generique colchicine ivermectine fluvoxamine chloroquine ivermektin bedranol bekunis dragees beloc cor beloc zok beloc benicar hct benicar benzoyl betagan betapace betaprol betnesol betnovate biaxin bilol comp bilol bimatoprost binaldan binordiol blocadren bocatriol bondronat bonidon boniva brand cialis brand levitra brand viagra brexidol buspar butohaler butovent bystolic cabaser calan sr calan calcijex calcium sandoz canasa canestene cardaxen plus cardaxen
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

27 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (2): (1) 2 Devam >
Ekleyen Mesaj
Konu: Themenicon MUTLULUĞUN FORMÜLÜ
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    MUTLULUĞUN FORMÜLÜ
46 Mesaj -
MUTLULUĞUN FORMÜLÜ


Bu Amerikalılar âlem insanlar. Her şeyi araştırma konusu yapabiliyorlar. Meğer birtakım Amerikalı bilim insanları yıllardır mutluluğun sırrını çözmeye çalışıyormuş ve sonuçlarını yayımladıkları araştırmaya göre büyük ölçüde çözmüşler de... Meğer mutluluğumuzun sırrı genlerimizde gizliymiş.



Evet, yanlış okumadınız genlerimiz... Demek bir de 'mutluluk geni' var; onu da herhalde yakında ortaya çıkartırlar.



Hemen, "Ben çok mutsuzum, demek genlerim bozuk, kusur annemde-babamda" diye düşünmeyin. Aslında büyük çoğunluğumuz bu genle doğuyoruz. Yani, araştırmaya göre insanların çoğunluğu doğuştan mutlu olmaya eğilimli.



Genlerimizin mutluluğumuza etkisi 5 üzerinden 5. Yani eğer genlerimizde bir eksiklik, yanlışlık varsa mutlu olma ihtimalimiz çok azalıyor.



Bilimciler bunu, araştırma konusu yaptıkları ve yıllarca inceledikleri 4 binden fazla tek yumurta ikizine dayanarak söylüyor. Diyelim mutluluk geniyle doğmuş ikizlerden biri hayatta çok başarısız olsun, evlilikleri yürümesin, arkadaşı olmasın vs. Ama o ikiz, genleri sayesinde, fırsatını bulduğu anda yeniden gülümsemeye başlıyor, yeniden mutlu oluyor.



Peki genlerden sonra mutluluğa en çok etki eden ikinci faktör ne? Pek çok aşk yazarını şaşırtacak, daha doğrusu bir anlamda işsiz bırakacak bir bulgu var araştırmada: Evlilik.



Evet, iyi bir evliliğin mutluluğa etkisi 5 üzerinden 3.



Ancak pazar günlerinin aşk yazarları hemen yeise kapılmasın, onlar da haklı. Evliliğin ilk yıllarında yaşanan mutluluk zamanla azalabiliyor. Ama evliliğin genel mutluluğa etkisi değişmiyor.



İyi bir evlilik, üzerinden on yıllar da geçse insanı çok mutlu etmeye devam ediyor.



Peki üçüncü sırada gelen faktör ne? O da, arkadaşlara sahip olmak ve onlara değer vermek; onlardan da karşılığını görmek... Bunun mutluluğa etkisi 5 üzerinden 2.5.



Araştırmaya göre mutluluğa etki eden bir başka faktör de, daha az hırslı ve arzulu olmak. Amerikalılar, 'Mutluluğu arama hakkı' diyor ama anlaşılan hayatta hırslı ve arzulu olmak insanın mutluluğuna sınırlı bir katkı sunuyor: 5 üzerinden 2.



New Scientist dergisinde yayımlanan araştırmanın sonucuna göre başkalarına iyilik yapmak, yardım organizasyonlarında çalışmak, bağışta bulunmak gibi iyi insan davranışlarının mutluluğumuza etkisi 5 üzerinden 1.5. Mutluluğumuza yine 5 üzerinden 1.5 oranında katkıda bulunan bir başka şey de, dini inanç sahibi olmak. Demek sadece dindar olmak insanı o kadar da mutlu etmiyormuş, mutluluk için başka şeylere de ihtiyaç varmış.



Biliyorsunuz çağımız imaj çağı ve 'nasıl görünüyorum' çağı. Başkalarının dış görünüşüyle kendininkini karşılaştırmak insanı mutsuz ediyor. Bunu anlamak için bilimsel araştırma yapmaya gerek yok. Ama içimizde bazıları var ki, şişman da olsalar kel de, kendi görünüşleriyle barış içinde yaşamaya devam edebiliyorlar. Bunu becerebilmenin mutluluğa katkısı 5 üzerinden sadece 1.



Çağımız bir de herkesin mutlu olmak için zengin olmaya çalıştığı çağ. Gerçi 'Parayla saadet olmaz' derler ama biz dinlemez daha fazla para peşinde koşmaya çalışır, kendimizi perişan ederiz. Biliyor musunuz, zengin olmanın mutluluğa katkısı sadece 5 üzerinden yarım. (Fakirliğin insanı mutsuz ettiğine benim kuşkum yok elbet.)



Ve son olarak, insan mutluluğuna yine 5 üzerinden yarım puanlık etkisi olduğu saptanan bir başka şey de, iyi yaşlanmak...



ALINTI.........
Ekleme Tarihi: 10.10.2003 - 15:31
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Mevlana'dan tasavvuf hakkinda...
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    Mevlana'dan tasavvuf hakkinda...
46 Mesaj -
Selamunaleykum,

Mevlana'dan tasavvuf hakkinda...

--------------------------------
Tasavvufta 4 kapi vardir

1- Seriat kapisi
2- Tarikat kapisi
3- Marifet kapisi
4- Hakikat kapisi

Ögreti olarak bu kapilar birer birer gecilerek Hakikate ulasir.
Ögrencilerden biri Mevlana'ya sormus:
"Efendim bu 4 kapi meselesini ben pek anlayamiyorum. Bana anlayabilecegim
bir lisanla anlatir misiniz?

"Simdi bak, karsi medresede dersini calisan dört kisi var. Hepsi rahlerine
egilmis. Sen git bunlarin hepsinin ensesine bir samar at, sonra gel sana
anlatayim."

Ögrenci gitmis birincinin ensesine bir tokat aksetmis. Tokati yiyen derhal
ayaga kalkip arkasini dönmüs ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlananin
ögrencisini yere yikmis. Ögrenci dayagi yemis, geri dönecek ama hocasina itaat var.
Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat aksetmis. O da derhal ayaga kalkip elini
kaldirmis. Tam tokati vuracakken vazgecip yerine oturmus. Ögrenci devam
etmis ücüncüye de bir tokat atmis. ücüncü söyle bir kafasini cevirip baktiktan
sonra calismasina devam etmis. dördüncüsü, tokati yemesine ragmen hic orali
bile olmadan calismasina devam etmis.

Ögrenci Mevlana'ya dönmüs, onlari anlatmis.
Mevlana: "Iste sana istedigin örnekler.. Birinci, seriat kapisini gecmemis
biri idi. Seriat'ta kisasa kisas oldugu icin tokadi yiyince kalkti. aynisini
sana iade etti. Ikinci, tarikat kapisindadir. tokati yiyince oda kalkti tam
tokati iade edecekti ki tarikat ögretisinde verdigi söz aklina geldi: 'sana
kötülük yapana bile iyilik yap'. onun icin döndü, oturdu. Ücüncü, marifet
kapisina kadar gelmistir, iyinin ve kötünün tek yaradandan geldigini bilir, inanir.
yaradan bu kötülüge hangi iblisi alet etti diye merakindan söyle bir dönüp
bakti. dördüncüsü, hakikat kapisinida gecmistir. iyinin ve kötünün tek sahibi
oldugunu ve ayni oldugunu bilir. onun icin dönüp bakmadi bile..."

-----------------------------

Selam ve dua ile
Ekleme Tarihi: 07.10.2003 - 14:03
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon EFLATUN......
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    EFLATUN......
46 Mesaj -
Eflatun'a iki soru sormuslar.

Birincisi ; "insanoglunun sizi en çok sasirtan davranislari nedir ? "

EFLATUN tek tek siralamis :

Çocukluktan sikilirlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarini özlerler...

Para kazanmak için sagliklarini yitirirler. Ama sagliklarini geri almak için de para öderler...

Yarindan endise ederken bugünü unuturlar.Dolayisiyla ne bugünü nede
yarini yasarlar...

Hiç ölmeyecek gibi yasarlar. Ancak hiç yasamamis gibi ölürler...

Sira gelmis ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"

Bilge yine siralamis ;

Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayin! Yapilmasi gereken teksey, sadece kendinizi "sevilmeye" birakmaktir ...

Önemli olan; hayatta "en çok seye sahip olmak" degil, "en az seye
ihtiyaç duymaktir".

Sizi seven çok kisi vardir ama onlar duygularini nasil ifade
edeceklerini bilmeyebilirler ...

Bazen baskalari tarafindan affedilmek yetmez, siz de kendinizi
affedebilmelisiniz ...

kaynak ve yazar bilinmiyor
kimbilir belki eflatun da olmayabilir?


Bu mesaj 1 kez ve en son VeRDa tarafından 03.10.2003 - 14:21 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 03.10.2003 - 13:57
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Sonsuzluk duygusudur namaz
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    Sonsuzluk duygusudur namaz
46 Mesaj -
Sonsuzluk duygusudur namaz

Namaz bir ırmaktır ki, “sonsuzluk denizi”ne doğru akıp gitmektedir. Onun her bir safhası, her bir rüknü öte dünyayı çağrıştıran muhtevayla doludur. Evet, insan kalbinin derinliklerinde bulunan sonsuzluk duygusu namazla uyarılmakta, tetiklenmekte ve harekete geçirilmektedir. Bunun böyle olması tabiidir. Çünkü namaz, başlangıç ve sonucu olmayan ebedî güzellik, sınırsız kudret ve nihayetsiz rahmet sahibi bir Zat’ın (cc) kapısının tokmağına dokunmak, hatta derecesine göre “huzur”una çıkmaktır.

Bilindiği gibi, ebedden ve Ebedî Zat’tan (cc) başka bir şeyle tatmin olmayan insan ruhunun ana yurdu öte dünyadır. O, ahiret aleminden yeryüzüne geçici bir süre için gönderilmiştir. Bu sebepledir ki, dünya, ademoğlu için “sürgün diyarı” olarak tavsif edilmiştir. İşte nasıl ki, vatanından ayrı düşmüş gurbette bulunan bir şahıs, memleketini hatırlatan bir söz, bir haber karşısında hemen “daüssıla” (vatan hasreti) arzusuyla kalbi titrer, duyguları harekete geçer, insan ruhu da asıl vatanı olan uhrevî alemi hatırlatacak söz ve hadiseler karşısında işte öyle daüssıla arzusuyla yanar tutuşur. Ve namaz bunun için en uygun zaman ve zemini oluşturur. Bundan dolayı olsa gerek Söz Sultanı (sas), kulun Rabbisine en yakın olduğu anın namazdaki secde hali olduğunu ifade buyurmuştur.

Bundan dolayı namaz gökler ötesi alemlerle adeta hemhuduttur, faniliğin son haddinde ebediyetin başlangıç noktasındaki serhaddir, iki alemin iltisak (buluşma) noktasıdır. Zannediyorum aşağıya alacağım şu hadis–i şerif bu duruma işaret etmektedir.

Allah Rasulü (sas) şöyle buyurmaktadır: “Birtakım melekler geceleyin, diğer takım melekler de gündüzün birbirini müteâkip size gelirler. Bunlar sabah ve ikindi namazlarında birleşirler. Sonra içinizde kalmış olan melekler semaya yükselirler. Rabbileri namaz kılmış kullarının hallerini en iyi bildiği halde, yine o meleklere: “Kullarımı ne halde bıraktınız?” diye sorar. Onlar da: “Biz onları namaz kılar halde bıraktık ve yanlarına da namaz kılarlarken varmıştık.” derler.

