colchicine generique stromectol generique luvox generique stromectol colchicine cipralex ciprine cipro med cipro clamycin clarinex clarithrocine claritin claritine claromycine claropram clavamox clavu basan cleocin climara clobex clocim clomid clopin clot basan clozaril co acepril co atenolol co diovan co enalapril co enatec co epril co lisinopril coaprovel colcrys colofac combivir compazine competact concor plus concor confortid conjugen convulex copegus corangine
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » OY İSTEME , OY VERME , SEÇİMLER VE RABBANİ TAVIR....

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 31 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
OY İSTEME , OY VERME , SEÇİMLER VE RABBANİ TAVIR....

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
İslam’da laiklik yoktur
Türkiye’de laiklik , Atatürk’çülük ve Demokrasi
Demokratik çalışma ve amel ilişkisi
Demokratik yöntem ile İslam’ı hakim kılmak olamaz mı?
Seçim sandığına giden bir vatandaşın bu davranışının anlamı nedir ?
Milletvekili adayı olmanın anlamı nedir?
Demokratik düzenlerin iddiaları nelerdir ?
İslam’i hareket ve demokrasi
Demokrasi ve seçimler
Demokratik çalışmayı savunanların bazı gerekçeleri
Hüküm koyma ; Allah’a muhalif kanun koymanın ve koydurtmanın hükmü nedir
Allah’ın ayetlerinin inkar ya da alay edildiği meclislerde oturulabilir mi?
Parlementoyu hep dinsizler mi ele geçirsin; adamlarımız olmasın mı ?
Sert olmayalım , particilere karşı yumuşak davranalım .
Bu kadar alim , hoca var ;onlar bilmiyorlar mı bunu ?
Yusuf (a.s.) parti gibi başa geçmiştir ; bizde onun gibi çalışıyoruz
Hılfu’l - Fudul Andlaşması oy vermeye delil midir ?
Medine vesikası ve Hudeybiye anlaşması, Necaşi delil midir ?
Parti yoluyla İslam’a casus ve ajanlık hizmeti ediyoruz
İslam’i duyarlılığı olan partiye destek ehveni şer midir ?
Said Nursi bile siyaset yapmıştır. Bizde yapıyoruz
İslam’a göre dost ve düşmanlık : Dostluğun gerekleri
Allah’tan başkası için yemin etmek ; hükmü nedir ?
Takiyye nedir , ne zaman olur , şartları nedir ?
Meydanı İslam düşmanlarına mı bırakalım ?
İslam partisi olamaz mı ?
Küfrü meşrulaştırmak
Beşeri düzenin bazı kurum ve görevleri
Demokratik Mücadele Kurumu ; PARTİLER :
Bakanlık ve Üst Düzey Bürokratlığı
Doktor , Mühendis , Öğretmen ve diğer memuriyetler
Hakimlik , Savcılık , avukatlık
Askerlik
Allah’ın Hükümlerini Aşamalı olarak Tatbik Etmek Küfürdür
İslam’dan Çıktıkları Halde Kendilerini Müslüman Zannedenler
Tek ümmete doğru
Şehid ABDULLAH AZZAM’a göre “parlementoya girmenin hükmü
“Şehid ABDULLAH AZZAM’a göre kişileri belirterek hüküm vermek
Alimlere göre partisel çalışma

İSLAM’DA LAİKLİK YOKTUR

Laiklik ; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal hayatın dışına itilmesi, din adamları sınıfının devletin siyasal hayatında din adına etkin olmalarının engellenmesi diye ifade edilir.

Buna cevap olarak deriz ki : Laiklik Fransa’da kilisenin ve papazların siyasete karışmasından sonra Rönesanss ile kiliseyi ve din adamlarını devlet yönetiminden uzaklaştırmak için çıkarılmış bir sistemdir . Fakat İslam’da batıda bilinen şekliyle bir “ din adamları “ sınıfının varlığı söz konusu değildir. Dolayısı ile böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunması söz konusu değildir. Dolayısıyla böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunmalarından ve devletin siyasetinden aktif bir rol oynamalarından söz edilemez.Çünkü böyle bir sınıf yok ki, bu sınıfın icra edeceği fonksiyon kabul veya redde konu olsun.

Bugün içinde yaşadığımız dünyada , İslam adına meydanlara, gazetelere, ekranlara , kürsülere çıkan pek çok alim ,önder , siyasi , akademisyen , maalesef İslam dışı olduğu bizzat kendi taraflarınca bu kadar net bir biçimde ortaya konan laikliği ve demokrasiyi sahipleniyorlar, bunları benimsediklerini söyleyebiliyorlar. Üstelik bazıları daha da ileri giderek bu cahiliyye hükümlerinin Allah’ın dinine de iftira ederek , İslami olduklarını , İslam’la bağdaştıklarını iddia edebiliyorlar .

“ Onlar hala cahiliyye hükmünü mü arıyorlar ? Kesin bilgiye inanan topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir ? “ ( Maide 50 )

Cahiliyyenin anlamı belirgin bir biçimde bu ayette ortaya konulmuştur.Cahiliyye, Allah’ın belirttiği , Kur’an’da ifade edildiği üzere insanların insanlar için hüküm belirlemesi, insanın insana köle kılınması , Allah’a kulluğun bırakılması, Allah’ın ilahlığının reddedilmesi ve de buna karşılık , kimi insanların ilah kabul edilmesi ve Allah’a değil onlara itaat ve ibadet edilmesi, onlara tapılmasıdır. Cahiliyye bir olgudur. Geçmişte yaşanan bu olguyla, bu günde yarın da yine karşılaşılacaktır. Cahiliyyenin niteliği İslam’la çelişmek, İslam’a karşı olmadır.

Allah’ın şeriatını reddeten ; cahiliyye düzenini kabul ediyor, cahiliyyeyi yaşıyor demektir.! “Cahiliyye sistemleri yalnızca putperestlik şeklinde ortaya çıkan ya da buna benzer mitolojik tanrılara tapmak şeklinden ibaret değildir . Kavmiyet ve vatan gibi ad ve şekli değişik olabilir .Başkalarını zorla egemenliği altında tutan diktatör ve tağutlar gibi yeni putlar olabilir , hatta heykel putlar bunların birer sembolü olabilir .”

Günümüzde bütün çağdaş toplumlar , komünst , kapitalist , yahudi , hırıstiyan ve sözde müslüman geçinen bazı toplumlar bir tür cahiliyye toplumunu teşkil etmektedirler. Çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine iman ettiklerini ifade etmekle birlikte tevhid akidesinin en önemli esası olan otorite hakkını ,egemenlik, hakimiyet , yetkisini Allah’a vermemektedirler . Hayatlarını düzenleyecekleri kanun ve kuralları koyma yetkisini , hem de mutlak manada , kendi hemcinslerinin oluşturdukları bazı kurumlara parlemento , hükümet ve yargı gibi organlara vermektedirler . hakimiyetin , hüküm koyma yetkisinin mutlak manada “millet”e ait olduğu ilkesini benimsemektedirler.

Sosyal konumu itibariyle kendilerince alt tabakalarda bulunan bir müslüman hanımın başını örtmesine itiraz etmeyenler , başını örten ya da çarşafa bürünen üniversite öğrencisi ya da belli bir kariyer ve kendilerince yüksek bir mevkide olan birisi oldu mu bu sefer devrim krizleri geçirir , laiklik saralarına tutulur, uysal , insan hakları havarisi kesilenler birden bire kırmızı görmüş boğaya dönerler ; hatta bazıları daha da sapıtarak ağızlarından salyalar saçan bir mahluka dönüşürler.

Burjuvalar , tağutlar ,laikler , tahtları ve üst makamları ellerinde bulunduranlar , Allah’ın indirdikleriyle hükmedilmesine kesinlikle karşı çıkacaklardır. Zira Allah’ın indirdiği hükümler uygulandığında , onların yüzlerine geçirmiş oldukları ilahlık maskesi yere düşecek ve ilahlık sadece Allah’a ait olacaktır. Sömürü , zulüm ve haram üzerine kurdukları cahiliyye düzeninde kendilerine maddi çıkar sağlamakta olan sömürücü egemen güçler elbette ki Allah’ın indirdiği hükümlerin uygulanmaması için yırtınacaklardır.

Hüküm koyma yetkisi , sadece ve tek Allah2ın olmalıdır . İlahlığın her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah’a özgüdür. Zira egemenlik yani hakimiyet kanun koyma hakkı ilahlığın özelliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren ister bir birey , bir sınıf , bir parti , ister bir gurup , bir ulus , isterse uluslar arası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun, ilahlığın nitelikleri noktasından , herkesten önce Allah’a savaş açmış demektir.

“ De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim .. " (al-i İmran 64)

Bu birbirini Rab edinme olayı en katı dikta rejimlerinin (monarşi ve oligarşi ) en başta gelen özelliği, insanları kendisine taptırma ve kurumlarını , sistemlerini , yasalarını kanunlarını , değer yargılarını ve ilkelerini benimsetmedir .İşte ancak İslam nizamında insan bu boyunduruktan kurtulur . Özgürlüğe kavuşur . Düşüncelerini , düzenlerini ,yaşam biçimlerini , yasalarını ve kanunlarını , değer yargılarını ve ilkelerini yalnız Allah’tan alan bir özgürlüğe kavuşup kula kulluktan kurtulur . İslam nizamında bütün insanlar eşit konumundadır . Cahiliyye de , demokrasi ve laiklikte ise insanlar Allah’ın değil de bazı insanların yaptıkları kanun , kural ve ilkeleri ,onların oluşturdukları meşru ve gayrimeşru ölçüleri benimser, onlara tabi olurlar. Bu Allah’tan başka bu ölçüleri, kanunları koyanları İlah ve Rabb edinmek sonucunu doğurur.

“ Yoksa Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı , derhal aralarında hüküm verilirdi . Ve zalimler için şüphesiz can yakıcı bir azap vardır “ ( Şu’ra 21 )

“ Şimdi sen , kendi hevasını İlah edinen ve allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı , kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü ?..”( casiye 23 )

Bu ayet ve tefsirinden anlaşıldığı üzere , hayatlarını düzenlerken Allah’ın değil de hevalarını esas almaları , hevalarını ilahlaştırmak şeklinde nitelendirilmektedir.

“Allah ve Rasulu ,bir işte hüküm verdiği zaman , artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur . Kim Allah’a ve Rasulune karşı gelirse , apaçık bir sapıklığa düşmüş olur .” (Ahzab 36 ) İslam sisteminin temel kurallarından birini , bu sistemin önemli bir ana prensibini açıklamaktadır . Bu ayet insanların hevalarını esas almalarını , Allah ve Rasulunun bir hüküm verdiği konularda , insanların farklı , zıt hüküm koymaya kalkışmalarını temelden yasaklıyor .Laikliği de İslam karşıtı bir cahiliyye olarak dışlıyor.

“ Şunları görmüyor musun? Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi?Tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” ( Nisa 60 ) “Hayır! Rabbine andolsun ki ,aralarında çıkan anlaşmazlıkta ; seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.” ( Nisa 65 )

“Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi.Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler“ (Mu’minun 71)

“And olsun ,size öylebir kitab indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”(Enbiya 10)

Allah’a kulluktan kaçınanlar ,sınırsız mercilere kullukta bulunma zilletine düşerler . Kendileri gibi insanlara kullukta bulunurlar . Onların önünde eğilerek hayatını onların kanunlarıyla , nizamlarıyla , değerleriyle kendileri gibi beşeri güçlere ibadet etme zilletini yaşarlar . Onlar ve bunlar yani yöneten ve yönetilenler Allah’ın önünde eşit oldukları halde birbirlerini Allah’tan başka rabbler edinirler.

“De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim .."aglaAl-i İmran 64)

“Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” ( Tevbe 31 )

Bu ayetin tefsirine bakıldığında görülecektir ki Rab edinmenin şeklini açıklayan bi zatihi Rasulullah’ın kendisidir. !

“Tay kabilesi reisi olan Adiyy bin hatem şöyle der. Mekke fethedildiği gün ben Hırıstiyan olduğum için Mekke’den kaçtım .Bacım ise müslümanlara köle oldu . Zamanla rasulullah bacımı serbest bırakarak azad etti . Bacımda islamı tanıdığı için müslüman oldu . Bunun üzerine Mekke dışına çıkarak beni aradı ve akrabalarımın yanında beni buldu ve “ müslüman olduğunu , İslam dininin çok güzel bir din olduğunu , islam’ı bize yanlış anlatmışlar, eğer Hz. Muhammed’den özür dileyip müslüman olursan senin için çok iyi olur . Hem mekke senin yurdun , kabile reisi olman itibariyle bir sürü malında vardır.Tekrar söz sahibi olabilirsin “ diyerek beni ikna etti . Bende geri geldim .Mescidde Rasulullah’ı etrafında sahabelere “Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler,”Tevbe 31” ayetini okurken gördüm ve boynumda gümüşten bir Hac olduğu halde yanına geldim .Ey Allah’ın rasulu ; ben eskiden Hırıstiyandım ve Hırıstiyanlığı iyi bilirim . Biz hiç bir zaman alimleri , rahipleri rab edinmedik , onlara ibadet te etmedik dedim . Bu ayette Allah (c.c.) ne demek istemiş dedim der. Bunun üzerine Hz. Muhammed : “Ey Adiyy ! çıkar o boynundaki putu “. Bende çıkardım . “Ettiniz Adiyy , ettiniz “ dedi. “O rahipleriniz , alimleriniz size Allah’ın kitabına muhalif olarak helal ve haram koymadılar mı ?” Bende evet ya rasulullah ; onlar okumuş kimselerdi, böyle yaparlardı . Bunun üzerine “ işte onların bu yaptıkları Rabb’liktir . Sizinde onların dediklerini benimsemeniz , uymanız onlara ibadetinizdir “ dedi. “

Evet kardeşler bu ayeti okuyalım , tefsirini bir araştıralım ,sonra bunu günümüzde şekillendirelim . İbadet eden kullar aynı fakat rabb’lik yapan o gün alimler ve rahiplerdi . Bugün ise beşeri düzenlerin hepsi. Yani parlemento , meclis , krallık , vs. vs. Hayat nizamını , devlet yönetimini Allah’ın emrettiği kaynaktan almayanlar, şeytanın gönüllerine vesvese vererek nefs ve hevalarını ilahlaştırarak , yaratılmış akıllarını putlaştırarak , kendileri gibi yaratılmış , tuvalete girdiğinde üç büklüm olup defi hacet yapanlardan alırlar . İşte bu Cahiliyye’nin ta kendisidir . Yüce Rabb’imiz bu meselenin iman ve küfür, İslam ve cahiliyye, şeriat ve nefs meselesi olduğunu bildiriyor .Orta yol yok, uzlaşma yok. İki tarafın arasında barış yok . Müminler bir harfini gizlemeden ve hiç bir şeyini gizlemeden ve hiç bir şeyini değiştirmeden Allah’ın indirdikleri ile hükmedenlerdir . Kafirler , zalimler ve fasıklar da , Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerdir...
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 12:15
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
TÜRKİYE’DE LAİKLİK , ATATÜRKÇÜLÜK VE DEMOKRASİ

TC. Anayasasında T.C. devletinin : Laik; Demokratik , Atatürk milliyetçiliğine bağlı bir devlet olduğu belirtilmiş ve bu maddelerin değiştirilemez , değiştirilmesi teklif dahi edilemez adeta “put” maddeler olduğu ilan edilmiştir.İnsan iradesinin ilahlaştırılması ve insanın yaptığı kanunların Allah’ın şeriatinin yerine ikame edilmesi anlamına geldiğine bu ülkede, seksen yıllık pratik uygulamada gerçekleştirdiğine göre , bu devlet İslamı reddeden ,islam şeriatını , Allah’ın hükmünü dışlayan gayri islami bir devlettir. Atatürkçülük de Laikliği ve Türkçülüğü temel ilke olarak benimsemekle zaten İslam’a karşıtlığını ilan etmiş beşeri bir ideolojidir. Atatürkçülük Allah’ın hükümlerini dışlayarak , İtalyan ceza kanunu, Alman ticaret kanunu , İsviçre medeni kanunu ve ilaveten yerli malı üretim tağuti kanunları esas alarak, hududullah’ı çiğneyen, Allah’la sınır yarışına kalkışan, kavmiyetçi, tağuti bir ideoloji olarak karşımıza çıkmaktadır . “Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun , Allah ve Rasulu ile sınır mücadelesi yapanlara , babaları, oğulları , kardeşleri veya soydaşları olsalar bile sevgi beslediklerini göremezsin “ (Mücadele 22 )
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 12:16
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi : İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartlarını taşısın taşımasın bir ameldir. Bu amelde bulunan kimselere bunu neden yaptıklarını soracak olursak “ İslam ‘ı hakim kılmak için “ ya da “ İslam’ın hakim olabilmesi için uygun olmayan bir zemini uygun hale getirebilmek için “ diye cevap vereceklerdir. Ancak bu konuda hatırlanması ve bu gerekçeyi ileri sürenlere hatırlatılması gereken bir husus vardır .İslam’ın hakim kılınması için Allah ve rasulu tarafından öngörülmüş bir yol ,bir yöntem ,bir süreç yok mudur? Bizler bu konuda şeriaatte bir boşluk olmadığına inanıyoruz. Dolayısı ile bu konuda izlenmesi gereken yolun belirleyici çizgilerinin ne olduğu hususunda herhangi bir kapalılık olduğuna inanmıyoruz. Bu konuda kısa olarak şunları hatırlatmakta fayda görüyorum. İslam’ın hakim kılınma süreci ;başta Hz. Peygamber‘in siretinden (hayatı) olmak üzere , peygamberlerin bize nakledilen sahih uygulamalarından öğrendiğimize göre ; belli başlı 3 karakteristik aşama arzeder.

Bu aşamalar birbirinden kopuk ve ayrı değil, aksine birbirini tamamlayıcıdır.

Bunlar ise

1- Tebliğ

2- Hicret

3- Cihad
Daveti , tebliği kabul eden müminler , davetçi etrafında toplanır, belli bir dönem sonra egemen düzen bunlara sadece “Rabbımız Allah’tır “ dedikleri için baskı ve zulumler yapmaya , onları davalarından uzaklaştırmaya çalışır .Böylece Hak davanın takipçileri ile cahili düzen arasında bir mücadele başlar. Bu mücadele sırasında kimisi davası yolunda , imanı uğrunda şehid düşer , kimisi maazallah irtidat eder, kimisi de , Allah kendileri ile zalim ve cahili kavimleri arasında hak ile hükmünü verinceye kadar sabreder , izlemesi gereken çizgiden sapmaz , taviz vermeye yanaşmaz. Peygamberlerin İslam’ı egemen kılmak sürecinde izledikleri yol ve bu yolun izlenmesi esnasında karşılaşılan manzara kısaca budur! Bu yolun ısrarla izlemenin dünyada mutlaka İslam’ın hakimiyeti ile sonuçlanması şartı ya da garantisi yoktur .Fakat bu yolu tavizsiz bir şekilde izlemeye devam edenlerin , salih bir amelde aranan diğer şartlara da sahip olmaları şartıyla, bu uğurdaki, mücadelelerinin mükafatını alacaklarında şüphe yoktur. Buna uygun olmayan herhangi bir yol , İslam’ın bu konudaki değer hükümlerine göre en azından merdut bir bid’attir
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 12:20
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Demokratik Yöntem İle İslam’ı Hakim Kılmak :
Parti çalışmalarıyla islam’ı hakim kılmak , demokratik bir düzen içerisinde söz konusu olur . Demokratik düzenin en belirgin özelliğ ise “EGEMENLİĞİN KAYITSIZ ŞARTSIZ HALKIN OLDUĞUNU “ ileri sürmektir. Demokratik düzenler , böylece işin başından itibaren Allah ‘ın hakimiyetini kabul etmediklerini , Allah ‘ın hakimiyeti yerine halkın hakimiyetini öngördüklerini ifade etmektedirler. Bu herkesin bildiğidir. Demokratik düzenler Allah ‘ın hakimiyetini yani insanların hayatını düzenlemek üzere Allah ‘ın koyduğu hükümleri dolayısı ile İslam hukukunun tümünü red edip halkın hakimiyetini yani demokratik sistemlerde yasama meclislerinin yaptıkları kanun ve hükümleri kabul ettiklerinden ; bütün kurum ve kuruluşları , mevzuatları da o şekle göre şekillendirirler.Hiçbir alanda halkın hakimiyetini sarsacağı kabul edilen herhangi bir faaliyet ve çalışmaya imkan verilmek istenmez . Buna aykırı kanaat , yaklaşım ve ve gayeleri bulunan ekipler , en azından bu kanaat ,yaklaşım ve gayelerini açığa vurmamak zorundadırlar; buna çok büyük ölçüde dikkat etmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde kurulu düzenle ve bu düzenin ilkeleriyle karşı karşıya gelir.Bunun için böyle bir süreci kabul edenlerin en azından zahiren de olsa bu ilkeleri kabullenmeleri veya kabul ediyor görünmeleri gerekir. İstedikleri doğrultuda faaliyeti açık açık yapamayacaklarından işleri güçleri kurulu düzenin mevzuat yada teamüllerindeki boşlukları araştırmak ve bu boşlukları kendi lehlerine yorumlamak için zaman ve emek harcamak olur . İslam davetinin basiret üzere yapılması gereği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır.Müminler , Peygamberin yolu üzere daveti bırakıp , körü körüne davette bulunamazlar .“De ki : İşte bu benim yolumdur .Ben Allah’a (körü körüne değil) bir basiret üzere davet ederim Ben de bana uyanlarda böyleyiz. Allah ‘ı tenzih ederim ,ben asla müşriklerden değilim .” (Yusuf 108) Acaba basiret üzere davet yolunu bırakıp , başka yollar denemeye kalkışmanın şirki red edebilme özellik ve nitelikleri ne kadardır ? ! Seçim sandığına giden bir vatandaşın bu davranışının anlamı ; Kendisi ister işin şuurunda olsun, ister olmasın , ister bu anlama geldiğini bilmekle kalbinden bunu onaylamasın, fark etmez - zahiren şudur :”Ben sahip olduğum kendi payıma düşen egemenlik hakkımı , filan partiye veya falan kişiye bana vekaleten kullanmak üzere belirlenen süre içerisinde devrediyorum.” Daha sonra “milletvekili“ denilen bu kimselerin bir mal, bir meta gibi alınıp satılmaları, seçmenlerini her hangi bir şekilde hesaba katmaksızın yasamalarda (kanun koyma) ,tasarruflarda bulunması, hatta seçmenleriyle birlikte ülkelerini bile gereğinde satmaları , seçmenleri de dahil olmak üzere bütün milletin başına çorap örmeye kalkışmaları , ülkenin ve insanların menfaatlerini peşkeş çekmeleri vb. üzerinde durmayalım.Çünkü bizim için önemli olan seçime katılmanın ne anlama geldiğidir. O da şudur: “ben mevcut demokratik düzeni kabul ediyorum .Bu düzenin sınırları içerisinde kalmak üzere , hakimiyet hakkımı şu partinin ya da bu kişinin kullanmasını istiyorum.” Seçime katılmanın bu anlama gelmediğini söylemek mümkün değildir. Bizim sandığın başına giderken başka niyetler taşımamız, davranışımızın hükmünü değiştirmek için yeterli değildir.İslami bilgisiasgari seviyede olan birisine şöyle bir soru soralım :Bir gavur bize: “ Şu münkeri veya şu haramı işleyin ; mesela şu şarabı için , yahut şu domuz etini yeyin, o zaman ben de müslüman olacağım aksi takdirde olmam “ dese biz onun dediğini müslüman olmasını sağlamak niyeti ile kastıyla yapabilir miyiz ? Evet ,böyle bir soru sorsak, kim bize : Niyetiniz o gavuru müslüman yapmak olduğu sürece siz o münkeri ve o haramı işleyebilirsiniz, bundan dolayı sizin için vebal yoktur diyebilir? Demek ki hangi niyetle olursa olsun ve rey verdiğimiz parti veya kişinin niteliği ne olursa olsun , seçmen olarak seçime katılmanın anlamı , kurulu bulunan demokratik düzeni kabul etmek olarak yorumlanmasa bile, en azından reddetmemek anlamına gelir !
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 12:26
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Seçim sandığına giden bir vatandaşın bu davranışının anlamı

