generique rhinocortstromectol kaletra generique luvox lopinavir ritonavir imdur imigran imitrex imodium imuran imurek inderal la inderal index indocin sr indocin inegy intagra iscover isoptin isordil sublingual isordil itraderm itrop jumexal kamagra effervescent kamagra gold kamagra oral jelly kamagra soft kamagra keflex kemadrin kenacort a solubile kenacort a kenacort kenergon kessar keto med ketozol kinzal kinzalplus klacid lamictal dispersible lamictal lamisil cream lamisil
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » TÜRKİYE VE DÜNYADA SİYASET » Türkiyenin kalkınması için çözümler

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 18 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
taybru su an offline taybru  
Themenicon    Türkiyenin kalkınması için çözümler

53 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 07.07.2005
En Son On: 09.07.2005 - 15:53
Cinsiyeti: Erkek 
Bu öneri başta sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere 60 ayrı kuruluşa ve kişiye ulaştırılmıştır.

14-03-2001
Sayin A. Necdet SEZER,
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaskani,

--Türkiye yanlis ekonomi uygulamalarinin uzun yillardir biriken negatif mirasinin sonundaki yanlis istikrar tedbirlerinin bedelini, tarihindeki en büyük kayiplarla ödemektedir .
--Yanlis istikrar tedbirlerine devam edilirse daha da küçülecek, zayiflayacak olan ekonomik yapi, mutlaka yeni krizleri ve sosyal patlamalari olusturacaktir. Üretim yetersizligi, kapanan is yerleri, talep yetersizligi, Türkiye tarihinin en büyük boyuttaki issizler kesimi, ekonomiyi yeniden yapilandirmaya imkan vermeyecek kadar küçülecegi bir noktaya ulastiracak ve orada bogacaktir. Artan issizlik, simdilik borçlarla ailesini geçindirebilen issizleri, borç alamayacaklari bir güne ulastirdiginda sosyal patlamalar kaçinilmaz olacaktir.
--Yatirimlari, üretimi, istihdami, gelirler seviyesini ve buna bagli olarak toplam efektif talebi azaltarak en alt seviyede taleple, arzi dengeleme, ülke ekonomisini katletme tesebbüsüdür.
--Türkiye ekonomisi çökertilmistir. Bogulacagi noktaya dogru hizla ilerlemektedir. Asagidaki tedbirler alinmazsa vahim sonuçlar olusacaktir.
--Türkiye derhal altin karsiligi para rejimini kurmalidir.
--Mevcut paralar toplanip imha edilmelidir.
--Karsiliginda ayni günlük rayiçten paranin altin gramaji kadar altini temsil eden altin karsiligi kagit para verilmelidir.
--T.C. Merkez bankasi tedavüldeki para hacminin altin karsiliginin (%50 si ihtiyat olmak üzere) % 150 sine sahip olmalidir. IMF kredisi bu maksatla alinmalidir.
--Yeni TL'nin üzerinde "ibrazinda derhal altina çevrilme garantisi" yer almalidir.
--Yeni TL 1 milyon TL'nin altin karsiligini temsil etmelidir. Böylece mevcut borç ve alacaklarin hesaplanmasinda kolaylik saglanir, hem de altin karsiligi TL, USD'den daha kiymetli bir dünya parasi olur. (Dünyadaki sifir enflasyonlu ve altin karsilikli en kiymetli döviz olur.)
--Türkiye ekonomisinin küçülmesi degil büyümesi, üretimini kat, kat artirmasi, tam istihdama ulasmasi için bir yatirim seferberligi baslamalidir.
--Bunun için enflasyonun sifirlandigi ve dövize ihtiyaci kalmayan bir ortamda Türkiye, bankalar ve tecrübeli ve güvenilir is adamlari ile ortakliklarin kurulacagi en saglam zeminde ataga geçmelidir.
--Böyle bir ortamda bankalarla ekonomi arasindaki para nehirlerinin hareket halindeki fonlarinin sadece %5'i ile Türkiye tarihinin en büyük yatirim seferberliginin bir santiyesi olacaktir.
--Her yatirim harcamasi ayni gün tekrar bankalar sistemine mutlaka geri dönecektir. Türkiye hiç bir devrede kaynak sikintisi çekmeden yatirimlarini en büyük boyutta gerçeklestirebilecektir.
--Istikrar tedbirlerine devam için vakit çok geçtir. Yakin gelecekte vücuda gelebilecek facialari önlemek için acilen harekete geçmek ülkenin selameti için farzdir.
--Bu mektup bu günkü tarihle bilgisayarin hafizasina kaydedilen, yakin gelecekteki facialar konusundaki derin kaygilarimizin muhtevasidir.

Tarihi sorumlulugunuza ithaf edilir.
Dualarimizla.






İÇİNDEKİLER

Sayfa No

I. BİLGİ TOPLAMADAKİ EKSİKLİKLER 1
I.1. Giriş 1
I.2. Bilgi Akımının Sağlanması 2
I.3. Sonuç 2


II. ENFLASYON DİNAMİĞİ VE REFERANSLAR 3
2.1. Enflâsyon Dinamiği 3
2.2. Referanslar 5


III. FAİZ VE SERMAYE KANAMASI 6
3.1. Faiz 6
3.2. Sermaye Kanaması 7
3.3. Yabancı Kaynaklarda Sermaye Kanaması 9
3.4. Özsermayeye Göre Sermaye Kanaması Tehlikeli Bir Boyuttadır 10


IV.İSTİHDAM 11
4.1. Giriş 11
4.2. Bulgular 11
4.3. Enflâsyon ve İstihdam 12
4.4. Devlet Yatırımları 13


V. ENERJİ 14


VI. HARP SANAYİİ 18


VII. ENFLASYONUN AZALMASI DEĞİL DURMASI ZORUNLUDUR
VE BU MÜMKÜNDÜR 19


VIII. LİKİD MEKANİZMA 23

IX. BÜYÜYEN EKONOMİ MODELİ 24
9.1. Sorunlar 24
9.2. Uygulama ve Çözüm 24
9.3. Kaynak Problemi 25
9.4. Tasarruf Yetersiz Midir? 26
9.5. Likid Mekanizmanın Kullanılması 27
9.6. Japon Modeli 28


X. LİKİD MEKANİZMANIN OLUŞTURABİLECEĞİ YATIRIM MİKTARI 30
10.1. Yatırımlara Sevkedilebilecek Miktar 30
10.2. Takip Edilecek Yol 31
10.3. Likid Mekanizmasının Çalışması 32


XI.TEORİLER VE REALİTE 35
11.1. Teoriler 35
11.2. Realite 36
11.3. Pratik Diyor Ki 36


XII.RAKAMLARIN IŞIĞI ALTINDA PRATİK 38
12.1. Nüfus Artışı ve Kalkınma Hızı 38
12.2. İstihdam 38
12.3. İstihdamdaki Realite 39
12.4. Likid Mekanizmasının Çalışması 41
12.5. Matematik Sonuç 42


XIII. SONUÇ 43


XIV. REFERANSLAR
14.1. 1982 Yılında Türkiye Bankalar Sisteminde Likid Mekanizma ve Kaynak İsrafı 45
14.2. Türkiye’de Emisyon, Paranın Devir Hızı ve Enflâsyon Arasındaki İlişkiler 54
14.3. Para Çoğaltanı Faktörü ve Finansal Sistem 63
14.4. Türkiye’de Enflâsyon Teşhis ve Tedavisi 75
14.5. Japon Şirketleri İçinde İlk Yüz Sanayi Şirketi 97
14.6. Enerji Ekipmanlarının Yurt İçinde Üretilmesinin Ekonomik Önemi 100
14.7. Beşyüz Büyük Sanayi Kuruluşu 107



I. BİLGİ TOPLAMADAKİ EKSİKLİK

1.1. GİRİŞ

Ülkemizde ekonomistlerin ve ülkeyi idare etmek mevkiindeki idarecilerin dayandıkları istatistiki veriler birkaç kaynaktan yayınlanır. Devlet İstatistik Enstitüsü ve T.C. Merkez Bankası en önemli iki kaynaktır.
Ne yazık ki bankalar sisteminin hareketlerini her hafta ve üç ayda bir yayınlayan T.C. Merkez Bankası’nın bültenleri “Bakiye” sistemine dayalıdır. Yani, “Bir ay içinde bankalar sis-temi ekonomiye ne kadar para enjekte etmiştir ?” sorusunun cevabı bu bültenlerde bulunmaz.Verilen kredilerden ne kadarı bankaya geri ödenmiştir ? Bunu da bilemezsiniz. Bir ay zarfında ekonomiye enjekte edilmiş olan paradan, bankalar sistemine dönen para çıktıktan sonra, ayın son günü bankalar sisteminin kasalarında toplam olarak bulunan paranın, sadece bu paranın miktarı bilinir. Ay sonundaki bakiye ise sadece bir kesittir ve gerçekte bilinmesi lâzım gelenleri göstermez.
Bir ay zarfında ekonomiye giren paraların toplamı efektif talep oluşturacağına göre, bilinmesi gereken bu husustur. Bu rakamı bilirsek, ekonominin reel nabız atışlarını yakalayabiliriz.
Bu rakam bilinince, paranın reel devir hızını da hesaplamak mümkün olur. Bu rakam-ların bilinmesi için, bankalarda yalnız bakiyelerin değil, kasa, krediler ve mevduat hesaplarının borç ve alacak rakamlarının da alınması gerekir.

1.2. BİLGİ AKIMININ SAĞLANMASI

1982, 1983, 1984 yıllarında bahsettiğimiz bu husus yapılmış ve DPT’de bu bilgi akışı ile Bankalar Sistemi kanalıyla oluşan günlük ve aylık reel talep hesap edilmiştir. Diğer taraftan aylık efektif talebin tedavül hacmine bölünmesi ile tedavül hacmi kadar paranın ayda kaç defa devrettiğini yani paranın devir hızını hesap etmek de mümkün olmuştur.(Ref.1)

Böylece tahminlerden değil, reel gözlemlerden hareketle sonuçlar tesbit edilebilmiştir.

1.3.SONUÇ

Bu sonuçların verileri, fiyat hareketleri ile karşılaştırıldığı zaman, tedavül hacminde değişiklik olmasa dahi, paranın devir hızı yükseldiği zaman fiyat artışlarına yol açtığı ortaya çıktı (Ref.2).

Realite buydu. Ayrıca Dünya Bankasının ve IMF’nin çok güvendiği “Para Çoğaltanları (Multiplier)” hesaplarının da realiteyi aksettirmediği ortaya çıktı. (Ref.3)

Öyle ise Friedman’ın sıkı para politikası teorisi aksıyordu. Ayrıca ölçümlemelerin teorik bir model olan “Para Çoğaltanlarından” değil reel verilerden hareketle sonuca ulaşması gerekiyordu.

Bu bazlardan hareketle aktif ve pasifi içeren bilgiler toplamalı ve “Likid Mekanizma” lar tesbit edilmeli, paranın reel devir hızları hesap edilmeli ve bu verilerle fiyat hareketleri aylık hatta haftalık periyodlarda karşılaştırılmalıdır. Ancak böyle bir sistem hükümetleri makro finansman açısından doğru kararlara götürebilir kanaatindeyiz.


II. ENFLASYON DİNAMİĞİ VE REFERANSLAR

2.1. ENFLASYON DİNAMİĞİ

Son enflâsyonu incelediğimiz zaman görürüz ki, enflâsyonu hızlandıran faktörler, enflâsyonun içindedir ve başka bir problemin çözümü için gerekli görüldüğünden devreye sokulmaktadır.

KİT’lerin fiyatlarına diledikleri gibi zam yapmaları, çok açık bütçeler, yüksek faizler, yükselen ücretler, döviz kurlarının yükselmesi ... gibi.

Yüksek enflâsyon devrelerinde bu uygulamalar kaçınılmaz gibi görünmektedir. Daha yüksek enerji maliyeti, daha yüksek işçilik ve daha yüksek hammadde fiyatı ile üretim yapan bir KİT’in mamul maliyeti elbette yüksek olacaktır. Kâr marjının aynen devamı halinde mamul satış fiyatı yükselecektir. Kâr marjının azaltılması halinde ise, bütçe açığı söz konusu olacaktır.

Devletin cari harcamalar ve yatırımlardan oluşan iki ana masraf kalemi vardır. Vergilerle bunu karşılayamazsa bütçe mutlaka açık verecektir. Elbette daha küçük bütçeler yapılarak açık verilmeyebilir. Fakat, yükselen enflâsyon dolayısıyla, devlet hizmetlerinde çalışanlara daha çok ücret verilmesi kaçınılmazdır. Diğer taraftan enflâsyonu önlemenin yolu, üretim arttırılmasına dayalıdır. Üretimi arttırabilmenin yolu ise yatırımları arttırabilmekten geçiyor. Bu durumda devletin bütçe açıkları yatırımları arttırıcı bir asli sebebe dayanıyorsa normal görünmektedir.

Diğer taraftan yüksek enflâsyon dönemlerinde vadeli mevduata, enflâsyonu kompanse edecek bir faiz ödemek zorunludur. Aksi takdirde mevduat sahibi cezalandırılmış olur ve mevduat azalması da söz konusu olabilir. Yüksek mevduat faizi, kredi faizlerini de arttırır. Çünkü kredi faizi, bankanın kâr edebilmesi için mevduat faizinden yüksek olmak zorundadır.

Yükselen enflâsyon, memur ve işçi ücretlerinin de yükseltilmesini zorunlu kılmaktadır. Aksi takdirde, sabit gelirliler cezalandırılmış olur. Tabiatiyle yükselen ücretleri karşılamak için yeni para basmak söz konusu olacağı cihetle piyasadaki tedavül hacmi yükselecektir.

Yükselen döviz fiyatları sebebiyle Merkez Bankası’na gelen dövizlerin karşılıkları çok daha yüksek TL. sına ihtiyaç göstereceğinden bu da enflâsyona yol açmaktadır.

