generique rhinocortgenerique kaletra ivermektin hydroxychloroquine dexamethasone cardura carsol cartia xt cartia casodex caverta ceclor cd ceclor ceftin cefurim celebrex celestoderm v celestone celexa cellcept cellidrine cephoral ceporex cerina cerzine cet eco cetallerg cetrine chibroxol chlorazin chlorochin chloromycetin cialis black cialis daily cialis oral jelly cialis professional cialis soft cialis strips cialis sublingual cialis super active cialis super force cialis cibacen ciloxan cimexillin cip eco
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

24 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (2): (1) 2 Devam >
Ekleyen Mesaj
Konu: Filistinimmm seni cok seviyorum
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Filistinde kardeşim var
Kırım'da dedem şehid..
Bosnada abim mucahid
Türkistan'da babam esir




Bense bu olanları sadece seyretmekle ve üzülmekle yetinebiliyorum..
Allah dünyada zulum goren mü'min kardeşlerimize yardımcı olsun.dualarımızı esirgemeyelim.
Ekleme Tarihi: 11.08.2006 - 19:19
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: BEYAZ ZIBINLI BEBEK DAHA 10 GÜNLÜKTÜ....
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Dünya seyrediyor...:(

Bu olanlar karşısında ABD ve İsraile sadece barış çagrısı yapan dirayetsiz AKP yönetimi bizide malesef ABD ve İsrail usagi yerine koyuyor.Biz milletçe buna karşıyız.Bizki soylu Şehid bir ecdadin torunlarıyız.Bir kaç kendinin bilmezin yüzünden milletçe damga yemeye tahammulumuz yok.Biz bir tavır koysak ne ABD nede İsrailin kılı bile kıpırdayamaz.Çünkü bu ülke mazlumlar ülkesi değiliz.

Allah o bebelere günahsız çoçuklara cennetin kapılarını her zaman açacaktır.Ama o canilere cenennemin kapısı ardına kadara açık kalcaktır..!
Ekleme Tarihi: 10.08.2006 - 10:53
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Allahın selamı üzerinize olsun
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Hoş geldiniz.Buradaki kardeşlik ortamından hoşnut olacağınıza eminim.Bende 1 haftalığım daha ama müptela olduk bir şekilde burayasevinçli

Selam ve Dua ile.
Ekleme Tarihi: 09.08.2006 - 17:55
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Amerikalı Profesorun İlk Namazi
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Namazın Maneviyatını ve Yüce Allah'ın(c.c)gönüllere veridiği imanı bu yazıda açık şekilde ortaya koyuyor.Tabiki namaz gönülden yapılırsa secde gönülden edilirse...
Ekleme Tarihi: 08.08.2006 - 21:08
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: bir tebessümün hikayesi
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir...


Kalb kazanmak bu kadar kolay aslında lakin artık zor geliyor bizlere gönülden cömertlik...
Ekleme Tarihi: 08.08.2006 - 10:21
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: BEKLEMİYORSAM İMANSIZIM...!
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Alıntı


AFGANDA DEDELERİM....
ÇEÇENDE KARDEŞLERİM....
IRAKTA BACILARIM....
FİLİSTİNDE GENÇLERİM...
LÜBNANDA BEBEKLERİM....
VE TÜM İSLAM COGRAFYASINDAKİ MAZLUM KARDEŞLERİM....


Vurulmuş ak alnından öylece yatıyor..
Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor...
Ekleme Tarihi: 08.08.2006 - 10:14
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Osmanlı'nın Ejdadı Nerdesiniz?
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Kötü kardeşim kötü..Durumlar vahiym bir boyut kazandı.İçimize kadar geldiler.Urfa'dan bile toprak satın aldı yahudiler.Bu bilinçsizler bu şekilde vatanlarını satarken bizim elimizden ancak tepki göstermekten başka bir şey gelmiyor...
Ekleme Tarihi: 08.08.2006 - 10:08
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Uluabatlı Hasan
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Uluabatlı Hasan
31 Mesaj -
Uluabatlı Hasan, İstanbul surları üzerinde ilk Türk sancağını dikerken şehit düşen yiğit askerdir. 1428 yılında Bursa'nın Uluabat köyünde doğdu. Fatih Sultan Mehmet'in kumandasında Ordu-yı Hümayun'a asker olarak İstanbul kuşatmasına katıldı. 1453 yılındaki büyük taarruz sırasında İstanbul surları üzerine ilk Türk sancağını dikerken şehit düştü. Fethin bayraklaşmış bir kahramanı olarak adı beş yüz yıldan beri gönüllerde yaşar. Uluabat'ta adına dikilmiş bir anıt vardır.

İstanbul tam 53 günden beri muhasara altındaydı. 23 yaşındaki genç padişah ve dâhi kumandan II. Mehmet Han, bu süre içinde gösterdiği akıl almaz askerlik mucizeleriyle Bizanslıları şaşkına çevirmişti. Koca Bizans İmparatorluğu çatırdıyordu. Son günlerini yaşıyordu. Artık belliydi bu.

28 Mayısı 29 Mayısa bağlayan gecenin sabahına doğru, mehter “gülbanklar” vurmaya koyulmuş ve Bizans surlarının karşısındaki ordugâhta hummalı bir faaliyet başlamıştı. Ulu Hâkan, hücum emrini vermişti. O akşamki tarihî nutku bütün askerin kulaklarında çınlıyordu:

– Ey benim paşalarım, ağalarım, beylerim! Bu şehr-i Konstantiniye cenginde silâh arkadaşlarım, yiğitlerim! Sizleri buraya, kararlaştırdığım umumî taarruzda şimdiye kadar gösterdiğinizden daha büyük fedakârlık ve cesaret istemek için topladım. Cihanda ün salmış bir şehri zaptedeceksiniz. Şehr-i Konstantiniye'de mahalle mahalle, bu şehri zapteden kahramanlar olarak adınız şan ve şerefle anılacaktır...

Asker, Peygamberimizin, şüheda için en büyük cennet makamını müjdelediği zafere ve bu zaferin uğrunda şehitlik şerbeti içmeye susamıştı.

Beyaz atının üzerindeki genç kumandan, kılıcını çekmiş, davudî sesiyle âdeta gürlüyordu:

– Evlâtlarım, yiğitlerim, şahbazlarım, yürüyün... Zafer sizindir ...

Asker, saflar halinde atılıyordu. 53 günden beri o mucize topların döve döve hamurlaştırdığı surların üzerine doğru yüklenen bir insan seli vardı. “Allah Allah” sesleri bir uğultu halinde semâyı kaplıyordu. On binlerce meşalenin sarı aydınlığı üstüne, henüz güneş doğmamıştı. Serdengeçtiler, surların, kalelerin üzerine yalın kılıç atılıyorlardı. Kalelerden, surlardan taş yağıyordu. Ok yağıyordu. Kızgın yağ ve alev alev yanan katran yağıyordu.

Sultan Mehmet Han, kahraman ordusuyla ve olanca ağırlığıyla yükleniyordu Bizans surlarının üzerine... Serdengeçtileri fedaîler, fedaîleri de başıbozuk askerler takip etmişti...

Tanyeri ağarırken sıra üçüncü safa gelmişti. Üçüncü hücum kolunu, ordunun en seçkin askerleri teşkil etmekteydi.

Bursa'nın Uluabat köyünden Hasan da vardı bu safın arasında. Ordunun bayraktarıydı. Bir elinde kılıcı, bir elinde sancağı şahlanmıştı... Ve kulaklarında Sultan Mehmet Han'ın bir akşam evvel irad ettiği büyük nutkun sözleri tane tane uğulduyordu:

– Surlar vakıa bir harabe haline gelmiştir amma, surlar üzerine atılacak yiğitler büyük bir tehlike ile karşılaşacaklardır. Maharetimiz ve cesaretimiz her şeyin üstündedir. Zafer rüzgârı bizden yana esecektir. Konstantiniye bizim olacaktır...

Bursa'nın Uluabat köyünden bayraktar Hasan da yaklaşmıştı surların üzerine. İri parmaklarıyla gönderini sımsıkı kavradığı şanlı bayrağı, elindeki o kutsal emaneti mutlaka surların üzerine dikmeyi aklına koymuştu Hasan. Hilâlli sancağın surların üzerinde dalgalandığı anda düşman için her şeyin bitmiş olacağına inanıyordu.

Bir fırsatını buldu Uluabatlı Hasan. Elindeki kılıcını savurarak sur harabeleri üzerine doğru atıldı. Birkaç yiğit de kendisini takip etmişlerdi. Hasan en önde idi. Bir yandan kılıcını sallıyor, bir yandan da hilâlli sancağı gözlerini diktiği burca doğru ulaştırmaya çalışıyordu.

Bu cehennem ateşinin ortasında, koç yiğitler yiğidi Hasan, Eğrikapı tarafındaki burcun üzerine çıkmayı başardı. Sancağı dikti o burcun üzerine. Fakat aynı anda mancınıkla atılan büyük bir taşın ağırlığı altında dizleri üstüne düşüverdi. Doğrulmaya çalıştı. Fakat aynı anda üstüne belki OTUZ, belki KIRK ok birden yağdı. Oracıkta yere yığılıverdi.

Peçevî'nin ünlü tarihinde “Adem ejderhası” olarak vasıflandırdığı dev cüsseli yiğit Uluabatlı Hasan'ın diktiği sancak, o anda Bizans'ın tüm ümidini yitirivermişti. Türkün bayrağı ve yeniçerinin serpuşu artık surların üzerinde idi. Elli üç günlük direnişi kökünden tüketen an gelmişti. Öte yandan sancağın Bizans surları üzerinde dalgalandığını gören Türk askeri coşmuş ve bir ok gibi atılmıştı ileri.

Nihayet Hazret-i Peygamberimizin müjdelediği tarihî ve kutsal an gelip çatmıştı. 23 yaşındaki Sultan Mehmet Han secdeye gelerek Yüce Allah'a şükretti. O andan itibaren genç hükümdar ve kumandan “Fâtih” unvanını da almış oluyordu...
Ekleme Tarihi: 07.08.2006 - 12:43
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Misafir Bereket Getirir
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Misafir Bereket Getirir
31 Mesaj -
Misafir bereket getirir

Misafir gelince, rızkımız azalır sanmamalıdır. Bu, şeytandan gelen bir düşüncedir. Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki: Şeytan, [hayra harcatmayıp] fakîr olursunuz diye korkutur, cimriliği [ve hayra harcamamayı] telkin eder. Allah ise, [hayra harcayana] mağfiret, lütuf, bolluk vâdeder. [Bakara 268]
Misafire yedirmekle, sadaka vermekle, insanın eli daralmaz. Peygamber Efendimiz, yemin ederek, Sadaka vermekle mal azalmaz buyurdu. [Tirmizî]
Cimrilik çok kötüdür. Misafir kabul edip cimrilikten kurtulmaya çalışmalıdır!
Misafir rızkı ile gelir
Zekâtını veren, misafirlerini ağırlayan, darda olanlara yardım eden kimse, cimri sayılmaz. [Taberânî]
Misafir bereket getirir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: Misafir rızkı ile gelir, ev halkının günahlarının affına sebep olur. [İ.Sünnî] Misafir, bin bereket ve bin rahmetle gelir. [Nisâb-ül ahbâr]
Hak Teâlâ’nın bir hediyesi olan misafire ikram etmeli Allah’a ve kıyamete inanan, misafirine ikram eylesin! [Buhârî] İmam-ı Evzâi, Misafire ikram, ona karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır buyurdu. Misafire ikram çok sevaptır. Misafiri nimet ve ganimet bilmeli. Allah hayır murat ettiğine hediye olarak misafir gönderir. [E.Nuaym] Her nimet bir külfet karşılığıdır! Külfetsiz nimet olmaz. Misafirin sıkıntısı olabilir. Yüksünmeden, yumuşaklıkla ve lütufla hizmet etmelidir!

Külfetten kaçınılmalıdır
Külfete girmemeli, hazırda ne varsa onu vermeli, çeşitli ve pahalı yemekler getirmemeli! Allah-u Teâlâ, külfete girenleri sevmez. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini üzen Allah’ı üzmüş olur. [İbni Lâl]
Hz. Ali, Arkadaşın en kötüsü, külfete giren, kendisinin idare edilmesine seni mecbur kılan, seni özür dileyici işlere itendir buyuruyor. [Külfet; zahmetli iş, sıkıntı]

70 yıllık rızk
İbrahim (a.s), misafir olarak gelen mecusîye, Müslüman olursan sana çok ikramda bulunurum buyurdu. Mecusi darılıp gitti. Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim’e, Neden onu misafir etmek için dinini değiştirmeyi şart koştun? O beni tanımadığı halde, ben onun yetmiş yıldır rızkını veriyorum buyurdu. Hz. İbrahim, koşup mecusîyi buldu. Bana misafir ol diye ricada bulundu. Mecusi hayret etti. Hz. İbrahim, olayı anlattı. Mecusi, Demek ki Allah, bana karşılıksız nimet veriyor. O hâlde bana İslâmiyet'i öğret, Müslüman olayım dedi. Hz. İbrahim ona gerekli dinî bilgileri öğretti. O da kelime-i şahadet getirip Müslüman oldu.

Melekler ayakta durur
Misafirden hizmet beklememelidir! Peygamber efendimiz, Misafirden hizmet beklemek, aklın noksanlığına alâmettir buyurdu. [Deylemî]
Dinî inanışı, siyasî görüşü farklı olsa da, misafiri üzecek sözler söylememelidir! Misafire hizmet edene büyük sevaplar vardır.
Hz. Ömer, misafirine bizzat kendisi hizmet ederdi. Hizmet edenler mevcut iken niçin kendisinin hizmet ettiği sorulduğunda, İçinde misafir bulunan evde, melekler ayakta durur. hadis-i şerifini nakledip, Melekler ayakta dururken oturmaktan hayâ ederim. buyurdu.
Evde bulunan şeyleri bolca ikram etmeli, misafire verilen çok yemeği israf saymamalıdır. Allah için olan şey, çok olsa da israf olmaz
Ekleme Tarihi: 07.08.2006 - 12:04
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Amerikalı Profesorun İlk Namazi
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Amerikalı Profesorun İlk Namazi
31 Mesaj -
16/7/2006 - Amerikalı profesörün ilk namazı
Amerika'nın muhtelif üniversitelerinde görev yapan matematik Prof. Jefri Lang İslam’a giriş hikayesini yazmış olduğu 'Melekler soruncaya kadar' isimli eserinde derin felsefi düşüncelerle, ruhani duygular arasında ilk namazını şöyle dile getiriyor:

“Müslüman olduğum gün cami imamı, bana namazın kılınışını açıklayan bir kitap verdi. Ancak Müslüman talebelerin buna endişelerini gördüm, bana: “Acele etme, rahat ol, zamanla yavaş yavaş yaparsın” dediler. Ben de kendi kendime, namaz bu kadar zor mu? Dedim ve talebeleri duymamazlıktan gelerek, hemen vaktinde beş vakit namaz kılmaya karar verdim. O gece, loş ve küçük odama çekilerek kitaptan abdest ve namaz hareketleri eksersizlerini yaptım, namazda okunacak bazı surelerin Arapça okunuşlarıyla İngilizce anlamlarını ezberlemeye çalıştım.

İlk namaz denemesi için kendime güven gelince yatsı namazını kılmaya karar verdim. Vakit gece yarısıydı, kitabı alıp banyoya girdim, kitabı açarak, mutfaktaki ilk yemek denemesi yapan aşçı gibi kitaptaki talimatları dikkat ve incelikle bir bir uyguladım. Abdest bitince odanın ortasında durup, kapı ve pencerelerin kilitli ve kapalı olmasından emin olduktan sonra kıble olarak bildiğim tarafa yöneldim, derin bir nefes aldım ve elimi kaldırarak alçak bir sesle Allahu Ekber dedim. Kimsenin beni işitmemesini ve görmemesini umuyordum, yavaş yavaş Fatiha suresi ile kısa bir sureyi Arapça olarak okudum. İkinci bir tekbir alarak Rükua gittim, rükuda biraz tedirginlik hissettim, çünkü hayatımda hiç kimseye eğilmemiştim. Odada yalnız olduğumu hatırlayınca sevindim. Subhane Rabbiyel azim dediğimde kalbimin hızla çarptığını hissettim. Tekrar tekbir getirerek doğruldum ve artık secdeye varma zamanı gelmişti. Secdeye varmak üzere ellerimi ve dizlerimi yere koyunca dona kaldım, secdeye gidemiyordum, efendisinin önünde başını yere koyan köle gibi yüzümü, burnumu yere koyup kendimi zillet sandığım bir duruma düşüremiyordum, üstelik bacaklarım da katlanamıyordu,
utandım gülünç duruma düştüm zannettim. Bu durumda beni gören, arkadaş ve tanıdıklarımın önünde acınacak ve alay edilecek halimi düşündüm, arkadaşlarımın kahkahalarını duyar gibi oluyordum. Bir müddet tereddüt ettikten sonra derin bir nefes aldım başımı seccadeye koydum, dikkatimi dağıtacak düşüncelere yer vermeden ikinci secdeye de vardım. Bu esnada kendi kendime “Daha önümde üç tur daha var” diye düşündüm ve kararlıydım: Neye mal olursa olsun bu namazı tamamlayacağım. Son secdede tam bir sükunet hissettim. Nihayet teşehhütten sonra selam verim.

