kaletra colchicine generique luvox kaletra generique rhinocortapranax aprovel aralen arava arcocillin arcoxia aricept arilin arimidex aristocort artane arthrotec artofen asacol asasantine asmaxen at 10 atarax atenil ateno basan comp ateno basan atesifar athrofen atridox atrovent augmentin avalide avana avapro avelox aventyl aviral avodart aygestin azaimun azarek azelex aziclav azulfidine bactrim basiron
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

15 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: Chat’a giden yol ‘FORUM’lardan geçer
feuille morte su an offline feuille morte  
Cananberramazan kardeşim,
15 Mesaj -
Esselamü aleyküm

Cananberramazan kardeşim,

Sizi ve mütedeyyin üye kardeşlerimi tenzih ediyor,
amacım hiç kimseyi rencide etmek,
tahkir ve tezyif etmek asla söz konusu değil.

ağlar

Chat konusu, tahkiye bâbında ele alınışı ilgimi çekti.
Mutekid kardeşlerimle paylaşma muvâfık olur, düşüncesinden ibaret.



Muhakkik üslubunuz takdire şâyandır.

sevinçli

Bu kısa cümleleri gecenin bir yarısından sonra yazma,
lüzumunu vicdanen hissettim.ağlar
(Muazzib bir meşgaleden dolayı ancak bu saatte ekleme fırsatım oldu.)


Üyeliğimi siliyorum.

Sayın Ravda yönetimi,
Üyelik silme işlemimi onaylamanızı

istirhâm ediyorum.



Duâ ile
Meas selam

Ekleme Tarihi: 12.04.2008 - 11:01
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Chat’a giden yol ‘FORUM’lardan geçer
feuille morte su an offline feuille morte  
Chat’a giden yol ‘FORUM’lardan geçer
15 Mesaj -



Bu mesaj 1 kez ve en son feuille morte tarafından 12.04.2008 - 10:50 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 11.04.2008 - 13:43
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MüMiNDe STReS oLMaZ
feuille morte su an offline feuille morte  
RE: MüMiNDe STReS oLMaZ
15 Mesaj -
Alıntı
Orijınalı **Su_DamlasI**

eS SeLaMu aLeYKuM

YÜCE YARADAN SABREDİP KAZANANLARDAN OLMAMIZI NASİP EYLER BİZİ İNŞALLAH

SELAM VE DUA İLE



ve aleyküm selam ve Rahmetullahi ve Beraketuhu ve Mağfiretuhu ebeden ve daimen.
Allah Razı Olsun kardeşim.

Şahsen çok doğru buluyorum ...

En küçük tepede yoruldum dememeli.... yoldan dönmeye kalkmamalı... , sabır gösterip , lüzumlu dersleri almaya çalışmalı...

hayatı okumaya devam etmeli...

lakin insanız işte , fıtratımız da gaflette olmaya müsait...ağlar

Duâ edelim ki musibetler isyan ettirmesin, olgunluğumuza olgunluk katsın inşaAllah...

selam, saygı ve duâ ile

Ekleme Tarihi: 04.04.2008 - 11:26
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: AYIP ÖRTMEK
feuille morte su an offline feuille morte  
RE:
15 Mesaj -
Alıntı
Orijınalı adin batsin

"Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol". " Mevlana "


Allah Razı Olsun KaRaGuL kardeşim,çok güzel bir paylaşımdı,şükranlarımı arz ederim.

Ey iman edenler! Zandan çok sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın! Gıybet ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin! Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bakın bundan iğrendiniz. Allah'tan sakının! Hiç kuşkusuz, Allah tövbeleri çok kabul eden, rahmeti sonsuz olandır.

Ayet ölmüş kardeşinin etini yemeğe benzettiği gıybeti ta başından kademe kademe önlemeye amaçlıyor.

1-Sui zanda bulunma!
2-Tecessüs etme,araştırma!
3-Gıybet etme!

Sui zanda bulunmazan araştırmaya gerek kalmaz.
Araştırmazsan konuşacak bir şey olmaz.
konu yok iken gıybet etmezsin,gıybet etmezsen ölmüş kardeşinin etini yemiş gibi olmazsın.

meas selam
Ekleme Tarihi: 28.03.2008 - 13:35
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Evlilikte İnancın Gücü
feuille morte su an offline feuille morte  
Evlilikte İnancın Gücü
15 Mesaj -
Kâinata koyduğu tekvinî kanunlara gâyeler derceden Yüce Allah, nesillerin devamı için erkek ve kadının evlilik müessesesi altında yaşamasını takdir etmiştir. Evlilik, ferdin duygu ve düşüncelerinin dağınıklıktan kurtarılması, cismânî hazlarının kont-rol altına alınması ve ahlâk sağlığı açısından önemli bir sigortadır.