Yukarıda değindiğimiz hususlar, enflâsyonun artmasına sebep olurlar. Artan enflâsyon, KİT’lerin fiyat arttırmalarına, devlet bütçesi açıklarına, mevduat faizlerinin artmasına ve ücretlerin yükselmesine yol açar. Bunlar da mevcut enflasyonu daha da arttıracaklardır.

Görülmektedir ki, enflasyonu hızlandıran dinamik olgular, enflâsyonun getirdiği zorunlulukların sonuçlarıdır ve enflâsyonun içinde yer almaktadır.
Sonuçta ise, bir kısır döngü oluşmaktadır ve spiral yükselmektedir. Enflasyon, KİT’lerde fiyat artışlarına, devlet bütçesi açıklarına, faizlerin yükselmesine ve ücret artışlarına sebeb olurken, artan fiyalar, devlet bütçesindeki büyüyen açıklar, yüksek faiz ve artan ücretler de enflâsyona sebeb olur.

İlk etki ilk tepkiyi oluşturmakta, ilk tepki ikinci etkiyi oluşturmakta, ikinci etki ikinci tepkiyi oluşturmakta, ikinci tepki üçüncü etkiyi oluşturmakta ve spiral yükselmektedir.


Enflâsyonun aşağıya çekilmesi için ne yapmak lâzım ? Bu konu hiç tartışılmamakta, herkes enflasyonu ve hükümeti eleştirmektedir. İşte bu noktada TV’ye ve gazetecilere yani basına önemli bir görev düşmektedir. Enflâsyona sebebiyet veren iktidarların tenkit edilmesi değil, enflâsyonun nasıl önleneceği kamuoyu önünde tartışılmalıdır. İktidara aday olanlar bunu yapmak zorundadır. Ne yazık ki, bu güne kadar enflâsyonun nasıl aşağı çekilmesi gerektiği konusunda hiç bir toplantı düzenlenmemiştir. İşte bu konunun tartışılmasının zaruretine inandığı için İslami İlimler Araştırma Vakfı bir pratisyeni görevlendirmiştir. Bu satırların yazarı bir teorisyen değildir. Bu çalışmadaki öneriler tamamen gözlemlere dayalıdır. Yıllarca sebep-sonuç ilişkileri incelenmiş ve ilgili yıllar boyunca rakamsal göstergelerin teorileri ne ölçüde paralize ettiğini gösteren araştırmalar DPT Kütüphanesi’ne teslim edilmiştir. Türkiye İktisat Gazetesi’nde de 37 makale ile kamuoyuna bilgi sunulmuştur. Konumuzla ilgili gözlemlerin özellikle aşağıdaki araştırmalarda yer aldığını bildirerek tartışmaya katılacakların önce bu araştırmaları incelemelerini salık veririz.

2.2. REFERANSLAR

Referansları teşkil eden aşağıdaki araştırmalar İskender Evrenosoğlu tarafından yapılmıştır:

1. 1982 yılında Türkiye Bankalar Sistemi’nde Likit Mekanizma ve Kaynak İsrafı, 1983

2. Türkiye’de Emisyon, Paranın Devir Hızı ve Enflâsyon Hızı arasındaki ilişkiler, 1984

3. Para Çoğaltanı Faktörü ve Finansal Sistem, 1984

4. Türkiye’de Enflâsyonun Teşhis ve Tedavisi, 1985

5. Devlet Planlama Teşkilatı Araştırması

6. Japonya’daki En Büyük Yüz Firmada Banka İştirakleri Listesi

7. İstanbul Sanayi Odası Dergisi’nin 260. sayısının 45. sayfasında yer alan tablo

8. 1988 Yılı Programı




III. FAİZ VE SERMAYE KANAMASI

3.1. FAİZ

Türkiye yüksek hızda bir enflâsyonun etkisi altındadır. Yüksek enflâsyon devrelerinde yüksek mevduat faizi uygulanmaktadır. Yüksek mevduat faizi, yüksek kredi faizi demektir. Yüksek kredi faizi ise, yatırımları engelleyen en büyük faktördür. Üstelik üretimi arttırsanız bile enflâsyonu durduramazsınız. Çünkü yüksek faiz bunu engeller.
En iyimser bir misalle vaziyetin vahametini anlatmaya çalışalım:
200 milyon TL’lik bir yatırım düşünelim. 100 milyon liramız var. 100 milyon lira da kredi alıp yatırımlarınızı tamamlamak istiyoruz.Yatırım bir yıl sonra işletmeye açılacak. Buna uygun olarak bir yıl ödemesiz süre de almış olalım.

%100 e varan kredi maliyetleri sebebiyle 1 yıllık yatırım devresinde hiç taksit ödemeyecek olmamıza rağmen, aldığımız kredi kadar faiz ödemek zorunda kalacağız. Bu faizi ödemek için 100 milyon TL’sını nerede bulacağız ? Bunu para bizde olsa zaten yatırımımızı kredi almadan realize ederdik.

Bu faizi ödemek için daha fazla kredi aldığımızı düşünelim:
Meselâ ; 200 milyon TL kredi aldığımızı varsayalım. Bu sefer de 200 milyon TL faiz ödemek mecburiyetinde olacağımız için yine 100 milyon TL açığımız olur. Hangi miktar kredi alırsak alalım bu 100 milyon TL açık devam eder. Yatırımımızın maliyetinin, fazla alınan kredi ve toplam faizler nedeniyle anormal yükselmesi de cabası. Ayrıca yatırım devresinde alınan yatırım kredisi faizlerinin, işletme devresinde de ödenmesi şart olduğuna göre, işletme devresinde mamulümüzün maliyetinin, yüksek kredi faizleri sebebiyle anormal boyutlarda yükseleceği tabiidir.

Yani, enflâsyonu önlemenin temel şartı olan üretim arttırmak için yatırım yapacağız. Fakat üretim arttığı halde enflâsyon önlenemeyecek, aksine artacak ; çünkü üretim maliyeti, yüksek faizler sebebiyle anormal boyutlara ulaşacaktır.

Diğer taraftan, ticari kredilerdeki maliyet, % 100 lerin de çok ötesindedir. Böyle bir kredi alan firma, konserve gibi yılda bir devir yapabilen mamulünü % 100 fiyat farkı ile satarsa, ancak başabaş olur. İki devir yapabilen firma mamullerini en az % 50 fiyat farkı ile satarsa ancak başabaş olur. Bu işletmeler bu fiyatlara ayrıca zam yapmak zorundadır. Aksi takdirde kâr edemezler. Görülüyor ki, faiz, hem yatırımları engelleyen, hem de üretim maliyetlerini yükselen bir afettir ve enflâsyonun tedavisi için kredi ile yatırım yapılıyorsa, yeni üretim gerçekleştirilse de fiyatlar artar. Yani üretim artmasına rağmen enflâsyon azalmaz, artar. Görüldüğü gibi, enflâsyonun bu merhalesinde bu statü altında bu kadar faiz varsa çözüm çok güçtür.


3.2. SERMAYE KANAMASI

İstanbul Sanayi Odası’nın her yıl yayınladığı 500 en büyük firmanın bilançoları üzerinde yapılan incelemeler şu gerçekleri ortaya çıkarmaktatır:

1. Bu firmalar, kârlarına yakın bir oranda faiz ödemektedir.

2. Bu firmaların çok büyük bir kısmında sermaye kanaması mevcuttur.

580 firmanın toplam rakamları ise, kesin bir toplam sermaye kanaması vurgulamaktadır.

Enflâsyonda ulaştığımız bu seviyede ve bu şartlarda yani, enflâsyon devam ettiği sürece sermaye kanaması önleyecek bir tek yol vardır:
Bankalar sisteminin yatırımların oluşmasına “kredi” ile değil, “sermaye” ile katılmaları. Sermaye kanamasını önleyecek asıl yol ise, enflâsyonun durmasıdır.

Bankalar sistemi 500 büyük firmaya kredi değil de sermaye vermiş olsaydı ve bu sermaye % 50 olsaydı, bankalar bu sistemde, aldıkları faizlerin toplamından daha fazla kâr edeceklerdi. Demek ki, Bankalar Sistemi böyle bir uygulamada daha kârlı olacaktı.

580 büyük firmanın toplam sermaye kanaması hesaplaması şöyle yapılmaktadır:
Kârdan % 46 Kurumlar Vergisi çıkarılmakta ve kalan kâr, ödemiş sermayeye oranlanmaktadır. Oran, enflâsyon oranında aşağıda ise, sermaye kanaması vardır. Yani, enflâsyonun kaybettirdiklerinden daha az kâr edilmiştir. Bankalar sistemi sermaye iştiraki yapmış olsaydı 500 firmanın kârları, faizler toplamı kadar artacaktı.

İşte, faizlerle kâr toplandığı zaman çıkan toplam kârdan, % 46 Kurumlar Vergisim düşüldükten sonra çıkan sonuç, ödenmiş sermayeye nispet edildiğinde oran enflâsyon haddinden yüksek çıkmaktadır. Yani sermaye kanaması sona ermektedir.

Reel sermaye kanaması hesaplanması aşağıdadır. (Ref. 7):

İstanbul Sanayi Odası Dergisi’nin 15 Ekim 1987 tarihli 260. sayısında yayınlanan Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu anketine göre, bu firmaların ödemiş sermayeleri toplamı Tablo 1’de, 3.259 milyar TL’dır. Bilanço kârları toplamı 1.646 milyar TL’ dir.Ödenen faizler ise, 1.475 milyar TL’ dir.Kurumlar Vergisi % 46 olduğuna göre

1.646 x 0.46 = 757
1.646 - 757 = 889
889 / 3.259 = % 27.2

1986 yılında % 29.6 olan enflâsyona göre % 27.2’ lik bir kâr haddi sermaye kanaması olduğu kesin olarak vurgulanmaktadır.
Bankalar bu firmalara kredi vermek yerine % 50 ortak olsaydı, firmaların ortak kârları 1.475 milyar TL artacaktı.Ödenmiş sermayeleri de 3.259 / 2 = 1.630 milyar TL artacaktı.Bu duruma göre hesaplama aşağıdaki gibi olacaktır:

1.646 + 1.475 = 3.121
3.121 x 0.46 = 1.436
3.121 - 1.436 = 1.685

= % 34.5

Bilanço kârının ödenmiş sermayeye oranı % 34.5 çıkmaktadır. Bu oran, % 29.6 olan 1986 yılı enflâsyon oranından yüksektir. Kredi yerine sermaye girmiş olsaydı, firmalarda sermaye kanaması olmayacaktı. Ama ne yazık ki sermaye kanaması var. Reel olarak ülkemizde ödenmiş sermayeler küçülmektedir. Yani, enflâsyon 500 büyük firmanın kâr edebildiğinden daha fazlasını götürmektedir.


3.3. YABANCI KAYNAKLARDA SERMAYE KANAMASI

Bu firmaların kullandığı yabancı kaynaklardaki sermaye kanamasına gelince, 500 büyük firmanın borçları şöyledir :

- Kısa vadeli borçlar : 7.3 trilyon TL
- Uzun vadeli borçlar : 4.5 trilyon TL

Borç toplamı 11.8 trilyon TL

Bu borçları için 500 büyük firma sadece 1.4 trilyon TL faiz ödemiştir. Borç veren banka veya diğer müesseseler, verdikleri borcun sadece % 11.9’u kadar faiz alabilmişlerdir.

Yabancı kaynaklar sene boyunca full kullanılmış olsalardı yani borç senenin başından sonuna kadar hep 11.8 trilyon TL olsaydı, bu kaynaklar için enflasyon % 29.6 üzerinden 3.5 trilyon TL erozyona sebeb olacaktı. Kazanç ise 1.4 trilyon TL’dir. O takdirde yabancı kaynaklar için 3.5 - 1.4 = 2.1 trilyon TL sermaye kanaması söz konusu olacaktı.

Borçların ne kadarının banka borcu olduğunu bilmediğimiz gibi, borçların bir kısmının sene sonunda oluşması da mümkündür. Böyle olduğu için 2.1 trilyon TL varsayıma dayalı bir tahmin oluyor. Ama, gene de bu rakamın sadece % 50’si bile olsa, 1 trilyon TL yabancı kaynaklarda erozyon var demek pek hayalci olmasa gerektir. Çünkü takibeden bölümde görüleceği gibi 5.9 trilyon TL’lik özkaynaklardaki sermaye kanaması 871 milyar TL’sına ulaşmaktır.


3.4. ÖZSERMAYEYE GÖRE SERMAYE KANAMASI TEHLİKELİ BİR BOYUTTADIR

500 büyük sanayi kuruluşunun, ödenmiş sermaye + yedek akçeler + dağıtılmamış kâr + değer artış fonundan oluşan, bugünkü değere irca edilmiş, özsermayeleri toplamı 5.945 milyar liraya ulaşmaktadır. Bu durumda bilanço kârının özsermayeye oranı 889 / 5.945 = % 14.9 dur. Enflâsyonun özsermayeden götürdüğü miktar ise, 5.495 x % 29.6 = 1.760 milyar TL’dır. 500 büyük firmanın vergiden sonraki kârları 889 milyar TL olduğuna göre, 500 büyük firmanın sermayelerinden 1.760 - 889 = 871 milyar TL eksilmiştir, erozyona uğramıştır.

500 büyük firmanın sermayesi, patronları, çalışanları bir sene çalışmışlar, didinmişler ve neticede reel kâr etmek şöyle dursun, özsermayeleri 871 milyar TL azalmıştır.

Kısaca 5.9 trilyonluk bir sermaye, 21.2 trilyonluk ciro ve 660.000 kişinin bir yıllık çalışması ile varılan hedef, sermayenin realitede 871 milyar TL eksilmesi olmuştur. Yabancı kaynakların asgari 1 trilyon liralık sermaye kanaması da hesaba katılırsa, tablo hazindir.

