ivermektin stromectol generique colchicine ivermektine stromectol cipralex ciprine cipro med cipro clamycin clarinex clarithrocine claritin claritine claromycine claropram clavamox clavu basan cleocin climara clobex clocim clomid clopin clot basan clozaril co acepril co atenolol co diovan co enalapril co enatec co epril co lisinopril coaprovel colcrys colofac combivir compazine competact concor plus concor confortid conjugen convulex copegus corangine
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

3 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: Themenicon Güllerin efendisinin vedasi...
drtasavvuf su an offline drtasavvuf  
..
45 Mesaj -
PEYGAMBER EFENDİMİZ
VE SAHÂBESİ

Sevgili okuyucular! Allah’ın Sevgilisi, Kâinatın Efendisi, Yüce Yaratan’ın Biricik ve En Son Peygamber'I, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in, yaşadığı o gönüller dünyasında yaşamayı hiç hayal ettiniz mi? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in etrafında pervane olmuş, O’nun aşkıyla yanıp tutuşmuş olan sahâbeyi tanımak, onların yaşadığı herşeyi yaşamak...
O Cenab-ı Muhammed; varlığın bir tanesi, işte güneş, ay, yıldız O’nun nurunun pervanesi... Yalnız güneş, ay, yıldız mı? Ashab-ı kiram, gelmiş geçmiş bütün nebîler ve bütün resûller O’nun nurunun pervanesi olmamışlar mı?
Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır önce İslâmiyeti tebliğ etmekle görevli kılınmış ve bu görevini yerine getirerek bütün hayatı boyunca İslâmiyeti insanlara tebliğ etmiştir. O’na tâbî olan ashab-ı kiram ise İslâmiyeti O'nunla birlikte yüceltmiştir. Gayretleriyle, mücâdeleleriyle, fedakârlıklarıyla ve Allah için uğruna akıttıkları tertemiz kanlarıyla... Onlar 14 asır evvel İslâmiyeti yaşayarak ve yaşatarak yüceltmişlerdir.
Allahû Tealâ, bütün zamanlarda yaşayan mü’min kullarına sahâbeyi örnek göstermektedir. Zebur’da, Tevrat’ta, İncil’de ve Son Kitap Kur'ân-ı Kerim’de. Henüz sahâbe dünyada mevcut değilken, onların yaşayacakları hayatlarını geçmiş yüzyıllarda yaşamış insanlara örnek göstermiştir. Sahâbeden asırlar sonra bugün bizlere yine sahâbeyi örnek göstermektedir. Onlar, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmiş olmaları sebebiyle saadet devrini yaşadılar ve bütün âlemlere, bütün zamanlara örnek oldular. İki Cihan Sultanı'na, Şahitlerin Şahidi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hizmet etmiş, O’nun en yakını olmuş, O’nunla birlikte gelen nura uymuş aşık sahâbeler, Allah dostları, Allah taraftarları oldular.
“Bu ne sevda ki yere uzanmış yiğitlerim,
Bir başka güzellikte göz nuru şehitlerim.” diyor şair. Kimin için? Sahâbe için.
Canlarını, Allah uğruna seve seve veren, şehit olmak için birbirleriyle yarışan sahâbe için. Ancak sahâbe, sahâbe olmadan evvelki devirlerini, körleşen, katılaşan kalpleriyle küfür ve vahşet içinde yaşadıkları zamanlarını hayatları boyunca hiç unutmadılar. Neden unutmadılar biliyor musunuz? Allah'a köle olabilmek için, onları bedevî halden alıp da gıybet çukurunun, ateşten bir çukurun içinden kurtaran şefkatle, merhametle, güzellikle, ilimle, hilmle irşada ulaştıran Güzeller Güzeli Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)’in kölesi olabilmek için. O Sevgili Peygamber ki; onların üzerine kol kanat germiş, onları korumuş, muhafaza etmiş, onları hidayete, irşada ulaştırmıştı. Peygamberimiz sahâbe için:
“Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbî olursanız, hidayete erersiniz.” demişti. Bedevîyi sahâbe haline getiren, Güzeller Güzeli Sevgili Peygamberimiz'in övgü dolu sözleri. Buna karşılık sahâbe kendi hayatlarından da önde tuttuğu Sevgili Peygamberleri'ne karşı edebte haddi aşmamak gayesiyle geldikleri noktayı, bir zamanlar ne olduklarını hiç unutmadılar. Kendilerini o zillet çukurundan çıkaran Peygamberleri'nin kadir ve kıymetini unutup da gaflete düşmekten çok korktular. İşte bu sebeple o Peygamber aşıkları, Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)’in değerini insanlık dünyası içinde bu âlemde en iyi bilenlerdir. Onların hepsinin adını anmak, hepsini bu satırların içine sığdırmak elbette mümkün değil. Belki bütün hayatımızı versek, onları anlatmaya yine yetmeyecektir. Ancak kitabımızda onları sonsuz hürmet, sevgi ve hasretle anmak istiyoruz. Bu sebeple Rabbimizin hoşgörüşüne sığınarak onların içinden bazılarına ait örnekler vererek “sahâbe” konulu bu yazımızda amacımız, onlarla beraberliği bir nebze olsun yaşamak ve yaşatmak oldu.


4-1- HZ. OSMAN
Haya ve edeb incisi Hz. Osman, 34 yaşındayken İslâmiyete giriyor. Bütün ailesinin, amcalarının, bütün tanıdıklarının ve akrabalarının isyanlarına, karşı koymalarına karşılık davasından vazgeçmiyor. Hz. Osman’ı okuduğumuz kitaplardan nasıl biliriz? Hz. Osman yumuşak huylu, hiç kimseyi kırmayan, gücendirmeyen kerem sahibidir. Ancak ne zaman ki ona, Allah’ın Resûl’ünden, Muhammed’den vazgeçmesi söyleniyor, bu sebepten dolayı ona zulüm edilmeye başlanıyor, işte o yumuşak, halim selim Hz. Osman, birdenbire bir arslan kesiliyor. Ne kadar zulüm edilirse edilsin, Hz. Osman ona yapılan herşeyden razı oluyor, başından vazgeçmeye de hazır; ama Allah ve Allah Resûl’üne olan aşkından vazgeçmemekte kararlıdır.
İşte Hz. Osman’la ilgili kitaplardan aldığımız ona ait bir anı:
Saadet devrinde bir gündü. Hz. Osman, 7 tane altın tabağın içinde altınlarla birlikte 7 hizmetkârını Resûlullah’a gönderdi ve bu hediyeyi kabul etmesini istedi.
Hepsini birden Allah’ın Resûl’üne veren hizmetkârlara Âlemin Fahri şöyle buyurdular:
“Hediyeleri kabul eyledim. Gidip efendinize benden selâm söyleyiniz.”
O anda hizmetkârlar yerlerinden kımıldamadılar. Mutlulukla tebessüm ettiler. Yüzlerinde pırıltılar ile Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e şöyle söylediler:
-Ey Allah’ın Resûl’ü, efendimiz tabaklarla birlikte bizleri de size hediye etti.
İşte o anda Sevgili Peygamberimiz (S.A.V), Hz. Osman’ın bu güzelliği karşısında öylesine duygulandı ki, Yüce Rabbine şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Osman’ı Sana havale ettim.”


4-2- HZ. ALİ
Düşmanları yere seren, kale kapılarını bir lahzada kaldırabilen ve putları deviren, insanları o ünlü kılıcıyla yere seriveren Hz. Ali’nin Peygamber’e aşkıdır ki; onu Allah’ın yenilmez arslanı yaptı. Şair, Hz. Ali için ne diyor:

<<Gece gündüz Allah&#8217;ı zikretti, andı Ali,
Bu ne sevda, bu ne aşk, tutuşup yandı Ali!>>

İşte onu Allah&#8217;ın arslanı yapan, ona bu kadar güç ve kudreti veren, Rabbimize olan hayranlığı, aşkı idi.
&#8220;Ali gecesini gündüzünü Allah&#8217;ı zikretmekle geçirdi.&#8221; diyor şair.
Hz. Ali, daimî zikre ulaşmış, Allah&#8217;ın tezekkür, hüküm, hayır sahibi kulu olmuştur. Hikmet sahibi kulu olmuştur. Önce Allah&#8217;a aşık olmuş, sonra O&#8217;na hayran olmuş, sonunda O&#8217;nun kölesi olmuştur. Allah&#8217;ın kölesi olmak, bu dünyaya köle olmaktan, tutkulara, iptilalara köle olmaktan çok farklıdır. Allah&#8217;a köle olmak insana mutluluk verir, kuvvet verir, güç, kudret verir. Gerçek hürriyeti verir.
Onun en önemli özelliklerinden bir tanesi 23 yaşında îmân ve aşk ile dolu olan o kalbiyle birlikte, canından çok sevdiği Sevgili Efendisi&#8217;nin emri üzerine O&#8217;nun ölüm yatağına girivermesiydi. Bu emri yerine getirirken bir an bile kendi canını düşünmemişti. Sevgili Peygamberi&#8217;nin bu emri, onun için herşeye bedeldi. Çünkü O&#8217;nu canından da çok seviyordu. Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in emri ancak ona verilen şanlı bir şerefti.
Kızgın tabanları ısıran çölde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in emri üzerine, Hz. Ali, 400 km. yaya yürüyerek Mekke&#8217;den Medine&#8217;ye gitmiştir. Gökyüzünde alev saçan güneş, uçsuz bucaksız kumlarda Mekke ile Medine arasında tek başına garip bir yolcu... Hz. Ali yolculuğunu tamamladı, Sevgili Peygamberi&#8217;ne ulaştı. İşte kızgın çölleri aşırtan ondaki güç Allah sevgisi, Allah aşkıydı, peygamber aşkıydı.


4-3- HZ. HAMZA
Peygamberler Peygamberi&#8217;nin sevgili amcası, İslâm&#8217;ın ilk sancaktarı Hz. Hamza. Allah&#8217;ın Resûl&#8217;ü, Hz. Hamza için şöyle buyuruyor: &#8220;Kıyâmet gününde Yüce Allah&#8217;ın huzurunda şehitlerin efendisi Abdülmuttalip&#8217;in oğlu Hamza&#8217;dır.&#8221; diyor.
Kureyş&#8217;in asil ve soylu efendisi, en büyük savaş kartalı Hz. Hamza, bütün servetini Mekke&#8217;de terketti. Hz. Muhammed (S.A.V)&#8217;in izni ile herşeyini geride bırakarak Medine&#8217;ye göç etti. O&#8217;nun yoluna başını koydu ve bir daha geri dönmedi. İşte onun en acıklı hikâyesi Uhud Savaşı&#8217;nda şehit olduktan sonraydı. Kin ve nefretle dolu olan düşmanları şehit düşen Hz. Hamza&#8217;nın cansız yatan fizik vücudunun göğsünü yardılar, ciğerlerini çıkardılar, ağızlarına alıp çiğnediler. Bakınız yazarlar kitaplarında bu olayla ilgili şöyle söylüyorlar:
&#8220;Gökkubbe o ana değin böyle bir vahşi cinayeti asla görmedi.&#8221;