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Kendisi ister işin şuurunda olsun, ister olmasın , ister bu anlama geldiğini bilmekle kalbinden bunu onaylamasın, fark etmez - zahiren şudur :”Ben sahip olduğum kendi payıma düşen egemenlik hakkımı , filan partiye veya falan kişiye bana vekaleten kullanmak üzere belirlenen süre içerisinde devrediyorum.” Daha sonra “milletvekili“ denilen bu kimselerin bir mal, bir meta gibi alınıp satılmaları, seçmenlerini her hangi bir şekilde hesaba katmaksızın yasamalarda (kanun koyma) ,tasarruflarda bulunması, hatta seçmenleriyle birlikte ülkelerini bile gereğinde satmaları , seçmenleri de dahil olmak üzere bütün milletin başına çorap örmeye kalkışmaları , ülkenin ve insanların menfaatlerini peşkeş çekmeleri vb. üzerinde durmayalım.Çünkü bizim için önemli olan seçime katılmanın ne anlama geldiğidir.O da şudur: “ben mevcut demokratik düzeni kabul ediyorum .Bu düzenin sınırları içerisinde kalmak üzere , hakimiyet hakkımı şu partinin ya da bu kişinin kullanmasını istiyorum.” Seçime katılmanın bu anlama gelmediğini söylemek mümkün değildir. Bizim sandığın başına giderken başka niyetler taşımamız, davranışımızın hükmünü değiştirmek için yeterli değildir.İslami bilgisiasgari seviyede olan birisine şöyle bir soru soralım :Bir gavur bize: “ Şu münkeri veya şu haramı işleyin ; mesela şu şarabı için , yahut şu domuz etini yeyin, o zaman ben de müslüman olacağım aksi takdirde olmam “ dese biz onun dediğini müslüman olmasını sağlamak niyeti ile kastıyla yapabilir miyiz ? Evet ,böyle bir soru sorsak, kim bize : Niyetiniz o gavuru müslüman yapmak olduğu sürece siz o münkeri ve o haramı işleyebilirsiniz, bundan dolayı sizin için vebal yoktur diyebilir? Demek ki hangi niyetle olursa olsun ve rey verdiğimiz parti veya kişinin niteliği ne olursa olsun , seçmen olarak seçime katılmanın anlamı , kurulu bulunan demokratik düzeni kabul etmek olarak yorumlanmasa bile, en azından reddetmemek anlamına gelir !
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 12:47
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Milletvekili Adayı Olmanın Anlamı :

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Milletvekili adayı olmanın anlamı şudur: “Ben sizin adınıza bu maksatla kurulmuş bulunan kurumda gidip teşri (kanun koyma) yapacağım, her biriniz bir fert olmanız dolayısı ile elinizde bulunan genel hakimiyet yetkisinin birer parçasını bana vekaleten belli bir süre devretmenizi istiyorum. Böylelikle ben yeterli sayıdaki temsil oylarımı toplayabildiğim takdirde, sizin adınıza egemenlik yetkisini kullanacağım ve teşri faaliyetlerine katılacağım.“ demektir. Kur’an- Kerim‘de Allah‘tan başka kanun koyan ve Allah’tan başka hükmüne başvurulan ya da hükmü kabul edilen herkes ve her kurumun ortak adı bilindiği gibi “tağut“ tur.Tağutun reddi ise ,iman edebilmek şerefine nail olmanın ilk ayağıdır.“ Hak ile batıl apaçık meydana çıkmıştır. Kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse o, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam kulba yapışmış olur “ (Bakara 256) Tağutun ve tağuti düzenlerin egemenliğini kabul etmek , iman ile bağdaşabilir bir eylem olamaz. “Sana indirilen ve senden önce indirilmiş olanlara her halde iman ettiklerini ileri sürenlere bakmaz mısın ki , onu inkar etmekle emrolundukları halde yine tağutun hükmüne başvurmak isterler. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister “ (Nisa 60) Şu ayeti kerimede Allah’ın emir ve hükümleri dışında teşri yapmanın , teşri yetkisine sahip olunabileceğini kabul etmenin, hüküm ve mahiyetini açık bir şekilde ifade etmektedir. “Yoksa onların , Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden şeriat yapan (Allah’ın hükümlerine aykırı hükümler koyan , Allah’a eş koştukları ) ortakları mı vardır ?” (Şura 21) Demokratik seçimlerde ve benzeri bütün eylem süreçlerde ,müslümanın demokrasinin herhangi bir halkasında yer alarak tağuti düzenin işlerlik kazanmasında bir katkıda bulunması , İslam’ın konu ile ilgili ilke ve hükümlerine aykırıdır.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 12:52
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Demokratik Düzenlerin iddiaları :

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Demokratik düzenler, eşitlikçi bir eda ile, bütün fikir ve düşünce sahiplerini partilerin çatıları altında örgütlenmeye çağırır.Ancak bu çağrının temelinde, “Anti – demokratik“ diye nitelendirilen her türlü muhalif hareketi kontrol altına almak gibi önemli ve ciddi bir avantajı elinde bulundurmak düşüncesi vardır. O halde tez ile uygulama arasında bir tutarsızlık vardır . Ve bu bilinçli yapılmaktadır. A-Muhalif hareketlerin zararsız bir kimliğe bürünmesini sağlayıp bu kimliğe uygun şekliyle kanalize etmektir. B-Kurulu düzene muhalefet edebilecek kitle ve söylemleri, onların tepki ve öfkelerini, seçim, propaganda ve benzeri eylem ve gösterilerle ifade etmelerini sağlayarak, barajı zorlayan basınçları, kapakları zaman zaman kaldırarak barajın güvenliğini sağlamak kabilinden , tehlikeli olmak halinden zararsız ve belki de yerine göre faydalı unsurlar haline getirebilmektir. İslam’ı diğer dinlerden ve diğer dinleri İslam’dan ayırt eden elbette inanç sistemi yani itikattir . Gerek kainatta ve gerekse de insanın hayatının kural , hüküm ve hukukunu belirlemekte de yani bütün boyutlarıyla hakimiyette de Allah’a ortak kabul etmemek bu itikadi esasın ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır. “ Hüküm (hakimiyet ) ancak Allah’ındır” (En’am 57) “O dilediğini hükmeder “(maide1) “ Kimse O’nun hükmünü kovuşturamaz“ (Kehf 26) İslam ; “Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır” derken , genel olarak beşeri düzenler bu hakkı Allah’tan başka ya da O’na ortak koştukları ,ilah yerine ikame ettikleri varlık ya da kurumlara (parlemanto, meclis vs ) vermektedir . Demokrasi de hakimiyet hakkını ifade de dahi olsa ilahlaştırdığı halka verdiğini “hakimiyet kayıtsız şartsız halkındır ,ya da milletindir“ diyerek ifade etmekte ve kendine has şirkini formule dayandırmaktadır. Özdeki ve temeldeki bu ayrılık , farklılık ve aykırılıktan sonra , İslam ile demokratik düzenlerin bazı uygulamaları arasındaki biçimsel benzerliliklerden hareket ederek ;“İşte demokrasi de islam’a uygundur“ demenin ya da “islam’i demokrasi“ gibi bir takım acayip ve bilimsel olmayan terkipleri gündeme getirmenin tutarlı bir açıklaması ve gerekçesi olamaz !
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 12:58
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
İSLAMİ HAREKET VE DEMOKRASİ

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
İslam ; tam anlamıyla Allah’a teslimiyet demektir. Allah’a teslim olmanın anlamı ise, O’nun hükmüne kayıtsız, şartsız , itirazsız teslim olmaktır . Buna göre hareket edilirse mesela ; “ O zaman çok kimse bizi kabullenmez , elimizdeki imkanlarla ve araçlarla biz bu işin üstesinden gelemeyiz , böyle davranmak bizi marjinalliğe iter .. vs. “ gibi gerekçeler, hiçbir şekilde Allah’ın herhangi bir mesele hakkındaki hükmünü , gösterdiği yolu bırakıp başka bir takım hükümlerin ya da yolların aranmasının bir gerekçesi olarak görülemez. Kaldı ki Hz. Peygamberin hayatı , Kurani yöntemden taviz vermesi tekliflerine karşı gerek Kur’an-ı Kerim’in gerekse kendisinin fiili ve sözlü olarak verdiği cevapları ,bunların ve benzerlerinin asla gerekçe olamaycaklarını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Allah ‘ın rızasını elde edebilmek için bütünüyle O’nun gösterdiği yolu yani dini takip etmekten başka bir yol yoktur . Bu şu demektir : İslami hareket ; mesela marjinal kalmak fobisine sahip bir hareket olmadığı gibi, bir takım yaklaşımlarının haksız ve ilmi olmayan bir şekllerde başka sistemlerin yaklaşım ve tutumlarına benzetilmesinden de kendisini sorumlu tutacak kadar kuruntulu bir hareket de değildir . Ne bütün insanlık toptan cehenneme gidecek diye mahkum eden bir harekettir, ne de o zaman çok az insan dışında cehennemden kurtulan olmaz endişesiyle, toptan insanları cennete göndermek eğiliminde olan bir harekettir. İslami hareket mahiyet itibari ile dini Allah’ın gönderdiği ve Rasulunun gösterip yaşadığı şekliyle hayata geçirmeyi ve hayata hakim kılmayı amaçlayan bir harekettir. O bakımdan kimse yolun her hangi bir aşamasına has olarak öngörülse dahi, özü , şekli ve yapısıyla islami olmayan herhangi bir yöntemi İslam adına müslümanların gündemine dayatmak hakkına sahip değildir
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 13:00
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Demokrasi ve Seçimler

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Leh ve aleyhindeki hükümleri bilmekle mükellef olan müslümanlar ülke gündemini bir hayli meşgul eden seçimler hakkında da konumlarını bilmek durumunda ve net tavırlarını göstermek zorundadırlar.Evet, seçimlere katılmanın hükmü nedir? Müslümanım diyenler seçimlere katılabilirler mi ; katılamazlar mı? Bunlar ve benzeri sorulara verilecek cevaplar doğrultusunda uygun davranışlar sergileyebiliriz.Öncelikle göz önünde bulundurulması gereken husus şudur ki, bizler hayata bakış açısından kaynak olarak Kuran, Sünnet, Kıyas ve icmayı bilir bunlardan çıkarılabilecek hükümlerle hareket ederiz. Bunlardan başkasını aramıyoruz, arayanlarsa derin bir sapıklık içindedir. Bulup buluşturdukları kendisinden Kabul edilmeyecek ve dahi cehenneme götüren bir pasaportu olacaktır. Demokraside temel şey, insanlar tarafından kanunlar çıkartmak ve buna göre onları bu kanunlara göre yönetmektir. Bu kanunları çıkartacak ve uygulayacak kimseleri halka seçtirirler. Hem de bunu uygularken baskı yaparak seçime insanların gitmesini zorlarlar. Onlara ceza verirler. Böylece insanlar hürriyetlerini serbestçe kullanmış olurlar.!! Hem de devletin kabul ettiği ilke, fikir ve kanunlar dışında kesinlikle seçime katılmaya müsaade yoktur, kim başka ilke ve fikre çağırıp seçime katılmak istiyorsa önlenir ve cezalandırılır. Türkiye’de diğer Batı devletleri gibi bu uygulamaları yapmaktadır. Biri İslam’a çağırarak seçime katılmak istiyorsa önlenir ve cezalandırılır. Her zaman seçim oluyor, fakat Atatürk ilkeleri ve Batı temel kanunları değişmiyor. Bunları değiştirmeye kalkışmak yasaktır. Öyleyse Yılmazı seç, yada Ecevit’i seç,Tayyib i seç ,Çilleri seç, ya da Erbakan’ı seç veya başkalarını seç değişecek bir şey yoktur. Çünkü aynı ilkelere ve temel kanunlara bağlı kalıp bunlara göre icraat yapacaklar. Bundan dolayı, demokrasi denilen hayali fikir için (sandığa giderek) demokrasiyi uygulamaya çalışacak, buna göre kanun çıkartacak kimseleri seçmek İslam’a taban tabana zıttır.İslam’da seçim vardır, fakat bu seçim İslam’ı uygulayacak Halife içindir. Halife Allah’ın kitabı ve Resulünün sünnetini uygulamak ve dünyaya İslamiyeti taşımak için ümmet tarafından seçilir ve bunun üzerine ona biat verilir. Medine halkı İslam’a girdikten sonra Resulullah’ı kendileri için bir yönetici olarak kabul ettiler başka ifadeyle ona biat ettiler. Raşidi Halifelerin hepsi ümmetin rızasıyla ve biatlarıyla yönetime geçtiler. Ayrıca Şura ve meşveret Halife ve yöneticileri hesaba çekmek, düzeltmek için ümmetin vekilleri ümmet tarafından seçilir. Vilayetlerde valiye şikayetlerini, görüşlerini ve isteklerini iletmek üzere Vilayet meclisleri, Vilayet halkları tarafından seçilir.Burada önemli olan İslam hükümlerini uygulamaktır. Demokrasi de önemli olan insanların arzularını yerine getirmektir, seçim her iki sistemde de birer üsluptur. Bundan dolayı seçime gidilir. Fakat, demokrasilerde kanunları çıkartacak ve uygulayacak kimseleri seçmek için sandığa gitmek haramdır. Allah’a ve Resulüne inanıp böylesi seçimin manasının ne olduğunu kavrayan Müslüman seçime gitmez. Aksi takdirde dünyada ve ahirette onun akıbeti pek vahimdir. Bu sebeple Türkiye’deki insanlar bedbahttır, huzursuz, sıkıntılı ve perişandır. İnşallah Müslümanlar uyanırda bu 18 nisan seçimleri onlar için son olur, tevbe ederler ve böylesi harama bir daha iştirak etmezler. Çünkü yüce Rabbımız şöyle buyuruyor"Onlar hala cahiliyye hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inananlar için Allah’ın hükmünden daha güzel hüküm koyacak kimmiş?” (Maide 50) Yoksa bunlar kesin olarak inanmamışlar veya inandıklarını iddia mı ediyorlar.”Sana ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri gördün mü?Tağuta muhakeme olunmak istiyorlar.Tağutu inkar etmeleri kendilerine emredildiği halde, Tağutun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa 60) Cahiliyye ve Tağut hükümleri Allah’ın hükmü dışındaki her hükümdür. Beşerin ve şeytanın çıkardığı hükümdür. Bu nedenle mümin olabilmeleri veya gerçek mümin olabilmeleri için şu şartı koştu. “Rabbine and olsun ki aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem kılmazlarsa ve verdiğin hüküm hakkında içlerinde hiç bir sıkıntı bulunmadan bu hükme tam teslimiyet göstermezlerse mümin olmazlar." (Nisa 65) Dilerseniz günümüzde yapılan seçimlerin manasını vererek başlayalım Bu işlem: Demokratik sistemin yasama kurumu olan parlamentoya üye seçimidir. Yani insanların toplumsal yaşantılarında, bireylerin birbirleriyle, devletle, sosyal, ekonomi ve siyasî işlerinde uyacakları kuralları, hükümleri, ölçüleri, emir ve yasakları, kanunları belirleyen kurumun üyelerini seçme işidir. İslâmi açıdan bunun anlamı şirk’tir. Yani "Hüküm ancak Allah’a aittir" hakikatına terstir. İnsanların yaşantısına hüküm koymakta, ya Allah’ı hiçe saymak ya da O’na ortak koşmak demektir. İşte bu seçime katılmak bir takım insanları milletvekili sıfatı ile bu şirki işlemeye itmek demektir. Bu o kişiye yapılabilecek en büyük kötülük ve zulümdür. Zira o kişi, parlamentonun komisyonlarına katılarak veya genel kurul oylamalarına katılarak yasama faaliyetlerine Allah’ın hükümranlığını hiç kabul etmeyip milletin egemenliğini esas kabul eden mevcut anayasanın çerçevesinde katılarak şirk işlemine, cürmüne isteyerek ya da istemeyerek ortak olur. Zira Allahu Teâla şöyle buyurdu: “Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terk et). Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’ am: 68) “O, Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerini inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa: 140) Görüldüğü gibi ayet-i kerimelerde Allahu Teâla, Allah’ın ayetlerinin inkar edildiği ya da alaya alındığı yani hükümlerinin hiçe sayıldığı yerlerde tepkisizce oturup kalmayı kesinlikle nehy ediyor. Çağdaş şirk sistemlerinden biri olan demokratik sistemin yasama organı olan parlamentoda Allah’a karşı en büyük isyan, cürüm işleniyor. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi ile “hüküm (egemenlik) ancak Allah’a aittir” hakikatı inkar edilerek “millet” ilah yerine konuluyor.Böylelikle Allah ya inkar ediliyor ya da O’na küstahça şirk koşuluyor. Küfür ve şirk elbette ki Allah katında en büyük cürümdür, zulümdür, tağutluktur, sapıklıktır, cahiliyyedir. İşte bununla ilgili bazı ayet-i kerimeler: “Hüküm ancak Allah’ındır. O da, kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40) “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet-yönet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et. Eğer (Allah’ın hükümlerinden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların bir çoğu da zaten fasıktırlar (yoldan çıkmışlardır). Yoksa onlar cahiliyye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre hükmü bakımından Allah’tan daha iyi kim vardır?” (Maide: 49-50) “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? zira onlar tağutla (Allah’ın indirmediği sistemlerle) yönetilmek istiyorlar. Halbuki onu (tağutu) inkar etmekle emrolunmuşlar dı. Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.”(Nisa60) “Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan antlaşmazlık hususunda seni (şeriatı) hakem kılıp sonra da verdiğin hükme (şeriatın hükmüne) içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65) “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44) “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Maide: 45)“Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir." (Maide: 47) “Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür.” (Lokman: 13)
Bu ayet-i kerimelerin ışığında görüldüğü gibi Allah’ın indirdiği ile yönetmemek, Allah’ın indirdikleri hükümlere rağmen hükümler, yasalar ortaya koyarak insanları yönetmeye kalkmak gerçekten en büyük isyandır, zulümdür. İşte demokratik sistemin yasama organında yapılan da budur.Kuranda Allah'ın(cc) bize talim ettirdiği Velayet ve Beraet adlı iki nurlu kavramla kafirlerle ilişkimizi kesmemiz ifade edilmiştir. Şu cümlede ifade edilenler için çeşitli polemiklere girecekler elbette olacaktır. Amma velakin ne ifade ettiğimizi onlarda gerçekten iyi biliyorlar. Bütün bu partiler İslam esasları üzerine kurulmadıkları gibi fikirleri, metodları ve hedefleri de İslam değildir. Bundan dolayı kurucularının ve üyelerinin çoğunluğu müslümanlar olsa bile İslami partiler değillerdir, yani küfür partileridir. Çünkü bu partiler; üzerine kurulu oldukları esaslar, benimsedikleri fikirler, fikirlerini yürürlüğe koyacakları metodları ve gerçekleştirmek istedikleri hedefleri bakımından baştan sona küfürden ibarettir ve İslam üzere kurulu değildir. Kaldı ki bütün bu partilerin İslam esası üzerine kurulu olmadıkları, İslam’la herhangi bir ilgilerinin bulunmadığı ve hedeflerinin İslami hedefler olmadığı gerçeği Türkiye’deki Müslümanlardan saklı değildir.Nitekim bu partiler halk tarafından değil devlet tarafından kurulmaktadırlar.
Siyasi partiler kanununun 86. maddesinde açıkça şöyle belirtilmiştir:”Siyasi partiler,Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden kurulması amacını güdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar“( SİYASİ PARTİLER KANUNU – 86 NOLU MADDE) İşte bu nedenle bütün bu partileri elinin tersiyle bir tarafa itmek, hatta aynen küfürle ve küfrün nizamlarıyla ve kanunlarıyla mücadele eder gibi, bu partilerle İslam’ın göstermiş olduğu siyasi ve fikri bir şekilde mücadele etmek gerekir. Demek ki herhangi bir müslümanın oyunu herhangi bir küfür partisine vermesi asla caiz değildir. Türkiye dahil İslam beldelerinin yöneticilerinin kurdukları komploları, sergiledikleri teslimiyetleri ve ABD ile Avrupa’nın uşakları olmaları, müslümanların nüfusları ve servetleri pek çok olmasına rağmen, onları aşağılayıcı bir konuma sürüklemiş ve şereflerini lekelemiştir. Bu kötü siyasi durumu izale etmek veya değiştirmek sizler olmadan mümkün değildir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:“Bir toplum kendisinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.”[Ra’d 11]
Şüphesiz ne tek başına Türkiye ve ne de İslam coğrafyasındaki herhangi bir devlet, bu haliyle gerçek manada etkin bir devlet olamaz. Dahası, Türkiye anayasası ve diğer beşeri anayasalar sahih bir şekilde hayatımızı düzenlemeye elverişli değildirler.Zira bunlar, İslam olan akidemiz ile çelişmektedirler.Özellikle bu çürük beşeri sistemler üzerimizde denenmişken ve bizleri açlık ve sefalete mahkum eden devlet eliyle imzalanmış anlaşmalarla kuşatılmışken, siz Ey Dünya ve Türkiye Müslümanları! Bize düşen bütün işlerimiz için bir hayat sistemi olan İslam’a geri dönmektir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:“Kim İslam’dan başka bir din ararsa o ondan kabul edilmeyecektir ve o ahirette ziyana uğrayanlardan olacaktır” [Al-i İmran 85]
Ey Müslümanlar! Türkiye’de, İran’da, Pakistan’da, Suriye’de veya başka bir ülkede olması fark etmez, her müslümanın bu bozuk vakıayı değiştirme işinde bizimle beraber şer’i metod üzere çalışması bir yükümlülüktür. Hem de bir Türk, bir İranlı, bir Pakistanlı veya bir Suriyeli olarak değil, bir müslüman olarak...Çünkü müslümanları doğru bir şekilde kalkındıracak yegane bağ, İslam bağıdır.Allah (cc) şöyle buyuruyor:“Mü’minler ancak kardeştir...” Hücurat 10]
Yine bunun için Rasulullah (sav): “Müslüman, müslümanın kardeşidir...” şeklinde buyurmuştur. Öyle ki müslümanlar tek Halife üzerinde birleşip, Allah’ın ahkamı ve Rasulünün sünneti üzere O’na biat etsinler. O’da, onları dünyada güçlü ve izzetli kılsın, Ahirette de Allah’ın rızasını kazanmalarını sağlasın.Unutmayalım ki bunlar olmadan gerçek manada doğru bir kalkınma gerçekleşmez. Bunlar olmadan toplum için dönüştürme yapmaya çalışan müslümanın ameli, Ahirette kendisi için kurtarıcı olmaya yetmeyecektir. Çünkü böyle bir kimse, Allah’ın toplumu dönüştürme ile ilgili ahkamına bağlanmayı kabul etmemiş olmaktadır.Halbuki Allah (cc) şöyle buyuruyor:“Ey iman edenler, Allah ve Rasulü sizi size hayat veren şeye çağırdığında icabet edin” [Enfal 24)
Laikliğin, demokrasinin, milliyetçiliğin, pragmatik düşüncenin kapitalizm ve sosyalizmin küfür olduğunu, batıl olduğunu, hakkın ancak Allah’ın dini İslâm olduğunu, İslâm’ın tek doğru ve bütün dinlerin, ideolojilerin, fikirlerin, nizamların üstünde olduğunu, insanların yaşantısına ancak onun hakim olması gerektiğini onun dışındaki bütün din ve nizamların red olunması gerektiğini söylemek ve bunun tahakkuku için çalışmak olmalıdır. [DimGray]İşte demokratik parlamento seçimlerinin anlamı, şer'î hükmü ve bunun karşısında Müslüman’ın takınması gerektiği tavır budur. Böylesi seçimlerde tavrımız ne olmalıdır? diyen kimse eğer bunda samimi ise, bu şer'î hükmü ve tavrı alır ve gereğince amel eder. Yani “işittik, itaat ettik” der. “İşittik, isyan ettik” diyenlerden olmaz. Allah’ın hükmü karşısında akıl, mantık yürütmeye kalkmaz. Bilakis Nisa suresi 65. ayet-i kerimesinde belirtildiği gibi şer'î hükmü içinde bir sıkıntı duymaksızın alıp tam teslimiyetle uygular. Bu hususta şer'î hükmün ve tavrın bu olduğu ortaya konunca, İslâm adına hareket ettiğini söyleyerek, Müslümanların büyük bir kısmını da etkileyen bazı şahıs ve çevreler şöyle itirazda bulunuyorlar...
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 13:11
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
DEMOKRATİK ÇALIŞMAYI SAVUNANLARIN BAZI GEREKÇELERİ :

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
-“Evet demokrasi küfürdür. Parlamentoya girip onun çalışmasına katılmak da en azından haramdır. Fakat bizim orada adamlarımız olsa, bu Müslümanların faydasına olmaz mı? Demokratik parti ile İslâm Devleti kurulmaz, fakat o partinin parlamentoda olması hatta hükümet olması, Müslümanların İslâmi faaliyetlerine kolaylık sağlar. Yollarını açar. Onun için Müslümanların bu seçimlere katılıp İslâm’ın gelmesini isteyen şahıs ve partileri desteklemeleri gerekir.Aksi halde Müslümanların menfaatlarına karşı çıkmış, parlamentonun tamamen islam düşmanlarının eline geçmesini sağlamış olurlar“ diyorlar,,,



*****Bu yaklaşım tamamen pragmatik bir yaklaşımdır.Yani ameli neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme yaklaşımı. Amellerde fayda ve zararı temel ölçü kabul etme yaklaşımı. “Faydalı olan şey iyidir, yapılmalı, zararlı olan şey kötüdür, yapılmamalı” anlayışı. Yani aklı iyi-kötü, hayr-şer hususunda hakem kılmaktır.Halbuki Müslüman için asıl olan; Allah katındaki iyi-kötü, hayr-şer’dir. Onu da akılla bilemeyeceğimize göre Allah’ın indirdiğine başvurarak yani şeriatına başvurarak O’nun hayr dediğini yapmak, şer dediğinden kaçınmak esastır. Hayr ve şerri, iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini belirleyen şeriattır, akıl değil!.

