chloroquine ivermectin ivermektin ivermectine generique luvox detrol detrusitol dexantol dexone diamox diflucan dilantin dilatrend dilzem dinostral diocimex diovan hct diovan diprolene diuresal diurix dostinex doxy basan doxycline droxia dulcolax duodopa duphaston duricef duspatalin dynexan nouvelle formule ecopan efavirenz effexor xr effexor elantan elavil eldepryl elmetacin elocon elpradil eltroxine elyzol ena basan enasifar endoxan
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

62 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (4): (1) 2 3 Devam >
Ekleyen Mesaj
Konu: İNSANLIK KOZMİK KONTROL ALTINDA...NASIL MI?
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ..
163 Mesaj -
BENCE BUNLAR KOMPLO TEORİSİ IRAK OLAYINA GELİNCE SADDAM ŞEREFSİZİN TEKİ ÖNCE BİZE BULAŞMAYA KALKTI SINIRDA OT BİÇEN KÖYLÜLERİMİZİ KURŞUNLA TARADI ÖLDÜRDÜ SONRA İRANA BULAŞTI PİSLİK 7 YIL MÜSLÜMAN KANI DÖKTÜ OĞULLARI EVLİ KADININ KOCASINI ÖLDÜRÜP TECAVÜZ EDECEK KADAR AŞAĞILIK HAYVANLARDI YILLARCA HALKINA ZULMETTİ HALKI AMERİKAN ESKERLERİNİN ELİNİ ÖPÜYORDU KENDİSİ KORKAK TAVUK GİBİ FARE DELİĞİNE SAKLANDI PEYGAMBERİMİZ KERBALA BELA YURDU O İNSANLARI LANETLEMİŞ ONLAR BİRİCİK TORUNLARINI ÖLDÜRDÜ OSMANLIYI İNGİLİZLE BİR OLUP ARKADAN HANÇERLEDİ 120.000 ASKERİMİZ ŞEHİT OLDU IRAK TOPLUMU NETİCEDE İYİSİ VE KÖTÜSÜ İLE MÜSLÜMAN MAKSADIM BİR MİLLETİ KARALAMAK KÖTÜLEMEK FİTNE ÇIKARMAK DEĞİL ASKERLERİN SAVAŞA İTEN MOTİVASYONU YOKTU GELEN ASKERLER SADDAMDAN DAHA CANİ DAHA ZALİM OLMAZ HALETİ RUHU İLE SAVAŞMAKTAN VAZGETİ SAVAŞA İNANCI YOKTU
Ekleme Tarihi: 25.12.2005 - 19:31
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Bakis Acisi!!!
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ..
163 Mesaj -
“VERMEK,
İNSANI ALLAH YOLUNDA İLERLETİR.”

Vermek, insanı Allah yolunda ilerleten ve nefs tezkiyesine ulaştıran vasıtaların en güçlülerinden biridir. Çünkü vermek, insandaki faniye, iğretiye tapmayı besleyen hırsı, kökünden kaldırmaktadır. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
15/HİCR-9: “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu lehâfizûn(e).”
Bu zikri Biz, muhakkak ki Biz indirdik, onun muhafızı (koruyucusu da) muhakkak ki Biziz.

“HIRSI KIRMAK İÇİN VERİN”

Hırsı kırmak için, sevilen şeylerden vermek lâzımdır. Çöplüğe atacağımız şeylerden vermek, değer ifade etmez.
2/BAKARA-267: “Yâ eyyuhellezîne âmenû enfikû min tayyibâti mâ kesebtum ve mimmâ ehracnâ lekum minel ard(ardı), ve lâ teyemmemul habîse minhu tunfikûne ve lestum bi âhızîhî illâ en tugmidû fîh(fîhî). Va’lemu ennallâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).”
Ey îmân edenler! Kazandıklarınız şeylerin ve sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden infâk edin (başkalarına, ihtiyacı olanlara verin). Ve sakın onun kötüsünden ve (göz yummadan, gönül rahatlığıyla kendiniz için) alamayacağınız (ucuz ve düşük evsaflı şeyleri) infâk etmeye kalkışmayın. Ve bilin ki; muhakkak ki Allah, GANİYY’ün HAMİD’dir.
Azlık, çokluk önemli değildir. Önemli olan verilenin bizden ne kopardığı, başka bir deyimle bizi ne ölçüde fedakârlığa zorladığıdır. Bu yüzdendir ki imkânları kısır bir insanın verdiği on bin lira, imkânları bol bir insanın verdiği milyonlarca liradan daha üstün olabilir. Çünkü verilenin miktarından çok, verenin katlandığı fedakârlık ölçüdür.
Ekleme Tarihi: 24.12.2005 - 21:29
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ravda net sizden ve üyelerden ricam
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ..
163 Mesaj -
sözüm ölüm edir size değil


Bu mesaj 1 kez ve en son tarıkyılmaz72 tarafından 24.12.2005 - 21:25 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.12.2005 - 21:24
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: BIZE GERÇEKTEN DE BIR SEY OLMAZ MI ?
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    Her mukaddes kitap, kendisinden evvelkilerin hepsini birden tasdik edici olarak indirilmiştir.
163 Mesaj -
57/HADİD-27: “Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rehbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi femâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).”
Onların arkalarından da resûllerimizi ardarda gönderdik. Meryemoğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik ve ona İncil’i verdik. Ona tâbî olanların kalplerine refet ve rahmet kıldık. Ve üzerlerine farz kıldığımız, fakat kendilerinin güya Allah’ın rızasını kazanmak için icat ettikleri ruhbanlığa bile hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden âmenû olanlara (yaptıklarına karşılık olarak) mükâfatlarını verdik. Çoğu ise fasıklardı.
İşte Allahû Tealâ’nın o insanların kalplerine refet ve rahmet kılması, bu âyette Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in refetle ve rahmetle ilişkisini de aynen içeriyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e verdiği rahmeti, Hz. İsa’ya da vermiş. Ona verdiği etrafa yumuşak davranma, refet müessesesini Hz. İsa’ya da vermiş. Aynı şeyler bütün peygamberler tarafından gerçekleştiriliyor.
Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e yumuşaklık vermiş, refet vermiş ve rahmet vermiş. Hz. İsa’ya da rahmeti ve refeti verdiğini söylüyor Allahû Tealâ. Bütün peygamberlere aynı şeyleri Allahû Tealâ dizayn etmiş, vermiş.
6/EN’AM 156, 157: “En tekûlû innemâ unzilel kitâbu alâ tâifeteyni min kablinâ ve in kunnâ an dirâsetihim le gâfilîn(gâfilîne). Ev tekûlû lev ennâ unzile aleynel kitâbu le kunnâ ehdâ minhum, fe kad câekum beyyinetun min rabbikum ve huden ve rahmetun, fe men azlemu mimmen kezzebe bi âyâtillâhi ve sadefe anhâ, se neczîllezîne yasdifûne an âyâtinâ sûel azâbi bimâ kânû yasdifûn(yasdifûne).”
“Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz onların okuduklarından gerçekten gâfildik” dersiniz diye (dememeniz için). Veya “Eğer bize de bir kitap indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayete ererdik” dersiniz. İşte size Rabbinizden hidayet (hidayete erdiren), beyyine (delil) ve rahmet gelmiştir. Öyleyse kim, Allah'ın âyetlerini yalanlayandan ve ondan yüz çeviren kimseden daha zâlimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmiş olmalarından dolayı ağır (kötü) bir azapla cezalandıracağız.
Arap âlemine de, Allahû Tealâ’nın burada bir uyarısı var. Başka dillerle indirildiği için, onları okumaktan gâfildik dememeniz için, bize de kitap indirilseydi muhakkak onlardan daha fazla hidayette olurduk dememeniz için, Rabbinizden apaçık bir delil, Allah’a ulaştırıcı, hidayete erdirici Arapça bir Kur’ân gelmiştir, diyor Allahû Tealâ.
Muhtevaya baktığımız zaman, bütün peygamberlerin aslında aynı şeyleri Allahû Tealâ’dan aldığını, aynı şeyleri tebliğ ettiklerini ve tâbî olanların mutlaka kurtuluşa ulaştıklarını görüyoruz. Hangi peygambere tâbî olurlarsa olsunlar insanlar, Allah’ın bütün peygamberlere verdiği aynı emri yerine getirmişlerdir.
Buraya kadar geçen âyetler boyunca Allahû Tealâ takva sahibi olmaktan bahsediyor, Allah’a kul olmaktan bahsediyor, Allah’a teslim olmaktan bahsediyor, peygamberlerin davranış biçimlerinden bahsediyor.
Bütün peygamberlerin davranış biçimlerinin birbirinin aynı olduğunu görüyoruz.
Allah’ın bütün mukaddes kitaplarla, bütün insanlara vermek istediği bir mesaj var:
Her mukaddes kitap, kendisinden evvelkilerin hepsini birden tasdik edici olarak indirilmiştir.
Allahû Tealâ, Al-i İmran Suresinin81. âyet-i kerimesinde, bütün peygamberlere Allah’ın verdiklerinden (kitap ve hikmet) bahsediyor. Bütün peygamberlere aynı şeyleri vermiş. Hilm vermiş, refet vermiş; yani yumuşaklık vermiş. Rahmet vermiş. Hidayet rehberi kılmış onları ve bütün kâinata yol göstersinler diye onları vazifeli kılmış.
Allah ile olan ilişkilerinizde bakıyorsunuz ki bütün peygamberler onlara tâbî olanlarla beraber sizlerin bugün yapmakta olduğunuz şeyleri yapmışlar. O devirlerde de toplumun büyük kısmı onlara iltifat etmemiş, onlardan yana olmamış. Ve büyük çoğunluk düşman bir standartta, yanlış şeyleri yapmışlar.
Allah ile olan ilişkilerinizde Allah’ın bütün güzellikleri sizler içindir. Bütün dînler, birbirinin aynıdır. Aralarında temel faktörler itibariyle hiçbir farklılık yoktur. Bütün kitaplar, hep kendilerinden evvel gelen bütün kitapları tasdik edici olarak indirilmiştir.
Allahû Tealâ her devirde yaşayanlara diyor ki: “Sizin zamanınızdaki resûllerden evvelce de hep resûller vardı. Ve hep var olan bu resûller, insanlara bütün güzellikleri ulaştırdılar.”
Sadece bir tek dîn: Hanif dîni. Tek Allah’a inanan, Allah’a teslim olmaya götüren, ruhun, vechin, nefsin ve iradenin ALLAH’A TESLİMİNİ FARZ KILAN bir tek dîn olmuş insanlık tarihi boyunca. Sadece bir tek dîn!…
Hepinizin, Allah’ın HANİF dîninin (İSLÂM dîninin) müntesipleri olarak hem cennet saadetine, hem dünya saadetine ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
Ekleme Tarihi: 24.12.2005 - 16:28
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: HILAFET GELIYORMU?
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    LÜTFEN KIRICI OLMAYALIM
163 Mesaj -
HEPİMİZ ALLAH YOLUNDA EL ELE GÖNÜL GÖNÜLE TEVHİDİ OLUŞTURMALIYIZ ÇOK ŞÜKÜR ALLAH IMIZ BİR PEYGAMBERİMİZ BİR KURAN IMIZ BİR BU BİRLER ETRAFINDA TOPLANIP BİRBİRİMİZE İLİM ÖĞRETMELİYİZ KAVGA GÜRÜLTÜ NEFSİN TALEBİDİR

DÜNYA HAYATINDAKİ MUTSUZLUK VE HUZURSUZLUK
Allahû Tealâ Yunus Sûresi'nin 100. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor;

YUNUS-100: Vema kâne linefsin en tü'mine illâ biiznillâh ve yec'alürricse alellezine lâ ya'külûn.
Allah'ın izni olmaksızın hiç bir kimse imân sahibi olamaz. İmân sahibi olmakta aklını kullanamayanlara (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere) Allah şeytanın zulmetini gönderir. Böylece azaplanırlar.

Gerçekten aklın iki tane müşaviri vardır. Birisi NEFS, diğeri de RUH'dur. Fizik vücudun kumandanı olan akıl, nefsi ve ruhu bir müşavir olarak kullanır ve bunlardan bir tanesinin talebini kabul eder. Her olaydan evvel içinizdeki iki sesi duymuşsunuzdur. Birisi sizi güzelliğe, doğruya Allah'ın emirlerine doğru çekmek isteyecektir. Öteki ise yanlışa ve şerre doğru çekmek isteyecektir. Birisi nefsimizin sesidir, kötüye çeker, diğeriyse ruhumuzun sesidir. Allah'a çeker. Şunu biliyoruz ki, başlangıçta herkes, nefsi emmarede bulundugu için olaylar cereyan etmeden evvel bir karar safhası vardır. Ve bu karar safhasında mutlaka nefs ve ruh arasında bir kavga vardır. Kavga kesindir. Bu kavganın arkasından bunlardan bir tanesi aklı ikna edecektir. Eğer aklı ikna eden nefs ise, ki emmare nefs kademesinde hep böyledir, aklın ikna olduğu olay tahakkuk edecektir. Nefs-i Emmare genellikle aklı şerre alet eder. Ve akıl ondan aldığı fetva üzerine, ondan aldığı müşavirlik üzerine, fizik vücudu şer istikametinde kullanır. Her şer olay hem derecat kaybetmemize sebebiyet verir. Hem de her şer işlediğimizde sıkıntı duyarız. Hayır işlediğimizde ise hem deracat kazanır hemde ferahlık ve huzur duyarız. Şer istikametinde kullanılan fizik vücut mutlaka başkalarına zarar ika edecegi cihetle, mutlaka bir tepkiyi çevreden davet edecektir.
Zulmün işlenmesiyle beraber karşısından gelen tepkinin intikamını alamıyorsak şuuraltımızda birikim başlayacaktır. Nefsimiz duruma hakimse başkalarının bize yaptığı herhangi bir hadisede ona cevap veremiyorsak, bu imkandan mahrum isek, nefsimiz hemen bir şuuraltı birikimi başlatır ve olay şer olarak tahakkuk ettigi zaman zaten bir sıkıntı kalbimizi kaplar. Başkalarının kalbini kırmışızdır, başka birine yanlış bir davranış yapmışızdır. Ondan da bir tepkinin gelmesi muhakkak gibidir. Böylece ondan gelen yeni tepki, bizim nefsimizde yeniden bir olay başlatacaktır. Ve spiral giderek yükselecektir. KİN, KAVGA, İNTİKAM birbirinin arkasından insanı devamlı rahatsızlıklar içinde tutacaktır. Kaldı ki olay burada da bitmeyecektir. Çünkü fizik vücut bir günah işlediği zaman RUH mutlaka NEFSE azap edecektir. Ve kişinin azap duyması da bu pişmanlıkla noktalanır. Bu azap (halk arasında bu azaba vicdan azabı denilir) olmalıdır ki ancak bu azaptan sonra azabın husule getirdiği pişmanlık hissi de yer etsin. Böylece görülüyor ki, NEFS-i emmaradeki herkes için olay vücuda gelmeden evvel (bütün olaylar için geçerlidir) mutlaka NEFS ve RUH arasında bir kavga vardır. Olay genellikle şer olarak tahakkuk ediyor. Şerri yaşarken iç sıkıntı duyuyoruz. Ve olay tahakkuk ettikten sonra da RUH NEFSE mutlaka azap ediyor. Öyleyse hep kavganın sıkıntının ve azabın var olduğu bir vücut ülkesinde insanlar daimî bir huzursuzluk içinde yaşıyor. Kaldı ki, hep huzursuzluk hali içinde yaşayan insan çevreden de etki aldığı için, bu etki alanı içinde daha da huzursuz olur. Başkalarının her yaptığı kişiye batar.
NEFS-İ EMMARE'de başkalarının size yaptığı ters bir harekete daha büyük bir hareketle cevap vermek istersiniz. Biri size bir tokatmı attı? Daha şiddetli bir tokat, bir yumruk atmak, hatta onu bayıltıncaya kadar dövmek gelir içinizden. Hep intikamin peşindesiniz ve hırsınız daima size hakimdir. İntikam şeytanın silahıdır. Şeytan kişiye hakimse o zaman şu dünya adı verilen gezegende mutlu olmak asla mümkün değildir. Eğer her olaydan evvel kavga varsa hep yanlış şeyler yapıp pişmanlık duyuyorsanız, hep ruhunuz nefsinize azap ediyorsa, hep bu büyük sıkıntıyı üstleniyorsanız; O zaman sizin için söz konusu olan şey huzursuzluktur ve sıkıntıdır. Kâfirler, amelsiz mü'minler ve yetersiz amelli mü'minler hepsi nefsi emmarede olmaları sebebiyle dünyadaki hayatları, hep huzursuzluk ve sıkıntı içinde geçmektedir.
Ekleme Tarihi: 24.12.2005 - 16:19
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: kalblerimizin sahibine...
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ..
163 Mesaj -
ALLAHIM İNSANLARA KURAN HAKİKATLERİNİ İDRAK ETMELERİNİ NASİP EYLE İSLAMIN KELİME ANLAMI OLAN TESLİM İN TÜM EMANETLERİ SANA TESLİM ETMESİNİ NASİP EYLE YANLIZ SANA MÜRACAT EDİP YANLIZ SENDEN YARDIM İSTEYEN SALİH KULLARININ İSLAMI KURANI TAM ANLAMIYLA YAŞAMALARINI NASİP EYLE YA RABBİ


( burası dua bölümümüz olduğu için eklemiş olduğunuz yazı tarafımızca silinmiştir..!! )


Bu mesaj 1 kez ve en son HaSReT tarafından 24.12.2005 - 19:00 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.12.2005 - 16:15
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Tanitirmisiniz?
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ..
163 Mesaj -
ASLEN SİNOPLUYUM İSTANBUL EYÜP DOĞUMLUYUM (1972)2 YAŞINDA KIZ BABASIYIM İSTANBULDA FABRİKADA ÇALIŞIYORUM TASAVVUF ÖĞRENCİSİ OLMAYA ÇALIŞIYORUM TASAVVUFU ÇOK SEVİYORUM KURAN IN UYGULANIŞ BİÇİMİ OLARAK GÖRÜYORUM


(burası tanışma bölümü olduğu için eklemiş olduğunuz yazı tarafımızca silinmiştir..!)


Bu mesaj 1 kez ve en son HaSReT tarafından 24.12.2005 - 18:51 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.12.2005 - 15:56
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ravda net sizden ve üyelerden ricam
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ..
163 Mesaj -
ORTAYA ATILAN İDDİA İSPAT GEREKTİRİR İNSANLARI ZAN ALTINDA BIRAKIP İDDİAYI İSPATTAN KAÇARSAN BU İFTİRAYA GİRER BİZLER İT DALAŞI GİBİ BİRBİRİMİZE SALDIRACAĞIMIZA ALLAH YOLUNDA YARIŞ HALİNDE OLMALIYIZ

SABİKUN
Daimi zikrin sahipleri müsabakanın birinci, ikinci ve üçüncüleridir. Sahabe için Allahû Tealâ, "Sabikûn El Evvelliyne" tabirini kullanıyor. Ve Tövbe Sûresi'nin 100. âyet-i kerîmesinde Peygamber Efendimiz S.A.V. devrinde sahabenin hepsinin sabikûn olduğundan bahsediyor. Buyuruyor ki,

9/TÖVBE-100: Vessâbikuûnel-evvelûne minelmuhâciriyne vel'ansâri velleziynettebe'ûhüm biıhsânin radıyallahü anhüm ve radû anhü ve e'adde lehüm cennâtin tecriy tahtehel'enhârü hâlidiyne fiyhâ ebedâ, zâlikelfevzül'azıym.
O sabikûn-el evveliyn (evvelki ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamları olan en üst üç makamı işgal edenler) varya, onların bir kısmı muhacirîynden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhaciriyne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahabe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlar altlarından ırmaklar akan cennetlere konulacak ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte en büyük (azîm) mükâfat budur.

Demek ki, 14 asır önce ensar ile muhacirun beraberce sabikûnu oluşturmuşlardı. Bunların, sabikûn dediğimiz kişilerin hikmet sahibi olduğunu Allahû Tealâ bu âyet-i kerîme'nin sonunda açıklıyor. Hikmet için biliyorsunuz ki EKBER RIZA asıldır. Allahû Tealâ'nın EKBER RIZASINI kazanmak asıldır. Sabikûn olanlar daimî zikre ulaşmış olanlardır. Salâh makamını da kapsamaktadır.
Onlar Allah'tan razı idiler. Allah da onlardan razı. Öyleyse sabikûn ifadesi azim takvanın bir işaretini de taşıyor. Nitekim El Vakı-a sûresinde de Allahû Tealâ Hz. (El Vakıa 15 "Ala sürürün mevdunetin" "Altından örülmüş tahtlar üzerinde.") Sabikûna cennette tahtlar ihsan ediyor. Demek ki, sabikûn adını verdiğimiz kişiler yemin sahiplerinden farklı. Yemin sahipleri de cennete gidiyor ama tahtları yok döşekleri var. Meyve ağaçlarının altında dinleniyorlor. Sabikûn'un yemin sahiplerinden farklılıkları ise şöyledir;
1. Daimi zikre ulaşmışlardır.
2. Hikmet sahipleridir.
3. En yüksek dereceleri kazanmışlardır.
1. Ulûl'elbab
2. İhlâs
3. Salâh
Bu üç makamda bulunanların hepsine Sabikûn denir.
Yemin sahipleri Allah'ın dostluğu payesine ermiş olanlardır. Bunlar velilerdir.
10/ YUNUS-62: Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.
O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
10/ YUNUS-63: Elleziyne âmenû ve kânû yettekuûn.
Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.
Bu takva birinci takvadır. Birinci takvanın sahibi dediğimiz kişilerin veliler olduğu âyet-i kerîmede bir defa daha açıklığa kavuşturulmuştur.
Ekleme Tarihi: 24.12.2005 - 15:43
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ravda net sizden ve üyelerden ricam
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    BİZ KİMSEYA KİN TUTMAYIZ
163 Mesaj -
ALLAH DOSTU KOCA YUNUS NE DİYOR BİZ KİMSEYE KİN TUTMAYIZ AĞYAR (DÜŞMAN) BİLE DOSTTUR BİZE KURANDA SAHABE İÇİN SİZ DÜŞMANA BİLE MUHABBET BESLERSİNİZ SİZ KİTABIN TAMAMINA TABİİ SİNİZ DİYOR BENDE ACİZANE DİYORUMKİ BİZ ALLAHA YAKINLAŞMAYA ÇALIŞANLARIZ MASONLAR ATAİSTLER DURURKEN NE DİYE BİZLERLE ALLAH YOLUNA GİRMEYE ÇALIŞANLARLA UĞRAŞIRSINIZ BİZLERE OLMADIK HAKARETLER EDERSİNİZ ELİNİZİ VİCDANINIZA KOYUN
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 23:15
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon ESSELAMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHÜ VE BEREKATÜHÜ
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    PEK SEVİLMİYORUM GALİBA
163 Mesaj -
PEK TANIŞAMK İSTEYEN YOK GİBİ GELDİ Güle Güle
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:56
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: insan cigligina benziyor... Mutlaka Dinleyin
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    AMENNA
163 Mesaj -
AMENNA KURAN BAŞLI BAŞINA MUCİZE VE BÜTÜN İLİMLERİ KAPSAR ALLAH İSTEDİĞİ ZAMAN TECELLİSİNİ GÖSTERİR O HERŞEYE KAADİRDİR

KUR'ÂN BÜTÜN İLİMLER KAPSAR
Allahû Teâlâ Hz. Nahl Sûresi 89. âyet-i kerîmesinde Kur'ân-ı Kerim'in herşeyi açıkladığını ifade buyurmuştur.

