lopinavir ritonavir dexamethasone fluvoxamine ivermektine fluvoxamine cordarone coreg coridil corpamil corprilin corpriretic corticotherapique cosaar plus cotrim coumadin cozaar crestor crixivan cyclogyl cycrin cyklokapron cymbalta cytotec cytoxan dalacin c dalacin t dalacin v danatrol danocrine daonil deflamat deltasone demadex demolaxin dentomycine depakine chrono depakine depakote depo provera dermestril dermovate deroxat desogen desoren desyrel detrol la
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

24 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (2): (1) 2 Devam >
Ekleyen Mesaj
Konu: BAŞKA KURAN YOK...
zeyn su an offline zeyn  
BAŞKA KURAN YOK...
28 Mesaj -
BAŞKA KURAN YOK...
“Ne zaman âyetlerimiz kendilerine bütün açıklığıyla okunup ulaştırılsa, o bizim huzurumuza çıkarılacaklarına inanası gelmeyen kimseler, ‘Bize bundan başka bir Kur’ân getir, ya da bunu değiştir’ derler. De ki: Onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem olacak şey değil. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım.”
Son yıllarda dünya ve Türkiye Müslümanları, küresel emperyalizmin Yunus/15’te zikredilen türden radikal bir teklifi, daha doğrusu dayatması ile karşı karşıyalar. Zımnında tehdit de içeren bu ahlâk dışı teklif; Müslümanları, Kur’ân’ın insan ve toplum hayatını yeni baştan dizayn etmeye yönelik ana ilkelerinden vazgeçirmeye ya da bu ilkeleri ahiret korkusu olmayanların istekleri doğrultusunda değiştirip dönüştürmeye yöneliktir. Kur’ân’ın dışında başka bir Kur’ân isteyenler veya onun değiştirilmesini teklif edenler, aslında Muhammed Esed’in ifade ettiği gibi “bizim kendi görüşlerimize uyan bir öğreti getir” (Kur’ân Mesajı, 1/394) demek istemektedirler.
İnsan ve toplum hayatının her alanını tepeden tırnağa ilahî adalet çerçevesinde şekillendirmeye yönelik ilkeler vaz’eden bir Kitab ve bu kitâbın belirlediği bir hayat nizamı demek olan ‘dîn’ elbette ahiret endişesi olmayan, seküler/dünyevî bir yaşam felsefesine inananların işlerine gelmez. Hayatlarına karışmayan, siyasal ve ekonomik çıkarlarını sürdürmelerine engel teşkil etmeyen, hatta onların yaşayageldikleri süflî hayat tarzını bir biçimde onaylayan dînî anlayışlar ise egemenlerin arayıp da bulamadıkları bir şeydir.
Dikkat edilmişse; yerel ve küresel 28 Şubat sürecinde, İslâm’ı bir bütün olarak hayata hakim kılmak isteyen, Batılı değerlere ve hayat tarzına kökten itiraz eden İslâmî anlayışlar ve organizasyonlar “radikal İslâm”, “siyasal İslâm”.. diye yaftalanarak mahkum edilirken; Batılı değerleri bir biçimde içselleştirip savunur hale gelen, İslâm’ı tüm siyasî-toplumsal tezlerinden soyutlayıp bireysel ahlâka indirgeyen hareketler ise “ılımlı İslâm”, “liberal İslâm”.. denilerek el üstünde tutulmuştur. Birinci tür anlayışlar derhal Taliban, el-Kaide, İran, Suud’la ilintilendirilip terörle özdeşleştirilirken ikinci tür anlayışlar, küresel istikbârın uluslararası çıkarlarına ters düşmediği, bilakis hizmet ettiği sürece teşvik edilmiş, desteklenmiştir.
İşbu süreçte “İslâm devleti”nden, “cihâd”dan, “kıtâl”den, “şeriat”tan, “İslâm hukuku”ndan, “hudûdullah”tan, “ümmet”ten, “hilafet”ten, “cemaat”ten.. hâsılı İslâm’ın bir hayat nizamı olduğunu ifade eden özgün İslâmî kavramlardan söz etmek bile suç olarak algılanmış, Müslümanlar bu kavramları kullanmaya çekinir hale gelmişlerdir. Hatta kendilerini tanımlarken bile “İslâm” veya “Müslümanlık” yerine “Muhafazakârlık”, “Liberallik”, “Demokratlık”, “Türklük” (Kürtlük, Araplık..), “Yerlilik” vs. gibi kavramlara sığınmayı tercih etmişlerdir. Böylece kendilerini ‘şeytani güçler’ nezdinde ‘tehdit/tehlike’ olmaktan kurtarma çabasına girmişlerdir. İşte bu sapma/yamulmanın ta kendisidir; vahyin bir kısmından değil ana esaslarından vazgeçmektir.
“Onlar, Bizim adımıza, vahyettiğimizden başka bir şey ortaya atasın diye seni ayartarak, seni vahyettiğimiz gerçeklerden saptırmaya çalışmaktalar; öyle ki eğer bunu başarabilselerdi, seni hemen kendilerine dost edinirlerdi.” (17/73)
İmdi, Müslümanlar, Kur’ân’ın hayatı bütünüyle kuşatan evrensel ilkelerini eğip bükmeden savunmak, sapmadan, yamulmadan ve yamultmadan hayatlarına aktarmak durumundadırlar. Hz. Âdem’den beri inkarcıların yaptığı bu tür teklif, tepki ve tehditlerle karşı karşıya kalan tevhîd yanlılarının nasıl bir duruş belirlemeleri gerektiği yine Kur’ân’da formüle edilmiştir:
Biz kendi nefsimize uyarak vahyi değiştiremeyiz; ve biz sadece ona uyarız. (10/15)