İşte bunun böyle olduğunu gösteren bir kaç ayeti kerime “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” (Bakara: 216)

Demek ki, hayr ve şerrin tayini bizim duygu ve aklımızla değil, Allah’ın ilmine bırakılmıştır. Allah’ın ilmini de Resul’ün getirdiğinden alabiliriz. Başka bir yerden değil. Bunu da Allah’u Teâla şöyle emretti:“Resul size ne getirdi ise onu alın ve sizi neden nehyetti ise ondan kaçının.” (Haşr: 7) Resul (s.a.v) de şöyle buyurmaktadır: “Bizim dinimizde olmayan her iş red edilir.” (Buhari, K. Buyu’; Müslim, K. Akdiyye, 3243)

Müslümanlar için menfaatin değil de sevap ve günahın ölçü olduğunu şu ayeti kerime açıkça ortaya koymaktadır: “Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki; Her ikisi de büyük günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır.Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.”(Bakara: 219)

Görüldüğü gibi Allah’u Teâla bu ayet-i kerimesinde menfaati değil, günahı esas kılmıştır. Demek ki; bir hususta insanlar için bazı menfaatler ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı? Elbette ki günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir Müslüman için asıl menfaat Ahirette günah ile Rabbinin huzuruna çıkmamasıdır.Şimdi bunu demokratik parlamento seçimlerine indirirsek; demokratik parlamentoya girmekte bazı menfaatler olabilir. En azından öyle zannedilebilir. Fakat orada bulunmakta günah da vardır. Bunu yukarıda izah ettik. Şimdi ne yapılmalı? O günahı işleyerek o menfaatleri elde etmeye mi çalışılmalı? Yoksa günah işlemeyip o menfaatlerden vaz mı geçmeli? İşte bununla imtihan oluyoruz. Elbette ki günah işleyerek o menfaatleri elde etmeye çalışmamalıyız. O menfaatler uğruna kendimizi bile bile ateşe atmamalıyız. Aksi halde hem dünyada hem Ahirette Allah’ın yardımından yoksun kalırız da perişan ve hüsran oluruz. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi (yardımsız) bırakıverirse, O’ndan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.”(Âl-i imran:160)



2- “Biz hakkı açıkça söylersek batıl ehli, laikler, Kemalistler ve onların güdümündeki subay ve generaller bizi ezerler, hapse atarlar, işlerimizden ederler, hiç bir İslâmi faaliyete izin vermezler.Onun için biz onların şerrinden korunabilmek maksadı ile onların aralarına girmeli ve onlardan görünmeliyiz. Biz de demokratız, laikiz, cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz demeliyiz. O zaman onlar bize tavır almazlar.Biz de böylece daha rahat çalışarak güçleniriz. Onun için demokratik parti kurmalı ve onu seçimlerde desteklemeliyiz. Yoksa yok oluruz.” diyorlar

***** Onların şerrinden emin olmamız için onlardan görünmeliyiz, diye özetlenebilecek olan bu yaklaşımı Allah, kendisine güvensizlik ve kalpte hastalık olarak vasfetti. Hiç tasvip etmediğini de şöyle bildirdi: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları veli (dost ve yardımcı) edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin velisidirler. İçinizden onları veli edinenler, onlardandır. şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez.”Kalplerinde hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koştuklarını görürsün. Dikkat edilsin ki, Allah bir fetih yahut katından bir emir/azap getirecek de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklar. (O zaman) iman edenler; ‘Bunlar mı bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de hüsrana uğramışlardır.” (Maide: 51-53)

Görüldüğü gibi Rabb’ımız Allah’u Teâla, iman edenlerin dikkatini çekerek kafirleri dost ve yardımcı edinmemeye davet ediyor. Yahudi ve Hıristiyanları zikretmesi cüzü zikredip, küllü kastetmesidir. Yani bu konu bütün kafirleri kapsar. Onları veli (dost ve yardımcı) edinmek onların istediği çizgide olmak demektir, onlara tabi olmak demektir. Çünkü Allah, onları veli edinenleri onlardan saydı. Yani onlar gibi oldu, onlar gibi davranıyor, onların çizgisinde bulunuyor saydı. Ki bu, elbette zulümdür. Bu zulüm üzerinde inatla ısrar edenleri de kendi hallerine terk etmekle tehdit etti.Bu ayetin mefhumunu günümüze indirirsek; iman ettiğini söyleyen bir kimse, ben demokratım, milliyetçiyim, laikim, cumhuriyetçiyim, Atatürk de bizden olurdu gibi laflar ve yaklaşımlarla demokrat, laik, cumhuriyetçi, milliyetçi, Kemalist çizgisinde olduğu görüntüsü vermeye çalışmamalıdır. Aksi halde Allah onu da onlardan sayar da o kişi zalimlerden olur. Bir Müslüman onların çizgisinde olamaz. Onların çizgisinde olmadıkça onları razı edemez. Onları razı edecek olursa Allah’ı razı edemez. Bunun böyle olduğunu bir başka bir ayette şöyle bildirilmiştir:“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara-120)

Maide suresinin 52. ayetinde Allah onlardan görünme gayreti ile onların arasına koşuşmayı “hastalıklı kalp” olarak vasfedip, kesin ve de çok sert bir şekilde zemmetti. “Demokrasi, laiklik, vatancılık, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, Kemalizm” gibi çağdaş putlara yapılan övgülere katılmak, onların korosu içerisine girmek ve o koroya katılmaya koşuşturmak, çağdaş puthaneye ve parlamentoya koşuşturmak, işte bu zemmin kapsamındadır. Allah’u Teâla onların bu işi yaparken gösterdikleri mazereti de yani “başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” bahanesini de kesinlikle reddediyor. “Bizi hapse atarlar, işimizden ederler, asarlar, keserler, onun için onlardan görünüyoruz. Onun için demokrat, laik, milliyetçi, vatancı, cumhuriyetçi, Kemalist gözüküyoruz” bahanesini de reddediyor. Ve bu tutum içinde olanları tehdit ediyor. Allah’ın fethi ya da azabı ile tehdit ediyor. Allah’ın fethi geldiğinde müminler onları bu tutumlarından dolayı cezalandırırlar. Onun için pişman olurlar, ya da Allah’ın azabı gelir onun için de pişman olurlar. Böylesi batıl, geçersiz mazeretler ile çağdaş demokratik sistemin yasama organına koşuşturmakla bu uğurda mallarını, vakitlerini harcayan kimseler sevap ummalarına rağmen şer'î hükme bağlanmamaktan dolayı amellerinin boşa çıkmasından ve böylelikle hüsrana uğramaktan korksunlar. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Size öyle şeyler bıraktım ki onlara bağlandığınız müddetçe ebediyyen şaşmazsınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve peygamberinin Sünneti'dir. Bunlar apaçıktır." Buradaki "ebediyyen" kelimesi, bizi kapsar. Yani bu devirde böyle olmalı , önceki olaylar , eski zamanlara aitti, eskiden teknoloji bu seviyede değildi vs . vs bahaneleri men ediyor. Yine (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bir tanesi dışında hepsi cehennemliktir. Dediler ki; Ey Rasulullah, bu fırka kimdir? Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:

Benim ve bugün ashabımın üzerinde bulundukları hal üzerinde bulunan fırkadır.”



3 -“ Taif dönüşü Hz. Peygamber Mekke ‘ye girebilmek için kafir bir kimsenin himayesini kabul etmiştir.

“ *****Evvela bu rivayetin ne derece sıhhatli olduğu tesbit edilmelidir. Bildiğimiz kadarıyla bu zayıf bir rivayettir. Sahih olduğunu farz etsek bile Hz.Peygamber bu himayeyi kabul ederken , tebliğinden, şeriatinden , dininden herhangi bir hükmü uygulamaya koymamayı, ya da küfre karşı daha toleranslı bir mücadele sergilemeyi mi kabul etti ? Hayır. Bu söylenemeyeceğine göre , böyle bir olayın partici ve demokratik sistem içerisindeki faaliyetlere bir delil teşkil edebilme özelliği de kalamaz.



4—“ Peygamber efendimiz putlarla dolup taştığı halde , kaza umresinde Kabe ‘yi tavaf etmiştir. Dolayısıyle bizler de duvarlarında “ hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir “ yazan bir meclise girebilir ve orada faaliyetlerimizi icra edebiliriz “.

*****Bu çok yanlış ve tersinden bir delillendirmedir. Çünkü Kabe ta ilk günden beri ne kadar tevhid için ve Allah’a ibadet adına kurulmuşsa , allah’ın emir ve hükümlerine aykırı şeriatler ve kanunlar üretmek gayesiyle kurulan bütün Dar’un – nedve’ler (günümüzde parlementolar) aynı şekilde ilk günlerden beri Allah’ın hakimiyetine meydan okumak ve Allah’a şirk koşmak üzere kurulmuşlardır.

Diğer taraftan ; Kabe çevresindeki putların varlığı tevhidi esaslara uygun tavafı engellemiyordu .Yani “hakimiyetin kayıtsız, şartsız milletin“ olduğunu belirten yazı , parlementoda fiilen asılı bulunsun, bulunmasın fark etmez . Önemli olan yasamaların (kanun koymaların) hangi esaslara göre ve kimin adına yapıldığıdır. Çünkü İslam’ın asıl itirazı duvardaki yazıya değil , fiili uygulamayadır.

Bununla birlkikte islami ahkam ile bağdaşmayan hiç bir görüntü ve fiilin de müsamaha ile karşılanmayacağı bilinmelidir . Böyle bir faaliyet lehine ileri sürülen bütün delillerin, bu şekilde hatalı ve yanlış delillendirmeler olduğunu bildirelim. Zaten bu delillendirmelerin ilmi bir şekilde ele alındıkları takdirde , herhangi bir ciddilik taşımadıkları görülecektir . Samimi kimselerin bu cevapları işittikten sonra haklı bir itirazları olacaktır ve yerindedir. O da “Peki ne yapalım ?“

Fakat ortada sıhhatli bir çalışma yapan bir topluluk yoksa veya bu topluluk olmakla birlikte , şu ya da bu sebeble gözlerini doldurmuyorsa, onların hak olmayan bir işi yapmaları, yada sıhhat şartlarını taşımayan bir amelde bulunmaları için yeterli bir sebeb olamaz ve haklı bir mazeret teşkil etmez .

Çünkü hakkın dimdik ayakta görünmeyişi, buna mukabil hak olmayan bir takım bir takım yol izleyicilerinin belli ve gözalıcı bir seviyeye ulaşmış olmaları, bizim yapmamız gereken müsbet işleri terkedip , aykırı yollara gitmemiz için mazeret teşkil etmez. O halde bu şartlar altında dahi olsa yapılacak olan , sağlıklı olduğuna “Kitap ve Sünnet “ ışığında kanaat getirilen bir harekete varsa katılmaktır. Yoksa böyle bir hareketin ortaya çıkması için gereken şekilde ve usulunde çalışmaktır .

İslam Dininin Kendine Has Özelliklerinden Birisi ;

İslam dini, peygamber efendimiz tarafından ilk tebliğ edildiği günlerden itibaren en az günümüzdeki kadar cahiliyye tarfından kuşatılmıştı.Günümüz cahiliyyesi de en az o günkü cahiliyye kadar İslam’a aykırıdır.

Hz. Peygamber o günün cahiliyesinin yetkili ağızlarının teklif ettiği her türlü uzlaşma teklifini red ettiği gibi , beşer olarak davasına zarar getireceğini zan ettiği bir takım tekliflerine olumlu cevap vermek ister gibi olduğu hallerde ise , ilahi vahiy ile kesinlikle uyarılmış ve böylelikle peygamber olarak tebliğ ve örnek olmak ile ilgili alanlarda masum olmasının , hatadan, günahtan korunmasının bir tecellisi olarak böyle bir hata işlemesi önlenmiştir.

“Neredeyse seni bile sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi. O taktirde seni dost edineceklerdi. Ve eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık , onlara belki biraz meyledecek gibi olacaktın .O taktirde biz sana hayatın da katmerli, ölümünde de katmerli ( azabını) - tattıracaktık ; sonra bize karşı hiçbir yardımcı da bulamayacaktın.” (İsra 73-75)

demokratik bir sistem içerisinde yapılacak herhangi bir faaliyetin , İslam’ın onayladığı bir faaliyet olarak görülmesine ve öyle sunulmasına imkan yoktur. Bu konuda şöyle iddia edebilirler :

“Biz bu demokratik sistemin tabiatına ve belirlediği kural ve hükümlerine uygun olarak yaptığımız bu faaliyele , islam’ın yöntem olarak benimsediği bir faaliyet olduğunu kabul etmemekle beraber İslam’a gelebilecek zararları , müslümanlara yönelik bir takım zararlı faaliyetleri önlemek istiyoruz , vs . “ Ancak mevcut sistemin egemen ve koruyucu güçlerinin RP-DYP hükümetine karşı tutumları, bu gerekçelerin hiç bir işlerliği olmayan iddialar olduğunu açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Hatta tam aksine fayda umulurken; müslümanların şimdiye kadar zorla elde ettikleri tabii haklarının dahi ellerinden alınması noktasına gelinmiştir .

Ancak böyle bir iddianın bünyesinde taşıdığı ve cevap bekleyen başka bir takım sorular vardır ki, bunların önemli olanlarından birisi şudur:İslama geleceği kötü birtakım zararları Allah ‘ın izin vermediği ve meşru görülmeyen yollarla bertaraf etmeye kalkışmanın şer’i gerekçesi nedir? O halde İslam adına yapıldığı söylenen bu işin , islam’a uygunluğu iddiasından vazgeçilmelidir .

(Bu arada şunuda belirtmekte fayda görüyorum : Yöntemin müfrit bir takım yanlıları bu gibi faaliyetleri meşru görmediği için kendilerine katılmayan müminleri, israil askeri ya da patates çuvalı dininden diye nitelendirmelerini ciddiye almıyoruz .)



5-“Bizim öyle sert,katı,uzlaşmaz bir görünüm ortaya koymamıza gerek yok.Çünkü hoşgörülü, yumuşak, sevgi ile muamele her kapıyı açar. Hem biz herkesi sevmeliyiz. Tüm insanlarla ya dinde kardeşiz ya da hilkatte kardeşiz. Müslüman olsun olmasın her insana sevgi ile muamele etmeli, hoşgörülü, uzlaşmacı olmalıyız.O zaman onları da karşımıza almış olmayız.Onların bize düşmanlık yapmalarından, zararlarından korunmuş oluruz. İslâm’a hizmet faaliyetlerimizi de bir yandan-sürdürürüz.” diyorlar

** ***Kafirlere, zalimlere hümanist duygularla yumuşak, hoşgörülü, uzlaşmacı ve sevgiyle muamele yaklaşımına gelince bunu da Allah’u Teâla kesinlikle reddediyor:“O halde (hakikati) yalanlayanlara tabi olma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (Kalem: 8-9)

Görüldüğü gibi ayeti kerimede Allah’u Teâla Resulü’nün şahsında onun ümmetine kafirlere karşı tavizkâr tavır almayı yasaklıyor.Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü bize apaçık bildirerek onlara karşı takınmamız gereken tavrı şöyle açıklıyor:“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri (kafirleri) sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar.Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmuştur. içlerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.Eğer düşünüp anlıyorsanız, herhalde ayetlerimizi size açıklamış oluruz.işte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.Siz bütünüyle Kitaba inanırsınız.Onlar ise, sizinle karşılaştıklarında inandık derler.Kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Kininizle geberin! deyiver.Size bir iyilik hafifçe dokunursa, bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelirse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”(Al-i İmran:118-120)

İşte bu ayet-i kerimelerle Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü bize böylece apaçık bir şekilde beyan ediyor. Bu hakikatleri bildikten sonra biz Müslümanların onlara karşı tavrı elbette hoşgörü sevgi değil de nefret ve düşman tavrı olmalıdır. Onlara sevgi gösterileri hem boşunadır hem de Allah’u Teâla’nın tasvip etmediği bir tavır olur.Onlar bizim hakkımızda hiç hayır ve iyilik istemediklerine göre “gelin demokratik arenaya girin, demokratik mücadele ile istediklerinizi elde edin” diyorlarsa bilelim ki bu bizim hayrımıza değildir. Eğer aklediyorsak onların bu davetlerine icabet etmeyiz. Eğer icabet ediyorsak çok aptalca, akılsızca bir iş yapıyoruz. Allah’ın sözüne kulak asmıyoruz demektir.Onların bize karşı kurdukları hile, tuzak ve düşmanlıklarından kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve onlardan görünme gayreti içine düşmek onların arasında koşuşturmak değil sadece ve sadece Allah’ın şeriatına bağlanmaktır.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:32
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Hüküm koyma ; Allah’a muhalif kanun koymanın ve koydurtmanın hükmü nedir?

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Hüküm koyma ; Allah’a muhalif kanun koymanın ve koydurtmanın hükmü nedir?
Rasulullah davet yolunda küfür sistemi içerisine girmenin tehlikesini ve olumsuzluğunu bize hareketiyle göstermiş ve gelecek inanan nesillere miras bırakmıştır. İslam tarihi ile iştigal edenler hatırlarlar ki: Müşrik liderler Rasulullah a gelip:“Ne istiyorsun? İstersen seni Mekkenin lideri yaparız" dediklerinde Rasulullah, Bu işin muhal olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir.: "Bir elime Güneşi bir elime de ayı verseniz ben davamdan dönmem." Evet, onların sisteminde yer alış bir nevi davadan dönüş olmalıdır ki, Rasulullah bunu böylece ifade etmiştir.Aslında şu şekilde yola çıkarsak daha faydalı olacak kanaatindeyim: Rasulullah şayet bu teklifi kabul etse Mekke lideri olup halka kendini iyice benimsetse, ve vardığı doruk noktada tebliğe başlasa daha etkili olabilirdi o kadar insan telef de olmazdı iş insancıl hümanist yollarla bağlanırdı, ne vardı bir kaç sene kimliğini gizleyip onlar gibi davransa ve içten içe sistemi fethetseydi vs.vs. Burada Rasulullah stratejik bir hata yapmıştır diyebilir miyiz? Elbetteki hayır çünkü herşeyde olduğu gibi rasulullah bu davanın metodunu da Allahtan almıştır.Kıyas ve icmaya gelince şanlı müctehidlerimiz "Kafirin mümine velayet hakkı yoktur “diyerek sosyal standardı belirlemişlerdir. Şu halde biz müslümanların demokratik seçimlerde tavrımız, ona katılmak değildir. Ona katılarak bazı müslümanları şirk, zulüm, günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir.

Bu işten Allah’a sığınmalıyız. Tavrımız, hayatımızı kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm ve zulümat ile, cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti sistemi tüm kurumları ile red edip hayatımızdan söküp atmak ve Allah’ın dinini hakim kılmak için Allah’a dayanıp, Allah’ın hükümlerine sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve sebatla çalışmak olmalıdır. Oy vermenin bir sakıncası da “Küfre rıza küfürdür” hükmüne zıddıyetten gelir. Ayrıca Rasulullahın "Kim kötü bir çığır açarsa " diye başlayan hadisi de bize diyor ki oy vermek tehlikeli ve büyük vebali olan bir ameldir. O halde bize düşen mürted kafirlerle aynı çatı altında aynı işleri görecek yeni tağutlar çıkarmak değil, Allah'ın(cc) nizamını ikame edecek mücahidler çıkarmaktır.Partiler ancak mevcut statükoyu muhafaza yoluna girmiş tembellerin ve çıkar ve menfaatperestlerin yurdudur. Bizler insanları iktidarı bir tağuttan almaları ve diğer bir tağuta vermeleri inancını reddediyor, onları anın vacibine çağırıyoruz. Anın vacibi tağutu inkar etmek, düzenini tarumar etmektir.Yemin meselesi Partiler gerçekten de Türkiye müslümanları açısından çok muallakta bırakılan meselelerden birisidir. Bu bölümde işlemek istediğimiz mesele milletvekili olarak seçilenlerin, mecliste ettikleri yemin ve fıkhi görüntüsü ile ilgilidir. Şöyle özetleyelim meseleyi ki meselenin anlaşılması mevzunun anlaşılması kadar mühimdir: Bir müslüman adaylığını koyar, meclise seçilerek girer ve anayasaya Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına yemin edebilir mi? Bunda hüküm nedir?Öncelikle şunu arz edelim ki, Darul harb olan beldeler, çağdaş Ebu Cehillerin beldeleridirler. O beldeler cehalet ve taassubun yuvasıdır.Ve böyle bir diyarda kişiler Allah’ın din ve diyanetini hakkıyla öğrenemeye bilirler..Şimdi tekrar konumuza dönelim...

Kişi hiç bir surette elfaz-ı küfür olan bir lafzı söyleyemez ve kullanamaz. Yalnız işkence ve ölüm tehdidi gibi durumlar hariç. Şayet kullanırsa cümle fukahanın ittifakıyla Kafir olur.Yemin konusunda durum şöyle bir görüntü arz eder: Öncelikle iki durum ortaya çıkar; Hz.Peygamberin "Atalarınızın, ana ve babalarınızın ve putların adına yemin etmeyin" hadisince böyle bir amel men edilmiştir. Caiz değildir.Muhteva olarak ise bu yemin tamamen bir elfaz-ı küfür olmakta. Çünkü mecliste çıkıp milyonların gözleri önünde bir küfür anayasasına uyacağına, yani onu meşru tanıdığına ve dahi Allah’ın nizamını ilga etmiş Ataputun ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağını ikrar ve ilan eden kişi elbette ki küfre girer.



Ve dahi kişinin bu küfre girmesine sebeb olan bilumum seçmen de bu vebal den paylarını alırlar.Nitekim ayet-i Kerime de şu şekilde buyrulur: “İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma) hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun (O’nun şeriatına bağlanın). Çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2) Rasulullah (SAV) şöyle buyurdu:“İster zalim olsun, ister mazlum (mü’min) kardeşine yardım et.Oradan bir adam; “Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise nasıl yardım edebilirim? Dedi. Rasulullah (SAV) şöyle buyurdu: Onu zulüm yapmaktan alı koyarsın. İşte bu ona yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264) Ayrıca bu kişiye bu uyarı yapıldığında; O zat "Hayır canım neresi harammış, neresi küfürmüş gibi bir tavra bürünürse, bu sefer gerçekten daha da büyük bir pisliğin içine düşmüş olur.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:33
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Allah’ın ayetlerinin inkar ya da alay edildiği meclislerde oturulabilir mi?

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Allah’ın ayetlerinin inkar ya da alay edildiği meclislerde oturulabilir mi?
Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terk et). Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am: 68)“

“O, Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerini inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman,nlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa:140)

Son söz olarak şunları söyleyelim ki: Takiyye olarak bir fiili adlandırabilmek için onun takiyye şartlarına uygunluk arzetmesi gerekir.Kulların her nefsi hareketlerine şeriatten bir delil getirmeye kalkmak ancak Allahın dinini tahrif etmektir.Bizler ancak ve ancak doğru yola Allah ve rasulü ile onların bize öğrettikleriyle varabiliriz. Bunun bilincinde, particilik gibi tüm bidatleri reddediyor ve tüm kardeşlerimizi, kopmaz sağlam ipe sarılmaya ve bir tek kelimeye çağırıyoruz.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:34
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Parlementoyu hep dinsizler mi ele geçirsin; adamlarımız olmasın mı?

