ivermektin generique stromectol ivermectin lopinavir ritonavir lopinavir ritonavir luvox lyrica marvelon maxalt medrol active mefe basan mefenacide mefenamin meladinine mellaril mellerettes melleril mentax mestinon metaglip metfin metoject metrizol micardis hct micardis micardisplus microgynon micronase micronovum microzide minac 50 minipress minocin miranova mobic mobicox moduretic motilium motrin munobal myambutol myconormin myfortic mysoline naltrexin naprolag
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

6 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: İngilizce Dersleri !
Serdar102 su an offline Serdar102  
6 Mesaj
THE SQUAD GIRAFFE
A very big place was reserved for giraffes in the zoo which was in Gülhane Park. There lived a mother and a father giraffe with their two children. They were walking with a swaying movement all day long and the visitors were watching them. The mother and the father giraffes had been living in that place for a very long time so that they got used to living there and they didn’t complain about it, but their children were bored and they always asked their father: ‘ How long are we going to live here? When are you going to take us to the places that you have told us in the fairy tales?’.

One day one of his children asked him, ‘Daddy, how did we come here? Who took us here?’. Then the father giraffe decided to tell his children the story of their grandfather who lived very far away from there so that they could be able to understand how they ended up in that place. And he started: ‘All the giraffes are very tall and have long necks but your grandfather was very short when he was born. As the years passed away he become older but he could not get taller and as he got older the desire to be a star in a circus grew more and more in his heart. He did not want to live in that place, and being an ordinary giraffe was not proper for him. So he started to organize shows in the wood where he lived to achieve his goal. All the animals living in that wood were interested in his shows and watched his imitations of different animals happily.

One day hunters came to that wood. They were there to catch some animals and take them to a zoo. While they were watching around with their binoculars on a hill, they saw the squad giraffe making his show. When they saw his admirable acting and excellent show they thought that he was a marvellous juggler so they decided to catch him. After the show they started to follow him secretly. The squad giraffe was not surprised because he knew that to be successful there were some difficulties that he had to struggle with. He thought in details about what he should do to dispose of those hunters in and made a very brilliant plan.
He knew that if he did something without planning it he would have some difficulties and would be caught by the hunters easily. It was impossible to understand what the hunters’ intention was and how they were planning to catch him.

The next day the hunters pinched him near a reed bed. While the hunters were moving ahead they were so happy because they were sure of catching him as there was nowhere for him to run away. When they found out that he disappeared, they could not believe their eyes. They realized that the footprints of the squad giraffe disappeared near the reed bed. In fact this was a part of the giraffe’s plan. He escaped from there by getting on a trunk of a tree which he had hidden there the day before. The following day he could hear the hunters saying that if he was caught, he was going to be taken to a zoo. After hearing this conversation he became so happy that he appeared jigging up and down on his four feet. Then he howled like a wolf and roared like a lion. The hunters were shocked when they saw him doing such things and behaving like a fool. After that the squad giraffe started doing all the tricks that he knew one after another and finished his show. The hunters liked his show very much so that they applauded him.

When he was taken to the zoo, he started living here where we live now. But he continued making his shows in his new home. In the meantime my mother and he fell in love. After a time I was born. When I was a little giraffe I remember that a lot of people were coming here to see him and to watch his shows. He was making his shows all day long without getting tired. By the way an international circus used to come here on certain dates of each year. Once while the circus was being established here the owner of it started walking around the zoo. When he saw the crowd he what was happening there so he smuggled into the crowd. After watching the squad giraffe making his show he understood that he was very talented and could become a world-famous star so he gave him lots of money to transfer him to his circus. The squad giraffe put this opportunity into good use and after a few rehearsals he appeared on the stage. He was so successful that the number of people who came to the circus increased suddenly. The circus used to stay for ten days wherever it was established and there used to be only one show during the day. After the small giraffe started working there this changed and four or five shows a day were being made and that year the circus stayed in the zoo for a month.

The next year when the circus came here my father visited us. He was here to see my mother and me and his friends. We were very happy. We were together for about two hours. He told us that he had been to a lot of countries making shows and attracted attention of everybody. He wanted to become a star in a circus and he did his best for this and finally he achieved his goal. He was so happy. Did you understand how we came here to this place?’

‘Yes, daddy we did. We got it very well’, the children replied all together and they looked at each other smiling. There is an undeniable truth that there is nothing which can not be done if you want to do it so much. Nothing or nobody can stop you. You might have some dreams of your own or you would like to be as successful as somebody you admire there is nothing to stop you so you should go for it. The little giraffes followed their grandfather’s footsteps and became very successful circus stars. If you look at the sky very carefully at night you can see them blinking you.

Written by: Serdar Yıldırım

---------------------------------------------------------------------

BÜCÜR ZÜRAFA
İstanbul Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesinde zürafalar için oldukça geniş bir yer ayrılmıştı. Burada anne ve baba zürafa ile iki yavru zürafa kalıyordu. Onlar gün boyu salına salına geziyorlar, ziyaretçiler de onları seyrediyordu. Anne ve baba zürafa yıllardır burada bulundukları için durumu kabullenmişler, bu hayata alışmışlardı. Fakat yavru zürafaların canı çok sıkılıyordu. Devamlı olarak babalarına “ Babacığım, bizler burada daha ne kadar zaman kalacağız? Bizleri masallarda anlattığın o güzel yerlere ne zaman götüreceksin? “ diye sitem ediyorlardı.

Bir gün yavru zürafalardan biri baba zürafaya şöyle bir soru sordu: “ Babacığım, bizler buralara nasıl geldik, kimler getirdiler?“ Bunun üzerine baba zürafa: “ Bundan yıllar önce, buralardan çok uzaklarda yaşamış dedeniz bücür zürafayı anlatacağım sizlere “ dedi. “ O zaman anlayacaksınız buralara nasıl geldiğimizi. Zürafalar hep uzun boylu, boyunlu olurlar, fakat dedeniz doğduğunda da küçükmüş. Yıllar geçmiş, yaşı büyümüş, boyu büyümemiş. Yaşının büyümesiyle birlikte onun kalbindeki özlem daha da büyümüş. Çünkü o, bir sirk yıldızı olmak istiyormuş. Yaşadığı çevrede tıkılıp kalmak, dar bir kısır döngü içinde ömür törpülemek ona göre değilmiş. Bücür zürafa bu büyük hedefine ulaşabilmek için yaşadığı ormanda gösteriler düzenlemeye başlamış. Orman hayvanları bücür zürafanın gösterilerini ilgiyle karşılamışlar, onun yaptığı hayvan taklitlerini zevkle seyretmişler.

Günlerden bir gün ormana avcılar gelmiş. Bu avcılar yakaladıkları hayvanları hayvanat bahçesine götüreceklermiş. Bir tepenin üzerine çıkıp dürbünle çevreyi gözleyen avcılar karşıdaki düzlükte bücür zürafayı gösteri yaparken görmüşler. Bücür zürafanın hayranlık uyandıran hareketlerini, enfes dönüşlerini seyreden avcılar, onun tam bir hokkabaz olduğunda karar kılmışlar. Gösteri bittikten sonra bücür zürafayı yakalamak için iz sürmeye başlamışlar. Bücür zürafa hemen anlamış takip altında olduğunu. Bu durum onu hiç şaşırtmamış. Çünkü zirveye giden yolda önüne bir takım yol ayırımlarının çıkacağını biliyormuş. Olanı biteni en ince ayrıntılarına kadar düşünüp planını yapmış. Eğer plansız, programsız hareket ederse istenmeyen, üzücü olaylar ortaya çıkabilirmiş. Avcıların niyetini kesin olarak bilmek olanaksızmış.

