lopinavir ritonavir hydroxychloroquine stromectol generique kaletra kaletra aldactone aldara aldipin alendron alesse aleve alges x algifor allegra allergodil allo 300 tablinen allo basan allopur altace alutan alzar amanol amaryl amilo basan amilorid comp amiloride hct amiodar amlo eco amlopin amlovasc amoxi basan amoxi cophar amoxi mepha amoxil amoximex anafranil sr anafranil antabus antabuse antalgit antamex antisacer antra antramups anvitoff apcalis oral jelly
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

12 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: BİR SORUM VAR HERKEZE....
hasandeveli su an offline hasandeveli  
36 Mesaj -
Bence de önemli bir konu ağızı kıpırdatmadan sureleri sadece akıldan geçirerek kıraat farzı yerine getirilmiş olmaz. Sureleri ağzımızla okurken aklımızdan geçen onların anlamı olmalı.
ayrıca sureleri yavaş yavaş anlamlarını düşünerek okumayınca neredeyse subhanekeyi okuyacak kadar bir süre içerisinde rukuya gidiliyor buda namazdan çok jimnastik yapan bir kişinin görüntüsü ortaya çıkmasına sebep oluyor.

bu konuyla alakalı peygamber efendimizin birkaç hadisi:


"Hz. Peygamber (s.a.v.), bir adamın, rükûsunu tam yapmadığını, secdesini de tavuğun yem yemesi gibi yaptı­ğını gördü. Bunun üze­rine şöyle dedi:
"Şayet bu adam bu hâli üzere ölse, Muhammed'in di­ninden başka bir din üzere ölmüş olur. [Namazını karganın leş ga­galaması gibi kılmaktadır.] Rükûsunu tam yapmayan ve secdesini leş gagalar gibi yapan kimsenin örneği; bir veya iki hurma yediği hâlde açlığını gidermede bu hurmala­rın faydası olmamış aç insan gibidir.[1]
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: Dostum (s.a.v.), ho­roz yem gagalar gibi namazımı hızlı hızlı kılmamı, tilkinin bakınması gibi namazda sağa sola bakınmamı ve maymun oturuşu gibi oturmamı bana yasakladı.[2]

[1] Ebû Ya'lâ,el-Müsned (340,349/1); Âcurrî, el-Erbaîn Beyhakî; Ta­berânî (1/192/1); Ziya, el-Müntekâ minel-ehâdîsis-sıhâh vel-hisân (276/1) ve İbn Asâkir (2/226/2, 414/1, 8/14/1, 76/2) hasen senedle rivâyet etmiştir. İbn Huzeyme hadisin sahih olduğunu söylemiştir (1/82/1). İbn Battanın el-İbâne adlı kitabında (5/43/1) hadisin ziyadesinin yer almadığı birinci bölümün mürsel bir şahidi var­dır.
[2] Tayâlisî, Ahmed ve İbn Ebû Şeybe. Hafız Abdülhak el-İşbîlinin (1348) el-Ahkâm adlı kitabındaki açıklamalarında da belirttiği üzere bu hadis, hasendir.
Ekleme Tarihi: 22.12.2006 - 14:49
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Bediüzzaman Said-i Nursi
hasandeveli su an offline hasandeveli  
RE:
36 Mesaj -
Alıntı
Orijınalı rifat56

Allah (c.c.) razı olsun...

Herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyata kördür


.(Bediüzzaman Saidi Nursi)




Kardeş çok merak ediyorum Allah rızası için cevap ver yazıyı okuyarak mı cevap erdin okumadan mı cevap verdin.
Ekleme Tarihi: 22.12.2006 - 14:09
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Bediüzzaman Said-i Nursi
hasandeveli su an offline hasandeveli  
Bediüzzaman Said-i Nursi
36 Mesaj -
Said Nursî 1873 yılında Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğmuştur. Ciddi anlamda sadece üç ay medrese tahsili yaptığı kabul edilmektedir. (Tarihçe, 33). Buna rağmen "Molla Said"in daha 16 yaşlarında iken, yaptığı tartışmalarda yörenin bütün alimlerini susturduğuna inanılmaktadır. Cizre'nin (Tarihçe, 40), Siirt'in (Tarihçe, 37) daha doğrusu bütün Doğu Anadolu'nun alimleri mat edildikten sonra, 1896'da İstanbul'a gelir gelmez, orada da meydan okurcasına bütün ulema ile münazaraya girişmiş, onları da susturmuştur! (Tarihçe, 48). Artık Nursi'nin hedefi bütün dünya alimleridir: 35 Yaşlarında iken, o günlerde İstanbul'a gelmiş bulunan, Ezher Şeyhlerinden Şeyh BAHlD ile münazaraya girişmiş ve haliyle onu da pes ettirmiştir! (Tarihçe, 49-50).
Bu yıllarda (1907) Said Nursî delilik muamelesi görerek, Toplası Tımarhanesine kapatılmıştır. (Şahiner, 70 vd.)
II. Abdülhamid'in "istihdafına karşı çıkan Nursî, 1908 yılında Selanik Hürriyet meydanında meşrutiyet nutku atacak kadar meşrutiyetçidir. (Şahiner, 81).
Osmanlı istihbarat servisi olan Teşkilat-ı Mahsusa'da Nursî görev almıştır. (Şahiner, 128-131). I.
Dünya savaşında Ruslar'ın eline esir düşmüş ve esareti yaklaşık iki buçuk yıl kadar sürmüştür. (Tarihçe, 104)
Yeni kurulan Kuvay-ı Milliye'yi destekleyen Nursî, çağrı üzerine 1922'de Ankara'ya gitmiştir. (Tarihçe, 124}. Ve o şimdi artık Cumhuriyetçidir. (Emirdağ L. 27). 1950 Yılından itibaren de demokrat olacaktır...
1950 Mayısında DP'nin iktidara gelmesiyle Reis-i Cumhur Celal BAYAR'a telgraf çekerek, yeni hükümeti tebrik eder. (Emirdağ L. 280). Celal Bayar da bilmukabelede bulunmuştur. (Şahiner, 350). Nursî'nin öğrencileri de DP'lilere akıl vererek, hem nurcuları ve milleti memnun etmek, hem de Amerikan yardımcılarını kaybetmemek için ezan meselesini v.s. tamir etmeleri gereğini tavsiye ve telkin ederler. (Emirdağ L. 288). Bu kanaatin asıl sahibi de kendisidir. (Tarihçe, 547).
CHP döneminde hapishanelerle barışık olan Said Nursî için 1956 yılı artık DP'lilerin bizzat, kitaplarını yayınlamak için teklifte bulundukları bir dönemdirl (Şahiner, 376). Her şeyin bir karşılığı olmalıdır; O da "dindar demokratları" her fırsatta över ve 1957 seçimlerinde oyunu da onlara verir... (Şahiner, 378)
1960, Said Nursi'nin ölüm yılıdır.