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Parlementoyu hep dinsizler mi ele geçirsin; adamlarımız olmasın mı?
Partileşerek İslam adına hizmette bulunduklarını ima eden bazı çevreler şu ilginç ve garip savunmayı ortaya koyuyorlar "Bu gün meydanı zalimlere mi bırakalım?" ve yahutta “Şayet biz bu sistemde yerimizi kapmazsak, onlar başa geçerler. Eğer onlar da başa geçerlerse bizi ezerler, ama biz başa geçersek onları biraz dizginleriz, böylece daha az zulüm olur." Zalimlerden gelebilecek ihtimal dahilindeki tehlikeler için şer'i şerifin hükümlerinde bir değişiklik olamaz. Allah böyle korkuyla amel edenleri kınıyor ve şöyle diyor: “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli (dost ve yardımcı) edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin velisidirler. İçinizden onları veli edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez.- Kalblerinde hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koştuklarını görürsün. Dikkat edilsin ki, Allah bir fetih yahut katından bir emir/azab getirecek de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklar. (O zaman) iman edenler; ‘Bunlar mı bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de hüsrana uğramışlardır.(maide:51-52-53)” Bize düşen her konuda olduğu gibi, bu konuda da işi Allah ve rasulüne dayandırmak olacaktır. Acaba bu şekilde savunma yapan particilerin, savunmaları şeri kaynaklarca onları haklı çıkarır mı yoksa çıkarmaz mı?Geliniz kaynaklara bakalım. İmam Hadiminin Barika adlı kitabında Günahlar zikredilirken geçen şu ibareye bir göz atalım: "Zulme sebeb olma ihtimali varken nazıra ve nezırın yaptığı işlere bakmak."

Bu pasaja göre zulmetmesinden korkulan bir nazır yani bakanın ve ya vekillerin işlerine bakmak, işlerinde onlara yardım etmek, yanlarında çalışmak, dinimizce günahlar arasında yer almıştır.Ayrıca Allahu Teala ve tekaddes hazretleri Hud suresi 19.ayette şöyle der: "İyi biliniz ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.”

Şimdi bu zaviyeden bakınca zulüm her çeşidiyle haramdır. Bir müslümanın yeri zalimlerin sağı, solu, önü, arkası değil tam karşısıdır. Kimse hiç bir şekilde az zulüm yapmak için bu ümmetin başına geçemez. Hele hele İslam adına asla Sıfat ya islami olacak ya da zalim...Diyelim ki başa geçtiniz ve az zulüm yaptınız peki bunun hesabı Allah’a nasıl verilecek?Bunun hesabı nasıl verilir?Hele hele bu verilmesi gereken hesap kul hakkıysa...Zulmettiniz ya! Şehitlerden bile afv olunmayan bu vebal sizin omuzlarınızda sevaba mı tebdil olunacak? Ne diyeceksiniz? Çıkıp huzur-u ilahiye "Ya rabbi ben bu kadar günahı senin yolunda mücadele ve mücahede ederek mi kazandım" diyeceksiniz?

Tağut’ların ,Bel’am’ların , makamında ben olmasam , bir başkası olacak mantığı , tabi ki İslam’ın kabul edebileceği bir mantık değildir . Bunu misalleştirmek gerekirse (daha iyi anlaşılması için) : Çok doğuran lepistes diye bir balık yavruluyor ve sizde akvaryumda bu doğum anını izlediğinizi hayal ediniz. Küçücük yavru doğuyor ve hemen yüzmeye başlıyor.

Bu güzel manzarayı seyrederken ve bu güzelliğin hikmetlerini düşünürken , hiç hoşlanmayacağımız bir görüntü ile karşılaşıyoruz ve yavruları doğuran anne balık , doğurduğu yavrulardan üç , beşini yiyiveriyor.Gerçi ,saklanamayan diğer yavruları da akvaryumdaki diğer balıklar yiyiveriyor.

Buna rağmen anne balığın kendi yavrusunu yemesini hoş karşılayabilirmiyiz. Tabiki hayır . Şimdi anne balığa sorsak ,bize aynı particilerin metoduyla cevap vererek:“ben yemesem ,nasıl olsa başka balıklar yiyecekti“.Bu cevap mantıklı, doğruluk payı olduğu gözükse de asla kabul edilemez. Yavrusunu yiyen bu anne balığa , onun bir anne olduğunu , kendi karnında büyüttüğü ve doğurduğu yavruyu yememesi gerektiğini , yavruları başka balıklar yese bile , bir anneye kendi yavrusunu yemesinin hiç mi hiç yakışmadığını anlatmak isteriz.Tabi ki bu bir hayvandır . hayvan olduğu için ne kendisiyle konuşuabilir , ne de yargılayabiliriz. Fakat ya insanlar!

Kendi yavrusuna saldırır gibi , kendi dinine saldıran , kendi dinine zarar veren insanlar !

“buraya ben oturmasam , bir başkası oturacaktır” diyerek bu koltuklara oturan ve dünyevi kaygılar ile tağut’luk ve bel’am’lık misyonunu icraate döken kıt beyinli ahmaklar ile , yediği yavruları için “ben yemesem bir başkası yiyecekti” diyen balıklar arasında tek fark vardır . balık hayvandır , bunlar ise insandırlar , ve akıllarının olduklarının iddiasındadırlar.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:36
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Sert olmayalım , particilere karşı yumuşak davranalım

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Sert olmayalım , particilere karşı yumuşak davranalım

Bizim öyle sert,katı,uzlaşmaz bir görünüm ortaya koymamıza gerek yok.Çünkü hoşgörülü, yumuşak, sevgi ile muamele her kapıyı açar. Hem biz herkesi sevmeliyiz. Tüm insanlarla ya dinde kardeşiz ya da hilkatte kardeşiz. Müslüman olsun olmasın her insana sevgi ile muamele etmeli, hoşgörülü, uzlaşmacı olmalıyız.O zaman onları da karşımıza almış olmayız.Onların bize düşmanlık yapmalarından, zararlarından korunmuş oluruz. İslâm’a hizmet faaliyetlerimizi de bir yandan-sürdürürüz.” diyorlar
Kafirlere, zalimlere hümanist duygularla yumuşak, hoşgörülü, uzlaşmacı ve sevgiyle muamele yaklaşımına gelince bunu da Allah’u Teâla kesinlikle reddediyor:“O halde (hakikati) yalanlayanlara tabi olma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (Kalem: 8-9)

Görüldüğü gibi ayeti kerimede Allah’u Teâla Resulü’nün şahsında onun ümmetine kafirlere karşı tavizkâr tavır almayı yasaklıyor.Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü bize apaçık bildirerek onlara karşı takınmamız gereken tavrı şöyle açıklıyor:“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri (kafirleri) sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar.Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmuştur. içlerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.Eğer düşünüp anlıyorsanız, herhalde ayetlerimizi size açıklamış oluruz.işte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.Siz bütünüyle Kitaba inanırsınız.Onlar ise, sizinle karşılaştıklarında inandık derler.Kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Kininizle geberin! deyiver.Size bir iyilik hafifçe dokunursa, bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelirse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”(Al-i İmran:118-120)

İşte bu ayet-i kerimelerle Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü bize böylece apaçık bir şekilde beyan ediyor. Bu hakikatleri bildikten sonra biz Müslümanların onlara karşı tavrı elbette hoşgörü sevgi değil de nefret ve düşman tavrı olmalıdır. Onlara sevgi gösterileri hem boşunadır hem de Allah’u Teâla’nın tasvip etmediği bir tavır olur.Onlar bizim hakkımızda hiç hayır ve iyilik istemediklerine göre “gelin demokratik arenaya girin, demokratik mücadele ile istediklerinizi elde edin” diyorlarsa bilelim ki bu bizim hayrımıza değildir. Eğer aklediyorsak onların bu davetlerine icabet etmeyiz. Eğer icabet ediyorsak çok aptalca, akılsızca bir iş yapıyoruz. Allah’ın sözüne kulak asmıyoruz demektir.Onların bize karşı kurdukları hile, tuzak ve düşmanlıklarından kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve onlardan görünme gayreti içine düşmek onların arasında koşuşturmak değil sadece ve sadece Allah’ın şeriatına bağlanmaktır
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:37
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Bu kadar alim , hoca var ;onlar bilmiyorlar mı bunu ?

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Bu kadar alim , hoca var ;onlar bilmiyorlar mı bunu ?
Allah (cc) şöyle bildirdi:
“Eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiç bir zarar vermez. şüphesiz Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”(Âl-i imran:120)

Demek ki; “şer'î hükümlere göre davranırsak kafirler bizi yok ederler” düşüncesi bu ayeti kerimenin mefhumuna tamamen ters düşer. İlmiyle her şeyi çepeçevre kuşatan Allah’tan daha iyi kim bilebilir ki. O, siz şeriata bağlanıp sabırlı olun, onların hile ve tuzakları size bir zarar veremez, diyorsa Müslüman’a düşen, Rabb’isinin bu sözüne güvenip teslim olmaktır. Bunun dışındaki bütün tavır ve yaklaşımlar kesinlikle gayri İslâm’idir.Bazı kimseler bu izahatları da, nasihatleri da işittiği halde şöyle bir itirazla yine de o yanlış, batıl tutumlarında ısrar ediyorlar. “Efendim, bu kadar alimlerimiz var, onlar bunu bilmiyorlar mı? O kadar alim bizim bu demokratik parlamento seçimlerine katılmamıza bir şey demiyor, hatta davet ediyorlar. Onun için biz de onlara tabi oluyoruz” diyorlar. Bu yaklaşımda onlara kardeşlik duyguları içinde sesleniyoruz.Ey kardeşlerimiz! Aklınızı başınıza alın! Biz Müslümanlar alimlerimizi sever, sayarız, fakat Rabler ittihaz etmeyiz.O halde alimleri Rabler ittihaz eden Yahudi ve Hıristiyanlar gibi olmayınız!.. Yukarıdaki ayetler ve hadisler ışığında bu meseleyle ilgili Allah’ın hükmü gayet açıkken hiç bir alimin ters bir fetva verme yetkisi yoktur. Fetva vermeye kalkarlarsa, o ancak heva ve hevesinden bir fetva olur ki bu red olunur. Ona rağmen biz o alimlerimize tabi oluruz diyenler ve onlara tâbi olanlar, Ahirette Allah’ın huzurunda hüsrana uğrayacaklarını Allah’u Teâla ayet-i kerimesinde şöyle bildirdi: “Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün, eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik! Derler. Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize, liderlerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar.Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov derler.” (Ahzab: 66-68)

Evet şer'î hüküm ortada iken biz hocalarımızın, üstatlarımızın, efendilerimizin yolunda gideceğiz diyenler bu ayetlerle muhatap olurlar . Sözün özü, biz Müslümanlara düşen; çağdaş şirk, tağuti, cahiliyye sistemi olan demokratik sistemin seçim arenalarında ömür tüketmek değil de o pis sistemi, şer'î hükümlere bağlanarak ve Allah’a dayanarak söküp atmak için çalışmak ve onun yerine dünya ve ahirette aziz ve de mesud kılacak olan, İslâmî hayatı tekrar hakim kılıp İslâm’ı aleme nur ve hidayet olarak tatbik ve cihad ile taşıyacak olan islam devleti için ihlasla çalışmaktır.O zaman Allah yar ve yardımcımızdır.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:39
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Yusuf (a.s.) parti gibi başa geçmiştir bizde onun gibi çalışıyoruz mazeretine reddiye

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Yusuf (a.s.) parti gibi başa geçmiştir bizde onun gibi çalışıyoruz mazeretine reddiye
Yusuf (a.s.) ve Muhammed ümmeti
Bir arkadas ; Yusuf (a.s)'da kafir olan hükümdarın ülkesinde hazine bakanlığı yapmıştır. Eğer parti kurmak küfür olsaydı hiç Yusuf (a.s) kafir bir ülkede maliye bakanlığı yaparmıydı.;Firavunun ölümü ile Mısır’a sultan olur muydu? Kuran’da da geçiyor diyerek partisel çalışmaları meşru zemine oturtmaya calısarak kendi fikrine hak aramaya çalışıyordu.

Evvela bu mesele usul-ü fıkıh ilminde “şer’u men kablena “, yani bizden önceki peygamberlerin şeriatlerinde sabit olan şer’i bir hükmün bizim için de bağlayıcı olup olmaması ile ilgili bir meseledir. Bizden öncekilerin şeriatlerinin bizim için bağlayıcı bir hüküm ifade edeceğini kabul edenler bile, bir takım şartlarla kabul ederler. Bunlar arasında bizden önceki şer’i hükmün bizim şeriatimizde nesh edildiğinin , yani hükmünün kaldırıldığının sabit olmaması ve bizim şeriatimizde o konuda ondan farklı bir hükmün bulunmaması şartları da vardır .

“YUSUF 54. Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, kendime tahsis edeyim." Sonra onunla konuşunca da: "Sen bugün yanımızda gerçekten büyük bir mevki sahibisin, güvenilir birisin" dedi. 55. O da, ona dedi ki: "Beni bu ülkenin hazineleri üzerine getir. Çünkü iyi korurum, iyi bilirim. 56. Ve işte biz böylece Yusuf'u o yerde temkin ettik (yerleştirdik). Neresinde isterse orada makam tutuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin mükafatını zayi etmeyiz. YUSUF57.

İman edip takva yolunu tutanlar için elbette ahiret mükafatı daha hayırlıdır.” Biz Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırız,çünkü ancak cahiller her konuda bilir bilmez atar ve tutarlar. Öncelikle bir ayetin bir mevzuda delil olması için o ayetin tefsirini bilmek gerekir. Öncelikle şunu ifade edelim ki Kuranda geçen peygamberlerin yada geçmiş kavimlerin kıssaları ahkam ve şeriat bildirmek için değil bilakis ibret almak içindir.Kuran öyle bir kitabtır ki orada geçen mesellerle Allah dilediğini sapıklığa düşürür dilediğini de hidayete kavuşturur. Bu olumsuz Kurana bakış tavrı nedeniyle Ashab-ı Kehfin, ashab-ı uhdud ,Hz.İbrahimin, Hz.Musa’nın ve diğer bir çoklarının mücadelesini değil de sadece ve bir tek Yusuf (a.s.)ın kıssasını görebilmiştir.İşin bir başka boyutu da Hz.Yusufun şeriatının nesh edilmiş olmasıdır. Hz.Muhammed’in gelişiyle din tamamlanmış ve Allahu tealanın bizzat ifade ettiği gibi tek din Rasulullah’ın tebliği kalmıştır. Yani her ne kadar öyle bir ameli Hz.Yusuf yapmış olsa da Muhammediler böyle bir davranışa yeltenemezler. Bir sahih hadis de “ bir gün hz. Ömer elinde Tevrat’tan sayfalarla Rasulullah’ın yanına gelir .Hz. Muhammed (s.a.v.) sorar: elindekiler nedir ya Ömer ?: Hz.Ömer cevap verir : Tevrat’tan sayfalar. Hz. Muhammed (s.a.v.) yüzü öfkesinden kıpkırmızı bir hal alır .Bu hali gören hz.Ömer dehsete düser.Büyük bir hata yaptığını anlar. Rasulullahın yavas yavas rengi düzelir ve :ya Ömer ; Allah’a kasem olsun ki Musa hayatta olsaydi bana tabi olmaktan baska bir sey yapmazdı !!” der. Simdi bu tür vakıalar varken biz hala gecmis , nesh olmus , buna rağmen en son din gelmiş ve Allah c.c. ondan raz olmuş iken , hala macera aramaya girişiyoruz !! Peygamberler Allah'a şirk koşar mı, bu iddianızla Yusuf (a.s)'a şirk koştuğunu iddia etmiş olursunuz. Bu sizin iddianızı çürütür. Çünkü Yusuf (a.s) hayatı boyunca Allah'ın hükmüyle hükmetmiştir. Bir tek delil dahi Kral'ın hükmüyle hükmettiğine dair bir delil gösteremezsiniz. Bilakis: "Biz Yusuf'a böyle bir plan kullanmasaydık, hükümdarın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı." (Yusuf: 76)

Ayette de görüldüğü gibi Yusuf aleyyisselam Kralın dinine göre değil de Allah'ın hükmüne göre hükmettiğini görüyoruz. Bu da Yusuf (a.s) Allah'ın hükmü dışında bir hükümle hükmetmediğini gösterir. Bu da sizin iddianızı boşa çıkarır. Bilakis; (Yusuf: 40)'da hükmün tamamen Allah'a ait olduğunu bildiren kendisidir.Görüldüğü gibi Yusuf a.s. kendisi bağımsız , kralın yanında görev aldığında dinden çıkarıcı hareketlerde tazimlerde hüküm koymada ve hükme uymada bir fiiliyata bulunmamıştır. Ve Allah c.c. 56 ayette “onu biz yerleştirdik ve neresinde isterse orada makam tutuyordu “; bir özgürlük var Yusuf’a (a.s.). En küçük bir küfr olsa bu olur muydu?Bu iddia ise tağutun kanununa uymakla suçlamaktır.Günümüzün demokrasisinde küfre girmeden makam sahibi olmak mümkün müdür? Particilerin arkasinda hz. Yusuf (a.s.)a oldugu gibi vahy mi var? Hata yaptığında düzeltiliyor musun? Üstelik bu makama Allah c.c. getirdi Sahi günümüz particileri Allah mı getiriyor . küfr kanunları ile hükmetmeleri için ?

Helalleri haram , haramları helal yapmak için , putların önünde 2 dk. İbadet (tazim) etmek için , küfr laik demokratik ilke ve inkılaplara bağlı kalıp koruyacağına yemin etmesini ‘Allah c.c. mı emrediyor?

Yoksa yine Yusuf suresi 40 ayette dediği gibi :“Hüküm ancak Allah'a aittir”: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."aglaYUSUF 40)

Hüküm , kanun koymanın Allaha ait olduğunu . Kim kanun koyuyorsa islama zıt onun ilahlık yaptığını ve onları normal görenlerin ise o kanun koyanlara kulluk ederek ibadet etmiş olduklarını. Halbuki bir tek allaha ibadet etmek (onun kanunlarına uymak) emredildiğimizi bildirir .yine TEVBE 31 de helali haram , haramı helal diye kanun koyan kişi yada sistemlerinin RABB‘ lik yaptıgını , bunu normal gören kişilerin (seçmenlerin ) onlara ibadet ettiğini bildirir. “Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” (TEVBE 31)

Bu ayetin tefsirine baktığımızda her şey çok güzel anlaşılmaktadır.Din bilgini , rahip , alim bile olsa eğer Allah’ ın kitabında hükümler konusunda Allah’ın koyduğu hükümlere muhalif olarak hüküm koyanlar RABB’lik yapmışlardır (mesela parlemento ,hükümet).

Bunlara normal görerek uyanların ise onlara ibadet ettiğini (mesela halk, seçmen) en güzel sekilde hz.MUHAMMED (s.a.v.) bildirmistir.

İmam Ahmed , Tirmizi ve İbn Cerir’in muhtelif kanallardan olmak üzere Adiyy b. Hatem’den rivayet ettiğine göre ; Allah rasulu’nün daveti ona ulaştığında Şam’a kaçtı. Cahiliyye döneminde Hırıstiyan idi. Kız kardeşi ile kavminden bir gurup esir alınmıştı.Sonra Allah rasulu kız kardeşine iyilikte bulundu , serbest bıraktı. O da kardeşine gitti. İslam’ı ona sevdirdi. Allah Rasulunun yanına girdiğinde , halk onun gelişini konuşuyordu. Yanına geldiğinde Adiyy’in boynunda gümüşten bir haç vardı. O an Allah rasulu (s.a.v.) “ Allah’ı bırakıp ta haham ve rahiplerini Rabler edindiler” ayetini okuyordu. Adiyy diyor ki : Onlara ibadet etmediklerini söyledim. Buyurdu ki:”Hayır , ettiler.Helali haram , haramı da helal kıldıkları zaman , onlar bunlara uydular . Bu , onların yaptığı ibadettir” (İbn Kesir Tefsiri , C .7, sayfa 3456) Aynı zamanda hadistir: İmam Ahmed , Tirmizi ve İbn Cerir

Allah Rasulunun (s.a.v) Allah’ın (c.c.) ayetini tefsiri yasama ve yargılamada uyma (ittiba etme)nin dinden çıkaran bir ibadet olduğuna kesin delildir.Bazı insanların kimilerini Rab edinmeleridir.Bu , bu dinin şirki yok etmeye , “yeryüzünde” “insanı” Allah’tan başkasına ibadet etmekten kurtarmaya geldiğinin açık bir ilanıdır.Bu ayetin tefsirine bakıldığında bu hadise ulaşılacaktır. Ve en güzel tefsiri Allah’ın rasulu yapmış , yoruma mahal bırakmamıştır .

“Allah ve Rasulu bir şeye hükmedince inanan erkek ve kadının işlerinde başka yolu seçme hakkı yoktur. Kim Allah'ın Kitab'ına ve Rasulün sünnetine karşı gelirse apaçık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzab 36)

Her emire uymak küfür değildir. Mesela trafik kanununa uymak ,imar kanununa uymak küfür değildir. Küfür şirk koşmadır ve Allah’a muhalif bende kanun koyarım firavun gibi demektir!

Hz. Yusuf hükümdarın küfr olmayan emirlerini yerine getirmiştir çünkü bu imana bir sakat vermez , sakatın kuranı emirleri , puta tazimi , haramları uygulatmakla yasallaştırıp , farz yada helalleri yasaklamakla olur. Hz. Yusuf böyle bir şey yapmamıştır . delilde yokdur .

Yine 76 ayette “Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin eşyalarından önce onların eşyalarını aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünün içinden çıkardı. İşte Yusuf'a biz böyle bir oyun öğrettik. Melikin kanunlarına göre, kardeşini alıkoymasına imkan yoktu. Ancak Allah dilerse o başka. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır.” Melikin kanununa uymadığını böyle bir kanuna uymada serbestliği olduğu , Allahın kanunuyla hareket ettiği ayetle sabit olmasına rağmen particiler ,hala yusuf-(a.s) delil almaya calışıyorlar.Bunun yanında -“ Allah size Kitab (Kur'an)da:"Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır” (NİSA 140)

Bakalım RASULULLAH; cahiliyenin DARUNNEDVE küfür parlementosunun teklifini neden reddetmiş? Particiler ise girmek için can atıyor. Ve tesetture dışarı dışarı denen yer ,içkinin tekel adı altında üretildiği, faizin banka kurarak helalleştirildiği, zinanın genelevi açarak müslüman bacıları çalıştırarak yine müslumanım diyen polisleri güvenliğini sağlatarak devlet kontrolünde güvenli zina yaptırarak helalleştirip ; sonrada vergisini alarak , diyanet başkanına, müftülere, imamlara yedirerek cemaati de bunlara uydurarak namaz kıldırtarak , helallerin haram haramların helal dendiği mecliste oturma islamı savunma adı bile olsa . orayı terk et . orada bulunan onlar gibidir-der-!!! Bir hadiste ise“ Bir mümin aynı delikten iki kere ısırılmaz” der. Sahi mümin olmak icin daha kac kere partiler kapanacak? Kaç kere balans ayarı çekilecek ki sünnetullaha dönelim? Yine bir başka mesele de Hz.Yusuf’un Kralın yanındaki pozisyonu ile Particilerimizin Kemalist sisteme karşı olan pozisyonudur. Biz Yusuf peygamberin tevhidi inancını okuduğumuz ayetlere binaen diyoruz ki gizlediğini yada Kralın ters bir emri ile bırakıp Kral a ve onun kanunlarına uyduğunu görmüyoruz; böyle bir davranış da Nebilerin tavırlarından olamaz. Çünkü onların Sıdk ve tebliğ gibi iki sıfatları vardır. Sıdk davalarına olan sadakatleri, Tebliğ ise Allah’tan aldıklarını kendilerinden bir şey katmadan olduğu gibi tebliğ etmeleridir Oysa partiler ve malum partici tayfa her kırbaç şaklamasında mevcut sistemin dümen suyuna girmektedirler ki bu iman ve islam namına ölümdür. Allah hepimizi nass ları işine geldiği gibi yorumlayanlardan muhafaza buyursun ve öyle bir meslekle de iştigal ettirmesin. Amin
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:41
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
HILFU’L – FUDUL ANDLAŞMASI

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Bilindiği gibi bu bir andlaşmadır. Hz. Peygamber ile Mekke’nin ileri gelenlerinden birkaç kişi arasında zalimlere karşı çıkmak , mazlumların, müstekbirlerdeki haklarını almak üzere kurulmuş bir cemiyettir . Bu cemiyetin üstlendiği bütün görev ,kendi aralarında dayanışarak zalimlere karşı mazlumları korumak, haklarını almalarına yardımcı olmaktan ibarettir. Peygamberlikten önce Mekke’de Hz.Peygamber’in katıldığı antlaşma gereğince, eğer bir mazlumun yardımına çağrılması istenecek olursa , yardımına koşacağını Medine’de dahi ifade ettiği rivayet edilmektedir. Bu rivayetten anlaşılabilecek olan, mazlumun hakkını korumak için gerektiğinde kafir şahıslarla dahi dayanışma içerisinde olunabileceğinden ibarettir. Böyle bir olaydan ve buna atıfta bulunduğu anlaşılan bir rivayetten, İslam ile hükmetmeyen hükümetlere ortak olmanın ve islam dışı düzenlerin İslam dışı hükümleriyle hükmetmenin caiz olduğu sonucu çıkarmak mümkün değildir.Çünkü bu rivayette uzaktan olsun yakından olsun, İslam dışı bir yapının aldığı kararlara bağlı kalmanın ,çıkarmaya elverişli bir ifade yoktur. Kaldı ki Peygamber efendimizin Mekke’deki Dar’un-Nedve ‘ye karşı bu hususta takındığı tavır belli ve bilinen bir tavırdır. Hz. Peygamber, değil onların kabul ettikleri anayasal hükümler çerçevesinde görev alma teklifini , başlarına kral olmak tekliflerini dahi reddetmişti.Durum bu olduğuna göre, Hz. Peygamberin Hıfu’l-Fudul ile ilgili ifadelerinden, cahili düzenlerin bakanlıklarını kabul etmenin cevazına dair bir delil göstermeye imkan yoktur.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:42
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
NECAŞİ ; Küfür Kanunlarını Tatbik Etmenin Meşruluğuna Delil Olamaz

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Medine vesikası ve Hudeybiye anlaşması delil midir ?