Görüldüğü gibi meleklerin devir–teslim töreni, günün herhangi bir saatinde değil namaz kılınan zaman dilimi içinde gerçekleşmektedir. Bu zaman aralığında meleklerin nefesleri fani insanoğlunun soluklarıyla karışmakta ve yeryüzünde adeta rengi, deseni, kokusu öte dünyadan bir bayram, bir cümbüş havası oluşmaktadır. Kim bilir bu esnada kalbi hüşyar Allah’ın nice sevgili kulu ağızlara şeker–şerbet o melek soluklarını doyasıya içine çekmekte ve bir zevk zemzemesi içinde kendinden geçmektedir.

Esasında sadece ruh değil, kalp, sır, akıl, hatta hayal gibi insana emanet edilen bütün latifelerin, bütün potansiyel kabiliyet ve güçlerin sonsuzluk yolunda kullanılması gerekir. Çünkü ona bahşedilen bu yüce ve yüksek donanımlar 60–70 senelik, sınırlı, geçici, ehemmiyetsiz şu dünya hayatı için olamaz. Belki pek ehemmiyetli bitmez–tükenmez, sonu gelmez, sonsuz (evet sonsuz) ebedî hayat için verilmiştir. Namaza duran kişi Ezel ve Ebed Sultanı’nın karşısına geçtiğini, O’nun huzurunda bulunduğunu bildiğinden kendisine verilen donanımların nereye sarf edilmesi gerektiğini belli zaman aralıklarıyla sürekli hatırlayacaktır. Belki de bu süreklilik vasfı dolayısıyla namaz, dünyevî meşgale ve hırslar içinde üstü tozlanan, belki de pas tutan ebediyet duygusunu saykıllayacak, tazelendirecek ve yeni bir canlılığa kavuşturacaktır. Evet namaz, gürültülü, dağdağalı, kasvetli, sıkıcı, boğucu şu dünya işleri içinde, o düşündürücü ve tefekküre sevk edici sessizlik ortamıyla ruhu dinlendirecek, kalbe inşirah salacaktır.

Namazın ebediyet alemiyle olan ilişkisine bakın ki, o, gökler ötesi yolculuk olan miraç seyahatinin bir hediyesidir ve müminin miracı namaz ile gerçekleşmektedir. Bu sebeple insandaki ebediyet susuzluğu ancak namaz çeşmesinin kurnalarından akan âb–ı hayat (hayat suyu, ölümsüzlük suyu) ile giderilebilir. Ne mutlu tek damlasını zayi etmeden o çeşmeden kana kana doyasıya içebilen talihlilere!
Ekleme Tarihi: 03.10.2003 - 09:55
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon ANZAKLI ÖMER
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    ANZAKLI ÖMER
46 Mesaj -
1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere

ABD'ye giden doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hastahanede başından

geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar.. New York'da Medical Center

Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum

takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem

veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine,

tedavisine verilmiyor.Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir

hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında.."Kan

vereceğim kolunuzu açar mısınız?" dedim. Adamcağız kanserdi ve aynı

zamanda kansızdı. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı

dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:

-"Siz Türk müsünüz?"

-Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasına bir işaret yaptı.

-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?"

-"Aldırma öylesine bir şey işte" dedi. Ben yine ısrarla: "Fakat benim

için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim

bayrağım..."

Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı

halinde

sordu:

-"Siz Türk müsünüz?"

-"Evet Türk'üm..."

İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:

"Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de.. Orada savaşmak üzere

bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya

Anzaklarındandım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki: 'Barbar Türkler

Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı

cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok

önemlidir.' Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına

katıldık.

Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin

tamamını Çanakkale'ye sevkediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a

getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp

Çanakkale'ye getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki

denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde

havai fişekler geceyi gündüze çeviriyordu.

Her taaruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında

can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe

şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı

bakımından

da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk

başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler

barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil,

kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Biz karaya

cıktık.Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taaruz ediyoruz,

bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz.. Derken böyle bir

taarruzda başımdan yediğim bir dipcik darbesiyle kendimden geçmişim.

Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl

korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler

olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar,

yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan

yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri

çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram

ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu..Dedim ki kendi kendime:

-'Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar...

Veyahut

isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine

götürdüler..' Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla

'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye

savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim?

Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek

pişman oldum.. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı

ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest

bıraktılar.

Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak

için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu

işte.."

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı

iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de

Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir

Türk... Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir

Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok

merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle

inanıyorum.

Peşinden nemli gözlerle "Bana adınızı söyler misiniz?" dedi. "Ömer"

cevabını verdim. Merakla tekrar sordu: "Peki niçin Ömer ismini vermişler

sana?"

-"Babam müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer

adını vermiş."

-"Senin adın müslüman adı mı?" Ben -"Evet, müslüman adı" deyince yüzüme

baktı, doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri

dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: "Senin adın güzelmiş. Benim adım

şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun."

-"Olsun" dedim.

-"Peki doktor beni müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"

Şaşırdım, nasıl da birdenbire müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o

bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için

gerçekleştirememiş..

-"Tabii" dedim. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanın ve

İslamın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şehadet

getiriyor,hem de ağlıyordu.. Mırıldandı: "Siz müslümanlar tesbih

çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih

çekerek Allah'ımı ansam olur mu?"

Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakkı zikretmeyi

ihmal etmiyormuş. Hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim. Hasta

yatağında tesbih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün

yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti. -"Beni yalnız bırakma

olur mu?" "Ne gibi Ömer amca?" "Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat!..

Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim

ferahlıyor." O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla

dinimizi anlattım.

Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum,

hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer, lütfen

217 numaralı odaya gelin!" Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına

vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tesbih, açık

duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile

koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum,

kendisine kelime-i şehadet söylettirdim, o şekilde kucağımda teslim-i

ruh etti...

Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk

Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan

söyleyeyim, ağladım...
Ekleme Tarihi: 02.10.2003 - 17:19
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon İNCİ TANELERİ
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    İNCİ TANELERİ
46 Mesaj -
Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akip geçsin
diye,kabugunu açmis.



Su içinden geçerken, solungaçlari yiyecek
toplayip midesine gönderiyormus.



Aniden, yakinindaki bir balik, bir kuyruk darbesiyle
kum ve çamur firtinasi yaratmis.

Istiridye de kumdan nefret edermis;



zira kum öylesine pürüzlüymüs, kabugunun içine bir kum tanesi kaçsa son
derece rahatsiz olurmus.



Istiridye derhal kabugunu kapamis ama çok geç
kalmis; sert ve pürüzlü bir kum tanecigi içeri girip, iç derisi ile kabugun
arasina yerlesmis.



Aman Allahim, su kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsiz ediyormus.



Ama, kabugunun içini kaplamasi için kendine verilmis olan
salgi hücresini hemen çalistirarak, minik kum tanesinin üstünü
kaplamaya baslamis; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü olusana kadar...



Istiridye,
yillar yili, minik kum taneciginin üstüne katlar eklemeye devam etmis



ve sonunda müthis güzel, parlak ve son derece degerli bir inci olusmus.



Bazen karsi karsiya oldugumuz problemler bu kum tanecigine
benzer; bizi rahatsiz ederler ve niye bize bu derece eziyet
çektirip asabilestirdiklerine sasariz; fakat azmin getirdigi cesaret ve
kuvvetle, sorunlarimizin ve zayifliklarimizin üstesinden geliriz.



Daha alçakgönüllü, dualarimizda daha israrli,çevremizdekilere
daha yakin, daha akilli ve sorunlarimiza karsi daha dayanikli
hale geliriz.



Gizli bir gücün yardimi ile birden, yasamimizdaki pürüzlü kum tanecikleri,
bize kuvvet veren degerli incilere dönüsür ve çogumuza ümit ve
ilham kaynagi olustururlar



alıntı
Ekleme Tarihi: 02.10.2003 - 12:05
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon HİCRET ETSEM BENİ DE ALIR MISIN MEDİNE?
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    HİCRET ETSEM BENİ DE ALIR MISIN MEDİNE?
46 Mesaj -
HİCRET ETSEM BENİ DE ALIR MISIN MEDİNE?

EY!. MÜNEVVER MEDÎNE, EY!. GÖNÜLLER BELDESİ,
EY!. DEVRİ CEHÂLETİN, MAHKÛMİYET BELDESİ.
ÇINLIYOR GÖKLERİNDE, HER AN MUHAMMED SESİ.

GÖR Kİ, YİNE EHLİ ŞİRK, ZULMEDİYOR BU DÎNE,
HİCRET ETSEM BENİ DE, ALIR MISIN MEDÎNE?..

SUSADIM ŞEFKATİNE, YİNE GÖNLÜMDE SERÂB,
SUSTU RAHLEDE BÜLBÜL, BAHÇEDE GÜLLÜR HARÂB,
TAŞIYOR SOKAKLARDAN, YİNE ZİLLET VE ŞARÂB;

GÖR Kİ, NİCE ÂLEMLER, NİFAK SOKTU BU DÎNE,
HİCRET ETSEM BENİ DE, ALIR MISIN MEDÎNE?..

ADÂLETİN KENDİ YOK, DİLLERDE KALDI ADI;
YERYÜZÜ BİR TOZ DUMAN, KİM SUÇLUDUR, KİM KADI!.
DOĞRUYU ALLAH İÇİN, SÖYLEYEN KUL KALMADI,

HEP,“İRTİC” DİYORLAR, BURALARDA BU DÎNE,
HİCRET ETSEM BENİ DE, ALIR MISIN MEDÎNE?..

O GÖZYAŞLI KIZLARIN, BAŞLARINDA PERUKLAR,
BÖYLE FETVÂ VERİYOR, ULEMÂDA DORUKLAR.
SUSPUS OLMUŞ, TUTULMUŞ, TÜM NEFESLER SOLUKLAR?

ÇOK ZORUMA GİDİYOR, YAPILANLAR BU DÎNE,
HİCRET ETSEM BENİ DE, ALIR MISIN MEDÎNE?..

BİR YANDA DİN TÂCİRİ, ARKADAN VURUR BENİ,
BİR YANDA ZORBALARIN, HİÇ KIZARMAYAN TENİ.
ELDEN ELE GEZİYOR, DİNDE REFORM BÜLTENİ;

YETER ARTIK!. BU CÜR’ET, REVÂ DEĞİL BU DÎNE,
HİCRET ETSEM BENİ DE, ALIR MISIN MEDÎNE?..

ÇÖKTÜ İNSAN FITRATI, PAYANDALAR YETMİYOR,
EKRANLARDA ÇIĞLIKLAR, KULAĞIMDAN GİTMİYOR,
SOYGUN, TALAN, CİNÂYET, ÇAĞDAŞLIKLA (!) BİTMİYOR;

NESİLLER KÜSTÜRÜLDÜ, ÇAĞLAR ÜSTÜ BU DÎNE;
HİCRET ETSEM BENİ DE, ALIR MISIN MEDÎNE?..

EY!. MÜBÂREK MEDÎNE, FAHRİ ÂLEM BELDESİ,
KARDEŞLİĞİN, BARIŞIN, ADÂLETİN SİMGESİ,
ÇINLASIN GÖKLERİNDE, SALÂT ÜS SELÂM SESİ.

BEN Kİ; KÂLÛ BELÂDA, TESLİM OLDUM BU DÎNE,
O YEMYEŞİL KUBBENE, BENİ DE AL MEDÎNE...