ABDULLAH YILDIZ


Bu mesaj 1 kez ve en son zeyn tarafından 21.07.2007 - 17:22 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 21.07.2007 - 17:22
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Onursuz Dilencilik ve Onurlu Yardım Talebi Olarak “Dua”
zeyn su an offline zeyn  
Onursuz Dilencilik ve Onurlu Yardım Talebi Olarak “Dua”
28 Mesaj -
Onursuz Dilencilik ve Onurlu Yardım Talebi Olarak “Dua”
Prof.Dr.İlhami GÜLER
1- Duanın Tanımı ve Meşruiyeti
Dua, lugat anlamıyla rütbe olarak kendinden üstün olan birinden bir şey talep etmektir. Istılahî anlamda ise insanların Allah’tan bir şey talep etmeleridir. Duanın meşruiyetini, alanını ve şartlarını Kur’an ortaya koymuştur. Duanın meşruiyetini ortaya koyan ayet şöyle der: “Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarlarsa, (bilsinler ki) Ben çok yakınım, dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm. Öyleyse onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.” (2-Bakara/186) Duadan önce insanın Allah’ı sık sık hatırlaması, O’na hamd ve şükür etmesi gerekir. Çünkü başta kendi varlığı olmak üzere sahip olduğu her şey Allah’a aittir. Her şeyi Allah insana lütuf ve hibe olarak vermiştir. Allah’ı unutma istiğna, istikbar ve umursamazlıktan kaynaklanan bir küfür (nankörlük)dür. Allah’ı sık sık hatırlama (zikir) bir ibadettir. Duayı mümkin kılan zemin Allah ile insan arasında temeli insanın özgür iradesine dayanan ahlâkî ilişkidir. Dua, insanın istiğna ve istikbardan vazgeçerek dinî ve dünyevî meselelerde Allah’ı yardıma çağırmasıdır. Bu nedenle Allah inanmayan müşriklere şöyle hitap etmiştir. “Şayet duanız (Bana yönelmeniz, itaatiniz, inancınız) olmazsa size ne diye değer vereyim? Siz yalanladınız ve günahınız yakanızı bırakmayacaktır.” (25-Furkan/77) Bu bağlamda başka bir ayet de şöyle der: “Ama kim Beni hatırlamaktan yüz çevirirse bilsin ki onun dar bir hayat alanı olacaktır.” (20-Taha/124) O halde Kur’an’a baktığımızda hangi alanlarda dua mümkündür?
2- Duanın Alanları
a) İstiğfar (Affedilme Talebi): Kur’an’da geçmiş kavimlerin ve peygamberlerin Allah ile olan ilişkilerinde iktibas edilen dua örneklerinin büyük bir bölümü günahlardan pişmanlık şartı (tövbe) ile Allah’tan dünyada ve ahirette af, bağışlanma talebidir. Örneğin: “Ey Rabbimiz! Sana inanıyoruz, bizi affet, günahlarımızı bağışla, bizi ateşin azabından koru...” (3-Âl-i İmran/17) Kur’an’da buna benzer yüzlerce dua örneği vardır.
b) Hidayet Talebi: Allah’tan istenecek yardım talebi alanlarından biri de dinî anlamda doğru yola ulaşmak ve burada daim olmak için O’ndan yardım talep etmektir. “Rabbimiz bizi doğru yola ilet...” 1-Fatiha/2), “Rabbimiz, hidayete erdikten sonra kalbimizi kaydırma...” (3-Âl-i İmran/8)
c) Kötü Karakterli Varlıkların ve İnsanların Şerrinden Korunma (İstiaze): “De ki: Ey Rabbim, şeytanın vesvesesinden Sana sığınırım.” (23-Müminûn/97) “De ki: Yarattıklarının şerrinden şafağın Rabbine sığınırım.” (113-Felak/1-2)
d) Dinî-Ahlâkî Faaliyetlerde Yardım: “Ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere kaşı bize yardım et.” (2-Bakara/250), “(Lut şöyle dediglücklich Ey Rabbim bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açan bu insanlara karşı bana yardım et.” (29-Ankebut/30)
e) Genel Olarak Dünyevî ve Uhrevî Menfaat: “İnsanlardan bazıları: “Rabbimiz, bize bu dünyada da ahirette de iyilik ver, bizi ateşin azabından koru” (2-Bakara/201) derler.” Ve onlar ki “Ey Rabbimiz bize göz nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet.” diye dua ederler.” (25-Furkan/74)
Peygamberimizden de bu alanlara ilişkin çeşitli hadis mecmualarında değişik dualar nakledilmiştir. Nevevî, bunları “el-Ezkâru’n-Neveviyye” adlı kitabında toplamıştır .
3- Duanın Ahlâkî Şartı
İnsanın Allah’ı yardımına çağırabilmesi için öncelikle işin kendine düşen bölümünü gerçekleştirmesi temel ahlâkî şarttır. Kur’an şöyle der: “Gerçek şu ki, insanlar kendilerini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (13-Ra’d/11) Başka bir ayet de şöyledir: “Bir toplum kendi gidişatını değiştirmedikçe, Allah o topluma bahşettiği esenliği değiştirmez.” (8-Enfal/53) Bu ayetlere yazdığı dipnotta M. Esed şöyle diyor: “Bu ifade(ler)in olumlu ve olumsuz olmak üzere iki anlamı vardır: Yani, insanlar kendi nefislerini fesat ve yozlaşmaya terketmedikçe Allah yardım ve esirgemesinden onları yoksun kılmaz. Buna karşılık yine Allah, bilerek-isteyerek günah işleyen kimseler kendi içlerindeki eğriliği, olumsuz eğilimleri değiştirerek bunu hak etmedikçe onlara rahmet ve inayetini nasip etmez. En geniş anlamıyla bu ifade(ler) hem bireysel hem de toplumsal hayata yön ve biçim veren; taşıyıcılarının ahlâkî niteliklerine ve “iç dünyalarındaki” ruhî/manevî biçimlenmelere göre uygarlıkları yükselten ya da alçaltan ilâhî sebep-netice ilke ya da ilişkisini yani “Sünnetullahı” dile getirmektedir.” O halde dua, hangi alanda olursa olsun Allah’ın geniş merhametine ve zenginliğine güvenerek, ortaya herhangi bir irade ve eylem koymadan beleş, hibe olarak bir şey isteme değildir. Allah karşılıksız hibesini insana önceden vermiştir. İnsanın kendi varlığı ve yeryüzündeki bütün rızıklar bu karşılıksız rahmeti, hibeyi ifade eder. İmtihanla insandan istediği bir çaba, irade ve eylem ile O’ndan yardım talep etmektir. Hiçbir şey yapmadan dua ile Allah’tan bir şey istemek onursuz bir dilenciliktir. Dilencinin insanlar nezdindeki haysiyeti ne ise, dua ile Allah’tan ön çabasız yardım isteyenin Allah nezdindeki yeri aynıdır. Onurlu ve akıllı bir insan işin hangi raddesinde Allah’a başvuracağını bilir. Dua etmek için “yüzün tutması” gerekir. Yüzsüzler (onursuzlar) vara-yoğa karşı Allah’a yüzsüzlük ederler.
Bu nedenle Mutezilî âlimler dua için “istihkak”ı şart koşmuşlardır . Yardımı haketmeden yardım talebi edepsizliktir. Alexis Carrel bu konuda şöyle der: “İhtiyaç duyduğumuz bir şey için Allah’tan yardım dilememiz tümüyle geçerli bir hareket olmasına rağmen, kendi çalışmamızla elde edebileceğimiz şeyleri veya ihtiraslarımızın gerçekleşmesi için dua etmek abestir... Dua, durumunu arzetme ve isteklerini sıralamanın çok üstünde, yücelere varan bir şeydir. İnsan duayla her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’a O’nu sevdiğini, O’nun nimetlerine şükrettiğini ve O’nun iradesi doğrultusunda her zaman hareket etmeye hazır olduğunu gösterir . Bu konuda Ali Şeriatî de şöyle diyor: “Halk yığınları ümitsizleştirilmiş, aciz bırakılmış, kendilerini zayıf görmüşler, isteklerini ele geçirmek konusunda yetersiz saymışlar. Çoğunlukla duanın bu tür algılanışıyla yürüye gelmişler ve inanmışlar ki dua insanın yetersizliği ve zayıflığı karşılayışı ve sorumluluktan kaçışıdır. Oysa iş zorluk, sabır, iman, düşünce, direnme, karşı koyma ve tahammül elde edebilme ve bu özelliklere kavuşmak amacıyla duaya bir araç olarak bir aracı olarak ihtiyaç duyar... Çünkü dua salt insan zaafının giderilmesi değildir. Belki dua, insan gücünün takviyesi, olumlu işlerin sürdürülmesi ve bireyin bireysel ve toplumsal yaşamını düzenleme işidir .