4-4- HZ. BİLÂL
Sahâbenin içinde Hz. Bilâl&#8217;in yeri ayrıdır. Hz. Bilâl&#8217;i şöyle düşünün. Kızgın çöllerde kayaların üzerine yatırılıyor ve kocaman bir kaya parçası göğsüne dayanıyor, sürekli sorgulanıyor.
-Haydi bakalım cevap ver, senin taptığın kimdir?
Hz. Bilâl cevap veriyor:
&#8220;Allah bir, Allah bir.&#8221;
Çok kızıyorlar, öfkeleniyorlar. Vuruyorlar, vuruyorlar.
Hz. Bilâl cevap veriyor:
&#8220;Lâ ilâhe illâllah&#8221;.
Vazgeçmiyorlar. Tekrar vuruyorlar, tekrar vuruyorlar.
Hz. Bilâl tekrar cevap veriyor:
&#8220;Lâ ilâhe illâllah &#8221;.
Boynuna ip takıyorlar, Mekke&#8217;nin sokaklarında sürüyorlar, Hz. Bilâl&#8217;I:
&#8220;Lâ ilahe illâllah&#8221;.
Bu ne metanet? Bu ne cesaret, ne yürek? Ne uğruna? İslâm olmak uğruna, Allah ve Muhammed aşkına!
Yine azgın ve şaşkın kâfirler bir gün Hz. Bilâl&#8217;i yakalayıp ellerini kollarını bağladıktan sonra:
-Sana bir şans veriyoruz Ya Bilâl! Muhammed&#8217;in peşini bırak. O&#8217;nun peşinden gitme, O&#8217;na tâbî olma, O&#8217;nun sözünü dinleme, O&#8217;nunla birlikte gelene uyma.
-Eğer bu söylediklerimizi yaparsan o zaman kurtulursun Ya Bilâl, diyorlar.
Hz. Bilâl cevap veriyor:
-Ben zaten kurtulmuşum. Siz kurtulmaya bakın.
Bu söz, onları iyice çileden çıkarıyor ve vuruyorlar da vuruyorlar. Vücudundan kanlar fışkırıyor. Yüzlerce sopa başına inip inip kalkıyor. Sonunda bırakıp gidiyorlar.
Hurdahaş olmuş o bedenden, usul usul, fısıltı halinde şu ses yükseliyor:
&#8220;La ilâhe illâllah&#8221;.
Kur&#8217;ân-ı Kerim der ki:
&#8220;Sahâbe hep Kur&#8217;ân konuşurdu. Boş lâf etmezlerdi.&#8221;
Bu kâfir topluma can çekişirken dahi Hz. Bilal Kur&#8217;ân gerçeğini hatırlatıyor. Tâbî olmadıktan sonra kurtuluşun olamayacağını anlatmaya çalışıyor.
&#8220;Ben kurtuldum, siz kurtulmaya bakın.&#8221; diyor.
Bin türlü eziyet ve cefaya karşı sadece bir tek silâhı vardı Hz. Bilâl&#8217;in: Aşk ve îmân. Bakınız Hz. Bilâl, için şairler ne yazıyorlar:
&#8220;Bir çift pabucu ve bir hırkası vardı. Fakat yüreği dünya kadardı.&#8221;
Dünyayı İslâm&#8217;a ezanla davet eden, bu muhteşem mazlumdu. Hz. Bilâl&#8217;i kölelikten sultanlığa ulaştıran ise Allah aşkıydı. Aşk nelere kaadir değildir ki! Aşksız yaşayanlar, susuz yaşayan bitki gibi değil midir? Bir süre sonra bitki kuruyacak çerçöp olacaktır. Bu insanlar, Allahû Tealâ&#8217;nın Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;de bahsetmekte olduğu yaşayan ölülerdir.
Oysa ki aşk, bahçelere bahar rüzgârı hediye eder.
Aşk, dağ eteklerine yıldız gibi goncalar serper.
Aşk güneşinin ışığı, denizleri deler geçer de,
Balığa yolunu bulduran bir göz ihsan eder.
Bahsi geçen bu aşk hangi aşktır? Allah aşkıdır sevgili okuyucular. Bütün güzellikleri yaşatan Allah&#8217;a duyulan aşktır.
(İnsanlar Allah&#8217;a aşık oldukları basamağa birdenbire ulaşamazlar. 28 basamakta dizayn edilen ahsen-i takvimin yaşanması zaman içinde gerçekleşir. Kemâlât basamakları birer birer aşılır. Bihakkın takvanın sahibi olanlar 28. basamağın 5 ve 6. kademelerine ulaşmış olanlardır. Burası Allah aşıklarının makamıdır. İşte Peygamber aşıklarından bahsettiğimiz zaman Kur&#8217;ân-ı Kerim dizaynı içindeki onların yerlerinin 28. basamağın 5 ve 6. kademeleri olduğunu bilelim.)
Âlemlerin Efendisi ebediyete intikal ettiği günden sonra Hz. Bilâl bir daha ezan okuyamamıştı. O gün onun için en büyük kayıp olmuştu. Ve bir daha ezan okuyabilecek gücü ve kudreti kendinde bulamamıştı.


4-5- HZ. ÖMER
Sahâbenin üstünlerinden, sahâbenin başta gelenlerinden Hz. Ömer, gecenin karanlığında tenha sokaklarda yürürken sesler duyuyor. Kalpleri îmânla dolu sahâbenin Kur&#8217;ân okuyan seslerini duyuyor ve gözleri yaşlarla doluyor.
Şöyle düşünüyor:
&#8220;Ey Rabbim karanlık gecelerde nice aydınlık gönüller var! Nice kandil mumu gibi yanan aşıklar var.&#8221;
&#8220;Resûlullah&#8217;sız dünyada yaşamak istemeyen nice zahidler, âlimler var.&#8221;
&#8220;Karanlık gecelerde nice aydınlık gönüller var.&#8221;
Bu aydınlık gönüller, Allah&#8217;ın nuruyla aydınlanmıştır. Hiçbir karanlığın, bu aydın gönülleri karartmaya gücü yetmez. Onlar, sabah akşam Allah&#8217;ı zikrederler, zikrettikçe Allah&#8217;tan kalplerine gelen rahmet, fazl, salâvâtla beslenirler, rızıklanırlar. Allah&#8217;ın nurları 28 basamakta kapkaranlık kasiyet bağlı kalpleri yıkar, temizler, pür nur eder. İşte Allah aşkıyla dolu gönüller, bu gönüllerdir. Allah&#8217;ın Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;de farz kıldığı daimî zikir emrine itaat etmiş olanların gönülleridir. İşte Hz. Ömer de Allah aşkıyla yanan, gözyaşları içinde sabahlayan, aydın gönüllü sahâbenin içinden, ileri gelenlerinden biriydi.
Sahâbeyi anlatmak mı? Kolay mı sahâbeyi anlatmak? Onların güzelliklerini sayarak bitirmek? O sahâbeyi anlatabilmek, İki Cihan Sultanı'na, Şahitlerin Şahidi'ne hizmet etmiş, uğruna canlarını vermiş sahâbeyi anlatabilmek, bu dünyadaki belki de en zor iş. Çünkü yaşamadan yaşanmışı anlatmak, bizi gerçeğe ne kadar yaklaştırır bilemeyiz. Şair:
&#8220;Var mı şu âlemde sahâbe gibi yüce ahlâk, yüce îmân sahibi?&#8221; diyor.
Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;de Allahû Tealâ buyuruyor ki :
&#8220;Sahâbeyi size örnek verdim. Sizden önce Tevrat&#8217;ta ve Zebur&#8217;da da örnek verdim.&#8221;
Neden? Çünkü onlar Kur&#8217;ân&#8217;ın bütününe tâbî oldular ve bize:
&#8220;Onlar Kur&#8217;ân&#8217;ın bütününe tâbî olmuşlarsa siz de tâbî olabilirsiniz.&#8221; diyor.
&#8220;Onlar Kur&#8217;ân-ı yaşamışlarsa siz de yaşayabilirsiniz&#8221; diyor.
&#8220;Resûlullah&#8217;sız dünyada yaşamak istemeyen o nice zahidler, âlimler gibi biz de bu dileğin sahibi olmalıyız. Resûlullah artık aramızda değil ama O'nun varisleri aramızda. Allah&#8217;ın Kitab&#8217;ını Resûlullah&#8217;tan sonra miras bıraktıkları var. Biz insanlara, sahâbe gibi yaşayıp, onlar gibi mutlu olmanın bütün imkânlarını vermeye devam ediyor. Bu sebeple sahâbeyi örnek veriyor. Karanlıklardan bizi aydınlığa çıkaracak imam resûllere tâbî olarak, sahâbeye tâbî olmamızı, onların tâbî olduğu resûllere tâbî olmamızı istiyor. Saadet devrini bize sunuyor. Kur&#8217;ân ile müjdeliyor, elhamdülillah.
O halde ne yapmalıyız? Onlar gibi hayata Kur&#8217;ân&#8217;la bakalım, Kur&#8217;ân&#8217;la düşünelim, Kur&#8217;ân&#8217;la karar verelim, Kur&#8217;ân konuşup, Kur&#8217;ân dinleyelim. Eğer Kur&#8217;ân ilmini Allah&#8217;ın tayin ettiği Resûl&#8217;den alır da hayatımıza tatbik edebilirsek bizler de ahirin sahâbesi olabiliriz. Ahir zaman, asr-ı saadeti neden yaşamasın? Yoksa bu dünya hayatının ne önemi var?
&#8220;Neye yarar ki yaşamak
Gönülde bu aşk olmasa!
Hayat ancak çelik çomak,
Îmân ile meşk olmasa!&#8221;
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) sahâbesine inanıyor, onlara güveniyor, onlardan destek buluyor, yardım alıyor, onlar tarafından hürmet ediliyor, saygı duyuluyor. Gelmiş geçmiş bütün Allah&#8217;ın resûllerinin etrafında Allah&#8217;ın yardımcıları olmuştur. Sahâbe de Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in etrafında Allah taraftarları, Allah&#8217;ın yardımcılarıydılar.
Peygamberimiz (S.A.V)&#8217;in onları örnek gösterdiği şu sözüyle hatırlayalım:
&#8220;Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hangisine tâbî olursanız sizi doğru yola götürür.&#8221;
Bu sözün içinde güven var, emin olmak var, onlara sahip çıkmak var. Birlik ve beraberliğin bütünü var. Böylesine onlar Peygamber&#8217;leriyle birlik olmuşlar, hem çok olmuşlar, hem tek olmuşlar. Bu sebeple asr-ı saadeti yaşamışlar.