Mütercim Said Nursî

Said Nursî bir mutasavvıf olarak adlandırılmamasına rağmen, bütün söylemleri, dîni anlayış ve yorumlayış biçimi tamamen tasavvufîdir; tasavvuf kültürünün bütün mentalitesini içkindir. Yani o, adı konulmamış bir mutasavvıftır.

Said Nursi, risalelerini Allah'a atfeder. Kitaplarının hemen hemen tamamında, kendisinin Allah tarafından görevlendirildiğine inandığını gösteren beyanatlara rastlamak mümkündür. Hatta bu kanaati o kadar kesin ki, kendinde manevî kuvvetler bulunduğuna, istese 28 senelik düşmanlarından intikamını bir günde alacağına inanmaktadır. (Tarihçe, 550). Fakat özellikle "Sikke-i Tasclîk-i Gaybî" adlı risalesinde baştan sona, kendisinin bilgileri doğrudan Allah'dan aldığını olanca çıplaklığıyla, gayet samimane(!) anlatmaktadır. Onun zihin yapısını anlamak için sadece bu risalesini tetkik etmek yeterlidir. Kitabının adı da, kendisine gaibden gelen bilgilerin doğruluğunun, isbatının kanıtı, mühürü anlamını ifade etmektedir...

Nursî'nin, andığımız kitabında anlattığı, kendisiyle ilgili bir anekdot, ta küçükten beri nasıl bir haleti ruhiye ile yetiştiğini ifşa etmektedir: Daha kendisi 8-9 yaşlarında iken, etrafındakilerin Nakşî olmalarına ve orada meşhur Hizan Gavsı'ndan istimdat ederlerken, kendisi Gavs-ı Geylanî'ye hitab etmekte, ondan istimdat etmektedir! Binlerce kez, kaybolan bir şeylerini buldurmak için Gavs'ı yardıma çağırmış ve yardım görmüştür! (Sikke, 116). Yani molla Said övüneyim derken, kendini ele vermiş... Çünkü Allah'dan başkasını bu anlamda yardıma çağırmanın şirk olduğunu Kur'an bize öğretmektedir.

Said Nursi'nin doğup-büyüdüğü çevrenin, şeyhlerin mutlak otoritesine dayalı mistik kültürü, evliyalar menkıbeleri, onun gelecekteki kişiliğinin ve din anlayışının temelini oluşturuyordu.

O da diğer sufiler gibi kitap yazımına rüya ile başlıyordu. Çocukluğunda (12-13 yaş) gördüğü bir rüyada Hz. Peygamberin elini öpmüş ve Peygamber, "ümmetine sual sormamak kaydıyla" ona Kur'an ilimlerinin verileceğini müjdelemiştir(!) (Tarihçe, 32-33). Bir başka rüyasında da Abdulkadir Geylanî ona Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'ya giderek, onu namaz kılıp zulümden vazgeçmeye çağırması, aksi durumda öldürmesi talimatını vermiştir. Molla Said de rüya gereğince davranmıştır. (Tarihçe, 39 vd.).