Dua, Allah’a iş yaptırma değil; iş yapmak için Allah’tan güç talep etmektir. Müminlerin Allah’tan sabır (direniş gücü) talebi (2/45, 177) ve Allah’ın sabredenlerle “beraber” olması (8/46) bunu ifade eder. Allah, önşartları gerçekleştirmiş insanların dua talebini –eğer ederlerse- kabul eder ve işlerini kolaylaştırır. Dua, şuurla “edilecek” bir şeydir, çünkü aynı zamanda “ibadet”tir. O, şuursuzca ezbere “okunacak” bir şey değildir. Herhangi bir alanda üzerimize düşeni hakkıyla yerine getirdikten sonra ihlas ve samimiyetle Allah’a yönelip, O’na sığınarak yardım talep edersek, ancak böyle bir duanın kabul olma ihtimali vardır. Allah yalaka, geveze ve beleşçilerin yüzüne bakmaz. Mehmet Akif bu tip insanların dualarını şöyle tavsif ediyor:
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Hudâ vekîl-i ümûrun* değil mi? Keyfine bak!
Onun hazîne-i in’âmı** kendi veznendir!
Havâle et ne kadar masrafın olursâ...
Verir! Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr*** edecek!
Başın sıkıldı mı, kâfî senin o nazlı sesin:
“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah... Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O’na âid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın**** O; kâhyan, müdîr-i veznen O;
Alış seninse de, mes’ûl olan verişten O:
Denizde cenk olacakmış... Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş... Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O:
Tabîb-i âile*****, eczacı... Hepsi hâsılı O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete... Ha?
Maalesef dua konusu bugün İslâm dünyasında ve ülkemizde çok sayıda insan nezdinde Allah’a karşı bir saygı ve huşu olmaktan çıkıp bir “edepsizlik”e dönüşmüştür. Eğitimsiz, tembel, edilgen, güçsüz kitleler “dua” ile Allah’ı kandırma peşindedir. “Velî”ler ve onların mezarları (yatırlar) daha doğrusu “ruhları” araya “torpil” olarak konularak Allah’tan dünyevî taleplerde (iş, çocuk, koca vs.) bulunulmaktadır.
Uydurma hadislere dayanarak kimi Kur’an sûrelerine ekstra “fazilet”ler atfedilerek bunların ezberden (anlamsız) okunması, yazılması veya üzerinde taşınmasıyla dünyevî menfaatlerin elde edilebileceği veya zararların defedileceğine inanılmaktadır. Ortalıkta bir sürü özel, hazır ve de “garantili” dua dolaşmaktadır. Cevşen, Karınca duası (Bereket Duası), Kahriye, Hacet duası vs. Olay, “ibadet” olmaktan çıkıp, emeksiz “ekonomiye” dönüşmüştür. Güçsüz, iradesiz, düşüncesiz ve de ahlâksız acizlerin ekonomisi. Duanın “Arapça” olması daha makbul değildir; her toplum kendi diliyle dua yapabilir, dua sözlü olması da gerekmiyor, kalpten ihlasla geçmesi yeterli. Duanın sesli, toplu ve kafiyeli olması toplumsal tasanudu artırır, ancak kabulü “amin” diyenlerin istihkakına ve samimiyetine bağlıdır.
Kendimiz için dua edebileceğimiz gibi, başkalarına da edebiliriz. Başkalarına ettiğimiz duanın kabulü bizim ehliyetimize, onların da istihkakına bağlıdır. Temiz ağızlardan çıkan dua temizlenmek isteyenler için anlamlıdır. Aleyhte dua (beddua) yine eden ve edilen açısından istihkak şartına bağlıdır. Allah, insanların birbirlerinin intikam aracı değildir. Ancak, haklı mazlumun bedduasıyla Allah arasında perde yoktur denir: “Alma mazlumun “ah!”ını (bedduasını), çıkar aheste aheste.” Sözü bu tecrübeyi dile getirir.
Türkiye’de kimi “Mevlidhan”ların ve kimi cami imamlarının okudukları dualar, çoğunlukla edepten ve estetikten yoksun “dilencilik” örnekleridir. Bunlar Allah’a “dua” olmaktan ziyade başka “birilerine” şirinlik gösterileridir. Avaz avaz bağırmak, hiçbir emek, zahmet, çaba ve ihlas ortaya koymadan beleş-büyük şeyler istemek ayıptır. Örneğin, tabiî afetler oluşması için her şeyi ihmal ettiğimiz halde “ülkemizi âfât-ı semaviyyeden ve arziyyeden koru” diye dua etmek anlamsızdır.
Sonuç olarak, Allah hepimize izan, akıl, samimiyet ve edep versin. Tabii biz bunlara ihtiyaç duyup elde etmek için gerekli adımı atmak kaydıyla.
Ekleme Tarihi: 21.07.2007 - 17:21
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUHAMMED MUSTAFA VE KUR’AN YERİNE MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ
zeyn su an offline zeyn  
MUHAMMED MUSTAFA VE KUR’AN YERİNE MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ
28 Mesaj -
MUHAMMED MUSTAFA VE KUR’AN YERİNE MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ
- Egemenlerin “Problemsiz (Light) İslâm” Projesi-
GİRİŞ
İslâm dini tarihi süreç içerisinde Akdeniz havzasında Emevî, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük ve birçok da küçük siyasal gövdelerde ideolojik, maddî ve davranışsal olarak siyaset, hukuk, ekonomi, sanat, felsefe, bilim, ahlâk vs. alanlarda aktüelleşti. Bir medeniyet ufku olarak yaşamın bütün alanlarında diğer kültürlerden de sentezler yaparak etkili oldu. Osmanlı’nın çöküşü ile de çöktü. Osmanlı’nın çöküşünden sonra bu coğrafyada kurulan ve halkı müslüman olan ulus devletler, genellikle 16. yüzyıldan sonra Batı’da gelişen Aydınlanmacı-seküler fikirlerden (laiklik, pozitivizm, demokrasi, milliyetçilik vs.) etkilenerek kuruldu. Liberal-Kapitalizm ve Sosyalizm ise bu gelişmenin Politik-Ekonomik söylemi idi.Suudi Arabistan dışındaki Batıcı-modernist yönetimler ülkelerini totaliter-otoriter yönetimlerle Batılılaştırmaya-modernleştirmeye çalıştılar.
Milliyetçi, laik otoriter Batıcı yönetimlerin halklarının temel taleplerini karşılayamamaları ve giderek kokuşmaya başlamalarıyla İslâm, bu coğrafyada 1950’lerden itibaren giderek yükselen politik bir söylem haline geldi. İran, Pakistan, Sudan, Afganistan’da İslâmcı yönetimler kuruldu, diğer ülkelerde de güçlü İslâmcı politik hareketler gelişti. Liberal-kapitalizm ve sosyalizme benzer bir politik söylem olarak İslâmcılığın yükselmesinde Filistin sorunu ile ABD’nin ve Avrupa’nın Ortadoğu petrolleri üzerindeki emperyalist (işgal-müdahale) emelleri ve bunu gerçekleştirmek için işbirlikçi yönetimlere verdikleri destek de önemli rol oynamıştır.