4-6- UHUD
Uhud günü Allah Resûl&#8217;ünün önünde et ve kemikten bir hisar çevirenler arasında Hz. Şemmas Bin Osman da vardı. Kâinatın Efendisi sağına, soluna dönüp baktıkça hep Şemmas&#8217;ın kılıcıyla kendisini korumaya ve kâfirleri uzaklaştırmaya çalıştığını görüyordu. Bir ara Allah&#8217;ın Resûl&#8217;ü müşrikler tarafından iyice kuşatıldı ve tehlike büyüdü. Hz. Şemmas hemen atıldı, kendi vücudunu Allah&#8217;ın Resûl&#8217;üne kalkan yaptı. Oklar ve mızraklar Şemmas&#8217;ın vücudunu delip geçti ve Şemmas Âlemlere Rahmet Olan&#8217;ın önünde yere düştü. Burada sözü Mehmet Akif&#8217;e verelim:
&#8220;Şüheda gövdesi; bir baksana dağlar taşlar,
O rükû olmasa eğilmez başlar.&#8221;
Cihan günlerini saadet-i cennetlerine döndüren Peygamberimiz (S.A.V)&#8217;in sahâbeleri işte böyleydi. Birçoğu şehit olmak mertebesine yükseldi.
Al-i İmran Suresi 168. âyet-i kerimesi münafıkları anlatıyor. Münafıklar şehit olmak üzere Allah için çarpışan sahâbelerin arkasından:
&#8220;Eğer bize itaat etselerdi, gitmeselerdi, öldürülmezlerdi.&#8221; diyorlar.
Ve Allahû Tealâ ölümden kaçan münafıklara Al-i İmran-168&#8217;de cevap veriyor:
&#8220;Eğer siz doğru biliyorsanız, doğru söylüyorsanız, haydi bakalım ölümü kendinizden savın da görelim."
3/AL-İ İMRAN-168: &#8220;Ellezîne kâlû li ıhvânihim ve kaadû lev etâûnâ mâ kutil(kutilû), kul fedreû an enfusikumul mevte in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).&#8221;
O (münafık) kimseler ki, (savaşa gitmeyip) oturdular da savaşa katılan kardeşleri için, &#8220;Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi.&#8221; dediler. (Sen de onlara) de ki; &#8220;Eğer doğru söylüyor iseniz (sözünüze sadıksanız), haydi ölümü kendinizden savın.&#8221;
Ölüm bir kaderdir. Allah&#8217;ın tayin ettiği bir kaderdir.
4/NİSA-78: &#8220;Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin), ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min ındik(ındike), kul kullun min ındillâh(ındillâhi), fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).&#8221;
Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde bulunsanız bile. (Senden dolayı) onlara bir iyilik isabet ederse: "Bu Allah&#8217;tandır." derler. Bir kötülük isabet ederse: "Bu senin tarafındandır." derler. De ki: "Hepsi Allah&#8217;ın katındandır." Bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar?
Ölümü uzaklaştırmak mümkün değildir. Münafıkların ölümü kendilerinden uzaklaştırmak istemelerinin sebebi ölümden korktukları içindir. Onlar ölümün korkulacak, kaçılacak bir şey olmadığını bilmiyorlardı. Aslında ölüm, Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;e göre bir son değil, tam tersi sonsuz bir hayatın başlangıcıdır. Bu dünya hayatı sadece biz insanları imtihan içindir. Ölümden sonra tekrar yaratılacağız. Sonsuz bir hayat bizleri bekliyor. Sonsuz bir azap veya sonsuz bir mutluluk. Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;in bütününe tâbî olan sahâbe, bu sonsuz mutluluğun başlangıcı olan ölüme koşarak gidiyor, Allah için şehit olmak istiyorlardı. Ama münafıkların onları anlaması mümkün değildi. Çünkü onların kalplerinde Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;i anlamamaları için ekinnet vardı. Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in sözlerini işitmemeleri için kulaklarında vakra, Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in gerçek kimliğini görememeleri için gözlerinde perde vardı. Allahû Tealâ Al-i İmran Suresi 169. âyet-i kerimesiyle konuya daha açıklık getiriyor:
&#8220;Allah yolunda öldürülen o kimseleri ölüler sanmayınız. Hayır, onlar diridirler ve Rab&#8217;leri katında rızıklandırılırlar.&#8221;
Yüce Rabbimiz bu dünya hayatını yaşayan birçok insan için: &#8220;Onlar yaşayan ölülerdir.&#8221; derken, şehit olmuş fizik olarak artık göremediğimiz Allah dostları için: &#8220;O kimseleri ölüler sanmayınız.&#8221; diyor.
3/AL-İ İMRAN-169: &#8220;Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun ınde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).&#8221;
Allah yolunda öldürülen o kimseleri, ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) diridirler ve Rab&#8217;leri katında rızıklanırlar.
Yine Bakara Suresi 154. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ ilâve ediyor ki;
2/BAKARA-154: &#8220;Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi emvat(un), bel ehyâun ve lâkin lâ teş&#8217;urûn(e).&#8221;
Ve Allah yolunda öldürülen kimseler için &#8220;ölüler&#8221; demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz, farkında olmazsınız.
&#8220;Fakat siz farkına varamazsınız.&#8221;
Gerçekten farkına varamayız. Onları gönül gözüyle görenler hariç, hiç kimse onların yaşadığı gerçeğini bilemez. Ancak onlar o anda ölü olmadıklarını, Allah tarafından rızıklandırıldıklarını ve sonsuz bir saadete ulaştıklarını bilirler.
Ölmeden birkaç dakika önce onlara Allah cenneti gösterir. Şehid oldukları zaman ise mutlaka Allah&#8217;ı görürler, yüzlerinde mutlu bir tebessüm belirir ve canlarını teslim ederler.
Al-i İmran Suresi 170. âyet-i kerimesinde şehit olanların isteklerini Allahû Tealâ dile getiriyor:

3/AL-İ İMRAN-170: &#8220;Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).&#8221;
(Allah'ın) onlara kendi fazlından verdiği şeyle (Allah'ın FAZLI ile) ferahlarlar. Ve arkalarından henüz kendilerine katılmayan (henüz şehit olmayan) kimselere, "onlara bir korku olmayacağını ve onların mahzun da olmayacaklarını" müjdelemek isterler.
Çünkü onlar diridirler, Rab&#8217;leri katında rızıklanırlar.
3/AL-İ İMRAN-171: &#8220;Yestebşirûne bi nı&#8217;metin minallâhi ve fadlin, ve ennallâhe lâ yudîu ecral mu&#8217;minîn(mu&#8217;minîne).&#8221;
(Onlar) Allah&#8217;tan bir ni'met ve bir fazl ile müjdelenirler. Ve muhakkak ki; Allah, mü&#8217;minlerin mükâfatını zayi etmez.
Şehit olmaya kararlı olan sahâbe kendilerine mal kaybı ve yaralanma isabet ettikten sonra da Allah yolunda mücâdele etmeye devam ediyorlar. Allah&#8217;ın ve Resûl&#8217;ün davetine icabet ediyorlar, ondan vazgeçmiyorlar.
3/AL-İ İMRAN-173: &#8220;Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunallâhu ve nı&#8217;mel vekîl(vekîlu).&#8221;
O (ahsen) kimseler ki; insanlar onlara: "Andolsun ki; (düşmanınız olan) insanlar hiç şüphesiz size (saldırmak) için toplanmışlar. Aman onlardan korkun." dediler. O zaman (bu söz) onların ancak îmânını artırdı. Ve dediler ki: "HASBUNALLAHU VE Nİ&#8217;MEL VEKİL (Allah bize kâfidir ve O, ne güzel vekildir).
Münafıklar sahâbeyi Allah için savaşmaktan caydırmak, korkutmak için mücâdele ediyorlar. Ama Rabbimiz onların dostudur.
3/AL-İ İMRAN-175: &#8220;İnnemâ zâlikumuş şeytânu yuhâvvifu evliyâ&#8217;eh(evliyâ&#8217;ehu), fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu&#8217;minîn(mu&#8217;minîne).&#8221;
Size o (haberi getiren) ancak şeytandır. Kendi dostlarını (savaş ve ölümle) korkutur. Eğer siz (gerçek) mü&#8217;minler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun.
Şeytan kendi dostlarını savaşla, ölümle, hastalıkla korkutur. Münafıklar şeytana dost olmuş onun ilkasını başkalarına ulaştıran kimselerdir. Savaş da, ölüm de, hastalık da Allahû Tealâ&#8217;nın dizaynıdır. Allahû Tealâ:
&#8220;Eğer siz gerçekten mü&#8217;minlerseniz ondan (şeytan) ve onun söylediklerinden korkmayınız. Ama Benden korkun.&#8221; diyor.
8/ENFAL-64: &#8220;Yâ eyyuhen nebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn(mu'minîne).&#8217;&#8217;
Ey Peygamber! Allah sana ve mü&#8217;minlerden sana tâbî olanlara kâfidir.
İblis Allah&#8217;ı, Allah&#8217;ın kudretini tamamen unutturmuş, insanları korkutmayı başarmıştır. Ama Allahû Tealâ bütün şehit olanların hepsini müjdeliyor.
&#8220;Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.&#8221; buyuruyor.
Tehlike karşısında korkmamak, Allah&#8217;a güvenip dayanmak sahâbenin işiydi. Onlar Allah&#8217;a güvenirdi, Allah da onlara yardım ederdi. Allah hep onlarla birlikteydi. Allah o sahâbeyi sadece kalpleri güçlenmesi için, kalplerinde tatmin duygusunu yaşayabilmeleri için savaş sırasında tam üçbin meleği ile destekledi. Aslında Allahû Tealâ&#8217;nın desteklemesi ve yardımı için meleklere ihtiyacı yoktu. Ama Allahû Tealâ o mü&#8217;min kullarının kalplerini tatmin edebilmek için meleklerini gönderdi. Yardım Allah&#8217;a aittir. Allah&#8217;ın yardım etmeyi dilemesi yeterdir, Allah&#8217;ın yardım için vasıtaya da ihtiyaç yoktur. İsterse üçbin melekle, isterse hiçbir vasıta kullanmadan yardım eder.
3/AL-İ İMRAN-180: &#8220;Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum. Bel huve şerrun lehum. Seyutavvekûne mâ bahılû bihî yevmel kıyâmeh(kıyâmeti). Ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı). Vallâhu bi mâ ta&#8217;melûne habîr(habîrun).&#8221;
Allah'ın fazlından kendilerine verdiği şeyi, (Allah yolunda infâk etmeyip) cimrilik edenler, sanmasınlar ki; bu kendileri için hayırdır. Bilakis... Bu onlar için bir şerrdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır (HABÎR'dir).
Al-i İmran Suresi 26. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Resûl&#8217;üne diyor ki:
3/AL-İ İMRAN-26: &#8220;Kulillâhumme mâlikel mulki tû&#8217;tilmulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ&#8217aglateşâu), ve tuızzu men teşâu ve tuzillu men teşâ&#8217aglateşâu). Bi yedikel hayr(hayru). İnneke alâ kulli şey&#8217;in kadîr(kadîrun).&#8221;
De ki: "Ey mülkün maliki olan Allah&#8217;ım. Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayır yalnız Senin elindedir. Muhakkak ki; Sen, herşeye KAADİR&#8217;sin.
Sahâbe bu 2 âyet-i kerimenin idraki içindeydi. Veren Allah, alan Allah. Onların muhatabı hep Allah&#8217;tı. İşte sahâbe bu manayı özümleyebildiği için, Allah&#8217;ın bu gerçeğini yaşayabildiği için sahâbe olmuştu. Herşeyi onlara veren Allah&#8217;a, dilerse herşeyi onlardan alacak olan Allah&#8217;a sığınmışlardı. Allahû Tealâ:
&#8220;Sizi biraz korku ile biraz açlık ile biraz maldan, biraz candan, ürünlerin eksiltilmesinden imtihan ederiz.&#8221; diyor.
Sahâbe bütün bu imtihanların hepsinden geçmiş. Korkuyla, açlıkla, mallarından, canlarından alınmasıyla, ürünlerinin eksilmesiyle... Hepsiyle cihad etmişlerdi. Bu zorluklar karşısında vazgeçmemişler, azmetmişler, yenilmemişlerdi. &#8220;ALLAH BİR&#8217;DİR.&#8221; &#8220;Lâ ilâhe illâllah muhammeden resûlullah.&#8221;
İşte Allahû Tealâ buyuruyor: &#8220;Sabredenleri müjdele.&#8221;
Allahû Tealâ bütün sahâbeyi müjdelemiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V), hepsine cennet müjdesini, peygamberlerle birlikte haşrolunmak müjdesini onlara bahşetmiştir.

4/NİSA-69: &#8220;Ve men yutııllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en&#8217;amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike refîkâ(refîkan).&#8221;
Ve kim Allah&#8217;a ve Resûl&#8217;e itaat ederse işte onlar, Allah&#8217;ın kendilerine ni&#8217;met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Onlar (ne güzel) arkadaştırlar.


4-7- HANIM SAHÂBELER
Hanım sahâbelerin bazıları mü&#8217;minlerin anneleridir. Onlardan bazıları Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in kızlarıdır. Ehl-i beyttir ve bazıları ise Bedr gününde yaraları tedavi edebilmek ve şehit olabilmek gayesiyle Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in yanına çıkıp harbe gitmeyi istemiş, Resûlullah&#8217;ın da onlara evde kalmalarını ve bu şartlarla da şehitlik ünvanını alacaklarını müjdelemiş olduğu hanımlardır. Onlardan bazıları yine zulme uğramış ensar hanımları, bazıları da muhacir hanımlarıydı. Bu fazilet sahibi, ilim ve haslet sahibi sahabî hanımlarının hepsini sevgi ve hürmetle anıyoruz. Hepsinin ayrı ayrı İslâmiyete vermiş oldukları hizmetleri var. Gönüllerindeki güzellikleri dile getirmek elbette ki mümkün değildir.