Selamdan sonra bulunduğum yerde olduğum gibi kaldım, geriye dönüp nefsimle giriştiğim savaşı aklımdan geçirdim, bir savaştan çıktığımı hissettim sonra başımı önüme eğerek mahçup bir şekilde “Allah'ım geri zekalılığımdan ve tekebbürümden dolayı beni bağışla, uzak bir yerden geldim ve daha önümde kat edilecek uzun bir yol var” diye dua ettim.

Bu esnada daha önce hiç yaşamadığım bir şeyi hissettim. Bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değil. Vücudumu, kalbimin bir noktasından çıktığını hissettiğim ve anlatmaktan aciz kaldığım bir dalga kapladı, soğuk gibiydi, ilk etapta irkildim, vücuduma olan etkisinden ziyade garip bir şekilde duygularımı etkiledi ve görünür bir rahmetin varlığını hissettim. Bu rahmet sonra içime nüfuz ederek içimde kaynamaya başladı. Sonra sebebini bilmeden ağlamaya başladım, ağlamam artıp göz yaşlarım aktıkça, rahmet ve lütuftan harika bir gücün beni kucakladığını hissettim. Günahkar olmama rağmen, günahlarımdan, veya utanç ve sevinçten dolayı ağlamıyordum. Sanki büyük bir set açılmış ve içimdeki korku ve keder sel olup gidiyor. Bu satırları yazarken kendi kendime diyordum: “Allah’ın rahmet ve mağfireti, sadece günahları affetmiyor, o aynı zamanda bir şifa ve bir sekinedir”. Uzun bir süre başım eğik bir şekilde öylece diz üstü kaldım.

Ağlamam durunca, yaşadığım deneyin akıl ile izah etmenin mümkün olmadığını anladım, Bu esnada idrak ettiğim en önemli husus ise, benim Allah’a ve namaza şiddetle muhtaç olduğum gerçeği oldu. Yerimden kalkmadan önce de şu duayı yaptım: “Allah’ım bir daha küfre girmeye cüret edersem beni, o küfre girmeden önce öldür ve bu hayattan kurtar, hata ve eksiksiz yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum, ancak şunu yakînen biliyorum ki, bir tek gün dahi olsa sensiz yaşamak senin varlığını inkar etmem mümkün değildir


Allah Herkezi hidayete erdirsin.Ne mutlu Müslümanım diyene.
Ekleme Tarihi: 07.08.2006 - 11:22
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Efendimiz (s.a.v) Çanakkalede Asker Evlatlarının Yardımına Gitmişti
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Efendimiz (s.a.v) Çanakkalede Asker Evlatlarının Yardımına Gitmişti
31 Mesaj -
Resûlullah Çanakkale'deki asker evlâtlarının yardımına gitmişti

Tarihler 1928 yılını göstermektedir. Osmanlının son devir âlimlerinden, ilmi ile amil Alasonyalı Cemal Öğüt Hocaefendi hacca gider. Cumhuriyet yeni kurulmuş, hızlı bir değişim yaşanıyor, Çanakkale savaşının üzerinden de on yılı aşkın bir zaman geçmiştir.

Cemal Öğüt Hocaefendi Mekke'deki vazifesinin tamamladıktan sonra Medine'ye gider. Medine'de her zamankinden fazla kalır. Bu esnada Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerinden gelen hacılarla istişarelerde bulunur. Osmanlı devleti yıkılmıştır, Osmanlı'dan geri kalan toprakların büyük çoğunluğu ya işgal altındadır ya da sömürge durumuna düşmüştür.

Cemal Öğüt Hocaefendi vaktinin çoğunluğunu Mescid–i Nebevî'de geçirir. Bu arada Efendimizin türbesindeki görevlilerle yakınlık hâsıl olur. Hiçbir dünyalık beklemeden, sadece Resûlullah'a sevgi ve muhabbetinden dolayı türbeye hizmet eden bu güzel insan da Cemal Öğüt Hocaefendiye yakınlıkduyar ve güzel bir dostluk kurulmuş olur.

Cemal Öğüt Hocaefendi türbedarla yaptığı sohbetlerde bir şey dikkatini çeker. Türbedar Osmanlı devletine son derece bağlıdır, hatta o kadar ki Osmanlı adı geçtiği yerde muhakkak bir hürmet ifadesi belirtisi gösteriyordu. Bu nuranî ihtiyarın Osmanlı'ya bu derece bağlı ve hürmetli olması Cemal Öğüt Hocaefendinin merakımı celbeder, bir gün sorar:

"Sizde Osmanlı'ya karşı derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?" Nurani ihtiyar derin bir düşünceye daldı, kısa süre sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi:

"Allah ve Resûl'ünün muhabbeti, Osmanlı'yı sevmemi gerektirir." Cemal Öğüt Hocaefendi bu açıklamadan pek bir şey anlamaz. Anlamadığı da zaten yüz hatlarından anlaşılmıştır. Türbedar pek fazla bilgi vermek niyetinde değildir, ancak Cemal Öğüt Hocaefendi bir şeylerin olduğunu anlar ve ısrar eder. Nur yüzlü ihtiyar anlatmaya devam eder:

"Osmanlı'yı sevmem için şu anlatacağım hâdise yeter de artar bile."

1915 senesinde Medine'de başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır.

1915 yılının hac mevsimi idi. Her hac mevsiminde olduğu gibi, dört bir yandan mü'minler geliyordu, bu gelenlerin içinde Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık gerçek bir Allah dostu da bulunuyordu. Bu Allah dostu ile sizinle olduğu gibi yakınlık oluştu, sohbetine katıldık. O kadar güzel sohbetleri oluyordu ki, kendi ağlıyordu, dinleyenleri de ağlatıyordu. O zamanlar Osmanlı'nın çok sıkıntıda olduğu zamanlardı, ehl–i küffar, İslâm'a karşı saldırıya geçmiş, Payitahtta Çanakkale Boğazı'nda büyük savaş oluyordu.

Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu. Ağlamadığı zamanlar bile devamlı hüzünlü idi. Merakım artıkça artı ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum:

"Efendi! Bu mübarek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?" Beni yayına oturttu, gözlerindeki yaş damlaları daha da hızlanarak akmaya başladı. Sonra yaşlarını sildikten sonra bana dedi ki:

"Ben uzun yılların hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatın Efendisi'nin kokusunu, ruhaniyetini Hindistan'dan alırdım. Şimdi buralara geldim, Efendimin kabr–i şerifi başındayım, ama Hindistan'da aldığım feyiz ve nuranîliği burada bulamadım. Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun ruhaniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perişan etti… Ağlamamın sebebi budur."

Türbedar bu Allah dostunu dikkatle dinledi, ancak o da bu işe ne bir yorum getirebildi, ne de bir şey diyebildi. Ancak nur yüzlü türbedarın da kafası karışmıştı. Bu Hindistanlı âlimin, yalan söyleme, abartı yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi. Son derece samimî bir hâl içindedir. Hindistanlı âlimin söylediklerine yabancı değildi. Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allah dostları ile karşılaşır, onları Allah Resûlü'nün ruhaniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi. Bu Hindli âlim de onlardan biri idi, türbedarın bunda zerre şüphesi yoktu. Peki, bu âlimin söyledikleri nasıl açıklanacaktı?

Yaşlı türbedar gündüz dinlediklerinin etkisinde kalmıştı, gece yatağına yattığında da kafasındaki soru işaretleri gitmemişti.

Sabah namazına kalkmadan önce türbedar bir rüya görür. Rüyasında Kâinatın Efendisini görür. Nur yüzlü türbedar, edebinden Efendimize bir şey soramaz. Dün yaşananlar aklına gelir, bir şey diyemez. Türbedarın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir:

"O kardeşimin hissettiği doğrudur. Ben her zamanki makamımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale'deyim… Çok zor durumda bulunan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onlara yardım ediyorum…"

Hindistanlı âlim, Allah dostunun vaziyeti anlaşılmıştı. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Efendimiz bulunduğu makam itibariyle, bir anda birden çok yerde bulunamaz mı? Elbette bulunur, başta Hızır Aleyhisselâm'ın ve Allah'ın veli kullarının bulunduğu gibi. Buradaki, hâdise birine gösterirler, ondan da herkese duyururlar mahiyetindedir.


Yetiş ya Muhammed Kur-an’ın elden gidiyor!

Çanakkale en zorlu günlerinden birini geçiriyor. Küffar ordusunun askerleri ilk defa karaya ayak basmıştır, ellerindeki üstün silah ve teçhizatla saldırıya geçerler. O zamanlar Osmanlı'nın müttefiki olan Almanya ordusuna mensup bazı subaylar da cephede bulunmaktadır. Şimdi bu subaylardan birine kulak verelim.

Alman Subay Sanders anlatıyor:

Çok dehşetli bir saldırı karşısında kalmıştık. Karaya çıkan İngiliz askerlerini gemiden top atışları ve makineli tüfekler destekliyordu. Bulunduğumuz siperlerden değil hareket etmek, en küçük bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket noktasına çekiyordu.
Mevzilerden elini kaldıranın eli, miğferini kaldıranın miğferi parçalanıyordu. Böyle bir sağanak altında çaresizlik içinde beklemekten başka bir şey yapamıyorduk.

Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Birden bulunduğum yerden yaklaşık on beş metre uzağımızdan korkunç bir ses geldi. Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümanıma dedim ki:

–Şu koşan asker ne diyor?

–Komutanım! "Yetiş ya Muhammed Kitabın elden gidiyor!" diye bağırıyor.

Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Kısa zaman sonra karaya çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu.
alıntıdır....
Ekleme Tarihi: 07.08.2006 - 11:14
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Yalancı Dünya
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Yalancı Dünya
31 Mesaj -
Yalanci dünyâya aldanma yâ hû,
Bu dernek dagilir dîvân eglenmez.
Iki kapili bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, konuk eglenmez.
Bakma bunun karasina agina,
Gönül verme bostanina bagina,
Benzer hemân çocuk oyuncagina,
Burda akli olan insan eglenmez.
Vârini îsâr et Mevlâ yoluna,
Bunda ne eylersen anda buluna,
Bir gün sefer düser berzah iline,
Otagi kalkacak Sultan eglenmez.
Sen ey gâfil ne sandin rûzigâri,
Durur mu anladin leyl-ü-nehâri,
Yükün yeynildigör evvelden bâri,
Yoksa yolcu gider kervan eglenmez.
Dogrusuna gidegör bu yollarin
Geçegör sarpini yüce bellerin,
Dünyâ zindânidir mümin kullarin,
Zindanda olan kul kolay eglenmez.
Ömür tamam olup defter dürülür,
Sirat köprüsü ve mîzân kurulur,
Hakkin dergâhinda elbet durulur,
Buyrugu tutulur fermân eglenmez.
Hüdâyî n'oldu bu kadar peygamber,
Ebû Bekr u Ömer, Osman u Haydar,
Hani Habîbullah Siddîk-i Ekber,
Bunda gelen gider bir cân eglenmez

Aziz Mahmud Hudayi
Ekleme Tarihi: 07.08.2006 - 08:11
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: İllede İskender istiyorum........
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Bir Bursalı olarak şu iskender olayına bi el atem dedimsevinçliİskenderi gelin burda yiyin.Şöyle tereyağlı 1.5 porsiyonsevinçliGaranti veririm bağımlılık yapar.Şimdiden afiyet olsun.
Ekleme Tarihi: 07.08.2006 - 06:58
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Camii imamları için neler yapılabilir???
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
31 Mesaj -
Sistem baya uzun olmuş.ben eletronikçi degilim elektrk teknisyeniyim.Cami ezanını müsterek yayından duyulmasını sağlayan anfi sayesinde tirak yada daha detaya gerek yoktur.Sadece bize lazım olan 10-15 ytl degerinde bir Timer(zamanlayıcı yada alternatif olarak bir kontaktör gekelidir)ezan okunduğu esnada amfinin çıkış ayaklarına gelen 12 yada 24 volt kontaktör bobininede paralel olarak verilir ve ezan esnasında gelen akım sayesinde kontaktör bobini içerisindeki manyetizma aşagı çekip kontakları birleştirir.Ve kontaklarada sehir şebekisinden gelen 220 V bağlanır diğer çıkış uçlarınada kandil lambalarının kablosu bağlanır ve sistem el degmeden fevklade çalışır.. Saygılar.


Allah'a emanet olun.
Ekleme Tarihi: 06.08.2006 - 23:53
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Osmanlı'nın Ejdadı Nerdesiniz?
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Osmanlı'nın Ejdadı Nerdesiniz?
31 Mesaj -
Osmanlının izleri halen avrupada sürmektedir.Trt yayınlarında gösterdiği üzere Arnavutluk,Makedonya,Macaristan,Bosna,Bulgaristan,Kırım,Dagıstan,gibi yerlerde Osmanlı'nın buralara İslamiyeti yaymasından dolayı Allah şükreden Mü'min kardeşlerimiz çok fazladır.Yapılan zulum ve eziyete rağmen din adet ve örflerini inanki ilk günkü gibi korumaktadırlar.Ben bir şehid torunu olarak Kırım'da sürgün edilen aile fertleri asılıp sırf müslüman diye zulm gören bir ejdadın torunu olarak yapılan duyarsızlıktan utanıyorum.Bosnada binlerce Mü'min kardeşimiz şehid oldu dünya seyretti.Filistinde Lübnanda Kardeşlerimiz şehid edilmekte kundaktaki bebenin üzerine mermi sıkılmakta.Nerede kaldı Osman'lının birlik beraberliği? Ne yazıkki dönemimizde bu duyarlılık din misyonerleri tarafından yıkılmaya çalışılmaktadır.Hatta ve hatta ülkemizin içerisinde gerek Hristiyan gerekse ne olduğu belirsiz din misyonerleri türemektedir.Dış politikamız çok kötüdür.Müslüman duyarlılığı hükümet açısından bitmiştir.Bir çok müslüman türki Cumhuriyetler elçilik açma izni bile verilmemektedir.Bu olaylar karşında dirayetsiz hükümet sadece barış çagrısı yapmaktadır.Bununla yetinmektedir.Elin Hugo Chavezi bile Amerikaya ve Yahudilere kafa tutmaktadır ki biz Osmanlı ejdadı olarak dirayetsiz hükümetimiz nedeniyle ülke olarak Amerika uşagı damgası yedik.

Bakın Hainlere İçimizde meclisimizdeler,Bunları teşhir edelim herkeze!!!