1. Batının İslâmcılığı Değerlendirmesi: “Fundamentalizm”
Son otuz yılda Batıda İslâm’ın müslüman toplumlarda politik bir söylem haline gelişini teorize etmeye, tanımlamaya çalışan binlerce kitap ve araştırma yayınlandı. Oryantalizm tecrübesinde olduğu gibi, onun bir devamı olarak bu pratik olguyu tanımlamak için Avrupalı-Amerikalı entelektüeller, Avrupa merkezci bir bakış açısıyla bu “öcü”yü anlamaya çalıştılar. Sayyid’in söylediği gibi “Onların fundamentalizm tanımı, ancak kendi müdahale alanlarının -normalliğin hüküm sürdüğü- evrensel bir yer olduğu ve fundamentalizmin bu normalliği bozan pratikler olduğunun kabul edilmesiyle mümkün olmaktadır . Batılı yazarlar, “Fundamentalizm” olarak isimlendirdikleri İslâmcı politik söylemi, genel olarak İslâm ülkelerinde yükselen Feminizme karşı kadının baskı altına alınması ve kontrol edilmesi, Kur’an’a ve Ortaçağda uygulandığı şekliyle şeriata dogmatik bir dönüş ve dinle siyasetin birleştirilmesi olarak okumaktadırlar .
Fundamentalizmin Batılı yazarlar nezdindeki ‘anormal’liğini tayin eden temel bakış açısı, Peygamberler dönemi Musevîliği, Bizans ve Doğu Roma Hıristiyanlığı ve İslâm imparatorlukları dönemlerindeki din-siyaset ayırımının olmayışının insanlığın tarihinde bir ilk aşama olduğu; Aydınlanmanın son aşaması olan liberal-Kapitalizmin ise insanlığın gelişmiş ‘normal’ son aşaması olduğu önyargısıdır. Dinin siyasetten ayrıldığı bu son aşama insanlığın ‘sağduyusu’nun bir sonucu olarak görülmektedir. Fundamentalizmin öcülüğü, anormalliği, ötekiliği ve düşmanlığı ancak, aydınlanma projesi insanlığın, olayların ve tarihin bir doğal gelişmesi ve durumu olarak algılandığında işlemektedir. Burada derinde işleyen şey, Avrupa merkezciliğin temelinde yatan ve Batılıların Yunan felsefesinden beri malul oldukları ‘Varlık Felsefesi’nin bir yansıması olan “aynileştirme”nin ontolojik emperyalizmidir: Ya aynileştirme, indirgeme, el altına alma veya yok etme ve yok sayma. Bizim modernleşmemize yansımasının tipik ifadesi: “Ya benim olursun, ya da kara toprağın.”

2. İslâmcı Politik Söylemin Gerçek Anlamı
Oysa İslâmcılık, müslüman halkların bin yılı aşkın hayatlarında yaşadıkları, son yüz sene boyunca da kaybettikleri ve bastırılan öz kimliklerinin tekrar geri gelmesidir. Sayyid’in deyimiyle “bir İslâmcı, müslüman kimliğini siyasî pratiğinin merkezine koyan kişidir. Yani İslâmcılar siyasî hedeflerini düşünürken İslâmî metaforlar dilini kullanan ve siyasî geleceklerini İslâm’da gören insanlardır.” İslâmcı söylem de kendi içinde liberal-kapitalist, Milliyetçi ve Sosyalist politik söylemlerin taşıdığı kadar farklılıklar taşır. Ancak hemen şunu belirtelim ki İslâmcılık, liberal Kapitalizm veya Sosyalizm kadar zengin entelektüel-düşünsel ve pratik bir tecrübeye sahip değildir. Bir ‘telos’ olarak diğerleri kadar güçlüdür; fakat pratik olarak zayıftır; birçok zaafla maluldur. Şimdi bunlardan başlıca bir-ikisine değinelim.