Enflasyon bir kara delik gibi istihdamdaki 16.9 milyon kişinin (1988 yılı programı ) emeğini yutmakta ve Türkiye devamlı kan kaybetmektedir. Enflâsyon devam ettiği sürece de tehlikeli bir şekilde kan kaybetmeye devam edecektir.



IV. İSTİHDAM

4.1. GİRİŞ

Ülkemizde en az enflasyon kadar önemli, hatta enflasyondan çok daha önemli ikinci bir sorun giderek büyümektedir. İstihdam açığı. Radikal tedbir, yatırımları arttırmaktır. Ancak yeni yatırımlarla yeni istihdam imkanları oluşabilir. Ülkemizde ise istihdam konusunda “ beceri kursları ” açılmakla iktifa olunmaktadır. Yeterli yatırım yapılmadığı sürece “ beceri kusları ” bir istihdam çözümü değildir. Sadece daha becerili olanı, daha az becerili olanın yerine istihdam edersiniz. Ama, “ işsizler ordusu ” büyür.

Beceri kursları gerekli değildir, demiyoruz. Ama, hem beceri kursları açar, hem de yatırımları kısarsak - ki, 1988 yılının ilk yarısında bu yapılmaktadır - bir şeylerle meşgul olmuş görünür ; ama, aslında hiç bir faydalı şey yapmış olmayız. İşte “ palyatif ” uğraşı “ radikal ” uğraşının yerine hep böyle kaim olur ve hep bir şeylerle meşgul olduğumuz halde hiç bir müsbet sonuca ulaşamayız.

İstihdam 10 yılık bir süre içinde başarıya kavuşabilir. Yani, “ işsizler ordusu ” eritilebilir ; hatta daha kısa sürede. Bunun ise sadece bir tek yolu vardır : Yatırım.
Her sene hem aktif nüfusa katılanları hem de işsizler ordusunun onda birini mas edecek yatırım yapmak gereklidir, hatta zorunludur.

4.2. BULGULAR

Her iktidar devrinde ülkemizde “ işsizler ordusu ” küçülmemiş, küçültülememiştir. Halen işsizler ordusunun yılda 64.000 - 95.000 arasında azalması söz konusudur. Eğer bu rakam 100.000 olsaydı, Türkiye’de işsizlik problemi 28 yılda çözülecek demekti. Çünkü, 1988 yılı programına göre 2.761 milyon kişi işsizdir (1988 yılı programı Tablo 258) .

4.3. ENFLASYON VE İSTİHDAM

Yatırımların enflâsyonu körüklemesi, bu yatırımlar yeni para basarak gerçekleşmiyorsa mümkün değildir.

Yatırım, “ üretimi oluşturmadan önce sadece talebi arttırıcı bir faktördür ” demek de hatalıdır. Çünkü, yatırımın binaları, makinaları v.s., hep mevcut arz unsurlarının satın alınması ile gerçekleşir. Yani, taş, tuğla, kum, sıhhi tesisat ve makinalar bir arz oluşturmuştur. Yatırımı oluşturacak satın alma gücü, esasen mevcut bir arzın talebidir. Yani, karşılıksız bir talep değildir. Arz kanadında bu talebin karşılığı mevcuttur. Yatırım talebini oluşturan bu para ise esasen ekonomide sirküle etmekte olan paranın bir parçası olduğuna göre enflâsyonist baskının yeni yatırımlar sebebiyle oluşması mümkün değildir.

Devletin yatırımları değil, cari harcamalarını kısması asıldır. Hükümetin sözleşme sistemini getirerek bir kısım memurları tasfiye suretiyle çok daha az memura çok daha fazla para vermeyi planlaması ise, cari harcamaları kısamayacağı gibi, istihdam sorununu da büyütecektir. Çünkü, bir taraftan yeni yatırımlar kısılırken, diğer taraftan da devlet memurlarının işten çıkarılması söz konusu olacaktır. Öyle ise, her yıl aktif nüfusa eklenenlerin daha azına iş bulunabileceği için, bu kesim içindekilerden daha fazlası işsizler ordusuna katılacak ve ayrıca işlerinden çıkarılan memurlar da işsizler ordusunu büyütecektir.


İstihdam sorunu büyümekte ve ülkemiz için tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Çalışanla-rın sırtlarındaki yük ise her geçen gün ağırlaşmaktadır.

Yatırım yetersizliği devlet kuruluşlarında gizli işsizliği yüksek boyutlara çıkarmıştır. Kadrolar rasyonel olmayan rakamlar sergilemektedir. Unutulmamalıdır ki, gizli işsizlik prodüktiviteyi düşüren önemli bir etkendir. Çünkü, bir işi yapacak iki kişi yerine dört kişi varsa, fazla iki kişi üretime katkıda bulunmadığı gibi, üretken işçiyi meşgul ederek iş verimini azaltır.


4.4. DEVLET YATIRIMLARI

Aktif nüfusun çalışabilmesini temin etmek sadece devlete düşen bir görev değildir. Esasen devlet, elindeki bir atımlık barutu kullanabilir. Yani sadece topladığı vergiyi harcayabilir. Bu imkânın ne kadar büyük bölümü yatırıma, ne kadar küçük bölümü de cari harcamalara giderse o kadar faydalı sonuç alınmış olur. Bizde ise, cari harcamalar daima tasarruflardan daha büyük olmuştur ve böylece devam etmektedir.

Ayrıca, giderek büyüyen bütçe açıkları devleti her geçen gün daha büyüyen iç istikraz yükü altına sokmaktadır ve her gün devlet eski borçlarına yeni borçlar ilave etmek zorunda kalmaktadır. Bu şartlar altında, yatırımları kısarak enflâsyonu durdurmaya çalışmak, ülkenin boğazını sıkmaktır, intihara teşebbüstür.

1973 yılında İstanbul Maçka Oteli’ndeki “ Orta Vadeli Krediler Paneli ” nde bir hoca-mız enflâsyonu önlemek için parayı demonetize etmek gerektiğini ileri sürmüştü. Yani, Merkez Bankasına giren para tekrar ekonomiye geri döndürülmeyecek, arz kanadının seviyesine düşürülünceye kadar da bu işleme devam edilecektir.Kısaca, arzı arttırmak yerine, para hacmini azaltmak söz konusudur. Yani, kemerleri sıkmak.

Gelişmekte olan ülke için, hele % 2.1 gibi hızlı bir nüfus artışı söz konusu ise, sadece tek çözüm vardır : Arz kanadı arttırmak. Bir kanadı kısa olan bir uçağı öteki kanadı da kısaltarak uçurmak mümkün değildir. Ancak, kısa kanadı uzatarak uçağı uçurabilirsiniz. Kısa kanat, arz; üretim kanadı olduğuna göre üretimi arttırmaktan başka çare yoktur.

Üretim artışı mutlaka yeni yatırımlara bağlıdır. Her yeni yatırım ise mutlaka yeni üretim, yeni katma değer, devlet bütçesine yeni vergi ve özellikle yeni istihdam demektir. Ve bu model, giderek büyüyen, hızla büyüyen bir ekonomi modeli olmalıdır.


V. ENERJİ

Ülkemizin büyük problemlerinden biri de enerjidir. Türkiye’deki hidroelektrik potansiyelinden ekonomik bulunan kesimin % 14’ünü kullanabilmekteyiz. Ekonomik santrallerin hesabı ise yapılacak baraj sistemine göredir. Meselâ ; Fırat Nehri üzerinde nerelerde kurulacak barajlar ekonomik olabilir diye etüd edilmektedir. Yapılan prodüktivite ve rantabilite hesaplarına göre bilfarz 10 yerde bu barajların ekonomik olarak kullanılabileceğine karar verilmektedir. Oysa ki geri kalan yerlerde de enerji akıp gitmekte ve heba olmaktadır. Eğer bu heba olan enerjiyi de hesaba katarsak, hele baraj kurulamayan küçük akarsularımızı da hesaba katarak kullanılabilen hidroelektrik potansiyel % 5’lerin de altına düşer.


% 7 - 7.5’ luk bir artış hızıyla, ülkemizin 2000 yılında fert başına birincil enerji tüketimi 2.300 Kwh olacaktır. Bu enerji 1985 yılı A. T. ülkeleri ortamalarının yarısına eşittir. (1988 yılı programı, s. 239).

1987 yılı sonunda toplam eneji tüketimimiz 47.153 bin ton petrol eşdeğeridir. Elektrik elektrik enerjisi üretimi ise 44.367 Kwh’dır. Bu üretimde hidrolik enerji payı % 41.9’dur.

Enerji tüketiminde teshin % 30.8, sanayi %29.5, enerji % 23.7, ulaştırma % 16.0 paya sahiptir.

Elektrik enerjisi halen ülkemizde çok pahalıdır. A.T.‘na üyeliğimizin gayretinde olduğumuz bu günlerde sınai maliyetlerin düşürülmesi gerekmektedir ki, onlarla rekabet edebilelim. Gerek sınai maliyetlerin düşürülmesi, gerek ısıtmada elektrik enerjisinin baş rol oynaması elektrik fiyatının çok aşağılara çekilmesine bağlıdır.

Hidrolik elektrik enerjisi bugünkü maliyelerde bile, termik elektrik enerjisinden 27 kat daha ucuzdur. Hidrolik enerjinin çok ucuza elde edileceği imkânlara ülkemiz sahiptir. Bütün a-karsularımız üzerine, maliyeti çok düşük olan ve bir yılda kendini geri ödeyebilen binlerce kü-çük yüzey santralları yapılabilir.

Özellikle mamul maliyetinde enerji payı yüksek olan yatırımların elverişli nehir boyların-da kurularak, enterkonnekte şebekenin dışındaki kendi santrallarından alınacak bedava elektrikle beslenmesi, bu sanayilerimizi (meselâ : aluminyum) dünya pazarlarında büyük rekabet imkânlarına kavuşturur.


Hidrolik enerjinin büyük kısmını kullandığımız zaman ödemeler dengesinin açık verme-si sona erecektir. Petrol kaleminin toplam ithalatımızın % 20’sine yaklaştığı bir vakıadır ( %19.14) ve bu rakamın aşağılara çekilmesi mümkündür. Türkiye’nin ithalatında konu ile ilgili önemli kalemler aşağıdadır:
(1987 yılı)


Kalemler Değer
Milyon TL
%
Hampetrol 2.711 19.1
Kömür 181 1.3
Petrol Ürünleri 246 1.7
Makine 2.458 17.4
Elektrikli Cihazları 940 6.6
Diğerleri 7.627 53.9
14.163 100.0

Kaynak: 1988 yılı programı, Tablo 43

Ödemeler dengesinin oluşmasında 4.030 milyon dolarlık dış kredi devreye girmektedir. Son 3 yıldaki dış krediler aşağıdadır:
Milyon $
1986 1987 1988
2.670 3.292 4.030


Görüldüğü gibi ödemeler dengesi dış kredi ile sağlanmaktadır. Yani, Türkiye’de döviz kanaması olayı halen yaşanmaktadır.
Türkiye 10 yılda üretimini iki katına çıkardığı zaman ödemeler dengesinin, artan fiili ihracat ile, enerji giderlerinin toplam ithalat içindeki payı azaltılarak sağlanabileceği inancındayız. Bu da döviz kanamasını durduracak kesin ameliyattır.

Ülkemiz enerji konusundaki büyük bir yanılgıyı yıllardır devam ettirmektedir. Türkiye’de gerek hidrolik santrallarin türbin, jeneratör ve ekipmanları halen üretilmemektedir. 1976 yılında Türkiye Elektromekanik Sanayii (TEMSAN) kurulabilmişse de bu şirketin büyümesi mümkün olamamıştır.

Oysa ki 1976 yılında Hirfanlı hidroelektrik barajının bir türbini ülkemizde yapılabilmiştir ve bu türbin arızasız olarak halen çalışmaktadır.

Aradan 10 senden fazla bir zaman geçmesine rağmen hiçbir büyük barajın hiçbir ünitesi, ne türbin, ne de jeneratör olarak ülkemizde imal edilmemiştir. Çünkü imal edilmesi yerine, ithal edilmesi uygun görülmektedir.

İthalat kolaydır. Ama, açtığı yaralar derindir. Binbir zorlukla kazandığımız dövizlerimizi, ülkemizde yapılması mümkün olan türbin ve jeneratörlere yatırmaktayız.

Türkiye döviz kaynaklarını hovardaca harcayarak imkanlara sahip değildir. Özel sektör bilmektedir ki tamamen yerli üreteceği türbin ve jeneratörleri devletin satın alması hayli güçtür.


Türkiye, uçak sanayiinde bu acıyı tekrar tekrar yaşamıştır. 1920’li ve 1940’lı yıllarda iki defa uçak sanayii kurulmuş ve nedense kapatılmak mecburiyetinde kalınmıştır. Nuri DEMİRAĞ Özel Uçak Sanayii de acı bir örnektir. 1950’li yıllarda uçak sanayiine başlayan Hindistan, artık uçaklarının çoğunu yapabilmektedir.
Türkiye’de elektrik santrallarını işleten TEK, ülkemizin en büyük kuruluşlarından biri olduğu halde, bu elektrik santrallarını kuracak olan TEMSAN en küçük kuruluşlarındandır. Tam aksine olması gerekmez mi?
Türkiye’de büyük enerji santrallarının dışarıdan ithalinin ve ülke içinde yapılmamasının ne kadar acı sonuçlara yol açacağı Devlet Planlama Teşkilatı’nın bir yayınında yer almıştır (Ref.6). Bu yayında (s.23) 2006 yılına kadar Türkiye GSMH’nın 604 katı kadar kaynak kaybına sebebiyet verileceği, bunun sebebinin ise türbin ve jeneratörlerin Türkiye’de üretilmemesi olduğu açıklanmaktadır. Aynı yıl sadece türbin ve jeneratörler için 29,7 trilyon TL’lık dövize ihtiyaç duyulacağı da vurgulanmaktadır.
Türkiye’nin sanayi yapısı, artık hidrolik veya termik santralların türbin ve jeneratör gruplarını Türkiye içinde üretebilecek bir seviyeye ulaşmıştır. Ne yazık ki, yıllardan beri bu konuda yapılan bütün uyarılar netice vermemiştir.
Sür’atle türbin, alternatör ve diğer elektromekanik ekipmanları yurt içinde kuracak yatırımları tamamlamalıyız. Bu makine ve teçhizatın yurt dışından ithali büyük döviz kayıplarına yol açtığı gibi, katma değer, üretim, ve istihdam açısından da önemli kayıplar oluşmaktadır. Sür’atle elektromekanik sanayiini kurmaz isek, döviz kanaması, karşılanamayacak boyutlara ulaşacaktır.