CENGİZ NUMANOĞLU
Ekleme Tarihi: 30.09.2003 - 09:44
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Çocukları Tefekküre Alıştırmak
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    Çocukları Tefekküre Alıştırmak
46 Mesaj -
Çocukları Tefekküre Alıştırmak

Adından da anlaşılacağı gibi bunlar düşünme gücünü geliştiren alıştırmalar. Çocuğunuza soracağınız sorular onun düşünmesini, gerektiği zaman yaratıcı,bazen de hayallere dayalı yanıtlar vermesini ve böylece zihinsel açıdan gelişmesini sağlayacaktır. Zamanlamasına dikkat edilirse, bu tür alıştırmalar çok yararlı olur. Örneğin çocuğunuz çok dinç göründüğü halde dinlenmeye ayırdığı zaman,uzun araba yolculukları, trafik tıkanıklıkları , diş hekiminin bekleme odası veya ödevlerin bittiği ama yemeğin henüz hazır omadığı zamanlar bu tür sorular için çok uygundur. Ya da bir çalışma sırasında verilen
10-30 dakikalık bir arada böyle bir faaliyet yapmak uygun olabilir.
Bu tür alıştırmalar her yaşta yapılabilir. Tabii ki her soru her yaştaki çocuğa sorulmaz fakat aşağıdaki soruları okuyup, çocuğunuza en uygun olanlarını seçebilir veya kendiniz soru üretebilirsiniz.

*Rabbin kim?

*Allah bizi niye yarattı?

*Kainatta bizden başka canlılar var mı?

*Başka birisi olabilseydin kimin yerine geçmek isterdin?

*Hangi masal kahramanını kardeş ya da ağabey/abla olarak seçerdin? Neden?

*Ay neden bazen büyük, bazen de küçük görünür?

*Ağaçların yaprakları sonbaharda neden dökülür?

*Kurtlar neden ulur?

*Güneş neden her zaman doğudan doğup batıdan batar?

*Neden bazı bulutlar beyaz bazıları da gridir?

*Rüzgar neden eser?

*Yıldızlar neden yanıp sönüyormuş gibi görünür?

*Yaşadığın şehir,kasaba veya köy nasıl geliştirilebilir?

*Bir arkadaşta olması gereken en önemli özellik nedir? Sen nasıl daha iyi bir dost olabilirsin? Arkadaşların sana karşı nasıl daha iyi olabilirler?

*Sokakta yerde duran bir para olsaydın kimin seni bulmasını isterdin? Niçin? O kişinin seni ne için kullanmasını isterdin?

Haydi çocuğunuzun ufkunu genişletmek için hemen harekete geçin! Asla geç kalmış sayılmazsınız ve sakın daha çok erken diye düşünmeyin.
Ekleme Tarihi: 30.09.2003 - 09:39
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon ALLAH ın varlıgına delil
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    ALLAH ın varlıgına delil
46 Mesaj -
ALLAH ın varlıgına delil

Kaldıki biz, mucizelere degil , mucize istemeden ve görmeden inanan
lardanız.
Erenlerden birisine sormuşlar ,Allah ın varlıgına delilin nedir?
Cevap vermiş ben 70 yaşındayım .70 senedir hep ,Allah ın dediginin oldugunu gördüm Ondan başka sının dedigi olmadı .
bundan öte ne delil istiyorsunuz .
İşte biz öyle inanmışız.
İlim dahi bizim bu imanımızı tasdik ediyor demişler.
Hep ALLAH ın dedigi oluyor biz mahkumuz .
İhtiyar bir kadına İmamı gazali Allah ın varlıgını yüz elli delille
ispat ediyor demişler, Kadın latife ile karışık ders vermiş, Demek imamı gazalinin Allah hakkında Yüztane şüphesi var.
Allah ın varlıgını İspatı icin delil toplamaya, Yorulmaya luzum varmı;? Demek istemiştir .
Herşey inkar edilir Ama Allah inkar edilmez.
Bir sanat eserinin ustasının İnkar edilebilmesi icin Evvela sanat
eserini inkar etmemiz lazım,.
Sen ve kainat gözle görünüyorken ,Sanat karınız Allah ı nasıl inkar
edebilirsiniz? Biz bir mucize ile degil ,SAyısız mucizelerle karşı karişıyayız,İc iceyiz.

Yumurta yapabiliyormuyuz?
Nar ,mısır yapabiliyormuyuz?
Anadan kör cocuklara göz yapabiliyormuyuz?
Uykumuz gelmese uykumuzu getire biliyormuyuz ?
İpek yapabiliyormuyuz? binlerce soru binlerce hayır gelşecektir
neticesi eminim.Su yapabiliyormuyuz desem hayır diyecegiz kesin .
De netice de Bunları Rabb'imin yaptıgı kesin görüyor ve gözetliyoruz.
cıkıp Rabbimizin varlıgını ispat et diyenlere ispatına gerek varmıdır demek hakkımız olsa gerektir Göz var bakar.Göz var görür görmiyen gözlere Bakmayı ögretmek ise ,Dünyanın en zor
işi olsa gerektir.Bizler Akıllı oldugumuz halde bunları yapamıyorsak Acaba akılsız tavukmu yapıyor yumurtayı?

Acaba Akılsız İnekmi yapıyor sütü?
Akılsız agacmı yapıyor narı?
Allah demedinizmi bu akılı işleri akılsız varlıklara baglamak
mecburiyetinde kalırsınız, Ve aleme gülünc olursunuz Siz profesör dahi olsanız gülünc olursunuz.

Her fabrikanın ve her makinanın arkasında nasıl bir akıllı akılı kudretin varlıgını kabul ediyorsak,
hububatın tarlası olan tarlaların ,Meyve makinası olan agacların ,süt ve bal makinası olan hayvanların arkasında Yüce kudreti Görmiyen akıl akıl degildir.


Bu mesaj 1 kez ve en son MeLiH tarafından 01.10.2003 - 06:05 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 30.09.2003 - 09:34
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon DUA
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    DUA
46 Mesaj -
"Dua mü'minin silahıdır."

Ve unutulmaması gereken çok şey var.

Zamana ve insanların yozlaşmasına karşı, yüreğimize nisyan düşürmemek temennisiyle..


******** *********** **********


Zulmün, baskıların, yasakların, yargısız infazların ve çığlıkların, feryatların ayyuka çıktığı bir ülkede; başörtülü olarak fakülte kapılarında maruz kaldığımız şiddetten bahsetmeyeceğim. Amfilerden yaka paça dışarı çıkarılışımızı anlatmayacağım size. Gözlerimizin içine korkak bir kinle bakan yasakçı prof.lardan, medya plazalarında hınçla görüntülerimizi montajlayan sihirbazlardan da söz etmeyeceğim.

Bizim emeğimiz, bizim vergilerimiz, bizim oylarımız üzerinden iktidarlar devşirenlerden, uluslar arası ihanetlerle değerlerimizi pazarlayanlardan da şikayet etmeyeceğim size.

İnsanlık onurunu hiçe sayarak hoyratça hukuku katledenler de olmayacak sözlerimin ekseni. Çünkü zulüm ancak zulme sessiz kalanların sessizliğinde hükmünü sürdürür. Eğer biz vermediysek, bizi gözetledikleri bu kadar gözü nereden buldular? Bizden almadılarsa nasıl oluyor da bizi dövecek bu kadar çok elleri olabiliyor? Kentlerimizi, mescitlerimizi, namusumuzu, değerlerimizi çiğnedikleri ayaklar bizimkiler değilse bunları nereden almışlardır? Bizim tarafımızdan verilmiş olmasa üzerimizde nasıl iktidar olabilirler? Ne giyeceğimizi, nasıl giyineceğimizi, ne düşüneceğimizi, nasıl ifade edeceğimizi, bize buyurma yetkisini bizden almadılarsa kim vermiştir?

Çok sessiziz çok. İkiyüzyıldır buruk ve hüzünlü bir şarkı gibi, sessizlikten yapılmış bir anıt gibi duruyoruz. Asya’nın ucunda, Avrupa’nın berisindeyiz, öylece beklemek-teyiz. Yerimizi ararken kaybettiğimiz süreçte artan tek şey sessizliğimizdi. 68’lerde bir grup genç fikirleri, özgürlükleri uğruna ölürken, evlerimizde bile Kur’an okumamız yasaklanırken hep sessizdik.

Sonra bizi naylon etiketlerle ayırıp bütün enerjimizi birbirimizi yoketmemiz için kullananları da sessizce onayladık. Dev sermayelerin cüce sahipleri; borsalarda, bankalarda açık arttırmalarda yükselen trendlerin artan faiz gelirlerinin, bol sıfırlı çeklerin kibirli havasını pipolarından çektikleri dumanla yüzümüze üflüyorlardı da yine sessizdik.

Çağdaş koltuklarda, iyi dizayn edilmiş salonlarda kalça genişleten, göbek büyülten sosyologlar, siyasi danışmanlar ve onların her çorbaya limon analizleri”demokrasi” diye, “fikir” diye, “özgürlük” diye takdim edilirken aşağılarda bir yerlerde kalbinin ateşini alnına yüklemiş buğday yanığı bedenler yumruklarını ısırıyordu.

İhanetin en alçakçası “bilimsel düşünce”, “soyutlama metodu”, “istatistik veriler” biçiminde dolaşıyordu aramızda. İnançlarımız, hayatlarımız, kıyafetlerimiz, isimlerimiz, evlerimiz, hassasiyetlerimiz, muhabbetlerimiz analitik infazlara uğrarken sessizce izliyor-duk.

Hakkımızda her konjonktüre uygun bir hüküm veriliyordu. Bize düşen hep sessizlikti. Ne Filistinlilerin kolu kırılırken, Bosna’da feryatlar yükselirken, ne Azerbeycan ve Çeçenistan işgal edilirken ses çıkarmadık. Üç bin köy boşaldığın-da, evlerimize her gün bir ceset geldiğinde, gözaltında kaybedildiğimizde de suskun kaldık.

Okullarımız ellerimizden alınırken, Kur’an dersliklerimize kilit vurulurken, namuslu işadamlarımız gözaltına alınıp sorgulanırken, dürüst ve onurlu aydınlarımızın kalemi kırılırken, masum çocuklarımız en doğal protestola-rının bedelini işkencelerle öderken, insan haklarına ve düşünce özgürlüğümüze kurşun sıkılırken, adım başı teftiş edilip tekrar tekrar fişlenirken de sessizliğimizi sürdü.

Şimdi her zaman ki cüretkarlıkla yasakçı genelgeler terennüm edenler, keyfi baskılarını şiddetle sürdürenler, başörtülü oluşumuzu ve üniversiteli oluşumuzu bir arada kabullenemeyenler karşısında yine sessiz miyiz? Hayır. Aslında sessiz olmadık hiç. Bunu “Onlar” öyle söylediler.

Yıllardır bir senfoni çalıyoruz. Sessizliğimizden besteler yaptık her zaman. İçinde trajedi de vardı, dram da. Göz yaşlarımızın gürültüsüyle solo, dualarımızın tınısıyla koro gibiydik. Yıllardır azınlık oligarşi ile millet arasında süren bir kavga var.Yıllardır oligarşi; ilericilik, çağdaşlık, modernlik, muasır medeniyet diyerek bizi uyutuyor.

Yıllardır direniyoruz. Her seferinde bizi kendi bilinçaltlarındaki korkulara göre tanımlayıp, bölüp, birbirimizle uğraştırıp süslü kelimelerin ardında zulüm düzenlerini sürdü-rüyorlar. Emirkulu olmaktan hiç gocunmayan, dogmatik saplantılarını “proje” diye “bilimsellik” diye önümüze koyan, ilkel dayatmaları adına, bilimsel çalışmalara ara vermeye azmeden bir rektörün üniversitemizde hala söz sahibi olmasından utanıyoruz.

Artık; birilerinin bize tanım getirmesini, ölçü koymasını, yönlendirme-sini, bize rağmen bizim için bizim adımıza kararlar alıp zulümlerin en acımasızına payanda olmalarını istemiyoruz. Hiç sessiz kalmayan yüreklerimizin acısını, sıkılı yumruklarımızda biriktiriyoruz. Sonra ayaz altında bir demir gibi kıvranan düşleri-mize sarıp, alnımızın en beyaz noktasından, ölüme aldırmayan iki kaşımızın tam ortasından zalimlerin utanmasız yüzüne çarpıyoruz acımızı.