3. İslâmcılığın Zaafları
İslâm’ın erken döneminde gerçekleşen “Fitne” olayında biri samimiyetten, diğeri ard niyetten gelen ve sonuç olarak da hem İslâm’ın hem de müslümanların aleyhine olan iki hadise gerçekleşti. Birincisi, Haricilerin katı, fanatik, dogmatik yorumlarını “Gerçek İslâm” olarak görerek yarattıkları terör ve kan dökmedir. İkincisi ise, Muaviye’nin “Sıffin” savaşında Kur’an yapraklarını askerlerinin süngülerinin ucuna taktırıp “Aramızda Kur’an Hakem olsun” iddiasıyla Hz.Ali taraftarlarını çözmesi ve savaşı lehine çevirmesidir. Hıristiyan Ortaçağlarında da Kilisenin “İç Savaş” ve “Din istismarı” problemiyle malul olduğu bilinmektedir. Dine dayalı politikanın bu kadîm iki sorunu bugünkü Hıristiyan fundamentalizminin ve İslâmcılığın önünde durmaktadır. Seyyid’in dediği gibi İslâmcılık, İslâmî metaforları siyasetin merkezine yerleştirmek ise, bu kadîm ve onulmaz iki sorunla nasıl başa çıkılacaktır? İslâm dünyasındaki politik İslâmî hareketlerin kendilerini nitelemede “İslâm” ismini veya “İslâmî” kavramları kullanmada bir sakınca görmüyorlar: İslâm Devrimi, Hizb-i İslâmî, Hizbullah, İslâmî Dava, Müslüman Kardeşler, İslâmî selâmet cephesi (FIS), Tekfir ve cihad, Mücahidîn-i Halk... vs. Kendini Allah’a, şeriata ve İslâm’a... dayayarak insanların samimi veya gayri samimi olarak yaratacakları despotizmi, coşkuyla insan harcamayı veya istismarı nasıl önleyecekler? Suud rejiminin din istismarı, Taliban rejiminin despotizmi, Irak’taki sünni-şiî iç savaşı günümüz için bazı örnekler olarak verilebilir. Unutulmamalı ki Batıda birer siyasî prosedür olarak laiklik ve demokrasi, büyük ölçüde bu sorunları aşmak için geliştirildi. Oysa genel olarak İslâmcılığın demokrasi ve devletin dinler ve mezhepler karşısında tarafsızlığı anlamında laikliğe bakışı olumsuzdur.
İkinci bir sorun, Şura ilkesini demokrasiye benzer bir yönetim ilkesi olarak geliştirme yerine, Muaviye’den itibaren yönetimin güce ve azınlık bir monarşiye dayanması İslâm toplumlarının en büyük siyasî zaafıydı. Bugünkü İslâmcı siyaseti uyguladığını iddia eden ülkelerin (İran, Suudi Arabistan, Pakistan, Sudan) dinsel, askerî veya kabile azınlıkları tarafından yönetilmesi tesadüf değildir.

4. Demokratik ve Ahlâkî/Aklî Bir Dil Olarak “İslâmcılık”
Aslında İslâm’ın tabii bir din olduğu, iyi niyetle birlikte akla ve sağduyuya dayandığı göz önünde tutulursa, yani ayetlerin ve hadislerin böyle bir muhtevası olduğu kabul edilirse, diğer deyimle dogmatik olmadığı bilinirse siyasal söylemin dilinin illa da ‘ayet’ ve ‘hadis’ delil getirmesi gerekmiyor. Makasidu’ş-Şeria’yı (malın, canın, ırzın, aklın, dinin korunması) İslâmî metaforlara başvurmadan da aklî/ahlâkî ve eleştirel olarak söyleme dökmek mümkündür.
İslâmcılığın Türkiye örneği demokratik süreci şuranın pratiği olarak görüp, politik dili de dinsel metaforlara başvurmadan (çünkü bunun doğurabileceği iç savaş, totalitarizm ve din istismarıdır) rasyonel, ahlâkî ve eleştirel olarak mümkün olabileceğini göstermektedir. Böyle bir dil ile İslâm’ın evrensel siyasî hedefleri gerçekleştirilebilir. İslâmcılık, ilhamını Kur’an’dan ve peygamberden alır. Dilini ise kendi aklı ile ve eleştirel olarak kurabilir. Bu hedefler liberalizmin kendi çıkarı (zevki) için özgürlük ve bireyselciliğine karşı ötekinden sorumlu olma; sömürü, zorbalık ve gaspa karşı adalet;sahtekârlığa karşı dürüstlük; dalavereye, Makyavelizme ve kandırmaya karşı hakkaniyet; düşmanlığa ve savaşa karşı barış; kibir, istiğna ve ırkçılığa karşı eşitlik, alçakgönüllülük ve kendini sınırlandırma; nihilizme karşı hayatın nihaî anlamı; sınırsız üretim ve sınırsız tüketime (israf) karşı sürdürülebilir iktisat; serbest ve sınırsız cinsel hayata karşı aile ve çocuk; milliyetçiliğe karşı yurtseverlik... vs.dir. Bunlar “soyut” iddialar denecekse, “Hayır” diyeceğim. Bunlar somut şeylerdir. Büyük siyaset anlamında Liberal-Kapitalizm bunlardan birincileri bugün dünyada geçerli ‘normal’ politik gerçekler haline getirmiştir. İslâmcı bir siyaset, bunlara itiraz etmek ve bunları ikincilerle toplumsal hayatta yer değiştirmektir. Tanrı’nın öldürülmesi veya umursanmaması, unutulması ve inkâr edilmesine, dolayısıyla kutsal/manevî olan her şeyin buharlaşmasına dayanan seküler-liberal Kapitalizmin alternatifi olarak; Adil ve fail bir Allah ve büyük bir “Hesap Günü” (Ahiret) öncüllerine dayanan bir Kültürel, Sosyal-Politik söylem. Bu öncüller, bu söylemde hayatın kaynağı olarak oksijen gibidir; görünmez, fakat her şeyi etkiler. İslâm ise hayatın tuzudur. Allah’ın Kur’an’da, Peygamber’in de hayatında gerçekleştirmek istediği hedeflerdir bunlar. Bu hedefler liberal-Kapitalizmin dünyada kurduğu sömürü düzenine çomak soktuğu için İslâmcılık bugün Avrupa merkezci düşünce tarafından ‘anormal’ ve ‘öcü’ olarak gösterilmektedir.