Şimdi burada Said Nursi'ye, rüyada Allah'dan Kur'an ilimlerini almanın imkanından, kendisinin yoksa nebî mi olduğundan sormazdan önce; A. Kadir Geylani'nin, mezarda çürümüş olduğu halde, dünyaya nasıl hükmettiğinin, bu gücü nereden aldığının, yoksa yarı-ilah mı olduğunun sorulması ilzam eder. Üstelik, kabirden dünyayı yöneten Geylanî'nin, sözkonusu görevi bizzat kendisinin ifâ etmeyip de Nursiyi görevlendirmesi de bir nebze çelişki olmuyor mu?
Anlaşılan o ki, böyle büyük(!) rüyalarla anlatılmaya çalışılan küçük(!) dünyalar var, onun için bu rüyalara ihtiyaç var!
Said Nursî, risaleleri yazmakta kendisinin sadece bir "mütercim" olduğuna kesin olarak inanmaktadır. O, bu risaleleri ihtiyarı dışında yazmıştır! (Sikke, 91). O yalnızca, kendi hissesine "şükretmek" düşen bir mütercimdir. (Sikke, 60).
Şakirtlere göre, Celcelutiye, Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul Gayb gibi eserlerin müellifleri, nasıl yalnızca
bunların mütercimleri iseler, Üstadları da aynen öyledir! Risale-i Nur tamamen Kur'an'ın nurudur. (Sikke, 215).
"İ'caz-ı Kur'an"ı beyan etme görevini kendisine, "vakıa-i sadıka" da gördüğü "mühim bir zat" vermiştir! (Sikke, 187). Bu mühim bir zat, Allah mıdır, peygamber midir, bilemiyoruz.

Said Nursî, kendisinin Şark tarafından zuhur edecek nur olduğuna (Sikke, 189) kesin inanmıştır, hernen hemen bütün risalelerini kendisinin yazmadığını, kendinin bundan aciz olduğunu, hakikatleri beyan etmede o kadar başarılı olmadığını... anlatır. Dolayısıyla Nursinin yazıları "doğrudan doğruya bir inayet-i ilahiyye ve bir ikram-ı Rabbanî ve bir keramet-İ Kur'aniyye"dir. (Sikke, 192, 195). Yani, risaleler, telaffuz edilmese de vahiyden başka birşey değildirler! Zaman zaman, risaleleri yazarken, kuş v.s. suretinde gelip, kendisini murakebe ve taltif eden (Sikke, 196), gayb alemiyle bağlantılarını ifşa(!) eder.

Şakirtleri, üstadlarının "zevahiri kurtarmak için" üç aylık bir tahsil müddeti içinde evvel ve ahirîn alemlerine, ledünnî ilimler ve eşyanın hakikatına, kainatın esrarına, ilahî hikmetlere varis kılındığına inanmaktadırlar. Ve üstelik şimdiye kadar hiç kimse bu makama nail olamamıştır! (Sikke, 216). Nursi'nin bizzat kendisinin de, Risale-i Nurlar dışında bir tek kitaba dahi ihtiyaç duymamış (okumamış) olması (Kastamonu L. 48), acaba, geleneksel kabuldeki, peygamberin ümmî oluşuna bir atıf, bir nazire midir bilinmez... Risale-i Nur onun değildir (Emirdağ L. 46, 49), Allah'a aittir...

Said Nursi'nin, "izin olmadığından yazılmadı"; "bir iki sahife yazdım, perde kapandı..."; "birden şiddetli ihtar ile"; "bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi"; (Kitaplarının tamamına yayılmış durumdadır, örnek için, Sikke, 152) gibi mütemadiyen tekrar ettiği ifadeler, Allahdan vahiy aldığına kesin olarak inandığının gayet açık ve net delilleridir.

Kur'an'ın 33 ayeti hem Said Nursi'yi, hem de Risaleleri ta o zamandan ihbar etmiştir! Bu ayetlerden bazıları, 3/18, 4/176, 5/14, 108/1 ayetleridir. (Kastamonu L. 54, 137-138). Said Nursi'nin, kitaplarının vahiy ürünü olduğunu ispatlamak için en çok başvurduğu ve yüzde yüz inandığı bir yöntem de cifir/ ebced hesabıdır. Sikke-i Tasdik-i Gaybî risalesi bununla doludur.

Zümer, Casiye ve Ahkaf surelerinin başlarında bulunan "tenzîlül Kitab" ifadesi, o gün için Kur'an'a delalet ediyordu, şimdi de Risalen Nur'a delalet etmektedir. (Sikke, 78-79).

Said Nursi, Celcelûtiye adını verdiği tamamen uydurma, bir sözde dua metninin de kendisinden bahsettiğinden emindir! (Sikke, 107). Ona göre celcelutiye, Peygamber'e vahiyle inmiştir. (Sikke, 101).

Şu halde hem Allah doğrudan ve rüya yoluyla, hem Kur'an aracılığıyla, hem Peygamber vasıtasıyla, hem Celcelûtiye, hem Hz. Ali ve hem de A. Kadir Geylani aractlığıyla Said Nursi'yi haber vermiş, risale-i nurun "imanı kurtaracağım" müjdelemiştir!!

Risale-i Nur'un tamamını buraya dercedemeye-ceğirniz için bu kadar iktibasla yetiniyor ve rüya-zan-vehim-uydurma rivayet geleneği-cifir-ayetlerin kasden yanlış yorumlanması gibi bâtıl ayaklar üzerine bina edilmiş bir nurculuk düşüncesinin etkisinden bütün müslürnanların korunmasını temenni ediyoruz.

Said Nursi'nin, Allah'dan kendisine inzal edildiğine, yazdırıldığına mutlak surette iman ettiği risalelerdeki bu kanaatlere katılmak mümkün değildir. Allah'ın, Hz. Muhammed'den sonra hiç bir kimseye vahiy indirmediğine iman ediyoruz. Nursi'nin iddiaları zandan, vehimden, kuruntudan başka bir şey değildir.

C- TASAVVUF EHLİNİN "ANLAŞILAMAZLIK" MİT'İ
Tasavvuf erbabı, kendilerine yöneltilen bütün ciddi eleştirilere, "bizi anlamazsınız" zırhına bürünerek karşı koymuşlardır. Bizi, tasavvufçu olmayanlar anlamaz demek, iyi bir savunma mekanizmasıdır.