Sonunda avcılar bücür zürafayı bir bataklığın yakınlarında kıstırmışlar. Sazlıkta yarım daire şeklinde ilerleyen avcılar, bücür zürafayı yakalamayı umdukları yerde yeller estiğini görmüşler. Bücür zürafanın ayak izleri bataklığın kenarında yok oluyormuş. Aslında bu durum planın bir bölümünü oluşturuyormuş. Bücür zürafa avcıların takibinden kurtulmak için daha önceden oraya sakladığı bir ağaç kütüğüne binerek uzaklaşmış. Ertesi gün avcıların konuşmalarını saklandığı yerden dinleyen bücür zürafa yakalandığı takdirde hayvanat bahçesine götürüleceğini öğrenmiş. Dört ayağı üstünde hoplaya hoplaya ortaya çıkmış ve avcıların hayret dolu bakışları altında iki perende atmış, daha sonra kurt gibi uluyup aslan gibi kükremiş. Bildiği bütün numaraları birbiri peşi sıra sergilemiş ve alkışlar arasında gösterisini tamamlamış.

Bücür zürafa hayvanat bahçesine getirilince bu bölüme konmuş. Fakat o burada da boş durmamış, gösterilerine devam etmiş. Bu arada annemle birbirlerine gönül vermişler. Aradan zaman geçmiş, ben doğmuşum. Küçüklüğümü hatırlıyorum da şu demir parmaklıkların arkası bücür zürafayı görmeye gelen insanlarla dolardı. O da gün boyu bıkmadan, usanmadan gösterilerini sürdürürdü. Yavrularım, bu hayvanat bahçesine yılın belli tarihlerinde uluslar arası bir sirk gelir. Sirk kurulurken sirkin sahibi parkta gezmeye çıkmış. Buradaki kalabalığı görünce ne olduğunu merak edip sokulmuş. Bir süre bücür zürafayı seyrettikten sonra onun dünya çapında bir yetenek olduğuna karar vermiş ve yüksek bir ücret karşılığında sirke transfer etmiş. O, ele geçirdiği bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmesini bildi. Bir iki provadan sonra sahneye çıktı. Görülmemiş bir başarı sapladı. Gittiği her yerde on gün kalan ve geceleri bir gösteri sunan sirk, bücür zürafayı kadrosuna almasıyla birlikte seyirci patlamasına uğradı ve günde dört-beş gösteri sunar hale geldi. Sirkin o yıl bir ay kaldığını unutmadan söyleyeyim.

Ertesi yıl sirk geldiğinde babam bücür zürafa buraya uğradı. Beni, annemi ve arkadaşlarını görmeye gelmişti. Çok sevindik. Yanımızda iki saat kadar kaldı. Pek çok ülkede gösteriler sunduklarını, gittikleri her yerde yoğun bir ilgiyle karşılaştıklarını anlattı. Sirk yıldızı olmak istemiş, bunun için yıllarını vermiş, sonsuz gayret göstermiş ve sonunda başarmıştı. Mutluydu. Şimdi anladınız mı yavrularım, buralara nasıl geldiğimizi, kimlerin getirdiğini? “

Yavru zürafalar sanki ağız birliği etmişlerdi aynı sözü söylemek için: “ Evet anladık babacığım, hem de çok iyi anladık “ dediler ve birbirlerine bakarak kıkır kıkır güldüler. Ortada reddedilmez bir gerçek vardı. Azmin başaramayacağı hiçbir şey olamazdı. Yeter ki gerçekten istenmeliydi. Tutar koparırdın. İdeal kiminin düşüncesinde bir tutku olarak kendiliğinden ortaya çıkardı. Kimi de başarılı birini örnek alarak onun izinden giderdi. İşte yavru zürafalar bücür zürafanın açtığı yoldan yürüdüler, onun izinden gittiler. Akşamları gökyüzüne dikkatle bakarsanız yıllar sonra birer yıldız olacak iki yavru zürafanın göz kırptıklarını görürsünüz.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
Ekleme Tarihi: 21.06.2023 - 13:47
Serdar102 üyenin diğer mesajları Serdar102`in Profili Serdar102 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Horozun Fendi Tilkiyi Yendi - Serdar Yıldırım
Serdar102 su an offline Serdar102  
Horozun Fendi Tilkiyi Yendi - Serdar Yıldırım
6 Mesaj
HOROZUN FENDİ TİLKİYİ YENDİ
Tilki, birkaç gündür çiftliğin etrafında fırıldak gibi dönüyordu. Bakışlarındaki bütün dikkat çiftlik evinin yan tarafındaki tavuk kümesinde toplanmıştı. “ Ah “ diyordu, “ Ah, şu semiz tavuklardan birisini, ikisini yakalasaydım da çıtır çıtır yiyiverseydim, ne olurdu sanki? Karnım doyardı, sonra da güzel bir uyku çeker yarına kadar yiyecek derdim olmazdı ” diye düşünürken çiftlik sahibinin kümesin önündeki kuyudan su çekmeye gittiğini gördü. Kaşlarını çattı. Yüksek sesle: “ Fakat bunlar rahat bırakmazlar ki, adam, karısı, oğlu, kızı sabah gün doğarken kalkarlar, bütün gün çiftliğin avlusunda oraya buraya koşuştururlar. Ne zamana kadar? Ta akşam oluncaya kadar. Peki akşam olunca bunlar yatar uyurlar da meydan bana mı kalır? Yooo… Gecelerin hakimi Popsi’dir. Benim gibi üç tanesini bir araya getirsen ancak bir Popsi eder. İriyarı, kalıplı bir köpektir kendisi. Geceleri ayrılmaz kümesin önünden. Bazı geceler yere yatar, uyur gibi yapar. Bilirim ben onun iki gözü açık uyuyanlardan olduğunu. Geceleri değil kümese girmek, çiftliğin avlusuna adım atmayı kendime teklif bile edemedim “ diyerek sitem etti.

Ertesi gün tilki sevinçten neredeyse kanatlanıp uçacaktı. Çiftlik sahipleri öğle vaktine doğru temiz elbiselerini giymişler, arabalarına binip şehre misafirliğe gitmişlerdi. Belli ki birkaç günden önce dönmeyeceklerdi. İkindi zamanı olmuştu. Popsi sıcak havanın etkisiyle gevşemeye başladı. Zaten bütün gece uyumamıştı. Göz kapakları ağırlaşmıştı. Gezerken dalıyordu. Birkaç kere neredeyse yere düşecekti. Sonunda dayanamadı, gitti, kulübesinde uyumaya başladı. Tilki Popsi’nin haline güldü. Sessizce çiftliğin avlusuna süzüldü. Kümesin yanına sokuldu. İçeride tavuklar yem yiyorlardı. Kapının sürgüsünü çekti. En yakınında duran tavuğu kaptığıyla, kümesin kapısını kapatıp ormana doğru kaçması bir oldu. Kümeste bulunanlardan hiçbirisi bu durumun farkına varmadı. Tilki geceyi ormandaki bir ağaç kovuğunda geçirdi. Ertesi gün yine ikindi vakitleri Popsi kulübesinde uyurken kümese geldi. Aynı şekilde kapının sürgüsünü çekti, en yakınında duran tavuklardan birini yakaladı, kapıyı kapatıp ormana doğru koşarak uzaklaştı.

