kaletra lopinavir ritonavir ivermectine generique colchicine stromectol tricor trileptal triple trial pack trittico tryptizol tylenol ulcidine urispas uroxatral uvadex valif valtrex vaniqa vantin vaseretic vasotec ventolin inhaler ventolin vepesid veracim vermicidin vermox vesanoid vesdil viagra oral jelly viagra professional viagra soft viagra strips viagra sublingual viagra super active viagra super dulox force viagra super fluox force viagra super force viagra vibramycin vicard vigora virazole vistagan volmax cr
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » M E A L » "Sonra kalpleriniz katılaştı..."

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Devadam su an offline Devadam  
Themenicon    "Sonra kalpleriniz katılaştı..."

326 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 15.10.2003
En Son On: 07.11.2005 - 07:47
Cinsiyeti: Erkek 
Euzu Billahi mineş şeytanir racim, Bismillahir Rahmanir Rahim...
"Sümme kaset kulubukum min ba'di zalike fehiye kel hicerati ev eşeddu kasveten, ve inne minel hicerati lema yeşşakkaku feyehrucu minhul mau ve inne minha lema yetefecceru minhul enharu ve inne minha lema yehbitu min haşyetillahi vemallahu bi gafilin amma ta'melun."

"aglaNe var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir."

"Şu âyeti okurken, müvesvis dedi ki: "Herkese mâlûm ve âdi olan taşların şu fıtrî bâzı hâlât-ı tabiiyesini, en mühim ve büyük mes'eleler sûretinde bahis ve beyânda ne mânâ var, ne münasebet var, ne ihtiyaç var?"
Şu vesveseye karşı feyz-i Kur'andan şöyle bir nükte ilham edildi:
Evet, münasebet var ve ihtiyaç var. Hem o derece büyük bir münasebet ve ehemmiyetli bir mânâ ve o derece muazzam ve lüzumlu bir hakikat var ki, ancak Kur'anın îcaz-ı mu'cizi ve lütf-u irşadıyla bir derece basitleştirilmiş ve ihtisar edilmiş. Evet icâz-ı Kur'anın bir esâsı olan îcaz, hem hidâyet-i Kur'anın bir nuru olan lütf-u irşad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki: Kur'anın muhatâbları içinde ekseriyeti teşkil eden avâma karşı küllî hakikatları ve derin ve umumî düsturları, me'luf ve cüz'î Sûretler ile gösterilsin ve fikirleri basit olan umumî avâma karşı, muazzam hakikatların yalnız uçları ve basit bir sûreti gösterilsin. Hem âdet perdesi tahtında ve zeminin altında hârikulâde olan tasarrufat-ı İlahiye, icmâlen gösterilsin. İşte bu sırra binaendir ki, Kur'an-ı Hakîm şu âyetle diyor:
Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki: Kalbleriniz taştan daha câmid ve daha ziyade katılaşmıştır. Zira görmüyor musunuz ki, o pek sert ve pek câmid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar evâmir-i İlahiyeye karşı muti' ve müsahhar ve icraat-ı Rabbâniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki, havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı İlahiye ne derece sühuletle cereyan ediyor. Öyle de; taht-ez zemin ve o sert, sağır taşlarda o derece sühulet ve intizâm ile, hattâ damarlara karşı kanın cevelanı gibi muntâzam su cedvelleri (Haşiye 1) ve su damarları, kemâl-i hikmetle o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebâtat ve ağaçların dallarının sühuletle sûret-i intişarı gibi; o derece sühuletle köklerin nazik damarları, yer altındaki taşlarda mümânâat görmeyerek evâmir-i İlahî ile muntâzam intişar ettiğini Kur'an işaret ediyor ve geniş bir hakikatı, şu âyetle ders veriyor ve o ders ile, o kasavetli kalblere bu mânâyı veriyor ve remzen diyor:
(Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir Zâtın evâmirine karşı o kalb kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o Zâtın evâmiri önünde Kemâl-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel îfâ ediyorlar. İtaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevilhayata, âb-ı hayatla beraber sâir medâr-ı hayatlarına öyle bir hazinedârlık ediyor ve öyle bir adâlet le taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i Zülcelâl'in dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve âzamet-i kudretine karşı secdededir. Zira toprak üstünde müşahede ettiğimiz şu masnuat-ı muntâzama ve şu hikmetli ve inâyetli tasarrufat-ı İlâhiye misillü, zemin altında aynen cereyan ediyor. Belki hikmeten daha acib ve intizâmca daha garib bir sûrette hikmet ve inâyet-i İlâhiye tecelli ediyor. Bakınız! En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evâmir-i tekviniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar ve me'mur-u İlâhî olan o lâtif sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir. Güya bir âşık gibi, o lâtif ve güzellerin temasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor.