TBMM

Türk - İsrail Dostluk Grubu Üyeleri



TELAT KARAPINAR

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


ABDULLAH ERDEM CANTİMUR

Kütahya

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET ÇİÇEK

Yozgat

Ak Parti

İstifa Etti


İSMAİL BİLEN

Manisa

Ak Parti

İstifa Etti



ABDULLAH ÇETİNKAYA

Konya

Ak Parti

İstifa Etti


AFİF DEMİRKIRAN

Batman

Ak Parti

İstifa Etti


AGAH KAFKAS

Çorum

Ak Parti

İstifa Etti


AHMET UZER

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti



ALİ AYAĞ

Edirne

Ak Parti

İstifa Etti


ALİ İHSAN MERDANOĞLU

Diyarbakır

Ak Parti

İstifa Etti


CENGİZ KAPTANOĞLU

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


ALAETTİN GÜVEN

Kütahya

Ak Parti

İstifa Etti





EGEMEN BAĞIŞ

İstanbul

Ak Parti




EYÜP AYAR

Kocaeli

Ak Parti

İstifa Etti


HACI İBRAHİM KABARIK

Bartın

Ak Parti

İstifa Etti


HAKAN TAŞCI

Manisa

Ak Parti

İstifa Etti





İDRİS NAİM ŞAHİN

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


ALİ RIZA ALABOYUN

Aksaray

Ak Parti

İstifa Etti


İSMAİL SOYLU

Hatay

Ak Parti

İstifa Etti


MAHMUT DURDU

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti



MEHMET BEŞİR HAMİDİ

Mardin

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET KERİM YILDIZ

Ağrı

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET NEZİR NASIROĞLU

Batman

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET SARI

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti



MEHMET SOYDAN

Hatay

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET YILMAZCAN

Kahramanmaraş

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET YÜKSEKTEPE

Denizli

Ak Parti

İstifa Etti


MİKAİL ARSLAN

Kırşehir

Ak Parti

İstifa Etti



MUSA SIVACIOĞLU

Kastamonu

Ak Parti

İstifa Etti


MUSTAFA DÜNDAR

Bursa

Ak Parti

İstifa Etti


MUSTAFA NURİ AKBULUT

Erzurum

Ak Parti

İstifa Etti


MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti



NACİ ASLAN

Ağrı

Ak Parti

İstifa Etti


NAZIM EKREN

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


NEVZAT DOĞAN

Kocaeli

Ak Parti

İstifa Etti


NİHAT ERGÜN

Kocaeli

Ak Parti



NİHAT ERİ

Mardin

Ak Parti

İstifa Etti


OSMAN AKMAN

Antalya

Ak Parti

İstifa Etti


OSMAN NURİ FİLİZ

Denizli

Ak Parti

İstifa Etti


ÖZKAN ÖKSÜZ

Konya

Ak Parti

İstifa Etti



REMZİYE ÖZTOPRAK

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


SEMİHA ÖYÜŞ

Aydın

Ak Parti

İstifa Etti


SÜLEYMAN TURGUT

Manisa

Ak Parti

İstifa Etti


YÜKSEL ÇAVUŞOĞLU

Karaman

Ak Parti

İstifa Etti



VAHİT KİRİŞCİ

Adana

Ak Parti


MUHARREM ESKİYAPAN

Kayseri

AK Parti

İstifa Etti


SERACETTİN KARAYAĞIZ

Ak Parti

Muş

İstifa Etti


MEHMET ALİ SUÇİN

Batman

İstifa Etti



ALİ AYDINLIOĞLU

Balıkesir

Ak Parti

İstifa Etti


ABDULLAH TORUN

Adana

Ak Parti

İstifa Etti


RECEP GARİP

Adana

Ak Parti

İstifa Etti


HALİL AYDOĞAN

Afyonkarahisar

Ak Parti

İstifa Etti



AHMET İNAL

Batman

Ak Parti

İstifa Etti


SÜLEYMAN GÜNDÜZ

Sakarya

Ak Parti

İstifa Etti


FAHRİ KESKİN

Eskişehir

Ak Parti

İstifa Etti




HASAN AYDIN

Giresun

Ak Parti

İstifa Etti





HASAN ALİ ÇELİK

Sakarya

Ak Parti


ZEKERİYA AKÇAM

İzmir

Ak Parti

İstifa Etti


FAHRİ KESKİN

Eskişehir

Ak Parti

İstifa Etti


AHMET YAŞAR

Aksaray

Ak Parti

İstifa Etti



EYYÜP SANAY

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


HALUK İPEK

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


ABDURRAHMAN ANIK

Bingöl

Ak Parti

İstifa Etti


FEYZİ BERDİBEK

Bingöl

Ak Parti

İstifa Etti



VAHİT KİLER

Bitlis

Ak Parti

İstifa Etti


BAYRAM ÖZÇELİK

Burdur

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET DANİŞ

Çanakkale

Ak Parti

İstifa Etti


HİKMET ÖZDEMİR

Çankırı

Ak Parti

İstifa Etti



TEVFİK AKBAK

Çankırı

Ak Parti

İstifa Etti


MUZAFFER KÜLCÜ

Çorum

Ak Parti

İstifa Etti


ŞEMSETTİN MURAT

Elazığ

Ak Parti

İstifa Etti


MÜCAHİT DALOĞLU

Erzurum

Ak Parti

İstifa Etti



FATMA ŞAHİN

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti


FEHMİ ÖZTÜNÇ

Hakkari

Ak Parti

İstifa Etti


RECEP ÖZEL

Isparta

Ak Parti

İstifa Etti


İNCİ ÖZDEMİR

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti



MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


SİNAN ÖZKAN

Kastamonu

Ak Parti

İstifa Etti


MUZAFFER BAŞTOPÇU

Kocaeli

Ak Parti

İstifa Etti


HARUN TÜFEKCİ

Konya

Ak Parti

İstifa Etti



ORHAN ERDEM

Konya

Ak Parti

İstifa Etti


HALİL İBRAHİM YILMAZ

Kütahya

Ak Parti

İstifa Etti


SELAHATTİN DAĞ

Mardin

Ak Parti

İstifa Etti


ENVER YILMAZ

Ordu

Ak Parti

İstifa Etti



SUAT KILIÇ

Samsun

Ak Parti

İstifa Etti


SELAMİ UZUN

Sivas

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET ÖZLEK

Şanlıurfa

Ak Parti

İstifa Etti


ALİM TUNÇ

Uşak

Ak Parti

İstifa Etti



AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ

Adana

Ak Parti

İstifa Etti


SERPİL YILDIZ

İzmir

ANAP

İstifa Etti


MEHMET SAİT ARMAĞAN

Isparta

ANAP

İstifa Etti


MUHARREM DOĞAN

Mardin

ANAP

İstifa Etti



MUHSİN KOÇYİĞİT

Diyarbakır

ANAP

İstifa Etti


MUZAFFER REMZİ KURTULMUŞOĞLU

Ankara

ANAP

İstifa Etti


REYHAN BALANDI

Afyonkarahisar

ANAP


SELAMİ YİĞİT

Kars

ANAP

İstifa Etti



ZÜHEYİR AMBER

Hatay

ANAP

İstifa Etti


MEMDUH HACIOĞLU

İstanbul

Bağımsız

İstifa Etti


AHMET GÜRYÜZ KETENCİ

İstanbul

SHP


MUSTAFA SAYAR

Amasya

SHP

İstifa Etti



ABDULKADİR ATEŞ

Gaziantep

CHP

İstifa Etti


AHMET YILMAZKAYA

Gaziantep

CHP

İstifa Etti


ABDULAZİZ YAZAR

Hatay

CHP

İstifa Etti


ALİ RIZA GÜLÇİÇEK

İstanbul

CHP

İstifa Etti



ALİ RIZA BODUR

İzmir

CHP

İstifa Etti


ATİLLA KART

Konya

CHP

İstifa Etti


BİHLUN TAMAYLIGİL

İstanbul

CHP

İstifa Etti


BÜLENT BARATALI

İzmir

CHP

İstifa Etti



CÂNÂN ARİTMAN

İzmir

CHP

İstifa Etti


MEHMET CEVDET SELVİ

Eskişehir

CHP

İstifa Etti


ENSAR ÖĞÜT

Ardahan

CHP

İstifa Etti


ERDAL KARADEMİR

İzmir

CHP

İstifa Etti



EROL TINASTEPE

Erzincan

CHP

İstifa Etti


FERİDUN AYVAZOĞLU

Çorum

CHP

İstifa Etti


FİKRET ÜNLÜ

Karaman

CHP

İstifa Etti


FUAT ÇAY

Hatay

CHP

İstifa Etti



GÜLDAL OKUDUCU

İstanbul

CHP

İstifa Etti


HALİL AKYÜZ

İstanbul

CHP

İstifa Etti


HALİL TİRYAKİ

Kırıkkale

CHP

İstifa Etti


HALİL ÜNLÜTEPE

Afyonkarahisar

CHP

İstifa Etti



HASAN AYDIN

İstanbul

CHP

İstifa Etti


HASAN ÖREN

Manisa

CHP

İstifa Etti


VELİ HAŞİM ORAL

Denizli

CHP

İstifa Etti


HÜSEYİN BAYINDIR

Kırşehir

CHP

İstifa Etti



İNAL BATU

Hatay

CHP

İstifa Etti


İSMAİL DEĞERLİ

Ankara

CHP

İstifa Etti


AHMET İSMET ÇANAKCI

Ankara

CHP

İstifa Etti


KIVILCIM KEMAL ANADOL

İzmir

CHP

İstifa Etti



KEMAL DEMİREL

Bursa

CHP

İstifa Etti


KEMAL KILIÇDAROĞLU

İstanbul

CHP

İstifa Etti


MEHMET ALİ ARIKAN

Eskişehir

CHP

İstifa Etti


MEHMET ALİ ÖZPOLAT

İstanbul

CHP

İstifa Etti



MEHMET BOZTAŞ

Aydın

CHP

İstifa Etti


MEHMET IŞIK

Giresun

CHP

İstifa Etti


MEHMET KÜÇÜKAŞIK

Bursa

CHP

İstifa Etti


MEHMET PARLAKYİĞİT

Kahramanmaraş

CHP

İstifa Etti



MEHMET SEVİGEN

İstanbul

CHP

İstifa Etti


MEHMET SİYAM KESİMOĞLU

Kırklareli

CHP

İstifa Etti


MEHMET TOMANBAY

Ankara

CHP

İstifa Etti


MEHMET YILDIRIM

Kastamonu

CHP

İstifa Etti



MESUT DEĞER

Diyarbakır

CHP

İstifa Etti


MEVLÜT COŞKUNER

Isparta

CHP

İstifa Etti


MUHARREM KILIÇ

Malatya

CHP

İstifa Etti


MUHARREM TOPRAK

İzmir

CHP

İstifa Etti



MUSTAFA GAZALCI

İzmir

CHP

İstifa Etti


MUSTAFA ÖZYURT

Bursa

CHP

İstifa Etti


NAİL KAMACI

Antalya

CHP

İstifa Etti


NEZİR BÜYÜKCENGİZ

Konya

CHP

İstifa Etti



NURİ ÇİLİNGİR

Manisa

CHP


OĞUZ OYAN

İzmir

CHP

İstifa Etti


ONUR BAŞARAN ÖYMEN

İstanbul

CHP


ORHAN SÜR

Balıkesir

CHP

İstifa Etti



OSMAN KAPTAN

Antalya

CHP

İstifa Etti


ÖZLEM ÇERÇİOĞLU

Aydın

CHP

İstifa Etti


RASİM ÇAKIR

Edirne

CHP

İstifa Etti


MEHMET SEFA SİRMEN

Kocaeli

CHP

İstifa Etti



SIDIKA SARIBEKİR

İstanbul

CHP

İstifa Etti


AHMET SIRRI ÖZBEK

İstanbul

CHP

İstifa Etti


TUNCAY ERCENK

Antalya

CHP

İstifa Etti


TÜRKAN MİÇOOĞULLARI

İzmir

CHP

İstifa Etti



UFUK ÖZKAN

Manisa

CHP

İstifa Etti


YAKUP KEPENEK

Ankara

CHP


YAŞAR TÜZÜN

Bilecik

CHP

İstifa Etti


YILMAZ ATEŞ

Ankara

CHP

İstifa Etti



YILMAZ KAYA

İzmir

CHP

İstifa Etti


ZEKERİYA AKINCI

Ankara

CHP

İstifa Etti




Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!

“Medeniyet” denilen vahşete lanetler eder,
Nice yekpare kesilmiş de sırıtmış dişler!
Bakmayın hem tükürün çehre-i murdarımıza
Tükürün belki biraz duygu gelir ârımıza.
Tükürün cephe-i lâkaydına şarkın tükürün.
Kuşkulansın görelim gayreti halkın tükürün.
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere,
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere...
Tükürün Ehl-i Salib’in hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahluku görün:
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!
Hele ilânı zamanında şu mel’un harbin,
“Bize efkar-ı umimiyesi lazım Garb’in;
O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,
Halka iman gibi telkin ile, diyenin sesini
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!…" M.A. Ersoy



Allah Hepimizi O'nun yoluna Cihad etmeyi nasib etsin.Şehid olmayı nasib etsin.Dualarımız onlarla kalbden gönülden.Bizler hazırız.
Ekleme Tarihi: 06.08.2006 - 21:49
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Coca Cola
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Milletçe duyarlı olmalıyız..!!
31 Mesaj -
Milletçe duyarlı olmalıyız kardeşim milletçe.Malesef ülkemizdeki bu medeniyet adı altında düşünce güden insanlık müsvetteleri oldukça bu Yahudiler ve köpekleri heryerde destek bulacakalrdır.Rabbim onlara gereken azabı verecektir.Bu dünyada hiç bir şey Yüce Allah'ın(c.c)karşısında karşılıksız kalmaz!
Ekleme Tarihi: 06.08.2006 - 11:47
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Osmanli'nin FethettİĞİ Ülkelere GÖtÜrdÜĞÜ Adalet
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Osmanlı'nın Ejdadı Nerdesiniz?
31 Mesaj -
Osmanlının izleri halen avrupada sürmektedir.Trt yayınlarında gösterdiği üzere Arnavutluk,Makedonya,Macaristan,Bosna,Bulgaristan,Kırım,Dagıstan,gibi yerlerde Osmanlı'nın buralara İslamiyeti yaymasından dolayı Allah şükreden Mü'min kardeşlerimiz çok fazladır.Yapılan zulum ve eziyete rağmen din adet ve örflerini inanki ilk günkü gibi korumaktadırlar.Ben bir şehid torunu olarak Kırım'da sürgün edilen aile fertleri asılıp sırf müslüman diye zulm gören bir ejdadın torunu olarak yapılan duyarsızlıktan utanıyorum.Bosnada binlerce Mü'min kardeşimiz şehid oldu dünya seyretti.Filistinde Lübnanda Kardeşlerimiz şehid edilmekte kundaktaki bebenin üzerine mermi sıkılmakta.Nerede kaldı Osman'lının birlik beraberliği? Ne yazıkki dönemimizde bu duyarlılık din misyonerleri tarafından yıkılmaya çalışılmaktadır.Hatta ve hatta ülkemizin içerisinde gerek Hristiyan gerekse ne olduğu belirsiz din misyonerleri türemektedir.Dış politikamız çok kötüdür.Müslüman duyarlılığı hükümet açısından bitmiştir.Bir çok müslüman türki Cumhuriyetler elçilik açma izni bile verilmemektedir.Bu olaylar karşında dirayetsiz hükümet sadece barış çagrısı yapmaktadır.Bununla yetinmektedir.Elin Hugo Chavezi bile Amerikaya ve Yahudilere kafa tutmaktadır ki biz Osmanlı ejdadı olarak dirayetsiz hükümetimiz nedeniyle ülke olarak Amerika uşagı damgası yedik.

Bakın Hainlere İçimizde meclisimizdeler,Bunları teşhir edelim herkeze!!!