Nehirler gözümüzün önünde heba olup giden büyük enerjilerdir; enerjinin tâ kendisidir ve işin acı tarafı, bu enerji, en fazla ihtiyacımız olduğu devrelerde kullanılamamaktadır.
Elektirk enerjisinde oluşabilecek büyük bir artış pek çok konuyu çözebilir. Küçük santrallarla çok ucuza, adeta bedavaya elektrik enerjisi sağlanabilir. 135 KVA’lık bir yüzey santralı 30-40 milyon liraya kurulabilir. 1 yıldan az bir zamanda kendini amorti eder. Ondan sonra, yıllarca bedava elektrik enerjisi üretir. 100 KVA’lık dizel motorla tahrik edilen bir jeneratör ise 21-30 bin $’dır (Gümrük hariç). Ayrıca, elektrik enerjisi alabilmek için, ithal mazot kullanmak mecburiyeti vardır. Böyle bir sistemde enterkonnekte şebekeden daha pahalıya enerji üretilebilir. Kaybedilen döviz ise kanayan bir yaradır. Çünkü, halen yüzey santralları yerine dizel motor tahrikli alternatörler kullanılmaktadır.
1 megavatlık bir yüzey santralı grubu ise 200 milyon liraya kurulabilecek durumdadır ve bir seneden az bir zamanda kendisini geri öder. Alternatörü de, türbini de tamamen yerli yapılmış olan ve nehirdeki enerjiyi bedava kullandıran bu sistemleri sür’atle devreye sokmak zorunlu görülmektedir.

Enerji konusuna bu kadar yer vermemiz boşuna değildir. Biliyoruz ki enerji tüketimi, gelişmişliğin simgesidir. Türkiye’nin uluslararası itibarı buna bağlıdır. Yine biliyoruz ki, elektromekanik sanayii emek-yoğun çok önemli bir sanayi dalıdır, pek çok istihdam imkanları sağlar ve döviz kanamasını durdurur. Ayrıca, ne kadar çok ve ucuz enerji üretirsek bu, Türkiye’nin zaferi olacaktır. Çünkü, ucuz enerji, düşük maliyet demektir. Dünya pazarlarında rekabet kabul etmez ihracat demektir.

.... ve sanayide ne kadar çok enerji sarfedersek o kadar fazla üretim yaparız. Bu, katma değer ve vergiler açısından da büyük faydalar sağlar.

… Ucuz ve bol enerjiye bağlı olan çok üretim, enflasyon devinin yenilmesinde ve refahın yükselmesinde temel faktördür.

… Yani, kalkınmamız enerjiye bağlıdır.


VI. HARP SANAYİİ

Modern harp sanayiinin ülkemizde kurulması, hem döviz çıkışına mani olacak, hem de geniş bir istihdam ve üretim alanı oluşturacaktır.

Federal Almanya ve Japonya’nın II.Cihan Harbi’nden sonra kısa sürede derlenip toplanmaları, bu harpten mağlup çıkmış oldukları için, bir açıdan askeri cari harcamalarının çok küçük olmasına dayandırılmaktadır. Askeri cari harcamalara gidecek olan fonların, sanayi yatırımları oluşturması, endüstriyel gelişmeyi hızlandırmıştır. Ayrıca, harp sanayii konusunda da başarılı adımlar atılmıştır.
Ülkemizde Milli Savunma Bakanlığı devamlı ve en büyük alıcıdır. Bu devamlı alıcı vasıftaki fonlar, bugüne kadar hep dış ülkelere akıtıldı. Hem de döviz olarak. Çünkü, harp sanayiimizi kuramadık. Diğer taraftan katma değer, istihdam ve üretim açısından biz yerimizde saydık; buna karşılık gelişmiş ülkeler kazandı.
Devamlı alıcılık, bir sanayi dalını ayakta tutan temel direktir; akan bir nehirdir. Kaldı ki, bu nehirden beslenen harp sanayii daha az gelişmiş ülkelere mamul satmak gibi bir ihracat imkanı da getirecektir.
Bütün bunlardan öteye, dış ülkelere muhtaç olmadan, kendi cihazımızı, kendi silahlarımızı yapabilmek en önemli faktördür. Ekonomik açıdan hem döviz çıkışını azaltmak, hem döviz kazanmak, hem katma değer, istihdam ve üretim açısından faydalar sağlamak, modern harp sanayiinin kurulmasına ve işlemesine bağlı görünmektedir.

Unutulmamalıdır ki 21 trilyon TL.civarındaki 1988 bütçesinin 7 trilyon TL’si ( yaklaşık üçte biri) savunma harcamalarına gitmektedir.


VII. ENFLASYONUN AZALMASI DEĞİL DURMASI ZORUNLUDUR VE BU MÜMKÜNDÜR

Eğer ülkemizin 16.9 milyon olan istihdamdaki kesiminden sadece %3.9’unu oluşturan 660 bin kişisi ve 5.9 trilyon TL sermaye ve 21.2 trilyon TL ciro ile ulaştığı sonuç, en az 1.8 trilyon TL sermaye kanaması ise; en düşük tahminle bütün ekonomide, 1986 yılındaki %29.6 enflâsyon hızıyla, iki yılda en az 4 trilyon liralık sermaye kanaması ülkemizi kemiriyor demektir.

İhracatı arttırmak için para değerinin bilerek düşük tutulması, görülüyor ki ülkemizi her geçen gün reel olarak biraz daha fakirleştiren, iç ve dış borç yükünü arttıran, kısaca sefalete yaklaştıran çok yanlış bir politikadır.

Enflâsyon tehlikeli boyutta kan kaybetmemize sebebiyet vermektedir. Çünkü yukarıdaki (Bölüm 3) sermaye kanaması hesapları enflâsyonun %29.6 olduğu 1986 yılına göredir. Enflâsyonun %60’ların ötesine ulaşacağı itiraf edilen 1988 yılında ise durum sür’atle tedbir alınmasını gerektirecek kadar vahimdir. Çünkü iki katına çıkan enflâsyonun, sermaye kanaması da iki katına çıkarması, yani bu yıl 4 trilyonluk sermaye kanaması oluşması normaldir. Bu kadar vahim bir durumda ise enflâsyonun hızını %30-40’lara düşürmek çözüm olamaz. Enflâsyon önlenmelidir.

Enflâsyon durdurulmalıdır.

… Ve bu mümkündür.

Fransa De Gaulle zamanında, Amerikan Dolarını sarsmak için, diğer Avrupa devletleri ile birleşerek, dolara bir darbe vurmayı başardı. Dolar, sür’atle bütün dünya borsalarında düşmeye başlayınca, ABD hükümeti dolarını altın karşılığında değiştirmek isteyen herkesin talebinin derhal yerine getirileceğini ilan etti. Sonuçta, sadece bir tek gün pek az dolarlık bir bozdurmadan sonra, yeni altın talepleri oluşmadı ve doların değer kaybetmesi sona erdi.

Bu olay, paranın değer kaybetmesini derhal durduran kesin bir çözüm olarak; her yıl tedavüldeki para miktarından daha fazla sermaye kanaması olan bir ülkeye sağlam bir örnektir.

Türkiye’de tedavül hacmi 3.3 trilyon TL’dir (1988 yılı Nisan ayı), sermaye kanaması ise en az 4 trilyon TL’dir.

Altın karşılıklı bir para modeli enflâsyonu derhal durdurur. Bu konuda ne yapılması gerektiği, olaylar dizisi olarak tartışılabilirse de aslında yöntem bellidir ve ana çizgilerle aşağıdaki uygulama problemi çözebilir.


1. Devlet hazine arsalarından 4 trilyon liralık bir kısmını satışa çıkaracaktır.
2. Devlet 3 milyar dolarlık orta veya uzun vadeli dış kredi alacaktır.
3. Bu kredi tutarı kadar külçe altın ithal edilecektir.
4. Arsalar satıldıkça, teşkil edilecek fondan orta veya uzun vadeli dış kredi ödenecektir.

Böylece, her yeni liranın altın karşılığı, T.C. Merkez Bankası emrinden bekleyecektir. Her yeni yüz lira, temsil ettiği bir cumhuriyet altının sertifikası hüviyetinde olacaktır ve dileyen herkes, sertifika hüviyetindeki bu banknotları tam bir altın liranın reel satın alma gücü ile piyasada kullanacaktır. Böylece, bu banknotların hem altın, hem de arazi karşılığı mevcut olacaktır. Devlet arazisinin rayiç bedelle halka satılması da bir sorun yaratmaz. İşletmeler değil, arazi satılmaktadır. Böylece bu arazi üzerine yeni fabrikaların kurulması da teşvik edilmiş olacaktır.

Detaylar ise aşağıdaki gibidir :
1. T.C. Merkez Bankası, 3.3 trilyon liralık mevcut kağıt banknota karşılık olmak üzere 1 milyar TL civarında yeni kağıt para basacak. Fakat bu paraları talep edilene kadar piyasaya çıkarmayacaktır.
2. T.C. Merkez Bankası’nın kasalarında 3 milyar dolar tutarında külçe altın rezervi oluşturulacaktır. Borcu ödemek için devlet arazisinin bir kısmı halka satılacaktır.
3. Bu külçe altınlar, cumhuriyet altınına eşdeğer gramaj ve ayarda yeniden Darphane’de basılacaktır. Ayrıca bu altınların bir kısmı ile %1’e kadar cumhuriyet altını askatları basılacaktır.
4. Piyasada sirküle eden bütün paralar toplanıp T.C. Merkez Bankası’nın kasasına alınacak ve imha edilecektir.
5. Toplanan paraların karşılığı, o günkü rayice göre, bu altın paralarla ödenecektir. (Altın liralar ve askatları olan altın bozuk paralar ile)
6. Dileyen altınlarını alıp gidecektir.
7. Altın paranın piyasada tedavül etmesi zorluklar yaratacağı için, altın liralar ya hemen, ya da kısa bir müddet sonra altın sertifikası hüviyetinde olan yeni banknotlarla değiştirilecektir. Bir altın 100 TL değerinde yeni banknot verilecektir. Altın liraların, yeni banknotlarla değiştirilmesini devlet emretmeyecek, altın liranın sahipleri isteyecektir. Çünkü, bu noktada halk, emin olacaktır ki, bu banknotların gerçek altın lira olarak karşılıkları vardır ve bu banknotlar piyasada rahatça tedavül edilecektir ve de reel satınalma gücüne sahip banknotlar olarak. Çünkü kağıt paraların tedavülü altın paraya nazaran çok kolaydır.
8. Bu noktada çeşitli rayiçler uygulanabilir. Fakat, her cumhuriyet altınına 100 liralık yeni banknot verilmesi, TL’nın dünya piyasalarında kaybolmuş itibarının yeniden kazandırabilir. Böylece yeni 100 liralık banknot, o günkü rayiçle 150 - 160 bin liralık eski para karşılığını temsil edecektir. Mutlak altın karşılıklı böyle bir para sistemi, enflasyonu derhal durdurur.

Merkez Bankası’ndaki altın rezervlerinin oluşması, hem ülke içinden, hem ülke dışından sağlanabilir. Dünya piyasalarında stabiliteye sahip olmayan paramızın konvertibl para haline getirilmesi de böylece mümkün olur ve TL dünya piyasalarında lâyık olduğu müstakar para hüviyetini kazanır. Devlet arazisinin bir kısmının kredinin ödenmesi için halka satılması tartışılabilir bir konu olarak görülebilir. Fakat, bu satış gerçekleştirilirse arazi yine bizim arazimizdir. Ama devletin değil Türk halkının sahipliğinde... Ayrıca, arsaların altın olarak karşılıkları T.C. Merkez Bankası’nın kasalarında mevcuttur... Ve de bu arsaların bedelleri dış krediyi ödeyecektir. Yani hem arsalar Türk halkında kalacak hem de dış kredi ödenecektir.

... Ve her önemli olan odur ki, enflâsyon bir yılda, satılacak bu arazi kadar sermaye kanamasına zaten sebep olmaktadır.
500 büyük firmadaki sermaye kanaması 1986 yılında 871 milyar TL’dır. Bunların dışındaki firmaları da hesaba katarsak, hele 1988 yılıdaki enflasyonun 1986 yılındaki enflâsyonun iki katı olduğunu da hesaba katarsak, Tütkiye’de 1 yılda en az 4 trilyon TL sermaye kanaması yolu ile erozyona uğramakta olduğu ortaya çıkar.

... Ve acı gerçek şudur ki enflasyon şu anda da ülkemizi kemirmektedir ve devamlı bir yaradır. Oysa satılacak arazi, bir defa elden çıkacak ve hayati önemi haiz olan kanamayı inşaallah durduracaktır. Kaldı ki, bir defaya mahsus 3 milyar dolarlık bir dış kredi 40 milyar dolardan fazla borcu bulunan bir ülke için çok önemli olmasa gerektir.

Önemli olan altın karşılıklı Türk lirasının enflasyonu durdurabileceği gerçeğidir.