4-7-1- HZ. HATİCE
İşte Hz. Hatice vehüveyled: Onun için Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in sözlerini analım. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyuruyorlar: &#8220;Allah, bana ondan daha hayırlı bir zevce vermedi. İnsanlar beni inkâr ettiğinde o bana inandı, insanlar beni yalanladığında o beni doğruladı, insanlar beni mahrum bıraktığında o malı, mülküyle beni destekledi. Sadece ondan Allah bana çocuklar ihsan etti.&#8221;
Kureyşliler Kâbe&#8217;nin içine mü&#8217;minler hakkında ağır ve zulmedici kararları yazan bir kâğıt astıkları zamana dönelim. Bu kâğıda göre Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in ölü veya diri teslim edilmediği taktirde O&#8217;nunla birlikte olanlara hayat hakkı tanınmıyordu. Onları ablukaya almışlardı. Bu abluka tam üç yıl devam etti. Orada Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)&#8217;in Sevgili Eşi Hz. Hatice de vardı. Açlığa, kıtlığa onlarla birlikte katlandı. Allahû Tealâ&#8217;nın onlarla birlikte olduğu, en çok yakın olduğu devrede Hz. Hatice de onların arasındaydı. Öyle ki aşırı açlıktan dolayı karınlarına taş bağladıkları söylenir. Üç yıl sonunda, onlara atılan bu ok Kureyş&#8217;in karargâhına tekrar geri döndü. Ve bütün Kureyşliler, Leheb haricinde, yapılan bu zulmün farkına vardılar. Ne zaman ki; bu zulmedici kararı belirttikleri kâğıdı Kâbe&#8217;den almaya gitmişlerdi, işte o anda baktılar gördüler ki kâğıt ortada yok. Allahû Tealâ, o kâğıdın yok edilmesi üzere karıncaları görevlendirmiş. Karıncalar, o kağıdın hiçbir parçasını bırakmamacasına yemişler, bitirmişler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), zevcesiyle birlikte evine döndükten kısa bir süre sonra 65 yaşında Sevgili Hatice (R.A) Hakk&#8217;ın rahmetine kavuştu. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)&#8217;in ilk zevcesi, sahâbenin üstün hanımlarından biri olan Hz. Hatice için Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in şu iki sözünü iletirler: &#8220;Bana onun sevgisi bahşedildi.&#8221;
&#8220;Ben, Hatice&#8217;nin sevdiklerini severim.&#8221;

4-7-2- HZ. AYŞE
Ayşe bin Ebu Bekir; ehli beyt içinde Hz. Ayşe&#8217;nin ilminin üstünlüğünü herkes duymuş ve bilmiştir. Yüce Allah&#8217;ın onun adına Kur'ân-ı Kerim&#8217;de âyet indirdiği bilinmektedir. Allahû Tealâ&#8217;nın, Hz. Ayşe&#8217;nin uğradığı iftirayı Kur'ân-ı Kerim âyetiyle açıklığa kavuşturmuştur. Hz. Ayşe, genç yaşında dul kalmış olmasına rağmen, hayatı boyunca İslâmiyete canla, başla hizmet vermiştir.
Bütün hanım sahâbelere salât-u selâm olsun.



4-8- KUR&#8217;ÂN VE SÂHABE

Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;de Allahû Tealâ&#8217;nın farzları vardır.
Kur&#8217;ân-ı Kerim, insanların bu farzları yerine getirmesi halinde mutlaka cennete gideceğini bildirmektedir.
Kur&#8217;ân-ı Kerim, Allah&#8217;ın bu farz emirleri yerine getirilmediği taktirde muhakkak ki cehenneme gidileceğini de bildirmektedir.
Kur&#8217;ân-ı Kerim, son olarak Allahû Tealâ&#8217;nın bütün bu farz emirlerinin hepsinin sahâbe tarafından yerine getirildiğini ve onların sonsuz bir saadete ulaştığını bildirir. Onları bize örnek olarak verir. Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;i bu istikamette dört açıdan ele almak mümkündür:
1. Allah&#8217;ın emirleri ve nehiyleri.
2. Allah&#8217;ın farz emirleri yerine getirildiği taktirde cennete ulaşılacağının garantisi.
3. Getirilmediği taktirde cehenneme mutlaka gidileceğinin garantisi.
4. Allah&#8217;ın farz emirlerini harfiyen yerine getirmiş olan sahâbenin hayatı.
Sahâbenin hayatı, bir ispat vasıtasıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in hayatı Kur&#8217;ân&#8217;dı. O&#8217;nun sünnetine uymak, Kur&#8217;ân&#8217;a uymaktır. Sahâbe, O&#8217;nunla birlikte, O&#8217;na indirilen Nur'a uymuş ve O&#8217;nun sünnetini aynen yerine getirmiştir. Ve Kur&#8217;ân bizlere diyor ki:
&#8220;Siz de sahâbenin yaptığını yapın. Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in sünnetine uyun, Kur&#8217;ân&#8217;a uyun. Rad Suresi 20,21,22, 23 ve 24. âyet-i kerimeler bize sahâbeyi anlatan âyetlerdir.
Sahâbe Allahû Tealâ&#8217;ya ulaşmayı dilemiş ve âmenû olmuştur:

13/RAD-20: &#8220;Ellezîne yûfûne biahdillâhi ve lâ yenkudûnel mîsâk(a).&#8221;
Onlar Allah ile ahdlerini (nefslerinin yeminini, ruhlarının misakini ve vechlerinin ahdini) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (ruhlarının Allah&#8217;a ezelde verdiği ölümden evvel Allah&#8217;a ulaşma yeminini) bozmazlar.
13/RAD-21: &#8220;Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(i).&#8221;
Ve onlar Allah&#8217;ın (ölümden evvel) Allah&#8217;a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O&#8217;na (Allah&#8217;a) ulaştırırlar. Ve Rab&#8217;lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
13/RAD-22: &#8220;Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûssalâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(i).&#8221;
Onlar sabırla Rab&#8217;lerinin vechini (Zat&#8217;ını, Zat&#8217;a ulaşmayı, Allah&#8217;ın Zat&#8217;ını görmeyi) dilerler. Ve namazı kılarlar. Rızıklandırıldıkları şeyden gizli ve açık olarak infâk ederler (başkalarına verirler) ve seyyiati hasenata çevirirler, onlar için ne güzel bir yurt (cennet) var.
13/RAD-23: &#8220;Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(in).&#8221;
Adn cennetleri; Allah babalarından, zürriyetlerinden ve zevcelerinden salâha ulaşmış olanları bu cennetlere koyar. Melekler onları karşılayarak bütün kapılardan içeri alırlar.
13/RAD-24: &#8220;Selâmun aleykum bimâ sabertum feni&#8217;me ukbed dâr(i).&#8221;
Sabretmenizden dolayı üzerinize selâm olsun. Bu dârı dünyanın en güzel akibetidir.

Onlar ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah&#8217;a teslim ederek hidayete de ermişlerdir.


4-8-1- BÜTÜN SAHÂBE İSLÂM&#8217;IN 7
SAFHASINI YAŞAMIŞTIR

1. Allah&#8217;a ulaşmayı dilemişlerdir.
13/RAD-20: &#8220;Ellezîne yûfûne biahdillâhi ve lâ yenkudûnel mîsâk(a).&#8221;
Onlar Allah ile ahdlerini (nefslerinin yeminini, ruhlarının misakini ve vechlerinin ahdini) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (ruhlarının Allah&#8217;a ezelde verdiği ölümden evvel Allah&#8217;a ulaşma yeminini) bozmazlar.

2. Peygamber Efendimiz&#8217;e tâbî olmuşlardır.
39/ZUMER-18: &#8220;Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(u), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ûlul elbâb(i).&#8221;
Onlar (sahâbe) sözleri işitirler ve onların (sözlerin) ahsen olanına (Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenilenine) tâbî olurlar. İşte onlar hidayete erenlerdir (ruhlarını ölmeden evvel Allah&#8217;a ulaştıranlardır). Ve onlar ulûl&#8217;elbabtır (daimî zikrin sahipleridir).
7/A&#8217;RAF-157: &#8220;Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye&#8217;muruhum bil ma&#8217;rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne).&#8217;&#8217;
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat&#8217;ta ve İncil&#8217;de yazılı buldukları ümmî nebî resûle tâbî olurlar. Onlara ma&#8217;ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri) helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri) onlara haram kılar. Ve onların ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını kaldırır: Furkan-70) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri (ruhu vücuttan ayrılmasın diye üzerinde olan ve ruhu vücuda bağlayan zincir: Secde-24) kaldırır. Artık onlar, ona îmân ettiler ve ona saygı gösterdiler ve ona yardım ettiler, ve onunla beraber indirilen nura (Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
12/YUSUF-108: &#8220;Kul hâzihî sebîlî ed&#8217;û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(e).&#8221;
De ki; &#8220;Benim ve bana tâbî olanların basiret üzere (kalp gözüyle, basar ederek, Allah&#8217;ı görerek) Allah&#8217;a davet ettiğimiz yol işte bu yoldur. Ve Allah&#8217;ı tenzih ederim. Ve ben müşriklerden değilim.&#8221;
9/TEVBE-100: &#8220;Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).&#8217;&#8217;
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler): onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

3. Bütün sahâbe hidayete ermiş, ruhlarını Allah&#8217;a ulaştırmışlardır.
13/RAD-21: &#8220;Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(i).&#8221;
Ve onlar Allah&#8217;ın (ölümden evvel) Allah&#8217;a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O&#8217;na (Allah&#8217;a) ulaştırırlar. Ve Rab&#8217;lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
İşte Bakara Suresi 156. âyet-i kerimede de yine Allahû Tealâ diyor ki:
2/BAKARA-156: &#8220;Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(e).&#8221;
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: &#8220;Biz muhakkak ki Allah içiniz (O&#8217;nun için yaratıldık) ve muhakkak O&#8217;na döneceğiz (ulaşacağız).&#8221; dediler.
Hakikaten Allahû Tealâ&#8217;ya inanıyorlar, Allahû Tealâ&#8217;ya karşı isyan etmiyorlar. Ne yapıyorlar? Allahû Teala&#8217;nın varlığına birliğine inanarak O&#8217;na itaat etmeye hazır durumdalar. Kibirlenip gururlanmıyorlar ve bu sebeple Allahû Tealâ onları seçiyor. Allah&#8217;ın seçtiği bu insanlar sonra &#8220;Allah&#8217;a ulaşmayı&#8221; diliyorlar. Bakara Suresi 157. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-157: &#8220;Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(e).&#8221;
Onlar; (dünya hayatında Allah&#8217;a döneceklerini bilenler var ya) Rab&#8217;lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar; hidayete ermiş olanlardır.
&#8220;İşte onlar hidayete ermiş olanlardır, hidayete erenlerdir.&#8221; buyuruluyor ve sahâbenin hepsinin hidayete erdiğini görüyoruz.
Hepsinin ruhlarını Allahû Tealâ&#8217;ya ulaştırdıkları Zumer Suresi 18. âyet-i kerimesinde ifade ediliyor.