Kümeste bir horoz vardı. Adı “ Kırmızı “ idi. Geriye kalanlar tavuktu. Tilki kümese dadanmadan önce on dört tane tavuk vardı. Kırmızı o sırada kümesin köşesinde tahtadan yapılmış tünekte oturmuş, pencereden dışarısını seyrediyordu. Tilkinin kümese girip tavuklardan birini kapıp götürmesine film seyreder gibi bakakaldı. Kendisini çarçabuk toparladı. Aniden tünek penceresinden kümesin ortasına doğru uçtu. Avazı çıktığı kadar “ ü-ü-rüü-üüüü “ diyerek ötmeye başladı. Amacı, Popsi’yi uyandırıp tilkiyi yakalamasını sağlamaktı. Belki tilkinin götürdüğü tavuk kurtarılabilirdi. Durumu kümesteki tavuklara anlatıp, tavukların “gıt gıt gıdak, gıt gıt gıdak” diye bağırmalarını sağladı. Aradan dakikalar geçtiği halde Popsi yardıma koşmadı.

Saatler sonra Popsi uyandı. Ağır ağır gerindi. Kulübesinden dışarı çıktı. Hava kararmaya başlamıştı, akşam oluyordu. “ Ne güzel uyumuşum! Şöyle bir çıkıp dolaşayım “ dedi kendi kendine. Tam kümesin önünden geçerken duyduğu sesle irkildi. Birisi onu çağırıyordu. Kümese doğru yaklaştı. Seslenen horoz Kırmızı idi: “ Popsi nerelerdesin? Sen gündüz uyurken tilki geldi. Kümesin kapısını açıp bir tavuk kaptı, kapıyı kapatıp kaçtı. Seni uyandırmak için hepimiz bağırdık. Fakat sen koşup gelmedin. Ayrıca bir tavuk daha kayıp. Çiftlik sahiplerinin gitmelerini fırsat bildi bu tilki, iki günde iki tavuk çaldı. “

Popsi kulaklarına inanamadı. Tilkinin kendisini önemsememesi canını sıkmıştı. Gözlerini iri iri açarak: “ Vay be! Bu ne cesaret! O tilkiyi bir yakalarsam dünyasını karartırım.. Ne sanıyor ya bu tilki kendisini “ diye bağırdı. Kırmızı, Popsi’ye susmasını işaret ederek: “ İş işten geçtikten sonra sinirlenmenin ne anlamı var? Bir plan hazırladım. Şimdi beni iyi dinle “ dedi. Planı dinleyen Popsi gece nöbetine devam etti. İki gündür olduğu gibi ikindi vaktine doğru ayakta uyuklamaya başladı. Kulübesine girdi. Kapısını kapattı. Uyumak için kulübeye girmemişti. Plan gereği, kulübesinin arka tarafındaki tahtalardan birinin çivilerini geceden sökmüştü. Tahtayı yerinden alıp sessizce dışarı çıktı. Çiftlik evinin arkasından öbür yandaki kümesin arkasına geldi. Kırmızı ve tavuklar gece boş durmamışlar, kümesin köşesindeki tüneğin tahtalarını aralayıp, Popsi’nin geçebileceği kadar bir yer açmışlardı. Popsi buradan tüneğe girdi. Tahtaları eski durumuna getirdi. Tünek kapısının arkasında yere yattı. Tavuklar, tünekteydiler. Sadece Kırmızı kümesin ortasında dolaşıyordu.

Tilki Popsi’nin kulübesine girmesinden sonra yarım saat bekledi. Popsi’nin uyuduğuna kanaat getirdi. Çiftliğin avlusuna girdi. Kümesin önündeki kuyunun duvarı arkasına saklandı. Etrafı dinledi. Her şey yolundaydı. Kuyunun duvarı üstünden başını kaldırdı. Kümese doğru baktı. Horozdan başka kimseyi göremedi. “ Tavuklar tünekte uyukluyorlar olsa gerek “ diye düşündü. “Yaşasın! Bugün de horoz eti yiyeceğim “ dedi kendi kendine. Bulunduğu yerden ayrıldı. Parmaklarının ucuna basarak kümese doğru yaklaştı.

Kırmızı tilkiyi kuyunun arkasına saklanırken görmüş ve Popsi’yi haberdar etmişti. Sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi kafası yerde yem yiyor gözüküyordu. Aslında tilkiyi göz hapsine almış, tilkinin her hareketini kontrol ediyordu. Tilki kümes kapısının sürgüsünü çekti. Hızla kırmızının üstüne yürüdü. Tam kırmızıyı tutmak için eğildiği anda sağ gözünde bir şimşek çaktı. Kırmızının tek ayağı üstünde dönerek vurduğu kanat tokadı tilkinin gözüne gelmişti. Tilki neye uğradığını şaşırdı. Bu sırada Popsi saklandığı yerden yay gibi boşandı. Kümesin kapısını kapattı. Kapıya kilidi taktı. Anahtarı kümesten dışarıya attı. Kendisi için kaçış yolu kalmayan tilki gerilemeye başladı. Yalvarmak faydasızdı. Kendini savunmaya karar verdi. Popsi ile tilki hırsla birbirlerine girdiler. Popsi tilkiye göre, çok iriydi ve çok güçlüydü. Sonunda tilki Popsi’nin vurduğu yumruklarla pestile döndü. Yere yığıldı, kendinden geçti. Popsi’nin tilkinin üstüne atılmaya hazırlandığını gören Kırmızı Popsi’nin önüne geçti: “ Dur bakalım!. Bu kadar ders ona yeter. Kümese girdiğin yerden dışarıya çık, anahtarı bul, kapıyı aç. Yaptığım planın dışına çıkmamak gerek. “ Daha sonra Kırmızı ile Popsi, tilkiyi gö türüp ormana bıraktılar. Tilki ancak iki gün sonra gece yarısı kendine gelebildi. Yüzü, gözü çürük içindeydi. Her yanı ağrıyordu, arka ayakları tutmuyordu. “ Ölmemişim buna da şükür “ dedi içinden. Tilki vücudunda sağlam kalan ne varsa hepsini toplayıp sürüklenerek ormanın içlerine doğru uzaklaştı, karanlıklarda kayboldu.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
Ekleme Tarihi: 21.06.2023 - 13:37
Serdar102 üyenin diğer mesajları Serdar102`in Profili Serdar102 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Kertenkelenin Hayali - Serdar Yıldırım
Serdar102 su an offline Serdar102  
Kertenkelenin Hayali - Serdar Yıldırım
6 Mesaj
KERTENKELENİN HAYALİ
Büyük Sahra Çölü’ nün ortalarına yakın bir yerde, uçsuz bucaksız kum yığınlarının arasında bir kertenkele yaşıyordu. Gündüzleri kızgın güneş ışınları altında yiyecek aramaya çıkmak çok zor olduğu için daima geceleri ortalık serinleyince yuvasından çıkardı. Yuvası da birkaç büyük kaya parçasının arasındaki kuytu, gölgelik, loş bir yerdi. Bir gece hava kararır kararmaz yine yiyecek aramaya çıktı, fakat saatlerce dolaşmasına karşın hiç yiyecek bulamadı. Açlık onu güçsüzleştirmişti. Gücü giderek azalıyordu, çok yorulmuştu. Artık yuvasına geri dönemezdi, çünkü hava aydınlanmaya başlamıştı ve yuvasından oldukça uzaklaşmıştı. İleri, daha ileri gitmeliydi ve mutlaka yiyecek bir şeyler bulmalıydı.