NECAŞİ ; Küfür Kanunlarını Tatbik Etmenin Meşruluğuna Delil Olamaz

MEDİNE VESİKASI VE HUDEYBİYE ANLAŞMASI DELİL MİDİR ?

Son zamanlarda Türkiye’deki egemen laik güçler ile uzlaşma arayışı içirisinde olan bazı müslümanlar, bunun için Medine Vesikasının ve Hudeybiye Anlaşmasının delil olarak ileri sürmektedirler.

Bu iddia uygun ve yerinde değildir .Çünkü antlaşmalar, karşılıklı hür ifadelerle yapılır.Evvela bizim antlaşma yapmak irademiz , karşı tarfın şartlarına bağlı kalmak zorunluluğu dolayısıyla eksiktir. Çünkü ,hiç bir şekilde onların belirlemiş oldukları genel çerçevenin yani mevcut düzenin belirlemiş olduğu meşruiyet çerçevesinin dışına çıkmak iradesi verilmemektedir. Diğer taraftan ; Şeriatın hükümleriyle çelişen hiçbir anlaşma asla yapılamaz . Böyle bir yetki kimseye verilmemiştir. Demokratik yöntemi ve süreci kabul etmenin ise İslam’ın açık hükümleriyle, naslarıyla ne derece çatışma halinde olduğu ise bilinen bir husutur. Çünkü mesele doğrudan doğruya İslam itikadının en hassas meselesi olan hakimiyet ve teşri ile alakalıdır. İslamda anlaşma vardır ama uzlaşmanın yeri yoktur... Burada da bir uzlaşma değil, Kureyşlilere karşı ortak bir savunma söz konusuydu. Buradaki önemli nokta, Medine’deki müslümanların hiçbir gücün egemenliği altında olmamalarıdır.

Bugün bir müslümanın kendisinin laik veya kafir bir devlete teslimmiyetine Medine vesikası ile meşruiyet kazandırmaya kalkması en azından mantık sınırlarını zorlamaktadır...Şimdi bu gerçeklerin ışığında bakalım: Pakistan başkanı Eyü han, ABD Başkanı Johson’ın baskısıyla Rusya da Kosigen nezaretinde Hindistan ile 1966 anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Pakistan’ın bu ağır şartları kabul edeceğini Hindistan başkanı Lal Bahadır Şastrı hiç beklemiyordu. Hatta bu başarıya kalbi dayanamadı ve anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Taşkent’te kalp krizinden öldü. Ama Eyüp Han bu anlaşmayı Hudeybiye anlaşması olarak millete yutturmaya çalıştı. Aynı şekilde 1988 yılında Başbakan Junejo, Rus ve ABD baskısı altında Cenevre’deki anlaşmaya imza koyarak Afganistan’ı bugünkü çıkmaza sokmuştur.

Ama Enfarmasyon bakanı olan Abdul Vahid Han buna karşı çıkanlara Hudeybiye anlaşmasını örnek gösteriyordu. Rahmetli Muhammed İkbal ümmetin bu hastalığını şu şekilde dile getirmeye çalışmıştır: Müslümanlar ne kadar tembelleştiler. Kurana uymak yerine onu kendilerine uydurmaktalar.Eğer zaruret ve genel ihtiyaç diye girilen yol uzun vadede dinin bozulmasına, dini hayatın zayıflamasına, islamın gelmesine değil gitmesine sebep oluyorsa, pirince gidenler evdeki bulguru da kaybediyorlarsa bu durumda elbette zaruret hükmünden yararlanmak caiz olamaz.

NECAŞİ ; Küfür Kanunlarını Tatbik Etmenin Meşruluğuna Delil Olamaz :

Rasulullah (s.a.v.)in Mekke döneminde Müslümanları kendisine hicret için gönderdiği Necaşi ile, Hudeybiye anlaşmasından sonra tebliğ mektubu gönderdiği Necaşi ‘nin aynı kişiler olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır. Yine, Rasulullah (s.a.v.) in Mekke döneminde , hicret için Müslümanları gönderdiği Necaşi ‘nin , Müslüman olup olmadığı konusunda da ihtilaf vardır. Eğer Rasulullah (s.a.v) in Mekke’de iken kendisini övüp adil olarak vasfettiği ve bu yüzden Müslümanları yanına hicrete gönderdiği Necaşi Müslüman olmuşsa, o zaman bu kişi ile , Rasulullah (s.a.v.) in Hudeybiye anlaşmasından sonra Müslüman olması için mektup gönderdiği Necaşi ‘nin farklı kimseler olması gerekir . Çünkü bu ikisi aynı şahıs olsaydı ve o kişi Müslümanlar kendisine hicret ettiğinde Müslüman olmuş olsaydı, Rasulullah (s.a.v) ona Müslüman olması için mektup göndermezdi. Bu iki necaşi’nin aynı şahıs olabilmeleri için Müslümanların hicret ettiği Necaşi’nin o dönemde Müslüman olmamış olması gerekir. Yani o, her ne kadar İsa’nın Allah’ın kulu ve rasulu olduğuna inansa da, aslında Rasulullah’a tabi olmamıştır.Tıpkı Herakl ‘in Rasulullah (s.a.v.)in risaletine inanmasına rağmen, mülkünü kaybetmekten korktuğu için Rasulullah (s.a.v)e tabi olmaması gibi. Bu görüşe göre Necaşi; ancak Rasulullah(s.a.v) ona hudeybiye anlaşmasından sonra mektup gönderdiği zaman Müslüman olmuş ve Müslüman olduktan sonra İslam’ını gizlemeyip herkese açıklamış , Amr bin As‘ın da dediği gibi çevresindeki kişiler de ona tabi olmuş ve müslüman olduktan sonra İslam’a göre hareket edip Herak’e karşı tavır almışlardır .Yine bu görüşe göre Rasulullah (s.a.v.) in cenaze namazını kıldığı Necaşi de bu kişidir. Bu görüşe göre ; bir kişinin Müslüman olduğu halde küfür kanunlarını tatbik etmesinin meşru olabileceğine Necaşi’yi delil östermesi apaçık bir hatadır.Zira bu görüşe göre Necaşi Müslüman olur olmaz İslam’ını açıklamış ve İslam şeraitini uygulamış, Herakl ‘e gönderdiği parayı , yani maddi desteği kesmiş ve; “Bundan sonra ona bir dirhem bile göndermem“ demiştir. Bu sözü onun İslam şeriatını tatbik ettiğinin en büyük delilidir.Eğer Rasulullah (s.a.v.) in Mekke’de iken Müslümanları gönderdiği Necaşi Müslüman olmuş ve imanını gizlemiş ise , o zaman mektup gönderdiği Necaşi ‘nin ayrı bir kişi olması gerekir. Bu görüşe göre Rasulullah (s.a.v.) in cenaze namazını kıldığı Necaşi , Müslümanların Mekke’den kendisine hicret ettikleri Necaşi ‘dir ve bu necaşi Hudeybiye anlaşmasından önce vefat etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) bu kişiyi Müslüman kabul edip cenaze namazını kıldığı için bizim de onu Müslüman kabul etmemiz gerekir. Müslim ‘de geçen bir hadisteki Enes (r.a.) )un sözü de, Hudeybiye’den sonra mektup gönderilen Necaşi’nin Müslümanların hicret ettiği Necaşi olmadığını ve Rasulullah’ın cenaze namazını kıldığı Necaşi’nin de birinci Necaşi olduğunu göstermektedir .Bu görüş , diğerlerinden daha sıhhatli bir görüştür. İslam’dan habersiz bazı kişiler bu görüşü ; “ Necaşi Müslüman olduğu halde islam’ını gizlemiş ve kafir kanunlarını tatbik etmiştir “ diyerek , kişinin kafir devletlerde hükümdar olup , kafir kanunlarını tatbik edebileceğine ve bunun , o kişinin Müslümanlığını zedelemeyeceğine delil göstermişlerdir . Şüphesiz bu son derece sapık ve batıl bir delillendirmedir . Müslümanların hicret ettiği Necaşi Müslüman olup imanını gizlese bile, bu hadise onun , Allah’ın kanunları dışında tatbik ettiğini göstermez. Bunu söyleyebilmek için Necaşi’nin, Allah’ın kanunlarına zıt kafir kanunlarını tatbik ettiğine dair somut bir delil getirilmesi gerekir.

Halbuki rasulullah (s.a.v.) daha bu zat Müslüman olmadan önce Müslümanları ona gönderirken onun adil olduğunu söylemişti. Allah’ın şeraitine zıt hareket eden bir kral adil olarak vasfedilemez. Böyle bir vasıflandırmanınbir rasul tarafından yapılması ise hiç düşünülemez. Rasulullah (s.a.v.) in ona adil vasfını vermesi, onun insanlara Allah’ın razı olmadığı kanunları tatbik etmediğini gösterir ki , o zaman için bu kanunlar gerçek hırıstiyanlık dinine uygun olan kanunlardı . İşte Necaşi de bu kanunlara göre hüküm vermekteydi. Rasulullah (s.a.v.)in bu sözü olmasa bile, Necaşi’nin kral olması, ona istediği kanunu uygulama yetkisini vermektedir.O imanını gizlese bile imanına uygun kanunları tatbik edebilme imkanına sahipti.Zira o dönemin kralları, insanlara istedikleri kanunu tatbik edebiliyorlardı. Onların her sözü kanundu ve tatbik ettikleri kanunlara da itiraz edilmezdi.Bu , krallığın bir gereğiydi. Necaşi vefat edene kadar , özellikle hadler konusu başta olmak üzere bir çok İslam kanunu henüz inmemişti. Bu yüzden Necaşi henüz mevcut olmayan kanunları tatbik etmemekle suçlanamaz.Dahası, önceki rasullerin şeraitlerindeki hükümler , Rasulullah (s.a.v.) in şeraitine uygun olduğunda, bunları tatbik etmek de zaten İslam’ın bilinen bir hükmüdür. Sonuç olarak ikinci görüşe göre de, Müslümanların kendisine hicret ettikleri ilk necaşi islam’ını gizlediğinde, hiç bir zaman İslam akidesine aykırı bir hareket yapmamış, hiç bir zaman tağutluk sıfatını almasına sebep olacak, Allah’ın kanunlarına zıt bir kanun uygulamamıştır. Bunun aksini iddia eden kişinin somut bir delil göstermesi gerekir.

Allah’ın kanunlarına zıt kanunlar tatbik etmesine rağmen kişinin hala Müslüman kalabileceğine dair Necaşi delil gösterilemeyeceği gibi , ne Kur’an‘da, ne sünnette ne de İslam tarihinde bu görüşü destekleyecek herhangi bir delil de mevcut değildir. Aksine gerek Kur’an , gerek Rasulullah (s.a.s.)in sünneti gerekse İslam tarihi bunun açık bir küfür olduğunu gösteren apaçık delillerle doludur .
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:43
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
İslam’a göre dost ve düşmanlık : Dostluğun gerekleriVelayet ve beraet iyi okuyun.....

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
İslam’a göre dost ve düşmanlık : Dostluğun gerekleriVelayet ve beraet
Velayet Arap lugatinde veli ve mevla sözleri ile eş manaya gelir. « Vela üzere gayret etti » demek “yardım etmek üzere toplandı, birleşti” demektir. Vela mastardır. Mevla ise dostluk üzere velilik yapan demektir.Onun da müslüman olması gerekir. (Lisanul Arab) Fıkhi bir kavram olarak vela: müslümanlar arasında sevgi, yardım, şefkat, merhamet, kefalet ve her türlü zulüm ve şer çeşidini engelleme gibi manalara gelir ki bunlarız bazıları kimi zaman farz ve vacib, kimi zaman da mustehab ve mendubtur. Müslümanlara vela göstermemek de küfür, haram ya da mekruh olabilir.Beraet kavramına gelirsek, beraet de velayetin zıddı yani kafirlere dostluk sevgi ve muhabbet beslememek ve onlara yardım etmemek demektir. Dostluğun ve düşmanlığın da bazı gerekleri vardır.
Dostluğun gerekleri:
Hicret : Yani küfür toplumundan soyutlanmak ve İslama ve islam olan insanlara yönelmek. Yardım : Müminlere canı, malı, kendi nefsi ve diliyle yardım etmek. İyi ve kötü günde onların sevinç ve hüzünlerine ortak olmak. Hüsn-ü zan : Kendisi için istediği iyiliği mümin kardeşi için istemek, onlarla alay etmemek, onları sevmeye gayret etmek, onlarla sohbet ve müşavere de bulunmak.
Hakları eda :Hastasını ziyaret etmek, ölüsünü kaldırmak, onlara alçakgönüllü olmak, onlar için dua ve istiğfarda bulunmak ve kardeşlik haklarının tümünü yerine getirmek. Zulmetmemek : Haklarında casusluk yapmamak, onlara eziyet etmemek. Hakkı tavsiye : Cemaatlarına katılmak, fitne yapmamak, onlarla iyilik ve takva hususunda yardımlaşmak, emr-I bil maruf ve nehy-I anil münkerde bulunmak. Düşmanlığın gereklerini de şöylece sıralaya biliriz.
1. Şirk ve küfür ehlinden nefret etmek.

2. Kafirleri sevmemek ve onları dost edinmemek.

3. Kafirlere yardım etmemek.

4. Ölülerine rahmet dilememek ve istiğfarda bulunmamak.

5. Onlara şirin görünmek için dalkavukluk yapmamak, din namına onları idare etmemek.

6. Onların kanunlarına mahkeme olmamak, ve bu kanunlara rıza göstermemek, adalet beklememek.

7. Emirlerine itaat etmemek.

8. Selamda ilk başlayan olmamak.

9. Dini ve dünyevi olsun onların adet, örf, gelenek ve göreneklerine uymamak.

10. Onların düğün, bayram diğer ayin ve merasimlerine iştirak etmemek.
İşte bahsettiğimiz kaideler ve gerekleri bunlardır bunların delil ve isbatları Kuran ve sünnette mevcuttur ki dileyenler oralarda bulur. Burada detaylarıyla açıklamaya kalkmamız gayenin dışına çıkmamızdır.Rasulullah davet yolunda küfür sistemi içerisine girmenin tehlikesini ve olumsuzluğunu bize hareketiyle göstermiş ve gelecek inanan nesillere miras bırakmıştır. İslam tarihi ile iştigal edenler hatırlarlar ki: Müşrik liderler Rasulullah a gelip:“Ne istiyorsun? İstersen seni Mekkenin lideri yaparız" dediklerinde Rasulullah, Bu işin muhal olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir.: "Bir elime Güneşi bir elime de ayı verseniz ben davamdan dönmem." Evet, onların sisteminde yer alış bir nevi davadan dönüş olmalıdır ki, Rasulullah bunu böylece ifade etmiştir.Aslında şu şekilde yola çıkarsak daha faydalı olacak kanaatindeyim: Rasulullah şayet bu teklifi kabul etse Mekke lideri olup halka kendini iyice benimsetse, ve vardığı doruk noktada tebliğe başlasa daha etkili olabilirdi o kadar insan telef de olmazdı iş insancıl hümanist yollarla bağlanırdı, ne vardı bir kaç sene kimliğini gizleyip onlar gibi davransa ve içten içe sistemi fethetseydi vs.vs. Burada Rasulullah stratejik bir hata yapmıştır diyebilir miyiz? Elbetteki hayır çünkü herşeyde olduğu gibi rasulullah bu davanın metodunu da Allahtan almıştır.Kıyas ve icmaya gelince şanlı müctehidlerimiz "Kafirin mümine velayet hakkı yoktur “diyerek sosyal standardı belirlemişlerdir. Şu halde biz müslümanların demokratik seçimlerde tavrımız, ona katılmak değildir. Ona katılarak bazı müslümanları şirk, zulüm, günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir.
Bu işten Allah’a sığınmalıyız. Tavrımız, hayatımızı kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm ve zulümat ile, cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti sistemi tüm kurumları ile red edip hayatımızdan söküp atmak ve Allah’ın dinini hakim kılmak için Allah’a dayanıp, Allah’ın hükümlerine sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve sebatla çalışmak olmalıdır. Oy vermenin bir sakıncası da “Küfre rıza küfürdür” hükmüne zıddıyetten gelir. Ayrıca Rasulullahın "Kim kötü bir çığır açarsa " diye başlayan hadisi de bize diyor ki oy vermek tehlikeli ve büyük vebali olan bir ameldir. O halde bize düşen mürted kafirlerle aynı çatı altında aynı işleri görecek yeni tağutlar çıkarmak değil, Allah'ın(cc) nizamını ikame edecek mücahidler çıkarmaktır.Partiler ancak mevcut statükoyu muhafaza yoluna girmiş tembellerin ve çıkar ve menfaatperestlerin yurdudur. Bizler insanları iktidarı bir tağuttan almaları ve diğer bir tağuta vermeleri inancını reddediyor, onları anın vacibine çağırıyoruz. Anın vacibi tağutu inkar etmek, düzenini tarumar etmektir.Yemin meselesi Partiler gerçekten de Türkiye müslümanları açısından çok muallakta bırakılan meselelerden birisidir. Bu bölümde işlemek istediğimiz mesele milletvekili olarak seçilenlerin, mecliste ettikleri yemin ve fıkhi görüntüsü ile ilgilidir. Şöyle özetleyelim meseleyi ki meselenin anlaşılması mevzunun anlaşılması kadar mühimdir: Bir müslüman adaylığını koyar, meclise seçilerek girer ve anayasaya Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına yemin edebilir mi? Bunda hüküm nedir?Öncelikle şunu arz edelim ki, Darul harb olan beldeler, çağdaş Ebu Cehillerin beldeleridirler. O beldeler cehalet ve taassubun yuvasıdır.Ve böyle bir diyarda kişiler Allah’ın din ve diyanetini hakkıyla öğrenemeye bilirler..Şimdi tekrar konumuza dönelim... Kişi hiç bir surette elfaz-ı küfür olan bir lafzı söyleyemez ve kullanamaz. Yalnız işkence ve ölüm tehdidi gibi durumlar hariç. Şayet kullanırsa cümle fukahanın ittifakıyla Kafir olur.Yemin konusunda durum şöyle bir görüntü arz eder: Öncelikle iki durum ortaya çıkar; Hz.Peygamberin "Atalarınızın, ana ve babalarınızın ve putların adına yemin etmeyin" hadisince böyle bir amel men edilmiştir. Caiz değildir.Muhteva olarak ise bu yemin tamamen bir elfaz-ı küfür olmakta. Çünkü mecliste çıkıp milyonların gözleri önünde bir küfür anayasasına uyacağına, yani onu meşru tanıdığına ve dahi Allah’ın nizamını ilga etmiş Ataputun ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağını ikrar ve ilan eden kişi elbette ki küfre girer.Ve dahi kişinin bu küfre girmesine sebeb olan bilumum seçmen de bu vebal den paylarını alırlar.Nitekim ayet-i Kerime de şu şekilde buyrulur:
İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma) hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun (O’nun şeriatına bağlanın). Çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)
Rasulullah (SAV) şöyle buyurdu:“İster zalim olsun, ister mazlum (mü’min) kardeşine yardım et.Oradan bir adam; “Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise nasıl yardım edebilirim? Dedi. Rasulullah (SAV) şöyle buyurdu: Onu zulüm yapmaktan alı koyarsın. İşte bu ona yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264) Ayrıca bu kişiye bu uyarı yapıldığında; O zat "Hayır canım neresi harammış, neresi küfürmüş gibi bir tavra bürünürse, bu sefer gerçekten daha da büyük bir pisliğin içine düşmüş olur.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:51
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Meydanı İslam düşmanlarına mı bırakalım ?Meydanı kimlere bırakalım?

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Partileşerek İslam adına hizmette bulunduklarını ima eden bazı çevreler şu ilginç ve garip savunmayı ortaya koyuyorlar "Bu gün meydanı zalimlere mi bırakalım?" ve yahutta “Şayet biz bu sistemde yerimizi kapmazsak, onlar başa geçerler. Eğer onlar da başa geçerlerse bizi ezerler, ama biz başa geçersek onları biraz dizginleriz, böylece daha az zulüm olur." Zalimlerden gelebilecek ihtimal dahilindeki tehlikeler için şer'i şerifin hükümlerinde bir değişiklik olamaz. Allah böyle korkuyla amel edenleri kınıyor ve şöyle diyor: “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli (dost ve yardımcı) edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin velisidirler. İçinizden onları veli edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez.- Kalblerinde hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koştuklarını görürsün. Dikkat edilsin ki, Allah bir fetih yahut katından bir emir/azab getirecek de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklar. (O zaman) iman edenler; ‘Bunlar mı bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de hüsrana uğramışlardır.(maide:51-52-53)”

Bize düşen her konuda olduğu gibi, bu konuda da işi Allah ve rasulüne dayandırmak olacaktır. Acaba bu şekilde savunma yapan particilerin, savunmaları şeri kaynaklarca onları haklı çıkarır mı yoksa çıkarmaz mı?Geliniz kaynaklara bakalım. İmam Hadiminin Barika adlı kitabında Günahlar zikredilirken geçen şu ibareye bir göz atalım: "Zulme sebeb olma ihtimali varken nazıra ve nezırın yaptığı işlere bakmak."

Bu pasaja göre zulmetmesinden korkulan bir nazır yani bakanın ve ya vekillerin işlerine bakmak, işlerinde onlara yardım etmek, yanlarında çalışmak, dinimizce günahlar arasında yer almıştır.Ayrıca Allahu Teala ve tekaddes hazretleri Hud suresi 19.ayette şöyle der: "İyi biliniz ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.”

Şimdi bu zaviyeden bakınca zulüm her çeşidiyle haramdır. Bir müslümanın yeri zalimlerin sağı, solu, önü, arkası değil tam karşısıdır. Kimse hiç bir şekilde az zulüm yapmak için bu ümmetin başına geçemez. Hele hele İslam adına asla Sıfat ya islami olacak ya da zalim...Diyelim ki başa geçtiniz ve az zulüm yaptınız peki bunun hesabı Allah’a nasıl verilecek?Bunun hesabı nasıl verilir?Hele hele bu verilmesi gereken hesap kul hakkıysa...Zulmettiniz ya! Şehitlerden bile afv olunmayan bu vebal sizin omuzlarınızda sevaba mı tebdil olunacak? Ne diyeceksiniz? Çıkıp huzur-u ilahiye "Ya rabbi ben bu kadar günahı senin yolunda mücadele ve mücahede ederek mi kazandım" diyeceksiniz?