16/ NAHL-89: Ve yevme neb'asü fiy külli ümmetin şehiyden aleyhim min enfüsihim ve ci'nâ bike şehiyden alâ hâülâ' , ve nezzelnâ aleykelkitâbe tibyânen likülli şey'in ve hüden ve rahmeten ve büşrâ lilmüslimiyn.
Ve o gün bütün ümmetlerde içlerinden birini onların üzerlerine şahit beas ederiz. Seni de kendi ümmetine şahit tutacağız. Sana bu kitabı herşeyi açıklayıp anlatan, doğru yolu gösteren rehber, rahmet ve müjde olarak indirdik.
6/ EN'AM-38: Mâ ferratnâ fiylkitâbi min şey'in .
Biz bu kitapta hiçbirşeyi eksik bırakmadık.

Allah'ın yarattığı herşey Kur'ân-ı Kerim'de ifadesini asıl olarak bulmuştur. Fakat Kur'ân'da bir netice olarak mevcut olup, detaylarının mutlaka idrak eden kişiler tarafından açıklanması lazımdır.

30/ RUM-58: Ve lekad darebnâ linnâsi fiy hâzelkur'âni min külli mesel, ve lein ci'tehüm biâyetin leyekuûlennelleziyne keferû in entüm illâ mübtılûn.
Andolsun ki, biz Kur'ân'da insanlar için her çeşit misalden açıkladık. Ve eğer sen onlara bir âyet getirsen, derler ki o kâfirler, "Sen ancak batılı söyleyensin."
25/ FURKAN- 33: Velâ ye'tûneke bimeselin illâ ci'nâke bilhakkı ve ahsene tefsiyrâ.
Sana getirdikleri hiçbir mesele yoktur ki, Biz onun cevabını Hak ile ve en güzel (ahsen) tefsir ile getirmiş olmayalım.
6/ EN'AM- 67: Likülli nebe' in müstekarrün ve sevfe ta'lemûn.
Kur'ân'da her haber takarrür etmiştir (haberin gerçekleşeceği belirli bir vakit kararlaştırılmıştır). Siz de bileceksiniz.

O halde bu Kur'ân her zaman ve her mekânda yaşanan Allah'ın ilmi kelâmıdır.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:49
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Türkiyenin kalkınması için çözümler
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    LİKİD MEKANİZMA
163 Mesaj -
LİKİD MEKANİZMA



Türkiye’nin ekonomik durumunun gözlenebilmesi, ancak Türkiye’deki tüm nakit hareketlerinin incelenmesi ile elde edilecek reel verilerle mümkündür. Mevcut sistem ise, Merkez Bankası’nın bakiyeleri incelemesi ile elde edilen anlık değerlendirmelerdir. Halbuki Türkiye ekonomisi hakkındaki gerçeklere ulaşmak sadece, her hareketin ayrı ayrı incelenmesi ile mümkündür. Bunun yanısıra IMF ve Dünya Bankası’nın üzerinde durduğu teorik formüller Türkiye Ekonomisi ile hiçbir uygunluk göstermemektedir.
Türkiye’deki enflasyon problemini oluşturan etkenler enflasyonun içindedir, ve Türkiye’deki enflasyon problemini aşağı çekmek değil, tamamen ortadan kaldırmak mümkündür ve bu son derece basit bir olaydır. Türkiye altın karşılıklı parayı devreye sokabilirse aynı anda bu olay bitmiştir. Enflasyon, adından bile bahsedilmeyecek olan bir umacı olarak tarihin sayfalarına gömülmüş olacaktır. Olay son derece basittir. Bu yöntemle enflasyon anında durur.
Türkiye yüksek seviyede bir enflasyonun etkisi altındadır. Yüksek enflasyon devrelerinde yüksek mevduat faizi uygulanmaktadır. Yüksek mevduat faizi, yüksek kredi faizi demektir. Yüksek kredi faizi ise, yatırımları engelleyen en büyük faktördür. Üstelik üretimi arttırsanız bile, enflasyonu durduramazsınız, çünkü yüksek faiz bunu engeller. Faiz ve sermaye kanaması sebebiyle Türkiye’de enflasyon istihdamdaki 20.4 milyon kişinin emeğini yutmaktadır. Sermaye kanaması, eğer enflasyon yokedilerek engellenemiyorsa, kredi veren bankaların kredi vermek yerine yatırımlara iştirak etmesi yöntemiyle engellenebilir. Sermaye kanaması, yıllık kârın, enlfasyon oranının altında kalması ile ortaya çıkan bir durumdur. Bu durumda kâr etmiş gibi görünen bir işletme satınalma gücü açısından değerlendirildiğinde zarar etmiş olmaktadır. Türkiye sermaye kanaması sebebiyle büyüyen bir milli ekonomiyi değil, küçülen bir milli ekonomiyi sergilemektedir.
İstihdam, 10 yıllık bir süreç içerisinde başarıya kavuşabilir. Bunun ise sadece bir tek yolu vardır: ÜRETKEN YATIRIMLAR. Her sene hem aktif nüfusa katılanları, hem de işsizler ordusunun 1/10’unu Istihdam edecek yatırım yapmak zorunludur.
Türkiye’deki enerji kaynaklarının sadece çok küçük bir kısmı değerlendirilmektedir. Gerek hidrolik enerji; nehirlerimizden akan su, gerek rüzgâr enerjisi, gerek güneş enerjisi, gerekse Allah’ın bize verdiği dünyadaki üçüncü büyük toryum yatakları enerji konusunda Allahû Tealâ’nın Türkiye’ye nekadar büyük ni’metlerini verdiğini göstermektedir.
Bugün Türkiye nehirlerinin debisi itibariyle toplam enerji potansiyelinin (hidrolik enerjisinin) %5’ini kullanabilmektedir. Biz sadece ekonomik barajların yapılmasını yeterli görmeyiz. Bir metrelik kod farkı olsa bile, o nehir üzerinde elektrik enerjisi üretilebilir. Bu vakıadan hareketle yola çıktığımız zaman yüzlerce küçük santralleri nehirlerimizin üzerinde kurmak mümkündür, nehirlerimizin her zerresini kullanmalıyız. Eğer biz nehirlerimizdeki potansiyelin %5’iyle bugünkü enerjimizin sadece %40’ını elde ediyorsak, %50’sini kullandığımız zaman, %40, %400 olur. Şu andaki toplam enerjilerin, termik ve hidroelektrik santraller toplamının dört katını sadece nehirlerimizden sağlayabiliriz. Nehirlerimizin sadece %50’sinin potansiyelinden istifade etmek şartıyla. Reel potansiyelden bahsediyoruz. Bunu rahatlıkla %75’e çıkarabiliriz.
Modern harp sanayiinin ülkemizde kurulması hem döviz çıkışına mani olacak, hem de geniş istihdam ve üretim alanı oluşturacaktır. Ülkemizin ise bu konuda üzücü bir tarihi vardır. Ülkemizde Milli Savunma Bakanlığı devamlı ve en büyük alıcıdır. Bu devamlı alıcı vasıftaki fonlar, bugüne kadar hep dış ülkelere akıtıldı, hem de döviz olarak, çünkü harp sanayiimizi kuramadık.
Diğer taraftan katma değer istihdam ve üretim açısından biz yerimizde saydık, buna karşılık gelişmiş ülkeler kazandı. Türkiyede artık harp sanayii konusunda bir şeyler yapma zamanının geldiğine kesin şekilde inanıyoruz.
Türkiye’de altın karşılıklı paranın devreye sokulması enflasyonun yokedilmesi için mutlaka gereklidir. Türkiye’nin bugüne kadar bu bir türlü önlemeyen enflasyondan 145 milyar Dolar zarara uğradığı biliniyor.
Türkiye beş kuruş sarfetmeden enflasyonu halledebilirdi.
Altın karşılıklı parayı koyduğunuz gün olay biter.
Altın karşılıklı para tedavüle girdiği gün, artık parayla mal satın alınması söz konusu olmayacaktır. Diğer mallarla gene bir mal olan altının karşılaşması söz konusu olacaktır. Bir trampa söz konusu olduğu için, enflasyonun oluşması mümkün değildir.
Türkiye’nin üretken yatırımlar için ihtiyaç duyduğu kaynaklar bankalar sistemi ile ekonomi arasında akan para nehirlerinde fazlasıyla mevcuttur. Bankalardan ekonomiye akan paralar, sabahtan akşama kadar akar: Aynı zamanda sabahtan akşama kadar ekonomiden bankalar sistemine paralar tekrar geri döner. Öyle ki, akşam aynı miktardaki para bankaların kasasına tekrar gelmiştir.
İşte bu noktada konuya bakalım beraberce; dönmüştür ama bankadan ayrılan bütün paralar tüketim harcamalarında kullanılmış, hiçbir yatırım oluşmamıştır.
İşte yapılması icap eden şey, bankalardan ekonomiye akan bu hareket halindeki fonları, para nehirlerindeki fonları yatırımlarda kullanmaktır.
Büyüyen ekonomi modelinde üretken yatırımlar kalkınmanın esasını oluşturur. Hareket halindeki fonları, Türkiye’yi hedeflerine gerçek anlamda ulaştıracaktır.
Bankaların ellerindeki hareket halındeki fonların %10’u üretken yatırımlara sevkedilebilir.
Ekonomik teoriler, Türkiye’deki ekonomik sorunun çözümü için asla yeterli değildir.
Ulusal veriler ispat etmektedir ki, Türkiye içinde bulunduğu durumdan kurtulacak potansiyele sahiptir.
Hareket halindeki fonlar, Türkiye’nin gelecekte oluşacak işgücünü de istihdam edecek büyüme hızını sağlamaya yeterlidir.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:40
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Türkiyenin kalkınması için çözümler
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    SERMAYE KANAMASININ DURMASI
163 Mesaj -
SERMAYE KANAMASININ DURMASI Daha ilk yıl, diyelim ki bu altını borç olarak (Fırat nehrine ulaşmadınız, ihtiyacımız olan altının kim bilir kaç katı orada var?…) dışarıdan aldığımızı düşünelim. Merkez Bankasındaki stoklara ilâveten, tedavüldeki para kadar altın satın aldık, getirdik. En az 10 yıl vadeyle alınabilir. %7'yi de geçmez faizi. Belki çok daha aşağıda bir faizle alınabilir. Sevgili kardeşlerim, dikkat edin sözümüze, Merkez Bankasına koyduğunuz, piyasada dolaşan paranın karşılığı olan elinizdeki altınlar, daha ilk yıl ülkedeki sermaye kanamasını sıfırlar. Her yıl ülkedeki sermaye kanaması, mutlaka tedavüldeki paradan daha fazla olduğu için (referanslara bakılabilir bu konuda) bir korkunç gerçek görürüz. Türkiye'nin kene gibi kanının emilmesini bir anda önleyecek, bir anda bunu bitirecek, 60 gün içinde ülkeyi kurtaracak olan bir operasyon!

İşte bu kadar sevgili kardeşlerim. Gerçekleştirdiğiniz gün, Türkiye'nin her tarafında birden enflasyon sıfırlanacaktır.

Altının o günkü rayici esas alınacak ve bir daha o rayiç hiç değişmeyecektir.

Türk liraları, altın karşılıklı para ile değiştirilecektir. Enflasyon sıfırlanmıştır. Birinci büyük faydası, ekonomiyedir. İşletme sermayesi kanaması, her devirde mutlaka tedavüldeki paradan büyüktür. Bir yıllık sermaye kanaması hacmi, Türkiye'de tedavül eden para hacminden, ortalama rakamdan daima fazladır.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:36
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Türkiyenin kalkınması için çözümler
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ALTIN KARŞILIKLI PARA
163 Mesaj -
ALTIN KARŞILIKLI PARA Madalyonun en önemli kesimi, hep arkasına saklanılarak, madalyonun tersinden hareketle herkese yutturulan, "biz enflasyonu tedavi ediyoruz" avazeleriyle, ülkeyi mahva götürmektir.

Başardılar mı?
A'dan Z'ye başardılar, sevgili kardeşlerim.
Önleyebilir miyiz?
Evet, önleyebiliriz.
Ne kadar sürede?
2 AYDA!…

Evet, yanlış duymadınız. Türkiye adı verilen bu ülkede, enflasyonu önleme süreci, sadece 2 aydır.

Ne yapacaksınız? Tedavüldeki paranın ya kendisi kadar ya 1,5 katı kadar ya 2 katı kadar bir altın stokunu Merkez Bankasına yatıracaksınız. Sonra altın karşılıklı bir kâğıt banknot çıkaracaksınız. Bunun da piyasaya sürülmesinin, 2 tane yolu var. Altın paralar bastıracaksınız ve bu değerler küçülecek, 1 lira, 50 kuruş, 25 kuruş, 10 kuruş, 5 kuruş, 1 kuruş gibi… En kestirme değer olarak şunu düşünüyoruz. Türkiye'deki mevcut para demonetize edilmek mecburiyetindedir. Altın karşılıklı para devreye girdiği zaman, eski kâğıt paraları yok etmek mecburiyetindesiniz. Artık eski kâğıt paralar, hükmünü kaybedecek, geçmez olacak. O değişim sırasında iki tane yol var. Bir tanesi,

Merkez Bankasının altın paralar basması, kâğıt parayı verenin eline altın paranın teslim edilmesidir. Vatandaş görecek ki elindeki para, altın para. O paranın tatbikata girmesi üzerine herkes bakacak ki, gerçekten aldıkları paralar, altın para. Ama bunların piyasada kullanılması, taşınması, harcanması, çalınması itibariyle büyük problemler oluşturacaktır. Bunun oluşmasına mani olacak bir tek şey var, o paraların tekrar Merkez Bankasına, alan kişiler tarafından geriye verilmesidir. İsteyen verecek, isteyen vermeyecek. Ama geri veren, oradan aldığı kâğıt parayla, ertesi gün bankaya gittiği zaman, Merkez Bankasından onun karşılığında altınını alabileceğini kesin olarak bilecektir. İlk teslim, altın karşılığı bir teslim olacaktır. Bu noktadan itibaren kişisel dizayna bakar. Bir kimse, 1 altın lirayla gidip de istediğini alıp, onun altın olarak karşılığını almak isterse, eski pazarlardaki olaylar tahakkuk eder. Herkesin keselerle altını yanında taşıması lâzım. Bu, kolay bir iş değildir. Bunun için iki alternatiften birini tercih etmelerini, Merkez Bankası teklif edecek. Ya altın parayı alsın kişi, harcayabilirse harcasın ya da altın karşılıklı kâğıt parayı alsın. Mutlaka bankalara altının dönüşü söz konusu olacaktır. Dönerse altın karşılıklı bir kâğıt para devreye girer. Girerse trampa olur. Parayla malın satın alınması olayı biter. O altın karşılıklı para, altını temsil eder. Altın da bir maldır. Malla malın değişmesi söz konusudur artık. Enflasyon da, o anda sıfırlanmıştır.

Merkez Bankasının yapabileceği ikinci alternatif, doğrudan doğruya kâğıt parayı veren kişiye o günkü rayiç üzerinden, altın karşılıklı o kadar kâğıt para teslim etmektir. Adamlar ne zaman Merkez Bankasına gitseler, o parayı temsil eden gramda altın alabileceklerini görürlerse (ki herkes bunu her an deneyebilir) bu mesele bitmiştir. Kuyumcularda da, Merkez Bankasında da aynı gramajdaki saf altının karşılığı bir para tedavülde olur. Türkiye'deki borçların ve alacakların bir anda sıfırlanması elbette hiçbir zaman düşünülemez. Öyleyse kolay bir hesap tarzına gitmemiz lâzım. Ne yapabiliriz? Altın karşılıklı parayı devreye sokarken, mevcut Türk Lirası'ndan 6 sıfır silmek... Bunu devreye sokabiliriz. 6 sıfırı yok edilmiş yeni bir Türk Lirası. İşte bu altın karşılıklı parayı devreye soktuğumuz gün, Türkiye enflasyon canavarına artık bir daha yenik düşmeyecektir. Enflasyonun vücuda getirdiği bütün mahzurlar, bir anda yok olur. Ne enflasyon muhasebesine gerek kalır, ne de ülkemizi kasıp kavuran işletme sermayesi kanaması devam edebilir.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:35
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Türkiyenin kalkınması için çözümler
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ÜRETKEN YATIRIMLAR
163 Mesaj -
ÜRETKEN YATIRIMLAR Biz diyorduk ki; (bugün de aynı şeyi söylüyoruz) bu ülkeyi kurtuluşa ulaştırabilecek olan tek şey vardır, o, alternatifi olmayan üretken yatırımdır. Neden? Çünkü üretken yatırım, mutlak olarak istihdam gerektirir. Yatırım varsa istihdam mutlaka gereklidir. İşveren, patron, müteşebbis, yatırımcı yatırımını yapar ve başında bulunur. İşi yapacak olanlar elemanlardır. Bu bir istihdamdır. İşe aldığınız herkes, işsizler ordusundan bir kısmını yok edecektir. Aktif nüfus üretici olacaktır. İstihdamın artması, yatırımların yapılması, işsizler ordusunun giderek küçülmesini ve bir gün sıfırlanmasını sağlar. Yeter ki biz aklı başında insanlar olalım, ülkemize faydalı olalım. Başka neyi sağlar? Bu çalışan insanlar ücret alacaklardır, onlar bordro mahkûmlarıdır. Yani aldıkları ücret sebebiyle, vergiler anında kesilecektir. Her yeni yatırımla istihdama giren kişi, devlete vergi verecek olan yeni bir süjedir, yeni bir insandır. Ve her ay istihdama giren her insandan devlet, muntazam stopaj vergilerini almaya başlayacaktır. Evvelâ işsizler ordusunu azaltmaya başladınız, madde bir...

İkincisi, her yeni istihdama giren insan, ülkedeki gelirler seviyesini (toplam efektif talebi) mutlaka yükseltecektir. Önemli mi? Çok önemli! Çünkü yeni yatırımdan muradımız, (asıl önemli faktör) katma değerdir. Her yeni mamul, ülkeye yeni bir katma değerdir. Arz artışını oluşturur. Arz kanadındaki artışı mas edebilecek olan, çekebilecek olan, satın alabilecek olan bir kuvveti de beraberce devreye sokar. Her yeni yatırımla, istihdama aldığınız her kişiyle, gelirler seviyesini yükselterek, toplam efektif talebi artırarak fazladan devreye soktuğunuz yeni katma değeri, artan üretimi satın alabilecek olan kuvveti de vücuda getirir, oluşturur, yükseltir. Bir taraftan istihdama yeni alınanların (çalışmaya yeni başlayan elemanların) gelirler seviyesini yükseltmesi, bir taraftan yatırımların ekonomiye sağladıkları toplam katma değer artışı, yatırımcılardan da, ya gelir vergisi ya da kurumlar vergisi adı altında devletin devamlı artan vergi geliri, diğer taraftan her ay devletin personelden kestiği stopaj vergisi...Sonuç; artan üretim arz kanadını yükseltir. İstihdama alınanlar işsizler ordusunu eritir, yok eder. İşçilerin geliri, gelirler seviyesini arttırarak talep kanadını yükseltir. Ayrıca devlet hem yatırımcıdan, hem işçilerden devamlı vergi alır. Görülüyorki çözüm üretken yatırımlardadır.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:33
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: HILAFET GELIYORMU?
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    HZ MEHDİ MÜSLÜMANLARIN HALİFESİDİR TÜM İŞARETLERİ ÇIKMIŞDIR
163 Mesaj -
Hz. Mehdi Hicri 1400'de Gelecektir.

Bediüzzaman, farklı tarihlerde yaptığı açıklamaların hepsinde, Mehdi ve talebelerinin geliş zamanı olarak hicri 14. yüzyılın başlarına işaret etmiştir. Bir sözünde, Mehdi'nin asr-ı saadet döneminden 1400 sene sonra çıkacağını şöyle belirtmektedir:

"İstikbal-i dünyeviyede 1400 sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib (yakın) zannetmişler." (Sözler, 318)

Üstad'ın ifadesinde belirttiği, "sahabe döneminden 1400 sene sonrası" hicri 14. asrın başlarına, yani miladi olarak 1979-1980 senelerine denk gelmektedir.

"Fatiha'da doğru yolda olanlar ashabının taife-i kübrasını tarif eden fıkrası, şeddesiz bin beş yüz altı veya yedi ederek tam tamına fıkrasının makamına tevafuku ve manasına tetabuku ve şedde sayılsa fıkrasına üç manidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı bu hadisin imasını te'yid edip remz derecesine çıkartıyor." (Kastamonu Lahikası, 23)

Suyuti ümmetin icabet ömrünün hicri 1500 senesini geçmeyeceğini bildiriyor. Bediüzzaman Hazretleri de, ümmetin galibane mücadelesinin 1500-1506 yıllarında biteceğini; bundan sonra zayıflamaların başlayıp kıyametin bekleneceğini belirtiyor. Ümmetin galibane ömrü 1500-1506 yıllarında bitecekse, o zaman 1400-1500 yılları arasında Mehdi ve İsa (AS)'nın gelmesi, ayrıca Mehdi'nin de 1400 yılı başlarında göreve başlaması gerekmektedir.