VIII. LİKİD MEKANİZMA

Nasıl Boğaz'da, Marmara Denizi'nden Karadeniz'e ve Karadeniz'den Marmara Denizi'ne bir çift akıntı oluşuyorsa, para denizinde de (paradan oluşan denizde de) ekonomiden bankalar sistemine ve bankalar sisteminden ekonomiye her iş günü bir çift akıntı oluşur. ( Ref. 1)

Ekonomide paraya o gün ihtiyaç duymayanlar, paralarını bankalara yatırırlarken, ihtiyaç duyanlar da bankalardan para çekerler. Böylece her gün ne miktarda para bankalar sistemine girerse, aynı miktarda para bankalar sisteminden ekonomiye akar. Bir ay zarfında ekonomiden
bankalar sistemine giren para ile bankalar sisteminden ekonomiye zerkedilen para toplamları arasında % 1'den fazla fark oluşmamaktadır. FORSE mevduatın oluştuğu ve geriye döndüğü Aralık ve Ocak ayları hariç ( Ocak aylarında fark % 3.9 , Aralık aylarında % 1.1'dir) (Ref. 1).

Demek ki bankalara giren ve çıkan paralar her gün birbirine eşittir ve bu eşitlik kolay kolay zedelenmemektedir. İşte ekonomiden bankalar sistemine ve bankalar sisteminden ekonomiye akan bu paraların oluşturduğu nehire "Likid Mekanizma" diyoruz (Ref. 1).

Likid Mekanizma kavramı " paranın devir hızı "'nın ölçülebilmesi için, mutlak gereklilik arzeder.

"Likid Mekanizma", evvelce üzerinde hiç durulmamış bir kavramdır. Çok güçlü bir nabız atışını temsil etmektedir (Her gün tedavül hacminin yaklaşık üçte biri) (Ref. 1)

Nasıl vücudumuzdaki kan, kalp tarafından devamlı çekilip basılıyorsa ve buna nabız atışı diyorsak, ekonomik vücutta her gün parayı toplayan ve tekrar ekonomiye pompalayan "Likid Mekanizma" ya da ekonominin nabız atışı diyoruz.

Hayatta olduğumuz sürece kalp nasıl çalışıyorsa, "Likid Mekanizma" da her iş günü öyle devamlı çalışır.


IX. BÜYÜYEN EKONOMİ MODELİ

9.1. SORUNLAR

Acaba sadece konu enflâsyon mu ? Yoksa, başka ağır problemler de var mı? Olayların birbirine bağlı olduğunu ve çözümün pek çok sorunu halledebilecek bir formda olması gerektiğini vurgulamak istiyoruz. En az enflâsyon kadar önemli ikinci bir mesele, işsizlik değil midir? Ödemeler dengesinin dış kredilerle sağlanması, bunun tabii sonucu olan 41 milyar dolarlık ağır borç yükü, ağır sanayiin ve elektromekanik teçhizat sanayiinin kurulamamasının verdiği çok yönlü zararlar ve bütün bunların odak noktası : Üretim yetersizliği.
Öyle bir çözüm olmalı ki, bütün problemlere cevap versin. Böyle bir çözüm vardır : Üretimi arttırmak

9.2. UYGULAMA VE ÇÖZÜM

Eğer üretimi arttırabilirsek, kişi başına daha çok gelir oluşacaktır. Eğer aynı sayıda nüfusu olan iki ülkeden biri diğerinin 10 katı üretim yapıyorsa her iki ülkede de üretimdeki işçilik payı %25 ise, üretimi çok olan ülkedeki işçi kesiminin eline diğer ülke işçilerinin 10 katı para geçecektir. Karşılığı üretim olarak mevcut bu fazla para, enflâsyon oluşturmaz. Fakat, fertlerin refah seviyesi stabl para ile diğer ülkeye nazaran 10 kat yüksek olur.

Şimdi az üretim yapan ülkenin üretimini arttırarak çok üretim yapan diğer ülke ile aynı seviyede üretim yaptığını düşünelim. Üretim 10 kat artmış, tedavüldeki para hacmi de 10 kat artmış ve Per Capita (kişi başına milli gelir) de 10 kat artmış olur. Bu 10 kat artan gelir, 10 kat fazla satınalma gücüne sahiptir. Çünkü, tedavüldeki para hacmi artmıştır. Ama, bu paranın satın alabileceği üretim de aynı oranda artmıştır. Artıştan evvel bir ünite para bir ünite mal alırken, artıştan sonra bir ünite para bir ünite mal alabilir. Ama, kişinin eline geçen para 10 kat arttığı için, bu kişi eskisinin 10 katı mal alabilir. Yani, kişinin satın alma gücü reel olarak 10 kat artmıştır. İşte, çözüm budur. Üretimi arttırmak ve satınalma gücünü buna paralel olarak arttırmak ve her yıl daha büyük düzeyde ekonomik değerler sağlamak. Yani, büyüyen ekonomik yapı modeli uygulamak.

Eğer bir ülkede üretimi arttırmadan ücretlerin seviyesini arttırırsanız, bu sadece daha fazla para ile aynı miktar malın satın alınmasını sağlayacaktır. Üretim artmadığı sürece maaş ayarlamaları ve işçi ücretlerini arttırmak çözüm değildir. Bu arttırma, mümkün olsaydı da tam adaletle yapılabilseydi; maaşlar ve ücretler ne kadar arttırılırsa arttırılsın, herkes ücretler arttırılmadan evvel ne kadar mal alabiliyorsa gene aynı miktar mal alabilirdi.

İşçilerin yaptıkları gösteriler neticelerine ulaşsa da işçi ücretleri bir kat artsa, eğer üretimi arttıramaz isek, işçilerimizin satın alma güçlerinde bir artış olamaz. Çünkü, işçi ücretleri, patronların zarar etmesi ile değil, mamule zamla artar. Yani, mamul fiyatları artar. Bu demektir ki, ücretlerin üretimi arttırmadan yükseltilmesi, sadece fiyatları yani enflâsyonu arttırır ve sonuçta hep aynı kısır döngü ile karşılaşırız.

Yukarıdaki iki misâlde de rahatlıkla müşahede edildiği gibi,üretimin artması ile atbaşı tedavül hacmini yükseltmek, toplumun reel satınalma gücünü artışa paralel olarak yükselttiği halde, üretimi arttırmadan tedavül hacmini yükseltmek, fertlerin eline geçen parayı arttırdığı halde, reel satın alma gücünü yükseltmez.


9.3. KAYNAK PROBLEMİ

Ulaşılması gereken hedef bellidir. Enflâsyon önlenmelidir ve ekonomik kalkınma sağlanmalıdır. Bunun için yapılması gereken şey, sadece yatırımları ve dolayısiyle üretimi arttırmaktır. Üretimi arttırmanın ise sadece iki yolu vardır :
1. Mevcut boş kapasitelerin kullanılması ;
2. Yeni yatırım.

Mevcut boş kapasitelerin kullanılması, hudutlu ve kısmî bir çözümdür. Çünkü, ancak kurulu kapasitelere ulaşabilirsiniz. Geriye yatırım kalıyor. Sonsuza kadar devam edebilecek olan, kalıcı çözüm sadece budur. Artan nüfusun ihtiyaçları da büyüyecektir. Yatırımları ve üretimleri bu ihtiyaçlarla atbaşı yükseltmek meseleyi çözmeye yeterlidir. Fakat, bu nasıl yapılacaktır ?

Yatırım her şeyden evvel bir finansman meselesidir. Finansman da para ile olur. Paranın fazlalığı ise enflâsyonun sebebidir. Yatırım yapmak için para basarsanız enflâsyon oluşturursunuz. Hele bu parayı basar da yatırım oluşturamazsanız, o zaman enflâsyon daha da hızlı yükselir. Öyle ise çözüm, para hacmini arttırmadan yatırımları realize etmektir. Fakat bunun ardından yeni bir problemle karşılaşılır. Üretim artınca, artan üretimi kompanse edecek talep oluşmaz, Yani, talep yetersizliği.

Bu durumda üretim artışına paralel olarak bir para arzı artışının da gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Ve problemimiz işte buradan başlar . Üretim artışından evvelki devrede, yani yatırım devresinde para nereden bulunacaktır ?


9.4. TASARRUF YETERSİZ MİDİR ?

Türkiye ekonomisi üzerine yapılan bütün tartışmalarda, hiç tartışmaya girmeden, bütün taraf olanların kabul ettiği bir husus var:

Herkes Türkiye'de yatırımları realize edecek kaynak olmadığından emindir. Yani, Keynesien Teori'deki kaynak yetersizliği bir realitedir. 5 yıllık planlar ve yıllık programlar da hep aynı gerçek sayılan varsayımlardan hareket ederler. Acaba Türkiye'de kaynak yetersizliği varsayımı bir gerçeği mi ifade etmektedir ?

Hayır . Gerçeği ifade etmemektedir. Çünkü, bu bir teorik yaklaşımdır ve Keynesien Teori'ye dayalıdır ve de yanlıştır. GSMH, harcama ve tasarruf adlı iki kesimden oluşur. GSMH'nın harcama kesimi, teorik olarak yüksek, tasarruf kesimi ise düşük kabul edilmektedir.Buna dayalı olarak tasarruf yetersizliği vardır, denilmektedir. Ve tasarruf, yatırıma eşit olacağına göre, düşük tasarruf düşük yatırım oluşturur sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu teori üç sebepten geçersizdir :

Makro açıdan tasarrufun tezorizasyon dışında kalan kısmı mevduattır.

1. Harcamadan vazgeçilerek bankalara verilen bu fonlar yatırıma eşit değildir. Çünkü, mevduat olarak yatırılan para, bankalarca yatırımlara gitmez . Yani, tasarruf, yatırıma eşit değildir (Ref.4).

2. Mevduat hacmi reel olmayıp kâğıt üzerindeki rakamlardır. Realitede tasarruf veya mevduat hacmi nakit birikimi değildir. Çünkü, mevduat olarak bankalara yatan para aynı gün tekrar ekonomiye döner. Yani bankada kalmaz. Banka kasasındaki nakit para mevcudu her devrede toplam mevduatın % 5'inden azdır (Ref. 3).

3. Bankalardan ekonomiye dönen bu paralar, tüketim malı için kullanılırsa harcama, yatırım malı için kullanılırsa yatırım oluştururlar. Yani, tasarruf dediğimiz kesimin büyük kısmı aslında yatırım değil, harcama oluşturur. Oysa ki teoride harcama, tasarrufun dışında kabul edilir.
Esasen, parmak basmamız gereken problem de buradadır. Dinamik fonlar yatırımda değil, harcamada kullanılmaktadır (Ref. 4). Ve bu fonlar günde en az 560 milyar liralık bir hacimdedir (Bölüm : 10).

Günde 560 milyar liralık bir kaynak var ise ve bu kaynak nasıl harcanırsa harcansın (ister yatırımda, ister harcamada) aynı gün tekrar bankalar sistemine dönüyorsa, Türkiye'de yeterli kaynak yoktur diyebilir miyiz ?

Her gün 560 milyar TL ekonomiden Bankalar Sistemine ve Bankalar Sisteminden ekonomiye akmaktadır.


9.5. LİKİD MEKANİZMANIN KULLANILMASI

Bu likid mekanizma adı verilen kaynak, öyle bir kaynaktır ki, bitmek, tükenmek bilmez. Her gün aynı miktar para tekrar kaynağı oluşturur ve harcanır; ertesi gün tekrar kaynak oluşur ve harcanır. Ama, ertesi gün, daha ertesi gün ve her gün tekrar kaynak oluşmaktadır.

Görülüyor ki ekonomi denizinden bankalar denizine, bankalar denizinden de ekonomi denizine devamlı iki nehir akmaktadır. Bu nehirlerin suyunun kesilmesi söz konusu değildir. Fakat, potansiyel enerjilerini kullanamıyoruz . Halbuki kullanmak mecburiyetindeyiz. Nasıl yurdumuzda ihtiyacımız olan enerji, nehirlerimizden gözümüzün önünde akıp gidiyorsa, bankalar sistemindeki bu para da faydalı olmadan akıp gidiyor (Ref. 1)

Kaynak vardır. Kaynağın kullanılabilmesi mutlaka onun "sermaye" adını almasına bağlı değildir. Bankalar sistemine ulaşmış olan para bankalar tarafından ekonominin yararına kullanılmalıdır; kullanılması zorunludur.


9.6. JAPON MODELİ

Japon Bankalar Kanunu'nda bankaların bir şirketin hisselerinin % 5'inden fazlasına sahip olmasını önleyen bir madde vardır. Bu sebeple her banka bir değil, bir çok sanayi kuruluşunun % 5'den az hissesini almıştır. Böylece, her şirketin hisselerinin % 5'inden çok fazlası bir bankaca değil, birçok banka tarafından satın alınmıştır (Ref. 5)

Ayrıca, aşağıda bir kısmının isimlerini verdiğimiz Life Ins. şirketleri, Trustler ve diğer finansal kuruluşlar bu konuda önemli bir rol oynamışlardır:



I. Life Ins. şirketleri :
1. Nippon 7. Yasuda M.
2. Asahi M. 8. Tokyo M and F.
3. Chiyoda M 9. Sumimoto M and F.
4. Dai-ichi 10. Taisho M and F.
5. Fukoku M 11. Dowa M and F.
6. Meiji M 12. Kyoci


II. Trustler :
1. Mitsubishi Trust
2. Sumimoto Trust
3. Mitsui Trust

III. Finansal Kuruluşlar :
1. Japan Sec. Finance
2. New Japan Securities

Yukarıda bir kısmının isimleri verilen bankalar dışındaki bu şirketlerin Japon sanayiinin gelişmesinde büyük payları olduğu aşikârdır.

Ekte sunduğumuz listede Japonya'nın en büyük 100 firmasında Japon bankalarının ortaklıkları görülmektedir (Ref. 5)

İsviçre'de de durum farklı değildir. Sayın Başbakanımıza, İsviçre temaslarında sanayiciler yerine bankacıların muhatap olması şu gerçeği ifade ediyor ki, sanayi kesimi, bankalar sisteminin hakimiyeti ve kontrolu altındadır. Yani, kısaca İsviçre'deki bankalar sistemi, ülkesine karşı görevini yapmıştır.

Ya bizde durum nasıldır ?