Hem "ve inne minha lema yehbitu min haşyetillah" ile şöyle bir hakikat-ı muazzamanın ucunu gösteriyor ki: «Taleb-i Rü'yet» hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser dağların zelzele veya bâzı hâdisat-ı arziye sûretinde tecelliyat-ı Celaliyye ile o dağların yüksek zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı Celaliyyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı ufalanıp toprağa kalbolup, nebâtata menşe' olur. Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek ve mahfî Bâzı hikem ve menafi' için kudret ve hikmet-i İlahiyeye secde-i itaat ederek, desâtir-i Hikmet-i Sübhaniyeye emirber şeklini alıyorlar. Elbette o haşyetten, o yüksek mevkii terkedip mütevâziâne aşağı yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebeb olmak beyhude olmayıp, başıboş değil ve tesadüfî dahi olmadığını, belki bir Hakîm-i Kadîr'in tasarrufat-ı Hakîmânesiyle, o intizâmsızlık içinde zâhir nazara görünmeyen bir intizâm-ı hakîmane bulunduğuna delil ise; o taşlara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde yuvarlandıkları dağın cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaatıyla münakkaş ve müzeyyen olan gömleklerin Kemâl-i intizâmı ve hüsn-ü san'atı; kat'î, şübhesiz şehadet eder.
İşte şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz. Şimdi bakınız Kur'anın letafet-i Beyânına ve i'câz-ı belâgatına; nasıl şu zikrolunan büyük ve geniş ve ehemmiyetli hakikatların uçlarını üç fıkra içinde üç vakıâ-yı meşhure ve meşhude ile gösteriyor ve medâr-ı ibret üç hâdise-i uhrâyı hatırlatmakla lâtif bir irşad yapar, mukavemetsûz bir zecreder.
Meselâ: İkinci fıkrada der: "ve inne minha lema yeşşekkaku feyehrucu minhul mau"
Şu fıkra ile Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'ın asâsına karşı Kemâl-i şevk ile inşikak edip oniki gözünden oniki çeşme akıtan taşa işaret etmekle, şöyle bir mânâyı ifham ediyor ve mânen diyor: Ey Benî-İsrail! Bir tek mu'cize-i Musâ'ya (A.S.) karşı koca taşlar yumuşar, parçalanır. Ya haşyetinden veya sürurundan ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla bütün mu'cizât-ı Museviyeye (A.S.) karşı temerrüd ederek ağlamayıp, gözünüz cümûd ve kalbiniz katılık ediyor.
Hem üçüncü fıkrada der: "ve inne minha lema yahbitu min haşyetillah"
Şu fıkra ile Tûr-i Sîna'daki münacat-ı Museviyede (A.S.) vuku bulan tecelliye-i Celâliyye heybetinden koca dağ parçalanıp dağılması ve o haşyetten taşların etrafa yuvarlanması olan vâkıa-yı meşhûreyi ihtar ile şöyle bir mânâyı ders veriyor ki: Ey Kavm-i Mûsa (A.S.) Nasıl Allah'tan korkmuyorsunuz? Halbuki taşlardan ibaret olan dağlar, onun haşyetinden ezilip dağılıyor ve sizden ahz-ı misak için üstünüzde Cebel-i Tûr'u tuttuğunu, hem taleb-i rü'yet hâdisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesaretle onun haşyetinden titremeyip, kalbinizi katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz?
Hem birinci fıkrada diyor: "ve inne minel hicerati lema yetefecceruu minhul enharu"
Bu fıkra ile dağlardan nebean eden Nil-i Mübarek, Dicle ve Fırat gibi ırmakları hatırlatmakla, taşların evâmir-i tekviniyeye karşı ne kadar hârika-nümâ ve mu'cizevari bir sûrette mazhar ve müsahhar olduğunu ifham eder ve onunla böyle bir mânâyı müteyakkız kalblere veriyor ki: Şöyle azîm ırmakların elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaları olsun. Çünki: Faraza o dağlar tamamen su kesilse ve mahrutî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür'atli ve kesretli cereyanlarına müvazeneyi kaybetmeden, birkaç ay ancak dayanabilirler ve o kesretli masarife karşı galiben bir metre kadar toprakta nüfuz eden yağmur, kâfi varidat olamaz. Demek ki, şu enhârın nebeanları, âdi ve tabiî ve tesadüfî bir iş değildir. Belki pek hârika bir Sûrette Fâtır-ı Zülcelâl, onları sırf hazine-i gaybdan akıttırıyor.
İşte bu sırra işareten bu mânâyı ifade için hadîste rivayet ediliyor ki: «O üç nehrin herbirine Cennet'ten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler.» Hem bir rivayette denilmiş ki: «Şu üç nehrin menbaları Cennet'tendir. Şu rivayetin hakikatı şudur ki: Mâdem esbab-ı maddiyye, şunların bu derece kesretli nebeanına kabil değildir. Elbette menbaları, bir âlem-i gaybdadır ve gizli bir hazine-i Rahmetten gelir ki, masarif ile varidatın müvazenesi devam eder.
İşte Kur'an-ı Hakîm, şu mânâyı ihtar ile şöyle bir ders veriyor ki, der: Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Kalb katılığı ve kasavetinizle öyle bir Zât-ı Zülcelâl'in evâmirine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i Sermedî'nin ziya-yı mârifetine gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Mısır'ınızı Cennet Sûretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi câmid taşların ağızlarından akıtıp mu'cizât-ı kudretini, şevâhid-i vahdâniyetini o koca nehirlerin kuvvet ve zuhur ve ifazeleri derecesinde kâinatın kalbine ve zeminin dimağına vererek, cin ve insin kulûb ve ukûlüne isale ediyor. Hem hissiz, câmid bâzı taşları böyle acib bir tarzda (Haşiye 2) mu'cizât-ı kudretine mazhar etmesi; güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o Fâtır-ı Zülcelâl'i gösterdiği halde, nasıl Onun o nur-u mârifetine karşı kör olup görmüyorsunuz?
İşte şu üç hakikate nasıl bir belâgat giydirilmiş gör. Ve belâgat-ı irşadiyeye dikkat et. Acaba hangi kasavet ve katılık vardır ki, böyle hararetli şu belâgat-ı irşada karşı dayanabilsin, ezilmesin!
İşte baştan buraya kadar anladınsa, Kur'an-ı Hakîm'in irşadî bir lem'a-i i'câzını gör, Allah'a şükret...