Bediüzzaman hicri 1327'de Şam'da Emevi Camii'nde on bin kişiye verdiği hutbesinde, hicri 1371'den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmakta, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, beklenen Mehdi'nin mücadele zamanlarına dikkat çekmektedir.

Bediüzzaman, Mehdi'nin göreve başlaması ve inkarcı zihniyeti fikren mağlup etmesi ile ilgili olarak şu tarihleri bildirmektedir:

"Ta 1371 senesinden sonraki alem-i İslam'ın mukadderatına nazar eden Hutbe-i Şamiye'deki hakikatler... Evet şimdi olmasa da 30-40 sene sonra fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek." (Hutbe-i Şamiye, 25)

Şam'da yaptığı bu konuşmada, hicri 1371 senesinden sonra yaşanacak gelişmelere dikkat çekerek, Bediüzzaman Mehdi'nin göreve başlamasının bu tarihten 30-40 yıl sonra olacağını bildirmiştir. Bu tarih ise hicri 1401-1411, miladi olarak da 1980-1990 yılları arasıdır.

Yine aynı konuşmanın devamında Üstad, Mehdi'nin inkarcı fikir sistemini fen, ilim ve medeniyetin imkanları sayesinde fikren susturacağını haber vermiştir. Bu fikri üstünlüğün tarihi olarak da 1371 tarihinden yarım asır sonrasını bildirmiştir. Bu da hicri 1421, yani miladi 2001 senesi demektir.

"Evet şimdi (1371) olmasa da otuz-kırk (30-40) sene sonra...

Fen: Müspet ilimler, biyoloji, fizik, kimya vs.

Hakiki marifet: Hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi.

Medeniyetin mehasini: Medeniyetin iyiliklerini

O üç kuvvetle donatıp gerekli ihtiyacını karşılayıp o dokuz engelleri yenip dağıtmak için,

Taharri-i hakikat meyelanı: Hakikati araştırma meyli

Muhabbet-i insaniyeyi: İnsan sevgisini.

O dokuz düşman sınıfının cephesine göndermiş, inşallah yarım asır sonra (50 sene) onları darmadağın eder."

1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001)

Bediüzzaman hicri 1400 yılı başlarında Mehdi'nin inkarcı felsefe ile mücadeleye başlaması zamanına, 1401-1411 = 1981-1991 yılları arası fen, hüner, sanat ve medeniyetin iyiliklerini birleştirip bunlarla mücadelesine ve fikren darmadağın edeceği tarih olarak da 1421 = 2001'e dikkat çekiyor.

"Yetmiş birde fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak." (Hutbe-i Şamiye, 23)

Fecir: Tan yerinin ağarması, güneş doğmadan önceki kızıllık, sabah vakti

Fecr-i Kazib: Sabaha karşı ufukta yayılmaya başlayan birinci kızıllık.

Fecr-i Sadık: Fecr-i Kazib'den sonra yayılmaya başlayan ikinci aydınlanma

1371 + 30 = 1401 = 1981

1371 + 40 = 1411 = 1991

Bediüzzaman İslam'ın dünyaya tekrar hakim olmasını güneşin doğuşuna benzetiyor. Güneşin battıktan sonra ertesi gün yeniden doğması gibi, İslam'ın da dünya üzerinde tekrar doğup parlayacağına bu benzetmeyle işaret ediyor. Fecr-i Kazib ve Fecr-i Sadık ifadeleriyle bu doğuşun başlangıç yıllarına dikkat çekilmiştir.

Buna göre Hakkın karşısındaki batılı temsil eden düşünce olan ateizmin ve materyalist felsefenin dağıtılmaya başlaması 1981-1991 yılları, fikren tam anlamıyla susturulup dağıtılmasının ise 2001 yılında olacağına işaret etmiştir.

Risale-i Nur Külliyat'ında, Mehdi'nin mücadele ve hakimiyet devreleri ile ilgili verilen ebcedler:

"Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." 9/32 ayetindeki "...Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." cümlesi hakkında Bediüzzaman şöyle demektedir:

"Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin Şakirtleri olabilir." (Şualar / 605)

Bu ayetin ebced değeri ise "1424-Miladi: 2004" tür. Mehdi önderliğinde İslam'ın hakimiyeti devrelerine işaret etmektedir.

"...inkar edenlerin velileri ise tağut'tur..." 2/257 ayetindeki "tağut" (batıl fikir sistemi) kelimesinin kendi içinde çöküş tarihini de Bediüzzaman (ebced değerini) 1417 (miladi 1997) olarak vermektedir.

Hz. Mehdi Hilafet Merkezinin Bulunduğu Yerden Çıkacaktır.

Ahir zaman hakkındaki rivayetlerin merkez noktasını Mehdiyet teşkil eder. Ahir zamandaki önemli olayların çoğu Mehdiyet etrafında gelişir. Ancak bu olayların yerleri hakkında farklı farklı rivayetler mevcuttur. Bediüzzaman bu konuya şu şekilde açıklık getirmiştir:

"Şimdi, Hz. Mehdi gibi eşhasın hakkındaki rivayatın ihtilafatı ve sırrı şudur ki: Ehadisi tefsir edenler, metn-i ehadisi tefsirlerine ve istinbatlarına tatbik etmişler. Mesela: Merkez-i saltanat o vakit Şam'da veya Medine'de olduğundan, vukuat-ı Hz. Mehdiyye veya Süfyaniyye'yi merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kufe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler." (Sözler, 359)

Bir başka yerde de Üstad konuyu şöyle izah etmiştir:

"Merkez-i Hilafet eski zamanda Irak'da, Şam'da ve Medine'de bulunduğundan raviler kendi içtihatlarıyla daimi öyle kalacak gibi mana verip, "Merkez-i Hilafet-i İslamiye" yakınlarında tasvir etmişler, Halep ve Şam demişler. Hadisin mücmel haberlerini kendi içtihatlarıyla tavsil etmişler." (Şualar, 492)

Yani, Bediüzzaman'ın üstteki ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, ahir zaman hadislerini aktaran alimler, ahir zaman olaylarını kendi dönemlerindeki hilafet merkezlerini esas alarak aktarmışlardır.

Mehdiyet olayının gerçekleşeceği yer olarak, her alim kendi zamanının Hilafet Merkezi olan Irak, Şam, Kufe, Medine gibi şehirleri belirtmiştir. Ravilerin bu içtihatları da zamanla rivayetlere katılarak günümüze ulaşmıştır.

Ancak, ahir zaman olaylarının vuku bulduğu yerle ilgili rivayetlerin ortak noktası, bu olayların Hilafet Merkezi'nde gerçekleştiğidir.

Bediüzzaman da bu sonuca varmıştır. Bilindiği gibi, son hilafet merkezi "İstanbul"dur. Halifelik bu yüzyılın başlarında resmi olarak kaldırılmıştır ve o günden bu yana dünya üzerinde başka hiçbir yere de taşınmamıştır. Peygamberimizin iki sancağı, kılıcı ve gömleği ile diğer mukaddes emanetler İstanbul'dadır. Sonuç olarak, halen bu manevi ünvanı koruyan tek şehir İstanbul'dur.


5. Hz. Mehdi'nin Üç Asli Görevi Vardır.

"Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, "Hz. Mehdi Al-i Resul'ün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i ilahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak." (Emirdağ Lahikası, 259)

"Büyük Hz. Mehdi'nin çok vazifeleri var. Ve siyaset aleminde, diyanet aleminde, saltanat aleminde, cihad aleminde." (Şualar, sf. 456)

Emirdağ Lahikası 259. sayfada fedakâr seyyidlerin yardımından bahsediyor. Üstad seyyidler topluluğu ile beraber faaliyette bulunmamıştır. Bu faaliyet Üstad'dan sonra Mehdi tarafından yapılacaktır.

Üstad, Mehdi'nin siyaset alanında faaliyet yapacağını, devlet yönetiminde en üst kademede bulunacağını belirtmiştir. Nitekim hem siyaset, hem diyanet hem de cihad yani tebliğ yönünden faaliyette bulunması çok geniş imkanlar gerektirmektedir. Dolayısıyla da buradan Mehdi'nin imkanlarının çok geniş olacağını, bu görevlerin tam yapılmasının ancak devlet yetkilerinin kullanılması ile olacağını anlamaktayız. Üstad bu imkan ve yetkiye sahip olmamıştır.


Birinci görevi: İnsanların imanını kurtaracak

"Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek..." (Emirdağ Lahikası, 259)

Mehdi'nin görevi olan "materyalizmi dünyada tam anlamıyla etkisiz hale getirmek" Üstad tarafından yapılmamış ve buna bağlı olarak insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Mehdi'ye verilmiştir. Bu çalışmaların köklü ve çok etkileyici yapılacağını da; Mehdi'nin iman sahiplerini dalaletten koruyacağını belirterek açıklamıştır.

Bu görevi en önemli ve değerli görevdir.

"Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikiyi neşr ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)

Üstad, Mehdi'nin 3 görevinden en önemlisi ve en dikkat çekicisini imanı yayma olarak belirtmiştir. Bu imanı yayma çalışmasının yönteminin nasıl olacağını da Üstad "iman-ı tahkikiyi neşr" olarak vurgulamıştır. Buradaki "neşr" kelimesiyle iman hakikatlerinin neşriyat yoluyla yani kitap, dergi, CD ve diğer kitle iletişim araçları yoluyla yapılacağı anlaşılmaktadır. Doğal olarak bu şekilde imanı yayma çalışması da dünyadaki tüm insanlar tarafından bilinecektir. Üstadın çalışması ise kendi döneminde ancak fedakar nur talebelerinin el yazmalarıyla birkaç nüsha çoğaltma şeklinde olmuş, kastedilen neşr, maksadı hasıl olacak şekilde oluşmamıştır.


İkinci görevi: Dini özüne döndürecek

"İkinci Vazifesi: Hilafet i Muhammediye (ASM) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi ihya etmektir. Alem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı ilâhi'den kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hadimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lazımdır." (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

"Hilafet-i Muhammediye ünvanı ile" Mehdi'yi tarif eden Bediüzzaman, Mehdi'nin İslam Dünyası'nın Halifesi olacağını söylemektedir. Ayrıca bu makamı da "ünvan" olarak tarif ederek, tüm Müslümanların Mehdi'yi o makama layık kişi olarak tanıyacağına da işaret etmiştir. Büyük mütefekkir Bediüzzaman, şüphesiz 13. asrın müceddididir, ancak tüm Müslümanların Halifesi ünvanını almamıştır.

"Alem-i İslâmın vahdetini" tabirini kullanarak Üstad, kendi devrinde de dağınık, halifesiz ve bir birliktelik içinde olmayan İslam ülkelerinin birleşerek İslam Birliği'nin oluşacağını söylemektedir. Bu birliktelik Üstad zamanında da, henüz de oluşmuş değildir. Bu birlikteliği, Mehdi'nin bir dayanak noktası yaparak Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmektedir.

"milyonlarla efradı bulunan ordular"ın da, Mehdi'nin bu vazifesini ifa ederken yardımcıları olacağını, yani emrinde ordular olacağını söyleyen Üstad'ın ordulardan oluşan yardımcıları olmamıştır. Sadece büyük fedakarlıklar içinde, canla başla gayret içinde olan mahdut miktarda Nur talebeleri onun yardımcısı olup tebliğ çalışması yapmışlardır.

"O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddi bir kuvvet lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)

"O zat" ifadesi, beklenen Mehdi'nin belirli "bir" kişi olduğunu gösteren açık bir ifadedir.

Görevi "şeriatı icra ve tatbik etmek" olan Mehdi'nin ifa edeceği ikinci vazifesini tarif ederken, Üstad, dinin kurallarını toplum içinde Mehdi'nin hayata geçireceğini söylemektedir. Bediüzzaman ise büyük mücadelelerle kendi devrinde ancak iman hakikatlerini sınırlı bir topluluğa tebliğ etme imkanı bulabilmiştir.

"gayet büyük maddi bir kuvvet lazım" ifadesi büyük maddi imkanlarla yapılacak olan hizmetleri işaret etmektedir. Bu belki de devlet hazinesini kullanma yetkisi olarak adlandırılabilir. Üstad mücadelesini gayet zor maddi şartlar içerisinde geçirmiştir.

Mehdi'nin insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden koruyacağı net olarak belirtilmiştir. Ayrıca Mehdi İslam birliğini de oluşturacak ve bunun için de sayısı milyonları bulan ordular gerekecektir. Bu durum Üstad döneminde oluşmamıştır. Mehdi şeriatı uygulayacak, bu da ancak büyük bir maddi güçle olacaktır.

"Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bidatlar zulümatını dağıtacak." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 189)

"bidatlar zulümatını dağıtacak": Üstad'ın döneminde de var olan bidatlar, dine sonradan sokulan batıl inanç ve uygulamalar, hala süregelmektedir. Üstadın çalışmalarıyla bu, sona ermemiştir. Bunu dini özüne döndürecek olan Mehdi gerçekleştirecektir.


Üçüncü görevi: İslam toplumunu tekrar birleştirecek

"O zatın üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslam'a bina ederek, İsevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslam'a hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o vazifeden üç dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)

Mehdi'nin bir başka görevi ise İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak yapmaktır. Mehdi'nin çok büyük çapta ve ihtişamlı olarak yapacağı bu görevler tüm dünyada herkes tarafından bilinecektir. Buna binaen ahir zamanda bu konuların tüm insanlar tarafından bilinmesi ve genele yayılması ancak televizyon, radyo ve internet gibi teknolojik imkanlarla mümkün olabilir. Nitekim Müslüman birliği ve Müslüman-Hristiyan ittifakı da Üstad döneminde olmamıştır.

"Bu vazife, pek büyük bir saltanat, kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir." Üstad, İslam Birliği ile Müslüman ve Hristiyan dünyasının hak din adına kol kola vermesi gibi büyük bir olayın ancak 3 şartın oluşmasıyla gerçekleşeceğini ifade etmiştir.

Birincisi "saltanat": Bu ifade tam bir hakimiyet ifadesidir. Bu şunu gösterir; Mehdi'nin ülke yönetiminde bulunan, güç ve iktidar sahibi olan ve adeta bir sultan gibi dediği her şey uygulanan yetki sahibi bir makamda olacağıdır. Saltanat ifadesi ile Üstad'ın kastettiği budur. Bu durumun Üstad'da tecelli etmediği malumdur.

İkincisi "kuvvet": Buradaki kasıt, istediği şeyi icra edebilme gücü, yani yetki sahibi ve iktidar olmaktır. Bu ortam da Üstad zamanında oluşmamıştır.

Üçüncü "milyonlar fedakarlar": Çok açık olan bu ifadeyle Üstad, bu görevin, hizmette bulunacak, Mehdi'ye tabi milyonlarca insanın olmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. O dönemde Üstad'ın çevresinde hizmet eden fedakar talebelerin sayısının ise milyon sözüyle ifade edilemeyeceği aşikardır.

"üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda" gerçekleşecek olan İslam'ın hakimiyeti, hem dünyada geniş çaplı bir şekilde, hem de oldukça görkemli ve yankılar uyandıran bir tarzda meydana gelecektir. Bu şaşaa toplumların çoğunluğunun üzerinde büyük etki uyandırdığı gibi, bu toplumların çok da önem verdiği bir husus olacak. Bu şaşaa ne Üstadın döneminde, ne de "asr-ı saadet" hariç başka bir dönemde yaşanmış bir durumdur.


Birinci görevdeki yardımcıları

"...Hazret-i Mehdi'nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (ASM) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevi ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar." (Emirdağ Lahikası, 259)

"Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek"

"...ondan evvel...": Yani Mehdi'den önce, onun çalışmalarından önce, Mehdi'nin birinci vazifesi olan iman hakikatlerini yayma ve materyalizmi yıkma çalışmasını yerine getirmesinde kullanacağı ilmi malzemeleri hazırlayacak olan "bir taife" den bahsetmektedir Bediüzzaman.

"bir taife": Bu grubun, fen ve felsefenin materyalizm ile oluşturduğu negatif etkiyi kırmada faydası olacak şekilde fen ve bilim ile uğraşan ilmi bir grup olması gerekmektedir. Ki Mehdi de onların hazırladıkları çalışmalardan faydalanarak materyalizmi yıkacak.

"o taifenin uzun tasdikati ile yazdıkları eseri..." diyerek Bediüzzaman, uzun doğrulama çalışmaları sonucu bir eser yazdıklarından söz etmektedir. Bunun ilmi bir çalışma olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilim adamlarının, uzun yıllar yaptıkları çalışmalar ile, insanın tesadüfler sonucu meydana geldiğini savunan materyalizme karşı, Yaratıcı'nın varlığını gösterecek şekilde, kendi başına ilmi deliller ortaya koyacağı anlaşılıyor. Mehdi de bu bilgileri özellikle de İslam dünyasında yaygınlaştırarak, bilimin yaratılışı gösterdiğini insanlara anlatarak materyalizmi yıkacak.

"bir cihette": 'Bir yönüyle' derken Üstad, bu ilmi gruptan, materyalizmi yıkmada sadece bir yönüyle faydalanılacağını anlatmaktadır. Yani maddiyun ve tabiyyun felsefesinin, tabiatçılık ile ilgili kısmının kastedilmekte olduğunu anlıyoruz.

Bir de maddiyun kısmı var ki, o da maddecilik, yani maddenin sonsuzdan beri var olduğunu ve tek kesin gerçeğin madde olduğunu savunan materyalizmin ikinci kısmı. Bunu da sadece Mehdi, maddenin gerçekliğinin yoktan var olduğunu ortaya koyarak yapacak. Ortaya koyduğu maddenin yoktan var olduğu konusuna dair hem bilimsel hem akli izahlarla materyalizmi tam anlamıyla yok etmiş olacak.

"fen ve felsefenin tasallutuyle": Fen ve felsefenin saldırıları yüzünden insanlar üzerinde etkisi olacak olan materyalizmi susturmak için, yine bu iki unsuru susturmak, onun yaratılışı gösterdiğini ortaya koymak gerekmektedir.

Üstat bu iki unsurda çalışmalar yapmakla beraber kastedilen manada tam bir susturmayla ortadan kaldıracak söz konusu bir durum oluşmamıştır.


İkinci görevdeki yardımcıları

"İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (ASM) ünvanı ile şeair-i İslamiye'yi ihya etmektir. Alem-i İslam'ın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı ilâhi'den kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hadimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır." (Emirdağ Lahikası, 259)

Üstad halife değildir; bu ünvanı kendisinden sonra gelecek olan Mehdi'nin alacağını açıkça belirtmiştir. Mehdi İslam birliğini kurarak; insanları maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracaktır.

"O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddi bir kuvvet lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 9)

Mehdi; İslam'ın hakim olmasına vesile olacak ve insanlar arasında din ahlakının yaşanmasını sağlayacaktır. Bunun için Mehdi büyük bir maddi güç kullanacaktır. Üstad'ın büyük maddi imkanları olamamıştır, ancak bu imkanların Mehdi'de toplanacağını belirtmiştir.

"gayet büyük maddi bir kuvvet lazım": Üstad Mehdi'nin ikinci vazifesini yerine getirirken çok büyük maddi imkanlara sahip olarak bunu gerçekleştireceğinden bahsetmiştir. Üstadın ve talebelerinin büyük hizmetlerini yaparken çok kısıtlı imkanlar içinde hatta daha doğru bir ifadeyle büyük imkansızlıklar içinde mücadele ettikleri herkesin malumudur. Ayrıca Üstad'ın, bahsettiği şeriatı icra hususunda herhangi bir geniş kapsamlı çalışması olmamıştır. Bunu Mehdi'nin yerine getireceğini söylemiş ve Mehdi'nin bu görevi nasıl yerine getireceğini detaylarıyla tarif etmiştir.


Üçüncü görevdeki yardımcıları

"Üçüncü Vazifesi: İnkılâbat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniye'nin zedelenmesiyle ve Şeriat ı Muhammediye'nin (ASM) kanunları bir derece ta'tile uğramasiyle o zat, bütün ehl-i imanın mânevi yardımlariyle ve ittihad-ı İslâm'ın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Al-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklariyle o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır." (Emirdağ Lahikası, 260)

Mehdi döneminde; devir ve ortamın da değişmesiyle, insanların Kuran'ın hükümlerini uygulamada bir nevi gevşeklik gösterecekleri ve kusurları olacağı belirtilmiştir. Mehdi'ye İslam'ın hakimiyeti safhasında İslam alimleri ve sayıları milyonları bulan fedakar seyitler, Müslümanlar destek verecek ve tüm İslam birliğinin yardımlaşmasıyla, beraber hareket edeceklerdir. Üstad ehl-i imanın bu yardım ve dayanışmanın kendisi zamanında olmayacağını ancak Mehdi'nin bunları yapabileceğini söylemiştir.

"İnkılâbat-ı zamaniye": Zamanın devrimleri, değişiklikleri günümüzde de devam etmektedir. Bu Bediüzzaman'la da son bulmamıştır. Halbuki Mehdi'nin gelişiyle zaman içinde oluşan bu değişim bir son bulacaktır.

Bu gerçekleşirken de Mehdi'ye "bütün ehl-i imanın mânevi yardımları" olacağını söyleyen Üstad, ayrıca bu yardımla birlikte "bütün ulema ve evliyalar" ile "milyonlar fedakâr seyyidlerin" Mehdi'ye katılacağını belirtmiştir. Üstad'a ulemalar ve sayıları milyonları bulan seyitler topluluğu iltihak etmemiştir.

Üstadın, bu şekilde "O vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır." dediği Mehdi'nin "bir" kişi olduğu da anlaşılmaktadır. Yoksa bir şahs-ı manevi değildir. Ya da birçok kişiden oluşmuş bir grup değildir; Mehdi bir kişidir.


6. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye Zemin Hazırlamıştır.

"O ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandanın pişdâr bir neferi olduğumu zannediyorum." (Barla Lahikası, 162)

Üstad burada, kendisinin büyük kumandan olarak tarif ettiği, beklenen Mehdi olmadığını ancak onun yardımcısı olduğunu, onun faaliyetlerine zemin hazırladığını hatırlatmıştır.