1987 yılı sonu itibarile 18.4 trilyon TL krediye karşı 778 milyar TL iştirak. Yani, iştiraklerin kredilere oranı % 4.2'dir.



X. LİKİD MEKANİZMANIN OLUŞTURABİLECEĞİ YATIRIM İMKANI

10.1. YATIRIMLARA SEVKEDİLEBİLECEK MİKTAR

Şimdi konumuza ülkemizin istatistik gerçeklerinin ışığında yaklaşalım.
Bankalardan çekilen ve efektif talebi oluşturan paranın yaklaşık olarak % 80'ini mevduat çekilmeleri, % 10'unu kredi ve % 10'unu da diğer alanlara çıkışlar oluşturmaktadır. Bu % 10'dan 4 puanı masraflara, zaruri ve faydalı alanlara, 6 puanı ise faydasız alanlara sarfedilmektedir (Ref.1)

Artış %
1982'de günlük likid mekanizma 147 milyar TL dir -
1983'de günlük likid mekanizma 192 milyar TL dir 30.6
1984'de günlük likid mekanizma 265 milyar TL dir 38.0

Daha sonraki rakamlar maalesef mevcut değildir. Fakat, yaklaşık olarak, enflâsyon hızına göre düşük bir tahmin olan % 35'lik bir artış hızıyla bu rakam 1987 yılı sonunda 650 milyar TL'sına ulaşmış olmalıdır.

Mevduat çekilmelerine müdahale edilemez ( % 80). Bankanın zaruri ve faydalı alanlar ile masraflarına (% 4) sarfettiği kesime de müdahale edilmemesi uygun olur. Fakat, gerek kredilere ( % 10), gerek faydasız alanlara sarfedilen (% 6) kesimden yatırımlara pay ayırmak mümkündür. Böyle bir sistemle kredilerden 2 puan ve diğer kesimden de 3 puan alınmak suretiyle 650 milyar TL'sının her gün % 5'i yatırım alanlarına sevkedilebilir. Bu rakam günde 32.5 milyar TL'sıdır. 256 iş gününde toplam 8.3 trilyon eder.

32.5 milyar TL x 256 iş günü 8.3 trilyon TL'dir


10.2. TAKİP EDİLECEK YOL

Faiz, hem yatırımları engellediği, hem maliyet enflâsyonuna sebebiyet verdiği, hem de sermaye kanamasının kökeninde enflâsyon kadar önemli bir yere sahip olduğu cihetle, faizin dışında bir çözüm bulmak şarttır. Yani bankalar kredi vermek yerine sermaye oluşturmalıdırlar.

Türkiye, Japonya'nın ve İsviçre'nin takip ettiği yoldan daha hızlı bir yol izlemek zorundadır.

Bu yol, büyük şirketlere bankaların iştiraki yolu değildir. Bu yol bankalar sisteminin ekonomiye yön vermesi yoludur. Bu yolda bankalar sistemi, yatırımları bizzat kurar.

Biz ülkemizdeki hiçbir bankacının Japon veya İsviçre bankacılarından daha az vatansever olduğuna inanmıyoruz. Söz konusu ülkelerde bankalar ve finansal kuruluşlar (finans tröstleri) nasıl sanayi kuruluşlarının toplam sermayelerinde önemli bir sermaye payına sahip olmuşlarsa, Türk bankaları da ülkemizin sanayi kuruluşlarının yarıdan fazla hissesine sahip olabilirler ve olmalıdırlar.


Türkiye'de sermaye iştiraki olayı yeni değildir. Ama, ne yazık ki çok olumsuz ve yanlış bir sermaye iştiraki, bankalarımızı batağa sürüklemektedir.

Bir sınai kuruluşa kredi veren banka, ancak bu sınai kuruluş borçlarını ödeyemez hale geldiği zaman, ödenmiyen kredilerini sermaye sayarak kuruluşa iştirak etmek zorunda kalmaktadır. Şirketi kurtarmak için yeniden krediler açılmakta ve çoğu zaman bir süre sonra bu krediler de ödenememektedir. Bunun üzerine krediler yeniden sermayeye dönüştürülmekte ve yeniden krediler açılmaktadır. Böylece bankaların imkânları rantabl olmayan kuruluşlarda heba olmaktadır.

Oysa ki bu şirket, banka tarafından kurulmuş olursa, banka mutlaka rantabl bir sahaya yatırım yapacaktır ve şirketin idare meclisinde ağırlık bankada olacağı için, bankanın kredisi de,
sermayesi de heba olmayacaktır.

Bankaların elinde yatırım projelerini inceleyecek ve yeni fizibilite etüdleri yapabilecek güçlü ekipler oluşmuştur. Öyle ise bankalar, bu ekipler marifetiyle rantabl ve ülkeye faydalı sınai yatırım alanlarını rahatça tesbit edebilirler. Fizibilite etüdleri yapılır ve yatırım boyutları ortaya çıkar. Sonra özel sektörden sermaye koyacaklarla birlikte şirketler kurulur. Sonra, bankanın inisiyatifinde bir idare meclisi oluşturulur, etap etap profesyonel kadrolar oluşturulur ve yatırım devam eder.

Türkiye bankalar sistemi için bu yatırımları realize etmek güç değildir. Kaldı ki % 51 sermayesini bankanın oluşturduğu bir şirketin hisse senetlerini halka satmak da zor olmayacaktır.


10.3. LİKİD MEKANİZMANIN İŞLEYİŞİ

Son derece basit bir taktikle her yıl 8 trilyon TL'lık bir yatırım realize etmek mümkündür. Böyle bir yatırım sistemi hiçbir zorlamayı gerektirmez. Bankalar hergün bankalar sistemine ekonomiden akan 650 milyar TL'dan sadece % 5'ini teşkil eden 32 milyar lirayı kontrolleri altında kendi yatırımlarına sevkedeceklerdir. Bu para hiçbir bankada kaynak azalmasına sebebiyet vermeyecek ve ertesi gün tekrar banka kasalarına 650 milyar TL akacak ve bu paradan da 32 milyar lira yatırıma sevkedilecektir. Daha ertesi gün de 650 milyar banka hesabına, banka kasalarına girecek ve gene 32 mlyarlık yatırım yapılacaktır ve bu her iş günü devam edecektir.

Her gün ekonomiden bankalara akıtılan bu 650 milyar liranın hepsi yine aynı gün ekonomiye geri dönecektir. Eğer bankalar sistemi bu yatırımları realize etmezse 650 milyar TL aynı gün aşağıdaki şekilde ekonomiye dönecektir:

% Milyar TL
1. Mevduat çekilmesi 80 520
2. Krediler 10 65
3. Masraflar, faydalı alanlar 4 26
4. Faydasız alanlar 6 39
TOPLAM 100 650



Eğer bankalar sistemi, yatırımları realize ederse 650 milyar TL aynı gün aşağıdaki şekilde ekonomiye geri dönecektir:

% Milyar TL
1. Mevduat çekilmesi 80 520
2. Krediler 8 52
3. Masraflar, faydalı alanlar 4 26
4. Faydasız alanlar 3 19
5. Yatırımlar 5 33
TOPLAM 100 650


Böylece, yatırımlar realize edilse de edilmese de aynı miktardaki nakit para ekonomiye girerek satın alma gücü oluşturmaktadır.

Eğer yatırım realize edilmezse bu 650 milyar TL her gün ülkemize faydalı olmadan satın alma görevi yapacaktır. Yani, sadece harcama kanadını oluşturacaktır.

Bu konu, ülkemizde boşuna akan akarsulara benzer. Türkiye, çok büyük bir hidrolik enerji potansiyeline sahiptir. Güneş ve rüzgar enerjisi de cabası. Nehirlerimizden, çaylarımızdan, derelerimizden her an bu ülkenin enerji ihtiyacından kat kat fazla enerji akmaktadır. Ve bu enerji heba olmaktadır.

İşte, likid mekanizma da bir nehirdir ki her gün ekonomiden bankalara, bankalardan ekonomiye akmaktadır. Bu nehir her gün 650 milyar TL'lık bir potansiyel oluşturur ki en az %5'i yatırımlara yöneltilebilir.

... Ve ancak yatırımlara yöneltilebilirse bu nehrin enerjisinden faydalanmış oluruz.

Hükümetler yeni para basma yoluna gitmedikçe bu sistemdeki yatırımlar bu nehrin ne kadarını oluşturursa oluştursun, enflâsyonu arttırmaz.

Çünkü bu para yatırım oluşturmasa idi yine reel satın alma gücü olarak ekonomide talep oluşturacaktı. Yani, yatırımlar için ekonomiye ilave para girmiyor. Para hacminde artış olmadan yatırım realize ediliyor. Böylece enflâsyon oluşmaz ve karşı güç (enflâsyonu önleyici güç), yatırım gücü, üretimi oluşturacağı için enflâsyon, üretim artışına paralel olarak aşağı çekilir.

Böyle bir sistem, enflâsyonu ülkemizde orta ve uzun vadelerde önlemek için tercih edilmesi gereken tek sistemdir. Eğer enflâsyon önlenirse, sistem ülkenin sür'atle kalkınması için zaruret arzetmektedir.



XI. TEORİLER VE REALİTE

11.1. TEORİLER

Keynesien Teoride, az gelişmiş ülkelerin yapısı şöyle anlatılır:

Per capita çok düşüktür. Bu sebeple herkes eline geçen parayı mübrem ihtiyaçlarına harcar ve tasarruf oluşmaz. Tasarruf oluşmayınca, yatırım oluşmaz. Yatırım eksikliği, hem üretimin artmasına engeldir, hem de ücretler seviyesinin artmasına engeldir. Artan nüfus sebebiyle işsizlik de artar, düşük ücretler seviyesi, düşük talep oluşturur. Öyle ise :

1. Talep yetersizdir,
2. Tasarruf ²
3. Yatırım ²
4. İstihdam ²
5. Üretim ve neticede arz yetersizdir.

Türkiye'de ise :
1. Arzın çok ötesinde bir talep vardır,
2. Tasarruf yeterlidir.

Diğer taraftan, teorinin inkisam (dağılım) esasları şöyledir:

1. GSMH'nın dağılımı :

a. Tasarruf
b. Harcama
kanatlarında oluşur.

2. Tasarruf, yatırıma tekaddüm eder.
3. Tasarruf ve yatırım eşittir.


11.2. REALİTE

Realitede tasarruf hiçbir zaman yatırıma tekaddüm etmez ve yatırım ile hiçbir devrede eşit değildir. Sadece hareket halindeki dinamik fonlar vardır. Bu fonları harcarsanız harcamayı, yatırıma sevkederseniz, yatırımı oluşturursunuz (Ref. 4).

Friedman'ın , paranın hakim olduğu modelinde ise, paranın demonetize edilmesi veya tedavül hacminin en azından arttırılmaması yoluyla, üretim ile toplam efektif talep dengesi kurulacağı varsayılır.Yani " sıkı para politikası ". Oysa ki sıkı para politikası uygulamak toplam efektif talebi frenliyememiştir.

Gözlemler, ekonominin ihtiyacına paralel olarak, paranın devir sayısının arttığını ve tedavüldeki para miktarı değişmediği halde, toplam efektif talebin yükseldiğini ispat etmiştir (Ref. 2 ve 4).



11.3. PRATİK DİYOR Kİ :

Kaldı ki gelişmekte olan bir ülkede, kemerleri sıkma politikası, enflâsyon problemine çözüm olamayacağı gibi, daha önemli başka problemleri de oluşturur (istihdam gibi).

Kemerleri sıkma, yani talebi kısma politikası, gelişmiş olan, tam istihdama ulaşmış olan ülkeler için geçerlidir. 3 milyona yakın işsizle ve % 2.1'lik yüksek nüfus artış hızı ile kemer sıkma politikası, tam istihdama ulaşmış ülkelerin enflâsyon tedavi yöntemlerini bu ülkede de geçerli sananlar için hep hüsran olacaktır.

Türkiye'de Türkiye'ye has bir ekonomi modeli tatbik edilmelidir.

Bu konferansın gayesi de budur. Teoriler ne derse desin pratik demektedir ki :

1. Enflâsyon derhal durdurulmalıdır,

2. 10 yıllık bir plan içinde;
a. Fert başına milli gelir iki katına çıkarılmalıdır,
b. Yatırımlar % 146 artmalıdır,
c. Tam istihdama modern teknoloji uygulayarak ulaşılmalıdır.

... Ve yine pratik demektedir ki : Bu mümkündür.


XII. RAKAMLARIN IŞIĞI ALTINDA PRATİK

12.1. NÜFUS ARTIŞI VE KALKINMA HIZI

Yüksek nüfus artış hızına sahip olan ve bu hızla giderse istihdam problemini 28 yıldan aşağıda çözemiyecek olan Türkiye acaba ne yapmalıdır ?

Rakamların oluşturduğu gelişmelerin ışığı altında, matematik çözümün kalın çizgileri belli olmuştur. Türkiye, % 2.1'lik nüfus artışına sahiptir. 10 yılda % 23.1'lik bir nüfus artışı söz konusu olacaktır. Yuvarlak hesapla % 23 diyelim.

Türkiye 10 yılda üretimini % 146 arttırırsa, kişi başına düşen millî gelir (Per Capita) iki katına çıkacak demektir. Yılda ortalama % 9.3'lük bir kalkınma hızı ile bu düzeye ulaşmak mümkündür.

Türkiye, üretimini bu noktaya çıkardığı zaman, kalın çizgilerle şu andaki istihdam hacminin % 100'ünden fazla istihdam imkânı oluşturacaktır. İşte bu istihdam hacmi, işsizler ordusu şimdiki çalışanların sayısı kadar olsaydı, onların hepsini işe alabileceği gibi, yeniden oluşacak % 23 oranındaki yeni iş gücünün de tamamını işe alabilecek kadar büyümüş olacaktı.