TBMM

Türk - İsrail Dostluk Grubu Üyeleri



TELAT KARAPINAR

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


ABDULLAH ERDEM CANTİMUR

Kütahya

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET ÇİÇEK

Yozgat

Ak Parti

İstifa Etti


İSMAİL BİLEN

Manisa

Ak Parti

İstifa Etti



ABDULLAH ÇETİNKAYA

Konya

Ak Parti

İstifa Etti


AFİF DEMİRKIRAN

Batman

Ak Parti

İstifa Etti


AGAH KAFKAS

Çorum

Ak Parti

İstifa Etti


AHMET UZER

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti



ALİ AYAĞ

Edirne

Ak Parti

İstifa Etti


ALİ İHSAN MERDANOĞLU

Diyarbakır

Ak Parti

İstifa Etti


CENGİZ KAPTANOĞLU

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


ALAETTİN GÜVEN

Kütahya

Ak Parti

İstifa Etti





EGEMEN BAĞIŞ

İstanbul

Ak Parti




EYÜP AYAR

Kocaeli

Ak Parti

İstifa Etti


HACI İBRAHİM KABARIK

Bartın

Ak Parti

İstifa Etti


HAKAN TAŞCI

Manisa

Ak Parti

İstifa Etti





İDRİS NAİM ŞAHİN

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


ALİ RIZA ALABOYUN

Aksaray

Ak Parti

İstifa Etti


İSMAİL SOYLU

Hatay

Ak Parti

İstifa Etti


MAHMUT DURDU

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti



MEHMET BEŞİR HAMİDİ

Mardin

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET KERİM YILDIZ

Ağrı

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET NEZİR NASIROĞLU

Batman

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET SARI

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti



MEHMET SOYDAN

Hatay

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET YILMAZCAN

Kahramanmaraş

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET YÜKSEKTEPE

Denizli

Ak Parti

İstifa Etti


MİKAİL ARSLAN

Kırşehir

Ak Parti

İstifa Etti



MUSA SIVACIOĞLU

Kastamonu

Ak Parti

İstifa Etti


MUSTAFA DÜNDAR

Bursa

Ak Parti

İstifa Etti


MUSTAFA NURİ AKBULUT

Erzurum

Ak Parti

İstifa Etti


MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti



NACİ ASLAN

Ağrı

Ak Parti

İstifa Etti


NAZIM EKREN

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


NEVZAT DOĞAN

Kocaeli

Ak Parti

İstifa Etti


NİHAT ERGÜN

Kocaeli

Ak Parti



NİHAT ERİ

Mardin

Ak Parti

İstifa Etti


OSMAN AKMAN

Antalya

Ak Parti

İstifa Etti


OSMAN NURİ FİLİZ

Denizli

Ak Parti

İstifa Etti


ÖZKAN ÖKSÜZ

Konya

Ak Parti

İstifa Etti



REMZİYE ÖZTOPRAK

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


SEMİHA ÖYÜŞ

Aydın

Ak Parti

İstifa Etti


SÜLEYMAN TURGUT

Manisa

Ak Parti

İstifa Etti


YÜKSEL ÇAVUŞOĞLU

Karaman

Ak Parti

İstifa Etti



VAHİT KİRİŞCİ

Adana

Ak Parti


MUHARREM ESKİYAPAN

Kayseri

AK Parti

İstifa Etti


SERACETTİN KARAYAĞIZ

Ak Parti

Muş

İstifa Etti


MEHMET ALİ SUÇİN

Batman

İstifa Etti



ALİ AYDINLIOĞLU

Balıkesir

Ak Parti

İstifa Etti


ABDULLAH TORUN

Adana

Ak Parti

İstifa Etti


RECEP GARİP

Adana

Ak Parti

İstifa Etti


HALİL AYDOĞAN

Afyonkarahisar

Ak Parti

İstifa Etti



AHMET İNAL

Batman

Ak Parti

İstifa Etti


SÜLEYMAN GÜNDÜZ

Sakarya

Ak Parti

İstifa Etti


FAHRİ KESKİN

Eskişehir

Ak Parti

İstifa Etti




HASAN AYDIN

Giresun

Ak Parti

İstifa Etti





HASAN ALİ ÇELİK

Sakarya

Ak Parti


ZEKERİYA AKÇAM

İzmir

Ak Parti

İstifa Etti


FAHRİ KESKİN

Eskişehir

Ak Parti

İstifa Etti


AHMET YAŞAR

Aksaray

Ak Parti

İstifa Etti



EYYÜP SANAY

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


HALUK İPEK

Ankara

Ak Parti

İstifa Etti


ABDURRAHMAN ANIK

Bingöl

Ak Parti

İstifa Etti


FEYZİ BERDİBEK

Bingöl

Ak Parti

İstifa Etti



VAHİT KİLER

Bitlis

Ak Parti

İstifa Etti


BAYRAM ÖZÇELİK

Burdur

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET DANİŞ

Çanakkale

Ak Parti

İstifa Etti


HİKMET ÖZDEMİR

Çankırı

Ak Parti

İstifa Etti



TEVFİK AKBAK

Çankırı

Ak Parti

İstifa Etti


MUZAFFER KÜLCÜ

Çorum

Ak Parti

İstifa Etti


ŞEMSETTİN MURAT

Elazığ

Ak Parti

İstifa Etti


MÜCAHİT DALOĞLU

Erzurum

Ak Parti

İstifa Etti



FATMA ŞAHİN

Gaziantep

Ak Parti

İstifa Etti


FEHMİ ÖZTÜNÇ

Hakkari

Ak Parti

İstifa Etti


RECEP ÖZEL

Isparta

Ak Parti

İstifa Etti


İNCİ ÖZDEMİR

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti



MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN

İstanbul

Ak Parti

İstifa Etti


SİNAN ÖZKAN

Kastamonu

Ak Parti

İstifa Etti


MUZAFFER BAŞTOPÇU

Kocaeli

Ak Parti

İstifa Etti


HARUN TÜFEKCİ

Konya

Ak Parti

İstifa Etti



ORHAN ERDEM

Konya

Ak Parti

İstifa Etti


HALİL İBRAHİM YILMAZ

Kütahya

Ak Parti

İstifa Etti


SELAHATTİN DAĞ

Mardin

Ak Parti

İstifa Etti


ENVER YILMAZ

Ordu

Ak Parti

İstifa Etti



SUAT KILIÇ

Samsun

Ak Parti

İstifa Etti


SELAMİ UZUN

Sivas

Ak Parti

İstifa Etti


MEHMET ÖZLEK

Şanlıurfa

Ak Parti

İstifa Etti


ALİM TUNÇ

Uşak

Ak Parti

İstifa Etti



AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ

Adana

Ak Parti

İstifa Etti


SERPİL YILDIZ

İzmir

ANAP

İstifa Etti


MEHMET SAİT ARMAĞAN

Isparta

ANAP

İstifa Etti


MUHARREM DOĞAN

Mardin

ANAP

İstifa Etti



MUHSİN KOÇYİĞİT

Diyarbakır

ANAP

İstifa Etti


MUZAFFER REMZİ KURTULMUŞOĞLU

Ankara

ANAP

İstifa Etti


REYHAN BALANDI

Afyonkarahisar

ANAP


SELAMİ YİĞİT

Kars

ANAP

İstifa Etti



ZÜHEYİR AMBER

Hatay

ANAP

İstifa Etti


MEMDUH HACIOĞLU

İstanbul

Bağımsız

İstifa Etti


AHMET GÜRYÜZ KETENCİ

İstanbul

SHP


MUSTAFA SAYAR

Amasya

SHP

İstifa Etti



ABDULKADİR ATEŞ

Gaziantep

CHP

İstifa Etti


AHMET YILMAZKAYA

Gaziantep

CHP

İstifa Etti


ABDULAZİZ YAZAR

Hatay

CHP

İstifa Etti


ALİ RIZA GÜLÇİÇEK

İstanbul

CHP

İstifa Etti



ALİ RIZA BODUR

İzmir

CHP

İstifa Etti


ATİLLA KART

Konya

CHP

İstifa Etti


BİHLUN TAMAYLIGİL

İstanbul

CHP

İstifa Etti


BÜLENT BARATALI

İzmir

CHP

İstifa Etti



CÂNÂN ARİTMAN

İzmir

CHP

İstifa Etti


MEHMET CEVDET SELVİ

Eskişehir

CHP

İstifa Etti


ENSAR ÖĞÜT

Ardahan

CHP

İstifa Etti


ERDAL KARADEMİR

İzmir

CHP

İstifa Etti



EROL TINASTEPE

Erzincan

CHP

İstifa Etti


FERİDUN AYVAZOĞLU

Çorum

CHP

İstifa Etti


FİKRET ÜNLÜ

Karaman

CHP

İstifa Etti


FUAT ÇAY

Hatay

CHP

İstifa Etti



GÜLDAL OKUDUCU

İstanbul

CHP

İstifa Etti


HALİL AKYÜZ

İstanbul

CHP

İstifa Etti


HALİL TİRYAKİ

Kırıkkale

CHP

İstifa Etti


HALİL ÜNLÜTEPE

Afyonkarahisar

CHP

İstifa Etti



HASAN AYDIN

İstanbul

CHP

İstifa Etti


HASAN ÖREN

Manisa

CHP

İstifa Etti


VELİ HAŞİM ORAL

Denizli

CHP

İstifa Etti


HÜSEYİN BAYINDIR

Kırşehir

CHP

İstifa Etti



İNAL BATU

Hatay

CHP

İstifa Etti


İSMAİL DEĞERLİ

Ankara

CHP

İstifa Etti


AHMET İSMET ÇANAKCI

Ankara

CHP

İstifa Etti


KIVILCIM KEMAL ANADOL

İzmir

CHP

İstifa Etti



KEMAL DEMİREL

Bursa

CHP

İstifa Etti


KEMAL KILIÇDAROĞLU

İstanbul

CHP

İstifa Etti


MEHMET ALİ ARIKAN

Eskişehir

CHP

İstifa Etti


MEHMET ALİ ÖZPOLAT

İstanbul

CHP

İstifa Etti



MEHMET BOZTAŞ

Aydın

CHP

İstifa Etti


MEHMET IŞIK

Giresun

CHP

İstifa Etti


MEHMET KÜÇÜKAŞIK

Bursa

CHP

İstifa Etti


MEHMET PARLAKYİĞİT

Kahramanmaraş

CHP

İstifa Etti



MEHMET SEVİGEN

İstanbul

CHP

İstifa Etti


MEHMET SİYAM KESİMOĞLU

Kırklareli

CHP

İstifa Etti


MEHMET TOMANBAY

Ankara

CHP

İstifa Etti


MEHMET YILDIRIM

Kastamonu

CHP

İstifa Etti



MESUT DEĞER

Diyarbakır

CHP

İstifa Etti


MEVLÜT COŞKUNER

Isparta

CHP

İstifa Etti


MUHARREM KILIÇ

Malatya

CHP

İstifa Etti


MUHARREM TOPRAK

İzmir

CHP

İstifa Etti



MUSTAFA GAZALCI

İzmir

CHP

İstifa Etti


MUSTAFA ÖZYURT

Bursa

CHP

İstifa Etti


NAİL KAMACI

Antalya

CHP

İstifa Etti


NEZİR BÜYÜKCENGİZ

Konya

CHP

İstifa Etti



NURİ ÇİLİNGİR

Manisa

CHP


OĞUZ OYAN

İzmir

CHP

İstifa Etti


ONUR BAŞARAN ÖYMEN

İstanbul

CHP


ORHAN SÜR

Balıkesir

CHP

İstifa Etti



OSMAN KAPTAN

Antalya

CHP

İstifa Etti


ÖZLEM ÇERÇİOĞLU

Aydın

CHP

İstifa Etti


RASİM ÇAKIR

Edirne

CHP

İstifa Etti


MEHMET SEFA SİRMEN

Kocaeli

CHP

İstifa Etti



SIDIKA SARIBEKİR

İstanbul

CHP

İstifa Etti


AHMET SIRRI ÖZBEK

İstanbul

CHP

İstifa Etti


TUNCAY ERCENK

Antalya

CHP

İstifa Etti


TÜRKAN MİÇOOĞULLARI

İzmir

CHP

İstifa Etti



UFUK ÖZKAN

Manisa

CHP

İstifa Etti


YAKUP KEPENEK

Ankara

CHP


YAŞAR TÜZÜN

Bilecik

CHP

İstifa Etti


YILMAZ ATEŞ

Ankara

CHP

İstifa Etti



YILMAZ KAYA

İzmir

CHP

İstifa Etti


ZEKERİYA AKINCI

Ankara

CHP

İstifa Etti




Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!

“Medeniyet” denilen vahşete lanetler eder,
Nice yekpare kesilmiş de sırıtmış dişler!
Bakmayın hem tükürün çehre-i murdarımıza
Tükürün belki biraz duygu gelir ârımıza.
Tükürün cephe-i lâkaydına şarkın tükürün.
Kuşkulansın görelim gayreti halkın tükürün.
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere,
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere...
Tükürün Ehl-i Salib’in hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahluku görün:
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!
Hele ilânı zamanında şu mel’un harbin,
“Bize efkar-ı umimiyesi lazım Garb’in;
O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,
Halka iman gibi telkin ile, diyenin sesini
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!…" M.A. Ersoy



Allah Hepimizi O'nun yoluna Cihad etmeyi nasib etsin.Şehid olmayı nasib etsin.Dualarımız onlarla kalbden gönülden.Bizler hazırız.
Ekleme Tarihi: 06.08.2006 - 11:27
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Hz. Hamidüddin Somuncu Baba
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Hz. Hamidüddin Somuncu Baba
31 Mesaj -
SOMUNCU BABA

Osmanli Devletinin kurulus yillarinda Anadolu'da yetisen âlim ve velîlerin büyüklerinden. "Somuncu Baba" lakabiyla taninip meshûr oldu. 1349 (H.750) senesinde Kayseri'de dogdu. Ismi Hâmid, babasinin ismi Semseddîn Mûsâ'dir. Ilk tahsîlini babasindan aldi. Babasinin vefâtindan sonra Sam'a giderek, Hankâh-i Bâyezîdiyye'de ilim ögrendi. Tasavvuf yoluna girdi. Orada pekçok velînin sohbetlerine katildi. Burada Üveysî olarak, mânevî yol ile Bâyezîd-i Bistâmî'den feyz aldi. Sam'da bir müddet ilim tahsîlinde bulunduktan sonra, Tebrîz yakinlarinda Hoy kasabasinda bulunan Hâce Alâeddîn-i Erdebîlî hazretlerinin huzûruna gitti. Var gücüyle hocasina hizmet ederek, ilim ögrendi. Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavustu. Alâeddîn-i Erdebîlî, bir gün Hâmid-i Velî'ye; "Artik bizden ögrendigin ilmi, Allahü teâlânin dînini, insanlara ögretmek üzereAnadolu'ya git!" buyurdu. Ona böylece, insanlari yetistirmek için icâzet verdi. Hocasinin bu sözleri, bâzi anlayisi kit, hasetçi kimselerin, içlerinden Hâmid-i Velîye bugz etmelerine sebeb oldu. HâceAlâeddîn, Hâmid-i Velî'yi bütün talebeleriyle birlikte, "Semseddîn-i Tebrîzî Makâmi." denilen yere kadar ugurladi. Vedâ edip yanlarindan ayrilinca, hased edenlerin de bulundugu topluluga dönerek; "Hamîdüddîn'in arkasindan, gözden kayboluncaya kadar bakiniz. Eger dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu'da onun ilminden istifâde ederler. Sâyet bakmazsa, onun ilminden hiçkimse istifâde edemez." buyurdu. Orada bulunanlar merakla Hamîdüddîn'in arkasindan bakmaya basladilar. Bu hâli cenâb-i Hakkin izniyle anlayan Hâmid-i Velî, gözden kaybolmadan önce iki defâ arkasina bakti. Böylece onlarin hasedlerini giderdi. Büyük bir âlim ve veliyy-i kâmil olarak Kayseri'ye döndü.


Hamîdüddîn hazretleri, Kayseri'de insanlara Allahü teâlânin emir ve yasaklarini ögretmeye basladi. Talebeleri, ondan feyz almaga, hasta kalblerine sifâ olan nasîhatleriyle, sohbetleriyle sereflenmege basladilar. Hamîdüddîn, bir gün çok sevdigi talebelerinden Sücâ-i Karamânî'yi huzûruna çagirarak; "Ankara'da Nûmân isminde bir müderris vardir. Onu bulup buraya dâvet ediniz!" buyurdu. Sücâ-i Karamânî de hocasinin emrini yerine getirmek için Ankara'ya gidip, durumu bildirdi. Müderris Nûmân; "Bu dâvete icâbet lâzimdir." diyerek, berâberce Kayseri'ye geldiler. Kurban bayrami günü bulustuklari için, hocasi ona "Bayram" lakabini verdi.Müderris Nûmân, Hamîdüddîn hazretlerini görüp sohbetlerini dinleyince, onun büyük bir âlim ve velî oldugunu anladi. Kisa zamanda pekçok kerâmetlerini de görünce, daha çok baglandi. Onun teveccühleri altinda yetismeye basladi. Hocasindan zâhirî ve bâtinî ilimleri ögrenerek kisa zamanda büyük mesâfeler aldi. Bir gün hocasi; "Hâci Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetismis âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtinî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmis velîleri ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!" buyurdu. Hâci Bayram da, velîlerin yüksek hâllerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavusmak için çalisti. Zamâninin büyük velîlerinden oldu.


Hamîdüddîn hazretleri, mânevî bir emir üzerine Tebrîz'e gitti. Tebrîz'den de Anadolu'ya gelip, Bursa'ya yerlesti. Hâci Bayram-i Velî, sik sik Bursa'ya gelip hocasini ziyâret ederdi. Hamîdüddîn hazretleri, Bursa'da bir ümmî gibi hareket edip, ilminin varligini kimseye söylemedi.

Hamîdüddîn, Bursa'da bir firin yaptirdi. Firinina merkebiyle dagdan odun getirir, onunla ekmekleri pisirirdi. Ekmek küfesini sirtina alarak; "Somun! Müminler somun!" diye söyler, geçimini bu yolla saglardi. Halk, bu firinciya "Somuncu Baba" der ve pisirdigi ekmegin lezzetine doyamazlardi. Somuncu Baba ekmek satmaya baslayinca, herkes pesinden kosar, ekmegini kapisirlardi. Somuncu Baba'nin firini, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Pasa Çinari civârinda olup, iki gözlü idi. Firinin bitisiginde de, ibâdet ettigi bir odasi vardi. Odanin kible cihetinde de, nefsini terbiye etmek için kullandigi bir Çilehânesi mevcûd idi. Hamîdüddîn hazretleri durumunu Bursa'da kimseye bildirmedi. Hep, halk içinde Hak ile olmaga gayret etti.


Yildirim Bâyezîd Hân, Nigbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi yaptirmaya basladi. Câminin insâsi sirasinda, çalisan isçilerin ekmek ihtiyâcini Somuncu Baba temin etti. Câminin yapilmasi bittikten sonra, bir Cumâ günü açilis merâsimi yapilacagi ilân edildi. O gün basta Pâdisâh YildirimBâyezîd Hân, dâmâdi büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan, Molla Fenârî hazretleri, ulemâdan pekçok kimse ve Bursalilar Ulu Câmiyi doldurdular. Yildirim Bâyezîd Hân, câminin açilis hutbesini okumak üzere Emîr Sultan'a vazîfe verdiginde, Emîr Sultan; "Sultânim! Zamânin büyük âlimi burada iken, bizim hutbe okumamiz uygun degildir. Bu câmi-i serîfin açilis hutbesini okumaya lâyik zât su kimsedir." diyerek, Somuncu Baba'yi gösterdi. "Söhret âfettir." hadîs-i serîfini bildigi için, bundan titizlikle kaçinan Somuncu Baba, Pâdisâhin emri üzerine minbere dogru yürüdü. Emîr Sultan'in yanina gelince; "Ey Emîr'im, niçin böyle yapip beni ele verdiniz?" dedi. O da; "Senden ileride bir kimse göremedigim için öyle yaptim." cevâbini verdi. Cemâat hayret ederek bu konusmalari dinliyor, Somuncu Baba'nin hutbesini merakla bekliyordu. Minbere çikan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irâd etti ki, o zamâna kadar Bursalilar öyle bir hutbeyi hiç isitmemislerdi. Bursalilar, bundan sonra Somuncu Baba'nin büyüklügünü anladilar. Somuncu Baba, hutbede; "Bâzi âlimlerin, Fâtiha-i serîfenin tefsîrinde müskilâti, anlayamadigi kisimlar vardir. Onun için bu sûrenin tefsîrini yapalim." buyurarak, Fâtiha sûresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsîrini yapti. Nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayretinden sasirip kaldi. Basta Molla Fenârî hazretleri; "Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha sûresinin tefsîrindeki müskilimizi kerâmet göstererek halletti. Onun büyüklügüne, bu yedi çesit tefsîr, âdil bir sâhiddir. Fâtiha'nin ilk tefsîrini cemâatin hepsi anladi. Ikinci tefsîrini bir kismi anladi, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi." demekten kendini alamadi. Cumâ namazindan sonra bütün cemâat, Somuncu Baba'nin elini öpmek, duâsini almak istedi. Cemâatin bu arzusunu kiramayan Somuncu Baba hazretleri, kapida durdu. Ulu Câminin üç kapisindan çikan herkes; "Ben Somuncu Baba'nin elini öpmekle sereflendim." diyordu. Somuncu Baba, yine kerâmet göstererek, Allahü teâlânin izniyle her üç kapida da ayni ânda bulunarak cemâate elini öptürmüstü.