"O ileride gelecek acib şahsın" ifadesiyle Bediüzzaman açık bir şekilde Mehdi'nin kendinden sonraki bir dönemde geleceğini haber vermiştir.

"Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; o zât, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş ve kanaati gelmiş ki: "Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'atlar zulümatını dağıtacak." Ben, böyle bir nurun zuhurura çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nurani zatlara zemin izhar ediyoruz." (Sikke i Tasdik i Gaybi 189- Mektubat 34)

Mehdi dinimizdeki yanlış ve batıl uygulamaları kaldıracak ve yaşadığı dönem İslam'ın baharı olacaktır. Dolayısıyla Üstad yaşadığı dönemi İslam'ın kışı olarak adlandırarak, yakın gelecekte, yani İslam'ın baharında gelecek Mehdi ve yardımcılarına çalışmalarıyla ancak zemin hazırladıklarını söylemiştir.


7. Hz. Mehdi'yi Risale-i Nur ya da Müellifi Sanmak Hatadır.

"...Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini haklı olarak Hz. Mehdi telakki ediyorlar. O şahs-ı manevinin de bir mümessili, Nur şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili olan biçare tercümanını zannettiklerinden, bazen o ismi O'na veriyorlar. Gerçi bu, bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onda mes'ul değiller." (Tılsımlar Mecmuası, 201)

Üstad Risalelerin bazı yakınları tarafından Mehdi olarak görüldüğünü ancak bunun bir hata olduğunu hatırlatmıştır. Üstad'ın ifadeleri bu konuda şüpheye ve tartışmaya mahâl vermeyecek kadar açıktır. Mehdi, net olarak "tek bir kişi" olarak anlatılmış, ayrıca yanındaki yardımcılarına kadar detay verilmiştir. Yani Mehdi bir topluluk veya Risale-i Nur değildir.

Risalelerin müellifi olarak kendisinin de Mehdi olarak değerlendirilmesinin bir karıştırma ve bir hata olduğunu Bediüzzaman açıkça ifade etmektedir.

Burada değinilmesi gereken bir husus da, gelecek Mehdi'nin diğer müceddidlerden daha düşük bir makamda olacağını zannedenler olabileceğidir; bu düşünce imtihanın sırrına muhaliftir. İslam'ın dünya hakimiyetine vesile olacak kişinin faaliyetleri daha değişik olacak ve çok daha büyük bir mücadele olacaktır. Daha küçük mücadele denmesi yanlış olur, çünkü ihlas ve sadakat ile yapılan bir mücadele vardır. Ve bu büyük mücadele için Allah Mehdi'yi görevlendirmiştir. Elbette ki mücadelesinin büyüklüğü oranında makamatı da büyük olacaktır. Ki dereceyi ancak Allah belirler. Hz. İsa, Mehdi'nin arkasında namaz kılacak, bu da göstermektedir ki Hristiyan-Müslüman ittifakı olacak. Hz. İsa ile beraber mücadele edecek kişi tabi ki Üstad'ın belirttiği gibi Büyük Mehdi olacaktır. Nitekim "ahir zamanda gelecek bir müceddid-i ekber" diyerek, Bediüzzaman, Mehdi için "en büyük müceddid" tabirini kullanmış, onun gelmiş geçmiş tüm müceddidlerin en büyüğü olduğunu vurgulamıştır.

Bu durum Nur talebelerinin daha da şevklenmeleri, çalışmalarını ve dualarını artırmaları için bir vesiledir. Çünkü her halis Müslüman İslam'ın hakimiyetini büyük bir iştiyakla ister ve bekler. Nitekim Müslümanların böyle bir beklenti içinde olmaları gerektiğini Üstad bizzat ifade ederek, 1951'den 50 sene sonrası için müjde vererek ümidin ve şevkin kapısını sonuna kadar aralamıştır. Üstad ve Risale-i Nur külliyatı, Üstad'ın detaylı anlattığı "gelecek Büyük Mehdi" nin hem bir işareti hem de en önemli zemin hazırlayıcısıdır.

"Bazı ayat-ı kerime ve ehadis-i şerife ahirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi mana-yı işari ile haber veriyorlar. Fakat o gelecek zatın ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; o gelecek zata dair haberleri ve işaretleri, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine hatta bazen tercümanına da tatbike çalışmışlar ve Şeriatı ihya ve hilafeti tatbik olan çok geniş dairede hükmeden bu iki mühim vazifesini nazara almamışlar. Onların kanaatleri, onların Risale-i Nur'dan istifade cihetinde faidelidir, zarasızdır; fakat Nur'un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alet olmamasına ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir". (Tılsımlar Mecmuası, 168)

Mehdi'nin çok açıkça görülen ve tüm insanlar tarafından bilinen işaretleri vardır: Halife olması ve İslam'ı dünyaya hakim din kılması. Her ne kadar Mehdi'nin önemli bir vazifesi olan iman hakikatlerini anlatma hususu kendisinde ve eserlerinde tecelli etmiş ise de, Üstad, talebelerinin sadece bu yönde bir değerlendirme yaptığını ve Mehdi'nin diğer iki büyük vazifesi olan hilafet ve dini ihya etmesinin kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını söylemiştir. Üstad, Mehdi'nin Risale-i Nur olmadığını, ancak bu bakış açısının, Risalelerden istifade etme yönünden zararsız olduğunu, ancak bu fikrin, siyasilerin ve daha birçok kişinin saldırılarına ve eleştirilerine maruz kalabileceğini hatırlatarak uyarmıştır.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:29
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon PEYGAMBER EFENDİMİZ VE SAHÂBESİ
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    KONUYLA İLGİLİ AYET NUMARASINI HATIRLIYAMADIM
163 Mesaj -
ALLAH U TEALA KURANDA SAHABE İÇİN ŞÖYLE BİR İFADE KULLANIYOR HATIRLADIĞIM KADARI İLE AKTARAYIM İNŞAALLAH SİZLER DÜŞMANLARINIZA BİLE MUHABBET BESLERSİNİZ ÇÜNKÜ SİZLER KİTABIN TAMAMINA TABİİ SİNİZ YÜCE MEVLAM İNŞAALLAH BİZLERİDE KİTABIN TAMAMINA TABİİ OLMAMIZI NASİP EDER İNŞAALLAH
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 22:21
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon TÖVBE YE GENİŞ BİR AÇIDAN BAKIŞ
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
ALLAH SANADA MÜRŞİD NASİP EDER İNŞAALLAH
163 Mesaj -
ALLAH SANADA MÜRŞİD NASİP EDER İNŞAALLAH MÜRŞİD SEVGİSİNİ VERENDE ALLAH DIR SEN MÜRŞİDİNİ SEVMEYECEKSİN ALLAH SANA SEVDİRECEK MÜRŞİD AMAÇ DEĞİL ARAÇTIR NEFSİ TESKİYESİNDE İLAHİ DİZAYN HERKEZE MÜRŞİD TAYİN ETMİŞ GURUR VE KİBİR AFETLERİ YÜZÜNDEN MÜRŞİDE BAĞLANMAK İNSANLARIN NEFSİNE AĞIR GELİR ALLAH YOLUNDA İLERLEMENİN VASITALARINDAN BİRİSİDE MÜRŞİDDİR

Yüce Rabbimiz yarattığı kâinattaki herkesin mutlu olmasını hedef almıştır. Kur'ân-ı Kerim’i Son Şeriat Kitab'ı olarak indiren Allahû Tealâ Son Peygamberi'ne indirdiği bu kitapla kıyâmete kadar insanları dünya ve ahiret mutluluğunun anahtarına, rehberine ve garanti belgesine sahip kılmıştır.
Kâinatın Kur’ân-ı Kerim’i Peygamber Efendimiz (S.A.V) için: “Seni başka birşey için değil, âlemlere rahmet olarak gönderdim.” diyor. Peygamber Efendimiz, sadece dünya adı verilen bu gezegene değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş. Rahmetin sahibi demek, hidayetin sahibi demektir çünkü nerede hidayet varsa orada rahmet vardır. Rahmet, hidayeti müjdeler.
Allahû Tealâ, A'raf Suresi 58. âyet-i kerimede buyuruyor;
7/A’RAF-58: “Vel beledut tayyibu yahrucu nebâtuhu bi izni rabbih(rabbihi), vellezî habuse lâ yahrucu illâ nekidâ(nekiden), kezâlike nusarriful âyâti li kavmin yeşkurûn(yeşkurûne).’’
Ve güzel belde (toprağı verimli ülke), Rabbinin izni ile onun nebatı çıkar. Ve o kötü (verimsiz, çorak) ise faydasız bitkiden (kavruk ottan) başka bir şey çıkmaz. İşte böylece şükreden bir kavme âyetlerimizi açıklıyoruz.
Bu âyet-i kerimeye göre Allahû Tealâ, “rahmetine lâyık olanlar, olmayanlar” olmak üzere iki grup insandan bahsediyor.
Kalbinde hep hayır taşıyan insanlar, Allah’ın rahmetine lâyık gördüğü insanlardır. Kalbinde hayır taşıyanlar, başka insanları incitmekten korkarlar. İnsanların incinmesi için değil, onların mutlu olması için gayret ederler. Başlangıçta herkesin kalbi kasiyet bağlamış durumdadır. Bütün insanların nefs kalbi karanlıktır. Allah’ın yaratılış dizaynı böyledir. Ancak kalpleri karanlık olan bu insanların arasında, o karanlıkların içinde hayır taşıyanlar vardır: Allah’ın rahmetine lâyık olan insanlar. Allah sinelerdekini bilir, insanların kalplerine bakar ve orada hayrı görür ya da görmez. Eğer görmezse, o zaman o insanlar rahmetin sahibi olamazlar. Çünkü Allah, o insanları seçmez.
Allah’ın rahmeti, yağmur damlalarıyla aynı görüntüye sahiptir. Bir gün evinizin içine yağmur yağdığını göreceksiniz ama bu yağmur evinizi ıslatmayacak, halılarda hiçbir iz bırakmayacak, elinizi uzattığınız zaman eliniz ıslanmayacak ama yağmuru da göreceksiniz. İşte o Allah’ın rahmetidir. Yağmur yağmasına son derece benzeyen bir görüntü, ıslatmayan bir yağmur. Kalp gözünüzle görebildiğiniz bu yağmur evin içine de yağar, dışına da yağar. İşte o Allah’ın rahmetidir. Öyleyse bu rahmete lâyık olmak gerekir. Eğer insan kalbinden başkalarına kötülük yapmak geçiyorsa, başkalarını devamlı incitmek istiyorsa, başkaları hakkında onları bir düşmanmış gibi görüyorsa, onlara düşmanlık etmekte bir sakınca görmüyorsa, sıkıntı duymuyorsa, hedefi iki negatif olansa, o zaman o kişi Allahû Tealâ tarafından seçilmez.
Bu insanlar iki ana grubu oluştururlar. Birinci grupta, başka insanlara karşı kapalı olan kalpler vardır. Başka insanların mutlu kılınması konusunda kalplerinde bir talep yoktur. Başkalarından genel anlamda hep kötülük görmüşlerdir, çünkü onlar başkalarına devamlı kötülük eder hüviyettedir. Başka insanları sevmezler sadece kendilerini severler ve başka insanların mutluluğu onların umurlarında değildir. Kendileri de bu sebeple devamlı mutsuzdur. İşte Allah’ın seçmediği insanlar, rahmeti hiçbir zaman alamayacak olan bir şehir halkı gibidirler (A’raf -58 ).
Diğer yandan; Allah’ın rahmetine muhatap olamayan başka bir grup insan da, Allah’a asi olanlardır. Asi olmak, Allah’ın emirlerine itaat etmemek, yasaklarına da uymamak, riayet etmemek şeklinde tecelli eder. Başlangıçta, Allah’ın emirlerinden insanlar haberdar bile değildir. Etraflarındaki insanlardan bir kısmı Allah’ın emirlerine itaat ettiği zaman onlara hayretle bakarlar. “Bir karın mı doyururmuş?” diye düşünürler. “Bu insanlara ne oluyor ki Allahû Tealâ’ya ibadet edip duruyorlar?” diye düşünürler. O noktaya yaklaşmayı hiç istemezler. Allah’ın bütün emirlerine asidirler, yasaklarına asla riayet etmezler. Kendileri Allah’ın yoluna asla girmezler. Yetmez; başkalarının da Allah’ın hidayet yoluna girmelerine mani olurlar. İşte bu insanlar Allah’ın kalplerinde hayır görmedikleridir.
Hac Suresi 53. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, iki kısım insandan bahsediyor.
1. Kalpleri hasta olanlar, kalplerinde maraz olanlar.
2. Kalplerinde maraz olmayanlar.
Dikkat edilirse, her ikisi de kalpleri zikirsizlikten ve ilimsizlikten kasiyet bağlamış, kararmış ve sertleşmiş insanlar. Allah’ın yoluna girmeyen bu insanlar, cahiliyetleri sebebiyle Allah’ın yoluna girmeleri gerektiğini de bilmiyorlar. Bilmeyenlerden kalplerinde maraz olmayan insanları, Allahû Tealâ seçiyor. İşte o seçtikleri, Hac Suresinin 53. âyet-i kerimesinde “ kalplerinde maraz olanlar ” olarak vasıflandırdığı insanların dışındakilerdir. Allahû Tealâ, onların kalplerine ihbat koyarak mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıracağını, bir sonraki âyet-i kerimede açıklıyor. Kim bu insanlar? Bu insanlar, Allah’ın hidayetine lâyık olan insanlardır. Allahû Tealâ: “Onlar irşad makamının söylediklerinin Hakk’tan inen sözler olduğunu idrak etsinler diye kalplerine ihbat koyduklarımızdır.” buyuruyor.
22/HAC-53: “Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innaz zâlimîne lefî şikâkın baîd(in).”
Allah’ın şeytanın fitnesine müsaade etmesi, kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve katılaşmış) olanlara ve (bu sebeple) kalpleri hasta olanlara şeytanın ilka ettiği şeyi bir imtihan kılmak içindir. Ve şüphesiz zalimler uzak bir ayrılık içindedirler.
22/HAC-54: “Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(in).”
Ve kendilerine ilim verilenler onun Rabbinden bir hak olduğunu bilsinler diye ve ona inansınlar diye onların kalplerine ihbat konmuştur. Muhakkak ki Allah âmenû olanları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
Bütün insanların kalpleri başlangıçta kasitundur. Hem kararmıştır, hem de sertleşmiştir. Onların Allah’ın yolunda neler yapılması lâzımgeldiğinden de haberleri yoktur. Ama buna rağmen bir kısmı başkalarına kötülük için yaşamıyor, başkaları kendilerine kötülük ettiği zaman onlar da sık sık mukabele ediyorlar. Kısas uyguluyorlar ama kendilerine birşey yapmayanlara da bir kötülük etmek istikâmetinde herhangi bir standartta bir talebin sahibi değiller. Bu insanlar Allah’ın seçtikleridir. Kalplerinde başkalarına karşı, başlangıçta kin olmayan insanlar, nefret olmayan insanlar kendilerine bir kötülüğü dokunmayan bir insana özellikle kötülük etmek için yaşamayan insanlar, hedefleri bu olmayan insanlar. Allah’ın seçimine lâyık insanların özelliklerini bu şekilde açıklamak gerekir.
Allah yolunda kendilerine düşeni yapmak istemeyen, Allah’ın kalplerinde hayır görmediği insanların seçilmemelerinin arkasında bir başka özellik vardır. Onların sadece kendilerini Allah’ın yolunda alıkoymaları değil, aynı zamanda başkalarını da Allah’ın yolundan alıkoymaları söz konusudur.
Allahû Tealâ, Rad Suresinin 20, 21 ve 22. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:
13/RAD-20: “Ellezîne yûfûne biahdillâhi ve lâ yenkudûnel mîsâk(a).”
Onlar Allah ile ahdlerini (nefslerinin yeminini, ruhlarının misakini ve vechlerinin ahdini) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (ruhlarının Allah’a ezelde verdiği ölümden evvel Allah’a ulaşma yeminini) bozmazlar.
13/RAD-21: “Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(i).”
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel) Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
13/RAD-22: “Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûssalâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(i).”
Onlar sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı, Allah’ın Zat’ını görmeyi) dilerler. Ve namazı kılarlar. Rızıklandırıldıkları şeyden gizli ve açık olarak infâk ederler (başkalarına verirler) ve seyyiati hasenata çevirirler, onlar için ne güzel bir yurt (cennet) var.
Allahû Tealâ Rad Suresi 25. âyet-i kerimede ise buyuruyor ki:
13/RAD-25: “Vellezîne yankudûne ahdallahi min ba’di mîsâkıhî ve yaktaûne mâ emerallahu bihî en yûsale ve yufsidûne fil ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).”
Onlar Allah’a misaklerini verdikten sonra Allah’ın ahdini (yemin, misak ve ahdlerini) bozarlar, ve Allah’ın O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve (böylece) yeryüzünde fesat çıkarırlar. (Başka insanların Allah’a verdikleri 3 yeminlerini yerine getirmelerine mani olurlar ve böylece Allah’ın emirlerine karşı çıktıkları için fesat çıkarırlar). Allah’ın lâneti onların üzerinedir. Onlar için ne kötü bir yurt var (cehennem).
İşte bu insanlar, yeryüzünde fesat çıkaran ve Allah’ın asla seçmediği insanlardır. Bu insanların sadece kendileri Allah’ın yolunda olmamakla kalmıyor, başka insanları da Allah’ın yolundan men ediyorlar. Bu men ediş en açık şekilde Nisa Suresinin 167 ve 168. âyet-i kerimelerinde kendisini gösteriyor.
4/NİSA-167: "İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden)."
Onlar ki kâfirlerdir ve Allah’ın yolundan saptırırlar (kendileri de Allah’ın yolunda değillerdir). Andolsun ki; onlar uzak bir dalâlet içindedirler (mürşidlerine ulaşmamış ve yola girmemiş oldukları için).
4/NİSA-168: “İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).”
Muhakkak ki; onlar küfür üzeredirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah’a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm’e) ulaştırmaz.
Niçin zalimdirler? Çünkü başkalarına da zulmetmektedirler. Başkalarını da Allah’ın yolundan men etmektedirler. Allahû Tealâ, bu insanlara “zalim” adını verir. Kim böyle ise kendisi Allah’ın yolunda değilse, başkalarını da Allah’ın yolundan men ediyorsa, Allah onlara asla rahmet göndermeyecektir, onları seçmeyecektir. Kıyâmet günü onları temiz standartlarda kabul etmeyecektir. Allahû Tealâ onları yola almayacaktır. Bu insanlar, yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Bu insanlar, kalpleri hasta olanlardır, maraz olanlardır. Bu insanlar, Allah’ın kalplerinde hayır görmedikleridir. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Eğer Biz, insanların kalplerinde hayır görseydik onlara işittirirdik.”
8/ENFAL-23: “Ve lev alimallâhu fî him hayren le esmeahum, ve lev esmeahum le tevellev ve hum mu'ridûn(mu'ridûne).’’
Ve Allah onların içinde hayır olduğunu bilse (görse) elbette onlara işittirirdi. Ve onlara işittirse bile, (onlar) mutlaka dönerlerdi ve onlar yüz çevirenlerdir.
En’am Suresinin 36. âyet-i kerimesinde ise buyuruyor ki:
6/EN’AM-36: “İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb'asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).’’
(Davete) ancak işitenler icabet eder.Ve Allah ölüleri (ölü olan kulaklardaki işitme hassasını, ölü olan kalplerdeki fuad hassasını, ölü olan gözlerdeki görme hassasını) diriltir. Sonra O’na döndürülürler. (Hayatta iken, ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür).
Öyleyse Allahû Tealâ, bir kısım insanlara işittirmiyor, bir kısım insanlara işittiriyor. Allah’ın işittirdikleri, O’nun seçtikleridir. O seçme işlemine dikkatle bakın. En’am Suresi 87 ve 88. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ şöle buyuruyor: “Onların babalarından, oğullarından, kardeşlerinden, akrabalarından seçeriz ve onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırırız.”
6/EN’AM-87: “Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sıratın mustekîm(mustekîmin).’’
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik.Ve onları Sıratı Mustakîme hidâyet ettik (ulaştırdık).
6/EN’AM-88: “Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).’’
İşte bu Allah'ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler hebâ olurdu (boşa giderdi).
Allah seçerse ne olur? Seçerse Allahû Tealâ onların etrafında oluşturacağı dizaynla ve insanlarla, o insanlar irşad makamının sözlerini işitecek hale gelecektir. Elbette Allah’ın seçtiği kişinin etrafında Allah’ın gerçekleştireceği dizayndan evvel o kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir. Allah onları öyle insanlarla karşılaştırır ki (televizyonlarda, radyolarda veya çevrelerinde) onlar Allah’a ulaşmayı dilerler. O zaman kalplerinde bilmedikleri bir güzellik hissederler. İç dünyalarında Allah’a ulaşmayı dilemeleri gerçekleşir. Allah’a ulaşmayı dilemek kendilerine tebliğ edildiği zaman bunu derhal gerçekleştirirler. Allah’a ulaşmayı dilerler. Allahû Tealâ, bu kimselerin kalplerinde zeyg olmayanlar olduğunu söylüyor. Ali-İmran Suresinin 7. âyet-i kerimesinde buyuruyor;

