlarda müzakere etmişler, hatta Kâzım Karabekir Paşa'ya Musul'un alınması için teklifte dahi bulunmuşlardır.12 Tüm bu askeri operasyon düşünceleri, TBMM hükümetlerinin ve Mustafa Kemal Paşa'nın Misâk-ı Millînin gerçekleştirilmesi hususundaki hassasiyetinden ve özellikle de Musul'a verdikleri değerden kaynaklanmaktadır.

Musul'un kaybedilişini hazırlayan gelişmeleri özetlersek, şöyle bir tablo çıkarabiliriz:

Bu süreçte Türkiye'ye karşı oynanan ilk oyun, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Kerkük sancağının İngilizler tarafından haksız işgalidir.


Dicle nehri kenarına kurulmuş olan Musul'dan bir görünüş
(Eski iç kale yapıları)

İkinci oyun ise Lozan Konferansı'nda Türk heyetinin Musul'un Türkiye'ye verilmesi amacıyla sağlam temellere dayanarak savunduğu mükemmel tezine rağmen, İngiliz baskısı ile Musul meselesinin sonraya bırakılması ve Milletler Cemiyeti'ne havalesidir.



Yendiklerini sandıkları Türk Milleti'nin yeniden ayağa kalkarak düşmanlarını püskürtmesi ve haklarını geri istemesi, İngiliz yönetimini hem şaşırtmış hem de öfkelendirmişti. Resimde, İstanbul'un işgali sırasında Galata Köprüsünde İngiliz birlikleri görülüyor. İşgal günlerinde Mustafa Kemal Paşa İslam dünyasına seslenen bir bildiri yayınlamış ve, "Bu hareket maneviyatı bozamayacak, kuvvetlendirecektir." demişti.
Musul meselesinde İngiltere'nin şiddetle direnmesi bölgenin petrol kaynakları açısından zengin oluşu, stratejik önemi ve İngiltere'nin imparatorluk yolları üzerinde oluşundan dolayıydı. Bölgenin sahip olduğu bu özellikler, İngiltere'nin ısrarcı, uzlaşmaz ve baskıcı tutumuna neden olmuştu. İngiltere'nin ortaya koyduğu bu tavrın bir diğer sebebi de I920'li yıllarda hâlâ Türk Milleti'nin hayat hakkını tanımak istememesiydi. Yendiklerini sandıkları Türk Milleti'nin yeniden ayağa kalkarak düşmanlarını püskürtmesi ve haklarını geri istemesi, İngiliz yönetimini hem şaşırtmış hem de öfkelendirmişti.

İngiltere'nin bu tavrı karşısında Türkiye'nin dış politika meselesindeki yalnızlığı, Musul'un kaybedilmesinde öne çıkan önemli bir nedendi. Bu yalnızlık, Milletler Cemiyeti'nde açıkça görülüyordu. Türkiye, Cemiyet'in üyesi bile değildi. İngiltere ise asli ve kurucu üyesiydi. Bu yapıdaki bir kurumdan Türkiye lehine bir kararın çıkması oldukça zordu. Bunun yanı sıra İngiltere; Irak, Milletler Cemiyeti, Soruşturma Komisyonu ve dünya kamuoyu üzerinde özellikle propaganda alanında üstün bir durumdaydı.

Tüm bu tarihçe içinde belki de en önemli olan nokta ise, Türkiye'nin tam iki kez Musul'da halk oylaması yapılmasını istemiş olmasıdır. Bu, elbette, Türkiye'nin Musul halkının kendisine olan sevgi ve bağlılığından endişe duymadığı için ileri sürülmüş bir tekliftir.

O zamanlardan günümüze miras kalacak bir politika varsa, o da bu sevgi ve bağlılığı yeniden tesis etmek, Kuzey Irak'taki insanların kalbini ve zihnini kazanarak, Türkiye'yi bölge itibar, nüfuz ve etki sahibi bir güç yapmak olmalıdır.




İşte Gerçek Türkiye Haritası!..(Misak-ı Milli)




Bu mesaj 1 kez ve en son menzil3 tarafından 31.10.2008 - 12:11 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 31.10.2008 - 12:09
Bu mesajı bildir   menzil3 üyenin diğer mesajları menzil3`in Profili zum Anfang der Seite
Dai su an offline Dai  
bu planlar asirlikti

922 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 06.10.2008
En Son On: 13.09.2010 - 00:07
Cinsiyeti: Erkek 
ismet inönü sözü gecen anlasmada kibrisi kademeli olarak verdikten sonra dönüs yolculugunda "yahu bu ada bize bu kadar yakinmiydi" diye hayiflanir
varin gayrisini siz düsünün

kibris cikartmasinda Türk askerlerinin kibrisa varisi sevincle karsilanirken talat bey "ne geregi vardi canim biz aramizda anlasirdik" diye hayiflanir
ve talat bey bugün kibrisin lideri konumunda
varin bunuda düsünün

asil düsünmemiz gereken
kisa bir gelecekte "israilmi yikti yoksa dogal afettenmi yikildi MESCiD-i AKSA" diye yeni tartismalara didismelerede baslayacak olmamizdir

saygilar
Ekleme Tarihi: 03.11.2008 - 02:55
Bu mesajı bildir   Dai üyenin diğer mesajları Dai`in Profili Dai Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 926 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.61164 saniyede açıldı