Tağut’ların ,Bel’am’ların , makamında ben olmasam , bir başkası olacak mantığı , tabi ki İslam’ın kabul edebileceği bir mantık değildir . Bunu misalleştirmek gerekirse (daha iyi anlaşılması için) : Çok doğuran lepistes diye bir balık yavruluyor ve sizde akvaryumda bu doğum anını izlediğinizi hayal ediniz. Küçücük yavru doğuyor ve hemen yüzmeye başlıyor.

Bu güzel manzarayı seyrederken ve bu güzelliğin hikmetlerini düşünürken , hiç hoşlanmayacağımız bir görüntü ile karşılaşıyoruz ve yavruları doğuran anne balık , doğurduğu yavrulardan üç , beşini yiyiveriyor.Gerçi ,saklanamayan diğer yavruları da akvaryumdaki diğer balıklar yiyiveriyor.

Buna rağmen anne balığın kendi yavrusunu yemesini hoş karşılayabilirmiyiz. Tabiki hayır . Şimdi anne balığa sorsak ,bize aynı particilerin metoduyla cevap vererek:“ben yemesem ,nasıl olsa başka balıklar yiyecekti“.Bu cevap mantıklı, doğruluk payı olduğu gözükse de asla kabul edilemez. Yavrusunu yiyen bu anne balığa , onun bir anne olduğunu , kendi karnında büyüttüğü ve doğurduğu yavruyu yememesi gerektiğini , yavruları başka balıklar yese bile , bir anneye kendi yavrusunu yemesinin hiç mi hiç yakışmadığını anlatmak isteriz.Tabi ki bu bir hayvandır . hayvan olduğu için ne kendisiyle konuşuabilir , ne de yargılayabiliriz. Fakat ya insanlar!

Kendi yavrusuna saldırır gibi , kendi dinine saldıran , kendi dinine zarar veren insanlar !

“buraya ben oturmasam , bir başkası oturacaktır” diyerek bu koltuklara oturan ve dünyevi kaygılar ile tağut’luk ve bel’am’lık misyonunu icraate döken kıt beyinli ahmaklar ile , yediği yavruları için “ben yemesem bir başkası yiyecekti” diyen balıklar arasında tek fark vardır . balık hayvandır , bunlar ise insandırlar , ve akıllarının olduklarının iddiasındadırlar.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 14:57
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
İslam partisi olamaz mı ?İslam Partisi .....

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Allah var kulağa da hoş geliyor.Peki İslam’ın her yönüyle karşısında olan, onu her türlü tehlikenin fevkinde gören, mensublarına potansiyel bir terörist hükmüyle yaklaşıp. Her nerede olursa onu yok etmek için var olduklarını söyleyen(Murat Karayalçın ahmed necdet sezer deniz baykal gibi dinsizler) kadrolarıyla bu sistem, bu devletin yapısı, böyle bir oluşumun varlığına müsaade edecek midir?Elbetteki hayır...Peki ya ortada olan islami denilen partiler nedir?denilirse: vitrin deyin, baraj deyin, sus payı deyin, deyin işte her naneye yarar bu meretler Firavuni düzenler lehine... Ama ümmet açısından ne denir, ne söylenir orası içler acısı.Şimdi herkes otursun ve düşünsün kendi kendine...Sizi öldürmeye ahdetmiş bir düşmanınız var. Ve siz onu bunu bilerekten evinize alıyor. Ve kalmasına müsaade ediyor, yatacak yer ve yiyecek aş veriyorsunuz.hatta silahınızın yerini dahi açıp kendi ellerinizle gösteriyorsunuz. Olacak iş mi? Bunu en aptal insan dahi yapmayacaktır.Peki şu koca devlet, yetmiş küsür yıllık sistem bunun böyle olduğunu bilmeyecek kadar mı ahmak? Yoo Hayır.... Ama sanki onlar bunu bilmiyorlarmış da onların bu düzenlerinde onların onayladığı bir parti ile İslam gelecekmiş gibi onun eşsiz hükümleri uygulanacakmış gibi gösterenler bizleri ahmak yerine koyuyor o ayrı mesele.Peki bu sistemin onayladığı partilerin biz İslami partiyiz, gelin bize oy verin demesiyle gidip oy verenler. Bu semerlenme hareketine ne kadar suskun kalacaklar ben onu düşünüyorum.Hiç kimse beklemesin Firavunların, Musa’lara ala-yı vala ile "Gel canım kardeşim kur teşkilatını, kimi seçerse bu millet onun dediği olsun" demelerini... Yanılmayalım. Hele hele hiç aldanmayalım. Ama n'olur uyanalım.N’olacak bu halimiz Yeter artık...
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:02
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Küfrü meşrulaştırmakBa’tılı iptal mücadelesi ve kafiri “meşru”laştıranlar

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Bugün parti faaliyetleriyle ortaya serilen görüntü ve özellikle de yaptıkları çağrılar, islami partiyiz diyenlerin onları savunanların söylemleri maalesef rasulün gösterdiği hareket metodundan oldukça uzaktır.Kur’anı Kerimde

"Andolsun biz her kavme Allaha ibadet edin ve tağuta kulluktan kaçının diye tebliğ etmesi için bir peygamber göndermişizdir." Buyrulur.

Evet, Rasulullah’ın ve o şanlı kadronun evvel veya sonra gelenleri hep bu noktayı vurgulamışlardır. "Allaha itaat, tağuta isyan"Oysa günümüz partileri bunun tersine tağutun idaresi altındaki beldelerde onların şeriatlerine ilke ve inkılablarına uyarak bu doğrultuda mücadele vereceklerini beyan ederek, partilerini açıyor ve insanları kendilerine çağırıyorlar. Dikkat buyrunuz kendilerine ...Hiç kimse iddia edemez ki bu partiler Allah ve Rasulüne, ve onlara itaate çağırıyor diye ve dahi nefsaniyetin ağır bastığı bu arena da partiler kıyasıya çoğalıyor niçin? Elbetteki çağıranların artmasından... Benim fikrim, benim partim, benim yolum, benim adayım, benim ideolojim vs...vs... Aslında bunların temelinde yatan temel saiktir o da bendir, enaniyetdir.Sırf iktidar olmak için, insanlara islamdan dem vurarak, tağuti güçlere köleliğe ve dahi kendi nefsaniyetlerine çağıranlara değil, elbette samimi ve art niyetsiz olarak Allah ve Rasulüne çağıranlara koşacağız..."Ben sizden bir ecir (çıkar, menfaat yada karşılık) beklemiyorum.Benim ecrim Alemlerin rabbinin indindedir." Ayetiyle de şekli çizilen davet ve mucahede yolunda, katiyyen bir çıkar ve manfaat ilişkisi olmamalıdır.Kendi “ene” leriyle güya islamilik taslayanlar! Sizler, biliniz ki fitneniz gerçekten çok büyüktür ve de tehlikeli. Bakınız Rabbul Aleminin uzlaşmacı tavrına... "Gelini bir tek kelimede birleşelim" Evet, Hodri meydan ey particiler, ey siyasiler, Ey bu ümmetin bir çoğunu istediği yöne çekebilecek çobanlar, tek kelimede birleşiniz. İştirak edilen günahlar Şimdi buradan itibaren de Particilerin içinde bulundukları halde düşme ihtimalleri bulunan günahları sıralamaya çalışacağız... Günahların metinlerini aldığımız kaynaklar İmam Hadıminin Barika adlı eseri ve İbn-i Haceril Heyteminin Zevacir kitabı.

1. Küfür

2.Şirk

3. Sünnet-i Nebebviyi terketmek

4. Günah-ı Kebaire razı olmak

5. Din-i ilahinin gayrısına hizmet etmek.

6. Kebair işleyene yardım etmek.

7.Büyüklerin kötü huylarını görüp sükut etmek.

8. Bidat çıkarıp ümmete miras bırakmak.

9. Haram şeylere para ve mal sarfetmek.

10. Vekil olanın müvekkili aleyhine ve zararına hareket etmesi.

11. Emaret ve emirliği ele geçirmek için para ve mal sarfetmek.

12. Umur-u Müslimine fasık ve facirleri tayin etmek.

13. Hükümdar ve emirlerin, hakim ve memurların tebaasına veya maiyyetindekilere zulmetmesi.

14. Gücü yettiği halde zalimlerin alinden mazlumları kurtarmamak.

15. Zalimin zulmüne rıza göstermek.Onlara yardım etmek ve yol göstermek.

16. Hudud-u İlahide şefaat etmek.

17. Sözü fiiline uymamak.

18. Batıla yerdım etmek ve göz yummak

19. Hududu ilahiyi ikamede mudahene etmek.

20. Ellerinde bulunan dünya nimetine tamah eden Hakim, Vali, Zengin, Amir ve asi fasıkların evleri ve mekanlarına ve dahi bulundukları yerlere gitmek.

21. Zalimlerin huzurunda durmak el etek öpmek.

22. Günah işleyeceklere yol göstermak.

23. Ahkam-ı Kuran ile hükmetmemek.

24. Zaruret olmadığı halde zalimleri emirlik ve kadılığa getirmek.

25. Zulme sebeb olma ihtimali varken nazıra ve nazırın yaptığı işlere bakmak.

26. Emirlik, kadılık, memurluk veya müftülük için aracılık istemek.

27. Müşriklerle musafaha etmek, Onlarla merhabalaşmak, dostluk izhar etmek ve edecek lafızlar kullanmak, onlardan bir şey ummak.

28. Ahitlerini bozanlarla oturmak.

29. Müşriki bayram ve törenlere katılmak ve tebrikleşmek.

İşte böyle... Mümin kişiye yakışan: tehlikeden uzak durmaktır. Hele şüpheli şeylere yaklaşmamak. Gerisi size kalmış ya kabul ya red...
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:04
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
BEŞERİ DÜZENİN BAZI KURUM VE GÖREVLERİ

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Kabul etmek zorunda olduğumuz gerçeklerden biriside, müslüman bir kimse için cahili düzenlerin egemenliği altında, inanç ve amel bakımından bir takım tavizler vermeden , fedakarlıklarda bulunmadan yaşamaya imkan olmadığıdır. Bu fedakarlıklar ise övülmeye layık fedakarlıklar değillerdir. Bilakis bunların çoğu normal şartlar altında yapılmaması, gereken tavizlerdir. Günümüzde ve içinde bulunduğumuz beşeri sistemin otoritesinde bulunan cahiliye idarelerinde , müslümanların yüzyüze geldikleri sıkıntılardan, içinden çıkmakta zorluklarla karşılaştıkları hallerden birisi de bu tür tavizleri vermek veya vermemek gibi bir sıkıntı yaşamalarıdır. Esasen müslümanların cahili bir düzenin egemenlği altında kalarak istenen anlamda İslami bir hayat sürmesi, bütün ilişkilerini islamın öngördüğü şekilde ve islama uygun bir zeminde şekillendirip , sorumluluklarını yerine getirebilmesi , mümkün olan bir şey değildir. Fir’avuni düzenlerin egemenlikleri altında (dar’ul-harb) yaşayan müslümanlara, bulunduları yerden ayrılıp eğer varsa baskılardan uzak bir şekilde daha rahat yaşayabilecekleri bir ortama hicret etmelerinin emredilmesinin sebebi de budur. Cahili düzenlerin egemenliği altında yaşayan , sırf “rabbim Allah’tır“ dedikleri için zulum ve baskıya maruz kalarak akidesine ,inancına uygun bir hayat sürmekte zorluklarla karşı karşıya bırakılan müslümanlara , dar-ı islamda yaşayan müslümanların yardımcı olmakla görevli olmalarının sebebi de budur. Akidesini yaşamak, inancını hür bir irade ile seçip tercihine uygun bir hayat sürmek fırsatını egemenlik ve zulumleri altına aldıkları insanlara vermeyen düzenlere karşı müslümanın(lar) gerektiğinde cihad ederek bu tür zalim ve baskıcı düzenlere son verip, zulum ve baskılarını ortadan kaldırmakla görevli olmalarının sebebi de budur. Ancak çeşitli sebeplerle hicret edemeyen müminler , küfrün , zulmun ve cahili düzenin saptırıcılıkları , türlü çeşitli hile , desise ve komploları karşısında daha az tavizli ve daha yoğun ve kararlı İslami tavırlı bir mücadeleyi nasıl verebilecektir? Özellikle de akideleri açısından ve İslam’ı hakim kılma açısından mutlaka izlemek zorunda oldukları ilkeler açısından kendilerini yanlışlıklardan koruyabilmek için neler yapmamalıdırlar ? Müslümanın her hususta Allah Rasulune uymak , O’nu yaşayışyla , ilişkileriyle örnek almak zorundadır .

“- Andolsun ki ; sizin için , Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah’ı çokça anan kimseler için Allah Rasulu güzel bir örnektir “ ( Ahzab 21 )

“ Deki : Eğer siz , Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah ‘da sizi sevsin ve günahlarınız bağışlasın . Allah günahları bağışlayandır , esirgeyendir . “ “De ki : Allah’a ve rasulune itaat edin . Eğer yüz çevirlrlerse , şüphesiz Allah kafirleri sevmez “ ( Al-i İmran 31-32 )

Müslüman , ferdi ailevi , ahlaki , ruhi , iktisadi hayatında , sosyal ve toplumsal ilişkilerinde Allah Rasulunu örnek almak zorundadır . İslam’ın egemenliği altında yaşamak halinde böyle bir örnek alış elbetteki büyük problemler doğurmaz . Ancak İslami olmayan cahili düzenlerin egemenliği altında yaşanması halinde bu örneğe uygun tavırlar nasıl belirlenecektir ? Bizim için büyük önem taşıyan şu ayeti kerimeye dikkat kesilelim :

“ Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Resulü ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları halde siz onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıktınızsa içinizde onlara sevgi mi gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur ” (Mümtehine 1)

“İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel birmisal vardır. Hani onlar (putperest ve cahili egemenliği kabul eden) kavimlerine demişlerdi ki: "Bizler sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi (düzen ve dininizi) reddediyoruz .Siz (şirki terk edip) bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." Yalnız İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez." demesi hariç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır.” (Mümtehine 4) İlk ayette , beşer olarak göz önünde bulundurduğu bir takım mülahazalarla hareket eden ve bunun sonucunda Rasulullah’ın Mekke’yi feth etmek üzere hazırlık yaptığı haberini gizlice ulaştırmaya çalışan Hatıb b. Ebi Beltea ‘nın tutumu vesilesiyle, müminlerin müşriklere karşı takınmaları gereken başka türdeki tavırları dile getirilmektedir. İslam’ın egemen olduğu bir dönemde bile müslümanlar, kafirler arasında yaşayan yakınlarına herhangi bir kötülük gelmemesi gibi mazur görülebilecek bir maksat dolayısıyla dahi olsa ,müslümanların özellikle gizli ve saklı kalması, kafirler tarafından bilinmemesi gereken stratejik bilgileri herhangi bir yolla ulaştıramaz , ima yoluyla dahi olsa onlara bilgi veremez. Ya İslami hareket , cahili düzenin yakın takibi ,nefes aldırmak istemeyen , zulmu ve saptırmak için hain ve sinsice tetikte bekleyişi , hatta bu uğurda aralıksız ve hummalı bir faaliyet içerisinde olması söz konusu ise ; müslümanların cahiliye düzenlerine karşı tavrı ne olabilir? Cahili çarkın bir dişlisi olarak kalmaya devam edildiği sürece ayet-i kerimede “ teberri “ ile yani uzak ve beri olmakla ifade edilen tavrı takınmak nasıl mümkün olacaktır ? Cahili düzen ve bu düzenin sahipleri , koruyucuları ve inanıcıları nasıl inkar edilecek , reddedilecektir? Müminler ile kafirler arasında esasen var olan kin , düşmanlık ve bunun sonucu olan mücadele nasıl ortaya çıkabilcektir ?

Egemen cahili düzen ile barış halinde yaşamanın yolları aranarak , bu uğurda İslam’ın ilkelerinden ve müslüman kimliğin en belirgin niteliklerinden tavizler verilerek böyle bir mücadeleyi başlatmak ve cahili düzene karşı sağlıklı bir şekilde gereken mücadeleyi vermek nasıl mümkün olabilir? Cahili düzenin aygıtlarından bir aygıt olarak yada bu aygıtın önemli yada önemsiz bir yerlerinde bulunarak, bu aygıtın bütünleyici bir parçası olarak , üstelik bunun islami, sağlıklı ve huzurlu bir yol olduğu telkinleri de yapılarak takınılan tavırlar, müslümanın örnek alması gereken tavırlar mıdır? Bu tavırlar dünya hayatında ve yalnızca maddi ölçülere göre zahiri bir esenliğe sebep gibi görünse dahi, takınmamız istenen tavırlar değildir. Bunlar örnek almamız gereken tavırlar olmadığına göre, yine de bu tür tavırları takınırsak kendiliğimizden (nefsimizden , heva ve hevesimizden) tavır üretmiş olmaz mıyız? Böylece cahili düzenin ekmeğine yağ sürmüş olmuyor muyuz ? Aslında Peygamber (s.a.) efendimize karşı mekke müşrik düzeninin tavrı da bu olmuştu.

“Onlar arzu ettiler ki , sen yumuşak davranasın , o zaman kendileri de yumuşak davranacaklardı“ ( Kalem 9 )

İslam yolunda muvahihidi bir duruş sergilerken, ve böyle mücadele içerisindeyken ,cahili düzenlerin egemenliği altında bulunulsun , ister İslam’ın belli bir egemenlik alanı olmakla birlikte küfre karşı sıcak mücadele vermek hallerinde olsun , müslümanların sıkıntısız , imtihansız , ibtilasız (bela , musibet) kaldıkları hangi dönemde görülmüştür ki? İmtihan ve ibtila kaçınılmazdır.Bu imtihanları başarı ile geçmenin , bu belalardan Rabbi razı edecek biçimde kurtulmanın yolu ; İslam üzere , Kur’an’ın gösterdiği örneklere uymaktan ,en ufak bir taviz vermeden sabırla sebatla yürümektir .

“ Ey iman edenler , sabırla, namazla (allah’tan ) yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”-“Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler.

Fakat siz anlayamazsınız “-“ Andolsun ki ; sizleri biraz korku , açlık , mallardan , canlardan ve ekinlerden yana bir eksiklikle sınayacağız . sabredenleri müjdele ! “ (bakara 153,154,155)

Allah’ın ve peygamberinin bizlere yol olarak göstermediği hiçbir yol ;Allah’ın yolu olamaz. Allah’ın yolu olmayan bir yolla mücadele vermek, en azından bid’attir. Bid’atin doğruluğunu savunmak , bu bid’at yolu izlemek suretiyle Allah’tan ecir beklemek ise başlı başına safdilliktir.Çünkü bid’at eğer günah değilse,ecre hiçbir zaman sebep teşkil etmez. İslam adına mücadele verdiğini ileri sürüp, bu mücadele yolunu , her alanda örnek almamız gereken Hz. Peygamber’in izlediği yolun dışında kalan yollardan seçenler , bu sağlıklı yola çağıranlara karşılık , yollarının tehlikesiz olduğunu belirterek haklı olduklarını vurgulamaya çalışanlar, böyle bir gerekçe göstermekle ikinci bir sefer yanıldıklarını bilmelidirler.

Kafirlerin ellerinde bulundurdukları güçleri yanlışlıklara bahane göstermek , yanlış bir harekettir. Kişiyi Allah’tan korkmak yerine , şeytan’ın dostlarından korkmak alçaklığına mahkum eder .

“ İnsanlar (müşrikler , kafirler ) onlara:"Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, (gücünüz onlara yetmez) o halde onlardan korkun." dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: "Allah bize yeter.

O ne güzel vekildir ". ( Al-i İmran 173 )

“De ki:"Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize isabet etmez. . O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler." - De ki: "Siz hakkımızda iki güzelin (Zafer veya şehadet) birinden başkasını mı gözetir durusunuz?Biz ise size Allah'ın kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi siz gözete durun, biz de sizinle beraber gözetmekteyiz." (Tevbe 51- 52)

Müminler , takdir edildiği şekliyle gerçekleşmesi kaçınılmaz olan kadere iman ederler.O bakımdan onlar, korkudan ve dünya hayatına tutkunluktan meydana gelen hesaplarda bulunmak yerine, Allah’ı razı edecek yolların peşinde olurlar. Cahili düzenlerin önlerine yol diye çıkardıkları metodları izleyerek, onlardan taviz koparacaklarını sanarak en büyük ve verilmemesi gereken tavizleri vermek yerine, mevlalarına sığınarak O’nun kendileri için, akidelerini egemen kılmak yolunda belirlenmiş olduğu tartışılmaz doğru ve islami hedeflere yalnız kendisinin ulaştıracağı şeklindeki İlahi garantiye sahip olan nebevi yoldan başkasını izlemeyi asla kabul etmezler.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:05
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Askerlik ..............

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
-- Melekler ; kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara ; "Ne yapıyordunuz ?" derler. Onlar da: "Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik." derler.Melekler de:"Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya " derler.İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir. “ (Nisa 97)

Kur’an-ı Kerim’de geçen bu ayetin nuzul ( iniş ) sebebi , bu ayetin tefsirlerinde anlatılmaktadır , ve bizim için bu konuda mihenk noktası olmaktadır . Nisa suresinin 97 ayetinin tefsirinin haricinde , Buhari ( r.a. ) şöyle rivayet etmektedir .

“ Mekke ehlinden Rasulullah ( s.a.v. ) ile beraber hicret etmemiş bir topluluk hakkında inmiştir. Bunlar fitneye düşerek Bedir savaşında müslümanların karşısında, müşriklerin safında savaşa katılmışlardır. Bu kimseler Rasulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicret etmesine rağmen , bugün yarın diyerek , bahçe işlerim, ticaretim diyerek çeşitli nedenlerden dolayı hicrete katılamamışlardı. Fakat müslüman olduklarını müşriklerden de gizliyorlardı . İbadetlerini gizli gizli yapıyor, Kur’an okuyorlardı. Bedir harbi çıkınca müşrikler bunları harbe katılmak için zorladılar.Onlarda müslüman olduklarını açıkladıkları zaman öldürülme korkusyla , istemeye istemeye Bedir harbine katıldılar. Muharebe esnasında savaş kıyafetlerini kuşandıkları için kimse kimseyi pek seçemiyordu . Savaşta müslümanların oklarıyla öldürüldüler . Bedir harbi bitip te ölüler ve yaralıların arasında gezerlerken bu hicretten geri kalıp müşriklerin ordusunda kalıp ölen müslümanlar fark edilince Medine’li müslümanlar arasında ihtilaf baş gösterdi. Bir kısım onların kafir olarak öldüğünü , diğer bir kısım ise müslüman kardeşlerimizi öldürdük diye üzülüyorlardı. İşte bu ihtilaf halinde iken müminler , Allah (c.c.) bu ayet-i kerimeyi ( Nisa 97 ) indirerek hicret etmeyip kafirlerin safında savaşa katılanların özürlerini , işledikleri küfür ameli sebebiyle reddettiğini ve onların cehennemle cezalandırıldığını bildirdi. “Melekler, müslümanlarla beraber hicret etmeyip bedir savaşında müslümanlara karşı savaşan kafirlerin safına katılanlara soracaklar : “Hangi saftaydınız? Müslümanların safında mı , yoksa müşriklerin safında mı “ Onlar: “Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik“ yani “biz kafirlere karşı güçsüzdük, devlete gücümüz yetmezdi. Eğer onlara katılmasaydık müslüman olduğumuzu anlayıp bizi öldürürlerdi “ şeklindeki mazeretlerini ileri sürecekler. Melekler ise bunu mazeret olarak kabul etmeyerek onlara: “ Allah’ın arzı dar mı geldi (yer yüzü geniş değil miydi ) hicret etseydiniz ya ?” yani hicret etseydiniz bu duruma düşmezdiniz, çünkü hicret imkanınız vardı, diyecekler ve bu kişiler işledikleri küfür ameline karşılık ceza olarak cehenneme atılacaklardır. Denilebilir ki . Bu kişilerin özürlü sayılmaları gerekmez mi?Çünkü savaşa katılmasalardı kafirler tarafından öldürüleceklerdi. Buna cevap olarak denilir ki : Bu kişiler ellerinde hicret etme imkanı olduğu halde hicret etmediklerinden dolayı bu duruma düşmüşlerdi. Hicret etseydiler bu duruma düşmeyebilirlerdi.Bu yüzden Allah (c.c.) onların mazeretlerini kabul etmedi. Şimdi bu olayı günümüzde tefekkür edelim: Ölümden korktukları için kafirlerin safında savaşa katılanlar kafir olarak ölerek cehenneme gidiyorsa ;ülkelerinde daha önce İslam kanunlarıyla hükmedilirken daha sonra küfür kanunları hakim olduğunda kafirlere yardım eden , onların kanunlarını kabul eden veya destekleyen ; tevhidin yükselmesi için mücadele edip küfrün kanunlarını kaldırarak yerine İslam devleti kurmak için çalışanlara karşı çıkan, onlarla alay eden , onları hatalı gören , onlara baskınlar düzenleyen , çatışmaya girerek düşmanın karaltısını çoğaltanlar ;Yahudi İsrail ile “ortak dost , ortak düşman “ adı altında GÜVENLİK ANLAŞMASI imzalayarak, bilgi ve güç alışverişinde bulunmak , Konya ovasında İsrail uçaklarına tatbikat yaptırarak eğitip , Müslümanları bombalatan , yemek duasında “ Tanrımıza hamd olsun “ yerine , “ Allah’ımıza hamd olsun” dediği için nöbetçi çavuşu ve askerler ile kavga ederek ceza veren, müslüman! subay ve ast subay komutanlar ; hatta ve hatta 1980 yılından beri İstanbul / Yenilevent semtinde Oyak sitesinde Çiçekçiler mahallesindeki “Yeni levent Camii”nde ; şerefli ! subay ve ast subaylar rahatsız oldukları için “Sabah ve Yatsı“ ezanlarını , okutturmayanlar ! Mahalleli ezanı Armutlu semtinden ve Karanfilköy semtinden duyarak namazlarını kılmaktadırlar. Kendi halkına bu zulmü reva gören “ TAĞUT” lar elbette onlardan daha çok küfrü hak ederler.