4. Bütün sahâbe vechlerini Allah&#8217;a teslim
etmişlerdir.
13/RAD-22: &#8220;Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûssalâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(i).&#8221;
Onlar sabırla Rab&#8217;lerinin vechini (Zat&#8217;ını, Zat&#8217;a ulaşmayı, Allah&#8217;ın Zat&#8217;ını görmeyi) dilerler. Ve namazı kılarlar. Rızıklandırıldıkları şeyden gizli ve açık olarak infâk ederler (başkalarına verirler) ve seyyiati hasenata çevirirler, onlar için ne güzel bir yurt (cennet) var
Al-i İmran Suresi 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ sahâbenin fizik vücutlarını da Allah&#8217;a teslim ettiklerini söylüyor.
3/AL-İ İMRAN-20: &#8220;Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belag(belagu), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).&#8221;
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: "Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah&#8217;a teslim ettik." O kitap verilenlere ve ÜMMÎ&#8217;lere de ki: "Siz de (fizik vücudunuzu Allah&#8217;a) teslim ettiniz mi?" Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR&#8217;dir (görendir).

5. Bütün sahâbe nefslerini Allah&#8217;a teslim
etmişlerdir.
Bakara Suresi 136.âyet-i kerimesi ve Âl-i İmran Suresi 64. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor :
2/BAKARA-136: &#8220;Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya&#8217;kûba velesbâtı ve mâ utiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(e).&#8221;
Deyin ki; &#8220;Biz; Allah&#8217;a, bize indirilenlere, İbrâhîm&#8217;e İsmail&#8217;e, İshak&#8217;a, Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa&#8217;ya verilenlere ve (diğer) nebîlere, Rab&#8217;leri (tarafı)ndan verilenlere (sahife, kitap ve vahiylere) îmân ettik. Onların arasında hiçbir ayırım yapmayız, (fark gözetmeyiz) zaten biz; O&#8217;na teslim olanlarız.&#8221;
3/AL-İ İMRAN-64: &#8220;Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na&#8217;bude illallâhe ve lâ nuşrike bihî şey&#8217;en ve lâ yettehıze ba&#8217;dunâ ba&#8217;den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne).&#8221;
De ki: "Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda musavi (eşit) olan bir kelimeye gelin. (Şöyle ki); ancak Allah'a kul olalım. O&#8217;na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, bir kısmınız, bazılarını Allah&#8217;tan başka Rab'ler edinmesinler." Buna rağmen, eğer, yüz çevirirlerse, artık (şöyle) deyin: "Şahit olun ki; hiç şüphesiz biz Allah'a teslim olanlarız."
Görülüyor ki; sahâbe Allahû Tealâ&#8217;nın bir farz emrini daha yerine getirmiş, nefslerindeki bütün karanlıkları daimî zikre ulaşarak yok etmişler, kalpleri nurla dolmuş. Hikmet sahibi olmuşlar ve nefslerini Allah&#8217;a teslim etmişlerdir.

6. Bütün sahâbe İrşad&#8217;a ulaşmışlardır.
49/HUCURAT-7: &#8220;Va&#8217;lemû enne fîkum resûlallâh(i), lev yutîukum fî kesîrin minel emri leanittum, ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel ısyân(e), ulâike humur râşidûn(e).&#8221;
Bilin ki, içinizde Allah&#8217;ın resûlü var, şâyet emirlerin çoğunda size uysaydı lânetlenirdiniz. Fakat Allah size îmânı sevdirdi, kalplerinizde onu (îmânı) müzeyyen kıldı (fazılları îmân kelimesinin etrafında toplayarak kalbinizi tamamen nurla doldurdu). Size küfrü, fıskı ve isyanı kerih gösterdi. İşte onlar irşada ulaşanlardır.

7. Bütün sahâbe Allah&#8217;a iradelerini de teslim etmişlerdir.
Sahâbe; kemâlâtın üst mertebelerine Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;e itaat ederek, emirlerde O&#8217;nun önüne geçmeyerek ulaşmışlardır.
4/NİSA-69: &#8220;Ve men yutııllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en&#8217;amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike refîkâ(refîkan).&#8221;
Ve kim Allah&#8217;a ve Resûl&#8217;e itaat ederse işte onlar, Allah&#8217;ın kendilerine ni&#8217;met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Onlar (ne güzel) arkadaştırlar.
Böylece onların hepsi irşada ulaştı, irşada memur ve mezun kılındı.Tevbe Suresi 100. âyet-i kerimesinde Rabbimiz, bütün sahâbenin hepsinin irşada ulaşmakla kalmayıp fevz-ül azîm, ecrul azîm ve hazzul azîmin sahibi olduklarını ve Allahû Tealâ&#8217;nın en büyük mükâfatıyla mükâfatlandırıldıklarını, Allah&#8217;a köle olduklarını bize bildiriyor.
9/TEVBE-100: &#8220;Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).&#8217;&#8217;
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler): onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
13/RAD-20: &#8220;Ellezîne yûfûne biahdillâhi ve lâ yenkudûnel mîsâk(a).&#8221;
Onlar Allah ile ahdlerini (nefslerinin yeminini, ruhlarının misakini ve vechlerinin ahdini) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (ruhlarının Allah&#8217;a ezelde verdiği ölümden evvel Allah&#8217;a ulaşma yeminini) bozmazlar.
Rad Suresı 20. âyet-i kerimesinde Allah: "Onlar Allah&#8217;ın Ahdi&#8217;ni yerine getirirler.&#8221; buyuruyor. Yani &#8220;Allah&#8217;a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim ederek Allah&#8217;ın ahdini ve vasiyetini yerine getirirler.&#8221; buyuruyor.
Rad Suresi 22. âyet-i kerimesinde onlar sabırla Rab&#8217;lerinin vechini dilemişlerdir, namazlarını kılmışlardır, rızıklandırıldıkları şeyden güzel şeylerden, Allah&#8217;ın verdiği güzel şeylerden gizli veya açık olarak infâk etmişlerdir ve bütün onlara ulaşan seyyiati, kötülüklerin hepsini hasenata, güzelliklere çevirmişlerdir. &#8220;Onlar için ne güzel bir cennet vardır.&#8221; diyor Allahû Tealâ.

13/RAD-22: &#8220;Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûssalâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(i).&#8221;
Onlar sabırla Rab&#8217;lerinin vechini (Zat&#8217;ını, Zat&#8217;a ulaşmayı, Allah&#8217;ın Zat&#8217;ını görmeyi) dilerler. Ve namazı kılarlar. Rızıklandırıldıkları şeyden gizli ve açık olarak infâk ederler (başkalarına verirler) ve seyyiati hasenata çevirirler, onlar için ne güzel bir yurt (cennet) var.
Ve Rad Suresinin 23. âyet-i kerimesinde cennetin adını vermiş:
13/RAD-23: &#8220;Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(in).&#8221;
Adn cennetleri; Allah babalarından, zürriyetlerinden ve zevcelerinden salâha ulaşmış olanları bu cennetlere koyar. Melekler onları karşılayarak bütün kapılardan içeri alırlar.
Bilindiği gibi ADN cennetleri, ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah&#8217;a teslim edenlerin yani TESLİM-İ KÜLLÎ ile teslim olanlarin cennetidir.
Gerçekten sahâbeye baktığımız zaman onların yakın akrabaları ile karşı karşıya geldiklerini görüyoruz. Babalarıyla, kardeşleriyle savaşıyorlar.
58/MUCADELE-22: &#8220;Lâ tecidu kavmen yu&#8217;minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fi kulûbihimul îmâne ve eyyedehum birûhin minh(u), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(u), ulâike hızbullah(i), elâ inne hızballâhi humul muflihûn(e).&#8221;
Allah&#8217;a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah&#8217;a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah&#8217;a ve Resûl&#8217;üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın, velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah&#8217;ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (Devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah&#8217;tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.


4-8-2- SAHÂBENİN SONU

13/RAD-24:&#8220;Selâmun aleykum bimâ sabertum feni&#8217;me ukbed dâr(i).&#8221;
Sabretmenizden dolayı üzerinize selâm olsun. Bu dârı dünyanın en güzel akibetidir.
Onlar hem bu dünyada mükâfatlandırılmışlar, hem de ahirette. Sahâbe bu dünya hayatında asr-ı saadeti yaşayarak mükâfatlandırıldı. Ahirette ise Rabbimiz onları şehitlerle, sıddîklerle ve peygamberlerle birlikte olacakları Adn Cennetleri&#8217;ne koyarak mükâfatlandırdı.

Ey nur devri ! Sofranı getir de kur yeniden,
Cihanın karşısında haşmetle dur yeniden,
Îmân taşını değdir insanlık dudağına,
Topyekûn beşeriyet nur bekler, nur yeniden.

Biz bütün gönlümüzle size şöyle sesleniyoruz:


Aslanlar gibi kükre &#8220;Rabbim bir&#8221; diye haykır,
Zillet denen zinciri kopar, at, parçala, kır,
Kâinatın burcuna îmân bayrağını dik,
O zaman deste deste nur yağdıracak Halik.

Ulu dergâha sığın, Yüce Allah&#8217;a dayan,
İnci gibi yaşlar dök ilâhî aşk ile yan,
Göğsündeki îmânla ırmak ırmak çağla sen,
Ayrılma ey şanlı dost Peygamber&#8217;in izinden,
İşte o an ruhunda güneşler yanacaktır.
Nur gibi bir devrin gelmesi artık haktır.