Namazdan sonra evine giden Hâmid-i Velî'ye, Molla Fenârî; "Efendim! Bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat bâzi anliyamadigim yerler vardi. Bu hutbenizle, bilemedigimiz yerleri îzâh etmis oldunuz. Medresede hizmetimiz karsiliginda kazandigimiz bes bin akçe paramiz vardir. Süphesiz helâldir. Kabûl buyurursaniz bunlari size hediye etmek istiyorum." dedi. O, kabûl etmedi. Bunun üzerine Molla Fenârî, Somuncu Baba'ya; "Talebeniz olmakla sereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek duâlarda bulundu. Molla Fenârî'nin, Somuncu Baba'dan aldigi feyz ile yazdigi tefsîrini bütün âlimler çok begenmis, asirlarca mûteber bir tefsîr oldugunu söylemislerdir.

Somuncu Baba, durumunun anlasilmasi üzerine; "Sirrimiz fâs olup, herkes tarafindan anlasildi." diyerek, Bursa'dan gitmek istedi. Bir sabah erkenden, Gavas Pasa Medresesinden birkaç talebeyi yanina alarak yola çikti. Somuncu Baba'nin Bursa'yi terketmekte oldugunu isiten MollaFenârî, kosarak bir çinarin yaninda arkasindan yetisti. Gitmeyip Bursa'da kalmasi için çok yalvardi, ricâlarda bulundu. Fakat kabûl ettiremedi. Sonunda, Bursalilara duâ etmesini istedi. Somuncu Baba, bu çinarin yaninda Bursa'ya yönünü dönerek, feyizli, bereketli bir sehir olmasi ve yesil olarak kalmasi için duâ etti ve vedâlasarak ayrildilar. Bursa'da bu çinarin bulundugu bölgeye"Duâ çinari" denildi.

Bursa'dan ayrilan Somuncu Baba, Aksaray'a geldi. Burada ömrünün sonuna kadarIslâmiyeti yaymak, Allahü teâlânin emir ve yasaklarini bildirmek için ugrasti. Hem zâhirî, hem de bâtinî ilmi ile Aksaraylilarin gönüllerinde erisilmesi güç olan mümtâz bir mevkiye eristi. Artik ona Hâmid-i Aksarâyî denilmeye baslandi. Hâci Bayram'i Velî ile hacca gittiler. Dönüslerinde, Hâci Bayram'i kendisine halîfe, vekîl tâyin etti. Insanlari irsâd etmekle vazifelendirdi.


Bir gün yasli bir kadin huzûruna gelip; "Efendim! Benim bir inegim vardi. Sabahleyin sigirtmaca teslim ettim, fakat aksam dönmedi. Çok aradim, bulamadim. Ne olur derdime çâre olunuz" diye yalvardi. Kadinin bu üzüntüsüne dayanamayan Hâmid-iVelî; "Sen burada bekle. Biz etrâfi bir arastiralim, bulursak getiririz" buyurdu. Disari çikip, saga sola arastirma yapmadan, hep bir istikâmette gitti. Kadin da onu gizliden tâkibe basladi. Hâmid-i Velî, bugünkü türbesinin bulundugu yere geldi ve inegin otladigini görerek; "Ey mübârek hayvan! Niçin diger hayvanlardan geri kaldin da bizi buraya kadar yordun?" deyince, inek lisâna gelip; "Bugün yavruma süt verecek kadar karnimi doyuramamistim. Onun için burada otluyordum." dedi. Bu konusmalari isiten kadin, Hâmid-i Aksarâyî'nin derecesinin üstünlügünü anladi. Onu en çok sevenler arasinda oldu.



Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, 1412 (H.815) senesinde, bir gün dostlari ve talebeleriyle helâllesti. Iki rekat namaz kildiktan sonra, uzun uzun duâ etti. Sonra Kelime-i sehâdet getirerek vefât etti. Cenâze namazini Hâci Bayram-i Velî kildirdi. Geriye iki erkek çocuk birakarak, bugünkü türbesinin oldugu yere defnedildi. TürbesiAksaray kabristaninin ortalarindadir. 1980 (H.1400) senesinden îtibâren, AksarayliSahinBaser Beyin gayretleriyle türbesi yeniden onarilarak bugünkü hâle gelmistir. Somuncu Baba'nin çilehânesini ve türbesini ziyâret edenler, rûhâniyetinden fevkalâde feyz ve bereketlere kavustuklarini, dünyâyi unuttuklarini söylemislerdir. Onu vesîle ederek Allahü teâlâya yapilan duâlarin kabûl oldugunu da bildirmislerdir. Somuncu Baba'nin kabrinin Dârende'de oldugu da rivâyet edilmektedir.


Hâmid-i Velî hazretlerini çok sevenlerden biri söyle anlatti: "Aksaray'da memur olarak vazife yapiyordum. Bir üst makâma terfîm ihtilâfli idi. Seyh Hâmid-i Velî hazretlerine gittim. Türbesini ziyâret ederek, durumumu anlattim. Çilehânesinde iki rekat namaz kildiktan sonra eve geldim. Gece rüyâmda Hâmid-i Velî'yi gördüm. Bana; "Evlâdim, hiç üzülme, üst makâma geçeceksin. Biz velîler, senin o makâma geçtikten sonra, istifâ edip, serbestçe Islâmiyete hizmet etmeni, Allahü teâlânin emir ve yasaklarini insanlara bildirmeni arzu ediyoruz" buyurdu. Hakîkaten, kisa zaman sonra bir üst makâma geçme emri geldi ve istifâmi vererek Islâmiyete hizmet etmeye çalistim."

Hâmid-i Aksarâyî hazretlerinin okudugu kasîdeler, Aksaraylilarin dillerinde dolasmaktadir. Bunlardan bâzilari söyledir:

Biz ol âsik yigitleriz,
Akil, rüsd bize yâr olmaz.
Mey-i ask ile sermestiz,
Bizler aslâ sarhos olmaz.

Diriyiz dâim ölmeyiz,
Karanlikta hiç kalmayiz,
Çürüyüp toprak olmayiz,
Bize gece gündüz olmaz.

Bizim illerde ay ve gün,
Sebât üzre durur dâim.
Televvün irisür âna,
Gehî bedr ü hilâl olmaz.

Bizim bahçedeki güller,
Dururlar tâze, solmazlar,
Hazân olup dökülmezler,
Kis mevsimi bahâr olmaz.

Serbeti ask için içtik,
Ferâgat mülküne göçtük,
Yanip askinla tutustuk,
Bize tahrûk ü târ olmaz.

IreldenSems'in nûruna,
Vücûdun zerreden katre
Ne katre, ayn-i bahr oldu.
Ona çukur kenâr olmaz.

Birak ey Hâmidâ vâri,
Görem dersen sen ol yâri,
Göricek ol tecellâyi,
Ondan üstün kemâl olmaz.



ATESSIZ FIRIN

Somuncu Baba, bir gün firina ekmeklerini sürdü. Pismesini beklerken, yanina Pâdisâh Yildirim Bâyezîd Hân'in dâmâdi Seyyid Emîr Sultan geldi. Elinde bir çömlek vardi. "Selâmün aleyküm baba!" dedi. O da; "Ve aleyküm selâm" diyerek birbirlerine bakistilar. Baska hiçbir kelime konusmadan tanistilar. Emîr Sultan, elindeki yemek çömlegini Somuncu Baba'ya verip, içindekinin pisirilmesini ricâ etti. Somuncu Baba, kabi alip firinin agzindan içeri sürmek istediyse de, çömlegi firina sokamadi. Bir daha denedi, yine olmayinca,Emîr Sultan'a döndü ve; "Anladim ki, bu çömlegi firina sen süreceksin!" dedi. Emîr Sultan; "Peki" diyerek çömlegi aldi ve firinin gözünden içeri rahatlikla sürdü. Fakat firinda hiç ates yoktu. Somuncu Baba firinin agzini kapattiktan sonra; "Birazdan piser bekleyiniz." buyurdu. Bir müddet bekledikten sonra kapak açildi. Firinda hiç ates olmadigi hâlde yemegin pistigini gören Emîr Sultan, Somuncu Baba'nin büyük velîlerden oldugunu anladi. Orada tasavvuf üzerinde bir mikdâr sohbet ederek dost oldular.



ÂHIRET IÇIN ÇALISIYORDUK

Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, bir gün zirâatla ugrasan talebelerinden birine bir mikdâr tohum verdi ve; "Bu tohumlarin yarisini, tarlanizin bir kismina sizin için, yarisini da tarlanizin bir kismina bizim için ekiniz." buyurdular. Talebe tohumlari ekti. Ekinlerin yetistigi mevsimde tarlaya gittiler. Talebenin tarlasinda fevkalâde güzel yetismis bir ekin vardi. Digerinde hiç ekin bitmemisti.Hâmid-i Velî, talebesine dönerek; "Bu tarlalardan hangisi bizim, hangisi sizindir?" buyurunca, talebe son derece utandi ve kendi tarlasini göstererek; "Bu tarla sizindir efendim" dedi. O da, ekinlere bakarak; "Biz âhiret için çalisiyorduk. Acabâ hangi günahimizdan dolayi dünyâmiz mâmûr olmaya basladi?" deyip, üzüntüsünü dile getirdi. Hocasinin müteessir oldugunu gören talebe, hakîkati söyleyerek üzüntüsünü giderdi.



DUÂ ÇINARI

Nigbolu’dan dönünce, Yildirim Bâyezîd Han, Bir câmi yaptirmayi, düsünmüstü bir zaman.

Bursa Ulu Câmiyi, insâya etti niyet, Câminin yapilmasi, sona erdi nihâyet.

Bir Cuma günü idi, ilân edildi o gün, "Câmi, merâsim ile, açilacaktir bu gün"

O gün, basta pâdisâh, dâmâdi Emir Sultan Molla Fenârî ile, kim varsa ulemâdan,

Hazir oldu her biri, hem de hâfiz olanlar, Doldurmustu câmiyi, Bursali müslümanlar.

Hutbe okumak için, pâdisâh hazretleri, O gün Emir Sultan’a, verdiginde bu emri,

Dâmâdi Emir Sultan, emre peki diyerek, Ve Somuncu Baba’yi, eliyle göstererek,

Arz etti ki: “Sultanim, bas üstüne ve fakat, Hutbeyi okumaga, lâyiktir ancak su zât.”

O dahî mecbûr kaldi, emre peki demege, Kalkip mimbere dogru, basladi yürümege.

Geçerken de, Emîr’e, dedi “Ey Emîrimiz, Niçin böyle yapip da, beni ele verdiniz?”

O da ona cevâben, arz etti ki: “Bu yerde, Yok idi bir baskasi, sizden daha ilerde.”

Cemâat olanlari, görüyor, duyuyordu, Bu sebepten durumu, çok merak ediyordu,

Zîrâ Somuncu Baba, onlarin nazarinda, Ekmek satan biriydi, Bursa sokaklarinda.

Bunun için bu isi, etmislerdi çok merak, Ki Cumâ hutbesini, o nasil okuyacak?”

Çikti Somuncu Baba, biraz sonra mimbere, Öyle bir hutbe irâd, etti ki müminlere,

Asla duymamislardi, böyle bir hutbe onlar Onun büyüklügünü, o zaman anladilar.

Hutbede Fatiha’nin, yirmi ana ilimde, Yedi türlü tefsîri, yapilmisti o günde.

Molla Fenârî dahî, demisti ki ertesi: “Onun büyüklügüne, sâhittir bu hutbesi.

Yedi türlü tefsirden, birincisini, yalniz Iyice anladilar, cemâatten her sahis.

Ikinci tefsîrini, bir kismi anladilar, Üçüncüsünü ise, çok azdi anliyanlar.

Dördüncü ve sonraki, tefsîrlere gelince, Onlardaki mânâlar, çok yüksek ve pek ince,

Oldugundan onlari, anlamadi kimseler, Ilim ve mârifette, deryâ imis o meger.”

Namaz sona erince, câmideki cemâat, Mübârek ellerini, öpmek istedi, fakat,

Câminin üç kapisi, var idi disariya, Acep hangi kapidan, çikardi bu evliyâ?

Lâkin üç kapidan da, çikan seviniyordu, Hepsi de, “Öpmek ile, sereflendim” diyordu.

Sonra Molla Fenârî hânesine giderek, Talebesi olmagi, arzu eylemisti pek.

Lâkin o, “Bu sehirde, sirrim fas oldu” diye, Istedi ki Bursa’dan, gitsin baska bir il’e.

Bir sabah, bu niyetle, çikmisti ki Bursa’dan, Duyup Molla Fenârî, yetisti arkasindan.

“Bir çinarin dibinde, geri döndürmek için, Çok yalvardi ise de, mümkün olmadi lâkin.

Bursa’ya dogru dönüp, mübârek zât o ara, Duâ etti Bursa’ya, hem de Bursalilara.

Duâyi, o çinarin, dibinde etti diye, Bu gün Duâ Çinari, deniyor o bölgeye.


1) Sekâyik-i Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.74 2) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.425 3) Nefehât-ül-Üns; s.683 4) Âsikpasazâde Târihi; s.201 5) Semerât-ül-Fuâd; s.7 6) Tam Ilmihâl Seâdet-i Ebediyyeagla49. Baski) s.1080 7) Osmanli Müellifleri; c.1, s.54 8) RehberAnsiklopedisi; c.7, s.72 9) Islâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.52 10) Silsile-i Ismâil Hakki Bursevî 11) Aksemseddin
Ekleme Tarihi: 06.08.2006 - 00:34
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Hz Muhammed Üftadenin öğrencisi Aziz Mahmud Hüdayi
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Hz Muhammed Üftadenin öğrencisi Aziz Mahmud Hüdayi
31 Mesaj -
AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ

Anadolu'da yetisen büyük velîlerden. 1541 (H.948) yilinda Sereflikoçhisar'da dogdu. Bursa'da Muhammed Üftâde hazretlerinden feyz aldi. 1598 (H.1007) de Üsküdar'da câmi ve dergâh yaptirdi. 1628 (H.1038)'de vefât etti. Kabri, Istanbul Üsküdar'da kendi dergâhi yanindaki türbesindedir.


Mahmûd Hüdâyî, Fadlullah bin Mahmûd'un ogludur. Çocuklugu Sivrihisar'da geçti. Burada ilk tahsîline basladi. Ilmini ilerletmek için Istanbul'a gitti. Küçük Ayasofya Medresesinde tahsîline devâm etti. Çok zekî olup bir defâ okudugunu zihninde tutar, tekrar kitaba bakmaya lüzum hissetmezdi. Hocalarindan Nazirzâde Ramazan Efendi, ona husûsî bir ihtimâm gösterdi. Mahmûd Hüdâyî genç yasta; tefsîr, hadîs, fikih ve zamânin fen ilimlerinde büyük bir âlim oldu. Hocasi Nâzirzâde onu yanina yardimci olarak aldi. Mahmûd Hüdâyî, bir taraftan hocasi Ramazan Efendiye yardim ederken, diger yandan da Halvetî yolunun seyhlerinden Muslihuddîn Efendinin sohbetlerine katilarak tasavvuf yolunda ilerlemeye çalisti. Bu arada hocasi Nâzirzâde'nin, Edirne'de bulunan Sultan Selim Medresesine tâyini çikti. Mahmûd Hüdâyî, yirmi sekiz yasinda iken hocasi ile Edirne'ye gitti. Ramazan Efendi, kisa bir süre Edirne'de müderrislik yaptiktan sonra, Sam ve Misir'a kâdi tâyin edildi. Talebesi Mahmûd Hüdâyî'yi oraya da götürdü. Mahmûd Hüdâyî Misir'da Halvetî seyhlerinden Kerîmüddîn hazretlerinden ders alarak, tasavvuf yolunda yetismeye çalisti.