5. Kılıç Kuşanan Peygamber ve Kur’an Yerine Postta Oturan Mevlânâ ve Mesnevî
Dünya düzeninin bekçileri ve gardiyanları İslâm dünyasında giriştikleri bir dizi sömürü, işgal ve zorbalığa karşı bu dünyanın çocuklarının İslâm’dan aldıkları izzet, onur ve kimlikle onlara karşı başkaldırmalarını ve direnişlerini “terör” yaftasıyla özdeşleştirerek gözden düşürmek istemekte, İslâmcılığa karşı da Mistisizmi-Tasavvufu “Gerçek İslam” diye pazarlamaya çalışmaktadır. Oysa bilindiği gibi Tasavvuf, apolitik bir pozisyon olarak İslâm toplumlarının bütün önemli yaşam alanları olan siyaset, hukuk, ekonomi vs. temel İslâm bilimleri olan Fıkıh, Kelâm, Tefsir, Hadis vs. tarafından kurulduktan sonra dinsel bir ‘lüks’ veya bir ‘içerleme’, bir ‘uçuklama’ olarak gelişmiştir. Kur’an’da ‘Allah’ın yolu’ (sebilullah) veya şeriat/minhac (yol) kavramları yeryüzünde, insanlar arasında Allah’ın yukarıda saydığımız hedeflerinin gerçekleşmesidir. Yoksa bu yol tasavvufun iddia ettiği gibi Allah’ın zatına giden dikey bir yol değildir. Kur’an’da Allah bizden böylesine egoistçe bir şehveti (onlar aşk, vuslat, kurb, fena, vahdet, şeb-i arûs vs. diyor) istemedi. Allah, müminlerden gerektiğinde Peygamber gibi silah kuşanıp yurtlarını, onurlarını korumak için savaşmayı, zulme, haksızlığa karşı adaleti kâim kılmak için cehd göstermelerini (cihad) istedi. Eğer insanı tanıyorsak ve de gerçekçi isek, bütün ‘barış’ dönemlerinin bir ‘savaş’tan sonra olduğunu biliriz. Belki de Heraklitos haklıdır. Kötü şeylerin olduğu kadar “Savaş bütün iyi şeylerin babasıdır.” Merak ediyorum, Hz.Muhammed savaşmasaydı bugün ‘İslâm’ diye bir dünya dini olur muydu? Allah Kur’an’da müminlerin akıllarını sonuna kadar kullanmayı istedi, mistikler gibi sarhoşluğu (onlar sekr, cezbe, istiğrak, şatahat diyorlar) istemedi. Bugün hayatın bütün alanlarına egemen olanlar, egemenlikleri altında tuttukları insanlardan, halklardan “hoşgörülü” olmalarını, bu hegemonyaya ses çıkarmamalarını, onaylamalarını istiyorlar. Bunun için de ‘Aşk’ dininin üstadı “Mevlânâ”yı bize örnek müslüman olarak gösteriyorlar. Hz. Muhammed’i terörist olarak karikatürünü çizenler, bizden Mevlânâ gibi olmamızı istiyorlar. 2007 yılını ‘Mevlânâ yılı’ ilan ediyorlar. Beyazsaray ve Brüksel, Mesnevî’yi dış politikalarının ilham kaynağı mı yapacaklar! Kur’an terör-savaş içeriyor, basımı, yayımı yasaklanmalı diyenler, bize “Mesnevî” okumamızı tavsiye ediyorlar. Osmanlı, yükseliş döneminde Mesneviyi pilav yedikten sonra ‘tatlı’ yerine okuyordu. Yaşam ustası bediuzzaman Nietzsche, bize tavsiye edilen bu çöküş dönemi dinsel yaşamı şöyle tasvir ediyor: “Kişi kendi varoluşunu yalnızca hoşgörüye, insancıllığa borçlu değildir ki... Öfkeyi, öcü, kıskançlığı, alayı, kurnazlığı, şiddeti tanımayan bir Tanrı neye yarar ki? Daha zafer kazanmanın ve yıkımın gerektirdiği çabalamanın baştan çıkarıcı zorluğunu bile tanımayan bir tanrı? Kişi böyle bir tanrıyı anlamazdı bile: Ona niye sahip olsundu ki? –Ama tabii bir halk batmaktayken, geleceğe olan inancının, özgürlük umudunun hepten yitmekte olduğunu duyarken; boyun eğmek, en yararlı şey olarak, boyun eğmişin erdemleri, ayakta durmasının koşulları olarak bilincine yerleşmekteyken o zaman tanrısının değişmesi de zorunludur. Şimdi bir ödlek haline gelir o da, ürkek, alçakgönüllü olur, “ruh barışı” salık verir, nefretten uzaklaşma, hoşgörü, dostu da düşmanı da “sevme” çağrısında bulunur. Sürekli ahlâksallık dağıtmaya başlar, her özel erdemin inine girer sürüne sürüne, herkesin tanrısı haline gelir, kişiye özel hale gelir, kozmopolit olur.” Tam da Mevlânâ’nın tanrısı: “Gel, gel, yine gel, ne olursan ol yine gel, tevbeni yüzbin kere bozmuş olsan da gel; bizim dergahımız herkese açıktır. “ Bu arada Mevlânâ’nın Nietzsche’nin bahsettiği gibi İslâm tarihinde politik bir çöküşün, bir krizin hüküm sürdüğü bir dönemde yaşadığını unutmayalım.
Eğer bu “dinsiz”in tahlillerine güvenmiyorsanız, size sorumlu bir müslüman âlimin bu mistik “dinselliğin” Kur’an’ın önerdiği ahlâkî sorumluluk karşısındaki tarihsel yerini genel olarak ortaya koyan bir tasvir sunalım: “Durum odur ki, başından beri bu “ahlâkî” Sufizm, ana vechelerinden bazılarında Kur’anî öğretiyi saptırmayı başarmıştır. Aslında onu (sufizmi) “ahlâkî” diye nitelemek bile o terimi suistimal etmek demektir. Zira ahlâkîlik, insanlararası ilişkileri idame etmek; Kur’anî ahlâkîlik ise bunu Allah’ın hazır ve nazır oluşu şeklindeki güçlü bir duyguyla yapmaktadır. Fakat zühd kaynaklı kendini-inkâr ve pişmanlık şeklindeki sufî öğreti, Kur’an’ın bu müspet ahlâkını kişinin kendine karşı bir mücadeleye dönüştürür. İnsanlardan kendi kendilerine karşı mücadele etmelerini ister. Kur’anî ahlâkın özü olan insanlararası ilişki boyutu neredeyse ortadan kaldırılır.” Rahman, Mevlânâ’nın da bağlı bulunduğu ve kurucusunun İbn Arabî olduğu “Vahdet-i Vücûd” anlayışının yine Kur’an ahlâkıyla olan ilişkisini tasvir ederken de şöyle diyor: “Hiç şüphe yok ki İbn Arabî’nin “Vahdet-i Vücûd” doktrinini yaymadaki niyeti İslâm’a radikal bir hümanizm takdim etmekti; ki bu hümanizmde Allah ve insanlık özdeş ve son derece birbirine bağımlı görünmektedir. Son dönem ilim adamları tarafından bu teosof’u “panteizm” suçlamalarından aklamak için ne kadar çok entelektüel hüner ve beceri ortaya konursa konsun, bu öğretinin maksadının fiilî etkisinin, özellikle avam (halk) düzeyinde Yaratıcı ile yaratılan arasındaki bir bütün ayırımı ortadan kaldırmak olduğu inkâr edilemez.” “Tanrı kuldur ve kul Tanrıdır” mesajın özü olarak kalmaktadır. Bütün diyalektik çabalara ve paradoksal ifadelere rağmen... Böylece “Vahdet-i Vücûd” bu dünyada sadece tam bir ahlâkî nihilizm ilan etti. Estetik alanda ilâhî cemâl aşkı, ergen gençlere yönelik aşkın birçok sufî tarafından açıkça savunulduğu bir noktaya kadar yozlaştı. Bu ahlâkî bozulmuşluk atmosferinde, bir hadis tedavüle çıktı ki, bu hadise göre güya Peygamber bizzat Allah’ın ergen gençlerde (emârid) ikâmet ettiğini söyledi; görünüşe göre bu o çevrelerde o kadar çok kabul gören bir hadistir ki, Sirhindî onu ciddiye almak ve yorumlamak zorunda kaldı.” Vahdet-i Vücûd öğretisinin doğal uzantısı ahlâkî rölativizmdi. Böylece ulemânın Kur’an’a dayanarak oluşturdukları kesin normlara (helal-haram, günah-sevap, husn-kubuh vs.) karşı bir kuralsızlık ve hatta kural karşıtlığı (ibâhiyye) ortaya çıktı. İbn Teymiye bu dindarlık örtüsü altındaki çöküşü şöyle niteliyordu: “Bir sufî iddia ettiği gibi “kendisini münhasıran Allah’a vakfetmek” amacıyla zihnini bütün müspet muhtevasından (olgular, dil, mantık...) soyutladığı zaman şeytan onun boş zihnini mesken tutar ve orada serbestçe işini görür.” Özetle Tasavvuf tarafından geliştirilen ve zühd, hüzün, fakr, sabır, uzlet gibi negatif kavramlarla ifade edilen ahlâk teorisi, Kur’an’ın pozitif ve dinamik “salih amel” kavramıyla çelişiktir.