Yasakçılara karşı en anlamlı cevabı otuz bin olupBeyazıt’tan Çapa’ya aktığımız gün verdiğimizi düşünüyoruz. Kırmadan, dökmeden, yok etmeden ama tükenmeden, eğilmeden ve vazgeçmeden haklılığımızı haykırmayı öğrendik. Malcom X’in heyecanı dolaşı-yordu sloganlarımızda. Tıkıldıkları ambarlardan çıkıp gemileri ele geçiren kölelerin zincirleri şakırdıyordu her köşe başında.

Gözlerimizin içine bakmaktan korkan zalimler, artık göz bebeklerimizde büyüyen kararlılığın ve cesaretin kendilerini kıskıvrak yakalayıvermesini bekleyedursunlar.

Geliyoruz işte. Bu şehir “Seni alacağız” diye önünde durduğumuz günlerden ve burçlarına astığımız ilk sancak-tan tanır bizi. Ve korkar bizden bu şehrin fatihinden kalan üniversite kurulmuş otorite bekçileri. Az sonra avuçlarımıza düşecek bir kuş gibi korkarlar.

Bizim kardeşliğimizden,merhametimizden, dayanışmamızdan, adaletimizden korkarlar. Çünkü bu şehrin, bu ülkenin gerçek sahiplerinin bizler olduğunu çok iyi bilirler.

Korku öyle içlerine işlemiştir ki başörtülerimizi gördüklerinde üniversite koridor-larında, sonra meydanlarda, suçüstü yakalanmış haremiler gibi titrerler. Bizim her gün biraz daha çoğalarak, biraz daha bilenerek, her seferinde yeni yüzlerle ama aynı vakur tebessümle kapılarına dayandığımızı görünce telaşa kapılırlar.

Yasak üstüne yasaklar dökerler üstümüze, kızgın yağlar gibi. Soruşturmalar açarlar, o-kuldan atarlar bizi, mancınıklarla atarlar gibi. Oysa biz, her türlü tutsaklıktan kur-tuluşu müjdelemek için.

Geliyoruz. Aklın, kalbin, özgürlüğün, barışın, hukukun önünü açmak için, iyiliği yayıp, kötülükten sakındırmak için.


Bu yazı

http://www.respect-for-beliefs.com

adresinden alınmıştır...
Ekleme Tarihi: 25.09.2003 - 10:56
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon DUA
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    DUA
46 Mesaj -
"Dua mü'minin silahıdır."

Ve unutulmaması gereken çok şey var.

Zamana ve insanların yozlaşmasına karşı, yüreğimize nisyan düşürmemek temennisiyle..


******** *********** **********


Zulmün, baskıların, yasakların, yargısız infazların ve çığlıkların, feryatların ayyuka çıktığı bir ülkede; başörtülü olarak fakülte kapılarında maruz kaldığımız şiddetten bahsetmeyeceğim. Amfilerden yaka paça dışarı çıkarılışımızı anlatmayacağım size. Gözlerimizin içine korkak bir kinle bakan yasakçı prof.lardan, medya plazalarında hınçla görüntülerimizi montajlayan sihirbazlardan da söz etmeyeceğim.

Bizim emeğimiz, bizim vergilerimiz, bizim oylarımız üzerinden iktidarlar devşirenlerden, uluslar arası ihanetlerle değerlerimizi pazarlayanlardan da şikayet etmeyeceğim size.

İnsanlık onurunu hiçe sayarak hoyratça hukuku katledenler de olmayacak sözlerimin ekseni. Çünkü zulüm ancak zulme sessiz kalanların sessizliğinde hükmünü sürdürür. Eğer biz vermediysek, bizi gözetledikleri bu kadar gözü nereden buldular? Bizden almadılarsa nasıl oluyor da bizi dövecek bu kadar çok elleri olabiliyor? Kentlerimizi, mescitlerimizi, namusumuzu, değerlerimizi çiğnedikleri ayaklar bizimkiler değilse bunları nereden almışlardır? Bizim tarafımızdan verilmiş olmasa üzerimizde nasıl iktidar olabilirler? Ne giyeceğimizi, nasıl giyineceğimizi, ne düşüneceğimizi, nasıl ifade edeceğimizi, bize buyurma yetkisini bizden almadılarsa kim vermiştir?

Çok sessiziz çok. İkiyüzyıldır buruk ve hüzünlü bir şarkı gibi, sessizlikten yapılmış bir anıt gibi duruyoruz. Asya’nın ucunda, Avrupa’nın berisindeyiz, öylece beklemek-teyiz. Yerimizi ararken kaybettiğimiz süreçte artan tek şey sessizliğimizdi. 68’lerde bir grup genç fikirleri, özgürlükleri uğruna ölürken, evlerimizde bile Kur’an okumamız yasaklanırken hep sessizdik.

Sonra bizi naylon etiketlerle ayırıp bütün enerjimizi birbirimizi yoketmemiz için kullananları da sessizce onayladık. Dev sermayelerin cüce sahipleri; borsalarda, bankalarda açık arttırmalarda yükselen trendlerin artan faiz gelirlerinin, bol sıfırlı çeklerin kibirli havasını pipolarından çektikleri dumanla yüzümüze üflüyorlardı da yine sessizdik.

Çağdaş koltuklarda, iyi dizayn edilmiş salonlarda kalça genişleten, göbek büyülten sosyologlar, siyasi danışmanlar ve onların her çorbaya limon analizleri”demokrasi” diye, “fikir” diye, “özgürlük” diye takdim edilirken aşağılarda bir yerlerde kalbinin ateşini alnına yüklemiş buğday yanığı bedenler yumruklarını ısırıyordu.

İhanetin en alçakçası “bilimsel düşünce”, “soyutlama metodu”, “istatistik veriler” biçiminde dolaşıyordu aramızda. İnançlarımız, hayatlarımız, kıyafetlerimiz, isimlerimiz, evlerimiz, hassasiyetlerimiz, muhabbetlerimiz analitik infazlara uğrarken sessizce izliyor-duk.

Hakkımızda her konjonktüre uygun bir hüküm veriliyordu. Bize düşen hep sessizlikti. Ne Filistinlilerin kolu kırılırken, Bosna’da feryatlar yükselirken, ne Azerbeycan ve Çeçenistan işgal edilirken ses çıkarmadık. Üç bin köy boşaldığın-da, evlerimize her gün bir ceset geldiğinde, gözaltında kaybedildiğimizde de suskun kaldık.

Okullarımız ellerimizden alınırken, Kur’an dersliklerimize kilit vurulurken, namuslu işadamlarımız gözaltına alınıp sorgulanırken, dürüst ve onurlu aydınlarımızın kalemi kırılırken, masum çocuklarımız en doğal protestola-rının bedelini işkencelerle öderken, insan haklarına ve düşünce özgürlüğümüze kurşun sıkılırken, adım başı teftiş edilip tekrar tekrar fişlenirken de sessizliğimizi sürdü.

Şimdi her zaman ki cüretkarlıkla yasakçı genelgeler terennüm edenler, keyfi baskılarını şiddetle sürdürenler, başörtülü oluşumuzu ve üniversiteli oluşumuzu bir arada kabullenemeyenler karşısında yine sessiz miyiz? Hayır. Aslında sessiz olmadık hiç. Bunu “Onlar” öyle söylediler.

Yıllardır bir senfoni çalıyoruz. Sessizliğimizden besteler yaptık her zaman. İçinde trajedi de vardı, dram da. Göz yaşlarımızın gürültüsüyle solo, dualarımızın tınısıyla koro gibiydik. Yıllardır azınlık oligarşi ile millet arasında süren bir kavga var.Yıllardır oligarşi; ilericilik, çağdaşlık, modernlik, muasır medeniyet diyerek bizi uyutuyor.

Yıllardır direniyoruz. Her seferinde bizi kendi bilinçaltlarındaki korkulara göre tanımlayıp, bölüp, birbirimizle uğraştırıp süslü kelimelerin ardında zulüm düzenlerini sürdü-rüyorlar. Emirkulu olmaktan hiç gocunmayan, dogmatik saplantılarını “proje” diye “bilimsellik” diye önümüze koyan, ilkel dayatmaları adına, bilimsel çalışmalara ara vermeye azmeden bir rektörün üniversitemizde hala söz sahibi olmasından utanıyoruz.

Artık; birilerinin bize tanım getirmesini, ölçü koymasını, yönlendirme-sini, bize rağmen bizim için bizim adımıza kararlar alıp zulümlerin en acımasızına payanda olmalarını istemiyoruz. Hiç sessiz kalmayan yüreklerimizin acısını, sıkılı yumruklarımızda biriktiriyoruz. Sonra ayaz altında bir demir gibi kıvranan düşleri-mize sarıp, alnımızın en beyaz noktasından, ölüme aldırmayan iki kaşımızın tam ortasından zalimlerin utanmasız yüzüne çarpıyoruz acımızı.

Yasakçılara karşı en anlamlı cevabı otuz bin olupBeyazıt’tan Çapa’ya aktığımız gün verdiğimizi düşünüyoruz. Kırmadan, dökmeden, yok etmeden ama tükenmeden, eğilmeden ve vazgeçmeden haklılığımızı haykırmayı öğrendik. Malcom X’in heyecanı dolaşı-yordu sloganlarımızda. Tıkıldıkları ambarlardan çıkıp gemileri ele geçiren kölelerin zincirleri şakırdıyordu her köşe başında.

Gözlerimizin içine bakmaktan korkan zalimler, artık göz bebeklerimizde büyüyen kararlılığın ve cesaretin kendilerini kıskıvrak yakalayıvermesini bekleyedursunlar.

Geliyoruz işte. Bu şehir “Seni alacağız” diye önünde durduğumuz günlerden ve burçlarına astığımız ilk sancak-tan tanır bizi. Ve korkar bizden bu şehrin fatihinden kalan üniversite kurulmuş otorite bekçileri. Az sonra avuçlarımıza düşecek bir kuş gibi korkarlar.

Bizim kardeşliğimizden,merhametimizden, dayanışmamızdan, adaletimizden korkarlar. Çünkü bu şehrin, bu ülkenin gerçek sahiplerinin bizler olduğunu çok iyi bilirler.

Korku öyle içlerine işlemiştir ki başörtülerimizi gördüklerinde üniversite koridor-larında, sonra meydanlarda, suçüstü yakalanmış haremiler gibi titrerler. Bizim her gün biraz daha çoğalarak, biraz daha bilenerek, her seferinde yeni yüzlerle ama aynı vakur tebessümle kapılarına dayandığımızı görünce telaşa kapılırlar.

Yasak üstüne yasaklar dökerler üstümüze, kızgın yağlar gibi. Soruşturmalar açarlar, o-kuldan atarlar bizi, mancınıklarla atarlar gibi. Oysa biz, her türlü tutsaklıktan kur-tuluşu müjdelemek için.

Geliyoruz. Aklın, kalbin, özgürlüğün, barışın, hukukun önünü açmak için, iyiliği yayıp, kötülükten sakındırmak için.


Bu yazı

http://www.respect-for-beliefs.com

adresinden alınmıştır...
Ekleme Tarihi: 25.09.2003 - 10:56
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon DUA
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    DUA
46 Mesaj -
"Dua mü'minin silahıdır."

Ve unutulmaması gereken çok şey var.

Zamana ve insanların yozlaşmasına karşı, yüreğimize nisyan düşürmemek temennisiyle..


******** *********** **********


Zulmün, baskıların, yasakların, yargısız infazların ve çığlıkların, feryatların ayyuka çıktığı bir ülkede; başörtülü olarak fakülte kapılarında maruz kaldığımız şiddetten bahsetmeyeceğim. Amfilerden yaka paça dışarı çıkarılışımızı anlatmayacağım size. Gözlerimizin içine korkak bir kinle bakan yasakçı prof.lardan, medya plazalarında hınçla görüntülerimizi montajlayan sihirbazlardan da söz etmeyeceğim.

Bizim emeğimiz, bizim vergilerimiz, bizim oylarımız üzerinden iktidarlar devşirenlerden, uluslar arası ihanetlerle değerlerimizi pazarlayanlardan da şikayet etmeyeceğim size.