Mahmûd Hüdâyî otuz üç yasinda iken, hocasi Nâzirzâde ile Bursa'ya geldi. Üç sene Ferhâdiye Medresesinde müderrislik yapti. Üç sene sonra, hocasinin vefâti ile Bursa kâdiligina getirildi. Bursa kâdisi olarak vazîfeye basliyan Mahmûd Hüdâyî hazretleri, kâdiligi esnâsinda bir gece rüyâsinda Cehennem'i ve Cehennem'in atesinde tanidigi bâzi kimselerin yandigini gördü. Bu korkunç rüyânin verdigi dehset ve üzüntü içindeki günlerde, bir hanim bir dâvâ getirdi. Bu dâvadan sonra Bursa kâdiligini birakti ki, hâdise söyle idi:

O günlerde Bursa'da, evliyâullahtan olan Muhammed Üftâde hazretleri halkin mânevî terbiyesi isi ile mesgûl olurlardi. Yine Üftâde hazretlerini seven fakir bir kimse vardi. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek ister, fakat gidecek parasi olmadigi için arzusuna kavusamazdi. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takilir kalirdi. Evde hanimi, yüzü gülmeyen kocasinin bu hâline oldukça üzülürdü. Yine bir sene hac mevsiminde, parasi olmadigi için hacca gidemeyen bu fakir üzüntüsünden ne yapacagini sasirdi. Aralarinda geçen bu konusmanin sonunda elinde olmayarak hanimina; "Eger bu sene de hacca gidemezsem seni üç talak ile bosadim." dedi.

Günler geçti. Kurban bayrami yaklasti. Fakiri bir düsüncedir aldi. Hacca gidemezse, evde hanimi bos olacakti. Bir yerlerden borç bulup hacca gidememisti. Ne yapacagini sasirdigi bir gün, hatirina Muhammed Üftâde geldi. Hemen huzûruna gidip aglayarak durumunu anlatti. O da; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, selâmimizi söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu. Fakir, sevinerek huzûrdan ayrildi, süratle Mehmed Dede'nin dükkânina kostu. Mehmed Dede'ye, hocasinin selâmini söyleyip derdini anlatti. Mehmed Dede:

"Ey fakir!Gözlerini kapa. Aç demeden sakin açma." dedi. Fakir gözlerini açtiginda kendilerini Mekke'de buldular. Mehmed Dede, Allahü teâlânin izniyle, fakiri bir anda Hicâz'a götürmüstü. O gün, arefe idi, hacilar Arafat'a çikmislardi. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip Arafat'a çiktilar. Ertesi günü Kâbe-i muazzamada vakfeye durdular. Ziyâret edilecek yerlere gittikten sonra, Bursali hacilari buldular. Onlar, hemsehrileri olan Mehmed Dede'yi ve Fakiri görünce sevindiler. Fakir birkaç hediye alip, bir kismini da getirmeleri için komsusu olan hacilara emânet etti. Vedâlasarak ayrildilar. Yine Mehmed Dede'nin kerâmetiyle bir anda, Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler.

Fakir getirdigi bâzi hediyelerle eve gelince, hanimi birkaç gündür eve gelmeyen kocasini eve almak istemedi ve;

"Sen beni bosamadin mi? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?" dedi. Kocasi da; "Hanim, ben hacca gittim geldim. Iste bu getirdiklerimi de Mekke'den aldim." dediyse de, kadin: "Bir de yalan söylüyorsun. Üç bes gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye verecegim." dedi ve Kâdi Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye gelerek; "Kâdi Efendi! Artik ben bu adamla bir arada yasayamam. Nikâhimizin fesh edilmesini istiyorum. Bunun Kurban Bayramindan iki gün evvel Bursa'da oldugunu herkes biliyor. Hâlbuki ona sorun, hacca gitmis, Arafat'a çikmis, seytan taslamis, zemzemler, sürmeler getirmis... Beni aldatiyor. Bir haftada oraya gider, bu isleri yapar ve nasil geri gelir? Yanina da bir yalanci sâhit bulmus. "EskiciBaba gördü, yanimdaydi." diyor ve bu husus ser'iye siciline isleniyor.

Bu sözler üzerine Azîz Mahmûd Hüdâyî, hanimin kocasini mahkemeye çagirtarak onu da dinledi. Fakir; hacca gittigini, Kâbe-i muazzamayi tavâf edip, ziyâret edilecek yerleri gezdigini, Bursali hacilarla görüsüp getirmeleri için emânet dahi verdigini iddiâ etti. Bu sebeple bosanmanin vâki olmadigini söyledi. Fakir, Mehmed Dede'yi sâhit gösterdi. Mahkemeye gelen Mehmed Dede ise kâdinin bu sözlere bir türlü inanmak istemedigini görerek; "A kâdi efendi! Seytan, Allahü teâlânin düsmani oldugu hâlde, bir anda dünyânin bir ucundan bir ucuna gidip gelir de, bir velînin bir anda Kâbe'ye gitmesi niçin kabûl edilmez!" dedi. Kâdi hayret ederek, mahkemeyi hacilarin dönüsüne birakti. Aradan günler geçti. Bursali hacilar geldi. Mahkeme gününde sâhid olarak, fakirin hac vazîfesini yaptigini, hattâ verdigi emânetleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdi, sâhitlerin verdigi bu ifâde ile dâvâci hanimin nikâhi fesh etme istegini reddetti. Böylece bosanma olmadi.

Ancak bu hâdise, Kâdi Azîz Mahmûd Hüdâyî Efendinin günlerce aklindan çikmadi ve çok etkiledi. Nihâyet Eskici Mehmed Dede'nin yanina gidip; "Beni talebelige kabûl buyurmaniz için gelmistim." dedi. O da; "Nasîbiniz bizden degil, Üftâde'dendir. Onun huzûruna giderek mürâcaatinizi bildirin." dedi. Kâdi evine gitti. Hizmetçisine atinin hazirlanmasini emretti. Kendisi de sirmali kaftanini, sarigini giyerek hazirlanan atina bindi. Yanina seyisini de alip, Üftâde hazretlerinin dergâhina gitmek üzere yola çikti. Bugünkü Molla Fenârî Câmiinin dogu tarafindaki sokaga geldiginde, atinin ayaklarinin bileklerine kadar kayalara saplandigini gördü. Bütün ugrasmalarina ragmen bir adim ileri süremedi. (Bu kayanin üç kuzular semtinde oldugu da söylenmektedir.) Çâresiz, atindan indi. Sirmali kaftaniyla Üftâde Dergâhina dogru yürüdü. Kâdi, dergâha vardiginda, bahçede yamali elbiseler içinde bahçeyi çapalayan bir zât gördü. Ona hitâben; "Ben Bursa Kâdisi Mahmûd'um. Seyh Üftâde'yi görmek istiyorum. Çabuk geldigimi haber ver." dedi. Kâdinin hizmetçi zannettigi Seyh Üftâde hazretleri dinledi dinledi, sonra hafifçe dogrularak:

"Yaziklar olsun ey Kâdi Efendi! Herhâlde yanlis yere geldiniz. Burasi yokluk kapisidir ve biz bu kapinin kuluyuz. Hâlbuki sen varlik sâhibisin. Bu hâlde ikimizin bir araya gelmesi mümkün mü? Senin ilmin, malin, mülkün, sânin ve mâmûr bir dünyân var. Bizim gibi kullarin Allahü teâlâdan baska kimsesi yoktur. Atin bile gelmek istemeyip ayaklari kayalara saplanmadi mi?" buyurdu. Bu sözler ve yaptigi hatâ Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye çok tesir etti. Gözlerinden iki sira yas döküldügü hâlde; "Efendim! Her seyimi mübârek kapinizin esiginde terk eyledim. Dilegim talebeniz olabilmek ve hizmetinizi görmekle sereflenmektir. Her ne emrederseniz yapmaya hazirim." dedi. Bu samîmî ifâde üzerine Üftâde hazretleri tâne tâne buyurdu ki:

"Ey Bursa kâdisi! Kâdiligi birakacak, bu sirmali kaftaninla Bursa sokaklarinda ciger satacaksin. Her gün de dergâha üç ciger getireceksin!" Her seyi birakacagina, her emri yerine getirecegine söz veren Mahmûd Hüdâyî derhal kâdiligi birakip ciger satmaya basladi. Sirtinda sirmali kaftani oldugu halde, cigerleri, Bursa sokaklarinda, "Cigerci! Cigerciiii!" diye diye bagirarak satiyordu. Bursalilarin hayret dolu bakislarina, kadinlarin ve çocuklarin alay etmelerine hiç aldirmiyordu. Onu görenler; "Bursa kâdisi Azîz Mahmûd Hüdâyî aklini oynatmis, timarhânelik olmus." diyorlardi. Bu sekilde, nefsini kirip, rûhunu yükseltmek için her türlü alaya alinmaya katlaniyordu. Her aksam dergâha geldiginde hocasi ona; "Bugün ne yaptin? Cigerleri satabildin mi?" diye soruyor, o da, basindan geçenleri anlatiyordu.

Üftâde hazretleri daha sonra, yeni talebesinin nefsini iyice kirmak ve terbiye etmek için onu dergâhta helâ temizleme isi ile vazîfelendirdi.Hüdâyî bir gün abdesthâneleri yikarken kulagina davul-zurna sesleri geldi. Söyle bir kulak kabarttiginda, kendi yerine tâyin olunan yeni kâdinin geldigini ve halkin karsilamaya çiktigini ögrendi. Bir anlik dalginlik ile kendi kendine; "Yeni kâdi geliyor ha!.. Bîçâre Mahmûd, sen böyle bir meslegi biraktin. Simdi abdesthânelerde temizlik yapiyorsun." diyerek nefsinin aldatmasina yakalandi. Ancak daha bu düsünceler geçer geçmez derhal toparlandi ve;

"Mahmûd! Sen seyhine nefsini ayaklar altina alacagina dâir söz vermemis miydin?" diyerek bu hâle tövbe etti. Sonra da nefsini tahkir için elindeki süpürgeyi atarak, taslari sakaliyla süpürmeye baslayacagi bir anda, seyhi Üftâde hazretleri kapida göründü ve;

"Mahmûd, evlâdim! Sakal mübârek seydir. Onunla böyle bir is yapilmaz. Maksad sana bu mertebeyi atlatmakti." buyurarak, Hüdâyî'yi alip içeri dergâha götürdü.

Böylece nefsinin istek ve arzularina sirt çevirip istemedigi seyleri yapmakta büyük gayret sarfeden Azîz Mahmûd Hüdâyî kisa zamanda üstâdinin en önde ve gözde talebesi oldu. Develer yükü kitâbin ona ögretemedigini Üftâde hazretlerinin bir bakisi ögretiyor, gönlünden geçen bir suâline bin cevap birden veriyordu.

Bir gün Üftâde hazretleri talebeleri ile kirlarda sohbet etmislerdi. Bir ara talebeler etrafa dagilarak herbiri birer demet çiçek topladilar. Hüdâyî Efendi ise elinde kurumus ve sapi kirilmis bir çiçek oldugu hâlde döndü. Herkes hediyelerini seyhleri Üftâde hazretlerine takdim etmis o da kabûl ederek memnuniyetini belirtmis ve duâlar etmisti.Hüdâyî de hediyesini verince, Üftâde hazretleri:

"Oglum, arkadaslariniz demet demet çiçek getirdiler. Siz bize bir tek solmus çiçegi mi lâyik gördünüz?" buyurdu. Hazret-i Hüdâyî de; "Efendimize ne getirsem azdir. Fakat koparmak için el uzattigim her çiçek Allahü teâlâyi tesbih ediyordu. Bu tesbihi isiterek el çekip hiç birini koparamadim. Ancak kurumus ve sapinin kirilmis olmasindan dolayi bu çiçegi tesbihten kesilmis gördüm. Bu sebeple bunu getirebildim." Azîz Mahmûd Hüdâyî bu cevâbiyla seyhinin bir kat daha muhabbet ve teveccühünü kazandi. Çünkü Üftâde hazretleri Hüdâyî'ye her zaman; "Evlâdim her zerrede Hakk'i göreceksin, her zerreye Hak muâmelesi yapacaksin, baska yolu yok, bu böyledir." derdi. Sevinci, talebesinin bu mertebeye ulasmasindan geliyordu.

Nitekim bir sabah Hüdâyî hazretlerinin artik nihâyete erdigini ve halki irsâda, dogru yolu göstermeye baslayacaginin isâretini verdi. Hüdâyî hazretleri her sabah erkenden kalkarak hocasinin abdest suyunu isitip hazir ederdi. O sabah ise uykuya dalmis ve ancak son vakitte uyanabilmisti. Derhâl ibrigi aldi. Fakat isitmaya vakit yoktu. Çünkü hocasinin ayak seslerini isitiyordu. Ibrigi gögsüne bastirmis bir halde kalakaldi. Üftâde hazretleri egilerek; "Haydi evlâdim suyu dök." dedi. Hüdâyî hazretleri ise ibrigi gögsüne bastirmis hâlde duruyor ve buz gibi olan suyu hocasinin eline dökmeye kiyamiyordu. Üftâde hazretleri tekrar; "Haydi evlâdim! Ne duruyorsun? Geç kalacagiz." deyince, çekine çekine ve korkarak suyu dökmeye basladi. Ancak hocasinin sözü onu bir kat daha sasirtti. "Evlâdim Mahmûd bu su ne kadar isinmis böyle. Bunu normal ates ile isitmayip, gönül atesi ile isitmissin. Bu hâl artik senin hizmetinin tamam oldugunu gösteriyor."

Böylece Muhammed Üftâde hazretleri, Hüdâyî'ye icâzet, diploma verdi ve onu çocuklugunu geçirdigi Sivrihisar'a, Islâmiyeti yaymak, emir ve yasaklarini bildirmek üzere gönderdi. Azîz Mahmûd Hüdâyî, âilesiyle birlikte Sivrihisar'a giderek hizmete basladi. Ancak burada sâdece alti ay kadar kalabildi. Hocasinin ayriligina dayanamayarak tekrar Bursa'ya geldi. Bursa'ya geldigi günlerde, doksan yasindan ziyâde olan hocasinin hizmetini görmeye basladi. Bu hizmetlerinden çok memnun olan Muhammed Üftâde; "Oglum! Pâdisâhlar ardinca yürüsün." diye duâ etti. O sene Üftâde hazretleri vefât etti.

Azîz Mahmûd Hüdâyî mânevî bir isâretle Trakya'ya gitti. Bir müddet sonra da Seyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendi vâsitasiyla Istanbul'a geldi. Küçük Ayasofya Câmii tekkesinde hocalik yapmaya basladi. Bu arada Fâtih Câmiinde, talebelere, tefsîr, hadîs ve fikih dersleri verdi. Burada kaldigi müddet içinde, ilim ve devlet adamlarina kadar uzanan genis bir muhit edindi. Bu arada, Üsküdar'da kendi dergâhinin bulundugu yeri satin aldi. Buraya dergâhini insâ eyledi. Dergâhinda yüzlerce talebenin yetismesi için çok ugrasti. Kisa zamanda nâmi her tarafta duyuldu. Akin akin talebeler dergâhina kostular. Hasta kalblerine sifâ olan sohbetlerine kavustular. Onun feyz ve bereketleri ile mârifetullaha kavustular. Dergâh, en fakirinden en zenginine ve en üst kademedeki devlet ricâline kadar her tabakadan insanlar ile dolup tasiyordu. Devrin pâdisâhlari da ona hürmette kusur etmiyorlardi. Üçüncü Murâd Han, Üçüncü Mehmed Han, BirinciAhmed Han, Ikinci Osman Han ve Dördüncü Murâd Han'a nasîhatlarda bulundu. Dördüncü Murâd Han'a, saltanat kilicini kusatti.

1595 yilinda Iranlilarla yapilan Tebrîz seferine Ferhat Pasa ile berâber katildi. Zaman zaman pâdisâhlarin dâvetlisi olarak saraya gidip, onlarla sohbetlerde bulundu.Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin, çesitli câmilerde vâz vermesi için sevenleri devamli taleplerde bulundular. O, Üsküdar Iskelesindeki Mihrimah Sultan Câmii ile Sultanahmed Câmiinde belli günlerde vâz vererek, insanlara feyz ve mârifet sundu.

Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin talebesi olmakla sereflenmek için, herkes birbiriyle yarisiyordu. Bunlarin basinda; Sadrâzam Halîl Pasa, Dilâver Pasa, Seyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendi,Seyhülislâm HocazâdeEsad Efendi, Okçuzâde Mehmed Efendi, Ibrâhim Efendi, NevizâdeAtâyî Efendi geliyordu. O zamandaHüdâyî Dergâhi, Istanbul'un en mühim bir kültür merkezi hâline geldi.Pekçok âlim yetisti.

Osmanli tahtinda yirmi yil kadar saltanat süren Üçüncü Murâd Han, Hüdâyî hazretlerine büyük muhabbet besler ve yapacagi islerde onun ile istisâre yapardi. Pâdisâh 1595 Haziraninda vefât ettigi zaman, Hüdâyî hazretleri su ilâhîyi söylemistir.