Öğle vakti olmuş ve güneş kertenkelenin tam tepesindeydi. Sıcaklık elli dereceye çıkmış ve kumlardan buhar çıkıyor gibi görünüyordu. Dayanılır gibi değildi. Çöl bir fırın halini almış ve güneş ışınları ortalığı kasıp kavuruyordu. Kertenkele güneşi, sıcaklığı unutmuş sadece yiyecek arıyordu. O, şimdi gündüzü gece zannediyordu. Sanki hava serindi ve bu serin gece bitmeyecekmiş gibi sürüp gidecekti. Kertenkele için gündüz gece olmuştu, gündüz geceleşmişti. Kertenkelenin tersi dönmüştü, bu bir ters dönmesiydi. Gözleri yarı kapalı vaziyetteydi ve gözlerinin önünde bir takım hayaller uçuşuyordu. Bu hayallerin ona yararı dokunabilir miydi? Gövdesini usulca kumların üzerine bıraktı, gözlerini kapadı. Kertenkele pek çok hayalin içinden bir tanesini seçip, o hayali kurmaya başladı.

Geniş bir dere yatağının ortasından incecik, az bir su akıyordu, dağlardan ovaya doğru. Tam sınırda küçük çağlayan vardı ve küçük çağlayandan geçen su ovaya ayak basıyordu. Hemen ilerideki ormana giren su ağaçların arasında uzun süre yol aldıktan sonra kayboluyordu, ama kuru dere yatağı ormandan çıkıp devam ediyordu taa çok uzaklardaki denize kadar. Aylardan eylül, mevsim yaz, iki aydır yağmur yağmamıştır. Ormandaki ağaçlar suya hasret kalmışlardır. Her ağaçtan bir ses, bir feryat, hepsi küçük çağlayandan şikayetçi. Küçük çağlayan ise ormandaki ağaçlara laf yetiştirmekle meşgul, altta mı kalacak, zaten suçsuz, dağlardan dere yatağına inen su çok azsa bunun küçük çağlayanla ne ilgisi var? Küçük çağlayan ne yapsın iki aydır yağmur yağmadıysa? Bu kısır döngü bir ay kadar devam ettikten sonra sonbahar yağmurları başladı. Günlerce süren yağmur dere yatağını giderek dolduruyordu. Küçük çağlayanın üzerinden aşan su ormana doğru akıp gidiyordu. Eğer yağmur böylesine şiddetle bir süre daha yağmaya devam ederse, dağlardan sel gelebilirdi. Sel gelmese bile dere yatağındaki su taşacak ve ormana zararı dokunacaktı. Bu iki ihtimali göz önünde bulunduran küçük çağlayan bir baraj yapımına girişti. Çabucak barajın yapımını tamamladı ve dağlardan gelen suyu kontrol altına aldı.

Günlerdir yağan yağmur ormandaki ağaçları suya doyurmuştu. Dereden de bol su geliyordu ormana kana kana içiyorlardı. Küçük çağlayan baraj yapmaya başladığında önce şaşırdı, ormandaki ağaçlar: “ Bu niye baraj yapıyor böyle? Ne olacak oraya baraj yapıp da? “ demeye başladılar. Sonra kızdılar. “ Küçük, bırak gelsin su, kısmetimizi engelleme. Çek, yık o barajı, başka işin yok mu senin? “ diyerek atıp tuttular. Küçük çağlayan baraj yapmaktaki amacını şu şekilde açıklıyordu: “ Buralara bir yağıyorsa dağlara beş yağıyordur. Onca su dağlarda kalmayacak mutlaka ovaya inecektir. Gelen su çok olursa sel gelir. Bana bir şey olmaz, zararı sizedir. Bu baraj seli durdurur, sele set olur. Ben de fazla suyu azar azar ovaya bırakırım. Eğer böyle olursa hiç biriniz selden zarar görmezsiniz. “

Sonunda sel geldi. Günlerdir yağan yağmurun biriktirdiği büyük su kütlesi korkunç gürültüyle gelerek baraja takıldı. Küçük çağlayanın yaptığı baraj işe yaramış ve seli durdurmuştu. Fakat barajın arkasındaki suyun basıncı gitgide artıyordu. Küçük çağlayan barajın yıkılmasını önlemek için sonsuz gayret sarf ediyordu. Bir taraftan suyu kontrollü olarak ovaya bırakırken diğer taraftan barajın yıkılan yerlerini tamir ediyordu. Ormandaki ağaçlar ise küçük çağlayanın ne yapmak istediğini anlamak şöyle dursun atıp tutmalarının dozunu arttırarak hakaret etmeye başladılar. En nihayet sel küçük çağlayanın barajını yıkamadı ama onu yıkan bu hakaretler oldu: “ Alın bakalım basmakalıpçılar. Çekiliyorum aradan. Bırak gelsin su diyordunuz. Alın suyu doya doya yıkanın “ Küçük çağlayan aradan çekilince baraj yıkıldı. Sel suları ormandaki ağaçları kökünden söküp sürükledi, götürdü.

Kertenkele kurduğu hayal bitince gözlerini açtı. Gece olmuş, ortalık serinlemişti. Yattığı yerden doğrulup yürümeye başladı. Yuvasından uzak düşmüştü ama oraya varacağını biliyordu, çünkü kendisini oldukça zinde hissediyordu. Bu durum ne kadar devam ederdi bak işte onu bilmesine belki de imkan, ihtimal yoktu. O zaman bu sahte canlanmaya pek güvenilmezdi. Bir an önce yiyecek bulup karnını doyurmalıydı. Kertenkele yuvasına varıncaya kadar birkaç yerde yiyecek bulup karnını doyurdu. Yuvasının bir köşesine yattığında neredeyse sabah olmak üzereydi. Nasılsa güneş yine ortaya çıkacak ve çöl dayanılmaz şekilde sımsıcak olacaktı. Güneşin kertenkeleye artık bir zararı dokunamazdı.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

BU MASALIN BULUNDUĞU KİTAPLAR:
Kertenkelenin Hayali - Serdar Yıldırım - Sıradışı Yayıncılık - Yayın Yılı: 2011 - 16 Sayfa
Eğlendiren Masallar - Karaca Yayınları - Sayfa: 20-31
Sihirli Masallar - Bilgi Yayınevi- Yayın Yılı: 2009 - Sayfa: 254-257
İnternetten bulup alıyorlar. İşin parasal yönü yoktur. Benim amacım, okuyucuya güzel eserler sunmaktır.
Ekleme Tarihi: 21.06.2023 - 13:35
Serdar102 üyenin diğer mesajları Serdar102`in Profili Serdar102 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Karagöz İle Hacivat
Serdar102 su an offline Serdar102  
Themenicon    Karagöz İle Hacivat: Parayı Kim Buldu
6 Mesaj
KARAGÖZ İLE HACİVAT: PARAYI KİM BULDU
Karagöz iş bulur. Yedi gün çalışır ve ilk haftalığını alır. Akşamüstü evine dönerken haftalığını kaybeder. Geldiği yoldan geriye döner ve düşürdüğü paralarını aramaya başlar. Diğer yandan da söylenmektedir: " Paracıklarım, paracıklarım, gitti paracıklarım. Keşke paralarım cebimde dursaydı da ben kaybolsaydım. "
Aynı saatte evine dönmekte olan Hacivat Karagöz'le karşılaşır.
Hacivat: " Hayrola Karagözüm, yanımdan geçersin beni görmezsin. Paracıklarım dersin. Para mı kaybettin? "
Karagöz: " Hiç sorma Hacivat. Haftalık almıştım, onu kaybettim. "
Hacivat: " Bir gören, bir bulan yok mu? "
Karagöz: " Dört gören, beş bulan var. Canımı sıkma, canını yakarım. "
Hacivat: " Aman Karagözüm kızma. Para kaybedince ararsın bulamazsan, kadıya gidersin. "
Karagöz: " Hı. "
Hacivat: " Para kaybettin, aradın bulamadın, ne yaparsın? Kadıya gidersin. "
Karagöz: " Demek paramı kadı bulmuş. "
Hacivat: " Kadının para falan bulduğu yok. Parayı bulan kadıya bırakır. Kaybeden kadıya gider. Para kadıdaysa parasını alır. "
Karagöz: " Ya para kadıda yoksa. "
Hacivat: " O zaman avcunu yalar. "
Karagöz: " Yani şimdi avcumu yalarsam param bulunur mu? "
Hacivat: " Nereni yalarsan yala paran bulunmaz. "
Karagöz: " Ne yapmak gerekir? "
Hacivat: " Kadıya gitmek gerekir. Buyur Karagözüm, önden sen yürü. "
Karagöz: " Önden ben yürümem, yan yana gidelim. "
Hacivat ile Karagöz kadıya giderler. Yolda para bulan birisi parayı getirip kadıya teslim etmiştir. Fakat paranın sahibinin kim olduğunu bilmemektedir. Karagöz'ün haftalığını kaybettiğini öğrenen Hacivat onu kadıya yönlendirir, çünkü Karagöz'ün kaybettiği parayı bulan Hacivat'tır.