İnsanlık onurunu hiçe sayarak hoyratça hukuku katledenler de olmayacak sözlerimin ekseni. Çünkü zulüm ancak zulme sessiz kalanların sessizliğinde hükmünü sürdürür. Eğer biz vermediysek, bizi gözetledikleri bu kadar gözü nereden buldular? Bizden almadılarsa nasıl oluyor da bizi dövecek bu kadar çok elleri olabiliyor? Kentlerimizi, mescitlerimizi, namusumuzu, değerlerimizi çiğnedikleri ayaklar bizimkiler değilse bunları nereden almışlardır? Bizim tarafımızdan verilmiş olmasa üzerimizde nasıl iktidar olabilirler? Ne giyeceğimizi, nasıl giyineceğimizi, ne düşüneceğimizi, nasıl ifade edeceğimizi, bize buyurma yetkisini bizden almadılarsa kim vermiştir?

Çok sessiziz çok. İkiyüzyıldır buruk ve hüzünlü bir şarkı gibi, sessizlikten yapılmış bir anıt gibi duruyoruz. Asya’nın ucunda, Avrupa’nın berisindeyiz, öylece beklemek-teyiz. Yerimizi ararken kaybettiğimiz süreçte artan tek şey sessizliğimizdi. 68’lerde bir grup genç fikirleri, özgürlükleri uğruna ölürken, evlerimizde bile Kur’an okumamız yasaklanırken hep sessizdik.

Sonra bizi naylon etiketlerle ayırıp bütün enerjimizi birbirimizi yoketmemiz için kullananları da sessizce onayladık. Dev sermayelerin cüce sahipleri; borsalarda, bankalarda açık arttırmalarda yükselen trendlerin artan faiz gelirlerinin, bol sıfırlı çeklerin kibirli havasını pipolarından çektikleri dumanla yüzümüze üflüyorlardı da yine sessizdik.

Çağdaş koltuklarda, iyi dizayn edilmiş salonlarda kalça genişleten, göbek büyülten sosyologlar, siyasi danışmanlar ve onların her çorbaya limon analizleri”demokrasi” diye, “fikir” diye, “özgürlük” diye takdim edilirken aşağılarda bir yerlerde kalbinin ateşini alnına yüklemiş buğday yanığı bedenler yumruklarını ısırıyordu.

İhanetin en alçakçası “bilimsel düşünce”, “soyutlama metodu”, “istatistik veriler” biçiminde dolaşıyordu aramızda. İnançlarımız, hayatlarımız, kıyafetlerimiz, isimlerimiz, evlerimiz, hassasiyetlerimiz, muhabbetlerimiz analitik infazlara uğrarken sessizce izliyor-duk.

Hakkımızda her konjonktüre uygun bir hüküm veriliyordu. Bize düşen hep sessizlikti. Ne Filistinlilerin kolu kırılırken, Bosna’da feryatlar yükselirken, ne Azerbeycan ve Çeçenistan işgal edilirken ses çıkarmadık. Üç bin köy boşaldığın-da, evlerimize her gün bir ceset geldiğinde, gözaltında kaybedildiğimizde de suskun kaldık.

Okullarımız ellerimizden alınırken, Kur’an dersliklerimize kilit vurulurken, namuslu işadamlarımız gözaltına alınıp sorgulanırken, dürüst ve onurlu aydınlarımızın kalemi kırılırken, masum çocuklarımız en doğal protestola-rının bedelini işkencelerle öderken, insan haklarına ve düşünce özgürlüğümüze kurşun sıkılırken, adım başı teftiş edilip tekrar tekrar fişlenirken de sessizliğimizi sürdü.

Şimdi her zaman ki cüretkarlıkla yasakçı genelgeler terennüm edenler, keyfi baskılarını şiddetle sürdürenler, başörtülü oluşumuzu ve üniversiteli oluşumuzu bir arada kabullenemeyenler karşısında yine sessiz miyiz? Hayır. Aslında sessiz olmadık hiç. Bunu “Onlar” öyle söylediler.

Yıllardır bir senfoni çalıyoruz. Sessizliğimizden besteler yaptık her zaman. İçinde trajedi de vardı, dram da. Göz yaşlarımızın gürültüsüyle solo, dualarımızın tınısıyla koro gibiydik. Yıllardır azınlık oligarşi ile millet arasında süren bir kavga var.Yıllardır oligarşi; ilericilik, çağdaşlık, modernlik, muasır medeniyet diyerek bizi uyutuyor.

Yıllardır direniyoruz. Her seferinde bizi kendi bilinçaltlarındaki korkulara göre tanımlayıp, bölüp, birbirimizle uğraştırıp süslü kelimelerin ardında zulüm düzenlerini sürdü-rüyorlar. Emirkulu olmaktan hiç gocunmayan, dogmatik saplantılarını “proje” diye “bilimsellik” diye önümüze koyan, ilkel dayatmaları adına, bilimsel çalışmalara ara vermeye azmeden bir rektörün üniversitemizde hala söz sahibi olmasından utanıyoruz.

Artık; birilerinin bize tanım getirmesini, ölçü koymasını, yönlendirme-sini, bize rağmen bizim için bizim adımıza kararlar alıp zulümlerin en acımasızına payanda olmalarını istemiyoruz. Hiç sessiz kalmayan yüreklerimizin acısını, sıkılı yumruklarımızda biriktiriyoruz. Sonra ayaz altında bir demir gibi kıvranan düşleri-mize sarıp, alnımızın en beyaz noktasından, ölüme aldırmayan iki kaşımızın tam ortasından zalimlerin utanmasız yüzüne çarpıyoruz acımızı.

Yasakçılara karşı en anlamlı cevabı otuz bin olupBeyazıt’tan Çapa’ya aktığımız gün verdiğimizi düşünüyoruz. Kırmadan, dökmeden, yok etmeden ama tükenmeden, eğilmeden ve vazgeçmeden haklılığımızı haykırmayı öğrendik. Malcom X’in heyecanı dolaşı-yordu sloganlarımızda. Tıkıldıkları ambarlardan çıkıp gemileri ele geçiren kölelerin zincirleri şakırdıyordu her köşe başında.

Gözlerimizin içine bakmaktan korkan zalimler, artık göz bebeklerimizde büyüyen kararlılığın ve cesaretin kendilerini kıskıvrak yakalayıvermesini bekleyedursunlar.

Geliyoruz işte. Bu şehir “Seni alacağız” diye önünde durduğumuz günlerden ve burçlarına astığımız ilk sancak-tan tanır bizi. Ve korkar bizden bu şehrin fatihinden kalan üniversite kurulmuş otorite bekçileri. Az sonra avuçlarımıza düşecek bir kuş gibi korkarlar.

Bizim kardeşliğimizden,merhametimizden, dayanışmamızdan, adaletimizden korkarlar. Çünkü bu şehrin, bu ülkenin gerçek sahiplerinin bizler olduğunu çok iyi bilirler.

Korku öyle içlerine işlemiştir ki başörtülerimizi gördüklerinde üniversite koridor-larında, sonra meydanlarda, suçüstü yakalanmış haremiler gibi titrerler. Bizim her gün biraz daha çoğalarak, biraz daha bilenerek, her seferinde yeni yüzlerle ama aynı vakur tebessümle kapılarına dayandığımızı görünce telaşa kapılırlar.

Yasak üstüne yasaklar dökerler üstümüze, kızgın yağlar gibi. Soruşturmalar açarlar, o-kuldan atarlar bizi, mancınıklarla atarlar gibi. Oysa biz, her türlü tutsaklıktan kur-tuluşu müjdelemek için.

Geliyoruz. Aklın, kalbin, özgürlüğün, barışın, hukukun önünü açmak için, iyiliği yayıp, kötülükten sakındırmak için.


Bu yazı

http://www.respect-for-beliefs.com

adresinden alınmıştır...
Ekleme Tarihi: 25.09.2003 - 10:56
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Eskici Mehmet Dede
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    Eskici Mehmet Dede
46 Mesaj -
ESKİCİ MEHMED DEDE


Anadolu velîlerinden. On altıncı yüzyılın sonunda ve on yedinci yüzyılın başında yaşamıştır. Pamuklu bez ticâretiyle meşgûl olduğu için Eskici Mehmed Dede diye meşhûr oldu. Aslen Amasyalı olup, 1619 (H.1028) senesinde Bursa'da vefât etti. Kabri, Abdülmü'min Efendi Câmii bahçesindedir.



Zamânın Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin kâdılığı ve dünyânın debdebesini bırakıp Üftâde hazretlerine talebe olmasına Eskici Mehmed Dede vesîle olmuştur.


Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî bir gece rüyâsındaCehennem'i gördü. Cehennem'in şiddetli ateşinde tanıdığı bâzı kimseler de vardı. Bu korkunç rüyânın verdiği dehşet ve üzüntü içinde bulunduğu günlerde bir hanım bir dâvâ getirdi. Dâvâcı kadın, kocasından ayrılmak istediğini bildirdi. Kadının ayrılmak istediği kocası Muhammed Üftâde hazretlerini seven fakir bir kimseydi. Bu fakir kimse her sene hacca gitmek ister fakat gidecek parası olmadığı için de bir türlü arzûsuna kavuşamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Evdeki hanımı yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü.


Yine bir sene hac mevsiminde parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir, bir gün üzüntüsünden ne yapacağını şaşırdı ve hanımına; "Eğer bu sene de hacca gidemezsem seni üç talakla boşadım." dedi. Günler geçti. Hac için hazırlananlar yola çıktı. Kurban bayramı yaklaştı. Fakir kimseyi bir düşünce aldı. Hem hacca gidememenin üzüntüsü, hem de hanımının üç talakla boş olacağı için çâresizlik içinde kıvranmaya başladı. Bir yerlerden borç para bulup, hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı ve çâresiz kaldığı bu günlerde büyük velî Muhammed Üftâde hazretlerine gidip durumunu arzetti. Üftâde hazretleri onu dinledikten sonra; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu.


Fakir sevinerek Üftâde hazretlerinin huzûrundan ayrılıp Mehmed Dede'nin dükkanına koştu. Mehmed Dede'ye, hocasının selâmını söyleyip, derdini anlattı. Mehmed Dede; "Ey Fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!" dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendini Mehmed Dede ile birlikte Mekke-i mükerremede buldu. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, kerâmet olarak fakiri bir anda Hicâz'a götürdü. O gün arefe idi. Hacılar Arafat'a çıkmışlar, vakfeye duruyorlardı. Fakir de Eskici Mehmed Dede ile birlikte ihrâm giyip Arafat'a çıkarak vakfeye durdular. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavâf ettiler. Hac ibâdetini tamamlayıp, ziyâret edilecek yerleri ziyâret ettikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar Eskici Mehmed Dede'yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir bâzı hediyeler alıp, bir kısmını da getirmeleri için emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Yine Eskici Mehmed Dedenin kerâmetiyle Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler. Fakir, getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; "Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun." dedi. Fakir, "Hanım ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke'den aldım." dediyse de kadın; "Bir de yalan söylüyorsun. Üç beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye verip, senden ayrılacağım." dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî'ye giderek durumu anlattı ve; "Nikâhımızın fesh edilmesini istiyorum. Çünkü nikahsız olarak yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum." dedi.


Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî, kadının kocasını çağırtarak ifâdesini dinledi. Fakir; hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamayı tavâf edip, ziyâret yerlerini gezdiğini, Bursalı hacılarla görüştüğünü, hattâ getirmeleri için bâzı eşyâlarını onlara emânet bıraktığını söyledi. Bu sebeple talak yâni boşanmanın vâki olmadığını söyledi ve Eskici Mehmed Dede'yi şâhit gösterdi. Eskici Mehmed Dede birlikte hacca gidip geldiklerini söyledi ve; "Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu halde bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de bir velînin bir anda Kâbe-i muazzamaya gitmesi niçin kabûl edilmez." dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî anlatılanları hayretle dinledikten sonra, mahkemeyi hacıların geleceği zamâna tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar döndü. Mahkeme gününde şâhid olarak fakirin hac vazîfesini yaptığını hattâ verdiği emânetleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhitlerin verdiği ifâdeler üzerine dâvâcı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti. Böylece boşanma olmadı.