Evlilik ve aile hayatından herkesin beklentisi, dünyada cennetin küçük bir misâlini yaşayabilmektir. Zîrâ her fert yuva kurarken, maddî-mânevî değerlerin paylaşıldığı bir ortam hayal eder. İdeal mânâda evlilik, huzurun hedeflendiği bir anlaşmadır.

Evliliğin temeli: hürmet, muhabbet ve şefkat
Sevgi, aşk vb. bütün kalbî ihtiyaçların karşılandığı, üzüntülerin paylaşıldığı bir müessese olan evliliğe sağlıklı her insan ihtiyaç duyar. İnsanın yalnızlığını giderecek, gönlünü teselli edecek ve sıkıntılarını paylaşacak birine duyduğu ihtiyaç, meşru çizgide evlilik yoluyla karşılanır. Kalblerin en lâtifi, en şefîki (şefkatlisi) kadın kalbi olması1 yönüyle erkek, bu ihtiyaçlarını en iyi şekilde, hayatını birleştireceği kendisine denk bir kadınla (eş) karşılayabilir. Mutlu bir evliliğin temelini, kadınla erkek arasındaki hürmet, muhabbet ve şefkat oluşturur. İslâm, fıtrat dini olduğundan, insanın biyolojik, psikolojik ve sosyolojik bütün ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik prensipler getirmiştir.
Yüce Allah, Kur’ân’da: “... Kendileriyle sükûnete, huzura kavuşasınız diye sizin için nefislerinizden eşler yarattı; aranıza ‘meveddet’ (sevgi) ve ‘rahmet’ (şefkat) koydu. Elbette bunda, düşünen kimseler için nice ibretler vardır.” (Rum sûresi, 30/21) buyurmaktadır. Bu âyetteki, dostluk, sevgi, muhabbet, mânâlarına gelen ‘meveddet’ kelimesi ayrıca, velî ve dost edinmek, yardımlaşmak, başkasının otoritesini kabul ederek görev ve selâhiyetini tanımak gibi anlamlara da gelmektedir.2 Bu âyetteki, ‘rahmet’in bir boyutu olan şefkat, karşılık beklemeden yardıma koşmaktır. Böyle bir şefkat, aşktan daha tesirlidir.3 Bu itibarla, eşler arasında ‘şefkat ve merhamet’ hislerinin canlı tutulması, mutlu bir evlilik için önemli bir unsurdur. Bu hislerin yansıması olan hâl ve tavırları, eşlerin birbirlerine göstermeleri gerekir.
Evlilik hayatının gerekli şartlarından sevgi ve anlayışı, Rabb’imiz kalblerin kaynaşmasına vesile kılmaktadır. Zîrâ Kur’ân’da belirtildiği gibi kalblerin kaynaşması ancak Allah’ın dilemesiyle olur. Eşlerin davranışları sadece bunun tesisi için bir fiilî duadır. Bunu başarabilen eşler, ruh ve beden sağlığı açısından da şanslıdırlar. Sürekli didişme içinde olan eşler, bu ön şartı yerine getirmedikleri için, aralarındaki muhabbet azalmaya başlar, bunun neticesinde kalb birlikteliği temin edilemez, boşanarak aile hayatını yıkmasalar dahi mâruz kalacakları psikolojik sıkıntılar ile sağlıklarını kaybedebilirler.4 Söz konusu insanlardan bir kısmı, iş hayatında istenen başarıyı yakalayamadıkları gibi, bazılarının da dinî hayat açısından hâlleri üzücüdür.
Çocukların ruh, beden sağlığı ve eğitimleri için en güzel mekânlardan biri, mutlu aile yuvalarıdır. Bu itibarla, huzurlu bir aile hayatının hazırlanması için eşlerin, üzerlerine düşen fedakârlık ve sorumlukları yerine getirmeleri gerekmektedir. Evliliklerini sağlam temeller üzerine kuramamış veya evliliğin devamlılığı için ön şartları yerine getirememiş eşler arasındaki geçimsizlik, çocuklarda da menfî tesirler meydana getirir. Huzurlu bir aile hayatından mahrum kalan, beden ve ruh sağlığı bozulmuş çocukların kendilerine verecekleri zararların ve cemiyete getirecekleri problemlerin sorumlusu eşlerdir.
Kur’ân’da ‘nefs-i vâhide’ olarak anlatılan erkek ve kadın, bir bütünün iki yarısı gibidir. O, öyle bir bütündür ki, parçalardan birinin işe yaraması için, diğerinin de bulunması şarttır. Binayı meydana getiren malzemelerin birbirine karıştırılarak tek madde hâline getirilmesi gibi, eşler de bütündürler. Yüce Allah, Kur’ân’ın pek çok yerinde,5 “Ey insanlar! Sizi bir nefs-i vâhide’den ve eşini de ondan yaratan (…) Rabb’inize karşı gelmekten sakının ve himayesine girin.” (Nisâ, 4/1) ve “Sizler birbirinize birleşip kaynaşmıştınız... Eşleriniz sizden güçlü bir güvence almışlardır.” (Nisâ, 4/21) gibi âyetlerle, ikinci unsurun birincisinden ayrı bir şey olmadığını belirtmiştir. Bu âyetlerden, “…erkeğin cinsinden ve mahiyetinden bir varlık” olduğunu öğrendiğimiz kadını, hâlâ ikinci dereceden bir varlık gibi görenler, Kur’ân’ın bu konudaki değerlendirmesine zıt düşmektedirler.6