3/AL-İ İMRAN-7: “Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhub tigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ılmi yekûlune âmennâ bihî, kullun min ındi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”
O (Allah) ki; Kitab’ı sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: "O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme) dir." Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl'elbab tezekkür edebilir.
Öyleyse yine aynı tip insanları görüyoruz. İnsanların arasına nifak sokanlar, insanların Allah’a ulaşmasına mani olanlar. İnsanların arasında fitneye sebebiyet verenler müteşabih âyetlerin tevîline giderek, insanların Allah’a ulaşmayı dilemelerine ve bunun neticesinde de Allah’a ulaşmalarına mani olan insanlar. Onlara da muhakkak tebliğ yapılıyor. Allahû Tealâ, başka insanlarla beraber yaşadıkları için televizyonlarda, radyolarda veya hayatlarında mutlaka onlara bunları teklif edecek, tebliğ edecek insanlar gelecektir, onlarla karşılaşacaklardır. Fakat onlar Allah’ın emirlerini iletenleri düşman belleyeceklerdir. Bu insanlar, hiçbir zaman Allah’ın âyetlerini tezekkür edemezler.
Öyleyse birtakım insanlar kalplerinde zeyg olduğu için Allahû Tealâ tarafından seçilmiyorlar. İnsanların arasında fitne çıkardıkları için seçilmiyorlar. Onların Allah’a ulşmasına mani oldukları için seçilmiyorlar. Bu insanlar, Allahû Tealâ tarafından dalâlette bırakılıyorlar. Onlar Allah’a asi olanlardır.
7/A’RAF-186: “Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh (lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya'mehûn (ya'mehûne).’’
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).
Demek ki; bu insanlar asi oldukları için Allahû Tealâ onları Allah’ın yoluna almamış, onlara mürşid tayin etmemiş, onları irşad yoluna kabul etmemiştir. Onlar için Allah’ın yolu bir mutluluk yolu değildir.
Allah’ın seçmediği bu insanlar ancak öldükleri gün ne kadar büyük bir hata işlediklerini farkedeceklerdir. Ama ne yazık ki; o zaman yolun geri dönüşü yoktur. İşte bu insanlar, tuğyanları içinde şaşkın bir halde bırakılanlardır. İnsanların Allahû Tealâ tarafından seçilmemesi halinde hiçbir zaman Allah’a ulaşmayı dilemeleri de mümkün olmaz. Onlar, Allahû Tealâ tarafından seçilmedikleri için Allah’a ulaşmayı dilemezler ve hedefe ulaşamazlar.
Allahû Tealâ, hiç kimseye adaletsiz davranmaz. A'raf Suresi 186. âyet-i kerimede dalâlette olanlardan şöyle bahsediyor: “Onları isyanları içinde şaşkın bir halde bırakır.” Burada Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan, Allah’a isyan eden bir insanın durumu var. Allah’a ulaşmayı dilememek, isyanında ısrar etmek anlamına gelir. Hiç kimse yoktur ki yaşadığı hayat boyu böyle bir talebe muhatab olmasın. Allahû Tealâ, o kişiye mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemesi gerektiğini hatırlatan olaylar yaşatacaktır. O istikametteki insanlarla karşılaştıracaktır. Hele dünyada haberleşmenin bu kadar şeffaf bir dizayn içerisinde oluşmasıyla her an insanların televizyonlarda, radyolarda, başka insanlarla münasebetlerde Allah’a davet edilmeleri söz konusu ise böyle bir davet, bir kişinin iç dünyasında hiç yankı yapmıyorsa, çağrışım yapmıyorsa, o insanın kalbi hastadır. O insanın kalbinde maraz vardır; o insanın kalbinde zeyg vardır. O insan, tuğyanın içindedir; o insan, yeryüzünde fesat çıkarandır. O insan, kendisi Allah’a ulaşmayı dilemediği gibi başkalarını da Allah’ın yolundan men edendir. Allahû Tealâ, Şura Suresi 13. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Allah dilediğini Kendisine seçer. Kim Allah’a yönelirse onu Kendisine ulaştırır.”
42/ŞURA-13: "Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmud dîne ve lâ teteferrekû fîh(i), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(i), allahu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(u)."
"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh’a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah’a davet) ağır geldi. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni O’na (Kendisine) ulaştırır.
Rad Suresi 27. âyet-i kerimede ise şöyle buyuruyor:
13/RAD-27: “Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(i), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(e).”
Ve kâfirler dediler ki: “Ona Rabbinden âyetler indirilmeli değil miydi?” De ki: “Muhakkak ki Allah dilediğini dalâlette bırakır ve kim Allah’a dönerse, yönelirse Allah onu kendisine ulaştırır.”
Öyleyse Allah, dilediğini Kendisine seçer. Bundan sonrası Allah’ın işidir. Seçen Allahû Tealâ bilir ki, o seçtiği kişi Allah’ın öğretisiyle Allah’a ulaşmayı dileyecektir. Allah’a ulaşmayı dilemesi demek, kişinin Allah’a yönelmesi demektir, çünkü bundan sonrasını Allah yapacaktır. Eğer Allahû Tealâ seçiyorsa, bu seçimden sonra kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa, Rabbimiz o kişiyi Kendisine ulaştırmayacaktır. Aklını bu istikamette kullanmayanların kalbinde hayır görmüş, seçmiş olsa dahi; o kişiler, sonuca ulaşamayacaklardır.
10/YUNUS-100: “Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne)”.
Hiç kimse için Allah’ın izni olmadıkça mü’min olmak mümkün değildir (olmaz). O akletmeyenler (idrak etmeyenler) üzerine pislik kılar.
Allahû Tealâ, kişiyi seçiyor ve ona öyle olaylar yaşatıyor ki bu olayların neticesinde seçtiği kişi eğer Allah’a ulaşmayı diliyorsa o zaman Allah ona Rahîm esmasıyla tecelli ediyor. Burada önemli olan da kişinin dilemesidir.
24/NUR-21: “Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(i), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(i), ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâ’(u), vallâhu semîun alîm(un).”
Ey âmenû olanlar! Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o muhakkak ki (nefsi ve şeytan tarafından) fuhuşla ve münkerle emredilmiştir. Eğer Allah’ın fazlı ve rahmeti üzerinize olmazsa (nefsinizin kalbine giremezse) içinizden hiçbiriniz ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Ve lâkin Allah (nurlarını kalbine göndererek) dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah işitir ve bilir.
Allah’ın rahmetinin ve fazlının kişinin üzerine olması için Allah’ın o kişiye 10 ihsan vermesi gerekir. Ne zaman bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse o, Allah’ın seçtiği bir insandır. Ve dilediği andan itibaren Allah’ın bundan sonraki işlemleri tahakkuk eder. Allahû Tealâ, o kişiye Rahîm esmasıyla tecelli eder. Allahû Tealâ, o kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır. O kişi irşad makamına sadece bakarken, o güne kadar onu başkalarından farklı vasıflarıyla ayırt edemezken, o günden itibaren onun başka bir vasfını görür. O, mürşiddir; irşad makamının sahibidir. O, başkalarından farklı bir hüviyetin sahibidir. Baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi, Allahû Tealâ aldığı zaman insan sadece mürşidine bakmaz, aynı zamanda onu görür. O, artık ona göre herhangi bir insan değildir. O, Allah’tan kendisine haber getirendir, onu Allah’ın yoluna davet edendir. O, onu Allah yolunda yetiştirecek, yeşertecek olandır. O zaman farkına varır. Kalbinde eğer zeyg yoksa, kalbinde hastalık yoksa, kalbi başka insanların kötülüğü için çalışmıyorsa, kendisi için çalışmıyorsa, başka insanları Allah’ın yolundan men etmiyorsa, Allah’a asi olmamışsa, işte o insan Allah tarafından hiçbir şey yapmamasına rağmen, zikir de yapmamasına rağmen mutlaka seçilecektir. Seçildiği zaman eğer Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ Rahîm esmasıyla tecelli edecektir. Yusuf Suresi 53. âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
12/YUSUF-53: “Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).”
Ben nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam) çünkü nefs sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Ama Rabbimin Rahîm (esmasıyla tecelli ettiği nefsler) hariç. Muhakkak ki; Rabbim mağfiret eder (günahları sevaba çevirir) ve Rahîm`dir. (Rahmet gönderici, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edicidir.)
Öyleyse nefslerin kalpleri açısından meseleye bakıldığında; şerri emretmeyen nefsler, seçilen nefslerdir. Dikkat edin, sadece siz yoksunuz, başka insanlar da var. Ya başka insanları doğru yola davet eden, doğru yolda olan birisiniz, hidayet üzere olan birisiniz, Allah’a ulaşmayı dileyen birisiniz, başkalarının da Allah’a ulaşmayı dilemelerini sağlamaya çalışırsınız; ya da tam zıddı söz konusudur, siz Allah’ın yolunda değilsiniz ama başkalarını da Allah’ın yolundan men etmeye çalışıyorsunuz. İşte başlangıçta insanlar Allah’ın yolunda değildir. Doğuşlarından itibaren Allah’ın yolunda olmayan bu insanlar, sadece iki sınıf oluştururlar: Allah’ın yolundan men edenler, men etmeyenler. Men etmeyenlerden biriyseniz seçileceğiniz kesindir. Çünkü sizin kalbinizde zeyg yok. Siz kasıtlı olarak başka insanların Allah ile ilişki kurmasına mani olan birisi değilsiniz. Siz Allah’a ulaşmayı bilmediğiniz için, böyle birşeyin daha farkında olmadığınız için henüz Allah’a ulaşmayı dilemediniz. Ama başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani teşkil eden bir hüviyetiniz yok. Bunun manası, sizin kalbinizde zeyg yok. Bunun manası, siz insanların arasında fesat çıkarmıyorsunuz. Siz insanları asi olmaya davet etmiyorsunuz. Öyleyse mutlaka seçileceksiniz. Her kim seçilirse, Allah onu mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyen bir insan hüviyetine ulaştırır. Çünkü o kişi, kalbinde Allah’ın hayır gördüğü bir yapıya sahiptir. Hayır görmeseydi, onun kalbinde hayırsızlık olacaktı, zeyg olacaktı, isyan olacaktı, maraz olacaktı, tuğyan olacaktı. Ama öyle değilse, o Allah’ın kalbinde hayır görerek seçtiği kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiyi mutlaka onun kalbine ulaşarak Allah’ın yoluna ulaştırmak üzere şekillendirir. Allah Rahîm esmasıyla tecelli eder. Öyleyse Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisine muhatap olan kişi, bu saydığımız negatif faktörlerden berî olan bir insandır. Derhal gözlerdeki hicab-ı mestureyi alır. Alınca kişinin irşad makamına bakışı değişir. Ondan önce kişi sadece bakıyordu. İrşad makamını herhangibir insandan ayırt edemiyordu. Ha sokaktan geçen birisi ha mürşid onun için aynı standartlarda görünüyordu. O günden sonra görüşü değişir. Ona baktığı zaman onun irşad makamının sahibi olduğunu anlar, görür. Yetmez; Allahû Tealâ aynı zamanda kulaklarındaki vakrayı alır. Bunun üzerine kişi, irşad makamının irşada müteallik, hidayete müteallik söylediklerini, ruhunu ölmeden evvel Allah’a göndermesi gerektiği konusunu, artık anlamaya başlar. Kişi, kulaklarındaki vakra alınınca, irşad makamının sözlerinin manasını anlamaya başlar. Ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı hedef alması gerekmektedir.
Allahû Tealâ: “Sen ölülere işittiremezsin.” buyuruyor. Allah’ın seçmediği insanlara peygamberler de işittiremezler. Onlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Başkalarını da Allah’ın yolundan men edenlerdir. Böyle bir dizaynda, Allahû Tealâ seçtiği kimsenin kalbindeki idraki önleyen ekinneti kalbinden alacak, kalbine ihbat koyacaktır. Hac Suresi 53. âyet-i kerimede belirtilen kalbinde maraz olmayan kişi için Hac Suresinin 54. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ’nın ifade ettiği ihbat konulanlardan birisi olacaktır. Allahû Tealâ, Hac Suresi 54. âyet-i kerimede mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıracağını garanti ediyor.
22/HAC-54: “Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(in).”
Ve kendilerine ilim verilenler onun Rabbinden bir hak olduğunu bilsinler diye ve ona inansınlar diye onların kalplerine ihbat konmuştur. Muhakkak ki Allah âmenû olanları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
Allahû Tealâ, davete icabet edilsin, mürşide ulaşılsın diye kulaklardaki vakrayı alır, hicab-ı mestureyi kaldırır, ekinneti alır, kalbe ihbatı yerleştirir. Böylece ruh, vücuttan ayrılıp Allah’a doğru yola çıkar.
Bu durumda siz artık yalnız Allah’a ulaşmayı dileyen bir insan değilsiniz; onun ötesine geçtiniz ve artık davete icabet edecek pozisyona geldiniz. Artık mürşidinize ulaşmak sizin için vazgeçilmez bir tutku haline gelmiştir. O herhangibirisi değil, sizi Allah’a ulaştıracak olan kişidir. Allah’ın yardımları devam ediyor. Kalbinizin şeytana dönük olan nur kapısını Allah’a döndürmesi lâzım; bunu gerçekleştiriyor. Sonra ne yapması lazım? Göğsünüzden kalbinize nur yolunu açması lazım. Siz kimsiniz? Allah’ın Kendisine ulaştırmayı dilediği birisisiniz. En’am Suresi 125. âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
6/EN’AM-125: “Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen ke ennemâ yassa’adu fîs semâ(semâi), kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).”
Artık Allah, kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine (kalplerine) işte böyle pislik (kalpteki afetler) bırakır.
Allah, nurlarının o kişinin kalbine ulaşabilmesi için o kişinin kalbine bir nur yolu açar. Zikir sebebiyle Allah’ın nurları önce o kişinin göğsüne, göğsünden de kalbine ulaşacaktır. Ama kalp hâlâ mühürlüdür; sadece yüzde iki nispetinde rahmet o kişinin kalbine ulaşır. Ama bu o kişiyi huşû sahibi kılmaya yeter. O kişi, huşû sahibi olunca Allah’ın 10'uncu ihsanını alacaktır. Allah ona mutlaka mürşidini gösterecektir. O kişi zaten mürşidine ulaşmak için can atmaktadır. Hedefi bu güzelliği yaşamaktır. Ve Allah’ın gösterdiği hedefe ulaşır14. basamaktadır. Mürşidinin önünde diz çöküp tövbe ettiği zaman ruh vücudundan ayrılıp Allah’a doğru yola çıkar. İşte o seyri sülûkta olan bir insandır. Allahû Tealâ tarafından seçilmiş, Allah’a ulaşmayı dilemiş ve ruhu Allah’a doğru yola çıkmıştır. Mutlaka ruhunu da, vechini de, nefsini de, iradesini de, hayatta kalmışsa, Allah’a teslim edecek olan birisidir.
Kendinize dikkatle bakın! Sizin için irşad makamı var mıdır? Bir şey ifade ediyor mu? Sizi irşada ulaştıracak olan, sizi hedefe ulaştıracak olan irşad makamına nasıl bakıyorsunuz? Sadece bakıyorsanız, onu görmüyorsanız, henüz Allah’ın yolunda değilsiniz. Ama Allah’ın yolunda olmanız da söz konusu olabilir. Ne zaman kalbinizde zeyg yoksa, ne zaman Allah’a isyan etmemişseniz, ne zaman kalbinizde maraz söz konusu değilse, o taktirde Allah sizi seçecektir. Allahû Tealâ’nın hepinizi seçerek hem cennet saadetine, hem dünya saadetine ulaştırmasını bütün gönlümüzce dileyerek insan hayatındaki başlangıcı anlatan bu konuyu inşaallah bitiriyoruz.




Rad-20
“Elleziyne yûfûne bi’ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâak.”
Onlar ki Allah’ın ahdini yerine getirirler, misaklerini bozmazlar.

Rad-21
“Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.”
Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar.

Rad-25
“Velleziyne yankudune ahdallahi min badi misakihi ve yaktaune ma emerallahu bihi en yus’ale ve yufsidune filardı. Ulaike lehümül lânetü ve lehüm suiddar.”
Ve onlar ki misaklerinden (Allah’a misak verdikten) sonra Allah’a (verdikleri) ahdlerini nakzederler (bozarlar, yerine getirmezler) ve Allah’ın O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar).


Allahu Teala Ruhumuzun biz ölmeden Allah’a geri dönmesi (ulaşması) konusundaki MİSAK’ımızı 10 defa üzerimize farz kıldı.

1-Enam-152
“Ve bi’ahdillâhi evfû.”
Allah’a (verdiğiniz) ahdinizi yerine getiriniz.

2-Maide-7
Vezkürû ni'metallahi aleyküm miysâkahülleziy ve esekaküm bihi iz kültüm semi'nâ ve eta'nâ vettekullah innallahe aliymün bizâtissudûr."
Allah’ın size olan nimetini ve “işittik ve itaat ettik” diyerek O’na verdiğiniz yeminleri hatırlayın. O yeminlerle (Allah) sizi bağlamıştı. Allah’tan korkun. Şüphesizki Allah sinelerde olanı bilir.


3-Zümer-54
“Ve enibû ilâ rabbiküm ve eslimû lehü min kabli en ye’tiyekümül’azâbü sümme lâ tünsarûn.”
Başınıza azap gelip çatmadan Rabbinize dönün (ulaşın) ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.

4- Rum-31
“Müniybiyne ileyhi.”
Rabbine dön (ulaş).

5-Fecr-28
“İrci’ıy ilâ rabbiki.”
Rabbine dön (rücu et, geri dönerek ulaş).

6-Zariyat-50
“Fefirrû ilallah.”
Öyleyse Allah’a kaç (Allah’a sığın).

7-Lokman-15
“Vettebi’sebiyle men enâbe illeyy.”
Bana ulaşanın yoluna tabi ol.

8-Şura-47
“İsteciybû lirabbiküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ meredde lehü minallâh.”
Allah’tan çare olmayacak gün (ölüm günü) gelmeden önce Rabbinizin davetine icabet edin.

9-Yunus-25
“Vallahü yed’û ilâ dârüsselâm ve yehdi men yeşaü ilâ sıratı mustakıym.”
Allah teslim yurduna davet eder ve (kendisine ulaştırmayı) Mustakıyme (Allah’a ulaştıran yola) ulaştırır.

10-Rad-21
“Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.”
Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 21:53
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon KİM HİDAYETİ KUR'ÂN'IN DIŞINDA BAŞKA BİR YERDE ARARSA, ALLAH ONU
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    ALLAH RAZI OLSUN SİZLERİ ÇOOOK SEVİYORUM
163 Mesaj -
KİTAP VE MİZAN
ŞURÂ-17 : Allahüllezîy enzelelkitâbe bilhakkı velmîyzân, ve mâ yüdrîyke leallessâate karîyb.
Allah hak olarak kitabı ve mizanı indirdi. Ne bilirsin belki kıyamet yakındır.

Bu âyet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi Allah kitabı indirmiştir. Kitapta bu dünya hayatını yaşarken yapmamız gerekenlerle, yapmamamız gereken şeylerin bütünü vardır.
"Kitap" kelimesi hem ümmül kitabı, hem Kur'ân-ı Kerim'i hem de bütün hayatımızın filmini ifade eder.
Mizan ve kitap beraberce zikredildiğine göre bu âyet-i kerimede geçen kitap hayat filmimizi ifade etmektedir.

83/MUTAFFIFIN-18: Kellâ inne kitâbel'ebrâri lefiy ılliyyiyn.
Dikkat edin muhakkak ki Ebrar'ın (Allah'a vasıl olanların, hidayete erenlerin) kitapları illiyyindedir.
83/MUTAFFIFIN-19: Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn.
İlliyyinin ne olduğunu idrak edebilir misin?
83/MUTAFFIFIN-20: Kitâbün merkuûmün.
O rakamlı bir kitaptır (insanların hayat filmidir).

İşte hayat filmimiz kazandığımız ve kaybettiğimiz rakamlarla (ki bu rakamlar derecatımızı ifade eder) doludur.
Bu hayat filmi bugünkü tabirle bir hologram hüviyetindedir. Bir perdeye veya ekrana ihtiyaç göstermeden 3 boyutlu olarak boşlukta oynayacak olan bir film.
Mizan ise bu emir ve nehiylerin işlenmesine ait pozitif ve negatif derecatların bütününü içeren bir sistemdir. Omuzlarımız üzerinde bulunan Kirâmen Kâtibîn melekleri yaptığımız her ameli bu filme (hologram'a) almaktadır ve amellerimizin karşılığı olan derecat mizandan amel defterimize devredilmektedir. Bunlar bizimle Rabbimiz arasındaki emir ve nehiyleri yerine getirip getirmememiz halindeki kayıp ve kazançlarımızı bize açıklıyor.

HADİD-25: Lekad erselnâ rusülenâ bilbeyyinâti ve enzelnâ me'ahümülkitâbe velmîyzâne liyekûmennâsü bilkıst.
Andolsun ki, Resûllerimizi belgelerle gönderdik. İnsanların doğru hareket etmeleri adil davranmaları için Resûllerle birlikte kitap ve mizan indirdik.

RAHMAN-7, 8, 9: Vessemâe rafe'ahâ ve veda'almîyzân. Ellâ tetğav filmîyzân. Ve ekîymülvezne bilkıstı ve lâ tühsirulmîyzân.
O mîzanı koymuştur. Artık mîzanda tecavüz etmeyin tartmayı doğru yapın, mîzanı eksik tartmayın.

Diğer yandan amel defterimize kaydedilecek olan kesimin belli bir derecatı mizanda vardır.

EN'ÂM- 132: Ve liküllin dereacâtün mimmâ amilû ve mâ Rabbüke biğaâfilin ammâ ya'melûn.
İşledikleri her amellerine karşılık dereceleri vardır. Rabbin onların işlediklerinden habersiz değildir.
Ekleme Tarihi: 23.12.2005 - 21:46
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon AYETLER IŞIĞINDA ÇOK ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR İSTİFADE EDİNİZ KARDEŞLERİM ALLAH RAZI OLSUN
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
Themenicon    AYETLER IŞIĞINDA ÇOK ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR İSTİFADE EDİNİZ KARDEŞLERİM ALLAH RAZI OLSUN
163 Mesaj -
CENNET VE CEHENNEM


10-1- KİRAMEN KATİBİN MELEKLERİ
VE MİZAN
Allahû Zülcelâl Hazretleri buyuruyorki;

45/ CASİYE-22: Ve halakallahüssemâvâti vel'arda bilhakkı ve litüczâ küllü nefsin bimâ kesebet ve hüm lâ yuzlemûn.
Allah gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Her nefse kazandığının karşılığı, mücazat ve mükâfat olarak verilir. Onlara zulüm yapılmaz.

Rabbimizin bir ismi de El Hakk'tır. Hakkı tecelli ettirendir. Hak daima tecellidedir. Bütün nefsler mutlaka yaptıklarının hesabını vererek, sonunda kazandıkları ile ya cennet mükâfatına veya cehennem mücazatına sahip olacaklardır.

21/ ENBİYA-47: Ve neda'ulmevâziynelkısta liveymilkıyâmeti felâ tuzlemü nefsün şey'â ve in kâne miskaâle habbetin min hardelin eteynâ biha, ve kefâ binâ hâsibiyn.
Kıyamet günü adâletli mizanlar (teraziler) kurarız. Hiçbir kimseye hiçbir zulüm yapılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya çıkarırız. Hesap görücü olarak biz kâfiyiz.