Bu hâdisenin günlerce etkisinden kurtulamayan Aziz Mahmûd Hüdâyî, Eskici Mehmed Dede'ye gitti ve; "Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için geldim." dedi. Eskici Memed Dede ona; "Sizin nasîbiniz bizde değil. Şeyh Muhammed Üftâde hazretlerindedir. Onun huzûruna giderek mürâcaatınızı bildirin."dedi. Kâdı Mahmûd Hüdâyî, Üftâde hazretlerine gidip ona talebe oldu. Üftâde hazretlerinin isteği üzerine sırmalı kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı. Kâdılığı bırakıp, Muhammed Üftâde hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde olgunlaştı. Bursalıların kınamalarına rağmen bu yola devâm etti. Dünyânın debdebesini bırakıp gönül sultanlığına yükseldi. Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin bu yola kavuşmasına vesîle olan Eskici Mehmed Dede'dir.



Eskici Mehmed Dede'nin halleri ve kerâmetleri insanlar arasında dilden dile anlatılır oldu. Kabri, Abdülmü'min Efendinin kabrinin yanındadır. Sevenleri kabrini ziyâret edip, rûhuna Fâtiha okumaktadırlar.
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 15:39
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Eskici Mehmet Dede
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    Eskici Mehmet Dede
46 Mesaj -
ESKİCİ MEHMED DEDE


Anadolu velîlerinden. On altıncı yüzyılın sonunda ve on yedinci yüzyılın başında yaşamıştır. Pamuklu bez ticâretiyle meşgûl olduğu için Eskici Mehmed Dede diye meşhûr oldu. Aslen Amasyalı olup, 1619 (H.1028) senesinde Bursa'da vefât etti. Kabri, Abdülmü'min Efendi Câmii bahçesindedir.



Zamânın Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin kâdılığı ve dünyânın debdebesini bırakıp Üftâde hazretlerine talebe olmasına Eskici Mehmed Dede vesîle olmuştur.


Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî bir gece rüyâsındaCehennem'i gördü. Cehennem'in şiddetli ateşinde tanıdığı bâzı kimseler de vardı. Bu korkunç rüyânın verdiği dehşet ve üzüntü içinde bulunduğu günlerde bir hanım bir dâvâ getirdi. Dâvâcı kadın, kocasından ayrılmak istediğini bildirdi. Kadının ayrılmak istediği kocası Muhammed Üftâde hazretlerini seven fakir bir kimseydi. Bu fakir kimse her sene hacca gitmek ister fakat gidecek parası olmadığı için de bir türlü arzûsuna kavuşamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Evdeki hanımı yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü.


Yine bir sene hac mevsiminde parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir, bir gün üzüntüsünden ne yapacağını şaşırdı ve hanımına; "Eğer bu sene de hacca gidemezsem seni üç talakla boşadım." dedi. Günler geçti. Hac için hazırlananlar yola çıktı. Kurban bayramı yaklaştı. Fakir kimseyi bir düşünce aldı. Hem hacca gidememenin üzüntüsü, hem de hanımının üç talakla boş olacağı için çâresizlik içinde kıvranmaya başladı. Bir yerlerden borç para bulup, hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı ve çâresiz kaldığı bu günlerde büyük velî Muhammed Üftâde hazretlerine gidip durumunu arzetti. Üftâde hazretleri onu dinledikten sonra; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu.


Fakir sevinerek Üftâde hazretlerinin huzûrundan ayrılıp Mehmed Dede'nin dükkanına koştu. Mehmed Dede'ye, hocasının selâmını söyleyip, derdini anlattı. Mehmed Dede; "Ey Fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!" dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendini Mehmed Dede ile birlikte Mekke-i mükerremede buldu. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, kerâmet olarak fakiri bir anda Hicâz'a götürdü. O gün arefe idi. Hacılar Arafat'a çıkmışlar, vakfeye duruyorlardı. Fakir de Eskici Mehmed Dede ile birlikte ihrâm giyip Arafat'a çıkarak vakfeye durdular. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavâf ettiler. Hac ibâdetini tamamlayıp, ziyâret edilecek yerleri ziyâret ettikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar Eskici Mehmed Dede'yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir bâzı hediyeler alıp, bir kısmını da getirmeleri için emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Yine Eskici Mehmed Dedenin kerâmetiyle Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler. Fakir, getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; "Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun." dedi. Fakir, "Hanım ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke'den aldım." dediyse de kadın; "Bir de yalan söylüyorsun. Üç beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye verip, senden ayrılacağım." dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî'ye giderek durumu anlattı ve; "Nikâhımızın fesh edilmesini istiyorum. Çünkü nikahsız olarak yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum." dedi.


Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî, kadının kocasını çağırtarak ifâdesini dinledi. Fakir; hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamayı tavâf edip, ziyâret yerlerini gezdiğini, Bursalı hacılarla görüştüğünü, hattâ getirmeleri için bâzı eşyâlarını onlara emânet bıraktığını söyledi. Bu sebeple talak yâni boşanmanın vâki olmadığını söyledi ve Eskici Mehmed Dede'yi şâhit gösterdi. Eskici Mehmed Dede birlikte hacca gidip geldiklerini söyledi ve; "Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu halde bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de bir velînin bir anda Kâbe-i muazzamaya gitmesi niçin kabûl edilmez." dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî anlatılanları hayretle dinledikten sonra, mahkemeyi hacıların geleceği zamâna tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar döndü. Mahkeme gününde şâhid olarak fakirin hac vazîfesini yaptığını hattâ verdiği emânetleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhitlerin verdiği ifâdeler üzerine dâvâcı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti. Böylece boşanma olmadı.


Bu hâdisenin günlerce etkisinden kurtulamayan Aziz Mahmûd Hüdâyî, Eskici Mehmed Dede'ye gitti ve; "Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için geldim." dedi. Eskici Memed Dede ona; "Sizin nasîbiniz bizde değil. Şeyh Muhammed Üftâde hazretlerindedir. Onun huzûruna giderek mürâcaatınızı bildirin."dedi. Kâdı Mahmûd Hüdâyî, Üftâde hazretlerine gidip ona talebe oldu. Üftâde hazretlerinin isteği üzerine sırmalı kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı. Kâdılığı bırakıp, Muhammed Üftâde hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde olgunlaştı. Bursalıların kınamalarına rağmen bu yola devâm etti. Dünyânın debdebesini bırakıp gönül sultanlığına yükseldi. Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin bu yola kavuşmasına vesîle olan Eskici Mehmed Dede'dir.



Eskici Mehmed Dede'nin halleri ve kerâmetleri insanlar arasında dilden dile anlatılır oldu. Kabri, Abdülmü'min Efendinin kabrinin yanındadır. Sevenleri kabrini ziyâret edip, rûhuna Fâtiha okumaktadırlar.
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 15:39
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Eskici Mehmet Dede
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    Eskici Mehmet Dede
46 Mesaj -
ESKİCİ MEHMED DEDE


Anadolu velîlerinden. On altıncı yüzyılın sonunda ve on yedinci yüzyılın başında yaşamıştır. Pamuklu bez ticâretiyle meşgûl olduğu için Eskici Mehmed Dede diye meşhûr oldu. Aslen Amasyalı olup, 1619 (H.1028) senesinde Bursa'da vefât etti. Kabri, Abdülmü'min Efendi Câmii bahçesindedir.



Zamânın Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin kâdılığı ve dünyânın debdebesini bırakıp Üftâde hazretlerine talebe olmasına Eskici Mehmed Dede vesîle olmuştur.


Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî bir gece rüyâsındaCehennem'i gördü. Cehennem'in şiddetli ateşinde tanıdığı bâzı kimseler de vardı. Bu korkunç rüyânın verdiği dehşet ve üzüntü içinde bulunduğu günlerde bir hanım bir dâvâ getirdi. Dâvâcı kadın, kocasından ayrılmak istediğini bildirdi. Kadının ayrılmak istediği kocası Muhammed Üftâde hazretlerini seven fakir bir kimseydi. Bu fakir kimse her sene hacca gitmek ister fakat gidecek parası olmadığı için de bir türlü arzûsuna kavuşamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Evdeki hanımı yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü.


Yine bir sene hac mevsiminde parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir, bir gün üzüntüsünden ne yapacağını şaşırdı ve hanımına; "Eğer bu sene de hacca gidemezsem seni üç talakla boşadım." dedi. Günler geçti. Hac için hazırlananlar yola çıktı. Kurban bayramı yaklaştı. Fakir kimseyi bir düşünce aldı. Hem hacca gidememenin üzüntüsü, hem de hanımının üç talakla boş olacağı için çâresizlik içinde kıvranmaya başladı. Bir yerlerden borç para bulup, hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı ve çâresiz kaldığı bu günlerde büyük velî Muhammed Üftâde hazretlerine gidip durumunu arzetti. Üftâde hazretleri onu dinledikten sonra; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu.


Fakir sevinerek Üftâde hazretlerinin huzûrundan ayrılıp Mehmed Dede'nin dükkanına koştu. Mehmed Dede'ye, hocasının selâmını söyleyip, derdini anlattı. Mehmed Dede; "Ey Fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!" dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendini Mehmed Dede ile birlikte Mekke-i mükerremede buldu. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, kerâmet olarak fakiri bir anda Hicâz'a götürdü. O gün arefe idi. Hacılar Arafat'a çıkmışlar, vakfeye duruyorlardı. Fakir de Eskici Mehmed Dede ile birlikte ihrâm giyip Arafat'a çıkarak vakfeye durdular. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavâf ettiler. Hac ibâdetini tamamlayıp, ziyâret edilecek yerleri ziyâret ettikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar Eskici Mehmed Dede'yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir bâzı hediyeler alıp, bir kısmını da getirmeleri için emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Yine Eskici Mehmed Dedenin kerâmetiyle Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler. Fakir, getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; "Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun." dedi. Fakir, "Hanım ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke'den aldım." dediyse de kadın; "Bir de yalan söylüyorsun. Üç beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye verip, senden ayrılacağım." dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî'ye giderek durumu anlattı ve; "Nikâhımızın fesh edilmesini istiyorum. Çünkü nikahsız olarak yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum." dedi.


Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî, kadının kocasını çağırtarak ifâdesini dinledi. Fakir; hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamayı tavâf edip, ziyâret yerlerini gezdiğini, Bursalı hacılarla görüştüğünü, hattâ getirmeleri için bâzı eşyâlarını onlara emânet bıraktığını söyledi. Bu sebeple talak yâni boşanmanın vâki olmadığını söyledi ve Eskici Mehmed Dede'yi şâhit gösterdi. Eskici Mehmed Dede birlikte hacca gidip geldiklerini söyledi ve; "Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu halde bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de bir velînin bir anda Kâbe-i muazzamaya gitmesi niçin kabûl edilmez." dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî anlatılanları hayretle dinledikten sonra, mahkemeyi hacıların geleceği zamâna tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar döndü. Mahkeme gününde şâhid olarak fakirin hac vazîfesini yaptığını hattâ verdiği emânetleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhitlerin verdiği ifâdeler üzerine dâvâcı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti. Böylece boşanma olmadı.


Bu hâdisenin günlerce etkisinden kurtulamayan Aziz Mahmûd Hüdâyî, Eskici Mehmed Dede'ye gitti ve; "Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için geldim." dedi. Eskici Memed Dede ona; "Sizin nasîbiniz bizde değil. Şeyh Muhammed Üftâde hazretlerindedir. Onun huzûruna giderek mürâcaatınızı bildirin."dedi. Kâdı Mahmûd Hüdâyî, Üftâde hazretlerine gidip ona talebe oldu. Üftâde hazretlerinin isteği üzerine sırmalı kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı. Kâdılığı bırakıp, Muhammed Üftâde hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde olgunlaştı. Bursalıların kınamalarına rağmen bu yola devâm etti. Dünyânın debdebesini bırakıp gönül sultanlığına yükseldi. Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin bu yola kavuşmasına vesîle olan Eskici Mehmed Dede'dir.