--------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: LEYLEK
Mart ayının ortası. Kar yeni kalkmış. Ortalık ayaz, hava buz gibi. Karagöz nicedir işsiz. Kazağını, paltosunu eskiciye satmış. Yarı aç, yarı tok. Üstünde bir fanila, bir mintan. Soğuk havada iş bulmak için gezerken, dişlerinin takırtısı Uludağ'dan duyuluyor. Karagöz tam bu esnada Hacivat'la karşılaşır.
Hacivat: " Merhaba Karagözüm. Nasılsın, iyi misin? "
Karagöz: " İyi değilim Hacivat. Donuyorum. "
Hacivat sağa sola bakınır. Bir evin bacası üstündeki leyleği görür. Parmağıyla leyleği işaret ederek: " Bak Karagözüm, leylekler gelmiş. Artık yaz geliyor. "
Karagöz: " Hacivat, anlamsız konuşma. Hem leylek gelmiş diyorsun, hem kaz geliyor diyorsun. "
Hacivat: " Kaz demedim Karagözüm, yaz geliyor dedim. "
Karagöz: " Kaz yazayım ama ben yazı bilmem ki. Yaz demek kolay. "
Hacivat: " Dediklerimi yanlış anlıyorsun Karagözüm. Bak leylek nasıl da takırdıyor. "
Karagöz çenesini tutar: " Takırtı benden geliyor. Paltom yok da, soğuktan dişlerim takırdıyor. "
Hacivat: " Palton yok mu? Doğru ya, paltonu giymemişsin. Al benim paltomu giy. " der ve paltosunu Karagöz'e verir. Karagöz paltoyu giyer ve dişlerinin takırdaması durur. Bu sefer üşüyen Hacivat'ın dişleri takırdamaya başlar.
Karagöz: " Hacivat, bu leylek yolunu kaybetmiş, kış günü Bursa'ya gelmiş. Şimdi gerçekten takırdamaya başladı. "
Hacivat: " Karagözüm, leylek değil, ben takırdıyorum. O palto senin olsun. Kürkçü Emin'den kendime kürklü palto alacağım. "
Karagöz: " Körükçü Cemil'den palto mu çalacaksın? "
Hacivat: " Çalmayacağım, parasıyla kürklü palto satın alacağım. "
Karagöz: " Hacivat'ım, paltonu geri al, bana kürklü palto satın al. "
Hacivat: " Olmaz Karagözüm, benim eski paltomu sen giy. Ben kendime kürklü palto alacağım. "
Karagöz, kendine alma, bana al dedikçe, Hacivat, sana değil, kendime alacağım der ve birlikte Kürkçü Emin'in dükkanına girerler. Bunlar dükkanda tartışa dursunlar, Kürkçü Emin bir diğer lakabı da tilki Emin: Gençliğinde bir taşla dört kuş vurmuşluğu vardır. Şimdi ise, bir taşla iki kuş vurmanın derdindedir. Sensin der, büyüksün der, zenginsin der ve Hacivat'a iki kürklü palto satar. Paltoların birini Hacivat, diğerini Karagöz giyer.
Hacivat, Karagöz ile birlikte yolda giderken, gördüğü bir fakire eski paltosunu verir. İki arkadaş ilk karşılaştıkları yerden geçerken, leyleğin o evin bacasında olmadığını görürler.
Hacivat: " Bak Karagözüm, leylek yok, gitmiş. "
Karagöz başını kaldırır, etrafına bakınır:
" Başka leylekler mi gelmiş? Hani nerede? "
Hacivat: " Başka leylek falan yok. Tek leylek vardı, o da gitmiş. "
Karagöz: " Ha, şu zamansız gelen leylek. Onun sayesinde kürklü palto sahibi oldum. Şansım açıldı. Bundan sonra beni kimse tutmasın. "

--------------------------------------------------------------------

DİLENCİ HACİVAT
Hacivat tüccarın biriyle ortak olur. Birlikte mal alıp satmaya başlarlar. İlk zamanlar işler iyi gider, sonradan bozulur. Bir sabah erkenden tüccar çıkagelir ve Hacivat'a iflas ettiklerini, elde avuçta birşey kalmadığını söyler. Hacivat parasız ve çaresiz kalır, evine ekmek götüremez olur. İş arar bulamaz, dilencilik yapmaya başlar:
" Fakire bir sadaka, fakire bir sadaka, " diyerek dolanır durur.
Karagöz Hacivat'ı dilenirken görünce beyninden vurulmuşa döner. Kendini çabucak toparlar ve Hacivat'ın yanına gider.
Karagöz: " Hacivat'ım, bu ne hal böyle? "
Hacivat: " Halim haraptır, Karagözüm. Tüccarın biriyle ortaklık kurdum, koca serveti har vurup harman savurdum. "
Karagöz: " Koca servet mi? Bu işe ne yatırdın sen onu söyle. "
Hacivat: " Bin beş yüz altın. Gitti, gitti, bin beş yüz altınım. "
Karagöz: " Ne?! Senin o kadar altının var mıydı, Hacivat? "
Hacivat: " Olmaz olur mu Karagözüm? Babamdan kalan servet pek çoktu. "
Karagöz: " Hazıra dağlar dayanmaz derler. "
Hacivat: " Dayandı. "
Karagöz: " Mirasyedinin mirası biter derler. "
Hacivat: " Bitmedi. "
Karagöz daha sonra Hacivat'tan tüccarın adını öğrenir. Tüccara giderek, ortak aradığını, evini ve bahçesini ortaya koyarak iş yapmak istediğini söyler ama gelir gider defterini kendisinin tutması gerektiğini bildirir. Tüccar, Hacivat'tan sonra yolunacak kaz olarak gördüğü Karagöz'e elindeki bin beş yüz altını verir.
Karagöz ertesi gün Hacivat'a bin beş yüz altını verir ve bir daha kimseyle ortak olmamasını söyler. Daha ertesi gün Karagöz'ün evine gelen tüccar yanındaki adamı göstererek, evi ve bahçeyi satın almak isteyen bir müşteri buldum, der. Ayrıca ortaklık gereği verdiği altınların bundan sonra kendisinde duracağını söyler. Bunun üzerine Karagöz altınları gece evine giren hırsızın götürdüğünü, ortaklık kalmadığı için, evini ve bahçesini satmaktan vazgeçtiğini söyler. Tüccar durumu kabullenmek istemez. Karagöz sesini yükseltir, tüccara diklenir. Tüccar, Karagöz'ün karşısında tutunamaz. Müşteri kaçar gider. Çaresiz kalan tüccar yol kenarına oturup ava giderken avlandım der ve hüngür hüngür ağlamaya başlar.