Füsusül Hikem mütercimi M. Nursi GENCOSMAN, İbnül Arabi'yi red ve inkar edenlerin "rüsum uleması, fıkıh bilginleri" olduğunu, oysa bunların Ibnül Arabi'yi anlayamayacaklarını ileri sürer. Zira onların farklı ıstılahları, ayrı lisanları varmış. Tasavvuf terminolojisini bilmeyenlerin tasavvuf bahsinde söz ve salahiyet sahibi olmalarına imkan yokmuş! (Gencosman, X.).
A. Avni KONUK ise savunmasında aynı üslubu kullanır: "Bu ulûm ve hikemi anlamayanlar kendi istidatlarına kusur bulmalıdır." (A. Konuk, 95). Ona göre "akıllı adamlar" (erbabı ukûl) Ibnül Arabi'yi anlayamazlar. (A. Konuk, 1).
Celaleddin Rumî, "biz Kur'an'ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, postunu kufuryoklerin önüne attık" derken (Uludağ, 141), "bizi herkes anlamaz" psikozu ile savunma geliştirmiş oluyordu.

Said Nursi'ye göre de Risaie-i Nur'a itiraz edilemez (Sikke, 56) çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalelere "Kutb-u Azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! (Kastamonu L. 145). Çünkü Kutb-u Azam{!) yanılabilir. (Kutb-u Azam meğer pek de cahilmiş!)

Şüphesiz C. Rumî de, İbnül Arabî de, S. Nursî de, tasavvuf epistemolojisi bağlamında gayet haklıdırlar. Bu iddialar tasavvufun temel âmentülerine gayet uygundur. Birileri, yazdığı şiirlerinin, risalelerinin, tevillerinin ALLAH tarafından kendisine vahyedildiğine, doğrudan Allah'dan geldiğine inanmışsa, kendileri bu işde yalnızca mütercim rolünde iseler, bunlara itiraz edilemez olması doğal bir sonuçtur. Mütercimin bu işde bir kabahati olmayacağına göre, anlayamayanlar kendilerini kontrolden geçirmeleri gerekecektir!
Tasavvuf erbabının, "bunu ancak yaşayanlar anlar" tezleri tamamen bir rnanipülasyondur. Zira, eğer ki, bir sözü anlamak için mutlaka o sözün ait olduğu yaşam tarzını tecrübe etmek gerekli olsaydı, hiç bir müşrikin müslüman olmazdan evvel vahy'i anlamamış ve de anlayamaz olması gerekirdi! Örneğin, Nemrud'un, İbrahim'i hiç anlamadan öldüğünü kabul etmemiz mantıken zorunlu olurdu; çünkü müslüman olmamıştı! Böyle kalın kafalı bir adamın nasıl kral olduğu; ama aynı zamanda bu kalın anlayışının, İbrahim (a.s.)ı ateşe attırmayı düşünecek kadar da nasıl inceldiği, makul bir izahı gerektiren paradoks olurdu. Halbuki bir müşrik, anladığı için müslüman olur, yahut da yine anladığı için müslüman olmaz!

En azından vahiy, ilkesel olarak "anlaşılır" özelliktedir. Ve anlaşılsın diye vahiy inzal edilir. Eğer vahiy anlaşılabiliyor da, İbnül Arabi'nin, S. Nursi'nin v.s. felsefeleri anlaşılmıyorsa bu durum, anlamayanlarla ilgili bir sorun olmaktan ziyade, ilgili felsefelerin doğasıyla alakalıdır. Kısacası, bu felsefeler bir çelişkiler yumağı, hurafeler bütünü ve herhangi bir realiteye dayanmayan, havaî söylemler olduğu için anlaşılmazdırlar.

Tasavvuf felsefesi, şeyhin lâyuhtî, lâ-yüs'el mutlak otoritesine mutlak teslim olmayı merkeze alan mutlak kabul esasına, yani kula kulluk esasına dayandığı İçin, bu felsefeyi kabul edenler, anlıyor değiller, sadece körü körüne teslim oluyorlar. Yani, "bunları tasavvufcu olmayanlar anlamazlar" tezi, dayatmacılığın, mutlak mûtî "kullar" edinmenin bir biçimidir. Bu "anlaşılmazlık" dayatmasını yutanlar, perdelerini indirip, dışa kapanıyorlar, akıl ve iz'an dışı söylemlerle akıllarını ipotek ettirip ruhsal dengelerini sarsıyorlar. Dolayısıyla tasavvuf akideleri anlamakla değil, dogmatik olarak teslim olmakla alakalıdırlar.

Bu bağlamda, "erbab-ı ukûl"ün, tasavvufu "anlamamaları" kadar normal bir şey olamaz. Ve dahi "anla-mamalıdırlar"...

Kendilerinden başka bütün insanları panteist felsefelerini anlamamakla suçlamak, tasavvuf ehlinin, sadece kendilerini akıllı, alemi kör sanmak gibi bir megalomani belirtisidir.

Kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar sadece Allah'ın vahyi olan Kur'an'dan sorumludurlar. O'nu anlamak ve O'na göre yaşamak zorundadırlar. Kendilerini Allah'a değil de, İbnul Arabi'ye, C. Rumi'ye veya S. Nursi'ye nisbet edenler ise Allah'ı veli olarak bulamayacaklardır. Hesap gününde hesabı görecek olan, bu şahıslardan biri değil, Allah'ın kendisidir.
Ekleme Tarihi: 21.12.2006 - 19:48
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Şeyhül-Ekber Muhyiddini İbni Arabi
hasandeveli su an offline hasandeveli  
Şeyhül-Ekber Muhyiddini İbni Arabi
36 Mesaj -
Neoplatonist teozofinin tasavvufa yansıyan bir varyantından başka birşey" olmayan vahdet-i vücut teorisini metafizik bir sistem halinde geliştiren (bknz. A.Y. Ocak, 9) İbnül Arabî 1165 yılında Endülüs'ün Mursia şehrinde doğmuştur. Gerçek adı Muhammed b. Ali b. Muhammed b. EI-Arabî'dir. (A. Ateş, 533). Kendisi 8 yaşında iken ailesi İşbiliye kentine yerleşmiş, 1194 yılına kadar burada kalmıştır. 1194 Yılında Tunus'a, geldiği, 1195'de Fas'a geçtiği ve tecessüt eden (bedenlenen) Kur'an'ın{!) rehberliği ile manevî bir miracını burada gerçekleştirdiği(!) bildirilmektedir. (A.Ateş, 536). İbnül Arabi 1201 yılında Magrib şehirlerinden birinde bulunurken, Hızır ile Musa'nın makamı(!) olan bir makama erişmiş, fakat bundan da bir yalnızlık ürküntüsü duymuştur. 1202 Yılında Kahire'de Hızır'ın hırkasını giymiştir! {A. Ateş, 536).

1202 Yılında Kudüs'ten yürüyerek gittiği söylenen Mekke'de hacca katılmış, burada iki sene kalmış ve meşhur Fütûhat-ı Mekkiye adındaki dört büyük ciltlik kitabını burada yazmaya başlamıştır. {A. Ateş, 537), O'nun Konya'da bulunduğu yıllarda Sadreddin KONEVİ ve Celaleddin RUMİ'nin yaklaşık 12 yaşlarında iki çocuk oldukları tahmin edilmektedir. {M.N. Gencosman, VIII). Bir rivayete göre Sadreddin'in üvey babasıdır. (A. Ateş, 539; Gencosman, VII). Ya hayatının sonlarına doğru Şam'a yerleşmiş, (Ateş, 540) yahut da bir seferi sırasında Şam'da 1240 yılında ölmüştür. Şam'da belirsiz olan mezarını Yavuz Sultan Selim keşfettirmiş ve adına büyük bir türbe yaptırmıştır. (1518) (Ateş, 541).

Biyografisini kısaca özetlediğimiz İbnül Arabi'nin hayatı oldukça hareketli ve ilginçtir. Hayatı esnasında yaşadığını iddia ettiği bazı hadiseler, ruhsal tecrübeler (!) ise hayatından daha karmaşık olup gelecekteki kişiliğini hazırlayan altyapılar niteliğindedir. Bizzat kendisinin yaşadığını iddia ettiği tecrübeler, kesinlikle normal beşerî ölçülerle izahı mümkün olmayan, hasta bir ruhsal kişiliğin iddia edebileceği sanrılardır. Yani biz onun ve benzerlerinin bu tür iddialarının kesinlikle bir halüsinasyon(') olduğuna inanıyoruz.

Fütuhat-ı Mekkiye'den nakledilen bilgiye göre 8 yaşında iken bir hastalık geçirmiş, hastalık esnasında (herhalde gördüğü bir kabus sonucu olsa gerektir) çirkin suratlı bazı kimselerin kendisine eziyet etmek istediklerini, iyi kişilerin ise ona yardım ettiğini görmüş. O iyi kişileri sorunca da, "Yasîn" suresi olduğunu söylemişler. (Ateş, 534, Futuhat'dan naklen).

İbnül Arabi'nin ilk mürşidleri de onun kimliği hakkında yeteri kadar aydınlatıcı kanaat edindiricidir diye düşünüyoruz. Onun ilk şeyhi ümmî olup, ama "bir çok kerametleri olan" Ebu Cafer adındaki bir kişidir. (Ateş, 537). Bir diğer şeyhi, Ebu Muhammed el-Bağî ise abdal'dan sayılmakta ve daima dağlarda, sahillerde yaşamakta, şehirlere gelmemektedir. (Ateş, 535, Ruhul Kudüs'den naklen).

Bu şeyhlerle yıllarını geçiren Ibnül Arabî psişik rahatsızlığın o derecesine varmış olmalı ki, şeyhlerinden biri kendisini artık dirilerle değil, ölülerle yaşıyor olmakla suçlamış (yani şeyhi bile normal görememiş), o da bu şeyhini bir gün çağırarak hakiki dirilerin o Ölüler olduğunu şeyhine göstermiştir! (Ateş, 535, Fütuhattan naklen).

Tasavvufi haller denen psikolojik rahatsızlıklar o kadar ileri gitmiş olmalı ki, artık İbnül Arabî mesela Harun Reşid'in oğlu Muhammed'in ruhunun tecessüt ettiğini ve onunla konuştuğunu iddia etmektedir. (Ateş, 533, Futuhat'dan naklen).