Fıtrî ihtiyaçlarının karşılanmasında eşlerin mesuliyeti
Yarattığı eşyada sayısız hikmet, maslahat ve gâye gizleyen Yüce Allah, evliliğin “sükûnet (rahatlama ve huzur)…” kaynağı olduğuna işaret ederken, insanların ruh ve beden sağlıkları için önemli bir hususu da ortaya koymuştur. Bu bakımdan Allah’a kulluğu ve mânevî değerlere hizmeti hayatının gâyesi bilen her kadın ve erkek, hayat arkadaşının ruh ve beden sağlılığını muhafazayı ilâhî bir vazife bilmelidir.
Yüce Allah, “…Onlar (kadınlar), sizin için bir elbise/örtü, siz de onlar için bir elbise/örtüsünüz…” (Nisâ, 2/187) âyeti ile evliliğin temel gâyeleri konusunda pek çok hakikate işaret ederken; İlâhî Kelâm’daki, ‘libâs’ ifadesindeki edebî incelik de pek çok hakikate pencere açmaktadır. Elbisenin bir özelliği de insan vücudunu sarmasıdır. Bu itibarla, eşlerin birbirlerini elbise gibi sarmaları söz konusu âyetten alınacak ilâhî bir derstir. İnsanı soğuk ve sıcaktan koruyan elbise, hayâ duygusunun zedelenmesini önlediği gibi, eşleri de her türlü çirkinlikten muhafaza eder. Söz konusu ilâhî hitaptaki kelimelerin dizilişinden de, öncelikle erkeklerin hanımlarının örtüsü altında bulundukları dersini çıkarabiliriz. Bir hadîs-i şerifte de, “Evlenen dininin yarısını korumuştur; diğer yarısı konusunda da takva dairesine girerek dinini muhafaza etsin.” buyrulmuştur. Efendimiz’in (sas) bu kutsî sözünden, izdivacın ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır.