12.2. İSTİHDAM

Yani 10 yıllık bir devre içinde % 9.3'lük bir kalkınma hızı ile Per Capita, yeni artan nüfusa da iş bulmak şartıyla % 100 artacaktır. İşsizler ordusu da yok olacaktır. Rakamlara baktığımız zaman, istihdam hedefine ulaşmak çok daha kolay olacakmış gibi görünüyor.

1988 programı istih
Ekleme Tarihi: 07.07.2005 - 09:11
Bu mesajı bildir   taybru üyenin diğer mesajları taybru`in Profili taybru Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
SaYaCGIN su an offline SaYaCGIN  

Admin
1760 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.09.2004
En Son On: 24.01.2016 - 03:39
Cinsiyeti: Bayan 
yorumsuz düsün
Ekleme Tarihi: 07.07.2005 - 09:42
Bu mesajı bildir   SaYaCGIN üyenin diğer mesajları SaYaCGIN`in Profili SaYaCGIN Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
_Resul_ su an offline _Resul_  

627 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.05.2005
En Son On: 18.11.2005 - 12:51
Cinsiyeti: Erkek 
Buradaki dahiyane fikirleri hangi sivrizekanın yazdığını çok merak ediyorum doğrusu...
Ekleme Tarihi: 07.07.2005 - 21:47
Bu mesajı bildir   _Resul_ üyenin diğer mesajları _Resul_`in Profili _Resul_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
_Resul_ su an offline _Resul_  

627 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.05.2005
En Son On: 18.11.2005 - 12:51
Cinsiyeti: Erkek 
Biraz baktıktan sonra okumayı bile gereksiz görmüştüm ancak mesajdan sonra gözüme Tükiye'nin yıllık nüfus artış hızının %2,3 olduğu yazısı takıldı! Hangi ahmak yazdıysa demek ki araştırırken bile okuduğunu anlamıyrmuş ya da hiç araştırmadan sallamış. %2,3 Afrika ülkelerinin bazılarında görülen bir artış hızıdır, bizim artış hızımız o kadar olsaydı, şimdi sokaklarda muz kabuğu toplayıp karnımızı doyurmaya çalışıyor olurduk!kahkaha
Ekleme Tarihi: 07.07.2005 - 21:51
Bu mesajı bildir   _Resul_ üyenin diğer mesajları _Resul_`in Profili _Resul_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
taybru su an offline taybru  
Themenicon    ..

53 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 07.07.2005
En Son On: 09.07.2005 - 15:53
Cinsiyeti: Erkek 
bunu yazan 1956 yılında marmara üniversitesi işletme bölümünü bitirmiş dpt de çalışmış ve ekonomi konusunda otorite biridir senin dahiyane fikirlerini söylede feyizlenelim sayın kendini resul zanneden resul
Ekleme Tarihi: 07.07.2005 - 23:32
Bu mesajı bildir   taybru üyenin diğer mesajları taybru`in Profili taybru Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
_Resul_ su an offline _Resul_  

627 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.05.2005
En Son On: 18.11.2005 - 12:51
Cinsiyeti: Erkek 
O zaman yanlışlıkla bitirmiş o fakülteyi, çünkü Türkiye'nin nüfus artışı o kadar yüksek değil...
Ekleme Tarihi: 09.07.2005 - 21:43
Bu mesajı bildir   _Resul_ üyenin diğer mesajları _Resul_`in Profili _Resul_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
mimli uye su an offline mimli uye  
Themenicon    Yine desteksiz atıyorsun !

206 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.06.2005
En Son On: 24.08.2005 - 17:21
Cinsiyeti: Erkek 
Syn.Resul,

Bu nick'le sana hitab etmekten hicab duyuyorum.Çünkü, yukarıda herşeyden önce bir ilim adamının yazısı asılmıştır.Akademik bir kariyeri olan bir şahıs için --yanlış bir beyanı olsa bile-- sarfettiğiniz derecede onur kırıcı cümleler ancak kendini ve haddini bilmeyen magandalara yakışır.Kaldı ki, Türkiye'nin nüfus artış hızı rakamı 1990-2000 yılları arasında şehir ve kentler binde 27 yani, %2,7 veya %2,5 cıvarıdır ve doğrudur.Siz bu rakamın yanlış olduğunu nereden buldunuz ?
Sizi önceki bazı yazılarda da ikaz etmiştim.
Bu forumda saçmalamakta üstünüze yok doğrusu...

Ekleme Tarihi: 09.07.2005 - 23:17
Bu mesajı bildir   mimli uye üyenin diğer mesajları mimli uye`in Profili mimli uye Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
_Resul_ su an offline _Resul_  

627 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.05.2005
En Son On: 18.11.2005 - 12:51
Cinsiyeti: Erkek 
Şehir ve kentlerdeki nüfus artış hızı göç nedeniyledir, Türkiye'nin yıllık nüus artış hızı doksanlarda bile %1,4-%1,3 civarındaydı ve halen düşme eğiliminde.

Ben de anlamadığın her lafımı açıklayacağım diye sana cevap vermekten usandım aslında, ancak gel gör ki, iyiyim, dayanamıyorum, karşımda senin gibi iflah olmaz bir kahraman bile olsa doğruyu göstermekte ısrar ediyorum... Ne yapayım benim de huyum böyle...
Ekleme Tarihi: 10.07.2005 - 00:03
Bu mesajı bildir   _Resul_ üyenin diğer mesajları _Resul_`in Profili _Resul_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
mimli uye su an offline mimli uye  
Resmi veriler.

206 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.06.2005
En Son On: 24.08.2005 - 17:21
Cinsiyeti: Erkek 
Yazdığın rakamlar uydurma veya hayali...Aynı astığın dini bilgiler gibi.

Bak sana aşağıda Ddevlet İstatistik Enstitüsünün 10 yıllık sayım dönemlerine ait nüfus artış hızlarını veriyorum.Senin yazdığın rakamlar hiçbir dönemde görülmeyen rakamlardır.
Yıllık nüfus artış hızı,
1980-1985 döneminde binde 24.9,
1985-1990 döneminde binde 21.7
1990-2000 döneminde binde 18.3 olmuştur.

Hangi etnik guurptan olduğunu bilmiyorum ama,herhalde çok fazla keçi eti tüketiyorsun.Çünkü, bu kadar ezbere inad ve muannidlik ancak bu eti tüketenlerde olur.

Ekleme Tarihi: 10.07.2005 - 10:35
Bu mesajı bildir   mimli uye üyenin diğer mesajları mimli uye`in Profili mimli uye Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
_Resul_ su an offline _Resul_  

627 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.05.2005
En Son On: 18.11.2005 - 12:51
Cinsiyeti: Erkek 
Yazının 1988 yılına ait olduğunu yeni fark ettim. Hiçbir egzantrik insanın 1988 yılına ait kalkınma planlarıyla ilgili bir yazıyı, 2005 yılında buraya asacağını düşünmediğim için bugüne ait sanıyordum yazıyı ondan itiraz ettim %2,1'lik nüfus artış hızı 1988 için doğru olabilir...
Ekleme Tarihi: 10.07.2005 - 15:58
Bu mesajı bildir   _Resul_ üyenin diğer mesajları _Resul_`in Profili _Resul_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
_Resul_ su an offline _Resul_  

627 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.05.2005
En Son On: 18.11.2005 - 12:51
Cinsiyeti: Erkek 
Bu arada etnik grubuma ve çok keçi eti yememe gönderme yapıp çok inatçısın diyerek ne ima etmeye çalıştığını anlamadım da sanma, açıkça söylesem kendi sözünü inkar edeceksin, o yüzden yazmıyorum ama merak etme bilen herkes anladı ne demeye getirdiğini...
Ekleme Tarihi: 10.07.2005 - 16:00
Bu mesajı bildir   _Resul_ üyenin diğer mesajları _Resul_`in Profili _Resul_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
GöLGe su an offline GöLGe  

1041 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.08.2003
En Son On: 23.11.2008 - 23:01
Cinsiyeti: Erkek 
Selamun Aleyküm...

LÜTFEN yazilarinizi sahsi satasmalara yönlendirmeyiniz...

gül
Ekleme Tarihi: 12.07.2005 - 01:55
Bu mesajı bildir   GöLGe üyenin diğer mesajları GöLGe`in Profili GöLGe Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Karahilal su an offline Karahilal  

265 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.08.2004
En Son On: 06.03.2011 - 16:09
Cinsiyeti: Erkek 
Resuuuullllgöz kırpma
Ekleme Tarihi: 12.07.2005 - 03:58
Bu mesajı bildir   Karahilal üyenin diğer mesajları Karahilal`in Profili Karahilal Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ÜRETKEN YATIRIMLAR

163 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.11.2005
En Son On: 25.12.2005 - 20:44
Cinsiyeti: ----- 
ÜRETKEN YATIRIMLAR Biz diyorduk ki; (bugün de aynı şeyi söylüyoruz) bu ülkeyi kurtuluşa ulaştırabilecek olan tek şey vardır, o, alternatifi olmayan üretken yatırımdır. Neden? Çünkü üretken yatırım, mutlak olarak istihdam gerektirir. Yatırım varsa istihdam mutlaka gereklidir. İşveren, patron, müteşebbis, yatırımcı yatırımını yapar ve başında bulunur. İşi yapacak olanlar elemanlardır. Bu bir istihdamdır. İşe aldığınız herkes, işsizler ordusundan bir kısmını yok edecektir. Aktif nüfus üretici olacaktır. İstihdamın artması, yatırımların yapılması, işsizler ordusunun giderek küçülmesini ve bir gün sıfırlanmasını sağlar. Yeter ki biz aklı başında insanlar olalım, ülkemize faydalı olalım. Başka neyi sağlar? Bu çalışan insanlar ücret alacaklardır, onlar bordro mahkûmlarıdır. Yani aldıkları ücret sebebiyle, vergiler anında kesilecektir. Her yeni yatırımla istihdama giren kişi, devlete vergi verecek olan yeni bir süjedir, yeni bir insandır. Ve her ay istihdama giren her insandan devlet, muntazam stopaj vergilerini almaya başlayacaktır. Evvelâ işsizler ordusunu azaltmaya başladınız, madde bir...

İkincisi, her yeni istihdama giren insan, ülkedeki gelirler seviyesini (toplam efektif talebi) mutlaka yükseltecektir. Önemli mi? Çok önemli! Çünkü yeni yatırımdan muradımız, (asıl önemli faktör) katma değerdir. Her yeni mamul, ülkeye yeni bir katma değerdir. Arz artışını oluşturur. Arz kanadındaki artışı mas edebilecek olan, çekebilecek olan, satın alabilecek olan bir kuvveti de beraberce devreye sokar. Her yeni yatırımla, istihdama aldığınız her kişiyle, gelirler seviyesini yükselterek, toplam efektif talebi artırarak fazladan devreye soktuğunuz yeni katma değeri, artan üretimi satın alabilecek olan kuvveti de vücuda getirir, oluşturur, yükseltir. Bir taraftan istihdama yeni alınanların (çalışmaya yeni başlayan elemanların) gelirler seviyesini yükseltmesi, bir taraftan yatırımların ekonomiye sağladıkları toplam katma değer artışı, yatırımcılardan da, ya gelir vergisi ya da kurumlar vergisi adı altında devletin devamlı artan vergi geliri, diğer taraftan her ay devletin personelden kestiği stopaj vergisi...Sonuç; artan üretim arz kanadını yükseltir. İstihdama alınanlar işsizler ordusunu eritir, yok eder. İşçilerin geliri, gelirler seviyesini arttırarak talep kanadını yükseltir. Ayrıca devlet hem yatırımcıdan, hem işçilerden devamlı vergi alır. Görülüyorki çözüm üretken yatırımlardadır.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 23:33
Bu mesajı bildir   tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ALTIN KARŞILIKLI PARA

163 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.11.2005
En Son On: 25.12.2005 - 20:44
Cinsiyeti: ----- 
ALTIN KARŞILIKLI PARA Madalyonun en önemli kesimi, hep arkasına saklanılarak, madalyonun tersinden hareketle herkese yutturulan, "biz enflasyonu tedavi ediyoruz" avazeleriyle, ülkeyi mahva götürmektir.

Başardılar mı?
A'dan Z'ye başardılar, sevgili kardeşlerim.
Önleyebilir miyiz?
Evet, önleyebiliriz.
Ne kadar sürede?
2 AYDA!…

Evet, yanlış duymadınız. Türkiye adı verilen bu ülkede, enflasyonu önleme süreci, sadece 2 aydır.

Ne yapacaksınız? Tedavüldeki paranın ya kendisi kadar ya 1,5 katı kadar ya 2 katı kadar bir altın stokunu Merkez Bankasına yatıracaksınız. Sonra altın karşılıklı bir kâğıt banknot çıkaracaksınız. Bunun da piyasaya sürülmesinin, 2 tane yolu var. Altın paralar bastıracaksınız ve bu değerler küçülecek, 1 lira, 50 kuruş, 25 kuruş, 10 kuruş, 5 kuruş, 1 kuruş gibi… En kestirme değer olarak şunu düşünüyoruz. Türkiye'deki mevcut para demonetize edilmek mecburiyetindedir. Altın karşılıklı para devreye girdiği zaman, eski kâğıt paraları yok etmek mecburiyetindesiniz. Artık eski kâğıt paralar, hükmünü kaybedecek, geçmez olacak. O değişim sırasında iki tane yol var. Bir tanesi,

Merkez Bankasının altın paralar basması, kâğıt parayı verenin eline altın paranın teslim edilmesidir. Vatandaş görecek ki elindeki para, altın para. O paranın tatbikata girmesi üzerine herkes bakacak ki, gerçekten aldıkları paralar, altın para. Ama bunların piyasada kullanılması, taşınması, harcanması, çalınması itibariyle büyük problemler oluşturacaktır. Bunun oluşmasına mani olacak bir tek şey var, o paraların tekrar Merkez Bankasına, alan kişiler tarafından geriye verilmesidir. İsteyen verecek, isteyen vermeyecek. Ama geri veren, oradan aldığı kâğıt parayla, ertesi gün bankaya gittiği zaman, Merkez Bankasından onun karşılığında altınını alabileceğini kesin olarak bilecektir. İlk teslim, altın karşılığı bir teslim olacaktır. Bu noktadan itibaren kişisel dizayna bakar. Bir kimse, 1 altın lirayla gidip de istediğini alıp, onun altın olarak karşılığını almak isterse, eski pazarlardaki olaylar tahakkuk eder. Herkesin keselerle altını yanında taşıması lâzım. Bu, kolay bir iş değildir. Bunun için iki alternatiften birini tercih etmelerini, Merkez Bankası teklif edecek. Ya altın parayı alsın kişi, harcayabilirse harcasın ya da altın karşılıklı kâğıt parayı alsın. Mutlaka bankalara altının dönüşü söz konusu olacaktır. Dönerse altın karşılıklı bir kâğıt para devreye girer. Girerse trampa olur. Parayla malın satın alınması olayı biter. O altın karşılıklı para, altını temsil eder. Altın da bir maldır. Malla malın değişmesi söz konusudur artık. Enflasyon da, o anda sıfırlanmıştır.