6. Sonuç: Küresel, seküler, liberal Kapitalizm yeryüzünde yarattığı ‘düzen’i insanlığa tarihin sonu, tarihin doğal gelişiminin vardığı ‘ileri’ ve ‘normal’ bir seviye olarak lanse etmeye çalışmaktadır. Buna çeşitli düzeylerde karşı çıkan ‘post-modernizm’ virüsünü ehlileştirmiş ve bünyesine eklemlemiş durumda. Oysa “Fundamentalizm” öcüsü bu kibre, istiğnaya meydan okumaktadır. Bunun üstesinden gelmek için de, dinlerin kurucu tecrübesine, kurucularına ve kitaplarına giderek köklü bir itiraz yaratan dinsel hareketler yerine (örneğin Kur’an, Muhammed, İslâmcılık) onların apolitik versiyonları olan mistik hareketleri önermektedir. Musa, İsa, Muhammed (Tevrat, İncil, Kur’an) yerine Buda, Mevlânâ, Dalay Lama ve Papa’yı önermektedir. Militanlık yerine mürid olmayı önermektedir. Sömürüyü ve baskıyı en büyük sosyal günah, siyasal günah olarak gören “Kurtuluş Teolojileri” yerine Yoga, Namaz, Zikir ve Pazar Ayinlerini tavsiye etmektedirler. Özgürlük, adalet, başkaldırı ve dayanışma dini yerine boyun eğme, koşulsuz hoşgörü-sevgi ve aşk dinini tavsiye ediyorlar. Allah’ın dinine karşı, insanların uydurduğu ve kendi işlerine gelen dini tavsiye etmekteler
Ekleme Tarihi: 21.07.2007 - 17:21
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ????Müslümanilliyetcisi degil Türk Milliyetcisi
zeyn su an offline zeyn  
selam olsun Ümmet bilincine varanlara...
28 Mesaj -
RAsullullah'a atfedilen bir hadiste,
"IRKÇILIK YAPAN ,BİZDEN DEĞİLDİR" diye buyuruyor...
Ekleme Tarihi: 19.05.2004 - 12:58
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ÖZEL MESAJLAR iLE iLGiLi AÇIKLAMA
zeyn su an offline zeyn  
s.a
28 Mesaj -
amenna...kararınada saygı duymak zorundayım ki aksini söylesem yinede bişey değişmeyecek.aileden bahsediyoruz fakat,diğer bireylere pek laf düşmüyor.
asıl konu,daha doğrusu onca laf içinde şu casusluk kafama takıldı.Allah için o kelimeyle neyi belirttiğinizi bilme gibi bir hakkım olduğunu düşünüyorum.
hakkım olup olmadığını söylemenizde yeterli yani...
Ekleme Tarihi: 15.05.2004 - 18:28
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ÖZEL MESAJLAR iLE iLGiLi AÇIKLAMA
zeyn su an offline zeyn  
s.a
28 Mesaj -
birde mail adresi üyeler arasında görmeye yetkili olan yok...görmeye yetkili olan sadece site yönetimimi?
Ekleme Tarihi: 15.05.2004 - 18:08
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ÖZEL MESAJLAR iLE iLGiLi AÇIKLAMA
zeyn su an offline zeyn  
yazıyı iyi okuyun
28 Mesaj -
dedim ya çokmu düşündünüz diye...
bu demek oluyorki düşünülmeden yazılan bir yazı.yazıyı bir daha okursanız casusluk kelimesinin geçip geçmediği anlaşılacaktır.diğer üyelerde lütfen varmı yokmu diye sizde bakın...
hani benmi okuma bilmiyorum diye kararsız kaldım...
Ekleme Tarihi: 15.05.2004 - 17:50
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ÖZEL MESAJLAR iLE iLGiLi AÇIKLAMA
zeyn su an offline zeyn  
s.a
28 Mesaj -
afedersiniz ama bu açıklamayı yazarken çok mu düşündünüz...
yok casuslukmuş,yok rahatsızlıkmış,inanın gülme krizi geçiriyorum...ya bu sitenin neyi varda,nesini casusluk yapacaklar.bu casusluk kısmını açıklarsanız sevinirim...ne tür bi casuslukmuş. farzedin casusluk var,bunu böylemi engelleyeceksiniz...bir konu daha var profilde mail adresiniz diğer üyeler tarafından görünsün mü diye iki şık var "EVET" diyorum fakat yine gösterilmiyor,madem gösterilmeyecek o iki şıkkın ne anlamı kaldı,kaldırın gitsin...madem rahatsız olduğunu belirten kardeşlerimiz var kendileri özel mesaj bölümünü kapatır sorunda halledilmiş olur...
Ekleme Tarihi: 15.05.2004 - 13:55
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon MAZERETİMİZ YOK!!!
zeyn su an offline zeyn  
Themenicon    MAZERETİMİZ YOK!!!
28 Mesaj -
" (Onu size indirdik kisevinçli "Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa (yahudi ve hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okumasından habersizdik (o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk)" demeyesiniz. "