Yalanci dünyâya aldanma yâ hû,
Bu dernek dagilir dîvân eglenmez.
Iki kapili bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, konuk eglenmez.
Bakma bunun karasina agina,
Gönül verme bostanina bagina,
Benzer hemân çocuk oyuncagina,
Burda akli olan insan eglenmez.
Vârini îsâr et Mevlâ yoluna,
Bunda ne eylersen anda buluna,
Bir gün sefer düser berzah iline,
Otagi kalkacak Sultan eglenmez.
Sen ey gâfil ne sandin rûzigâri,
Durur mu anladin leyl-ü-nehâri,
Yükün yeynildigör evvelden bâri,
Yoksa yolcu gider kervan eglenmez.
Dogrusuna gidegör bu yollarin
Geçegör sarpini yüce bellerin,
Dünyâ zindânidir mümin kullarin,
Zindanda olan kul kolay eglenmez.
Ömür tamam olup defter dürülür,
Sirat köprüsü ve mîzân kurulur,
Hakkin dergâhinda elbet durulur,
Buyrugu tutulur fermân eglenmez.
Hüdâyî n'oldu bu kadar peygamber,
Ebû Bekr u Ömer, Osman u Haydar,
Hani Habîbullah Siddîk-i Ekber,
Bunda gelen gider bir cân eglenmez.

Üçüncü Murâd Hanin yerine geçen Üçüncü Mehmed Han ve ondan sonra tahta çikan Birinci Ahmed Han da Seyh Hüdâyî hazretlerine büyük bir saygi ile bagli idiler.


Bir gün Sultan Birinci Ahmed Han rüyâsinda; "Avusturya Krali ile güres tuttugunu, fakat kendisinin arka üstü yere düstügünü" görmüstü. Zâhiren bakildiginda rüyâ çok korkunç idi. Sabahleyin, derhal huzûra getirilen âlimler ve rüyâ tâbircilerinden hiçbiri bu rüyâyi, Pâdisâhi tatmin edecek sekilde tâbir edemedi. Nihâyet Üsküdar'da bulunan Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin, bu rüyâyi tâbir edebilecegini arz ettiler. Pâdisâh Birinci Ahmed bir mektup yazarak, yakinlarindan biriyle gönderdi ve tâbir edilmesini ricâ etti. Haberci, mektubu alip süratle Üsküdar'a geçti. Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin kapisini çaldiginda, onun içerden elinde bir zarf ile kapiya çiktigini gördü. Habercinin getirdigi mektubu alirken, kendi elindeki mektubu da Pâdisâha verilmek üzere verdi ve; Sultânimizin gönderdigi mektûbun cevâbidir." buyurdu. Mektubu saskinlik içinde alan haberci, derhal mektubu sultâna götürdü ve gördüklerini anlatti. Sultan Birinci Ahmed Hanin gönderdigi mektup, daha açilip okunmadan cevâbi gönderilmisti.Sultan AhmedHan, gönderilen bu mektubu heyecanla okudu. Deniyordu ki: "Allahü teâlâ insan vücûdunda arkayi, cansiz mahlûklarda ise topragi, en kuvvetli olarak yaratti. Insan ile topragin birbirlerine degmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Böylece, Pâdisâhimizin arka üstü yere yatmasi ile bu iki kuvvet birlesmistir. Dolayisiyla bu rüyâdan Islâmin temsilcisi olan pâdisâhimizin, küffâra karsi zafer kazanacagi anlasildi." Pâdisâh bu tâbiri pek begendi ve; "Iste gördügüm rüyânin tâbiri budur." dedi. DerhalAzîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerine bin altin gönderdi.

Diger taraftan Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin hanimi hâmile olup dogumu yaklasmisti. Fakir olduklari için dogacak çocugun ihtiyaçlarini alamamislardi. ÇünküHüdâyî hazretleri kapisina gelen, kendisine el açan fakir ve ihtiyâç sâhiplerine hiç düsünmeden nesi olsa verirdi. Bu sebeple çogu kez evde yakacak mum bile bulamazlardi. Bu sebeple hanimi;

"Bursa kâdiligini biraktin, medrese hocaligini terkettin...Elindeki malini mülkünü, ona buna vererek harcadin... Dünyâya gelecek yavruya saracak bir bez parçasi bile yok!.." diye yakiniyordu.

Tam bu sirada kapi çalindi. Hüdâyî hazretleri kapiya dogru giderken hanimina da; "Hâtun, Allahü teâlâ istedigin dünyâligi gönderdi." buyurdu. Kapiyi açtiginda Sultan Ahmed Hanin hediyelerini ve bir kese içinde gönderdigi bin altini alarak hanimina teslim etti. Ertesi gün de Pâdisâh kendisi gelerek elini öptü ve talebesi olmakla sereflendi.

Sultan Ahmed Han, bir gün Hüdâyî hazretlerine bir hediye göndermis, o da bunu kabûl etmeyerek iâde etmisti. Pâdisâh bu sefer ayni hediyeyi Seyh Abdülmecîd Sivâsî'ye gönderdi. Onun kabûl etmesi üzerine bir gün pâdisâh kendisine; "Bu hediyeyi Hüdâyî'ye gönderdigim halde kabûl buyurmadilar." dedi. Abdülmecîd Sivâsî de; "Pâdisâhim, Hüdâyî bir ankâdir ki, lâseye tenezzül etmez." cevâbini verdi.

Pâdisâh birkaç gün sonra Hüdâyî hazretlerinin sohbetine gidince; "Geri gönderdiginiz hediyeyi Abdülmecîd Efendi kabûl etti." dedi. Bu söz üzerine Hüdâyî hazretleri de; "Sultanim! Seyh Abdülmecîd bir deryâdir. Ona bir katre necâset düsmekle pislenmis olmaz." diyerek zârifâne bir cevap verdi.

Sultan Ahmed Han, büyük bir câmi yaptirmak istiyordu. Kararini verdi ve yerini tesbit ettirdi. Temel atma merâsimi için hocasi Azîz Mahmûd Hüdâyî ve diger âlimleri dâvet etti.Kurbanlar kesildi. Temel atmak için ilk kazmayi, Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri vurdu. Pâdisâh, yoruluncaya kadar temel kazdi. Böyle bir baslangiçtan yillar sonra, câmi yapildi ve açilisini yapmak ve Cumâ hutbesini okumak üzere Azîz Mahmûd Hüdâyî dâvet edildi. Ancak o gün beklenmedik bir sey oldu. Önce bardaktan bosanircasina yagmur basladi. Sonra firtina ile berâber denizde dalgalar büyüdü, yükseldi ve siddetlendi. Bu sartlar altinda Üsküdar'dan Sarayburnu'na geçmek imkânsizlasmisti. Ne var ki Seyh hazretleri Hünkâra söz vermisti. Bu sebeple Üsküdar iskelesine geldi ve bir kayik kiralayarak içine atladi. O binince sâdik talebeleri durur mu? Hemen onlar da bindiler. Böylece Seyh hazretleri yaninda birkaç talebesiyle birlikte Sarayburnu'na dogru açildi. Allahü teâlânin izniyle Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin himmeti bereketiyle, kayigin ön, arka ve yanlarindan bir kayik mesâfesinde deniz süt liman oluyor, dalgalar kayiga hiç tesir etmiyordu. Bu sekilde herkes korkudan denize çikamazken, Azîz Mahmûd Hüdâyî kayigiyla selâmetle karsiya geçti. Üsküdar ile Sarayburnu arasindaki bu yola "Hüdâyî yolu" dendi ki, firtinadan uzak, selâmetle gidilen bir deniz yolu oldugu kabûl edilir.

Bu sirada Ahmed Han da, Fevkânî Kasr-i Hümâyûnunda telas ve üzüntü içerisinde Hüdâyî hazretlerini bekliyordu. Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri tam köskün yanina gelince, müthis bir gümbürtü koptu. Kulaklari sagir edecek bir biçimde patlayan gürültünün ardindan düsen yildirim, Kasr-i Hümâyûnun bir yanini çökertti. Binâ allak bullak olmus; ne pâdisâh disari çikabiliyor, ne de bir kimse içeri girip onu kurtarabiliyordu. Ancak Hüdâyî hazretleri telaslanmadilar. Kimsenin de telaslanmasina firsat vermediler. Hemen Kasr-i Hümâyûnun çöken tarafina asâsini dayayip binânin yikilmasina engel oldu. Sonra Pâdisâhi ve yanindakileri tek tek köskten indirdiler.

Bu sirada dayanak direkleri de getirilmis ve çöken yana konulmustu. Köskteki son kisinin de inmesini müteâkip gerekli tedbirlerin alindigini gören Hüdâyî hazretleri, bastonunu dayadigi yerden çektiler. O anda inanilmaz bir olay oldu. Küçük bir bastonun çektigi yüke direkler dayanamayip çatir çatir kirildi ve binâ çöktü.

Bu olayi gören herkes Hüdâyî hazretlerine daha fazla gönülden baglandi. Artik yagan yagmur ve kopan firtina kimsenin umurunda degildi. Büyük bir alayla Sultanahmed Câmiine gelindi. Sonra câmi büyük mürsîdin eli ve duâsi ile ibâdete açildi.


Sultan Ahmed Han, birgün bâzi devlet erkâniyla gezmeye çikmislardi. Ormanlik bir yerde istirâhat ederlerken hizmetçiler bir koyun kesip, kizartarak Pâdisâha ikrâm ettiler. Sultan Ahmed Han besmele çekerek elini ete uzattigi an, Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri beliriverdi. Pâdisâha; "Sultânim! Sakin yemeyiniz, o et zehirlidir." buyurdu. Etten bir mikdâr kesip, oradaki bir köpege verdiklerinde, köpegin derhal öldügü görüldü.

Zamânin pâdisâhi Ahmed Han; vezirlerinden birini azletmis, mührünü de Üsküdar tarafinda oturan bir baska vezire göndermisti. Yolda mührü götüren haberci, bir deniz kazâsina tutuldugu için mührü denize düsürdü. Mührün denize düstügünü ögrenen Pâdisâh, Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye gidip durumu anlatinca, o da pöstekisinin altina elini uzatip, sulari damlamakta olan mührü Pâdisâha teslim etti.

Sultan Ahmed Han, hocasi Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerini ziyârete gitmisti. Bir müddet sohbetten sonra atlarina binerek gezintiye çiktilar. Karacaahmed mezârliginin yanindan geçerken, Mahmûd Hüdâyî, Pâdisâha dönerek; "Sultânim! Ister misiniz bugün size bir sey göstereyim?" diye sordu. Sultânin, "Isterim!" demesi üzerine, kabristanliga dönerek; "Kalkiniz!" dedi. Bu hitâb karsisinda bütün ölüler arpa basagi gibi kabirlerinin içinde dikiliverdiler. Pâdisâh bu hâli gördükten sonra, Mahmûd Hüdâyî; "Dönünüz!" emrini verince, kabir ehli yine eski hâllerine döndüler.

Sultan Ahmed Han, Peygamber efendimizin mübârek Kadem-i serîfin izi bulundugu bir tasi Misir'da Kayitbay Türbesinden Istanbul'a getirtmis ve Eyyûb Câmiine koydurmustu. Sultanahmed Câmii tamamlaninca da Naks-i Kadem oradan alinarak buraya nakledildi. Nakil isinin yapildigi günün gecesinde Sultan Ahmed söyle bir rüyâ gördü:

Bütün pâdisâhlarin toplandigi yüce bir dîvanda Peygamber efendimiz kâdilik yapmaktadir. Kayitbay Türbesini ziyârete vesîle olan "Kadem-i serîf" resmini kendi câmiine nakleden Sultan Ahmed'den dâvâcidir. Peygamber efendimiz dâvâciyi dinledikten sonra, Kadem-i serîfin alindigi yere geri verilmesi istikâmetinde karar verir. Suçlu mevkiinde oturan Ahmed Han, kan ter içerisinde uyanir ve derhal seyhi Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerine giderek rüyâsini anlatir. Hüdâyî hazretleri, rüyâyi; "Emânetin derhâl yerine gönderilmesi." seklinde yorumlar ve Kadem-i serîf tasi Kayitbay Türbesine iâde edilir.

Bu hâdise üzerine Sultan Birinci Ahmed, "Kadem-i Saâdet-i Peygamberî" seklinde bir sorguç yaptirip, Cumâ, bayram ve diger resmî günlerde bereketlenmek için hilâfet sarigina takmaya basladi. Ayrica bir tahta üzerine resmedilen "Kadem-i serîfin" kenarina da:

N'ola tâcim gibi basimda götürsem dâim
Kadem-i resmini dâim Hazret-i Sâh-i Rusülün
Gül-i gülzâr-i nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.
kitasini kendi hattiyla yazip seyhi Hüdâyî Efendiye gönderdi. O da bunu dergâhinin duvarina astirdi.

Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri bir gün Ahmed Hani ziyârete gitmisti. Pâdisâh; "Efendim! Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin, kiyâmet günü talebelerine ve pekçok günahkâr mümine sefâat edecegi hakkinda rivâyetler var. Bu rivâyetlerin dogrulugu hakkinda ne buyurursunuz? diye suâl eyledi. Azîz Mahmûd Hüdâyî hemen cevap vermedi. Bir müddet murâkabe hâlinde kaldiktan sonra; "Bu söz dogrudur." buyurdu. Sonra Padisâh; "Efendim! Acabâ zât-i âlinizin bizlere bir vâdiniz ve müjdeniz yok mudur?" diye sorunca, Mahmûd Hüdâyî ellerini kaldirarak: "Yâ Rabbî! Kiyâmete kadar bizim yolumuza katilan, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza fâtiha okuyanlar bizimdir. Bize talebe olanlar denizde bogulmasinlar. Ömürlerinin sonlarinda fakîrlik görmesinler. Îmânlarini kurtararak gitsinler ve öleceklerini bilip haber versinler." diye duâ eyledi. (Âlimler ve evliyâ bu duânin kabûl oldugunu, bu yola mensup kimselerin hiç denizde bogulmadiklarini ve pekçok kimsenin de vefât günlerine yakin, öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler.)

Nitekim Ahmed Han da ölecegini bilip haber verdi. Sâni yüce pâdisâh 1617 senesinde hastalandi. Sirtinda bir yara çikmisti. Mâbeynci Mustafa, Sultânin vefâtindan bir gün önce huzûrunda iken, Ahmed Hanin odada sâhibini göremedigi kimselere dört defâ; "Ve aleyküm selâm." dedigini isitti. Sebebini sordugunda, Sultan Ahmed Han; "Su anda yanima hazret-i Ebû Bekr-i Siddîk, hazret-i Ömer, hazret-i Osmân ve hazret-i Ali geldiler. Bana; "Sen dünyâ ve âhiretin sultanligini kendinde toplamissin. Yarin Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin yaninda olacaksin." buyurdular." cevâbini verdi. Hakîkaten ertesi gün vefât etti. Cenâzesinin yikanmasi için hocasi Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri dâvet edildi. Ancak o; "Sultânimi çok severdim. Simdi dayanamam. Ihtiyârligim sebebiyle beni mâzur görün." buyurdu ve talebelerinden Sâban Dede'yi gönderdi.

Kimyâ ilmini ögrenmeye merak eden bir kimse, Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin bu ilimdeki mahâretini, bilgisini ögrenmisti. Bir gün huzûruna çikarak, kimyâ ilmini ögrenmek istedigini arzetti. O anda Azîz Mahmûd Hüdâyî, dergâhinin bahçesinde bir asma agacinin altinda istirahat ediyordu. Hiç kimseyi reddetmek âdeti olmadigi için, talebenin bu arzusunu kirmadi. Yeni talebe, bu hususta bir mârifet göstermesi için israr edince, Mahmûd Hüdâyî asma agacindan bir yaprak kopardi. Yapragin üzerine bâzi duâlar okuduktan sonra, talebenin hayret dolu bakislari arasinda yapragin altin oldugu görüldü. Talebe fazla israr edince bu hâli üç defâ tekrâr etti. Talebenin maksadi, tekrârlar esnâsinda duâyi ögrenmekti. Ögrendigine kanâat getirince; "Bu is çok basitmis, ben de yapabilirim." diyerek asmadan bir yaprak aldi ve üzerine ögrendiklerini okudu. Fakat bir türlü altin olmadi. Sonra; "Efendim! Ben de sizin okuduklarinizin aynisini okudugum hâlde yaprak altin olmadi. Sebebi nedir acabâ?" diye sordu. Azîz Mahmûd Hüdâyî de; "Evlâdim! Kimyâyi ögrenebilmek için, önce nefsi terbiye etmek icâbeder. Nefsi kimyâ etmeden, bu hallere bu mârifete kavusulamaz." buyurdu.

Azîz Mahmûd Hüdâyî zamâninda Istanbul'da vebâ salgini olmustu. Öyle ki, her gün yüzlerce insan vebâdan ölüyordu. Her evi üzüntüye bogan bu âfet karsisinda halk toplanip Azîz Mahmûd'a basvurdular. Duâ edip, salgindan kurtulabilmeleri için talebde bulundular. Fakat Mahmûd Hüdâyî; "Bu gibi hususlara karismak bize uygun degildir." buyurduysa da, halk duâ etmesi için isrâr ettiler. Onlarin bu isrârina dayanamayan Azîz Mahmûd hazretleri; "Karacaahmed Mezarligina gidiniz. Bir servi agacinin altinda, sâdece hasiri bulunan yasli bir kimse oturur, Ismine Hasirpûs Dede derler. Onu bulunuz ve derdinizi anlatiniz. Sâyet red ederse, bizim gönderdigimizi söyleyiniz." dedi. Herkes sevinç içinde Karacaahmed Mezarligina gitti. Hasirpûs Dede'yi bulup durumu anlattilar. Hasirpûs Dede önce kabûl etmedi, Mahmûd Hüdâyî'nin gönderdigini ögrenince derhâl ayaga kalkarak ellerini açti ve duâ etti. Gelenlere dönerek; "Bugün bir kimsenin daha cenâze namazi kilinsin da, sonra vebâ salgini dursun." dedi. O günden sonra vebâ salginindan ölen olmadi.