Tamamen mitolojik bir kişi olan, dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir akıllı insanla oturup konuşmamış, görüşmemiş (Musa (a.s)'la hikayesi anlatılan zat Hızır'la karıştırılmamalıdır), mesela aklından asla şüphe duymadığımız Hz. Muhammed'le (s.a.v) görüşmemiş, tanışmamış olan Hızır'dan hırka giyen (Ateş, 536, Fütuhat'tan naklen); •miraca çıkıp göklerde dolaşan ( Ateş, 536, Fütuhattan naklen); berzah alemindeki (?) kişilerle konuşan (Ateş, 538, Fütuhat'tan naklen) İbnül Arabi'nin aklî dengesi, ruhsal yapısı ve sağlığı, psikolojik durumu hakkında bizim yorum yapmamıza gerek bırakmayacak kadar önemli verilerdir.

İbnül Arabî Kitaplarını Nasıl Yazdı?
Bütün tasavvuf ekolünün çok tipik bir örneği olan İbnül Arabî "zahir ilmi"nin hiç bir işe yaramadığının(!) farkındadır. Mutlaka, halkın ne türlü bilgiye rağbet ettiğini çok iyi keşfetmiş biridir. Dolayısıyla İbnül Arabî, safsatalarını doğrudan doğruya Allah'dan aldığını, daha doğrusu, "Peygamberler hangi kaynaktan alıyorlarsa o kaynaktan aldığını" iddia etmiştir. Allah'ın sözlerini harfli ve harfsiz olarak işittiğini ve ilahi bir telkinle kendisine bildirilmemiş hiç bir bilgiyi yazmadığını ileri sürmüştür. (Ateş, 548, Fütuhattan naklen).

İbnül Arabî Mekke'de bulunduğu yıllarda "Fütuhatül Mekkiyye Fî Ma'rifeti'l Esrari'l Malikiyye vel-Mülkiyye" adını verdiği ve bütün tasavvufi düşüncelerini ihtiva eden kitabını yazmıştır. Daha doğrusu kendisine gelen vahiyleri yazma zahmetinde bulunmuştur. Kendince, Kur'andan farkı bulunmayan bu kitapta aynen Kur'an'da olduğu gibi tutarlılık aranmaması gerektiğini söyler. Çünkü Kur'anda da birbirleri ile alakalı olmayan sözler arasına, onlarla alakalı olmayan bir başka söz girebilmektedir! (Ateş, 543, Fütuhat'tan naklen).
560 Baptan oluşan (dört cilt halinde basılmış olan) bu kitabını yazış gerekçesini şöyle izah ediyor:
Alem-i Hakikat'te ve huzur-i celali'de mükaşefe anında Hz. Peygamber'i görmüş, bütün peygamberler O'nun önünde sıralanmış duruyorlarmış. Etrafında ümmeti ve hizmet eden melekler varmış. Ebubekir sağında, Ömer solunda, elinde bir mühürle duruyormuş. Hz. Ali ise bu Peygambere yönelmiş duruyormuş. O esnada Hz. Peygamber Ibnül Arabi'yi görmüş. O anla ilgili birtakım konuşmalar naklettikten sonra der ki, "o vakit bu hikmet ve hitabın azameti bana Cenabı Allah'dan bir lütfi ilahî ve bağış olarak verildiğini hissettim." (Fütuhat, 1/1-2; Selahaddin Alpay, 11).

Kitabın bir başka yerinde (Fütuhat, 9) Kabe'yi tavaf ederken ve oturup da Kabe'yi murakabe ederken Allah'ın kendisine açtığı fetihleri (vahiyleri) nedeniyle kitabına Fütuhat... adını verdiğini söyler.

İyi bir İbnül Arabi hayranı olan ve bazı kitaplarını tercüme etmiş olan Selahaddin ALPAY'ın, "Fütuhat-ı Mekkiye" adıyla çevirip yayınladığı muhtasar kitabın önsözünde söyledikleri, tasavvufun nasıl müstakil bir inanç sistemi, hatta din olduğunu göstermesi bakımından ibretâmizdir. Doğal olarak şeyhine çeken bu zat diyor ki: "Bu kitabın tercümesine başlamadan evvel uzun uzun düşündüm, daha doğrusu cesaretim yoktu... Fakat Allah'ın inayeti bana yetişti, rüyamda bu ulu zatın bana seslenerek, 'beni Anadolu çocuklarına ve halkına tanıt, ben onları severim, vaktiyle o diyarları ziyaret etmiştim. Mevlânâ gibi bir talebem vardır' diye seslenmesi bana bu kitabı terceme etmeme sebep oldu..." (S.Alpay, s.6).

Görüldüğü gibi tasavvufta her şey rüya ile oluyor; rüya uzakları yakın ediyor; Ölüyle dirinin arasındaki farkı yok ediyor, zaman kavramı ortadan kalkıyor! İbnül Arabi'nin peygamberden de ileri gittiği, onun muhiblerince de kabul edilmektedir.

İbnül Arabi'nin, "Allah tarafından kendisine yazdırılan" bir başka kitabı da, "bütün düşüncelerinin hulasası olan en olgun eseri" sayılan (Ateş, 543) Füsüsül-hîkem adlı kitabıdır.

Füsus'u 627 yılının Muharrem ayının son günlerinde Şam'da iken "Rasulullah'ı gördüğü gerçek bîr rüyada". Rasulullah'ın elinde bir kitap bulunduğunu, kendisine hitaben, "bu, 'Füsusül Hikem' kitabıdır, onu al ve insanlara duyur da onunla faydalansınlar" diyerek yazmakla görevlendirildiğini iddia eder. (Ibnül Arabî, Füsus, 47).