Evlilikteki sorumluluklardan hesaba çekilme gerçeği İnsanın ihmallerinden ve içine düştüğü hatalardan kurtulmasının yolu, zaman zaman kendini sorgulamasından geçer. İnsana hatalarını göstermemek, nefis ve şeytanın en büyük hilesidir. Davranış ve düşüncelerini kusursuz kabul eden bir insan hatasını göremez; hatasını göremeyen de, Allah’ın himayesine sığınmaz. Zîrâ, kusurunu anlayan istiğfar eder ve Allah’a sığınıp şeytanın şerrinden kurtulur.7
Nefis muhasebesine ait bu ölçüler, eşler arası münasebette de önemlidir. Yüce Allah’ın (cc) ve Resûlü’nün (sas) beyanları çerçevesinde, eşlerin kendilerini sorgulayarak hatalarını kabul etmeleri, problemlerin çözümü için önemli bir dua vesilesidir.
Araştırmalar, eşler arasındaki geçimsizliğin, ailelerin yıkılma sebeplerinin ilk sıralarında olduğunu göstermektedir. Geçimsizlikler boşanmalara yol açmaktadır. Türkiye’de, “1935'te 2,4 bin, 1955'te 10,5 bin, 1975'te 12,9 bin ve 2000'de 25,7 bin boşanma olmuştur. Boşanma oranı 1935'te % 0,15; 1955'te % 0,44; 1975'te % 0,32 ve 2000'de % 0,46 olmuştur. Türkiye'de boşanmalar hızla artmaktadır.”8 Aileyi korumanın kurtarmanın en önemli yolu, evliliği ayakta tutacak temel değerlere bağlanmaktır.
Geçimsizliklerin baş sebebi, eşlerin hayatı hürmet ve şefkat ekseninde paylaşamamalarıdır. Duyguların paylaşılması, eşler arasında huzuru temin eden unsurlardandır. Eşlerin inançlarından kaynaklanan mânevî değerleri paylaşması; aralarındaki sevginin artması için Allah’a dua etmeleri sağlıklı bir aile ortamı için gereklidir. Eşlerin birbirlerinin ilgi sahasına yakınlık göstermesi, aile içi münasebetlerin güzelleşmesine zemin hazırlar. Meselâ, eşlerden birinin bir spor takımına yakından ilgi göstermesiyle diğerinin de aynı duyguları paylaşması aile mutluluğuna destek olur. Eşlerin birlikte geziye çıkmaları, sosyal aktivitelerde bulunmaları da bu konuda verilebilecek misâllerdendir. Meselâ hayatın her safhasında, bizlere en güzel örnek olan Efendimiz (sas), Hz. Aişe ile koşup yarışmışlardır.
Evlilik, İslâm’da korunması gereken en kutsî müessesedir.9 “Hanımını kocasına karşı kışkırtarak aralarını bozan bizden değildir!” hadîsinde aile müessesesini yıkmaya çalışanlara karşı büyük bir tehdit vardır. Evlilik binasını yıkıma kadar götürecek çatlaklıkların tamiri konusunda, eşlerin üzerlerine düşen vazife ve fedakârlıklardan kaçınmaları, insanı dünya ve ahirette pişman edecek bir tavırdır.
Rabb’imizin, “İyilik ve (Rabb’in emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınma ile elde edilen) takvâda birbirinizle yardımlaşın.” (Mâide, 5/2) emri eşlerin mutluluğu için de hayâtî önem taşımaktadır. Bu ilâhî emri göz önünde bulunduran eşler, birbirlerine hizmette, ihsanda, birbirlerinin gönlünü almada, aralarında meydana gelecek kırgınlıkları affetmede yarışırlar. Eşlerden birinin önce davranarak bir tebessüm, bir sıcak ilgi göstermesi problemleri çözmede oldukça müessirdir. Bunun yerine, habbeyi kubbe yapmak ve problemin sebebini birbirine atarak münakaşa etmek vaktin zâyi edilmesi demektir. Peygamber Efendimiz’in (sas); “Kardeşinle münâkaşa etme, zîrâ münâkaşanın hikmeti anlaşılmaz...”, “Haklı olduğu hâlde münakaşayı bırakan kimse için cennetin ortasında bir köşk bina edilir.” şeklindeki beyânları ailenin mutluğu açısından da güzel nasihatlerdir. Peygamber Efendimiz’in (sas); “Şüphesiz ki kıyamet günü, Allah’ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, eşler arasındaki emânettir..”10 sözleri eşler için büyük bir uyarıdır.

Aile mutluluğu için eşlerin yarışı
Mutluluk yollarının araştırılması ve huzuru bozacak problemlerin giderilmesinde eşlerin birbiriyle yarışmaları mânevî bir mesuliyettir. Tarafların birbirlerini memnun etmek için iyi niyetlerini ortaya koymaları problemin çözümü için önemli bir başlangıçtır. İthamlar, çözüm yerine aradaki mesafenin açılmasına sebep olur.
Yüce Allah, “Eğer eşler, aralarını düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarında kaynaşma meydana getirir.” (Nisâ, 4/35) fermanı ile muhtelif sebeplerle araları açılan eşlere, aralarını düzeltmek için iyi niyetlerini ortaya koymaları ve evlilik gemisinin kurtarılması konusunda rehberlik yapmaktadır. Bu âyette ayrıca, aralarında sürtüşme olan eşlerin, iyi niyetlerini ortaya koymaları hâlinde aralarının düzeleceği müjdesi de vardır.
“Hepiniz çobansınız ve emrinizin altındakilerden mesûlsünüz.” buyuran Allah Resûlü (sas), bu kutsî sözlerinin devamında erkeğin hanımından ve çocuklarından hesaba çekileceğini belirttikten sonra, “Kadın da, kocasından mesûldür. O, ondan sorulacaktır.” buyurmuşlardır. Eşlerin bakım ve süslenme hususunda üzerlerine düşenleri yerine getirmeleri konusunda hadîs kitaplarında pek çok örnekler bulunmaktadır. Meselâ bazı sebeplerle uzun zaman ailesinden uzak kalmış erkeklere hitaben Efendimiz (sas); “Sizden birisi ailesinden ayrılığını uzattığı zaman, evine gece vakti gelmesin. Gündüz vakti ailesine gelirken de, bunu önceden bildirsin.” buyurduktan sonra, kadının gerekli temizlik ve bakımını yaparak kocasını karşılamasını tavsiye buyurmuştur.1