Zengin bir kimse, Mahmûd Hüdâyî'nin üstünlügünü görmek, anlamak için huzûruna gitti. Hiçkimseye göstermeden, Mahmûd Hüdâyî'nin seccâdesinin yanina elindeki altin dolu keseyi birakti. Ayrilmak için izin isteyince, Mahmûd Hüdâyî; "Birakmis oldugunuz altinlar ile, hem dünyâ hem de âhiret mâmur edilebilir. Altin, velîye de deliye de lâzimdir. Onun için bu altinlari, hayr yoluna sarfetmek üzere kabûlünde bir mahzur görmüyor, red etmeyi uygun bulmuyorum." deyince, o zengin; "Efendim kalbimde gizledigim seyleri aynen ifâde ettiniz." dedi ve Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye muhabbeti ve hürmeti artmis bir sekilde huzûrdan ayrildi.

Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri, 1628 (H.1038) senesinde hakîkî âleme göçtü. Vefâtindan önce talebeleriyle ve tanidiklariyla helâllesti, vasiyetini yapti. Son nefeste de Kelime-i sehâdet getirerek rûhunu teslim etti. Türbesi Üsküdar'daki dergâhindadir. Âsiklari, onu ziyâret etmekte, feyz ve bereketlerinden istifâde etmektedirler.

Hayatta iken erkek evlatlarinin hepsi vefât etmis bulunan Hüdâyî hazretlerinin zürriyeti kizlari vasitasiyla devâm etmistir.


Azîz Mahmûd Hüdâyî, insanlarin Ehl-i sünnet îtikâdinda bulunmalari ve ibâdetlerini dogru yapmalari için pekçok eser yazmistir. Bu eserlerden bâzilari sunlardir:

1) Nefâis-ül-Mecâlis,

2) Tecelliyât,

3) Dîvân-i Ilâhiyât,

4) Habbet-ül-Muhabbe,

5) Necât-ül-Garîk,

6) Tarîkatnâme,

7) Tezâkir-i Hüdâyî,

8) Ahvâl-ün- Nebiyy-il-Muhtâr Aleyhi Salevâtullah-il-Melik-i-Cebbâr,

9) Câmi-ul-Fadâil ve Kâmi-ur-Rezâil,

10) Feth-ul-Bâb ve Ref-ul-Hicâb,

11) El-Feth-ül-Ilâhî,

12) Hâsiyet-ül-Kühistânî fî Serh-il-Fikh-i Keydanî,

13) Hayât-ül-Ervâh ve Necât-ül-Esbâh,

14) Tarîkat-i Muhammediyye,

15) Vâkiât,

16) Serhun alel- Kasîdet-il Vitriyye fî Medhi Hayr-il-Beriyye,

17) Mensûr Mevlîd-i Nebî...

Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri ogullarindan birisinin sünneti için yaptirdigi merâsim dolayisiyla "dünyâya meyletti" denilmesi üzerine su siiri söyledi:

Alan sensin veren sensin kilan sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var
Hakîkat üzre anlayip bilen sen
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Tutan el u ayak senden gelüpdür
Gören göz u kulak senden gelüpdür
Efendi dil dudak senden gelüpdür
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Hudâyâ biz bu zâti kanda bulduk
Neye ef'âl sifâti kanda bulduk
Fenâyi yâ sebâti kanda bulduk
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Bizim ahvâlimiz ey Hayy-u Kayyûm
Cenâb-i Pâkine hep cümle mâlûm
Buyurdun oldu illa kaldi mâdûm
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Hüdâyî'yi sen eristir murâda
Senindir çünkü hükm arz u semâda
Efendi dahli yok gayrin arada
Ne verdinse odur dahî nemiz var


DAHA BÜYÜK KERÂMET MI OLUR?

Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. Ibrik ve legen getirdiler. Pâdisâh hocasina hürmeten ibrigi eline aldi ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Hanin annesi de kafes arkasinda havluyu hazirlamisti. Vâlide Sultan kalbinden; "Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin bir kerâmetini görseydim." diye geçirmisti. Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan'in gönlünden geçenleri anlayarak; "Hayret! Bâzilari bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn'in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazirlamasindan daha büyük kerâmet mi olur?" buyurdu.


SULTANLAR RIKÂBINDA YÜRÜSÜN!

Bir gün Sultan Ahmed Han, mürsîdini ziyâret için Üsküdar'a gelmisti. Çarsidan geçerken, Hüdâyî hazretlerinin alis-veris ettigini gördü. Genç Hünkâr bu esnâda attaydi. Derhal atindan indi, hocasinin elini öptü ve atina binmesi için ricâ etti. Bir müddetHüdâyî hazretleri at sirtinda önde ve Pâdisâh da yaya olarak ardinca yürüdüler. Kisa bir süre sonra Mahmûd Hüdâyî dünyâyi titreten koca bir pâdisâhin, arkasinda yaya yürümesine râzi olmadi ve; "Sultanim! Sirf hocam Muhammed Üftâde hazretlerinin duâsi ve emri yerine gelsin diye bindim. Çünkü o; "Pâdisâhlar rikâbinda yürüsün." diye duâ etmisti." buyurarak atindan indi. Ata tekrar Sultan Ahmed Hani bindirdi.

Sultan Ahmed Hanin bu hâdiseden sonra asagidaki beytleri söyledigi belirtilir:

"Varimi ben Hakka verdim, gayri vârim kalmadi.
Cümlesinden el çekip pes dü cihânim kalmadi.
Çünkü hubbullah eristi, çekti beni kendine,
Açti gönlüm gözünü, gayri gümânim kalmadi.

Evliyânin himmeti, yakti beni kül eyledi,
Sâfiyim, buldum safâyi dü cihânim kalmadi.
Ahmedî der, "Yâ ilâhî! Sana sükrüm çok-durur",
Hamdülillah ask-i Haktan gayri vârim kalmadi."

HOCASININ DUÂSI

Pâdisâh Ahmed Hanin, gördügü bir rüyâyi, Güzel tâbir edince, Azîz Mahmûd Hüdâyî,

Memnun olup bin altin gönderdi kendisine, Maddî sikintidaydi, mübârek de o sene.

Zîrâ bir çocuklari, olacakti o ara, Gerekli masraf için, elinde yoktu para.

Hanimi diyordu ki: "Biraktin kâdiligi, Dagittin elindeki, ne varsa dünyâligi,

Simdiyse, çok yakinda, çocugumuz olacak. Bez parçasi bile yok, bu çocugu saracak."

O böyle söylenirken, çalindi kapi birden, Azîz Mahmûd Hüdâyî, açmak için giderken,

Buyurdu ki: "Ey hâtun, kendini üzme artik, Belki de Hak teâlâ, gönderdi bir dünyâlik."

Açip da gördüler ki, hakîkaten sultandan, Çok büyük hediyeler, gelmisti tam o zaman.

Hem öyle çok idi ki, hanimi etti hayret, Sirf bir kese içinde, altin vardi bin adet.

Ertesi gün pâdisâh, bizzat gelip kendisi, Ellerini öperek, olmustu talebesi.

Bir gün de Sultan Ahmed gitmisti Üsküdar'a, Çarsida üstâdini, görmüs idi bir ara.

Kendisi at üstünde, üstâdi yaya idi, Görünce edebinden, hiz ile yere indi.

Bindirdi hocasini, hemen kendi atina, Geçiverdi kendi de, edeple rikâbina.

Allah'in velî kulu, Hüdâyî hazretleri, Pâdisâhin atinda, biraz gitti ileri,

Ve dünyâyi titreten, Pâdisâh Sultan Ahmed, Hocasinin ardindan, yaya gitti bir müddet.

Sonra o mübârek zât, râzi olmadi buna, Hemen attan inerek, buyurdu ki sultana:

"Bir gün benim üstâdim, Üftâde hazretleri, Mübârek ellerini, uzatarak ileri,

Bana cân-ü gönülden, eylemisti bir duâ Buyurmustu:"Sultanlar, yürüsün rikâbinda."

Sirf hocamin bu sözü, yerine gelsin diye, Rizâ göstermis idim, atiniza binmeye."

Pâdisâhi, atina, bindirip hemen tekrar, Kendi, yaya olarak, yürüdü eve kadar.

Azîz Mahmûd Hüdâyî, hürmetine Ilâhî Onun sefâatine, kavustur bizi dahi.


YALAN DÜNYÂ DEGIL MISIN!

Kim umar senden vefâyi, Yalan dünyâ degil misin?

Muhammed-ül-Mustafâyi, Alan dünyâ degil misin?

Yürü hey vefâsiz yürü, Sensin hod bir köhne kari,

Nice yüzbin erden geri, Kalan dünyâ degil misin?

Kimisini nâlân edip, Kimisini giryân edip,

Âhir-i kâr üryân edip, Soyan dünyâ degil misin?

Kasdedip halkin özüne, Toprak doldurup gözüne,

Ehl-i gafletin yüzüne, Gülen dünyâ degil misin?

Eger sâh u eger bende, Her kisiyi salan bende,

Kimse mekân tutmaz sende, Virân dünyâ degil misin?

Sihr ile donatip kendin, Meydana salan semendin,

Âleme mihnet kemendin, Salan dünyâ degil misin?

Isin gücün dâim yalan, Çok kisiden arta kalan,

Nice kere bosalarak, Dolan dünyâ degil misin?


HÜDÂYÎ YOLU

Osmanli Pâdisâhi Birinci Sultan Ahmed, Bir câmi yaptirmaya, eyledi birgün niyet,

Temel atma gününde, âlimler toplandilar, Kur'ân tilâvetiyle, kesildi çok hayvanlar.

Câminin temeline, o zaman ilk kazmayi, Sultanin arzûsuyla, vurdu Mahmûd Hüdâyî.

Osmanli pâdisâhi, Sultan Ahmed Han bile, Yoruluncaya kadar, çalisti kazma ile.

Kisa zaman içinde, câmi bitti nihâyet, Sultan açilis için, herkesi etti dâvet.

Ve Cumâ hutbesini, okutmak gâyesiyle, Üstâdi Hüdâyî'yi, çagirdi birisiyle.

Lâkin o, otururdu, Üsküdar mevkiinde, Karsiya geçmek için, kiyiya geldiginde,

Gördü ki, firtinadan, denizde çok dalga var, Cesâret edemedi, gitmeye kayikçilar.

Nihâyet bir tanesi, geçmeye verdi karar, Geçtiler selâmetle, Sarayburnu'na kadar.

Dalgalar adam boyu ard arda geliyordu, Ve lâkin o kayiga, hiç zarar vermiyordu.

Onun bindigi kayik, Allah'in izni ile, Dalgalardan bir zarar, görmedi zerre bile.

Kayigin etrafini, çevreleyen bir alan, Hikmet-i ilâhiyle, oluyordu süt liman.

Gelin gibi süzülüp, vardi Sarayburnu'na, O gün bunu duyanlar, çok hayret etti buna.

Üsküdar-Sarayburnu, arasina bu yüzden, Hüdâyî yolu diye, ad verildi o günden.


BILMIYORUM DEMEK ILMIN YARISIDIR

"Ey ogul! Bir mecliste bulundugun zaman az konus. Sana sorulmayan seye cevap verme. Bir sey sorulursa cevâbini bilmiyorsan, bilmiyorum de. Bilmedigine, bilmem demek ilmin yarisidir. Eger cevâbini biliyorsan, kisa cevap ver. Sözü uzatma. Mecliste bulunanlara imtihân için bir sey sorma. Onlarla münâzara ve münâkasa etme. Kendini begenerek en basa, yukariya oturma. Edebe çok riâyet eyle. Edepsizlik her zaman ve her yerde yasak ve sevimsizdir. Her yerin kendine mahsus bir edebi vardir. Arkadaslarina cömertlik et ve iyi muâmelede bulun. Dünyâ sevgisini gönülden çikar. Allahü teâlânin rizâsina kavusmak yolunda senin önüne ve yoluna bir sey engel olursa onu terk eyle.

Ey ogul! Dünyâ ve dünyâ nîmeti hayaldir. Gök kubbesi altinda hiçbir sey ayni hal üzere kalmaz, hep degisir. Onun için dünyâ malina, makâmina ve dünyâ hayâtina güvenme. Biz bu dünyâda misâfiriz, yolcuyuz. Sonunda ayrilip gidecegiz. Sikintin varsa üzülme. Bir an sonra ne olacagimiz belli degil."


BU KIS GÜNÜÜZÜM OLUR MU?

Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin yükselmesi bâzi talebelerin kiskançligina yol açti. Durumu sezen Üftâde hazretleri, Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin büyüklügünü göstermek istedi. O sirada mevsim kis idi. Disarida kar yagiyor ve firtina esiyordu. Hazret-i Üftâde talebeleri ile yemek yiyorlardi. Sofraya pilav konulunca Üftâde hazretleri; "Simdi bagdan taze kopmus üzüm olsa bu yemekle ne güzel giderdi." dedi. Bu söz üzerine talebeler içlerinden;

"Bu kis günü, bu karda tâze üzüm olur mu?" diye düsünürlerken, Azîz Mahmûd Hüdâyî de kendi kendine; "Mâdem ki bu sözü hocam söyledi, mutlaka bunda bir hikmet vardir." diyerek ayaga kalkti ve; "Efendim! Müsâade ederseniz bendeniz getireyim." deyiverdi. Müsâade edilince, sepeti aldigi gibi Bursa'nin Çekirge mevkiindeki baga gitti.Bag karlar altinda idi. Bir asma çubugunun üzerinden karlari temizlediginde, salkim salkim üzümlerin sarktigini gördü. Bunun, hocasi Üftâde'nin bir kerâmeti oldugunu anlayip, üzümleri sepete koymaga basladi. Asmadaki üzümler bittiginde, sepet de agzina kadar dolmus idi. Sepeti omuzuna alarak yola koyuldu. Yolda, hizli hizli yürürken, birden ayagi kaydi ve bir çukura düstü. Çukur derin oldugundan, çikmak için çok ugrasti fakat basaramadi. Çâresiz kalinca hocasi Üftâde'den yardim istemek hatirina geldi ve içinden; "Imdât! Yâ mübârek hocam!" der demez, çukurun basindan bir ses geldi. "Ey Mahmûd! Uzat elini de yukari çekeyim." diyordu. Basini kaldirdiginda birisinin kendisine gülümsedigini gördü. Elini uzatti. Yukari çiktiginda, bir anda o kimseyi göremez oldu. Yine sepeti omuzuna alarak süratle dergâha dogru gitti. Hocasinin huzûruna vardiginda sohbet devâm ediyordu. Omuzunda üzüm dolu sepeti gören arkadaslari sasirip kaldilar. Üftâde, yardim edenin Hizir aleyhisselâm oldugunu söyledi. Talebeler, hocalari Üftâde'nin, Allahü teâlânin katinda yüksek bir velî oldugunu ve Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin hocalarina olan teslîmiyetini bir kere daha anladilar.


1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.2, s.372 2) Tam Ilmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1033 3) Semerât-ül-Fuâd; s.145 4) Sakâyik-i Nu'mâniyye Zeyli (Atâî); s.760 5) Fezleke; c.2, s.113 6) Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi; c.1, s.479 7) Silsilenâme-i Celvetî; s.82 8) Lemezât-ül-Hulviyye vr. 187 a 9) Tezâkîr-i Hüdâyî (Fâtih blm. 2572) 10) Külliyât-i Hazret-i Hüdâyî 11) Hadîkat-ül-Cevâmi; c.2, s.195 12) Menâkib-i Azîz Mahmûd Hüdâyî 13) Azîz Mahmûd Hüdâyî veCelvetiyye Tarîkati 14) Anadolu Evliyâlari; s.86-98 15) Istanbul ve Anadolu Evliyâlari; c.1, s.354 16) Diyânet Islâm Ansiklopedisi; c.4, s.338 17) Mektûbât, Fâtih, Nr. 2572 18) Seyyid Azîz Mahmûd Hüdâyî, Ziver Tezveren 19) Kutbü'l-Ârifîn Seyyid Azîz Mahmûd Hüdâyî, Hayâti-Menâkibi-Eserleri
Ekleme Tarihi: 06.08.2006 - 00:25
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: HİÇ BİR ŞEY İÇİN GEÇ KALINMIŞ SAYILMAZ... Sizi Seviyorum...
MücahidBursa su an offline MücahidBursa  
Hiç bir şey için geç değildir
31 Mesaj -
Hiç bir şey için geç değildir.Yeterki gafletten uyanalım.Allah'a tövbe edelim.gaflettekilerede yardımcı olalımki gerçek mü'minlik görevimizi yerine getirelim elimizden geldigince.Hiç bir şey için geç değildir lakin çok geç olmadan.
Ekleme Tarihi: 05.08.2006 - 12:19
MücahidBursa üyenin diğer mesajları MücahidBursa`in Profili MücahidBursa Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (2): (1) 2 Devam >
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 671 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.57834 saniyede açıldı