Bu görevlendirme karşısında Ibnül Arabî "işitmek ve itaat etmek gerekir" der ve "hiç bir ziyade ve noksanlık yapmadan niyetini gerçekleştirdiğini" söyler. (Füsus, 48; Gencosman, 1). İbnül Arabî Füsus'u yazmada kendisinin sadece "mütercim" olduğunu ileri sürmektedir. (Füsus, 48). Yani o sadece aracıdır, Füsus aynen Kur'an gibi bir vahiydir!

Her zaman olduğu gibi günümüzde de İbnül Arabi'den çok İbnül Arabî'ci kesilen bazı acar tasavvuf hermonetikcileri, onun bu safsata ve küfürlerini, Kur'an'ı, Allah inancını, peygamberlik kavramını tarumar eden ilhadlarım "yorumsayarak" tevil etmekte, kabule müsait hale getirmektedirler. Oysa iyi bir Ibnül Arabi meftunu olan ve kitaplarının mütercimi Ahmed Avni KONUK (ö. 1938)un izahı, İbnül Arabi'nin bir başka türlü anlaşılmaya elverişli olmadığını, yorumsamaya gerek bulunmadığını pekâlâ kanıtlamaktadır.
A.A. Konuk, "bütün ilahî mertebeleri cami" (cem meratib-i ilahiyye'yi câmî) dediği Hz. Peygamber'in 'Vâris-i ekmel'i" saydığı (A. Konuk, 98) efendisi İbnül Arabi'nin Füsus'unu şöyle tanımlıyor: "Serapa asl-ı hakiki'den kulûb-i enbiya (as)a münzel plan maarif ve hikemin ilahiyye'den ibaret ve ehli takyîd olan erbab-ı ukûl'ün bilmediği ve idrak edemediği hakayık ile mâlâmâldir. "aglaKonuk, 1), Yani Füsus, Peygamberlere gelen vahyin aynısıdır ve fakat bu hakikatleri akıl erbabı bilemez, anlayamaz! İbnül Arabîci sarih arkasından, Bakara suresinin 216. ayetini, ancak Şeytanın razı olacağı bir amaç uğruna kullanarak, -haşa- Kur'an'ı da "akıl erbabı"nın bilemeyeceğini demeye getiriyor!

Oysa 2/216. ayette. Allah cihadı emrettiği halde ondan kaçmanın yollarını arayan iki yüzlüler tenkit edilmektedir.
Evet, söyleyene değil, söyletene bak sözünü boşa söylememişler! A. Konuk'un, tasavvuf ehlinin saçmalıklarını "erbab-ı aklın" anlamayacağını belirtmesi gayet yerinde bir tesbittir! Akıllı İnsanlar yalnızca, akıllı sözleri anlarlar. Hiç bir mantık kuralına dayanmayan, aklı selimi tatmin etmeyen, sara nöbetlerinde sadır olmuş intibaını veren hezeyanlarla akıllı insanların İşi yoktur.

A.A. Konuk'a göre Füsus kitabı doğrudan "Velayet-i hassa-i Muhammediye"den İbnül Arabi'ye verilmiş, o da noksansız ve ziyadesi? bir şekilde tebliğ etmiş olduğu için, Füsus'a itiraz doğrudan ve tamamen "hatem-i enbiya"ya itiraz etmek olur. (Konuk. 99).

Görüldüğü gibi bu kişilerin ne Allah inançları, ne peygamber, ne de vahiy inançları Kur'an'a uygundur; bunların akideleri tamamen kendi geliştirdikleri özel bir İnanç sistemine dayanmaktadır.

İbnül Arabî "et-Tedbîratu İlahiyye" adlı kitabının da ledünnî ilimlerden oluştuğunu; içine değil şüphe, tahmin bile karışmadığını iddia ederken (Ibnül Arabi, et-Tedbirat, 14) pek fazla yadırgamadığımızı, zira vahdet-i vücut felsefesi (panteizm) gereği kendisini Allah olarak gören, Allah'la aynılaşan bir zihniyetin böyle inançlar taşımasının normal görülmesi gerektiğini belirtmek isteriz.
Ekleme Tarihi: 21.12.2006 - 19:45
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: DEPPREM
hasandeveli su an offline hasandeveli  
DEPPREM
36 Mesaj -
Malumaliniz dün akşam 9 civalarında istanbulda deprem hissedildi.çok güvenilir kaynaklardan aldığım bilgilere göre bu deprem pek hayra alamet değil marmara ereğlisi gökçeada dolaylarına bu depremden enerji aktarmasına başlamış gökçeadada oturan bir arkadaşım dün akşamdan itibaren bu saate kadar ev musluklarındanan sıcak su aktığını söyledi. zaten son bir hafta içerisinde deprem merkezine yakın bölgelerde nereden geldiği belli olmayan bazl zatların insanları günahlardan yüz çevirmeleri konusunda uyardığını gören onlarca şahit var.Eğer marmara depremi benzeri bir felaket olmasını istemiyorsak etrafımızda ki her türlü münkere karşı çıkmalıyız ki bize azap sözü hak olmasın. sizde buna benzer işaretler aldıysanız lütfen paylaşın...Allah sonumuzu hayr etsin...
Ekleme Tarihi: 20.12.2006 - 20:44
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: soru
hasandeveli su an offline hasandeveli  
sorumu gören var mı?
36 Mesaj -
Allahu Tealanın kudretinin sınırsız ve herşeye kadir olduğunu biliyoruz. peki o zaman Allahu Teala kendi kudretini sınırlayabilir mi farzı muhal insanın cüzi iradesini külli irade haline getirebilir mi?