(Haşiye 1): Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelâl tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi Beyân etmek, ancak Kur'an'a yakışır.
İşte birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile nebâtata analık edip yetiştirdiği gibi, Kudret-i İlahiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor.
İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntâzam cevelânına hizmetidir.
Üçüncü Vazife-i Fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enharın muntâzam bir mizan ile zuhur ve devamlarına hazinedârlık etmektir. Evet taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat Sûretinde, Delâil-i Vahdâniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor.

(Haşiye 2): Nil-i Mübarek, Cebel-i Kamer'den çıktığı gibi, Dicle'nin en mühim bir şubesi, Van Vilayetinden Müküs nahiyesinde bir kayanın mağarasından çıkıyor. Fırat'ın da mühim bir şubesi, Diyadin taraflarında bir dağın eteğinden çıkıyor. Dağların aslı, hilkaten bir madde-i mayiâdan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir. Tesbihat-ı Nebeviyeden olan "subhane men besetal arda ala main cemed"
kat'î delâlet ediyor ki: Asl-ı hilkat-ı arz şöyledir ki: Su gibi bir madde, Emr-i İlahî ile incimad eder, taş olur. Taş, izn-i İlahî ile toprak olur. Tesbihteki Arz lafzı, toprak demektir. Demek o su, çok yumuşaktır; üstünde durulmaz. Taş çok serttir, ondan istifade edilmez. Onun için Hakîm-i Rahîm, toprağı taş üstünde serer, zevilhayata makarr eder."



Bu mesaj 1 kez ve en son Devadam tarafından 11.03.2005 - 10:23 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 11.03.2005 - 10:15
Bu mesajı bildir   Devadam üyenin diğer mesajları Devadam`in Profili Devadam Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 899 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.54605 saniyede açıldı