"Yahut: "Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk", demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız. "

6/Enam-156,157
Ekleme Tarihi: 17.04.2004 - 13:19
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: maide 104.ayet
zeyn su an offline zeyn  
maide 104.ayet
28 Mesaj -
Bunlara: "Gelin Allah'ın indirdiği hükümlere ve peygambere." denildiği zaman: "atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!" derler. Ya ataları birşey bilmeyen ve doğru yolda bulunmayan kimseler idiyseler de mi?
Ekleme Tarihi: 17.04.2004 - 12:16
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: gunahım cok diyeler.MUJDE
zeyn su an offline zeyn  
gunahım cok diyeler.MUJDE
28 Mesaj -
"Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. "

25/furkan-70.ayet
Ekleme Tarihi: 17.04.2004 - 12:05
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: 76/ insan-3.ayet
zeyn su an offline zeyn  
76/ insan-3.ayet
28 Mesaj -
"Kuşkusuz biz ona(insana) yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör. "
Ekleme Tarihi: 17.04.2004 - 12:01
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: al-i imran 178.ayet
zeyn su an offline zeyn  
al-i imran 178.ayet
28 Mesaj -
" Kâfirler, kendilerine mühlet vermemizin, şahısları için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara bu mühleti, ancak günahlarını artırsınlar diye veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. "
Ekleme Tarihi: 17.04.2004 - 11:53
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Al-i IMRAN 134
zeyn su an offline zeyn  
2/bakara 123.ayet
28 Mesaj -
"Ve öyle bir günden korkun ki, kimse başka birinin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ona şefaat fayda vermez ve hiç bir taraftan yardım da görmezler. "
Ekleme Tarihi: 13.04.2004 - 17:18
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: RASULUN RABBINE ŞİKAYETI...
zeyn su an offline zeyn  
RASULUN RABBINE ŞİKAYETI...
28 Mesaj -
Peygamber dedi ki: "Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı terkedilmiş bıraktı"

(25)FURKAN 30.AYET
Ekleme Tarihi: 26.03.2004 - 08:35
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: KİBİRLENENLER (!)
zeyn su an offline zeyn  
KİBİRLENENLER (!)
28 Mesaj -
"YER YÜZÜNDE BÖBÜRLENEREK YÜRÜME,SEN NE YERİ YARABİLİRSİN NE DE BOYCA DAĞLARA ULAŞABİLİRSİN"

İSRA 37.AYET


Bu mesaj 2 kez ve en son zeyn tarafından 25.03.2004 - 18:25 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 25.03.2004 - 18:23
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Taha Suresi 135. Ayet
zeyn su an offline zeyn  
Taha Suresi 135. Ayet
28 Mesaj -
De ki : "Hepimiz beklemekteyiz, siz de bekleyin bakalım; çünkü yakında, doğru yol sahiplerinin ve doğru gidenlerin kimler olduğunu bileceksiniz!
Ekleme Tarihi: 25.03.2004 - 18:14
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: CİHADIN FARZİYETİ
zeyn su an offline zeyn  
TEVBE 24
28 Mesaj -
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA
"Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez. "
Ekleme Tarihi: 15.03.2004 - 08:26
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: (40)MUMİN suresi 59.ayet
zeyn su an offline zeyn  
(40)MUMİN suresi 59.ayet
28 Mesaj -
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA

Şüphesiz kıyamet-saati, yaklaşarak gelmektedir; bunda hiçbir kuşku yok. Ancak insanların çoğu iman etmiyorlar.


Bu mesaj 1 kez ve en son zeyn tarafından 13.03.2004 - 17:09 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 13.03.2004 - 17:09
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: (59)HASR 21.AYET
zeyn su an offline zeyn  
(59)HASR 21.AYET
28 Mesaj -
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA

Şayet Biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.
Ekleme Tarihi: 13.03.2004 - 16:59
zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (2): (1) 2 Devam >
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 756 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
meleknur58 (71), fatih4194 (45), F.U (43), güngör (51), mematii (41), ravza81 (43), turgay gnl (63), mgs 41 (55), ilknurakan07 (44), islamicboy (40), eminefendi (51), mirac6363 (45), adempece (52), AKKUS61 (50), binerve (41), ahirzaman (57), akay-350 (46), nuraymelek95 (29), AydinG (39), batuhan_ (47), markad (50), simales (39), bülent21 (43), mucahide33 (39), polat0000 (59), gülkokuþl.. (41), minik (43), Baykara (38), mecide_sümeyye (35), mustafakumbar (53), gringo (51), vefalidost (50), saidmirza (55), yaramaz (41), vuslateli (37), pascal (37)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.61533 saniyede açıldı