Son dönemde TC. askeriyesi natoya bağlı olarak Afganistan'a , Irak'a , Kore'ye , Bosna'ya , Somali'ye hep birleşmiş kafirlerin menfaati için asker gönderip , orada ölen askerin müslümanım demesine rağmen bu konuyu göz önüne aldığımızda şehid mi yoksa niyazi mi olduğunu anlamış oluyoruz. !

Halka karşı haşin tavırlı, çatık kaşlı, halkını horlayan, küçük gören, halkı ezmekten, dipçiklemekten garip bir haz duyan, halkının inançlarıyla alay eden, ordu içinde değil namaz kılmak, namaz kılanlara müsamaha eden subay ve astsubayları bile içinde barındırmayan, değil kışlada, sokakta, lojmanlarda bile başını kapatan hanımların subay eşlerini ordudan ihraç sebebi sayan bu kemalist generaller, halkın huzurunu ve devletin sınırlarını koruyabilir mi?

Malûm; Askerleri bağlayan bir “Disiplin Hukuku” ve o hukuka aykırı eylemlerin “ceza”larını düzenleyen bir “kanun” var... Evet; “477 Sayılı Yargılama Usûlü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanun”dan söz ediyorum... Bu kanunun “58. Madde”sinde, aynen şöyle deniliyor:

“Resmî üniforma ile genelevlere, kumarhanelere, meyhanelere, barlara ve girilmesi garnizon komutanlıklarınca yasaklı yerlere girenler veya sarhoşluğu gizlenmeyecek derecede olanlar; yedi günden, bir aya kadar oda veya göz hapsi cezası ile cezalandırılırlar!”

Madde, gayet açık: “Üniformalı” olarak, “genelev”e, “kumarhane”ye, “meyhane ve bar”lara gitmenin cezası, 7 günden 1 aya kadar “oda” veya “göz” hapsi!.. Ama; Aynı “üniforma” ile “cami”ye gidip “namaz” kılarsan, yallah!.. Hem de, “ceza hukuku” kapsamında böyle bir “suç” yokken!..

Üniforma ile “cami”ye gitmek, “kerhaneye” veya “meyhane”ye gitmekten daha ağır ceza ile çarptırılıyor.Bu en yakın tarihimizde “ Ardahan”da bir astsubayın başına gelmiştir....Ve Hürriyet gazetesinde 6 Şubat 2004 tarihinde haber olmuştur. Buraya gazetenin internet sayfa adresindeki konu adresini yazarak , haber kaldığı sürece okurların bu haberi orijinal gazetenin linkinden bulabileceklerdir.

http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~...~366946,00.asp)

Irak’a Türk askerinin girmesi için mecliste daha tezkere denilen utanç belgesi meclisten geçmeden, yani sivil irade belirmeden, Amerikan askerleri güneydoğuyu işgal ediyor. Gerek çeşitli silah araç ve gereçlerini, gerekse lojistik mühimmatını, tüm ağırlıklarını limanlarımızdan içeri sokuyor. Tüm ağır bombardıman savaş uçakları ve nakliye uçakları havaalanlarımıza iniyor. Denizden ve havadan onbinlerce Amerikan Coni´si (askeri) topraklarımıza giriyor. Sınırlarımızı korumakla görevli ordumuzdan tık yok, ses-seda yok! Peki bu komutanlar vatanı nasıl koruyorlar? Kime karşı, kimden koruyorlar?

Bu komutanlar, ki başörtüsü ile okumak isteyen öğencilerin tutumunu, İmam-Hatip okullarına halkın teveccühünü vatana ihanet sayarak, hükümetlere muhtıra
verirken, TV ekranlarına birifinglerle, çeşitli basın yoluyla açıklamalar yaparak ve sokaklarda kendi halkına karşı tankları yürüten kukla generaller neredesiniz? Vatan işgale uğramış! Vatan hainleri, sizlerin görevi vatanı korumak değil mi? Vatan gelirinin üçte birini hortumlayan, bununla da yetinmeyip müslümanların hayır ve hasenatına da el koyan, kendi halkına karşı kabadayılık yapan, kahraman ordumuzun, kahraman generalleri (!) neredesiniz? Vatan fiilen işgal edilmişken, yıllardır vatan edebiyatı yaparak, milletin ensesinde boza pişiren kalpazanlar neredesiniz?
Şu hale bakınız, Amerika gelmiş yurdun bir kısmını işgal etmiş, istediği yerde askerlerini konuşlandırıyor, istediği gibi serbest hareket ediyor, tasarrufta bulunuyor, bizim topraklarımızda, bizim halkımızı, askerimizi yerel yönetimleri kale almıyor. Amerikan gazeteleri “Güney doğuda Türk askerleri uzaklaştırılsın, Amerikan askerlerine yaklaşmasınlar, çatışma çıkabilir!“ diye manşetler atılıyor. Bizim çeteci komutanlardan hiç bir ses, hiç bir açıklama yok!.. Demek ki, tehlike yok! Demek ki, vatan emin ellerde! Demek ki, vatanı bizim generaller adına Amerikan Coni´ler koruyor! Hayır, bu ordu müslüman Türk halkının ordusu değildir! Türk halkının emrinde ve hizmetinde değildir! Amerika´nın emrinde ve Amerikan direktifleri ile hareket eden, sivil hükümetleri baskı altında tutan, onları hizaya getiren, Türkiye´deki Amerikan müttefikleri, Amerika´nın yerli işbirlikçileri!..
Bu ordu, ordu olmaktan çıkmış, siyasallaşmış!.. Elindeki milletin gücünü millete karşı kullanan ve bu güce dayanarak, yargıyı, politik partileri ve hükümetleri, basın-yayın, medyayı, bütün sivil kurumları baskı altında tutmaktadır. Ona karşı gelenin, onu eleştirenin akibeti meçhuldür!
Türkiye´de olan skandalların arkasında mutlak bir general vardır. Yolsuzlukların, hırsızlıkların arkasında mutlaka bir paşa vardır. Uçak Geta skandalının kahramanı o zamanın genelkurmay başkanı değil miydi? Dünyanın neresinde görülmüş yolsuzluğa tescil edilmiş generallerin millete meydan okuyarak, “Bizden hesap soracak kurum ve yetkili daha anasından doğmadı!“ diyecek kadar küstahlaşsın? Dünyanın neresinde görülmüş ordu mensupları holdingler kursun ve işletsin? Dünyanın neresinde görülmüş tüm silah alımlarına, askerî malzeme alımlarına sivil hükümeti karıştırmadan, ihalelere ordu mensupları girsin de hiç bir kimseye harcamalarından dolayı bilgi vermesin ve hiç bir kurum ve kuruluş tarafından denetlenmesin? Yok yok, dünyanın başka bir yerinde böyle bir çiftlik yok! Erbakan gibi müslümanların dinî duygularını istismar eden eşhas, deccal ordusuna “Peygamber ocağı“ dese de, ”aslan polisimiz“ ve “âdil kanunlarımız“ dese de... Biz bu kemalist kurum ve kuruluşlara müslüman diyemiyoruz! Kâfir kurum ve kuruluşları ve de bu kemalist düzenin yılmaz bekçilerini müslüman sayanlara da müslüman diyemiyoruz! Zira Şer-i Şerif´de kâfirlere müslüman diyenlerin hükmü bellidir!
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:10
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Allah’ın Hükümlerini Aşamalı Olarak Tatbik Etmek küfürdür:

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Rasulullah (s.a.s.) hicretin 8.yılında Mekke’yifeth ettiğinde ,ka’be’deki ve meydanlardaki bütün putları tamamen yıktı.Mekke’de yeni Müslüman olanlara da evlerindeki putları yıkmalarını emretti ve Mekke’de Allah’ın hükümlerini uygulamaya başladı. Mekke’nin fethiyle bir çok müşrik Müslüman oldu fakat , Müslüman olmaktan kaçınıp , sapık inançlarına bağlı kalanlar da vardı.Mekke civarındaki meydanlarda ve Müslüman olanların evlerinde bulunan zahiri putlar yıkılmasına rağmen ,Müslüman olmamakta direnenlerin putlar hakkındaki düşünceleri henüz değişmemişti.

Hicretin 9. yılında Tevbe suresi ininceye kadar müşrikler, Müslüman olmaya zorlanmadılar ve sapık inançlarının eseri olan ibadetlerini yapmalarına da ses çıkartılmadı. Onların Ka’be’yi çıplak veya giyinik tavaf etmelerine göz yumuldu. Onların Müslüman olmaya zorlanmayıp , sapık inançlarından kaynaklanan bir takım ibadetleri yapmalarına ses çıkartılmaması şüphesiz bir hikmete dayanmakta idi. Allah(c.c.), onlara belli bir müddet İslam’ın güzelce anlatılmasını, onlara düşünme fırsatı verilmesini ve böylece mutmain olarak islam’ı seçmelerini istiyordu. Sonunda Allah(c.c.) Tevbe suresini indirdi ve onlara verilen sürenin bittiğini, onlara daha önce tanınan imkanların artık tanınmayacağını ve artık Ka’be’ye giremeyeceklerini ve orayı çıplak olarak tavaf edemeyeceklerini bildirdi.

Günümüzde Müslüman olduğunu , hatta müslümanların öncülerinden olduğunu iddia eden, siyer hakkında kitaplar yazıp Rasulullah’ın siyretinden dersler ve ibretler çıkartan bir takım yazarlar, ya bilerek , ya bilmeyerek ya da insanları kasıtlı olarak gerek islam’dan uzaklaştırmak için bu olaydan İslam’a zıt bir takım sonuçlar çıkartarak şöyle demişlerdir:

“ Rasulullah(s.a.s.) mekke’yi feth ettikten sonra , belli bir müddet İslam’i hükümlerin hepsini değil de bir kısmını tatbik etmiştir. Mesela ; Rasulullah(s.a.s.) mekke’de otoriteyi ele geçirdikten sonra , tam iki sene Beytül Haram, müşriklerle dolu olarak kaldı ve Ka’be çıplak olarak tavaf edildi. Bu hadiseden almamız gereken büyük dersler vardır: İslam devletini kurduğumuz zaman İslam’ın bütün hükümlerini hemen tatbik etmeyebiliriz.İslami bütün hükümler ancak gerekli eğitim yapılarak uygun bir ortam sağlandıktan sonra uygulanabilir. Eğer islam’ın bütün hükümlerini birden uygulamaya kalkarsak, rasulullah’ın metoduna aykırı hareket etmiş oluruz. Rasulullah(s.a.s.)’in ,mekke’yi feth etmesine rağmen, müşriklerin Ka’be’ye girmelerine ve ka’be’yi çıplak olarak tavaf etmelerine izin vermesi , bu konuda bizim için büyük delildir.” Bu anlayıştaki kişiler ;ya islam’ı hiç anlamamış, ya gerçek İslam akidesini kasıtlı olarak yıkmaya ve saptırmaya çalışan , ya da İslam şeriatının bir kısmını tatbik edip bir kısmını sonra tatbik edeceğini iddia ederek insanları kandırmak isteyen tağutlara, meşruiyet hakkı vermeye çalışan kimselerdir.Böyle iddialar sadece,siyer hakkında kitap yazan bazı kimselere has değildir.

Tedrici olarak zamanla İslam’ı tatbik edeceğini iddia eden kişinin Müslüman olduğunu bile iddia ederler. Onlar ; Müslümanlara muhkem ayetlerle kesin haram kılınan içki , faiz veya baş örtüsü gibi hükümlerin tedrici olarak uygulanabileceğini iddia etmekte ve buna ; İslam devletinin maslahatı veya içinde bulunduğu merhale gereği , İslam’ın yasaklamadığı konularda, müşriklere belli bir müddet izin verilebileceği hükmünü delil getirmektedirler.

Oysa Allah’ın kesin yasakladığı konularda , değil Müslümanlar , müşriklere bile mühlet caiz değildir. Mesela çıplak tavafı veya kafirlerin Ka’be’ye girmesini yasaklayan hükümler geldikten sonra , merhale veya maslahat gereği dahi olsa, bundan sonra kafirlere bu konularda taviz verilmemiştir.

İslam dininin hakim olduğu yerlerde Müslümanlar, Allah’ın haram kıldığı her şeyi o andan itibaren yasaklamak zorundadırlar.Henüz zamanı gelmedi veya ortam müsait değil diyerek, Allah’ın yasaklarından bazısını uygulamaktan kaçınmak caiz değildir. Rasulullah(s.a.s.) dışında hiçbir kimse Allah’ın yasak kıldığı bir şeyi , bir müddet için dahi olsa serbest bırakma hak ve selahiyetine haiz değildir.Rasulullah(s.a.s.)’in de böyle bir şey yapmasını şüphesiz kendi içtihadına göre değil, ancak vahye göredir.

Mesela ; Allah(c.c.) faizi ve içkiyi haram kılmış, mümin kadınların örtünmelerini, ise farz kılmıştır. Bu ve benzeri hükümler muhkem hükümlerdir.İslam devletinin hakim olduğu ilk günden itibaren bu ve benzeri hükümleri uygulamaya koyması şarttır.Böyle yapmayıp, ”daha insanlar bu hükümleri kabul etmeye hazır değildirler, nasıl Rasulullah (s.a.s.)Müslümanlara içkiyi birden bire değil de merhaleli olarak yasakladıysa , bizim de birden bire değil alıştıra alıştıra yasaklamamız gerekir”. Ya da, “faizi birden bire yasaklamak şimdilik uygun değildir, Müslümanlar şimdilik faiz yesinler, daha sonra zamanla bunu alıştırarak yasaklayalım.”

Ya da, “Müslüman kadınlara birden bire kapanmak ağır gelebilir, bu yüzden onları hemen kapanmaya zorlamayalım”, demek apaçık küfür olan iddialardır. Bir de bu iddiaları desteklemek için ,bu meseleyle alakası olmayan , Rasulullah (s.a.s.)’in Mekke’yi fethinden sonra, henüz hakkında yasak bulunmayan bazı konularda müşrikleri serbest bırakmasını delil göstermek daha da kötü bir sapıklık ve Rasulullah (s.a.s)’e büyük bir iftiradır.Rasulullah feth ettiği her yerde Allah’ın hükümlerini hiç geciktirmeden harfiyen uygulamıştır. Feth ettiği yerlerdeki müşriklere ise, sadece Allah’ın kesin yasaklamadığı konularda izin vermiştir. Yine Rasulullah, İslam’a yeni giren kimselere, islam’ın hükümlerini alıştıra alıştıra uygulama yoluna gitmemiş, onlardan Allah’ın haram ve farz kıldığı şeyleri eksiksiz olarak yerine getirmelerini istemiştir.

İçkiyi kesin haram kılan ayet indikten sonra, içkiyle ilgili olan daha önceki hükümleri asla uygulamamıştır.bu ayet indikten sonra Müslüman olanlara, ilk Müslümanlara uygulanan içkinin merhaleli haram kılınış hükmünü uygulamamış , veya içkiyi tedrici bir şekilde yasaklama yoluna gitmemiştir.Allah’ın haram kıldığı diğer konularda da böyle yapmıştır. Şu çok önemli bir kaidedir:

Faiz haram kılınmadan önce faiz yiyen kişi , haram işlemiş sayılmaz.Yine içki haram kılınmadan önce içki içen de haram işlemiş olmaz.Hicab ayetinden önce başını açan Müslüman kadınlar da haram işlemiş sayılmazlar.Bütün bunlara izin veren İslam devleti de küfür işlemiş değildir.Yine kesin haram kılınmadan önce Kabe’ye kafirlerin girmesine veya orada çıplak tavaf etmelerine izin veren İslam devleti için de ; Allah’ın haramını helal kılmış denilemez. Şayet böyle denilecek olursa içki , faiz hicabsız dışarı çıkma gibi Allah’ın haram daha sonra haram kıldığı meseleleri haram kılınmadan önce serbest bıraktığı için Rasulullah’ın küfürle suçlanması gerekirdi.Rasulullah’ı bundan tenzih ederiz. Allah’ın haramını helal kılmak ancak kesin haram hükmü geldikten sonra söz konusu olur. Allah’ın kesin haram hükmü geldikten sonra ; bu hükümleri tatbik etmek için zamanın uygun olmadığını veya, insanların henüz bu hükümleri uygulamaya hazır olmadıklarını söylemek, bir Müslüman için mümkün değildir. Çünkü böyle bir iddiada bulunmak , Müslümanların belli bir süre de olsa İslam’a zıt olan küfür kanunlarını uygulamalarının caiz olduğunu söylemek olur ki ; bu bütün Müslümanların ittifakıyla küfür olan bir iddiadır.

Zamanımızda İslam şeraitini Allah’ın istediği gibi tatbik eden hiçbir devlet yoktur.kendilerine İslam ülkesi diyen, fakat yöneticileri Allah’ın şeriatını tatbikattan kaldırıp insan ürünü kanunları yürürlüğe koymuş bir takım ülkeler vardır.Buna rağmen kendilerinin Müslüman olduklarını iddia edebilmektedirler.Bu ülkelerdeki halkın çoğu da şirk işlemelerine rağmen İslam dinine bağlı! olduklarını iddia edebilmektedirler. Dini nefislerine uydurmalarına rağmen üstelik .Yine bu ülkelerde yürürlükte bulunan kanunlar İslam şeraitine uygun olmamasına rağmen hala Müslüman bir devlet (dar’ul-İslam) olduklarını söyleyebilmektedirler. Tamam anladık dilin kemiği yok ama bu kadar da pişkinlik olmaz ki.

Şüphesiz bunlar İslam devleti değildirler.böyle ülkelerde bir İslam devleti kurulduğu zaman, elbette Müslümanların orada İslam kanunlarını hiç bir eksiltme yapmadan , olduğu gibi uygulamaları gerekir. İslam devleti kurulduğunda, o ülkelerde yaşayan insanlar da, gerçek İslam’ın ne olduğu, gerçek müslümanın nasıl olması gerektiği, eski yaşantı ve şirklerinin hakikati , ne kadar Müslümanlık iddiasında bulunulsa da şirk üzere yaşadıkça asla Müslüman olunamayacağı en güzel ve en açık bir şekilde anlatılmalıdır.

Bu açıklamalarımızdan sonra ,Müslüman olduğunu iddia edenlerin tercih edebilecekleri üç seçenek vardır:Ya islamın bütün hükümlerini kabul edip yaşantılarına aktararak gerçek birer Müslüman olurlar , ya İslam devletini terk ederler, ya da müşrik olduklarını kabul edip İslam devletinden, belli bir bölgede bir müddet kalmak için izin isterler.Bu durumda İslam devletinin lideri ,merhaleye ve maslahata göre , gerekli görürse müşrik halka , cizye veren müşriklerin hukukunu tatbik eder ve belli bir süre İslam devletinde yaşamalarına müsaade eder.

Fakat İslam lideri , hiçbir zaman müşrikleri Müslüman kabul ederek ; “Siz henüz bu hükümleri yaşamaya hazır değilsiniz , dolayısıyla biz bu hükümleri , size alıştıra alıştıra tatbik edeceğiz diyemez.Çünkü Allah’ın hükmü varken başka bir hükmü tatbik etmek küfürdür.Allah’ın hükmünü tamamen tatbik etmeyen ise Allah’ın hükümleri dışında başka hükümle tatbik etmiş olur.

Mesela; baş örtüsü takmak her Müslüman kadına farzdır ve her Müslüman kadının bunu farz kabul edip tatbik etmesi gerekir. Eğer belli bir müddet bu hüküm uygulanmazsa , bu müddet bir saat gibi az bir süre bile olsa , o süre içinde küfür kanunları uygulanmış olur. İçki , faiz ve diğre konularda da durum böyledir. “Faiz uygulanmazsa İslam ekonomisi batar, bunun için bir müddet faiz ekonomisini devam ettirelim. Bunu tedricen ortadan kaldırırız “ diyenler de faiz sistemini uyguladıkları müddetçe Allah’ın kanunları dışında başka kanunlar uygulamış olurlar. Bu alim olsun , cahil olsun her müslümanın bildiği gibi apaçık bir küfürdür.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:17
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
İslam’dan Çıktıkları Halde Kendilerini Müslüman Zannedenler

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Günümüze gelmeden önce bu tür olayların Rasulullah (s.a.s.) vefatından sonra farz olan zekatı vermeyerek kafir olan mürtedler , yaptıkları işe kılıf olarak Kur’an-ı Kerim’den delil getirmeye kalkıştılar. “ Onların mallarından onları temizleyecek ve onarlın (sevaplarını) artırıp yüceltmek için sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için bir sekinettir.” (Tevbe 103)
“ Allah (c.c.) bize ancak duası bizim için sekinet olan şahsa zekat vermemizi emrediyor.duası sekinet olan zat ise yalnız Rasulullah ‘dır.O da vefat ettiğine göre artık zekat üzerimize farz değildir” demişlerdi. Zekatı vermemek için bu ayeti delil gösteren mürtedler her şeyden önce imanın ne demek olduğunu anlamış değillerdi.Onlar nefislerin ve malların temizlenmesinin ancak zekatın verilmesiyle mümkün olabileceğini ve fakirlere zekat vermenin , maldaki Allah’ın hakkını vermek olduğunu anlamış değillerdi. Onlar , imanın; Allah’ın sistemini tam olarak hayata uygulamak manasına geldiğini kavrayamamışlardı.Onlar Muhammed (s.a.s.)’e verilen zekatı , tıpkı kabile reislerine verilen bir vergi gibi görüyorlardı.

Onlar zekatı vermemenin , imanı bozup , kişiyi İslam milletinden çıkaracağını ,namazla zekatın araını açmak olduğunu ve Allah’ın bir emrini inkar etmek anlamına geleceğini anlamamışlardı. Zekat vermenin ise Allah’a ibadetin bir parçası olduğunu kavrayamamışlardı.

Bunu gören cennetle müjdelenmiş Ebu Bekir (r.a.) , sadece zekata karşı çıkan bu kimselere İslam’ın bütün hükümlerini reddeten hükmünü vererek mürtedlere savaş açarak onları katletmiştir.

Bu sapıkça tevile benzer bir olayda Hz. Ömer (r.a.) zamanında da olmuştu. Kudame b. Abdullah ve beraberindekiler delilleri şöyle idi :

“İnananlara ve yararlı iş işleyenlere ; sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler sonra haramdan sakınıp iyilik yaparlarsa yadiklerinden dolayı bir sorumluluk yoktur.Allah iyi davrananları sever “ (Maide 93)

Halbuki bu ayet, içki haram kılınmadan önce içki içmiş ve bu hal üzere ölmüş sahabeler hakkında inerek onlar için bir günah olmadğını bildirmişti.