-------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ BALIKÇI
İşsiz kalan Karagöz Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Misi Köyü'ne giderek oradaki gölden alabalık tutmaya başlar. Akşamüstü at arabasına binerek Bursa'ya döner. Alabalıkların bir kısmını kendine ayıran Karagöz geri kalanı balıkçılara satar.
Bir akşamüstü alabalıkları temizleyen Karagöz'ün hanımı balığın birinin içinde inci bulur. Çok sevinir. Odada oturmakta olan Karagöz'e inciyi gösterir. Karagöz sevinçten ne yapacağını şaşırır ve oynamaya başlar. Akşam yemeğinden sonra evde konuşulan tek konu incidir. Karagöz'ün oğlu Yaşar, baba, ya tuttuğun öteki balıklarda da inci varsa, deyince Karagöz: "Doğru oğlum, o balıklarda inci olabilir. O zaman alabalıkların içini evde temizleriz, karnında inci olup olmadığına bakar, öyle satarız. On-on beş alabalığın birinden inci çıksa zengin olduk demektir. "
Karagöz sonraki günlerde düşüncesini aynen uygular. Evde temizlenen alabalıkların birinden, ikisinden inci çıkmaktadır. İncileri kuyumcuya satan Karagöz kısa zamanda fakirlikten kurtulur. Kuyumcu incinin kaynağını merak eder. Karagöz'ün ağzını arayan kuyumcu hiçbir şey öğrenemez. Bunun üzerine gizlice Karagöz'ü takip etmeye başlar. Sonunda olayı çözer ve gölün karşı kıyısında çadır kurarak, beş karısını, oğullarını, kızlarını, gelinlerini, damatlarını ve torunlarını getirir. Birlikte çok çalışarak, çok balık tutarak kısa zamanda göldeki alabalık neslini kuruturlar. Gölde bir tane alabalık kalmaz. Kuyumcu, torbalar dolusu inciyle servetine servet katar.
Aradan günler, haftalar geçmesine karşın, bir tek alabalık tutamayan Karagöz yol parası, evin geçimi derken, giderek fakirleşir. Daha sonra yine Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Hacivat ile birlikte Ulucami'nin yapım işinde çalışmaya başlar.

---------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANGAL SEFASI
Hacivat: " Karagözüm, sucuk aldım. Gel mangal sefası yapalım. "
Karagöz: " Birer kangal alalım ama benim bahçe küçük, kangala dar gelir. "
Hacivat: " Kangal demedim Karagözüm, mangal dedim. Mangalda sucuk pişirelim. "
Karagöz: " Kangalla çocuk bir arada olmaz. Yaşar'ı kangal ısırır. "
Hacivat: " Canım, ne Yaşar'ı, ne kangalı, sucuk dedim, mangal dedim. "
Karagöz: " He öyle söylesene, sucuğu mandalla tavana asarsın. "
Hacivat: " O neden? Neden sucuğu tavana asıyorsun? "
Karagöz: " Kurusun diye. Kuru sucuğun tadı farklı olur. "
Hacivat: " Tamam Karagözüm, sucuğu kuruttum, mangalı bahçeye oturttum. "
Karagöz: " Ben senin bahçeye gelmem, Hacivat. "
Hacivat: " Gelmezsen gelme. Ben de kendime ziyafet çekerim. "
Uzaklaşıp giden Hacivat'ın arkasından Karagöz söylenir:
" Seni gidi beni bilmez. Kangalı kesmiş, sucuk yapmış, mangalda pişirecekmiş. Bende o sucuğu yiyecek göz var mı? "

------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: BUZAĞI
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşırlar. Karşılıklı selamlaşmadan sonra iş arayan Karagöz'ün moralinin bozuk olduğunu gören Hacivat, ona derdini unutturmak için, bilmece sormaya karar verir: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da cevabını ver. Öküz altında ne arıyor derler?
Karagöz: " Tavşan arıyor derler. "
Hacivat: " Olmaz, tavşanın öküzle ilgisi yok. "
Karagöz: " Tilki arıyor derler. "
Hacivat: " Tilkinin öküzle hiç ilgisi yok. "
Karagöz: " Kurt arıyor derler. "
Hacivat: " Kurt öküz altında aranmaz. Öküz bunu babası, inek bunun annesi. "
Karagöz: " Koyun bunun amcası, keçi bunun dayısı. "
Hacivat: " Hani o şey büyür dana olur, tosun olur. "
Karagöz: " Dana olur, tosun olur. "
Hacivat: " Tamam, dana dedin, dananın küçüğü. "
Karagöz: " Küçük dana . "
Hacivat: " Hah, küçük danaya ne derler? "
Karagöz: " Dana küçük. "
Hacivat: " Karagözüm, galiba bilemeyeceksin. "
Karagöz: " Ben bilemezsem sen bil. "
Hacivat: " Buzağı arıyor derler. "
Karagöz: " Hı? "
Hacivat: " Öküz altında buzağı arıyor derler. "
Karagöz: " Ben onun öyle olduğunu biliyordum ama aklıma gelmedi. Sorunun cevabı buzağı. Bildim mi? "
Hacivat: " Bildin Karagözüm, bildin. "
Karagöz: " Bilemesem şaşardım. Bu soru kolaydı. Zor sorsan onları da bilirim. "
Karagöz' ün güldüğünü, neşelendiğini gören Hacivat sevinir. Karagöz'ü de sevindirmek ister ve ona pazar yerinde hamallık bulur. Günün geri kalan kısmında sandıkla portakal, limon taşıyan Karagöz akşamüstü kazandığı iki akçeyle evinin yolunu tutar.


Bu mesaj 1 kez ve en son Serdar102 tarafından 05.06.2023 - 00:41 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 05.06.2023 - 00:40
Serdar102 üyenin diğer mesajları Serdar102`in Profili Serdar102 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Uzunkulak İle Kelebek - Serdar Yıldırım
Serdar102 su an offline Serdar102  
Uzunkulak İle Kelebek - Serdar Yıldırım
6 Mesaj
UZUNKULAK İLE KELEBEK
Uzunkulak sabahın erken saatlerinde köyden ayrılmış, otlamak için meraya gidiyordu. Şöyle bir kafasını kaldırıp havayı kokladı. Gün, güzel ve güneşli geçeceğe benziyordu. Etrafına bakınıp dururken yavaşladığını fark etti. Şimdi eğlence zamanı değildi. Karnı çok acıkmıştı. Adımlarını sıklaştırıp hızını artırırken düşüncelere daldı:
“ Şu dünyada dertten, kederden uzak yaşamak ne kadar güzel.
İki-üç günde bir de olsa kırlarda özgürce koşmak ne kadar güzel.
Ne kadar güzel kuru samandan bıkınca taze ot yiyebilmek.
Ne mutlu bana ki, ben bu kadar şanslı olduğum için. “