A&#8217;raf Suresi 157. âyet-i kerimesinde, sahâbenin Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile olan ilişkisini görüyoruz.
7/A&#8217;RAF-157: &#8220;Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye&#8217;muruhum bil ma&#8217;rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne).&#8217;&#8217;
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat&#8217;ta ve İncil&#8217;de yazılı buldukları ümmî nebî resûle tâbî olurlar. Onlara ma&#8217;ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri) helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri) onlara haram kılar. Ve onların ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını kaldırır: Furkan-70) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri (ruhu vücuttan ayrılmasın diye üzerinde olan ve ruhu vücuda bağlayan zincir: Secde-24) kaldırır. Artık onlar, ona îmân ettiler ve ona saygı gösterdiler ve ona yardım ettiler, ve onunla beraber indirilen nura (Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), sahâbenin kendilerine zulmettikleri birçok konuda onları bu zulümden kurtardı. Haram zannettiklerinin helâl rızıklar olduğunu onlara anlattı. Halbuki şeytan onları kandırmış Allah&#8217;ın haram ettiklerini helâl gibi göstermişti. Allah&#8217;ın Nebî'si, Sevgilisi onlara helâl zannettiklerinin Allah&#8217;ın yasakları olduğunu, haram olduğunu onlara gösterdi. Sırtlarındaki ağır yükü indirdi. Bu yük, onlara emanet olarak verilen ruhtu. Onların ruhlarını Allah&#8217;a ulaştırdı. Onları hidayete erdirdi.
33/AHZAB-72: &#8220;İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).&#8221;
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara teklif ettik de bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Çünkü o zalim ve cahildir.
Ruh, tekrar Allah&#8217;a dönmek üzere insana verilmiş bir emanettir. İade edilinceye kadar emanet, insanın taşıdığı bir yüktür, ağırlıktır. Sahâbe, ruhlarını Allah&#8217;a ulaştırarak bu ağır yükten, emanetten kurtuldular. Peygamber Efendimiz (S.A.V), onların bağlandıkları zincirleri kopardı. Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in onların üzerinde yapmış olduğu nefsi tezkiye ve tasfiye görevinden sonra onlar köle oldukları nefslerinden kurtuldular.
Köle nefstir, rehine olan nefs 19 afete sahiptir. 19 afetin kölesidir. Bu sebeple nefs başlangıçtan itibaren fizik vücudun (vechin) içinde rehinedir. İnsanoğlu başlangıçta nefsinin arzularına köle olmuştur. Beled Suresi 10, 11, 12 ve 13. âyet-i kerimelerinde:
&#8220;O sarp yokuşu bilir misiniz, o sarp yokuş nedir? O sarp yokuş kölenin azadıdır.&#8217;&#8217; buyrulmaktadır.
Nefsin Sıratı Mustakîm&#8217;i sarp bir yokuştur. Nefsle cihad etmek, nefsin afetlerinden tamamen kurtulmak, daimî zikre ulaşmak zor iştir. Kölenin azadı, insanın nefsinde bulunan 19 afetten kurtulması anlamına gelir. Köle olmaktan kurtulmak, nefsin kölesi olduğu afetlerinden kurtulmasıdır. Kölenin azadı, nefsin azadıdır. 19 afetten kurtulmasıdır.
90/BELED-10: &#8220;Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni).&#8221;
Biz onu iki yola da ulaştırırz.
90/BELED-11: &#8220;Fe laktehamel akabeh(akabete).&#8221;
Fakat o, sarp yokuşu aşmaya girişmedi. (Daimî zikre ulaşmadı ve nefsini kölesi olduğu afetlerden kurtaramadı.)
90/BELED-12: &#8220;Ve mâ edrâke mel akabeh(akabetu).&#8221;
O sarp yokuşun ne demek olduğunu sen bilir misin?
90/BELED-13: &#8220;Fekku rekabeh(rekabetin).&#8221;
Köleyi azad etmektir.
A&#8217;raf Suresinin 157. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ; Allah&#8217;ın güzel Resûl&#8217;ünün onları kölelikten kurtarmış, nefslerinde 19 afete bağlı olan zincirleri kopartmış, onları mutluluğa ulaştırmış olduğunu söylüyor.
Ve sonuç: O&#8217;na inanan, îmân eden, hürmet eden, saygı gösteren ve O&#8217;nunla gönderilen Kur&#8217;ân&#8217;ı yaşayanların felâha erdiklerini söylüyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;a inanmak, O&#8217;na itaat etmek, hürmet etmek, Allahû Tealâ&#8217;nın çok önem verdiği bir konudur. Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;de Allah&#8217;ı sevenler, Allah&#8217;a yakınlık duyanlar, Allah&#8217;a dost olanlar, Allah&#8217;ın taraftarı olanlar ve Allah&#8217;a yardım edenler var. Sahâbe, o en üst noktaya ulaşmış, Allah&#8217;a yardım edenlerden olmuştur. Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;e yardım etmişler. Allahû Tealâ O&#8217;na yardım edenleri, Allah&#8217;a yardım edenler olarak kabul ediyor. Ve O&#8217;nunla birlikte gelen nura, Kur&#8217;ân&#8217;a uyanlar; İşte onların hepsi felâha ermişlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in hayatı boyunca insanlara Kur&#8217;ân&#8217;ı öğrettiğini, hayatı boyunca hep sohbet ettiğini biliyoruz. İşte bu sohbetler bedevî halde olan sahâbeyi bedevîlikten kurtarıp sahâbe yapmıştır. Bu sohbetlerle aydınlanmışlar, nurlanmışlar. Bu sohbetlerle doğruları öğrenip, hayatlarına tatbik etmeye çalışmışlar. Sonunda Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in yardımlarıyla Allah&#8217;ın yardımcıları olmuşlardır.
İnsanların en hayırlısı olan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (S.A.V), sahâbesine çok düşkündü. Onları çok sever, onlara çok kıymet verirdi. Onların üzerine titrerdi. Onlara inanır, onlara güvenirdi. Tevbe Suresi 61. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
9/TEVBE-61: &#8220;Ve minhumullezîne yu&#8217;zûnen nebiyye ve yekûlûne huve uzun(uzunun), kul uzunu hayrin lekum yu&#8217;minu billâhi ve yu&#8217;minu lil mu&#8217;minîne ve rahmetun lillezîne âmenû minkum, vellezîne yu&#8217;zûne resûlallâhi lehum azâbun elîm(elîmun).&#8217;&#8217;
Onlardan nebîye eza (eziyet) eden kimseler: "O bir kulak(gibi)dir, (her söyleneni dinler, inanır)." diyorlar. De ki: O sizin için hayrın kulağıdır (Sözünüzü işitir kabul eder. Bilmemesinden değil, sizi tekzip etmemesinden dolayı hayrın kulağıdır). Ve Allah&#8217;a inanır ve mü&#8217;minlere inanır ve sizden âmenû olanlar için bir rahmettir. Allah&#8217;ın resulüne eza edenlere (ona yakışıksız söz söyleyenlere, ayıplayanlara) onlara elîm bir azap vardır.
Allahû Tealâ, Ahzab Suresi 6. âyet-i kerimesinde yine Peygamber Efendimiz (S.A.V) için şöyle buyurmuş:
33/AHZAB-6: &#8220;En nebiyyu evlâ bil mu&#8217;minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlul erhami ba&#8217;duhum evlâ bibâ&#8217;dın fî kitâbillâhi minel mu&#8217;minîne vel muhâcirîne illâ tef&#8217;alû ilâ evliyâikum marûfâ(marûfen), kâne zâlike fîl kitabi mestûrâ(mestûren).&#8221;
Peygamber, mü&#8217;minlere öz nefislerinden evlâdır. Peygamber&#8217;in zevceleri anaları hükmündedir. Akraba olanlar da Allah&#8217;ın kitabında birbirlerine diğer mü&#8217;minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza irfanla davranabilirsiniz. Bunlar örtülü kitapta (Levh-i Mahfuz&#8217;da ve Kur&#8217;ân&#8217;da) vardır.
O, Bize Bizden çok daha yakındır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) yaşadığı devirde sahâbesine ve bütün insanlara çok yakındı. Hep onların arasındaydı, onlarla birlikteydi. Nuh (A.S)&#8217;ın kavmi sebebiyle çektiği sıkıntılar ve üzüntüler neticesinde Allahû Tealâ&#8217;ya şöyle bir duası olmuş: &#8220;Ey Rabbim yeryüzünde kâfirlerden tek bir kişi bırakma.&#8221;
Peygamber Efendimiz (S.A.V) de böyle dua etmiş olsaydı bir tanemiz bile hayatta kalmazdık. Halbuki, Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in gül yanağını yaraladılar, mübarek dişini kırdılar, dizlerini paramparça ettiler, kan revan içinde bıraktılar. Yine de O, beddua etmek şöyle dursun; &#8220;Allah&#8217;ım Sen kavmime merhamet et çünkü onlar bilmiyorlar.&#8221; buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in insanlara olan sevgisinin, düşkünlüğünün, merhametinin eşi emsali yoktur.
9/TEVBE-128: &#8220;Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu&#8217;minîne raûfun rahîm(rahîmun).&#8217;&#8217;
Andolsun ki; size, sizin içinizden aziz bir resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey ona ağır gelir (onu üzer). Size çok düşkün, mü&#8217;minlere şefkatli ve merhametlidir.
Ve Şuara Suresi 215. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
26/ŞUARA-215: &#8220;Vahfıd cenâhake li mettibeake minel mu&#8217;minîn(mu&#8217;minîne).
Sana tâbî olarak mü&#8217;min olanları kanatlarının altına al.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;in çok kıymetli olan, kol kanat gerdiği sahâbesi, O&#8217;nun sevgisine, merhametine, yüceliğine lâyık olmuştur. Fetih Suresi 29. âyet-i kerimesinde, sahâbeyi Allahû Tealâ şöyle anlatmaktadır:
48/FETİH-29: &#8220;Muhammedun resûlullâh(i), vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlan minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(i), zâlike meseluhum fit tevrât(i), ve meseluhum fîl incîl(i), kezer&#8217;ın ahrece şat&#8217;ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu&#8217;cibuz zurrâa, li yegîze bihimul kuffâr(e), ve adallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).&#8221;
Muhammed (S.A.V) Allah&#8217;ın resûlüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rukû ederken, secde ederken, Allah&#8217;tan lütuf ve rıza dilerken görürsün. Yüzlerinde secdelerin izleri vardır. İşte bu onların Tevrat&#8217;ta anılan vasıflarıdır. İncil&#8217;de de şöyle vasıflandırılmışlardır: Onlar, filiz çıkarmış, gittikçe kuvvetlenerek kalınlaşmış, gövdesi üzerinde dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Kâfirleri ashaba öfkelendirmek içindir. Onlardan mü&#8217;min olup, ıslâh edici amel işleyenlere Allah mağfiret ve büyük mükâfat vaadetmiştir.
Allahû Tealâ&#8217;nın indinde sahâbe, bütün âlemlere örnek gösterilecek kadar kıymetli. Hem onları en çok sevdiğiyle birlikte kılmış, hem de insanlara Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;e uyan, tâbî olan sahâbesini örnek göstermiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte yaşamanın şerefine eren sahâbe, bütün devirlerde yaşayan, Allah yolunda, Allah taraftarları olanların, Allah&#8217;a gönül verenlerin gönüllerinde taht kurmuştur.
Allahû Tealâ, Kalem Suresi 3 ve 4. âyet-i kerimelerinde Peygamber Efendimiz (S.A.V.) için.
68/KALEM-3: &#8220;Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin).&#8221;
Şüphesiz sana bitip tükenmeyen bir ecir (sevap) vardır.
68/KALEM-4: &#8220;Ve inneke lealâ hulukın azîm(in).&#8221;
Şüphesiz seni en yüksek yaratılışta yarattık.
Kalem Suresi 1. ve 2. âyet-i kerimelerinde ise şöyle buyuruyor:
68/KALEM-1,2: &#8220;Nûn vel kalemi ve mâ yesturûne, mâ ente bi ni&#8217;meti rabbike bil mecnûn(mecnûnin).&#8221;
Nûn. Kalem ve onunla yazılan yazılara andolsun ki; Ey Muhammed! Sen Rabbinin ni&#8217;metine mazhar olmuş bir kimsesin, mecnun değilsin.
Allahû Tealâ bütün âlemleri uğruna yaratmış olduğu Sevgili Peygamber&#8217;inin insanlar tarafından, sahâbesi tarafından yüceltilmesini istiyor.
Ahzab Suresi 56. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
33/AHZAB-56: &#8220;İnnallahe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyy(nebiyyi), yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).&#8221;
Şüphesiz ki; Allah ve melekleri peygamberlere salât ederler. Ey âmenû olanlar, siz de ona salât edin ve gönülden teslim olun!