Eskici Mehmed Dede'nin halleri ve kerâmetleri insanlar arasında dilden dile anlatılır oldu. Kabri, Abdülmü'min Efendinin kabrinin yanındadır. Sevenleri kabrini ziyâret edip, rûhuna Fâtiha okumaktadırlar.
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 15:39
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon TERKEDEREK DEĞİL....
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    TERKEDEREK DEĞİL....
46 Mesaj -
TERKEDEREK DEĞİL,

YÜREK VE ZİHİNLE AŞARAK

Terketmek kolay olandır, terkedersiniz olur biter.

Bulunduğunuz siperi, savunduğunuz değerleri..

içerisinde yer aldığınız cepheyi..

sizi siz eden kimliğinizi ve kişiliğinizi..



Üzerinize gelen baskıları hafifletmek,

savuşturmak, ya da yılgınlığa kapıldığınız için terketmek,

sizi sadece sipersiz, cephesiz, kimliksiz ve kişiliksiz bırakmaz,

aynı zamanda onursuz bırakır.



Terkedenler, sorumlu tutulmamak için yapıyorlarsa bunu, şunu unutmamalıdırlar ki, siper terkedilerek sorumluluktan kurtulunmaz;



Işığın mekanı terketmesi, sadece sıradan bir terk değil,

karanlığı davettir;

Karanlığın kararttığı her yürekten kara bir pay da,

O terkedene ait olacaktır.



Terketmenin alternatifi kesinlikle “teslim olmak” değildir,



“Teslim olmak”, terketmenin en kötü biçimidir.



Teslim olanlar, Kitab’ın ifadesiyle “benliklerini satanlardır”.



İslam, “teslimiyet” demektir; Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyet.



Allah’a teslim olan, başka ilahların önünde eğilmez.



Allah’ın huzurunda eğilenlerin başka ilahların önünde de eğildiklerini görürseniz, Kâbe’leri olan yüreklerini puthaneye çevirdiklerine hükmedebilirsiniz.



Başka türlüsü mümkün değildir, çünkü bir gönülde iki sevda olmaz



Ve “Allah bir göğüste iki kalp yaratmamıştır.”



Teslim olmanın ya da terketmenin dışında bir çıkış yolu yok mudur?



Elbette vardır: direnmek ve aşmak.



Direnmek yürek ister, sabır ister, sebat ister, bilgi, inanç ve haysiyet ister.



Yüreği yetmeyenler direnemeyecektir.



O halde direnemeyenler, önce yüreklerinde tükenenlerdir.



Yüreği işgal olunanın organları, işgalcinin paralı askerliğine soyunacaktır.



Beden ülkesinin başkenti olan yürek işgale uğramışsa,

bu yüreğin taşrası olan göz-kulak, dil-dudak, el-ayak ne’tsin?



İşgale uğramamış her yürek, sayısı oldukça kısıtlı olan özgür yüreklere yük olmaktan da kurtulacaktır. Bırakınız yük olmayı, yük alacaktır.

Sorunun bir parçası olmaktan çıkıp çözümün bir parçası olacaktır.



İşte o zaman kişi, yüreğin bu potansiyel enerjisini kinetize eden akletme yeteneğiyle aşacaktır önündeki engelleri.



Bir çıkış yolu mutlaka bulacak ve bîçare kalmayacaktır.



Herşeyden öte kutsal sancısını, acısını, ıstırabını “terketmek”,

ona sırt dönmek gibi vahim bir yanlışa düşmeyecektir.



Psikologlara göre “ne olursa olsun elemden kaç, hazza koş”

psikolojisi üç-dört yaş çocuğunun psikolojisidir.



“Yetişkin çocuk” ya da “çeyrek insan” davranışı sergilemek istemeyenler,

bu üç-dört yaş psikolojisinden kurtulmak zorundadırlar.



İnsanlık destanı boyunca tarihin aktif öznesi olan kuşaklar,

acıların ve zor sınavların imbiğinden damıtılarak yetişmişlerdir.



Sahte neşelerin ve gündelik hazların sürüklediği yığınlar,

tarihin yatağında akan pasif nesnelerdir.



Herkese düşen, önce yerini ve yolunu seçmektir.



Seçtiğiniz yol, sizi aktif özne olmaya götürüyorsa,

Ayağınıza batan dikenlerin acısına;

“Sermaye” gözüyle bakmayı öğrenmelisiniz.



Mustafa İslamoğlu
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 12:22
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon TERKEDEREK DEĞİL....
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    TERKEDEREK DEĞİL....
46 Mesaj -
TERKEDEREK DEĞİL,

YÜREK VE ZİHİNLE AŞARAK

Terketmek kolay olandır, terkedersiniz olur biter.

Bulunduğunuz siperi, savunduğunuz değerleri..

içerisinde yer aldığınız cepheyi..

sizi siz eden kimliğinizi ve kişiliğinizi..



Üzerinize gelen baskıları hafifletmek,

savuşturmak, ya da yılgınlığa kapıldığınız için terketmek,

sizi sadece sipersiz, cephesiz, kimliksiz ve kişiliksiz bırakmaz,

aynı zamanda onursuz bırakır.



Terkedenler, sorumlu tutulmamak için yapıyorlarsa bunu, şunu unutmamalıdırlar ki, siper terkedilerek sorumluluktan kurtulunmaz;



Işığın mekanı terketmesi, sadece sıradan bir terk değil,

karanlığı davettir;

Karanlığın kararttığı her yürekten kara bir pay da,

O terkedene ait olacaktır.



Terketmenin alternatifi kesinlikle “teslim olmak” değildir,



“Teslim olmak”, terketmenin en kötü biçimidir.



Teslim olanlar, Kitab’ın ifadesiyle “benliklerini satanlardır”.



İslam, “teslimiyet” demektir; Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyet.



Allah’a teslim olan, başka ilahların önünde eğilmez.



Allah’ın huzurunda eğilenlerin başka ilahların önünde de eğildiklerini görürseniz, Kâbe’leri olan yüreklerini puthaneye çevirdiklerine hükmedebilirsiniz.



Başka türlüsü mümkün değildir, çünkü bir gönülde iki sevda olmaz



Ve “Allah bir göğüste iki kalp yaratmamıştır.”



Teslim olmanın ya da terketmenin dışında bir çıkış yolu yok mudur?



Elbette vardır: direnmek ve aşmak.



Direnmek yürek ister, sabır ister, sebat ister, bilgi, inanç ve haysiyet ister.



Yüreği yetmeyenler direnemeyecektir.



O halde direnemeyenler, önce yüreklerinde tükenenlerdir.



Yüreği işgal olunanın organları, işgalcinin paralı askerliğine soyunacaktır.



Beden ülkesinin başkenti olan yürek işgale uğramışsa,

bu yüreğin taşrası olan göz-kulak, dil-dudak, el-ayak ne’tsin?



İşgale uğramamış her yürek, sayısı oldukça kısıtlı olan özgür yüreklere yük olmaktan da kurtulacaktır. Bırakınız yük olmayı, yük alacaktır.

Sorunun bir parçası olmaktan çıkıp çözümün bir parçası olacaktır.



İşte o zaman kişi, yüreğin bu potansiyel enerjisini kinetize eden akletme yeteneğiyle aşacaktır önündeki engelleri.



Bir çıkış yolu mutlaka bulacak ve bîçare kalmayacaktır.



Herşeyden öte kutsal sancısını, acısını, ıstırabını “terketmek”,

ona sırt dönmek gibi vahim bir yanlışa düşmeyecektir.



Psikologlara göre “ne olursa olsun elemden kaç, hazza koş”

psikolojisi üç-dört yaş çocuğunun psikolojisidir.



“Yetişkin çocuk” ya da “çeyrek insan” davranışı sergilemek istemeyenler,

bu üç-dört yaş psikolojisinden kurtulmak zorundadırlar.



İnsanlık destanı boyunca tarihin aktif öznesi olan kuşaklar,

acıların ve zor sınavların imbiğinden damıtılarak yetişmişlerdir.



Sahte neşelerin ve gündelik hazların sürüklediği yığınlar,

tarihin yatağında akan pasif nesnelerdir.



Herkese düşen, önce yerini ve yolunu seçmektir.



Seçtiğiniz yol, sizi aktif özne olmaya götürüyorsa,

Ayağınıza batan dikenlerin acısına;

“Sermaye” gözüyle bakmayı öğrenmelisiniz.



Mustafa İslamoğlu
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 12:22
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon TERKEDEREK DEĞİL....
suhedam su an offline suhedam  
Themenicon    TERKEDEREK DEĞİL....
46 Mesaj -
TERKEDEREK DEĞİL,

YÜREK VE ZİHİNLE AŞARAK

Terketmek kolay olandır, terkedersiniz olur biter.

Bulunduğunuz siperi, savunduğunuz değerleri..

içerisinde yer aldığınız cepheyi..

sizi siz eden kimliğinizi ve kişiliğinizi..



Üzerinize gelen baskıları hafifletmek,

savuşturmak, ya da yılgınlığa kapıldığınız için terketmek,

sizi sadece sipersiz, cephesiz, kimliksiz ve kişiliksiz bırakmaz,

aynı zamanda onursuz bırakır.



Terkedenler, sorumlu tutulmamak için yapıyorlarsa bunu, şunu unutmamalıdırlar ki, siper terkedilerek sorumluluktan kurtulunmaz;



Işığın mekanı terketmesi, sadece sıradan bir terk değil,

karanlığı davettir;

Karanlığın kararttığı her yürekten kara bir pay da,

O terkedene ait olacaktır.



Terketmenin alternatifi kesinlikle “teslim olmak” değildir,



“Teslim olmak”, terketmenin en kötü biçimidir.



Teslim olanlar, Kitab’ın ifadesiyle “benliklerini satanlardır”.



İslam, “teslimiyet” demektir; Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyet.



Allah’a teslim olan, başka ilahların önünde eğilmez.



Allah’ın huzurunda eğilenlerin başka ilahların önünde de eğildiklerini görürseniz, Kâbe’leri olan yüreklerini puthaneye çevirdiklerine hükmedebilirsiniz.



Başka türlüsü mümkün değildir, çünkü bir gönülde iki sevda olmaz



Ve “Allah bir göğüste iki kalp yaratmamıştır.”



Teslim olmanın ya da terketmenin dışında bir çıkış yolu yok mudur?



Elbette vardır: direnmek ve aşmak.



Direnmek yürek ister, sabır ister, sebat ister, bilgi, inanç ve haysiyet ister.



Yüreği yetmeyenler direnemeyecektir.



O halde direnemeyenler, önce yüreklerinde tükenenlerdir.



Yüreği işgal olunanın organları, işgalcinin paralı askerliğine soyunacaktır.



Beden ülkesinin başkenti olan yürek işgale uğramışsa,

bu yüreğin taşrası olan göz-kulak, dil-dudak, el-ayak ne’tsin?



İşgale uğramamış her yürek, sayısı oldukça kısıtlı olan özgür yüreklere yük olmaktan da kurtulacaktır. Bırakınız yük olmayı, yük alacaktır.

Sorunun bir parçası olmaktan çıkıp çözümün bir parçası olacaktır.



İşte o zaman kişi, yüreğin bu potansiyel enerjisini kinetize eden akletme yeteneğiyle aşacaktır önündeki engelleri.



Bir çıkış yolu mutlaka bulacak ve bîçare kalmayacaktır.



Herşeyden öte kutsal sancısını, acısını, ıstırabını “terketmek”,

ona sırt dönmek gibi vahim bir yanlışa düşmeyecektir.



Psikologlara göre “ne olursa olsun elemden kaç, hazza koş”

psikolojisi üç-dört yaş çocuğunun psikolojisidir.



“Yetişkin çocuk” ya da “çeyrek insan” davranışı sergilemek istemeyenler,

bu üç-dört yaş psikolojisinden kurtulmak zorundadırlar.