Merkez Bankasının yapabileceği ikinci alternatif, doğrudan doğruya kâğıt parayı veren kişiye o günkü rayiç üzerinden, altın karşılıklı o kadar kâğıt para teslim etmektir. Adamlar ne zaman Merkez Bankasına gitseler, o parayı temsil eden gramda altın alabileceklerini görürlerse (ki herkes bunu her an deneyebilir) bu mesele bitmiştir. Kuyumcularda da, Merkez Bankasında da aynı gramajdaki saf altının karşılığı bir para tedavülde olur. Türkiye'deki borçların ve alacakların bir anda sıfırlanması elbette hiçbir zaman düşünülemez. Öyleyse kolay bir hesap tarzına gitmemiz lâzım. Ne yapabiliriz? Altın karşılıklı parayı devreye sokarken, mevcut Türk Lirası'ndan 6 sıfır silmek... Bunu devreye sokabiliriz. 6 sıfırı yok edilmiş yeni bir Türk Lirası. İşte bu altın karşılıklı parayı devreye soktuğumuz gün, Türkiye enflasyon canavarına artık bir daha yenik düşmeyecektir. Enflasyonun vücuda getirdiği bütün mahzurlar, bir anda yok olur. Ne enflasyon muhasebesine gerek kalır, ne de ülkemizi kasıp kavuran işletme sermayesi kanaması devam edebilir.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 23:35
Bu mesajı bildir   tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    SERMAYE KANAMASININ DURMASI

163 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.11.2005
En Son On: 25.12.2005 - 20:44
Cinsiyeti: ----- 
SERMAYE KANAMASININ DURMASI Daha ilk yıl, diyelim ki bu altını borç olarak (Fırat nehrine ulaşmadınız, ihtiyacımız olan altının kim bilir kaç katı orada var?…) dışarıdan aldığımızı düşünelim. Merkez Bankasındaki stoklara ilâveten, tedavüldeki para kadar altın satın aldık, getirdik. En az 10 yıl vadeyle alınabilir. %7'yi de geçmez faizi. Belki çok daha aşağıda bir faizle alınabilir. Sevgili kardeşlerim, dikkat edin sözümüze, Merkez Bankasına koyduğunuz, piyasada dolaşan paranın karşılığı olan elinizdeki altınlar, daha ilk yıl ülkedeki sermaye kanamasını sıfırlar. Her yıl ülkedeki sermaye kanaması, mutlaka tedavüldeki paradan daha fazla olduğu için (referanslara bakılabilir bu konuda) bir korkunç gerçek görürüz. Türkiye'nin kene gibi kanının emilmesini bir anda önleyecek, bir anda bunu bitirecek, 60 gün içinde ülkeyi kurtaracak olan bir operasyon!

İşte bu kadar sevgili kardeşlerim. Gerçekleştirdiğiniz gün, Türkiye'nin her tarafında birden enflasyon sıfırlanacaktır.

Altının o günkü rayici esas alınacak ve bir daha o rayiç hiç değişmeyecektir.

Türk liraları, altın karşılıklı para ile değiştirilecektir. Enflasyon sıfırlanmıştır. Birinci büyük faydası, ekonomiyedir. İşletme sermayesi kanaması, her devirde mutlaka tedavüldeki paradan büyüktür. Bir yıllık sermaye kanaması hacmi, Türkiye'de tedavül eden para hacminden, ortalama rakamdan daima fazladır.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 23:36
Bu mesajı bildir   tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    LİKİD MEKANİZMA

163 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.11.2005
En Son On: 25.12.2005 - 20:44
Cinsiyeti: ----- 
LİKİD MEKANİZMA



Türkiye’nin ekonomik durumunun gözlenebilmesi, ancak Türkiye’deki tüm nakit hareketlerinin incelenmesi ile elde edilecek reel verilerle mümkündür. Mevcut sistem ise, Merkez Bankası’nın bakiyeleri incelemesi ile elde edilen anlık değerlendirmelerdir. Halbuki Türkiye ekonomisi hakkındaki gerçeklere ulaşmak sadece, her hareketin ayrı ayrı incelenmesi ile mümkündür. Bunun yanısıra IMF ve Dünya Bankası’nın üzerinde durduğu teorik formüller Türkiye Ekonomisi ile hiçbir uygunluk göstermemektedir.
Türkiye’deki enflasyon problemini oluşturan etkenler enflasyonun içindedir, ve Türkiye’deki enflasyon problemini aşağı çekmek değil, tamamen ortadan kaldırmak mümkündür ve bu son derece basit bir olaydır. Türkiye altın karşılıklı parayı devreye sokabilirse aynı anda bu olay bitmiştir. Enflasyon, adından bile bahsedilmeyecek olan bir umacı olarak tarihin sayfalarına gömülmüş olacaktır. Olay son derece basittir. Bu yöntemle enflasyon anında durur.
Türkiye yüksek seviyede bir enflasyonun etkisi altındadır. Yüksek enflasyon devrelerinde yüksek mevduat faizi uygulanmaktadır. Yüksek mevduat faizi, yüksek kredi faizi demektir. Yüksek kredi faizi ise, yatırımları engelleyen en büyük faktördür. Üstelik üretimi arttırsanız bile, enflasyonu durduramazsınız, çünkü yüksek faiz bunu engeller. Faiz ve sermaye kanaması sebebiyle Türkiye’de enflasyon istihdamdaki 20.4 milyon kişinin emeğini yutmaktadır. Sermaye kanaması, eğer enflasyon yokedilerek engellenemiyorsa, kredi veren bankaların kredi vermek yerine yatırımlara iştirak etmesi yöntemiyle engellenebilir. Sermaye kanaması, yıllık kârın, enlfasyon oranının altında kalması ile ortaya çıkan bir durumdur. Bu durumda kâr etmiş gibi görünen bir işletme satınalma gücü açısından değerlendirildiğinde zarar etmiş olmaktadır. Türkiye sermaye kanaması sebebiyle büyüyen bir milli ekonomiyi değil, küçülen bir milli ekonomiyi sergilemektedir.
İstihdam, 10 yıllık bir süreç içerisinde başarıya kavuşabilir. Bunun ise sadece bir tek yolu vardır: ÜRETKEN YATIRIMLAR. Her sene hem aktif nüfusa katılanları, hem de işsizler ordusunun 1/10’unu Istihdam edecek yatırım yapmak zorunludur.
Türkiye’deki enerji kaynaklarının sadece çok küçük bir kısmı değerlendirilmektedir. Gerek hidrolik enerji; nehirlerimizden akan su, gerek rüzgâr enerjisi, gerek güneş enerjisi, gerekse Allah’ın bize verdiği dünyadaki üçüncü büyük toryum yatakları enerji konusunda Allahû Tealâ’nın Türkiye’ye nekadar büyük ni’metlerini verdiğini göstermektedir.
Bugün Türkiye nehirlerinin debisi itibariyle toplam enerji potansiyelinin (hidrolik enerjisinin) %5’ini kullanabilmektedir. Biz sadece ekonomik barajların yapılmasını yeterli görmeyiz. Bir metrelik kod farkı olsa bile, o nehir üzerinde elektrik enerjisi üretilebilir. Bu vakıadan hareketle yola çıktığımız zaman yüzlerce küçük santralleri nehirlerimizin üzerinde kurmak mümkündür, nehirlerimizin her zerresini kullanmalıyız. Eğer biz nehirlerimizdeki potansiyelin %5’iyle bugünkü enerjimizin sadece %40’ını elde ediyorsak, %50’sini kullandığımız zaman, %40, %400 olur. Şu andaki toplam enerjilerin, termik ve hidroelektrik santraller toplamının dört katını sadece nehirlerimizden sağlayabiliriz. Nehirlerimizin sadece %50’sinin potansiyelinden istifade etmek şartıyla. Reel potansiyelden bahsediyoruz. Bunu rahatlıkla %75’e çıkarabiliriz.
Modern harp sanayiinin ülkemizde kurulması hem döviz çıkışına mani olacak, hem de geniş istihdam ve üretim alanı oluşturacaktır. Ülkemizin ise bu konuda üzücü bir tarihi vardır. Ülkemizde Milli Savunma Bakanlığı devamlı ve en büyük alıcıdır. Bu devamlı alıcı vasıftaki fonlar, bugüne kadar hep dış ülkelere akıtıldı, hem de döviz olarak, çünkü harp sanayiimizi kuramadık.
Diğer taraftan katma değer istihdam ve üretim açısından biz yerimizde saydık, buna karşılık gelişmiş ülkeler kazandı. Türkiyede artık harp sanayii konusunda bir şeyler yapma zamanının geldiğine kesin şekilde inanıyoruz.
Türkiye’de altın karşılıklı paranın devreye sokulması enflasyonun yokedilmesi için mutlaka gereklidir. Türkiye’nin bugüne kadar bu bir türlü önlemeyen enflasyondan 145 milyar Dolar zarara uğradığı biliniyor.
Türkiye beş kuruş sarfetmeden enflasyonu halledebilirdi.
Altın karşılıklı parayı koyduğunuz gün olay biter.
Altın karşılıklı para tedavüle girdiği gün, artık parayla mal satın alınması söz konusu olmayacaktır. Diğer mallarla gene bir mal olan altının karşılaşması söz konusu olacaktır. Bir trampa söz konusu olduğu için, enflasyonun oluşması mümkün değildir.
Türkiye’nin üretken yatırımlar için ihtiyaç duyduğu kaynaklar bankalar sistemi ile ekonomi arasında akan para nehirlerinde fazlasıyla mevcuttur. Bankalardan ekonomiye akan paralar, sabahtan akşama kadar akar: Aynı zamanda sabahtan akşama kadar ekonomiden bankalar sistemine paralar tekrar geri döner. Öyle ki, akşam aynı miktardaki para bankaların kasasına tekrar gelmiştir.
İşte bu noktada konuya bakalım beraberce; dönmüştür ama bankadan ayrılan bütün paralar tüketim harcamalarında kullanılmış, hiçbir yatırım oluşmamıştır.
İşte yapılması icap eden şey, bankalardan ekonomiye akan bu hareket halindeki fonları, para nehirlerindeki fonları yatırımlarda kullanmaktır.
Büyüyen ekonomi modelinde üretken yatırımlar kalkınmanın esasını oluşturur. Hareket halindeki fonları, Türkiye’yi hedeflerine gerçek anlamda ulaştıracaktır.
Bankaların ellerindeki hareket halındeki fonların %10’u üretken yatırımlara sevkedilebilir.
Ekonomik teoriler, Türkiye’deki ekonomik sorunun çözümü için asla yeterli değildir.
Ulusal veriler ispat etmektedir ki, Türkiye içinde bulunduğu durumdan kurtulacak potansiyele sahiptir.
Hareket halindeki fonlar, Türkiye’nin gelecekte oluşacak işgücünü de istihdam edecek büyüme hızını sağlamaya yeterlidir.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 23:40
Bu mesajı bildir   tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
tewheed su an offline tewheed  
Kalkinmak !!!!!!!!!

5 Mesaj

Kayıt Tarihi: 31.01.2006
En Son On: 14.02.2006 - 00:32
Cinsiyeti: Erkek 
Selamun aleykum,

Allah razi olsun Kardesim, ama yazmis olduklerinin hepsi bos. Neden diye soracak olursan cevabini izah etmeye calisayim.

Kalkinmak kelimesi o kadar buyuk bir kelimeki oturup saatlerce, gunlerce konussak icini doldurmak imkansiz.
Ama ne yazikki bizim insanimiz Kalkinmak denildiginde akillarina ilk gelen sey: EKONOMIKSEL yukselmek. Bu dogru degildir.

Kisa bir ornek: Akletmesini bilmeyen bir insana bir canta dolusu parayi versek, hic dusunmeden bir saat icerisinde o parayi harcar. Bir saat sonrasini dusunmez !

Onun icin bizim yapmamiz gereken ilk sey: Insanlarin akletmesini saglamak. Akil kalkinmadi surece maddi bir sekilde kalkinma imkansizdir.

Ikinci sebep ise: Senin getirmis oldugun cozum: icerisinde bulunmus oldugumuz Kapitalis duzene gore cozumlerdir. Zaten su an Kapitalis bir duzen icerisinde yasiyoruz onun icin hangi cozumu getirirsen getir COKMEYE mahkumdur.

Gelecek cozum ILAHI bir cozum olmasi gerekiyor, o da ISLAMDAN gelmesi lazim. Islami bir cozum olmadigi muddetce hangi cozumleri getirirsen getir bir ise yaramaz. Ayni bu batan gemiye yuk yuklemeye benzer.

Allah rizasi icin insanlarin FIKRI kalkinmasina vesile olalim, ondan sonrasi corap sokugu gibi gelecektir.

Allah'a emanet olun.............
Ekleme Tarihi: 01.02.2006 - 00:08
Bu mesajı bildir   tewheed üyenin diğer mesajları tewheed`in Profili zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 929 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.61670 saniyede açıldı