Uzunkulak meraya varınca taze ot yemeye başladı. Uzun süre ot yedikten ve karnını iyice doyurduktan sonra gölgelik bir yere uzandı. Bakışlarıyla etrafı kolaçan etti. Her şey ne kadar güzeldi. Sanki bütün bu güzellikler hayatın bir tat, bir anlam kazanması için yaratılmıştı. Sadece bu güzelliklerin var olduğunu bilmek yetmezdi.
“ Gelip görmeli buraları “ diye düşündü Uzunkulak, “ hem de sık sık gelip görmeli. Kafanı kaldırıp yukarı baksan masmavi gökyüzü, karşılara doğru baksan ulu dağlar, şu tarafta mis kokulu orman, işte buralar çayırlık, çimenlik, kuş sesleri, uçuşan kelebekler…Bunca güzellikler içindeyken düşüncelerin de berraklaşır. Gel buralara boylu boyunca yat, kalmaz içinde keder, budur hayat.”
Uzunkulak güzel güzel düşünürken, az ilerideki çiçeğin üstünde durmakta olan bir kelebek gördü. Kelebeği içten bir gülücükle selamlayan Uzunkulak: “ Nasılsın kelebek kardeş, iyi misin? “ diye sordu.

Kelebek: “ Teşekkür ederim, siz nasılsınız? “ dedikten sonra,
Uzunkulak: “ Ben de teşekkür ederim “ dedi. “ Bugün hava ne kadar güzel değil mi? “
“ Evet, çok güzel. Ortalık günlük, güneşlik. Yaz havası dediğin böyle olur işte. “
“ Kelebek kardeş, birkaç günde bir otlamak için bu meraya geliyorum. Ne kadar seviyorum burayı anlatamam. Şu an çok mutluyum. Hayatı seviyorum, yaşamayı seviyorum, güzel olan her şeyi seviyorum. Hayat yaşanmaya değer bence, sen ne dersin kelebek kardeş? “
“ Hayat bence de yaşanmaya değer, fakat bir takım küçük aksilikler olmasa daha iyi olacak. Ne kadar dikkatli olunursa olunsun yine ufak-tefek bir olay olur, durup dururken can sıkar. Sonra bütün gün üzül dur.”
“ Kelebek kardeş, senin bir üzüntün var galiba. Canını sıkan bir şey mi oldu? “

“ İki saat kadar önce köyün yakınındaki bir ağacın dalına konmuştum. Derken, elindeki uzunca sopanın ucuna ağ takılmış bir çocuk peydah oldu. Beni görünce sokulmaya başladı. Biliyorum ki, böyle durumlar şakaya gelmez. Eğer hızlı hareket edip kaçamazsan kelebekleri yakalamak için özel olarak yapılmış kelebek ağı rap diye başından aşağı geçiverir. Ağın içine düştün mü kurtuluşu yoktur. Kim ister durup dururken bu hayata veda etmek? Baktım çocuk kararlı geliyor, çırptım kanatlarımı uçmaya başladım. Can korkusu kolay değil, bir de heyecanlanmıştım ki, sorma. Heyecandan kanatlarımı hızlı çırpamıyordum, dolayısıyla yükselemiyordum. Yerden bazen iki, bazen üç metre yükseklikte bir alçalıp bir yükselerek zorlukla uçuyordum. Çocuk belki yarım saat kovaladı beni, bir türlü peşimi bırakmadı. Sonunda, şu ilerideki derenin üstünden uçarak geçtim, çocuk ağzı açık arkamdan bakakaldı. Şimdi bu olayın etkisi altındayım, üzüntü duyuyorum. Ne istedi benden bilmem ki o çocuk? Neden üzdü beni? Ne olacak sanki beni yakalayıp da? Kelebek koleksiyonu yapıyor belki, belki beni de koleksiyonuna katacak. Zevk denmez ki buna, dert vermek denir. Yazık günah bana be, ne zararım var benim ona? “

“ Bak sen şimdi o çocuğun yaptığına. Hiç öyle şey olur muymuş? Sessizce duran kelebeğin rahatını boz, peşinden koş, kovala, yakalamaya çalış. Bu tamamen yanlış davranış biçimini kesinlikle kabul etmiyorum ve o çocuğu kınıyorum. Her neyse, sen üzülme kelebek kardeş, bir daha böyle tatsız durumlarla karşılaşmaman en büyük dileğimdir. “

Uzunkulak kelebeğin minicik yüreğine su serpmiş ve onu rahatlatmıştı. Hayat güzeldi, yaşamak güzeldi, ara sıra ortaya çıkan böyle tatsız durumları önlemek olanaksız demekle işin içinden çıkılamazdı. Tatsızlık olmadan, oluşmadan engellenebilirdi. Bunun çaresi muhakkak ki vardı. Ben hep iyi davranışlar içindeyim, kötülük nedir bilmem derdin otururdun köşende. İşte, asıl büyük gaflet buydu. Doğrusu nedir dersen, cevabı gayet basitti: Gerçekten çok iyi bildiğin iyi davranışları başkalarına da öğreterek, pasif iyi değil, aktif iyi olarak ve bu amaç için sonsuz gayret sarf ederek. Uzunkulak ile kelebek bu durumu uzun uzadıya konuşarak bir karara vardılar: İyiliğin en büyük savunucusu olarak bildiklerini canlılara anlatacaklardı. Akşamüstü birbirlerinden ayrılırken ikisi de hayatın güzelleştiğinin farkındaydı. Aradan bir ay geçmeden grup kurmuştu, Uzunkulak ile kelebek: Aktif iyiler grubu. Çalışmalar devam ediyordu ve edecekti, çünkü bunun için ant içmişlerdi.


SON

Yazan: Serdar Yıldırım
Ekleme Tarihi: 18.05.2023 - 18:53
Serdar102 üyenin diğer mesajları Serdar102`in Profili Serdar102 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Titrek Tavşan Masalı - Serdar Yıldırım
Serdar102 su an offline Serdar102  
Titrek Tavşan Masalı - Serdar Yıldırım
6 Mesaj
TİTREK TAVŞAN
Ormanda her gün kurulmakta olan tavşanlar pazarı, havanın kararmasıyla birlikte, dağılıyordu. Sergisini toplayan tavşan pazar yerini terk edip gidiyordu. Vakit geç olup da pazar yerinde tavşan kalmayınca bir tavşan pazara gelirdi. Sırtında boş çuvalıyla ve bu boş çuval tezgâh altlarında kalmış, kıyıya köşeye atılmış, satılmamış havuçlarla ve bazı yiyeceklerle dolacaktı. Daima gölgelerden, acaba bir gören olur mu korkusuyla, yorgun ve titrek adımlarla. İşte, bu tavşan yoksul, yetim, garip bir tavşandı. Adı Titrek Tavşan’dı. O, böylesine bir düşkünlük içinde olmanın çıkar yol olmadığını biliyordu. Fakat çaresizdi. Bir yuvası vardı, bu yuvada iki de oda. Bu odalardan birinde çok sevdiği Pembe Tavşan ve iki yavrusuyla birlikte kalıyordu. Diğer odada ise havuç yetiştiriyordu. Artık ne kadar havuç yetiştirebilir bunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Havuçlar olgunlaşınca Titrek Tavşan bunları satacak ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacaktı.