Burada Allahû Tealâ&#8217;nın selâm vermesi, salât etmesi ve meleklerine de bunu yaptırması; O&#8217;na ne kadar değer verdiğinin işaretini taşıyor. Bütün insanların O&#8217;na hürmet göstermesi, saygı göstermesi istikametinde bir işarettir. Sahâbe Allah&#8217;ın emirlerine en güzel şekilde uymuştur. Kendi hayatları pahasına Peygamber&#8217;lerini öne geçirmişlerdir.
49/HUCURAT-1: &#8220;Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm(alîmun).&#8221;
Ey îmân edenler! (Söz ve hareketlerinde) Allah&#8217;tan ve resûllerinden öne geçmeyin. Allah&#8217;a karşı takva sahibi olun. Çünkü Allah, herşeyi işitir, herşeyi bilir.
49/HUCURAT-2: &#8220;Ya eyyuhellezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techeru lehu bil kavli kecehri ba&#8217;dikum liba&#8217;dın en tahbeta a&#8217;mâlukum ve entum lâ teş&#8217;urûn(teş&#8217;urûne). &#8221;
Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Peygamber&#8217;e, birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın. Yoksa farkına varmadan; yaptıklarınız boşa gidiverir.
49/HUCURAT-3: &#8220;İnnellezîne yeguddûne asvâtehum ınde resûlillâhi ulâikellezînemtehanallâhu kulûbehum lit takvâ, lehum magfiretun ve ecrun azîm(un).&#8221;
Allah&#8217;ın kalplerini takva ile imtihan ettikleri, resûlün yanında seslerini alçak tutanlardır........
24/NUR-63: &#8220;Lâ tec&#8217;alû duâer resûli beynekum keduâi ba&#8217;dıkum ba&#8217;dâ, kad ya&#8217;lemullâhullezîne yetesellelûne minkum livâza(livâzen), fel yahzerillezîne yuhâlifûne an emrihî en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum azâbun elîm(elîmun).&#8221;
Resûlün çağrışını, aranızda, birbirinizi çağırış gibi tutmayın (davetine hemen koşun) İçinizden başka birini siper ederek, (hutbeden izinsiz) sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah biliyor. Artık Allah ve Peygamber&#8217;in emrine aykırı hareket edenler, başkalarına bir belâ inmekten, yahut (kıyâmette) acıklı bir azaba uğramaktan çekinsinler.
Yukarıdaki âyetlerle Allahû Tealâ, Resûl&#8217;üyle olan ilişkide dikkat edilmesi gereken hususları açıklıyor.
Bir sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;i anlatıyor.
Diyor ki:
&#8220;Annem babam sana feda olsun Ya Resûlullah. Eğer Sen sadece emsalinle sohbet etseydin biz Senin şerefli sohbetine müşerref olamaz ve Senin yanında oturamazdık.&#8221;
&#8220;Eğer emsalinden başkasıyla evlenmeseydin bizim kızlarımızla evlenmezdin.&#8221;
&#8220;Ve eğer yalnız emsalinle yeyip, emsalinle içseydin bizim sofralarımıza oturmayacak, bizimle yeyip içmeyecek ve bizimle şakalaşmayacaktın. Oysa Allah&#8217;a yemin ederim ki bizimle hem sohbet ettin, hem beraber yedin içtin, hem de bizlerin kızıyla evlendin. Tevazu eseri olan elbiseler giydin, merkebe bindin, terkine adam aldın, toprak üzerinde yemek yedin, parmaklarını sıyırdın ama biz biliyoruz ki, sen bizim içimizden biri değildin..."
İşte sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)&#8217;le birlikte yaşamış olan sahâbe, O&#8217;nunla yeyip, içen, O&#8217;nunla şakalaşan sahâbe, O&#8217;nun gerçek kimliğini, Allah&#8217;a olan yakınlığını en güzel şekilde idrak etmişti. Allahû Tealâ&#8217;nın kıymetli Peygamber&#8217;i ve Allahû Tealâ&#8217;nın Kıymetli Peygamberi&#8217;nin Kıymetli sahâbesi arasında böylesine mükemmel, böylesine güzel bir ilişki vardı.
Al-i İmran Suresi 32.âyet-i kerimesine buyuruyor:
3/AL-İ İMRAN-32: &#8220;Kul etîullâhe ver rasûl(rasûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhıbbul kâfirîn(kâfirîne).&#8221;
De ki: &#8220;Allah&#8217;a ve Resûl&#8217;e itaat edin.&#8221; Eğer dönerlerse (o taktirde bilsinler ki), hiç şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.&#8221;
Allah&#8217;ın sevgisini kazanmak, Allah&#8217;ın Resûl&#8217;ünün sevgisine mazhar olmakla geçerlidir. Bakınız Allahû Tealâ&#8217;nın Resûl&#8217;ü bu hususu bir hadîsinde belirtmektedir.
&#8220;Sizden hiçbiriniz beni canından, malından, evlâdından, ana babasından ve bütün insanlardan daha ziyade sevmedikçe bihakkın mü&#8217;min olamaz.&#8221;
Hz. Ali ile Peygamber Efendimiz (S.A.V) arasında geçen konuşmayı hatırlayalım:
-Ey Ali, sen beni ne kadar seversin? buyuruyor Allah&#8217;ın Resûl&#8217;ü Hz. Ali&#8217;ye.
O da diyor ki:
-Eşimden, çoluğumdan, çocuğumdan, malım mülkümden çok fazla severim.
-Olmadı Ali. Diyor Peygamberimiz (S.A.V)
Neden Peygamber Efendimiz böyle söylüyor? Peygamberimiz (S.A.V) çok iyi biliyor ki, O&#8217;na olan sevgi Allah&#8217;a olan sevgidir. Kim O&#8217;nu severse Allah&#8217;ı çok sevecektir. Kim O&#8217;nu en üstün tutarsa bihakkın takvaya ulaşacaktır.
Bu sebeple Hz. Ali&#8217;ye: &#8220;Olmadı, daha henüz o kemâle ermedin.&#8221; Diyor. Daha sonraki gelişinde Hz. Ali:
-Sizi canımdan da çok seviyorum ya Allah&#8217;ın Resûl&#8217;ü. deyince:
-İşte şimdi oldu Ya Ali. diyor Allah&#8217;ın Resûl&#8217;ü.
Nisa Suresi 80. âyet-i kerimesinde Rabbimiz; &#8220;Resûlullah&#8217;a itaat eden Allah&#8217;a itaat etmiş olur.&#8221; buyurarak O&#8217;na itaati Kendisine itaat saymıştır. O&#8217;nun, katındaki üstünlüğünü bize bir kere daha anlatmıştır. Resûl&#8217;e itaat eden, Rabbi&#8217;ne itaat etmiştir.
4/NİSA-80: &#8220;Men yutıır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen).&#8221;
Resûl'e itaat eden andolsun ki; Allah&#8217;a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki); Biz seni onların üzerine muhafız göndermedik.
Allahû Tealâ, Sevgili Peygamber&#8217;ine eziyet eden, O&#8217;nu hakir gören, küçük görene lânet ediyor. Ahzab Suresi 57. âyet-i kerimesinde buyuruyor:
33/AHZAB-57: &#8220;İnnellezîne yu&#8217;zûnallâhe ve resûlehu leanehumullâhu fîd dunya vel âhıreti ve eadde lehum azâben muhînâ(muhînen).&#8221;
Şüphe yok ki, Allah&#8217;a ve resûlüne eziyet edenlere, Allah dünyada ve ahirette lânet etmiştir. Onlara pek hor düşürücü bir azap
Ekleme Tarihi: 21.04.2005 - 07:21
drtasavvuf üyenin diğer mesajları drtasavvuf`in Profili drtasavvuf Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: adım tarık 33 yaşındayım
drtasavvuf su an offline drtasavvuf  
adım tarık 33 yaşındayım
45 Mesaj -
muhafazakar bir aileden geliyorum üniversite mezunuyum hayatımın büyük kısmı dini kitap okumakla geçti süleymancısından nurcusuna cübbeli ahmetinden mahmut hocaya girip çıkmadığım dergah kalmadı
hepsine saygım sevgim var önemli olan Kuranda birleşmek ve tevhidi oluşturmak içinde bulunduğumuz çağ fitne çağı Allahın doğruları Kuran
Ayetleri kenara atılmış vaziyette ama hidayet çağı yakın inşaallah
Ekleme Tarihi: 19.04.2005 - 05:55
drtasavvuf üyenin diğer mesajları drtasavvuf`in Profili drtasavvuf Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Kuran ı Kerim de...
drtasavvuf su an offline drtasavvuf  
Kuran ı Kerim de...
45 Mesaj -
MÜ&#8217;MİN OLMAK.
İnsanlar arasında genel bir ayırım var: Allah&#8217;a inanmayan kâfirdir,
inanan da mü&#8217;mindir. Kalın çizgilerle olay hep böyle
değerlendiriliyor. Oysa ki Kur&#8217;ân-ı Kerim, mü&#8217;min olmayı, üst
standartlarda bir olay olarak değerlendirmiş. Yani sadece Allah&#8217;a
inanmak mü&#8217;min olmak için kâfi değil; mü&#8217;min olmanın başlangıcını
teşkil ediyor.
Allahû Tealâ&#8217;ya yaklaşım kademelerinin tam 14&#8217;üncüsünde mü&#8217;min olmak,
Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;imizde üç ayrı cepheden ele alınmış:
1- Kişinin kalbine imanın yazılması, kişiyi mü&#8217;min kılar. Allahû
Tealâ tarafından kişinin kalbine imanın yazılması,
2- O kişinin nefs tezkiyesine, ıslâh-ı nefse, yani amilüssalihata
başlaması onun mü&#8217;min olmasını ifade eder.
Ve Allah&#8217;ın bütün insanlara emri de zaten budur. Sırat-ı Müstakiym&#8217;in
üzerinde bulunmak, yani ruhunu Allah&#8217;a doğru harekete geçirmek. Seyrü
Sülûk adlı bir yolculukla Allah&#8217;a ulaşmak üzere.
Öyleyse bugün 14&#8217;üncü basamakta bir insan mü&#8217;min olur. Beraberce
basamaklara bakalım:
Başlangıç basamağı bir insanın etrafındaki olaylardır. Her an
etrafımızda bir takım olaylar cereyan ediyor. Allahû Tealâ herkesin
etrafındaki olayı başkalarından farklı bir şekilde dizayn eder.
Muradı; Allah&#8217;ın irşad yoluna doğru olan meyilin bütün insanlarda
oluşmasıdır. O meyilin oluşması için muhtelif idrak kedemelerinde
yarattığı insanların etrafında öyle olaylar cereyan ettirir ki, o
insanları eşit şartlara getirir. Yani, herkes yarış için kulvara eşit
şartlarda girer. İşte bunu temin edecek olan insanların çeşitli
seviyelerdeki muhakeme yetkilerinin eşit noktaya ulaşmasıdır. Bu da
ancak insanların etrafında Allah&#8217;ın farklı olaylar yaratmasıyla
mümkündür. Dehr suresinin 3&#8217;üncü âyet-i kerime&#8217;sinde Allahû Tealâ
diyor ki;
Allah insanlara hidayet yollarını gösterir. Sonra da diyor, dileyen
şükredenlerden olur; dileyen küfredenlerden olur.
İşte biz insanlar etrafımızda olaylar cereyan ettikçe bu olayları
mukayese ederiz. Yani birbirene kıyas ederiz. Ondan sonra daha üst
seviye bir incelemeye gireriz. Bu ikincinin adına muhakeme diyor
Allahû Tealâ. Yani, hüküm istihsal etmek üzere, olaylardan hükün
çıkarmak üzere onları daha ciddi bir değerlendirmeye tâbî tutarız.
Bu muhakemenin neticesinde bütün insanlar için mantık oluşur. Her
insanda da mantık onun tecrübelerine, onun geçirilmiş hayat
olaylarına göre taayyün eder. Böyle bir statü içersinde bir insanın
mantığını oluşması demek ki onun etrafında cereyan eden olaylara sıkı
sıkıya bağlı. Çünkü onun tecrübeleri kendi geçirdiği olaylardan
esinlenerek vücuda gelecektir.
İşte insanoğlu demek ki, mukayeseden, muhakemeden sonra bir mantık
dizaynı içersinde hükmünün veriyor. Bu hüküm iki ayrı standartda
teşekkül edebilir;
Ya insanoğlu Allah&#8217;ın irşad yoluna doğru bir meyil duyacaktır,
Veya şeytanın gay yoluna doğru bir meyil duyacaktır.
İşte bu hususlar iki ayrı âyet-i kerime ile anlatılmış:
Birinci âyet-i kerime Araf suresinin 146&#8217;ncı âyet-i kerimesi. Allahû
Tealâ diyor ki:
O insanlara Allah âyetlerinin gerçek anlamlarını ifade etmekten sarfı
nazar eder ki, onlar yeryüzünde haksız yere gururla dolaşanlardır.
Onlara Alah&#8217;ın bütün âyetlerini söyleseniz inanmazlar; onlar Allah&#8217;ın
irşad yolunu gördükleri halde onu kendilerine yol ittihaz etmezler,
onlar şeytanın gay yolunu gördükleri zaman, dalâlet yolunu gördükleri
zaman, cehenneme götürecek olan yolu gördükleri zaman onu kendilerine
yol edinirler diyor, Araf suresi 146&#8217;ncı âyet-i kerime.
İşte böyle olan insanlar 2&#8217;nci basamaktan asla yukarıya çıkamazlar.
Olayları muhakeme etmişlerdir; mantık süzgecinden geçirmişlerdir. Ama
onların mantığı kendi akıllarının gerektirdiği istikamette bir hüküm
oluşturmuştur. O hüküm de Allah&#8217;ın irşad yoluna doğru bir meyil
duymak değildir; ne yazık ki şeytanın dalâlet yoluna doğru, cehennem
yoluna doğru bur ilgi duymaktır, bir eğilim duymaktır. Bu insanlar
bundan sonraki 26 tane basamağın hiçbirisini aşamayacaklardır.
Bir insanın Allah&#8217;a yaklaşım basamakları Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;imizde 28
tane olarak dizayn edilmiş ve bu dizayn VEL ASR suresinde 4 tane
yedili basamak olarak ifade edilmiş. Şöyle söylüyor Allahû Tealâ:
Vel Asr: Asra yemin ederim,