Bu mesaj 1 kez ve en son sonremzi tarafından 23.08.2005 - 15:28 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 22.08.2005 - 13:33
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Nebraskalı Davut
hasandeveli su an offline hasandeveli  
Nebraskalı Davut
36 Mesaj -
Nebraska'da yasli bir adam yasardi.Patates ekini icin bahceyi
bellemesi gerekiyordu, lakin bu cok zor bir isti. Tek oglu olan David ona
yardim edebilirdi fakat o da hapisteydi.
Yasli adam ogluna bir mektup yazdi.
Sevgili David,
Patates bahcemi belleyemeyecegimden kendimi cok
kotu hissediyorum. Bahceyi kazmak icin oldukca yaslanmis sayilirim. Burada olsan
butun derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahceyi benim icin hallederdin.
Sevgiler Baban
Bir kac gun sonra oglundan bir mektup aldi
Babacigim,
Allah askina bahceyi kazma, ben oraya cesetleri gommüstüm.
Sevgiler David
Ertesi gun sabaha karsi 4'de FBI ve yerel polis cikageldi ve tüm
sahayi kazdi lakin hiç bir cesede rastlamadilar. Yasli adamdan
ozur dileyerek gittiler. Ayni gun yasli adam oglundan bir mektup daha aldi.
Babacigim, Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu sartlarda yapabilecegimin en
iyisini yaptim.
Sevgiler David
Ekleme Tarihi: 01.06.2005 - 18:02
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: basörtü
hasandeveli su an offline hasandeveli  
RE: basörtü
36 Mesaj -
Alıntı
Orijinali Misafir1

Meslek yapmak icin casimi acmak zorundayim ne yapcami bilmiyorum almanyada meslek yapmak icin nereye basvursan basörtülü kabul etmiyorlar...
ne yapmaliyim ailem acmai söylüyor fakat benim icim rahat degil



Bunu yazalı baya olmuş sonuç ne oldu acaba merak ettim.
Ekleme Tarihi: 22.05.2005 - 17:59
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon AÇIK TÜRBANLILAR
hasandeveli su an offline hasandeveli  
36 Mesaj -
Medeniyet dediğin açmaksa bedeni
Afrikadaki bedevi senden daha medeni
M.Akif Ersoy
Ekleme Tarihi: 22.05.2005 - 16:29
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon AÇIK TÜRBANLILAR
hasandeveli su an offline hasandeveli  
RE: AÇIK TÜRBANLILAR
36 Mesaj -
Alıntı
Orijinali ravza2004
Son 2,3 senedir, parka, bahçeye çıktığımızda hiçte örtük olmayan, vücut hatlarını dar giyerek beli eden o kadar açık türbanlı var ki ben bunları gördüğüm zaman kendim utanıyorum. Sevgili bakan hanımları, milletvekili hanımları hiçte iyi örnek olmadınız. İnönü’nün hanımı gibi sizde ilk başta yüzünüzü boyarken, rengarenk giyinirken biraz utandınız mı?
Ravda net saygılar.


başka bir konuda yine söylemiştim çoğumuz biliriz "giyinmiş çıplaklar" diye bir tabir vardır arkadaşın tarif ettikleride "başörtülü çıplaklar" oluyor heralde.
Ekleme Tarihi: 21.05.2005 - 17:29
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: yaz okulu
hasandeveli su an offline hasandeveli  
36 Mesaj -
istanbul'da 6 ve 15 yaş arası çocuklara ingilizce ve dini bilgilerin de verildiği yaz okulu arıyorsun ama 15 yaşından küçük çocuklara din eğitimi verilmesinin yasak olduğunu biliyorsundur umarım. Lütfen yasadışı arayışlar içinde olmayınız.Yasalara uymak hepimizin görevi.
Ekleme Tarihi: 17.05.2005 - 16:32
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Yalnız namaz
hasandeveli su an offline hasandeveli  
Yalnız namaz
36 Mesaj -
Ben evde kimse olmadığında evde tek başıma namaz kılarken tüylerim ürperiyor içim kalkıyor nabzım yükseliyor ateşim çıkıyor acaba neden olabilir?
Ekleme Tarihi: 16.05.2005 - 23:18
hasandeveli üyenin diğer mesajları hasandeveli`in Profili hasandeveli Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 631 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
***Murat*** (48), behlul (50), hatice57 (44), GaZZe (60), erveysel (61), Abdulkadir22 (31), samyeli13 (47), candeniz (24), balacan (54), abdulkadir (31), babam veben (55), askbumu (43), sahra_yagmur (37), halit42 (39), Babacan52 (56), gurbetcigenc (33), Fikret1972 (52), NuR_EFSAN (39), jopp777 (47), pempe1987 (37), Nur baçesi (28), seyhzadem (36), Mustafa Alptug (41), gunes_akca (35), KanKaZ (36), hsusal (72), olimp_ (45), ufkumuzvar (42), gakkosfatih (42), HIKKI (51), Selale1 (49), Yasin Tural (36), nebitdag (45)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.53592 saniyede açıldı