Kişi zahiri âlem hayatında kazandığı bütün amellerin hesabını kıyamet gününde Mahkeme-i Kübra'da verecektir. Hakîmlerin hakimi olan Allah'ın huzurunda hiç kimseye haksızlık yapılmaz.

HADİD-25; Lekad erselna rüsülena bilbeyyinati ve enzelna ma'ahümülkitâbe velmiyzâne liyekûmennasü bilkıst.
And olsun ki, mucizelerle (Âyetlerle) Resûllerimizi gönderdik ve onlarla beraber kitabı (Kur'ân'ı) ve mizanı indirdik ki, insanlararasında adaletle hüküm edilsin.

Kitap, her devirde Allah'ın insanlara yol gösterici ve irşad edici olarak gönderdiği tüm emirleri içerir. Mizana gelince, her hayır ve şerr, fiilin herhangi bir kişi tarafından işlenmesi halinde kazandıracağı pozitif ve negatif dereceleri bildiren sistemin adına Allahû Tealâ mizan diyor. Demek ki Rabbimiz her saniye ve daha küçük zaman parçaları içinde yapmamız gereken tüm amelleri âyetlerle Kitapta açıklamıştır. Bu amellerin karşılığı pozitif ve negatif puanlar olarak mizanda mevcuttur. O halde mizanda, kainatta oluşabilecek her amelin karşılığı olan pozitif ve negatif puanların bütünü mevcuttur.

ŞURA-17: Allah-ülleziy enzelelkitâbe bilhakkı vel miyzân ve mâ yüdriyke le'allessâ'ate kariyb.
Mizan ve hak olarak kitabı indiren Allah tır. Ne bilirsin ki belki kıyametin kopması yakındır.

Bu âyetlerden anlaşıldığı gibi zahiri âlem hayatı yaşanırken kazandığımız fiillerin karşılığı hesap gününde bize mükafat veya mücazat olarak veriliyor. Gerçekten Rabbimiz sağ ve sol omuzlarımızda her an amellerimizi ve düşüncelerimizi dahi kaydedecek vazifeli kiramen katibin melekleri tayin etmiş yerleştirmiştir.

İNFİTAR-10,11,12: Ve inne aleyküm lehâfiziyn kirâmen kâtibiyn ya'lemûne mâ tef'alûn.
Şüphesiz üzerinizde bütün ef'alinizi kaydeden kerîm kâtipler (yazıcılar) vardır.

Sağımızdaki melekler bizim sevaplarımızı kronolojik sıra halinde mizandaki karşılıklarıyla birlikte kaydeder ve muhafaza ederler. Solumuzdaki melekler ise günahlarımızı mizandaki karşı gelen rakamlar (derecat) ile birlikte kaydeder ve muhafaza ederler. Eğer sevaplarımız fazla ise film sağda tamamlanacaktır. Mizan da ağır olacaktır.

ARAF-8: Velveznü yevmeizinil hakk, femen sekulet mevaziynühü feülâike hümülmüflühûn.
Kıyamet günü mizanları ağır gelenler kurtulmuştur.

Eğer günahlarımız fazla ise film solda tamamlanacaktır. Mizanımız da hafif olacaktır.

ARAF-9: Ve men haffet mevaizinühu feulâikelleziyne hasirû enfüsehüm bimâ kânû biâyâtina yazlimûn.
Kimin de tartıları hafif gelirse işte onlarda âyetlerimize zulüm etmeleri sebebi ile nefslerini ziyana ve hüsrana düsürenlerdir.

Allah'ın âyet-i kerîmesinde zulmetmek, Allah'ın emrettiği biçimde, âyeti kerîme ile amel etmemek onu yerine getirmemek demektir. Kısaca âyetin hakkını vermemek demektir. Eğer Allah'ın tüm kutsal kitaplarında bize bildirdiği emir ve nehiyleri, kişi dünya hayatı yaşanırken hiç amel edip yaşamadıysa, elbette bunları yerine getirmemenin karşılığı olan negatif derecat mizanda kaydediliyor. Bu sebeple bunların filmlerinde pozitif dereceler daha az olduğu için tartıları hafiftir.


10-2- EBRAR VE FÜCCUR (SAİD-ŞAKİ)
Rabbimiz Şems Sûresi'nin 7nci ve 8nci âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor;

91/ ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki o nefs sevva edildi (7 kademede).
91/ ŞEMS-8: Fe'elhemehâ fücûrehâ ve takvâhâ.
O'na (o nefse) (Allah'ın) takvası ve (şeytanın) fücuru ilham edilir.

Takva, Rabbimizin mânevi kalbimize ulaştırdığı emir ve nehiylerin bütününü içerir. Yani insanları Allah'ın emirlerini yapmaya, yasak ettiklerini yapmamaya çağırır.

3/ ÂL-İ İMRAN- 104: Veltekün minküm ümmetün yed'ûne ilelhayri ve ye'mürûne bilma'rûfi ve yenhevne anil münker. Ve ülâike hümülmüflihûn.
Sizden (insanları) hayra çağıran, ma'ruf (irfan) ile emreden, kötülüklerden alıkoyan (nefslerindeki kötü afetlerden kurtulmalarına yardım eden) bir ümmet (mürşidler) oluşsun. İşte onlar, MÜFLİHUN (felaha erenler) un ta kendileridir.

Allah'ın İlhamı ya takvanın gereği olarak amilûssalihat olarak veya nehyi anil münker olarak verilir. Allahû Tealâ'nın (bir namaz vakti girdimi) Kur'ân-ı Kerîm'inde, Nisa Sûresi'nin 103.cü âyet-i kerîmesinde belirttiği "Namaz mü'minler üzerine, vakitleri belirli bir farz olmuştur." emri gereğince içimizdeki Allah'ın temsilcisi ruh derhal bizi namaza davet eder. Şeytan ise namaz vakti girdiği zaman o namazı kılmamanız için herşeyi yapar.

24/NUR-21: Yâ eyyühelleziyne âmenû lâ tettebi'û hutuvâtişşeytân, ve men yettebi' hutuvâtişşeytâni feinnehü ye'mürü bilfahşâi velmünker ve lev lâ fadlullahi aleyküm ve rahmetühü mâ zekâ minküm min ehadin ebeden ve lâkinnallahe yüzekkiy men yeşâ', vallahü semiy'un aliym.
Ey âmenû olanlar! Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o muhakkakki (nefsi ve şeytan tarafından) fuhuşla ve münkerle emredilmiştir. Eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti üzerinize olmazsa (nefsinizin kalbine giremezse) içinizden hiçbiriniz ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Ve lâkin Allah (nurlarını kalbine göndererek) dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah işitir ve bilir.

İblise tâbî olanların adı füccardır. Füccur ehlinin hepsi cehenneme gideceklerdir. Allahû Tealâ İblisin ilhamlarına tâbî olan veya Allah'ın takva ilhamına tâbî olan ebrar ve füccurun kader hücrelerini birbirinden ayırmıştır.
Kader hücreleri, bu dünya hayatı yaşanırken hayatımızda neleri yapmışsak onların eksiksiz ve mükemmel bir kopyasıdır ki, Rabbimiz tarafından ezeli ilmiyle ya sicciyne (ki bunlar füccur ehlidir) veya illiyine (bunlar ebrar'dır) yerleştirmiştir. Yani Rabbimiz ezeli ilmiyle kimin İblise tâbî olacağını ve kimin Allah'a tâbî olacağını biliyor. Ezeli ilminin bir sonucu olarak biz hayata gelmeden evvel levhi mahfuzun ilk âlemine, Ebrarın hayat filmini, kader hücrelerine yerleştirmiştir.

83/MUTAFFIFIN-18: Kellâ inne kitâbel'ebrâri lefiy ılliyyiyn.
Dikkat edin muhakkak ki Ebrar'ın (Allah'a vasıl olanların, hidayete erenlerin) kitapları illiyyindedir.

Füccurun kader hücresini ise esfeli safilinin ilk âlemi olan Sicciyne yerleştirmiştir.

83/ MUTAFFIFIN-7 : Kellâ inne kitâbelfüccâri lefiy sicciyn .
Hayır, muhakkak ki füccarın (şeytanın fucüruna tâbî olan kâfirlerin) kitapları (hayat filmleri) sicciyndedir. (zemin kattan 7 kat aşağıda olan zülmanî kader hücrelerindedir).

Füccurun kader hücreleri sicciyndedir. Öyleyse 7.ci kattaki kader hücreleri cennete gidecek olan ebrar'ın, esfeli safiliynin ilk âlemi olan sicciyndekiler ise füccarın, yani cehenneme gidecek olanların kader hücreleridir. Ebrarınkiler zeminden 7 kat yukarıda, füccurunkiler ise 7 kat aşağıdadır. Yani aralarında 14 kat vardır.
Taha 123'de Yüce Rabbimiz hidâyetçiye tâbî olanların delâletten kurtulacaklarını ve şaki (cehenneme gidecek kişi) olmayacaklarını yani said (cennete gidecek kişi) olacaklarını bildirmektedir.

20/ TAHA-123: Kaâlehbitâ minhâ cemiy'an ba'duküm liba'dın adüvv, feimmâ ye'tiyenneküm minniy hüden femennittebe'a hüdâye felâ yadıllu ve lâ yeşkaâ
Birbirinize düşman olarak oradan hepiniz aşağı inin. Bizden size yaşadığınız devrede hidayetimiz geldiği zaman, kim hidayetçimize tâbî olursa o dalâlette kalmaz ve şâkî de olmaz.


10-3- ASHAB-I MEŞ'EME (CEHENNEMLİKLER)
Kur'an'da bahsedilen Ashab-ı Meş'eme ebediyen cehennemde kalacak olanlardır. El Vakıa Sûresi'nin 9.cu âyetinde Ashab-ı Meş'emeden bahsediyor Rabbimiz.

VAKIA-9: Ve ashâbülme'emeti mâ aeshâbülmeş'emeh.
Meşumiyet sahipleri, 0 meş'umiyet sahipleridir.

Bunlar meşum olanlardır. Kötülüğün sahipleridir. Kendilerini şeytana teslim etmiş kişilerdir. Nefsen şeytana kendilerini satmışlardır. Bunlar kâfirlerdir. Şeytana ulaşmış olanlardır.

BELED- 19, 20: Velleziyne keferu biâyâtina hüm ashabulmeş'emeti aleyhim narun mü'sadeh.
Âyetlerimi inkâr edenler, işte onlar ashab-ı Meş'emedir. Onlar her yönden ateşle kapatılacaklar.

Bunlar kitapları sol taraftan kendilerine verilen ve ebedi cehennemde kalıcıdırlar.

HAKKA-25, 26, 27, 28, 29, 3O, 31, 32, 33, 34: Ve emmâ men ûtiye kitâbehü bisimâlihi feyekuûlü yâ leyteniy lem üte kitâbîyeh ve lem edri mâ hisabiyeh yâ leytehâ kanetilkaâdiye mâ ağnâ anniy maliyeh heleke anniy sultâniyeh huzûhü fegullûhü sümmel cahıyme sallûhü sümme fîy silsiletin zer' uha seb-ûne zirâan feslukûh innehü kane lâ yü'minü' billahilâziym ve lâ yahuddu alâ ta'âmil miskiyn.
Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse kitabım keşke bana verilmeseydi, keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, bu iş keşke hayatıma son verseydi, madem bana fayda vermedi, gücüm kalmadı. Vazifelilere şöyle buyrulur; O'nu alın bağlayın sonra cehenneme yaslayın, sonra onu boyu 70 arşın olan zincire vurun. Çünkü o AlIah'a inanmazdı. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi.
İNŞİRAH-10, 11, 12, 13, 14: Ve emmâ men ûtiye kitâbehü verâe zahrihi fesevfe yed'û sübûra ve yasla saıyra innehü kâne fiy ehlihi mesrûrâ innehü zanne en len yahûr.
Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse mahvoldum diye bağırir, ve çılgın alevli cehenneme girer. Çünkü. o Dünyada adamlarının yanında kendi zevk içindeydi. Zira o dönmiyeceğini sanıyordu.
KARİA-8, 9: Ve emmâ men haffet mevâziynühü feümmühü hâviye.
Tartılan, mizanları hafif gelenler ise, onların yeri bir çukurdur, cehennemdir.


10-4- ASHAB-I MEYMENE (CENNETLİKLER)
El Vakı'a Sûresi'nde Allahû Tealâ cennete girecek iki gruptan bahsediyor. Bunlardan ilkine Ashab-ı Meymene (Yemin sahipleri) diyor. Yemin sahipleri Allah'ın dostluğu payesine ermiş olanlardır. Bunlar velilerdir.
Zümer Sûresi'nin 17. âyet-i kerîmesinde Rabbimiz şöyle buyuruyor;

ZÜMER-17: Velleziy nectenebuttağuûte en ya'büdûha ve enabü ilâllahi lehümül büşra febeşşir ibadiy.
Onlarki taguta tâbî olmaktan kaçınıp Allah'a ulaşırlar. İşte onlar için müjde vardır. Kullarımı mujdele.

Rabbimizin kulluğuna ulaşan bu kişiler Allah'ın velileridir. Yemin sahipleridir. İşte Yunus Sûresi'nin 62, 63 ve 64. âyet-i kerîmelerinde;

10/ YUNUS-62: Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.
O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
10/ YUNUS-63: Elleziyne âmenû ve kânû yettekuûn.
Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.
10/ YUNUS-64: Lehümül büşra fiylhayâtiddünyâ fiylâhıreh.
Onlara cennette de, dünyada da müjdeler (mutluluklar) vardır.

Allah'ın yaratmasında bir değişiklik yok. İşte en büyük kurtuluş. Bildiginiz gibi kıyamet gününde hesaba çekiliyoruz. Hesaba çekildiğimiz zaman sağ ve sol omuzlarımızda Kiramen yazıcılarının çektiği filmlere göre ya mücazat veya mükâfatlandırılıyoruz. Eğer sevaplarımız fazla ise film sağda tamamlanacaktır. Mizanımız da ağır gelecektir. Ve kitabımızda bize sağ taraftan verilecektir.
Ashab-ı Meymenenin diğer bir özelliği kıyamet gününde kitaplarını sağ taraftan almalarıdır. Ashab-ı Meymene dediğimiz kişiler cennete kabul edilen, nefslerini tezkiye etmiş kişiler. Bunların kitapları sağ taraftan kendilerine verilir.

HAKKA-19, 20, 21, 22, 23, 24: Feemma men utiye kitâbehü biyemiynihi feyekuûlu hâ ümukreü kitâbîyeh inni zanentü enniy mülakin hısabiye fehüve fly iyşetin râdiyetin fiy cennetin aliyetin kutûfüha dâniye külû veşrebû heniy'en bimâ esleftüm fiyl'eyyâmil hâliye.
Kitabı sağından verilen, alın kitabı mı okuyun doğrusu bir hesaplaşma ile karşılaşacağımı umuyordum. Artık o meyveleri sarkmış yüksek bir bahçede hoş bir yaşayış içindedirler. Onlara böyle denir. Geçmiş günlerde peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz, içiniz.
KARİA-6,7: Fe emmâ men sekulet mevâzinühu fehüve fiy iyşetin radiye.
O gün mizanları ağır gelenler hoş bir yaşayış içinde olacaktır.

İster Allah'a ulaşmaları sebebiyle dünya hayatlarında aldıkları müjdelerden, ister kitaplarını sağ taraftan teslim almaları veya kıyamet gününde tartılarınıın (mizan) ağır gelmesinden ötürü bunlar cennet ehli oluyorlar. Zaten Vakıa Sûresinde bu beyan edilmişti.
Rabbimiz Ashab-ı Yeminin vuslat ehli olduğunu İsra Sûresi'nin 71. âyeti kerîmesinde açıklıyor.

17/ İSRA-71: Yevme ned'û külle ünâsin bi'imâmihim, femen ûtiye kitâbehû biyemiynihî feulâike yakreûne kitâbehüm ve lâ yuzlamûne fetiylâ.
O gün herkesi imamlarıyla (mürşidleriyle) beraber çağıracağız. Onlardan herbirinin kitabı sağ eline verilirse onlar kitaplarını (sevine sevine) okurlar. Kıl kadar haksızlığa uğramazlar.


10-5- AMEL DEFTERİ (HAYAT FİLMİ)
Amel defteri veya kitap hayatımızın filmidir. Bu film 3 boyutlu bir hologram hüviyetindedir. Bu filmin bir perdeye veya ekrana ihtiyacı yoktur. Boşlukta 3 boyutlu olarak oynar 50-60 cm önümüzde hayat filmimizi baştan sona seyrederiz. Bu film kiramen katibin melekleri tarafından çekilir ve muhafaza edilir. Her an ya derecat kaybederiz veya kazanırız. Hayır derecat kazanmak, şer derecat kaybetmektir.
Aşağıdaki âyet-i kerîmeler bu gerçekleri anlatmaktadır.

İSRA-21: Unzur keyfe faddalnâ ba'dahüm alâ ba'din ve lel âhiretü ekberü derecatin ve ekberü teftilâ.
Baksana onları nasıl birbirinden üstün kildik. Ahirette daha büyük dereceler, daha büyük üstünlükler var.
EN'ÂM-1 32: Veliküllin derecatün mimma amilu ve mâ Rabbüke bigafilin ammâ ya'melun.
Herkesin yaptıkları amele göre rütbeleri (dereceleri) var. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
AHKAF- 19: Veliküllin derecâtün mimma amilû veliyüveffiyehüm a'malehüm ve hüm lâ yüzlemûn.
Herkesin işledigi amele göre dereceleri vardır. Bir de Allah amellerinin karşılığını tamamı ile verecek onlar zulüm görmeyecekler.
Kıyamet günü amellerimizin karşılğı mükafat ve mücâzat olarak ödenmek üzere bize bir mizan ve bir kitap verilir.
İSRA-13: Ve külle insânin elzemnahü tâirehü fiy unukıh ve nuhricü lehü yevmel kıyâmeti kitâben yelkahü menşûrâ.
Herkesin boynuna amelini doladık, kıyamet günü ona amellerinin yazıldığı kitabı çıkaracağız, onu neşredecegiz.
18/ KEHF-49: Ve vudı'alkitâbü feterelmücrimiyne müşfikıyne mimmâ fiyhi ve yekuûlûne yâ veyletenâ mâli hâzelkitâbi lâ yügaâdirü sagıyreten ve lâ kebiyreten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdırâ, ve lâ yazlimü rabbüke ehadâ
Amel defterleri ortaya konulur. Günahkârlar, görür ki oradaki şeylerden (fiillerinden) korkarlar. "Eyvah bize, niye bu amel defteri küçük büyük hiçbir şeyi bırakmamış, hepsini saymış dökmüş" derler. Yaptıkları amelleri hep önlerinde hazır bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
KAMER-52, 53: Ve küllü şey'in fe'alûhü fiyzzübür ve küllü sağıyrin ve kebiyrin müstetar.
Onların işledikleri her şey amel defterinde kayıtlıdır. Küçük büyük her şey yazılıdır.
NEBE-29: Ve küllle şey'in ahsaynahü kitâbâ.
Biz herşeyi birer hirer saydık, kaydettik.


10-6- HESAP GÜNÜ
İSRA-14: İkra'kitabek kefa biriefsikel yevme aleyke hasiyba.
Ona bu kitabı oku. Bu gün hesap görrmeye kendin kâfi geleceksin denecek.

Sağ ve sol tarafımızda vazifeli olan kiramen katibin meleklerinin çektiği filmlerin toplamı amel defterimizi oluşturuyor. Eğer film sağ tarafımızda toplanmışsa kitabımıza sağ taraftaki meleğin eliyle sahip oluruz. Dolayısı ile Cennete gideriz. Eğer film solda tamamlanmışsa kitab soldan verilecekse, o zaman derecatı nakısa düşenlerden oluyor ve bu kişi cehenneme gidiyor. Fakat hayat filmimiz önümüzde oynuyor. Herkesin filmi üç boyutlu olarak önlerinde oynuyor. Böylece kimsenin kimseden gizlisi kalmıyor.

69/ HAKKA-18: Yevmeizin tu'redûne lâ tahfâ minküm hâfiye.
O gün huzura çıkacaksınız. Sizin gizli hiçbir şeyiniz kalmayacak.
36/ YASİN - 65: Elyevme nahtimü alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydiyhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn.
O gün onların ağızlarını mühürleriz. Onların kazanmış oldukları dereceleri bize elleri söyler ve ayakları şahitlik eder.
FUSSİLET-1 9, 20, 21, 22: Ve yevme yuhşerü a'daullâhi ilennâri fehüm yüzeün hatta izâ mâ câühâ şehide aleyhim sam'uhüm ve ebsârühüm ve cülûdühüm bimâ kânû ya'melûn ve kaâlû licülûdihim lime şehidtüm aleynâ kalû entekanallahülleziy entaka külle şey'in ve hüve halakaküm evvele merretin ve ileyhi türce'ûn ve mâ küntüm testetirûne en yeşhede aleyküm sem'uküm ve lâ ebsârüküm ve lâ cülûdüküm ve lakin zanentüm ennallahe lâ ya'lemü kesiyren mimmâ ta'melûn, ve zâliküm zannukümülleziy zanentüm birabbiküm ardâküm feasbahtüm minelhâsiriyn.
Allah'ın düşmanları ateşe atılmak üzere toplandıkları gün, hep birden cehenneme sürüklenecekler. Nihayet oraya varınca kulakları, gözleri, derileri işledikleri şeye aleyhlerine şahadet edecekler. Onlar, derilerine "niye aleyhime şahadet ettiniz?" diyecekler, bunlarda şöyle diyecekler "Herşeyi söyleten Allah bizide söyletti. Sizi ilk defa O yarattı. Siz O'na döndürüleceksiniz. Demek ki siz kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinizde şehadet edeceklerinden sakınmıyordunuz. Allah işlediklerinizin çoğunu bilmeyecek zannediyordunuz. İşte Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi bitirdi. Siz ziyankâr oldunuz" denecek.
İSRA-36: Ve lâ takfü mâ leyse leke bihi ilm, innessam-a velbasara velfuade külli ulâike kâne anhü mes'ûlâ .
Bilmediğin bir şeyin arkasına düşme. Çünkü kulak, göz, kalp hepsi mesul olacaklar.
NUR-24, 25: Yevme teşhedü aleyhim elsinetühüm ve eydihim ve ercülühüm bimâ kânû ya'melûn yevmeizin yüveffiyhimullahü dîne hümül hakka ve ya'lemune ennallahe hüvel hakkul mubiyn.
Kıyamet günü dilleri, elleri, ayakları işledikleri şeylere şehadet edecektir. O gün Allah onlara müstehak olan cezaları tamamı ile verecektir. Onlarda Allah'ın apaçık bir HAK olduğunu anlayacaklar.