İnnel&#8217;insâne lefiy hüsr: İnsanlar muhakkak ki hüsrandadırlar,
İllelleziyne âmenû: Ama amenu olanlar hariç,
Bir insan amenu oluncaya kadar 7 tane basamaktan geçiyor. Amenu olmak
ilk 7 basamağı ifade ediyor. Devam ediyor Vel Asr suresi:
Ve amilûssâlihat: Ve ıslâh edici amellerde bulunanlar hariç,
İkinci 7 basamakta kişi amenu olmaktan, ıslâh edici amellere
başlamaya ulaşıyor. Devam ediyor Vel Asr suresi:
Ve tevâsav bilhak: Hakkı tavsiye edenler,

Üçüncü 7 basamakta insan ruhu Allah&#8217;a ulaşıyor, Hakka ulaşıyor ve
Hakkı tavsiye edebilecek duruma geliyor.
Ve tevâsav bissabr: Dördüncü 7 basamakta da kişinin nefsindeki bütün
afetler yok oluyor. Bu arada sabırsızlık afeti de yok oluyor, yerini
ruhun sabır hasleti alıyor ve kişi sabrı tavsiye edecek duruma
geliyor.
İşte Vel Asr suresi 4 tane 7 basamaktan oluşan bir bütün vücuda
getiriyor; 7, 14, 21, 28 basamak... Amenu oluş, ıslâh edici amellere;
nefs tezkiyesine başlamak, Hakkı tavsiye edecek duruma gelmek ve
sabrı tavsiye edecek duruma gelmek...
Biz şu anda bunlardan ilk 7 basamağı anlatıyoruz. Demek ki bu 7
basamağın iki tanesinde, birincisinde olaylar var; ikincisinde de
olayların muhakemesi, mukayesesi ve bir hükme varış var.
Üçüncü basamak bu hükmün pozitif olması halinde geçerlidir. Yoksa
hiçbir zaman o kişi üçüncü basamağa ve ondan sonraki basamaklara
ulaşamaz. Bakara suresinin 256&#8217;ncı âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ
diyor ki:
"lâ ikrâhe fiyddiyni: Dinde zorlama yoktur,
kad tebeyyenerrüşdü minelgayy" İrşad yollarıyla gay yolları, dalâlet
yolları tebeyyün etmiştir, beyan edilmiştir, açıklanmıştır,
birbirinden kesin şekilde ayrılmıştır.
Devam ediyor Allahû Tealâ: Kim tağutu inkâr ederse, tağutu, şeytanı
ve onun avanesini devre dışı bıkakırsa, o urvetil vuskaya; kâinatta
Allah&#8217;tan kopması mümkün olmayan kulba sımsıkı yapışır diyor Allahû
Tealâ.
Demek ki, insanoğlunun Allahû Tealâ&#8217;nın indinde Allah&#8217;tan kopması
mümkün olmayan bir kulba ulaşması söz konusu. Nedir bu? Bu müşidin
elidir, urvetil vuska. Mürşid, salâh kademesinde mürşid olur. İşte
bir insanın salâh kademesine ulaşması, 28&#8217;inci basamağa ulaşması bir
çok olaylardan sonra, teslimlerini tamamladıktan sonra gerçekleşen
bir olgudur ki, bir evvelki kademede kişi son teslimini yapmıştır.
Önce ruhunu, sonra fizik vücudunu, en sonra da nefsini Allah&#8217;a teslim
etmiştir. Teslimleri tamamlamıştır. Teslimleri tamamlayan kişi içinse
Allahû Tealâ; onların Allah&#8217;tan kopması mümkün değildir, diyor.
Biliyorsunuz ki, iblis Adem A.S&#8217;ın önünde secde etmedi. ve onun secde
etmemesi üzerine Allahû Tealâ onu cehennemle cezalandıracağını
söyledi. İblisin cevabı; kıyamet gününe kadar kendisinin
yaşatılmasını talep etmek oldu. Allahû Tealâ dedi ki; sen müsaade
verilmişlerdensin, ama Benim ihlâs sahibi kullarımı Benden
kopartamazsın, yoldan çıkartamazsın!
Demek ki kim ihlâsa ulaşırsa, yani teslime ulaşırsa, Allah&#8217;a üç
cesedini de teslim ederse o kişi için kesin bir hüküm var ortada. O
hüküm, o kişinin, Allah&#8217;a teslim olan kişinin, Allah&#8217;tan kopmasının
mümkün olmaması. Böylece görüyoruz ki Allahû Tealâ&#8217;nın urvetül vuska
dediği şey, Allah&#8217;tan kopması mümkün olmayan bir bütün ifade ediyor:
O, mürşidin elidir. Öyleyse, kişi bu istikamette öyle bir şeyin
sahibi oluyor ki, o irşad yoluna doğru bir meyil hissediyor. Bakara
suresinin 256&#8217;ncı âyet-i kerimesine tâbî oluyor. İrşad yoluna doğru
bir meyil...
Kimde böyle bir meyil oluşmuşsa işte o kişi üçüncü basamağa da
ulaşmıştır. Bunun üzerine Allahû Tealâ o kişinin üzerinde Rahim
esmasını tecelli ettirmeye başlıyor. Yusuf suresinin 53&#8217;üncü âyet-i
kerimesi bu Rahim esmasıyla alâkalı. Şöyle söylüyor âyet-i kerimede
Hz. Yusuf;
Yarabbi, ben nefsimi ibra edemem, beraat ettiremem çünkü nefsim bana
şerri emrediyor. Ama Rabbimin Rahim esmasıyla tecelli ettiği nefsler
hariç! Onlar müstesna!
Onlar demek ki emmareden öteye geçebilirler; emmare, levvame,
mülhime, mutmainne, radiye, mardiye, tezkiye kademelerini birer birer
aşabilirler. Rabbimin Rahim esmasıyla tecelli ettiği nefsler, diyor.
İşte burada Yüce Rabbimizin Rahim esmasıyla tecellisini görüyoruz:
Dördüncü basamak, Yusuf suresinin 53&#8217;üncü âyet-i kerimesine göre.
O&#8217;nun tecellisi başlamışsa arkadaki bütün basamaklar artık birer
birer aydınlanacaktır.
Nitekim Allahû Tealâ ilk garantisini veriyor, beşinci basamakta.
Maide suresinin 16&#8217;ncı âyet-i kerimesi.
Kim Allah&#8217;ın rızasına tâbî olursa, Allah onu teslim yollarına, teslim
sebillerine ulaştırır, diyor.
Her mürşidin bulunduğu dergahtan halifenin bulunduğu ana dergaha
sebiller vardır. Bu gözle görünmeyen yeryüzünün sathına paralel
yollar... Her sabah namazından sonra o dergahtaki bütün ruhlar o
dergahlardan halifenin bunulduğu dergaha bu sebiller üzerinden
ulaşırlar. Kimler bu ruhların sahipleri? Allah&#8217;a ulaşmak üzere
ruhları vücudundan ayrılmış olanlar. İşte o ayrılmış olan ruhlardan
her kim yer eğitimini tamamlamışsa, yükselmek için seyr-ü sülûk için
hazır hali gelmişse, seyr-ü sülûk sadece halifenin bulunduğu
dergahtan gerçekleşeceği için mutlaka o istikamette bir faaliyetin
içine gireceklerdir. Yani, bulundukları dergahlardan halifenin
bulunduğu dergaha doğru yola çıkacaklardır. İşte böylece Allahû Tealâ
onu söylüyor; Kim Allah&#8217;ın rızasına tâbî olmuşsa...
Allah&#8217;ın rızası ne? İstiyor ki bütün kulları Kendisine ulaşsın. O
zaman razı olacak kullarından... Allah&#8217;ın kulları Allah&#8217;a ulaşmak
için harekete geçip de Allah&#8217;a ulaşırlarsa Allah onlardan razı.
Öyleyse Allah&#8217;ın rızası vuslata dayalı bir olgu. İşte kim Allah&#8217;a
ulaşmak istikametinde bir talebin sahibiyse, bunu kalbine koymuşsa,
Allahû Tealâ o kişiden razı olmak üzere ilk adımı atıyor, o kişiye
bir garanti veriyor: Onu sebillerine ulaştırma garantisi. Yani
mürşidlerine ulaştırma garantisi. Etti 5 basamak.
Altıncı basamakta Allahû Tealâ&#8217;nın o kişilerin kulaklarındaki vakrayı
aldığını görüyoruz.
Yedinci basamakta da kalbindeki ekinneti alıp, yerine ihbat koyuyor.
Acaba bunlar ne demek? Bilelim ki, kulaklar eğer işitme hassasına
sahipse, duyma hassasına sahipse birisi ona birşey söylediği zaman o
kişi duyar, ama işitmez. İşitebilmesi için zihnini kulağına ulaşan
kelimelere konsantre etmesi ve mânâya ulaşması lâzım. Buna işitmek
diyoruz. İşte Allahû Tealâ işitmeyi ya engelliyor, ya da mümkün
kılıyor. İki grup âyet-i kerime buna tamamen Allah&#8217;ın müdahale
etteğini söylüyor. İşte İsra suresi 45 ve 46&#8217;ncı âyet-i kerimeler.
Allah&#8217;ın negatif müdahalesi. Yani kişiyi irşad makamının sözlerini
işitmekten men etmesi hali. Diyor ki Allahû Tealâ:
Habibim, sen Kur&#8217;ân-ı Kerim&#8217;i tilavet etiğin zaman, kıraat ettiğin
zaman, onlara okuyup anlattığın zaman yani, Biz o insanlarla senin
arana görünmez bir perde koyarız, Hicab-ı mestûre koyarız, diyor.
Sonra diyor ki,
Onların kulaklarına seni işitmelerine mani olmak için vakra isminde
bir ağırlık koyarız. Seni duyarlar ama işitemezler. Söylediklerinin
manâsına ulaşamazlar... Yetmez! Onların kalplerine ekinnet isimli bir
engel koyarız. O engel sebebiyle seni idrak edemezler. Söylediklerini
işitmedikleri gibi kendilerine sindirmeleri de, onu sahiplenmeleri de
mümkün olmaz, diyor Allahû Tealâ. İdrak etmeleri mümkün olmaz, diyor.
Öyleyse demek ki Allahû Tealâ burada işaretini verdiği gibi, yevmül
ahire inanmayanlar, yani Hud suresinin 19&#8217;uncu âyet-i kerimesinde
Allahû Tealâ yevmül ahire inanmayanları söylüyor;
Onlar diyor, kendileri Allah&#8217;ın yolunda olmadıkları gibi, başkalarını
da Allah&#8217;ın yolundan saptıranlardır.
Ekleme Tarihi: 15.04.2005 - 00:59
drtasavvuf üyenin diğer mesajları drtasavvuf`in Profili drtasavvuf Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 668 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.55781 saniyede açıldı