İnsanlık destanı boyunca tarihin aktif öznesi olan kuşaklar,

acıların ve zor sınavların imbiğinden damıtılarak yetişmişlerdir.



Sahte neşelerin ve gündelik hazların sürüklediği yığınlar,

tarihin yatağında akan pasif nesnelerdir.



Herkese düşen, önce yerini ve yolunu seçmektir.



Seçtiğiniz yol, sizi aktif özne olmaya götürüyorsa,

Ayağınıza batan dikenlerin acısına;

“Sermaye” gözüyle bakmayı öğrenmelisiniz.



Mustafa İslamoğlu
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 12:22
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Kalbi Sohbetler...
suhedam su an offline suhedam  
Kalbi Sohbetler...
46 Mesaj -
Leylâ'sı uğrunda ve onun aşkı ile çöllere düşen Mecnûn, salyaları akan, tüyleri dökülmüş bir köpeği seviyor, okşuyor ve gözlerinden öpüyordu.

Bu hali gören birisi dayanamadı; Mecnûn'a bağırdı:



"- A akılsız adam! Bu ne sersemliktir! Bu hayvanı, ne sarılmış öpüyorsun?



Mecnûn cevap verdi:



"- Sen ne anlarsın?! Bu köpeğin ne meziyeti var biliyor musun?!.



Bu kadar köyün içinde gitmiş de Leylâ'nın köyünü yurt edinmiş ve o köye bekçi olmuş!.. Bunun bir kılını arslanlara değişmem.



Gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki, onun faziletini göresin!..



Leylâ'nın köyünü yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile benim için azîzdir..."



Mesnevî'de diğer bir Leylâ hikayesi:



Devrin hükümdarı Leylâ'yı görür, hayret eder:



"- Mecnûn'un perişan olmasına sebep olan Leylâ sen misin? Senin diğer hemcinslerinden bir farkın yok!.." der.



Leylâ cevap verir:



"- Sen Mecnûn olmadığın için sus!.."



Şeyh Sadî (k.s.):



"- Leylâ'nın güzelliğine Mecnûn'un gönül penceresinden bakmalıdır." der.



Leylâ'yı görebilmek, onun gerçek hüviyetini müşahede edebilmek, senin de Mecnûn gibi sadık bir aşık olabilmene bağlıdır. Aksi halde görülen, suretten başka bir şey değildir. O aşka nail olmayan için Leylâ, sırf bir cisimden ibarettir.



Mesnevî'de geçen Leylâ hikayeleri birer mecazdan ibarettir.

Leylâ, İlahî aşk sembolü, İlahî muhabbet ufkudur.
*
Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'i dost edinince, melekler:
"- Ey Rabbimiz! İbrahim sana nasıl dost olabilir? Nefsi, malı ve evladı var. Kalbi bunlara meyyaldir..." dediler.



Müteakiben şu ibretli manzaralara ve İbrahim (a.s.)'ın ağır imtihanlarına şahid oldular:



İbrahim (a.s.) mancınıkla ateşe atılacağı zaman, melekler heyecanlandı.

Bir kısmı Allah (c.c.)'dan İbrahim (a.s.)'e yardım etmek için izin istediler.

Melekler, Hz. İbrahim (a.s.)'e bir isteği olup olmadığını sorunca, İbrahim (a.s.):



"- Dostla dostun arasına girmeyin!" buyurdu.



Daha sonra Cebrail (a.s.) geldi:
"- Bana bir ihtiyacın var mı?" diye sordu.



İbrahim (a.s.):



"- Sana ihtiyacım yok. O bana yetişir; ne iyi vekildir!" buyurdu.



İbrahim (a.s.), Allah (c. c.)'a verdiği andı yerine getirmek için oğlu İsmail (a.s.)'i kurban etmeye götürürken melekler yine heyecanlandılar:



"- Bir peygamber, bir peygamberi kurban etmeye götürüyor!" dediler.



İsmail (a.s.) ise, babası İbrahim (a.s.)'e:



"- Ey babacığım! Emrolunduğunu yap! İnşallah beni sabredenlerden bulursun.

Bıçağını iyi bile; hemen kessin; can vermek kolay olur...

Bıçağı çekerken de yüzüme bakma! Babalık şefkati ile geciktirebilirsin.

Benim üzüntüm, kendi elinle kurban ettiğin evladının acısını ve hasretini ömür boyu unutmamandır."



Baba-oğul, teslimiyet okyanusunda yüzerlerken, Cebrail (a.s.) yetişti. Bıçağı köreltti. Cennetten koçu indirdi.



Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'e sayılamayacak derecede koyun sürüleri ihsan etti.

Cebrail (a.s.) insan sûretinde geldi. Sordu!



"- Bu sürüler kimin? Bana bir sürü satar mısın?"



İbrahim (a.s.):



"- Bu sürüler Rabbim'indir. Şu anda benim elimde emanet olarak bulunuyor.

Bir kere zikredersen, üçte birini; üç kere zikredersen hepsini al, götür!" dedi.



Cebrail (a.s.):
"Subbûhun, kuddûsün, Rabbünâ ve Rabbü'l-melâiketi ve'r-rûh." dedi.



İbrahim (a.s.):
"- Al hepsini! Senin. Al, git!" dedi.
Cebrail (a.s.):
"- Ben insan değil, meleğim, alamam." dedi.



İbrahim (a.s.):
"-Sen meleksen, ben de Halil'im (Allah (c.c.)'ın dostuyum). Verdiğimi geri alamam." dedi.
Nihayet İbrahim (a.s.), sürülerinin hepsini sattı. Mülk alıp vakfetti.



İbrahim (a.s.), canı, evladı ve malı ile ağır bir imtihan geçirdi.

Rabbine büyük bir teslimiyetle râm oldu.

Kulluğun mutlak noktasına erişti.

Sûretten kurtuldu. Halîlullah (Allah (c. c.)'ın dostu) oldu.

?
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 12:01
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Kalbi Sohbetler...
suhedam su an offline suhedam  
Kalbi Sohbetler...
46 Mesaj -
Leylâ'sı uğrunda ve onun aşkı ile çöllere düşen Mecnûn, salyaları akan, tüyleri dökülmüş bir köpeği seviyor, okşuyor ve gözlerinden öpüyordu.

Bu hali gören birisi dayanamadı; Mecnûn'a bağırdı:



"- A akılsız adam! Bu ne sersemliktir! Bu hayvanı, ne sarılmış öpüyorsun?



Mecnûn cevap verdi:



"- Sen ne anlarsın?! Bu köpeğin ne meziyeti var biliyor musun?!.



Bu kadar köyün içinde gitmiş de Leylâ'nın köyünü yurt edinmiş ve o köye bekçi olmuş!.. Bunun bir kılını arslanlara değişmem.



Gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki, onun faziletini göresin!..



Leylâ'nın köyünü yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile benim için azîzdir..."



Mesnevî'de diğer bir Leylâ hikayesi:



Devrin hükümdarı Leylâ'yı görür, hayret eder:



"- Mecnûn'un perişan olmasına sebep olan Leylâ sen misin? Senin diğer hemcinslerinden bir farkın yok!.." der.



Leylâ cevap verir:



"- Sen Mecnûn olmadığın için sus!.."



Şeyh Sadî (k.s.):



"- Leylâ'nın güzelliğine Mecnûn'un gönül penceresinden bakmalıdır." der.



Leylâ'yı görebilmek, onun gerçek hüviyetini müşahede edebilmek, senin de Mecnûn gibi sadık bir aşık olabilmene bağlıdır. Aksi halde görülen, suretten başka bir şey değildir. O aşka nail olmayan için Leylâ, sırf bir cisimden ibarettir.



Mesnevî'de geçen Leylâ hikayeleri birer mecazdan ibarettir.

Leylâ, İlahî aşk sembolü, İlahî muhabbet ufkudur.
*
Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'i dost edinince, melekler:
"- Ey Rabbimiz! İbrahim sana nasıl dost olabilir? Nefsi, malı ve evladı var. Kalbi bunlara meyyaldir..." dediler.



Müteakiben şu ibretli manzaralara ve İbrahim (a.s.)'ın ağır imtihanlarına şahid oldular:



İbrahim (a.s.) mancınıkla ateşe atılacağı zaman, melekler heyecanlandı.

Bir kısmı Allah (c.c.)'dan İbrahim (a.s.)'e yardım etmek için izin istediler.

Melekler, Hz. İbrahim (a.s.)'e bir isteği olup olmadığını sorunca, İbrahim (a.s.):



"- Dostla dostun arasına girmeyin!" buyurdu.



Daha sonra Cebrail (a.s.) geldi:
"- Bana bir ihtiyacın var mı?" diye sordu.



İbrahim (a.s.):



"- Sana ihtiyacım yok. O bana yetişir; ne iyi vekildir!" buyurdu.



İbrahim (a.s.), Allah (c. c.)'a verdiği andı yerine getirmek için oğlu İsmail (a.s.)'i kurban etmeye götürürken melekler yine heyecanlandılar:



"- Bir peygamber, bir peygamberi kurban etmeye götürüyor!" dediler.



İsmail (a.s.) ise, babası İbrahim (a.s.)'e:



"- Ey babacığım! Emrolunduğunu yap! İnşallah beni sabredenlerden bulursun.

Bıçağını iyi bile; hemen kessin; can vermek kolay olur...

Bıçağı çekerken de yüzüme bakma! Babalık şefkati ile geciktirebilirsin.

Benim üzüntüm, kendi elinle kurban ettiğin evladının acısını ve hasretini ömür boyu unutmamandır."



Baba-oğul, teslimiyet okyanusunda yüzerlerken, Cebrail (a.s.) yetişti. Bıçağı köreltti. Cennetten koçu indirdi.



Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'e sayılamayacak derecede koyun sürüleri ihsan etti.

Cebrail (a.s.) insan sûretinde geldi. Sordu!



"- Bu sürüler kimin? Bana bir sürü satar mısın?"



İbrahim (a.s.):



"- Bu sürüler Rabbim'indir. Şu anda benim elimde emanet olarak bulunuyor.

Bir kere zikredersen, üçte birini; üç kere zikredersen hepsini al, götür!" dedi.



Cebrail (a.s.):
"Subbûhun, kuddûsün, Rabbünâ ve Rabbü'l-melâiketi ve'r-rûh." dedi.



İbrahim (a.s.):
"- Al hepsini! Senin. Al, git!" dedi.
Cebrail (a.s.):
"- Ben insan değil, meleğim, alamam." dedi.



İbrahim (a.s.):
"-Sen meleksen, ben de Halil'im (Allah (c.c.)'ın dostuyum). Verdiğimi geri alamam." dedi.
Nihayet İbrahim (a.s.), sürülerinin hepsini sattı. Mülk alıp vakfetti.



İbrahim (a.s.), canı, evladı ve malı ile ağır bir imtihan geçirdi.

Rabbine büyük bir teslimiyetle râm oldu.

Kulluğun mutlak noktasına erişti.

Sûretten kurtuldu. Halîlullah (Allah (c. c.)'ın dostu) oldu.

?
Ekleme Tarihi: 24.09.2003 - 12:01
suhedam üyenin diğer mesajları suhedam`in Profili suhedam Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (2): (1) 2 Devam >
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 812 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
meleknur58 (71), fatih4194 (45), F.U (43), güngör (51), mematii (41), ravza81 (43), turgay gnl (63), mgs 41 (55), ilknurakan07 (44), islamicboy (40), eminefendi (51), mirac6363 (45), adempece (52), AKKUS61 (50), binerve (41), ahirzaman (57), akay-350 (46), nuraymelek95 (29), AydinG (39), batuhan_ (47), markad (50), simales (39), bülent21 (43), mucahide33 (39), polat0000 (59), gülkokuþl.. (41), minik (43), Baykara (38), mecide_sümeyye (35), mustafakumbar (53), gringo (51), vefalidost (50), saidmirza (55), yaramaz (41), vuslateli (37), pascal (37)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.54753 saniyede açıldı