Kudame b. Abdullah ve beraberindekilerin bu ayeti delil alarak içki içtikleri haberi Ömer b. Hattab’a ulaşınca Ömer ve diğre sahabeler , onlar hakkında şöyle hüküm verdiler :

“İçkinin haramlığını kabul ederlerse celdedilir (sopa vurulur), bu ayeti tevil edip içkinin helal olduğunu iddia ederlerse mürted olarak öldürülürler “(taberi)

Gelelim zamanımıza ; aynı zekat vermeyenlerin ve içkiyi helalleştirenlerin yaptığı gibi Allah (c.c.)nun ayetlerini saptıran ve tahrif eden kimseler vardır. Bunlar şöyle yapmaktadırlar:

İslam şeraitini uygulamadan kaldırıp insan ürünü şeraitlerle insanlara hükmeden tağutlar , saltanatlarını sürdürmek ve insanların kendilerini tekfir etmelerini önlemek için , İslam alimi olarak öne çıkardıkları bel’am ları kullanmaktadırlar. Onlar , televizyon uleması olarak her sıkıştıklarında bu prof. ettiketli kendi yetiştirdikleri bel’amlar vasıtasıyla şu sapık düşünceleri yaymaya çalışmaktadırlar:

La ilahe illallah diyen bir kimse , namaz kılarsa ve İslam’ı açık bir şekilde reddetmezse , İslam kanunlarıyla hükmetmediği taktirde ya zalim ya da fasık olur. Fakat kafir olmaz. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zalimlerdir” (Maide 45)

“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar fasıklardır” (Maide 47)

Hakim ancak açık bir şekilde:” Ben İslam dininden vazgeçiyorum “ derse kafir olur. Fakat İslam şeraitini bir kenara atıp Fransa ve İsviçre gibi küfür devletlerinden alınan beşer ürünü kanunları tatbik ederse , “ ben müslümanım “ dediği müddetçe kafir olmaz.

Şüphesiz tağutlar bu sapık tevilleriyle ancak la ilahe illallah ‘ın gerçek manasını bilmeyen zavallı ve cahil kimseleri kandırabilirler. Çünkü islamı bilen bir mümin , öncelikle tağutu ; yani İslam’ın dışındaki bütün kanunları , sistemleri , hayat nizamlarını reddetmedikçe ve bunları pratik hayatta uygulamadıkça , ister fert ister hakim olsun o kimsenin ne kadar İslam iddiasında bulunsa da Müslüman olmayacağını bilir.

Müfessirler maide suresi 44, 45, ve 47 ayetini bu üç ayeti birleştirerek açıklarken şöyle derler. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafir , zalim aynı zamanda fasık kimselerdir. Çünkü üç özelliklte kafirlerin sıfatlarıdır.Allah c.c. pek çok ayette : “ ….onlar cehennemlik zalimlerdir , ….cehennemlik fasıkların ta kendileridir , ,,, cehennemlik kafir olanlar işte bunlardır .” gibi nitelendirmelerde bulunmuştur.

Allah (c.c.)’nun hakkında kesin hüküm verdiği ; katilin öldürülmesi, hırsızın elinin kesilmesi , zina edenin sopa veya recm edilmesi , faizin ve içkinin yasak olması , kadınların tesettüre riayet etmesi gibi konularda hükme uymayıp tam tersine ; katili öldürmeyip hapsetme , faizi , zinayı, içki içmeyi serbest bırakması ve kadına istediği gibi giyinme özgürlüğü tanıma , hırsızlık yapanı hapsetme gibi başka hükümler veren , kendini aynı firavun gibi görerek ben buranın rabbiyim diyerek ilahlığa soyunup Allah yerine koymuş olur.Böyle kimseler , ne kadar Müslüman olduklarını iddia etseler de amelleri iddialarını yalanlamaktadır. Bu konuyu bu şekilde anlamayn kişi , İslam’ın temel meselelerinden olan , hükmün yalnız Allah’a ait olduğu ve hayatta yalnız Allah’ın koyduğu şeriatın uygulanması gerektiği meselelerini anlamamış demektir. Temel meseleyi anlamamış kişinin de Müslümanlık iddiası boş ve geçersizdir.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:19
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
TEK ÜMMETE DOĞRU :

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Her kesimden müslümanın gündemini işgal eden bir konudur ; müslümanlar niye darmadağınık , niye bir araya gelmiyorlar ? ... vb. sorusu .

Bunun sebebi bellidir. Kur’an-ı kerim’in pek çok ayetinde ve Hz. Peygamberin hadis-i şeriflerinde buyurduğu ayrılıkların sebebi , ve bir araya gelmenin şartlarını da bildirmişlerdir .

“ Sen yüzünü Hanif olarak Din’e , Allah’ın insanları üzerinde yarattığı Allah’ın fıtratına dosdoğru çevir .Allah’ın yaratışında değiştirme yoktur . Dosdoğru din işte budur . Fakat insanların çoğu bilmezler . O’na dönenler olarak , ( O’na yönelin ) , O’ndan korkun . Namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden olmayın . Onlar ki , dinlerini parça parça ettiler , kendileri de fırka fırka oldular. Her bir fırka de ellerindeki ile sevinmektedir ... “ ( RUM 30-32 )

Bu ayeti anlamaya çalışırsak , bu buyruklar :

1 – Allah’ın dinine Hanif olarak yönelmeyi emretmektedir . Haniflik ise her türlü din ve sistemden yüz çevirip yalnızca Allah’ın dinine , Allah’ın buyruklarına itaati kabul etmek , O’nun dışında kalan , O’na uymayan her şeyi red etmek demektir . Buna göre müslümanların aralarındaki ihtilafları kaldırmalarının birinci şartı , kayıtsız ve şartsız olarak Allah’ın dinine teslim olmayı kabul etmeleridir.

2 – Yalnız İslam dini insan fıtratına uygun bir düzendir . Onun dışında kalan bütün sistemler , İnsanın tabiatına aykırıdır. Bu aykırılık dolayısıyla hem batıldırlar , hem de insanı dünyada da ahirette de mutlu edemezler ve doğruya iletemezler.

3-İnsanların çoğunun bu gerekçelerden haberi olmayabilir . Daha doğrusu yoktur . çoğunluğun bu gerçeği ilmeyişi, müminlerin inanç ve kanaatlerinde bir zayıflamaya , bir gevşekliğe sebebiyet vermemelidir.Çoğunluğun peşine takılıp gitmiş olması , müminlerin Allah’a dönüşlerine engel olmamalıdır.

4- Allah’tan korkmak , namaz kılmak , yani Allah’ın bütün emir ve hükümlerini yerine getirmek ve özellikle de namazı dosdoğru kılmak, doğru yol üzerinde sebat etmenin teminatıdır.Bu arada müşriklerin yolunu izlememek için özel bir gayret harcamak da önemle vurgulanmalıdır.

5 - Bu temel esaslara riayet etmek , bir araya gelmenin şartıdır. Bunların yitirilmesi ise müşrikler gibi dinde tefrikaya düşüp, bölük pörçük olmanın belirtisidir. Bunlar yitirildiği takdirde bir arada olmaya imkan ve ihtimal yoktur . O halde, birlikteliklerini yitirmiş müslümanların, ihtilaflarını evvela çözümleme esaslarında ve yöntemlerinde ittifak sağlamaktan işe başlayarak , Allah’ın emrettiği şekilde ortak anlayış , tavır , ahlak, eğitim, hareket , plan ve programları üzerinde ittifak yoluna gitmeye çalışmaları zorunludur.

Bunun ön şartlarından biri de hangi tarafın dile getirdiğine bakmaksızın, hakka teslimiyet asaletini gösterebilmeye samimi olarak hazır olmaktır. “Bölük pörçük olmayın “ diye nitelendirilen hadisenin müslümanların kendilerinden gelen iç sebebi, Allah’ın dinini gereği gibi anlayıp yaşamamalarıdır. Dış sebebi ise hiç şüphesiz adına demokrasi denilen düzenin müslümanlara gereği gibi dinlerini öğrenme, yaşama, tebliğ ve nesillerine telkin fırsat ve imkanını tanımaması , mevcut imkanlarını da ortadan kaldırması, bununla da yetinmeyerek sahip oldukları dinlerinden uzaklaşmalarını hedef alan direkt ve dolaylı , gizli ve açık programlarını faaliyet alanına koymasıdır.

“ Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? kesinlikle bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? “ MAİDE 50

“ Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âşi olursa açık bir sapıklık etmiş olur”AHZAB 36

“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizi mi sandınız?” AL-İ İMRAN 142

“ Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a iman etmezler .” YUSUF 106

“ İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki:

"Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." MÜMTEHİNE4

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size âyetleri açıkladık.- İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler, siz kitap(lar)ın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman "inandık" derler. Başbaşa kaldıkları zaman da kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: "kininizle geberin!". Şüphesiz ki Allah göğüslerin (gönüllerin) özünü bilir.” AL-İ İMRAN 118-119

“Hidayet kendisine tebliğ edildikten sonra kim Rasule karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu seçmiş olduğu yolda bırakır, cehenneme atarız. O ne kötü bir düşüştür.” Nisa 115.

Tebliğ çalışmasıdır ; şahit ol Ya Rab !
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:20
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
Şehid ABDULLAH AZZAM’a göre“parlementoya girmenin hükmü PARLEMENTOYA GİRMENİN HÜKMÜ

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Şehid Abdullah Azzam; "Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyen, Allah'ın şeriatına ve Resulullah'ın sünnetine zıt bir kanun koyan, o kanunu uygun gören veya destekleyip imzalayan kimseler için kafir olurlar ve İslam milletinden çıkarlar" dedikten sonra, "beşeri sistemlerin gölgesinde parlementoya girmenin hükmü" konusuna değinmiştir. Bu konu son dönemde İslam aleminde çok sorulduğu için bu konu hakkında müstakil bir bölüm açmayı uygun gördük.Şehid Abdullah Azzam'a parlementoya girmenin hükmü soruldu. O şöyle cevap verdi: "Parlemento bakanlar kurulu tarafından çıkarılmış kanunları inceleyen bir mercidir. Allah'ın indirdikleri hariç kanun yapmak insanı dinden çıkarır. Dolayısı ile parlemento beşeri kanunlara uyarsa dini ve akidevi yönden büyük bir tehlikededir.(Bu paragraftan da anlaşıldığı gibi Arap ülkelerinde ki parlamentolar direk olarak kanun çıkaran bir kurum değil, bilakis çıkan kanunları inceleyen bir kurumdur.(y.y)Ama şayet müslümanların maslahatı ve kafir sistemi durdurup karşı çıkmak için parlementoya girseler bu konu müslümanların genel maslahatına bağlıdır. Müslümanlar için hangisi güzel olursa onu yapması gerekir. Fakat harama girmemek şartıyla. " Maslahatın genel şartları: 1- Maslahat Şeriat sahihinin maksatlarına uygun olup asli hükümlere muhalif olmamalı ve açık naslara aykırılık teşkil etmemelidir. 2-Maslahat selim akıl sahipleri tarafından anlaşılabilen bir nitelik arz etmelidir. 3-Maslahatın zaruret olması ya bir zaruretin muhafazası yada bir güçlüğün defi için olmalıdır, (y.y) Nevap (vekil) kelimesi naibin çoğuludur. Bu kelime vekil manasına gelen naibin mi, yoksa musibet manasına gelen naibenin mi çoğulu olduğunu bilemiyoruz. Zira bunların çoğu vekil değil musibettir. Ve şu anda memleketimizde ki parlemento da bir oyuncak gibidir. Haşim er-Rıfai, parlemento, Abdunnasır, ve benzeri şeyler hakkında yazdığı "Hatırat Şiirlerinde şunları zikrediyor:

Ey Nasır! işte milletvekillerini Onları çocuk oyuncağı gibi Dilediğin şekilde hareket ettirebilirsin Senin arzuladığın bir şeyde Ağızlarını dahi açmazlar Biz çok iyi biliyoruz ki onlar sırf Konuştuğunda seni alkışlamak için Oraya biriktirilmişlerdir.Senden önce zulmetmek zehirli bir mantarken, Şimdi zulüm senin elinde organizeli bir örgüt oldu.

İslam'a zıt sadece tek bir kanunu dahi desteklemek, imzalamak, doğrulamak parlamentonun hakkı değildir. Kim ki İslam'a zıt sadece tek bir kanunu dahi uygun görürse, İslam milletinden çıkar. Mesela erkek ve kadın eşittir kanunu gibi.İslam'a zıt bir kanuna karşı çıkması tüm parlamenterler üzerine vaciptir. Şayet o kanuna karşı çıkmayıp uygun görseler İslam dininden çıkarlar. Yalnız biz parlamentoya dinimizi ve davamızı anlatmak için girersek o zaman bir beis yoktur. Fakat bakanlar meclisine girilemez. Çünkü bakanlar meclisi kanunu uygulayan yerdir. Müslümanlar oraya giremez. Ama parlamento ise, devleti gözeten bir yer olduğu için istediğini söyleyebilirsin. Bakanlar meclisi ise öyle değildir.Bizim için parlamentoya girip onların rüşvetçi olduğunu veya hırsız olduğunu ve hain olduğunu açıklamamızda şayet devlet izin verirse bir beis yoktur inşaallah.Sonuçta bu benim görüşümdür. Bu fetvada doğruda olabilirim yanlışta olabilirim Şayet yanlış yaparsam şeytandan, isabet etmişsem Allah'tandır. Allah'tan temennim hakkı bildirsin, batıldan uzaklaştırsın."Anlattıklarımızdan şunu özetleyebiliriz: Şehid Abdullah Azzam bazı şartlar dahilinde parlamentoya girilmesini caiz görüyor. O şartlar şunlardır:

1-Beşeri sistemlere karşı olmak ve durdurulması niyeti ile girmek.

2-Şer'i bir maslahatı gözetmek. Mesela İslam davasına yardım ve müdafaa etmek. Zulme karşı durmak, toplumun kanını içen hırsızları ve hainleri belirlemek için...vs

3-Allah'ın kitabına, Resulullah'ın sünnetine zıt hiç bir kanunu desteklemeyip imzalamamak. Şayet bir madde dahi imzalayıp uyarsa kafir olur İslam milletinden çıkar. ''Daha önce de belirttiğimiz gibi Arap ülkelerinde mevcut parlamenter sistem ile Türkiye sınırlarındaki parlamenter sistem yapıları itibarı ile tamamen farklılık arz etmekledir. Türkiye'deki parlamento. Kanun çıkaran bir kurumdur. Ve yine Türk parlamentosuna haram sınırlarını çiğnemeden girebilmek kesinlikle mümkün değildir. Hatta ve hatta parlamentoya giden yolda her adım küfür ve sirk filleri ile doludur. Daha ilk adımda demokrasinin korunması için edilen bağlılık yeminini buna örnek olarak verebiliriz.Tamamen küfür sözleri ile dolu bu yemin metni hangi maksatla ve hangi niyetle söylenirse söylensin kesinlikle sahibini İslam sınırları içerisinden çıkarmaktadır, (çünkü bilinen bir kuraldır ki ikrah şartları haricinde küfür sözlerini ikrar etmek kesinlikle küfürdür. Yine bugünkü parlamento işlevi itibarı ile Allah'ın dinine düşman olmuş bir yapı sergilemektedir. Çıkartılan her kanun Allah'ın kitabından kaynaklanmayıp beşeri iradelerin ürünüdür. Bu şartlar altında kim ki maslahat icabı bu parlamentoya girilebileceğini iddia ederse tamamen hiç bir ilmi temele dayanmayan bir iddiada bulunmuş olur. Açık olarak söyleyebiliriz ki: bu parlamentoya ne amaçla olursa olsun girmek de. Ve yine. ne amaçla olursa olsun girilebilineceğini iddia etmek de sahibini Allah'a karsı müşrik ve kafir durumuna düşürmektedir. (y.y)

( Abdullah Azzam “ HAKİMİYET MEVHUMU “ kitabından alınmıştır.)
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:20
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
“Şehid ABDULLAH AZZAM’a göre kişileri belirterek hüküm vermek KİŞİLERİ BELİRTEREK HÜKÜM VERMEK

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
Şu anda İslam ümmetinin dörtte üçü bu küfrü gerektiren konulara bilmeyerek girmişlerdir. Biz bunların üzerine küfürle hüküm veremeyiz. Eğer onların üzerine küfürle hükmedersek, o zaman İslam ümmetinin %80'ini dinden çıkarmış oluruz. Bu iddia tamamen gayri ilmi bir iddiadan başka bir şey değildir, insanların %80'ine küfürle hüküm vermek zorunda kalacağız diye onlar üzerinde ki hak olan hükmü değiştirmek bizce tutarlı bir davranış olmamaktadır.Fakat akidelerini ve dinlerini anlatmak, küfrü gerektiren maddeleri onlara açıklamak bizim üzerimize bir vecibedir. Bu küfrü gerektiren konuları onlara bildirdikten sonra kim ki bu fiiller üzerinde devam ederse kafir olur ve dinden çıkar.Açıktır ki toplumu oluşturan, fertlerdir. Toplumun küfür üzerinde olduğunu söyleyip de bu toplumu oluşturan fertlerin küfür üzerinde olmadığını iddia etmek gerek ilmen, gerek aklen yanlış bir iddiadır. Bununla beraber bu toplumu oluşturan fertlere küfürle hüküm verilememesinin sebebini cehalete bağlamak da bize göre pek tutarlı gözükmemektedir. Bu noktada en güzel açıklama ise yine Şehid Seyyid Kutub'dan gelmektedir: Seyyid Kutub Yusuf Suresi 40. Ayeti tefsir ederken şöyle demektedir. "Dini bilmeyen cahil kimseler oldukları içindir ki: dosdoğru dine tabii olamamaktadırlar. Bu cahillerin cehaletlerinden dolayı ne iman etmeleri.ne de hu dine tabii olmaları kendilerinden beklenebilir. Dinin bu noktada aslını ve mahiyetini bilmeyen bu insanları, dosdoğru din olan Allah'ın dinine nisbet etmek ne akla sığar ne de gerçeğe uygun düşer. Bu hususta bu kimseleri Allah'ın dinine nispet edip hatalarının faturasını da cehaletlerine bağlamak geçerli bir mazeret değildir. Dini bilmemeleri işin ta başında müslüman olmalarına en büyük engeldir. Sonuç ta bir şeye inanmak o şeyi bilmenin bir parçası olup aklında mantığında pratiği budur. Hatta bu mantığında ötesinde son derece açık ve ortadadır."aglay.y)Allah'ın şeriatından hariç beşeri sistemlere muhakeme olmak, tehlikeyi ifade eden ciddi bir konudur. Bu insanların küfrünü ve imanını belirleyen bir konudur.Şehid Seyyid Kutub şu ayeti tefsir ederken şöyle diyor:"Üzerlerine Allah'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü o kesinlikle Allah'ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara itaat edecek olursanız şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz." (En'am Suresi, 6/121)

" Her kim putlara ibadet eden kişilere müşrik hükmünü verdiği halde, tağutların muhakemesinde muhakeme olmayı isteyen kişilerin tekfirinden kaçınırsa bil ki şu ayeti okumamıştır." " Eğer onlara itaat edecek olursanız şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz."

Burada itaat kelimesi ibadet manasındadır. Biz açık ve net olarak söylüyoruz ki; akşam namazı dört rekattır diyen ile hırsızın cezası iki aydır diyen arasında fark kesinlikle yoktur. Akşam namazının üç rekat olması nasıl Allah'ın kesin emri ise hırsızın, elinin kesilmesi de Allah'ın kesin emridir. Aynı şekil de akşam namazının rekatlarındaki değişiklik nasıl ki Allah'ın dininin değiştirilmesi anlamına geliyorsa hırsız bir kimseye verilecek cezanın değiştirilmesi de Allah'ın dininin değiştirilmesidir. Müslüman olduğunu iddia edip pazar günleri hıristiyanlarla kiliseye giden ile, müslüman olduğunu iddia edip beşeri kanunlara muhakeme olmaya gidenin arasında hiç bir fark yoktur. Bunun delili ise Tevbe Suresi'nin 31. Ayeti ve bu ayete ilişkin Resulullah'ın açıklamasıdır. " Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki hepsi ancak bir olan ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı, ki O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O onların ortak koştukları her şeyden münezzehtir." (Tevbe Suresi, 10/31) "

Onlar haramı helalleştirdiler, helali haramlaştırdılar. İnsanlarda onlara tabii oldular. İşte onlara ibadet budur,"

Teşri ve hüküm konusu siyasi bir konu değil, dini bir konudur. Bundan dolayı çoğu kez kardeşlere (Yazar burada Müslüman Kardeşler cemaatini kastediyor)dedim ki: "Siz ölülere yapılan şirk üzerinde duruyorsunuz. Dirilerin yaptığı şirk üzerinde durmuyorsunuz. Seyyid Ahmed Bedevi ve Şeyh Abdülkadir Geylani'nin kabrine gidip yüzünü sürenlerin şirkleri üzerinde duruyorsunuz, insanları kendisine taptıran, açıkça ilahlık iddiasında bulunmasa bile uluhiyet iddia eden tağutlardan konuşmuyorsunuz." Ölülerin kabrine yüzün sürülmesi ve onlardan yardım istenmesi kültürlü insanların yanında bitmiş bir konudur. Yüzünü kabre sürecek hiçbir kültürlü insan bulamazsın. Şu anda en mühim konu insanların tağutlara tapması konusudur. Şayet Seyyid Ahmed Bedevi ve Şeyh Abdülkadir Geylani'nin mezarlarının başında bugün kü tağutları koruyan polisler olsaydı(Anıtkabirde olduğu gibi. (y.y)) kimse yüzünü o kabirlere süremezdi ve kabirlerinden konuşamazdı.Dolayısı ile bugün Allah'ın şu ayetinin üzerinde hassasiyetle durulması lazımdır:"Hüküm ancak Allah'ındır." (Yusuf Suresi, 12/40)Çoğu insanlar Allah'ın hükmü ile hükmetmeyen tağutları destekliyorlar. Rahatlıkta, darlıkta, doğrulukta ve yanlışlıkta onlarla beraber oluyorlar. Bununla beraber küfrü desteklediklerini bilmiyorlar. Şu bir musibettir ki; Bu kimseler bir insanın boynunda bir muska gördükleri zaman çok kızarlar ama bir insanın Allah'ın şeriatından başka şeriatlara rıza gösterdiğinden dolayı küfre girdiğini bilmezler.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:22
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
faniiiia su an offline faniiiia  
her hakikat yeri ve zamanı geldimi söylenmeli (önemli)

138 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.05.2006
En Son On: 04.09.2007 - 18:20
Cinsiyeti: ----- 
muhammed yuşa kardeşim, her hakikat yeri ve zamanı geldimi söylenmeli. böylece daha etkili olur. bilmem anlatabiliyor muyum? akşam namazı farzdır ancak ikindi vaktinde kılınmaz.
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 15:56
Bu mesajı bildir   faniiiia üyenin diğer mesajları faniiiia`in Profili faniiiia Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
faniiia abim....

944 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2005
En Son On: 07.06.2007 - 22:48
Cinsiyeti: Erkek 
haklısın abim ancak sanki zamnanı gelip geçmiştide yoksa yanılıyormuyum.....

allah razı olsun abim
wesselam
Ekleme Tarihi: 02.06.2007 - 16:04
Bu mesajı bildir   muhammed yusa üyenin diğer mesajları muhammed yusa`in Profili muhammed yusa Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 689 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
osman12 (77), vahvah71 (53), ssercan (50), sabr_yolcusu (56), Yorumsuz_91 (33), Asya6666 (62), angel (42), cankalemdar (39), meltem6666 (59), MeCaL (56), emiremre (44), ozdalomer (53), ayþeayd&#2.. (40), talha_34 (47), mhammettelo (43), leto18 (59), sinepuryan (42), Yalnizlik (39), BATAKLIK60 (55), kamil33 (54), hmfatih (62), Soldat34 (54), MrVoLKaN (37), yusuf kuyu (44), Yusuf_Adiyaman (53), farfarlone (41), Osman_20 (39), yunusemre_56 (58), eminecanersoy (46), eren.06 (60), tugba1986 (38), tanerok (41), MAHMUT2005 (48), musbaba18 (41), Bahar38 (40), ehhan ünlü (37), ard75 (68), ofliayhan61 (54), osman42 (45), enver66 (40), ayten66 (36), adem2007 (57), uludag64 (60), kadir ibraimi (35), Hace Türkistan (52), tufan03 (48), hasimpakirbaba (48), kuscu (60), ONUR45 (41), Allah_Asigi (41), _Hilal_ (40), aydin_yilmaz (42), cemil_keskin (64), cesurkagan (37)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.67760 saniyede açıldı