10-7- CENNET
MÜMİN-17: El yevme tüczâ külli nefsin bimâ kesebet lâ zulmelyevm innallahe seriul hisab.
Bu gün herkes kazancına göre mukafat ve mücazata düşar olur. Onlara zulm yapılmaz. Allah çabuk hesap görendir.

Kıyamet gününde yaptıklarımızdan hesaba çekiliyoruz. Bu hesabın neticesinde ya mükâfata veya mücazata düçar oluyoruz. Mukafata nail olanlar; nefs, fizik vücut olarak ebedi cennet hayatını kazanıyorlar. Çünkü Rabbimiz Hud Sûresi'nin 108. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor;

HUD-108 : Ve emmelleziyne su'idû fe fîl cenneti hâlidîne fihâ mâ dâmetissemâvâtü vel'ardı illâ mâ şâe Rabbük, atâen gayre meczûz.
Bahtiyar olanlara (saidlere) gelince cennetliktirler. Ahiretin gökleri, yeri durdukça onlar cennette ebedi olarak kalıcıdırlar. Ancak Rabbini dilediği müddet müstesna. Bu bitmez tükenmez bir lütuftur.

Ne varki bizim insan aklımızın algılayabileceği bir sonsuz sonsuzluğun, bir rakamlar dizisinin gene ötesinde bir zaman periyodu ile karşı karşıyayız.


28/ KASAS-88: Ve lâ ted'u ma'allahi ilâhen âhar, lâ ilâhe illâ hû, küllü şey'in hâlikün illâ vecheh, lehülhükmü ve ileyhi türce'ûn.
Ve Allah ile beraber başka ilâha tapma, Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah'ın vechinden başka herşey helâk olur. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.


Anlaşılmaktadır ki bir gün cennet de cehennem de son bulacaktır. İşte oyun, eğlence, süslenme, övünme, mal ve evlat sahibi olmak gibi aldatıcı ve geçici şeylerden ibaret olan dünya hayatını ahirete tercih edenler, o sonsuz güzel cennet hayatından mahrum olurlar.




10-7-1- KİMLER CENNETE GİRER

10-7-1-1- ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEYENLER
Allah'a ulaşmayı dileyenler âmenû olanlardır. Kim âmenû olursa mutlaka cenete girer.

29/ ANKEBUT-5 : Men kâne yercû likâallahi feinne ecelallahi leât ve hüvessemiy'ul'aliym.
Kim Allah'a mülâki olmayı, (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı) dilerse Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir. Allah işitir ve bilir.
29/ ANKEBUT-6 : Ve men câhede feinnemâ yücâhidü linefsih innallahe leganiyyün anil'âlemiyn.
Kim cihat ederse mutlaka nefsiyle (nefsi için) cihat etsin. Muhakkak ki Allah âlemler üzerine ganidir (âlemlerden müstağnidir, münezzehtir).
11/ HUD-29: Ve yâ kavmi lâ es'elüküm aleyhi mâlâ, in ecriy illâ alallah, ve mâ ene bitâridilleziyne âmenu, innehüm mülâkuû rabbihim, ve lâkinniy erâküm kavmen techelûn.
Ey kavmim! Ben sizden bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak, sadece Allah'a aittir. Ben âmenû olanları (yanımdan) kovamam. Çünkü onlar (ın hepsi) muhakkak ölmeden evvel (ruhlarını Allah'a ulaştıracaklardır). Allah'a mülâki olacaklardır.


10-7-1-2- DAVETE İCABET EDENLER
Gerçekten bu davetin neticesinde kişi nefsen irşad olur. Bu sebeple Allah bütün insanları irşada çağırmaktadır. Çünkü en fazla sevdiği mahluk olan insanın dünya ve ahirette mutlu olmasını yani saadet içinde yaşamasını istiyor. Kişi cahil olan nefsinin zülmünden irşadla kurtulmadığı takdirde ne bu dünya hayatında saadet ve mutluluğu tadabilir ne de ahiret hayatında saadet ve mutluluğu tadabilir.

42/ ŞURA- 47: Isteciybû lirabbiküm min kabli en ye'tiye yevmün lâ meredde lehü minallâh, mâ leküm min melcein yevme izin ve mâ leküm min nekiyr.
Allah tarafından geri çevrilmesine çare olmayan (ölüm) günü gelmeden evvel Rabbinizin davetine icabet edin. Ecel günü (geldiği zaman) sizin için başka (kaçıp sığınacağınız) bir sığınak yoktur ve onu inkâr da edemezsiniz.

Rabbimizin davetine icabet etmek için Allah tarafından bizim için tayin edilen mürşide ulaşmak şarttır. Mürşidin tayini ise Allah'a aittir. Rabbimizden mürşid talebinde bulunan herkese mürşid tayin edeceğine dair Allah'ın garantisi vardır. Ancak Allah'tan başkasına talepte bulunan, yani şirkin içinde olan herkesin amacına ulaşamayacağını Rabbimiz açıklıyor.

13/ RAD-14: Lehü da'vetülhakk , velleziyne yed'ûne min dûnihî lâ yestecibûne lehüm bişey'in illâ kebâsitı keffeyhi ilelmâi liyeblüga fâhü ve mâ hüve bibâligıh , ve mâ du'âülkâfiriyne illâ fiy dalâl.
Onlar için Allah'ın daveti haktır. Onlar ki Allah'tan başkasına çağırırlar, hiçbir şeyle onlara icabet edilmez. Bunların durumları suyun ağzına gelmesi için avuçlarını açmış bekleyen kişi gibidir. Oysa ona kavuşmazlar. Kâfirlerin duasına icabet edilmez, onlar dalâlettedir.
ARAF-194: İnnelleziyne ted'une min dunillahi ibadün emsalüküm fed-uhüm felyesteciybu leküm in küntüm sadıkıyn.
Allah'tan başkasını davet ettikleriniz sizin gibi kullardır. Eğer onların mabut olmaları hususunda sadıksanız, haydi onları davet edin size icabet etsinler.
FATIR-14: İn ted'ûhüm lâ yesmeu duaeküm ve lev semi'û mastecâbû leküm ve yevmelkıyâmeti yekfürûne bi şirkiküm ve lâ yunebbiüke mislü habiyr.
Onları çağıracak olsanız cağırmanızı işitmezler. İşitseler size cevap veremezler, Kıyamet günü sizin şerik koşmanızı tanımazlar. Hiç kimse size HABİR olanın haber verdiği gibi haber veremez.
40/ MÜ'MİN-60: Ve kaâle rabbükümüd'ûniy estecib leküm, innelleziyne yestekbirûne an ıbâdetiy seyedhulûne cehenneme dâhıriyn.
Rabbimiz der ki; "Bana dua edin ki, size icabet edeyim. Muhakkak ki bana kullluk etmek hususunda kibirlenenler alçalmış olarak cehenneme girerler."
42/ ŞURA-26: Ve yesteciybülleziyne âmenû ve amilûssâlihâti ve yeziydühüm min fadlih, velkâfirûne lehüm azâbün şediyd.
Allah âmenû olarak nefs tezkiyesi yapanların dualarını kabul eder. Fazlından onlara fazladan da verir. Kâfirlere gelince onlara şiddetli bir azap var.
ŞURA-38: Vellezinestecabü lirabbihim ve ekâmüssalat, ve emruhüm şüra beynehüm, ve mimma razeknahüm yünfikûn.
Rabb'lerinin davetine icabet edip namaz kılanlar işlerini birbirine danışarak görenler.

Bu danışman Rabbimizin bizim için tayin ettigi mürşiddir. Görülüyor ki, başlangıçta Rabbimizin davetine icabet şart. Fakat bunun gerçekleşmesi bir mürşidle olur. Mürşide ulaşmak ise ancak Allah'a talepte bulunmakla mümkündür.

10-7-1-3- NEFSİ ISLAH EDİCİ AMEL İŞLEYENLER
Gerçekten Kur'ân-ı Kerîm de imân sahibi olup salih amel işleyenlerin Allah'ın cennet müjdesine sahip olacağını Bakara Sûresi'nin 25. âyet-i kerîmesinde beyan buyuruyor.

BAKARA-25 : Ve beşşirillezine âmenü ve amilussalihati ennelehüm cennatin tecri min tahtihel-enhar.
İman sahibi olup salih amel işleyenleri altından ırmaklar akan Cennetler ile müjdele.

Bu kişiler, ancak mürşitlerinin önünde tövbe ettikten sonra kalplerindeki mühür açılıp, kalbin içindeki mühür yazısının alınarak, imânın yazılması halinde nefsi ıslah edici amel işlemeye başlayabilirler.

25/ FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan feülâike yübeddilullahü seyyiâtihim hasenât, ve kânallahü gafûren rahıymâ.
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü'min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.


10-7-1-4- TAKVA SAHİPLERİ
Takva deyince birçok din âlimi takvanın manâsından hareket ederek bir yere varırlar. Takva, korkmak, sakınmak anlamına gelmektedir. Bütün Kur'an âyetlerinde geçen takva sözü yukarıdaki sözlük anlamı verilerek açıklanmıştır.
"Takva sahibi olun!" yerine "Allah'tan korkun!" demişlerdir. Eğer lugat manâsından hareket edilecek olunursa doğru bir yaklaşım. Kur'an-ı Kerim'de takva basamakları vardır:
1. Başlangıç Takvası
2. Ön Takva
3. Birinci Takva
4. İkinci Takva (Ekber Takva)
5. Üçüncü Takva (Azim Takva)
Geniş spektrum içerisinde muhtevaya baktığımız zaman takvanın İslam olmak açısından eş değer bir kavram olduğunu görürüz.
Birinci Takva, Allah'a teslimi gerektiren genel bir kavramdır. Teslimler takvanın temelini oluşturur. Birinci teslim, birinci takvaya ulaşıldığını gösterir. Ruhun Allah'a teslimidir. Dünya saadetinin %50'sini sağlar.
Ekber Takva, ikinci teslimi gerektirir. İnsan fizik vücudunu teslim ettiği zaman Ekber Takva'ya ulaşır. Dünya saadetinin % 90'ını kazanmıştır.
Azim takva 3. teslimi gerektirir. Nefsin teslimidir. Dünya ve ahiret saadetini sağlar.


10-7-1-4-1- BAŞLANGIÇ TAKVASI
28 basamaklı bir spektrumda başlangıç takvası 3. basamaktadır. İnsan Allah'a ulaşmayı, O'na teslim olmayı dilediği zaman 3. basamağa ulaşmıştır. Bu basamakta başlayan takva Takvayı İptidaiye , Başlangıç Takvasıdır.

5/ MAİDE-35: Yâ eyyühelleziyne âmenûttekullahe vebteguû ileyhilvesiylete ve câhidû fiy sebiylihi le'alleküm tüflihûn
Ey (Allaha ulaşmayı dileyen îmân sahipleri) âmenû olanlar Allah'a karşı takva sahibi olun, O'na, Allah'a ulaştırmaya vesile olanı (vesile olan kişiyi Allah'tan) isteyin. Ve Allah'ın yolunda cihad edin ve böylece felâha erin.


10-7-1-4-2- ÖN TAKVA
8. basamakta ön takvaya ulaşılir. Kişi bu seviyede mağfiret ehli olmuştur.

74/ MÜDESSİR-54: Kellâ innehü tezkireh.
Evet o (Kur'ân) şüphesiz bir öğüttür.
74/ MÜDESSİR-55: Femen şâe zekereh.
Kim dilerse öğüt alır.
74/ MÜDESSİR-56: Ve mâ yezkürûne illâ en yeşâallah, hüve ehlüttakvâ ve ehlülmağfireh.
Sadece Allah'ın dilediği kimse öğüt alır. İşte o takva ehlidir. Ve mağfiret ehlidir (onun günahları sevaba çevrilmiştir).

Ön takvanın sahibi olan, mürşidine ulaşıp tövbe eden ve mağfiret sahibi olan kişidir.

25/ FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan feülâike yübeddilullahü seyyiâtihim hasenât, ve kânallahü gafûren rahıymâ.
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü'min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.

10-7-1-4-3- BİRİNCİ TAKVA
Aynı zamanda ıslah-ı nefse başlamıştır. Bundan sonraki 7 kademede nefsini ıslah eder.

91/ ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki nefsini tezkiye eden felâha erer (cennete girer).

Nefsini ıslah ettiği zaman ruhunu da Allah'a ulaştırmıştır.

89/ FECR-27: Yâ eyyetühennefsülmutmainne.
Ey mutmain olan nefs!
89/ FECR-28: İrci'ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh.
Allah'tan razı ol ve Allah'ın rızasını kazan. (Ey ruh) Allah'a (Rabbine) geri dönerek ulaş,

Ve Yunus suresi 62 ve 63. ayetlerdeki ilk takvaya ulaşmıştır.

10/ YUNUS-62: Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.
O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
10/ YUNUS-63: Elleziyne âmenû ve kânû yettekuûn.
Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.

Al-i İmran 102'deki gibi hakkıyla takvaya ulaşılmıştır. Nefs tezkiyesi yapılmış, zikir arttırılmıştır. Ölmeden evvel ruh Allah'a teslim olmuştur.

3/ ÂL-İ İMRAN- 102: Yâ eyyühellezine âmenüttekullahe hakka tükâtihi ve lâ temütünne illâ ve entüm müslimûn.
Ey îmân edenler! Hakkıyla takva sahibi olanlar (nasıl bir takvanın sahibi ise aynı onlar) gibi Allah'a karşı takva sahibi olun ve ölmeden (önce) Allah'a teslim olun.

Kişi üç yeminini birden yerine getirerek takvaya ulaşmıştır.
1. Ruhunu Allah'a ulaştırarak,
2. Nefsini tezkiye ederek,
3. Fizik vücudunu Allah'a kul ederek.

5/ MAİDE-7: Vezkürû ni'metallahi aleyküm ve miysâkahülleziy ve esekaküm bihî iz kültüm semi'nâ ve eta'nâ vettekullah, innallahe aliymün bizâtissudûr
Allah'ın üzerinizdeki nimetini zikredin ki ve O'na verdiğiniz misakinizi zikredin ki O, misakinizle sizleri bağlamıştı (yeminlerinizi üzerinize farz kılmıştı) o zaman (elestü bi rabbiküm günü) işittik ve itaat ettik demiştiniz. Ve Allah'a takva sahibi olun, muhakkak ki Allah sinelerdekini bilir.
89/ FECR-27: Yâ eyyetühennefsülmutmainne.
Ey mutmain olan nefs!
89/ FECR-28: İrci'ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh.
Allah'tan razı ol ve Allah'ın rızasını kazan. (Ey ruh) Allah'a (Rabbine) geri dönerek ulaş,
89/ FECR-29 : Fedhuliy fiy ibâdiy
(Ey fizik vücut!) o zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman), (bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/ FECR-30 : Vedhuliy cennetiy.
Ve cennetime gir


10-7-1-4-4- EKBER TAKVA
Daha sonra 25. basamakta fizik vücut Allah'a teslim olur.

4/ NİSA-125 : Ve men ahsenü diynen mimmen esleme vechehü lillâhi ve hüve muhsinün vettebe'a millete ibrâhiyme haniyfâ, vettehazallahü ibrâhime haliylâ.
O kişiden vechi, (fizik vücudu) dinde daha ahsen kim vardır? O kişi ki vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah Hz. İbrâhîm'i dost ittihaz etmiştir.
3/ ÂL-İ İMRAN-134: Ellezine yünfikûne fisserrâi veddarrâi velkâzıminel gayza vel'âfîne aninnâs. Vallâhü yuhibbül muhsinîn.
O (takva sahipleri) ki bollukta da, darlıkta da (Allah için) infâk ederler (ihtiyaç sahiplerine verirler). Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler, Allah muhsinleri sever.
3/ ÂL-İ İMRAN- 135: Vellezine izâ fe'alû fâhişeten ev zalemü enfüsehüm zekerullâhe festağferû lizünûbihim, ve men yağfiruz zunûbe illallahü ve lem yüsırrû alâ mâ fe'alû ve hüm ya'lemûn.
O (takva sahipleri) ki, bir kötülük yaptıkları veya nefslerine zulmettikleri zaman, Allah'ı zikrederek hemen günahları için istiğfar ederler. Allah'tan başka günahları kim bağışlayabilir. Ve onlar, yaptıkları şeylerin (hataların) üzerinde bile bile ısrar etmezler.

10-7-1-4-4- AZİM TAKVA
Al-i İmran 135'de üçüncü ekber takvaya ulaşılmıştır. Ve nefsin teslimi 3. takvaya, Azim takvaya ulaştırır.

7/ ARAF -35 : Yâ beniy âdeme immâ ye'tiyenneküm rüsülün minküm yekussûne aleyküm âyâtiy femenittekaâ ve esleha felâ havfün aleyhim ve lâ hüm yehzenûn.
Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden size âyetlerimi kıssa (açıklayan, beyan) eden Resûller gelince her kim ki takva sahibi olup nefsini ıslah ederse onlar için korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
3/ ÂL-İ İMRAN-179: Mâ kânallâhü liyezeralmü'mînine alâ mâ entüm aleyhi hattâ yemîzel habîse minettayyib. Ve mâ kânallahü li yutlı'aküm alel gaybi ve lâkinnallahe yectebî min rusûlihî men yeşâü feâminü billâhi ve rusûlih, ve in tü'minû ve tettekû feleküm ecrun azîm.
Allah mü'minleri, pisi, temizden ayırıncaya kadar, şu üzerinde bulundukları hâl üzere bırakacak değildir. Allah sizi gayp üzerine (gaypten) haberdar edecek de değildir. Fakat Allah, Resûllerinden dilediği kimseyi seçer, (gaybı ona, o Resûl'üne bildirir). O halde, Allah'a ve O'nun Resûllerine îmân edin. Ve eğer îmân eder ve takva sahibi olursanız o zaman sizin için ECR'ÜL AZÎM (büyük mükâfat) var.
2/ BAKARA-177 : Leyselbirra en tüvellü vücüheküm kıbelelmeşrıkı velmağrıbi ve lâkinnelbirra men âmene billâhi velyevmil'âhırı velmelâiketi velkitâbi vennebiyyine , ve âtelmâle alâ hubbihi zevilkurbâ velyetâmâ velmesâkine vebnessebili vessâiline ve firrıkâbi, ve ekâmessalâte ve âtezzekâte, velmüfüne biahdihim izâ âhedü, vessâbirine filbe'sâi veddarrâi ve hınelbe'si. Ülâikellezine sadaku. Ve ülâike hümülmüttekun.
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin asıl birr, kişinin, Allah'a, yevm'il ahire, (Allah'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab'a, peygamberlere îmân etmesi ve O'nun sevgisine dayalı olarak, akrabalarına (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara) yolda kalmış yolculara, dilencilere, köle ve esirlere (kurtulmaları için) mal vermesi (harcaması) namazı kılması, zekâtı vermesi, ahd verdiği (Allah'a ve insanlara) zaman ahdini yerine getirmesi, zorlukta ve darlıkta ve sıkıntı halinde sabredenlerden olmasıdır. İşte onlar o kişiler sadıklardır. İşte, takva sahibi onlardır.
2/ BAKARA-179: Ve leküm filkısâsı hayâtün yâ ulûlelbâbi le'alleküm tettekune.
Ey ulûl'elbâb! Kısasta sizin için hayat vardır. Böylece (umulur ki ) siz takva sahibi olursunuz.


10-7-1-5- YEMİN SAHİPLERİ
El Vakı-a Sûresi'nde Allahû Teala cennete girecek iki gruptan bahsediyor. Bunların ilkine Ashab-ı meymene (Yemin sahipleri) ikincisine ise Sabikûn diyor. Yemin sahipleri üç yeminlerini yerine getirenlerdir. Ruhlarını Allah'a ulaştıran, nefslerini tezkiye eden ve Allah'a kul olan kişi yemin sahibidir. Birincil şartları yerine getirmiştir.
Yemin sahiplerinin, yükseltilmiş döşekleri üstünde meyve ağaçlarının altında dinleneceğini söylüyor.
Sabikûnlar ise hayırlarda yarışanlardır. Daimi zikir makamına ulaşmışlardır. Yükseltilmiş altın tahtlar (Gaşiye-13'de "Fiha sürurun merfüah. Orada yüksek tahtlar var.") mücevherlerle süslü tahtlar veriliyor ve ötekilere de yükseltilmiş döşekler veriliyor. Vakıa-34'de "Ve füruşürin merfüah. Yükseltilmiş döşeklerdir."
Cennete girebilmenin asgari şartı âmenû (Allah'a ulaşmayı dilemektir.) olmaktır. Sebe Sûresi'nin 20. âyeti kerîmesinin gerçek anlamı burada ortaya çıkıyor.



10-7-1-6- MÜMİNLER
10-7-1-6-1-MÜ'MİN OLMAK
34/ SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim ibliysü zannehü fettebe'ûhü illâ feriykan minelmü'miniyn.
Şeytan insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi iblise tâbî oldular.

Mü'min olmak ise ancak mürşide ulaşıp kalbine imân yazılmasi ile mümkündür. İnsanların hepsi kurtulduğunu zannediyor. Dünyadaki bütün İslâm kuruluşlarının hepsi durmadan bizi islâmın beş şartına uymaya çağırıyor. Bu beş şartı tamamlamışsanız kurtuldunuz diyorlar. Allahû Tealâ ise bunun çok ötesini istiyor. Sadece fizik vücudun beş şartı yerine getirmesini değil, ruhun, vechin ve nefsin de Allah'ın emirlerini yerine getirmelerini ve teslim olmalarını istiyor. Ve Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerîminde, Kur'ân-ı Kerîm'in dışındaki bir takım kitapları kaynak (Emaniye) göstermek sureti ile onlara ittiba edenlerin ne kadar yanlış bir yolda olduklarını bize vurguluyor.
Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunanlar mü'mindir.
Bu tek fırka Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunanlardır.