Bir gün Titrek Tavşan, ormanın karşısındaki tepeye doğru yürüyüşe çıkmıştı. Tepenin gerisinde deniz görünüyordu. Sahil yakındaydı. Birden kumların üzerinde bir martı dikkatini çekti. Bu martı, kanadı kırık, yaralı bir martıydı. Uçamıyordu. Oldukça zor durumdaydı, çünkü çevresi sekiz tane yengeç tarafından kuşatılmıştı. Kanadı kırık, yaralı martı, yengeçlerle amansız bir ölüm kalım savaşına girmişti. Kurtulmak için ileri atıldıkça önü bir yengeç tarafından kesiliyor ve yengeç korkunç kıskacıyla martıyı yakalamak istiyor, fakat martı, canhıraş feryatlarla karşı koyuyor, gitgide tükenmekte olan gücüyle hayatını savunuyordu. Titrek Tavşan, bu durumu görmezden gelemezdi. Tüm cesaretini toplayıp martının yardımına koştu. Yengeçler daha ne olduğunun farkına varamadan, martıyı kucağına aldığı gibi, bir keklik gibi sekerek, onların aralarından sıyrıldı. Hızla koşarak olayı ilk gördüğü tepeye çıkan Titrek Tavşan, kucağındaki martının bayılmış olduğunu fark edince, onun iyi bir bakıcıya ihtiyacı olduğunu düşünerek, balıkçı Ziya Kaptan’ın yaşadığı deniz kıyısındaki kulübeye geldi. Martıyı Ziya Kaptan’a teslim eden Titrek Tavşan, yuvasına geri döndü.

Aradan bir ay geçti. Geçen zamanla birlikte havuçlar olgunlaşmıştı. Titrek Tavşan, havuçları pazarda sattı. Kendine, Pembe Tavşan’a ve yavrularına elbise aldı. Ne zamandır hep aynı elbiseleri giymekten bıkmıştı, rengi solmuş, yamalı elbiseleri. Yoksulluk ömür boyu mu sürecekti? Hep böyle yoksul mu kalacaklardı? Yoksulluğun bir çaresi yok muydu? Eğer varsa bu çare neydi? Hani Titrek Tavşan yuvasının bir odasında havuç yetiştiriyordu ya şimdi o odada havuç kalmamıştı, çünkü havuçlar satılmıştı. Titrek Tavşan, buradaki toprağı şöyle bir alt-üst etti. Havuç tohumu attı. Suladı. Artık iş zamana kalmıştı. Nasılsa zaman geçecekti. Elbet bir gün gelir bu havuçlar da olgunlaşırdı.

Titrek Tavşan, bir sabah havuç yetiştirdiği odaya girince hayretler içinde kaldı. Gördüklerine inanamıyordu. Toprağın üstündeki olgun havuç yaprağıydı. Ama nasıl olurdu daha tohum atalı on gün bile olmamıştı. Bu kadar kısa sürede havuç yetişmesi olanaksızdı. Yaprak olgunlaşmıştı tamam da bakalım toprağın içinde havuç var mıydı? Orayı eşeledi, burayı eşeledi. Aldı havucun birini dişledi, aldı bir başka havucu daha dişledi, tuttu bu iki havucu yedi, bitirdi. Enfesti havuçlar, tatlıydı. Titrek Tavşan bu havuçları da pazarda sattı. Memnundu yuvasına dönerken, çünkü iyi kazanmıştı. Daha sonraki günler de birbirinin tıpatıp benzeri şekilde geçti. Titrek Tavşan havuçları pazarda satıyor, ertesi gün, yine oda havuç dolu oluyordu.

Bir akşamüstü Titrek Tavşan’ın kafası bu konuya takıldı. Nasıl oluyordu da, tohum atmadığı halde, toprakta havuç bitiyordu ve bu havuçlar bir gecede olgunlaşıyordu? Bu soruların bir açıklaması olmalıydı ve ne oluyorsa gece oluyordu. Demek ki, geceleri bir şeyler dönüyordu havuç yetiştirdiği odada. Titrek Tavşan hemen kararını verdi. O gece, odada sabaha kadar bekleyecek ve ne olup bittiğini anlayacaktı. Akşam yemeğini yedikten sonra, havuç yetiştirdiği odaya geçti. Kapıyı kapadı. Kapının yan tarafına koyduğu sandığın içine girdi. Sandığın tahtaları arasındaki deliklerden, odanın her tarafı rahatça görünüyordu. Titrek Tavşan dikkatini tam karşıdaki pencereye verdi. Yerden oldukça yüksekte olan bu küçük pencere odanın havalandırılması için kullanılıyordu.

Vakit gece yarısı olmuştu. Aniden dışarıdan kanat sesleri duyuldu. Bir martı pencereden odaya girdi. Ayaklarının arasında küçük bir torba vardı. Martı, bu torbadaki havuç tohumlarını toprağa serpiştirdi. İşini bitirdikten sonra pencereden uçup, gitti. Zamana karşı şartlandırılmış tohumları toprak hemen kabul edecek ve her geçecek bir saatte bu tohumlar on gün geçirmiş olacaktı. Titrek Tavşan, vefakâr martıyı hemen tanıdı. Bu martı, birkaç ay önce, yengeçlerin parçalamak istedikleri kanadı kırık, yaralı martıydı. Demek ki, Ziya Kaptan yaralı martıyı iyileştirmiş ve kurtarıcısının kim olduğunu söylemişti. Martının, Titrek Tavşan’a can borcu vardı ve bu borcunu cana can katarak ödüyordu.

Titrek Tavşan, birkaç gün sonra bir kamyonet satın aldı ve yetiştirdiği havuçları bu kamyonetle pazara gö türmeye başladı. İki yavrusu da zamanla büyümüşler, genç birer tavşan olmuşlardı. Onlar da babaları Titrek Tavşan’la birlikte pazara gidiyorlardı. Titrek Tavşan, yol boyunca şu şarkıyı söylüyordu:

“ Benim adım Titrek Tavşan
Ben, pazarda havuç satarım
İşte yanımda şimdi yavrularım
Ben, onlarla gurur duyarım
Her gün pazara gideriz biz
Tavşanlara havuç satarız..”

Bazı günler kamyonetin peşi sıra bir martıyı uçarken görüyordu ve yavaşlıyordu. Az sonra, kamyonetle martı bir hizaya geliyor ve martı ile Titrek Tavşan selamlaşıyordu. Daha sonra martı hızını arttırıyor ve ileri doğru uçup gidiyordu. Titrek Tavşan ile martı böyle uzaktan uzağa bir birlikteliği uzun süre sürdürdüler. Fakat bir kez olsun bir araya gelip konuşamadılar. Bunun nedenini biz bilemeyiz. Belki de böylesi daha iyi oluyordu. Onlar gönüllerince mutluydular, huzur doluydular. Onların mutluluğunu engellemek bize yakışık almaz.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
Ekleme Tarihi: 18.05.2023 - 18:49
Serdar102 üyenin diğer mesajları Serdar102`in Profili Serdar102 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 838 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
***Murat*** (48), behlul (50), hatice57 (44), GaZZe (60), erveysel (61), Abdulkadir22 (31), samyeli13 (47), candeniz (24), balacan (54), abdulkadir (31), babam veben (55), askbumu (43), sahra_yagmur (37), halit42 (39), Babacan52 (56), gurbetcigenc (33), Fikret1972 (52), NuR_EFSAN (39), jopp777 (47), pempe1987 (37), Nur baçesi (28), seyhzadem (36), Mustafa Alptug (41), gunes_akca (35), KanKaZ (36), hsusal (72), olimp_ (45), ufkumuzvar (42), gakkosfatih (42), HIKKI (51), Selale1 (49), Yasin Tural (36), nebitdag (45)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.52080 saniyede açıldı