34/ SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim ibliysü zannehü fettebe'ûhü illâ feriykan minelmü'miniyn.
Şeytan insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi iblise tâbî oldular.
6/ EN'AM-153 : Ve enne hâzâ sırâtıymüstekıymen fettebiûh, ve lâ tettebi'ûssübüle feteferreka biküm an sebiylih, zâliküm vassâküm bihî le'alleküm tettekuûn.
İşte bu muhakkak ki Sırat-ı Müstakiym'dir, ona (Sırat-ı Müstakiym'e) tâbî olun, ve diğer yollara tâbî olmayın ki (bütün o yollar) sizi Allah'ın yolundan ayırırlar (saptırırlar). İşte bu Allah'ın sizi bağladığı şeydir umulur ki takva sahibi olursunuz.

Görülüyor ki mü'min olmak Sırat-ı Müstakiym üzerinde olmayı gerektiriyor.

1/ FATİHA-7: Sıratellezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim veleddâllin.
O (SIRAT-I MÜSTAKİYM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur.Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (mürşidlerine ulaşamayanların) yolu değil.
Anlaşılmaktadır ki ni'met, mü'min ve Sırat-ı Müstakiym arasında sıkı bir ilişki vardır.

3/ ÂL-İ İMRAN-164: Lekad mennallahü alel mü'minîne iz be'ase fîhim resûlen min enfüsihim yetlû aleyhim âyâtihi ve yüzekkihim ve yü'allimühümülkitâbe velhikmeh, ve in kânû min kablü lefî dalâlin mübîn.
Andolsun ki mü'minlerin (başlarının) üzerine (Resûllerin ruhları) bir nimet olmak üzere kendi zamanlarında kendi içlerinden bir Resûl be'as ederiz, onların aralarında (her kavmin içinde) onlara Allah'ın âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu Mürşid Resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.

Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunan mü'minlerin başlarının üzerindeki ni'met, Allah'ın insanların arasında beas ettiği resûle aittir. Resûlün ruhudur.

40/ MÜ'MİN-15: Refiy'udderecâti zül'arş, yülkıyrrûha min emrihî alâ men yeşâü min ıbâdihî liyünzire yevmettelâak.
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh ulaştırır.

Allah kimin başının üzerine, emrinden, resûle ait ruhu ni'met olarak göndermişse, o kişi, Allah'a ulaştıran yolun (Sırat-ı Müstakiym'in) üzerine çıkar.
O ni'metin başının üzerine gelmesi sebebiyle kalbinin içine imân yazılır.

58/ MÜCADELE-22: Lâ tecidü kavmen yü'minûne billâhi velyevmil'âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül'iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel'enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn .
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
49/ HUCURAT-14: Kaâletil'a' râbü âmennâ, kul lem tü'minû ve lâkin kuûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil'iymânü fiy kulûbiküm, ve in tütıy'ullahe ve resûlehü lâ yelitküm min a'mâliküm şey'â, innallahe gafûrün rahıym.
Araplar dediler ki; "Biz mü'min olduk. (Habibim) de ki, "mü'min olduk"demeyin, lâkin "İslâm (dairesine) girdik" deyin. Çünkü kalplerinizin içine îmân girmedi (îmân yazılmadı). Ve eğer Allah'a ve Resûl'üne itaat ederseniz amellerinizden birşey eksilmez. Allah gafurdur , rahiymdir.

Bütün bu işlemlerin gerçekleşmesi ve kişinin mü'min olması, Allah'ın tayin ettiği resûle tabi olmasına, onun önünde tövbe almasına bağlıdır .

25/ FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan feülâike yübeddilullahü seyyiâtihim hasenât, ve kânallahü gafûren rahıymâ.
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü'min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.
25/ FURKAN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan feinnehü yetûbü ilallahi metâbâ.
Kim tövbe eder ve ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) işlerse muhakkak ki o Allah'a tövbeleri kabul edilmiş olarak ulaşır.

Yukarıdaki âyette de Rabbimiz bir kez daha bu tövbenin o kişiyi mü'min kılacağını ve Sırat-ı Müstakiym üzerine çıkaracağını vurgulamaktadır.


10-7-1-6-2- MÜ'MİN OMANIN ŞARTLARI
Bir insanın mü'min olabilmesi 7 inanç, 7 kalp ve 3 vasıf şartına bağlıdır.

7 İNANÇ ŞARTI:
1. Allah'a inanmak
2. Allah'ın kitaplarına inanmak
3. Resullerine inanmak
4. Meleklerine inanmak
5. Ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasına inanmak
6. Bâs-ü Badel Mevt'e inanmak
7. Hayrın Allah'tan, şerr'in nefsimizden olduğuna inanmak

7 KALP ŞARTI:
1. Kalpteki ekinnetin kaldırılması
2. Kalbin içine ihbat konulması

17/ İSRA-45: Ve izâ kara'telkur'âne ce'alnâ beyneke ve beynelleziyne lâ yü'minûne bil'âhıreti hicâben mestûrâ.
Sen Kur'ân-ı okuduğun (onlara anlattığın) zaman seninle onların arasına, ki onlar ahirete inanmazlar, gizli (örtülü) bir perde koyarız (hicab-ı mesture).
17/ İSRA-46: Ve ce'alnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhü ve fiy âzânihim vakrâ, ve izâ zekerte rabbeke fiylkur'âni vahdehü vellev alâ edbârihim nüfûrâ.
Onların kalpleri üzerine ekinnet koyarız ki onu Kur'ân-ı (senin söylediklerini) anlamasınlar (idrak, fıkıh edemesinler). Ve onların kulaklarına vakra (isminde bir engel) koyarız (seni işitmelerine mani oluruz). Sen Rabbini Kur'ân'da tek olarak zikrettiğin zaman onlar nefretle arkalarını dönerler.
22/HAC-54: Ve liya'lemelleziyne ûtül'ılme ennehülhakku min rabbike feyü'minû bihî fetuhbite lehü kulûbühüm, ve innallahe lehâdilleziyne âmenû ilâ sırâtın müstakıym.
Ve kendilerine ilim verilenler onun Rabb'inden bir hak olduğunu bilsinler diye ve ona inansınlar diye onların kalplerine ihbat konmuştur. Muhakkak ki Allah âmenû olanları Sırat-ı Müstakiym'e ulaştırır.

3. Kalbin Allah'a döndürülmesi
50/ KAF- 32: Hâzâ mâ tû'adûne likülli evvâbin hafiyz .
İşte vaad olduğunuz şey (bu cennettir). Bütün evvab (Allah'a ruhu ulaşmış ve sığınmış) ve hafız (başları üzerinde mürşidin ruhunu muhafız olarak taşıyan) olanlar için.

4. Huşunun oluşması
Kalbinde huşu oluşan insan hacet namazı kılarak bu huşu sayesinde Allah'ın özel yardımını alır.
2/ BAKARA-45: Veste'ınu bissabri vessalât. Ve inneha lekebiratün illâ alel haşi'ın.
(Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu, (hacet namazı ile kişiyi Allah'a ulaştıran mürşidi sormak ) huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/ BAKARA-46: Ellezine yezunnune ennehüm mülâku rabbihim ve ennehüm ileyhi raci'un.
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerini bilirler (yakîn derecesinde inanırlar).

Ve mürşidine ulaşarak tövbe alır.

5. Kalbin mührü açılır.
6. Kalbin içindeki küfür alınır.

58/ MÜCADELE-22: Lâ tecidü kavmen yü'minûne billâhi velyevmil'âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül'iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel'enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn .
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.

7. Kalbin içine imân yazılır.
58/ MÜCADELE-22: Lâ tecidü kavmen yü'minûne billâhi velyevmil'âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül'iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel'enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn .
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.

Böylelikle üç hidayet vasfının da sahibi olunur:
1. Ruh Allah'a ulaşmak üzere Sırat-ı Müstakiym üzerine vasıl olur. (Ruhun hidayete başlaması)
2. Nefs tezkiye olmaya başlar (Islah-ı nefs) (Nefsin hidayete başlaması).
3. Fizik vücut Allah'a kul olur (Fizik vücudun hidayete başlaması).
Görülüyor ki sadece Allah'a inanmak insanı mü'min kılmıyor. Yedi inanç şartını gerçekleştirmemiz gerekiyor. Allah'u Teala'nın buna bağlı olarak 7 kalp şartını gerçekleştirmesi gerekiyor. Bu kalp şartlarından ilk dördü inanç şartlarını yerine getirdiğimiz zaman, son üçü mürşidimize tabi olduğumuz zaman gerçekleşir. Bu şartlar sonucunda insan üç hidayet vasfının da sahibi oluyor ve mü'min oluyor.


10-7-1-6- SABİKUN
Daimi zikrin sahipleri müsabakanın birinci, ikinci ve üçüncüleridir. Sahabe için Allahû Tealâ, "Sabikûn El Evvelliyne" tabirini kullanıyor. Ve Tövbe Sûresi'nin 100. âyet-i kerîmesinde Peygamber Efendimiz S.A.V. devrinde sahabenin hepsinin sabikûn olduğundan bahsediyor. Buyuruyor ki,

9/TÖVBE-100: Vessâbikuûnel-evvelûne minelmuhâciriyne vel'ansâri velleziynettebe'ûhüm biıhsânin radıyallahü anhüm ve radû anhü ve e'adde lehüm cennâtin tecriy tahtehel'enhârü hâlidiyne fiyhâ ebedâ, zâlikelfevzül'azıym.
O sabikûn-el evveliyn (evvelki ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamları olan en üst üç makamı işgal edenler) varya, onların bir kısmı muhacirîynden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhaciriyne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahabe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlar altlarından ırmaklar akan cennetlere konulacak ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte en büyük (azîm) mükâfat budur.

Demek ki, 14 asır önce ensar ile muhacirun beraberce sabikûnu oluşturmuşlardı. Bunların, sabikûn dediğimiz kişilerin hikmet sahibi olduğunu Allahû Tealâ bu âyet-i kerîme'nin sonunda açıklıyor. Hikmet için biliyorsunuz ki EKBER RIZA asıldır. Allahû Tealâ'nın EKBER RIZASINI kazanmak asıldır. Sabikûn olanlar daimî zikre ulaşmış olanlardır. Salâh makamını da kapsamaktadır.
Onlar Allah'tan razı idiler. Allah da onlardan razı. Öyleyse sabikûn ifadesi azim takvanın bir işaretini de taşıyor. Nitekim El Vakı-a sûresinde de Allahû Tealâ Hz. (El Vakıa 15 "Ala sürürün mevdunetin" "Altından örülmüş tahtlar üzerinde.") Sabikûna cennette tahtlar ihsan ediyor. Demek ki, sabikûn adını verdiğimiz kişiler yemin sahiplerinden farklı. Yemin sahipleri de cennete gidiyor ama tahtları yok döşekleri var. Meyve ağaçlarının altında dinleniyorlor. Sabikûn'un yemin sahiplerinden farklılıkları ise şöyledir;
1. Daimi zikre ulaşmışlardır.
2. Hikmet sahipleridir.
3. En yüksek dereceleri kazanmışlardır.
1. Ulûl'elbab
2. İhlâs
3. Salâh
Bu üç makamda bulunanların hepsine Sabikûn denir.
Yemin sahipleri Allah'ın dostluğu payesine ermiş olanlardır. Bunlar velilerdir.
10/ YUNUS-62: Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.
O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
10/ YUNUS-63: Elleziyne âmenû ve kânû yettekuûn.
Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.
Bu takva birinci takvadır. Birinci takvanın sahibi dediğimiz kişilerin veliler olduğu âyet-i kerîmede bir defa daha açıklığa kavuşturulmuştur.


10-8- CEHENNEM
Bu dünya hayatında yaptıklarının hesabı neticesinde cehennemle cezalandırılırlar. Ashab'ı Meş'emeyi teşkil ederler ve üç gruptan oluşurlar. Bunlar; kâfirler, amelsiz inananlar, yetersiz amelli inananlardır. Bunlardan sadece âmenû olanlar için sonunda cennet vardır.

HUD-106, 107: Fe'emelleziyne ştekuü fefinnari lehüm fiha zefirün ve şehiyk halidiyne fiha mâ damatis semavatü vel'ardü illa masae Rabbük inne Rabbeke fa'alün lima yüriyd.
Bahtsız olanları (Şakiler) ateş içinde bulunurlar. Oradan yüksek sesle soluk alıp feryat ederler. Gökler ve yer durdukça onlar cehennemde ebedi olarak kalıcıdırlar. Ancak Rabbinin dilediği başka. Çünkü dilediğini noksansız yapar.

Rabbimiz buyurmaktadır ki;
28/ KASAS-88: Ve lâ ted'u ma'allahi ilâhen âhar, lâ ilâhe illâ hû, küllü şey'in hâlikün illâ vecheh, lehülhükmü ve ileyhi türce'ûn.
Ve Allah ile beraber başka ilâha tapma, Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah'ın vechinden başka herşey helâk olur. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.

Allah her şeyi aslına rücu ettirecektir. Allahû Zülcelâl Hz. her şeyi enerjiden yarattığına göre, her şeyin tekrar enerji haline döndürüleceği birgün gelecektir. O gün hiçbir şey kalmayacak, var olan her şey enerjiye dönüşecektir. O gün cennet ve cehennemin her ikisi de enerjiye dönüşecek yani yok olacaktır.
Allah'a ibadeti kibirlerine yediremeyen kâfirleri Rabbimiz aşağıda açıklıyor.

40/ MÜ'MİN-60: Ve kaâle rabbükümüd'ûniy estecib leküm, innelleziyne yestekbirûne an ıbâdetiy seyedhulûne cehenneme dâhıriyn.
Rabbimiz der ki; "Bana dua edin ki, size icabet edeyim. Muhakkak ki bana kullluk etmek hususunda kibirlenenler alçalmış olarak cehenneme girerler."

Allah'a inananlar var. Fakat henüz imân sahibi olmamışlarsa yani Allah'ın Zatı'na ruhen ulaşmanın bir farz olduğunun idrakine varamamışlarsa Allahû Zülcelâl Hz.leri onların davetlerine icabet etmez. Çünkü bunlar şirkin içindedirler. Rabbimiz kalbi taleplere cevap veriyor. Bunların kalbine imân henüz girmemiştir. Zahiri anlamda fizik vücut bazında bir takım ibadetler yapıyorlar. Zanna tâbî olarak uydurma emaniyeye (kuruntulara) tâbî olarak Allah'ın Zatı'na ulaşmayı ummazlar, mümkün görmezler. Ruhen vuslatı yani Allah'a kavuşmayı düşünmezler. Bu nedenledir ki, Allah'ın bir âyetini tekzip ettikleri için dualarına icabet de mümkün olamaz.

10/ YUNUS-45: Ve yevme yahşürühüm keen lem yelbesû illâ sâ'aten minennehâri yete'ârefûne beynehüm, kad hasirelleziyne kezzebû bilikaâillâhi ve mâ kânû mühtediyn.
Onların haşredildiği (toplandıkları) gün, gündüzün bir saati kadar kalmış sanırlar, birbirlerini tanıdıkları (günün bir saati kadar). Andolsun ki Allah'a (ölmeden evvel ruhen) mülâki olmayı (ulaşmayı) tekzip edenler (yalanlayanlar) (nefslerini) hüsrana düşürenlerdir. Onlar (Allah'a ölümden evvel ulaşmayı tekzib ettikleri için) hidayete eremezler. (ruhlarını ölümden evvel Allah'a ulaştıramazlar).

Demek ki bu kişiler başlangıçta Allah'a ulaşmayı tekzip ederler. Allah'a ulaşmayı tekzip edenlerin imân sahibi olmayacaklarını Rabbimiz açıklıyor. Çünkü imân sahibi demek bu dünya hayatı yaşanırken kendisine ait olan ruh'u mutlaka Allah'a ulaştırmayı bir farz olarak idrak edebilen kişi demektir. Bu idrak seviyesinde değilse, duasına da icabet olmaz.

13/ RAD-14: Lehü da'vetülhakk , velleziyne yed'ûne min dûnihî lâ yestecibûne lehüm bişey'in illâ kebâsitı keffeyhi ilelmâi liyeblüga fâhü ve mâ hüve bibâligıh , ve mâ du'âülkâfiriyne illâ fiy dalâl.
Onlar için Allah'ın daveti haktır. Onlar ki Allah'tan başkasına çağırırlar, hiçbir şeyle onlara icabet edilmez. Bunların durumları suyun ağzına gelmesi için avuçlarını açmış bekleyen kişi gibidir. Oysa ona kavuşmazlar. Kâfirlerin duasına icabet edilmez, onlar dalâlettedir.

Allah'a çağırmak demek evvela ona imân sahibi olmak demektir. İmân sahibi olanların davetine icabet Rabbimizin garantisi altındadır.

2/ BAKARA-186: Ve izâ se'eleke ıbâdi anni feinni karibü. Ücibü da'veteddâ'ı izâ de'âni, felyestecibüli velyü'minü bi le'allehüm yerşüdün.
Ve kullarım, sana benden sorduğu zaman, Ben muhakkak ki (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlarda benim (davetime) icabet etsinler ve bana imân etsinler. Böylece irşada ulaşsınlar (irşad olsunlar).

Demek ki, duamıza icabet iki şarta bağlıdır. Allah'ın davetine icabet etmemize ve Allah'a imân sahibi olmamıza bağlıdır. İman sahibi olamayanlar davetin yerine getirilmesinde mutlak gerekli olan mürşide (Allah'ın tayin ettiği öğretmene) tâbî olmayı düşünmezler, kabul etmezler, nefsimizin hevalarına (Arzularına) tâbî olur ve zalimlerden olurlar.

28/ KASAS-50 : Fein lem yesteciybû leke fa'lem ennemâ yettebi'ûne ehvâehüm, ve men edallü mimmenittebe'a hevâhü bigayri hüden minallah, innallahe lâ yehdiylkavmezzâlimiyn
Eğer sana (senin hidayete erdirme davetine) icabet etmezlerse (uymazlarsa), o zaman bil ki onlar hevalarına (nefslerine) tâbî olmuşlardır. Allah'tan (Allah'ın tayin ettiği) hidayetçiye değil de hevasına (nefsine) tâbî olan kişiden daha çok dalâlette olan kim vardır? Muhakkak ki Allah zalim kavimleri hidayete erdirmez.

Bu âyet-i kerîmede anlaşıldığı gibi Allah'ın temel davetine icabet etmek ancak Rabbimizin tayin ettiği mürşide tâbî olmaktan geçer. Mürşidi olmayanın dalâlette olduğunu ve nefsinin hevasına tâbî olarak hiçbir zaman hidâyete ulaşamayacağını yani Allah'a vuslat olamayacağını Rabbimiz açıklıyor.

18/ KEHF-17 : Men yehdillâhü fehüvelmühted, ve men yudlil felen tecide lehü veliyyen mürşidâ.
Allah kimi kendisine hidayet etmişse (kimin ruhunu kendisine ulaştırmışsa) o muhakkak ki hidayete ermiştir. Kim de dalâlete düşmüşse onun için bir velî mürşid bulunmaz.

İrşad edici bir velinin olmaması kişinin kalbi yapısıdan kaynaklanıyor. Çünkü mürşid bizi Allah'a ulaştıran Allah'ın vazifelisidir. Fakat kişi Allah'a ulaşmayı tekzip ediyorsa otomatik olarak Allah'tan mürşid talebinde bulunmuyor. Mürşidi gerekli görmüyor. Bunun tabii sonucu olarak Allah'ın onlar için irşad edici bir veli göndermemesi son derece uygun. Çünkü mürşidi gerekli gören ve talep edenlerin (Allahu Zülcelâl Hz.) sadece onların, kendisinin tayin ettiği mürşide ulaşacağına söz verrniş.


10-8-1- KİMLER CEHENNEME GİRER
10-8-1-1- ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEYENLER
10/ YUNUS -7: İnnelleziyne lâ yercûne likaâenâ ve radû bilhayâtiddünyâ vatme'ennû bihâ velleziyne hüm an âyâtinâ gaâfilûn.
Onlar ki bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler, dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır, onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/ YUNUS- 8: Ülâike me'vâhümünnârü bimâ kânû yeksibûn.
İşte bunların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer cehennemdir.


10-8-1-2- KAFiRLER
BAKARA- 126: Kale ve men kefere feümetti'uhu kaliylen sümme edtarruhü iIâ azabınnarve bi'selmesiyr.
Allah kâfir olanıda biraz istifade ettirdikten sonra ateş azabına duçar kilacağını ve orası ne kötu ugraktır buyurmüçtur.


10-8-1-3- DAVETE İCABET ETMEYENLER
13/ RAD-18: Lilleziynestecâbû lirabbihimülhusnâ, velleziyne lem yestecibû lehü lev enne lehüm mâ fiyl'ardı cemiy'an ve mislehü ma'ahü leftedev bih, ülâike lehüm sûülhısâbi ve me'vâhüm cehennem, ve bi'selmihâd.
Rab'lerinin emrine icabet edenler için en güzel karşılık vardır. İcabet etmeyenler, eğer yeryüzünde ki herşeye sahip olsalar ve bir misli daha olsa, hepsini feda ederlerdi. Onlar için kötü hesap vardır. Sığınakları cehennemdir, o ne fena yataktır!
Ekleme Tarihi: 22.12.2005 - 05:03
tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (4): (1) 2 3 Devam >
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 826 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
kaykaan (57), safak-50 (60), nazlinazende (45), sena_55 (49), NEWYORKER (50), hazan44 (39), RaMaZaN050 (34), KONVEYÖR (47), arefenur (52), mehmet4467 (42), hasret44 (39), turancihan (48), sevgikusu (37), kul_bahri (58), ser_kan (47), ssessiss (36), Seyyidmehmet (47), Ata01 (52), sempatik_cd (43), ebubekir1989 (35), M.EFE (50), sam@ (42), ozgurozakinci (47), garibcahil (46), muhacir-i muham.. (40), Osman50 (70), kanka_konya (36), hkurt (60), haliime (45), mrasitalas (40), hayýrsev.. (58), zekitatari (67), y_turan (39), doctor (41), koylu (63)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.07877 saniyede açıldı