Aile mutluluğunu temin eden eşlere mânevî mükâfatlar
Mânevî değerlere riayet etmek aile hayatını bir nevi cennet köşesi hâline getirdiği gibi, eşlere büyük sevaplar da kazandırır. Peygamberimiz (sas), kıyamet günü, Allah’ın himayesinde bulunduracağı yedi sınıf insandan birinin “Allah için birbirlerini sevenler…” olduğunu belirtmiştir.11 Eşlerin, fıtrî olarak birbirlerine ihtiyaç duymaları, onları bir aile çatısı altında buluşmak üzere birbirlerine çeker, bu yakınlaşma “Allah’ın rızasını kazanma” gibi büyük bir değer ile beslendiğinde, eşlerin birbirine duyduğu sevgi ve saygı daha da artar. “Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır.”12 buyuran Allah Resûlü (sas), eşlerin birbirlerine sevgi ve saygı ile davranmalarının ve birbirlerine tebessüm etmelerinin, onlara cenneti kazandıracak amellerden olduğunu haber vermiştir. Bir sahabi, Efendimiz’e (sas), hanımının kendisini güler yüzle karşılayıp, güzel sözler söylediğini anlatınca Allah Resûlü (sas), “Hanımına selâm söyle; kendisinin yarı şehit sevâbına kavuştuğunu haber ver!”13 buyurmuşlardır.
Bu değerlerin hayata geçirilebilmesi için nefislerin kontrol altına alınması gerekir. Dünya ve ahirette karşılaşılacağı cezalara rağmen arzular, nefse, hazır lezzet ve intikamı her şeye tercih ettirir. Nefsin terbiyesi ve kontrol altına alınabilmesi, ancak Yüce Allah’ın emirleri ve Efendimiz’in (sas) tavsiyeleri ile mümkündür.

Dipnotlar
1- Geniş bilgi için bkz: İşârâtü’l-İ’câz, s. 145.
2- Şamil Ansiklopedisi, Hizb Maddesi
3- Bediüzzaman, Mektubat, 8. Mektup’tan özet olarak
4- Bkz: Ziya Aydın, Bedenimizin Sinyalleri, Sızıntı, Aralık, 1999, s. 251, s.507. (Psikolog Kurt Singer’in incelemelerine dayanılarak kaleme alınan bu yazıda, psikolojik gerginliğin insan sağlığı üzerinde meydana getirdiği rahatsızlıklara dâir geniş bilgilere yer verilmiştir)
5- Nisâ, IV/1; Nahl, 16/ 71; Rûm, 30/21; Zümer, 39/6;Şûrâ, 42/11.
6- Kur’ân-ı Kerîm de Nisa süresinde “Ey insanlar O Allah’a karşı gelmekten sakının, korkun ve himayesine girin ki, O sizi bir nefisten yarattı ve eşini de ondan yarattı.” şeklinde meseleye temas ediyor. Arapçada dişiyi gösteren zamirler “Hâ” şeklinde; erkeğe ait zamirler “Hû” şeklindedir. Bunu aşağıdaki âyette açık olarak görmek mümkündür: “Sizi bir nefisten yarattı; eşinizi de ondan yarattı.” Bu ifade üzerinde biraz duralım. Demek ki, 1- Cenab-ı Hak evvelâ Hz. Havva’yı, zât-ı Âdem’den değil de mâhiyet-i Âdem’den yarattı. Çok dakik bir husustur bu... 2-Nefs-i Âdem, mâhiyet-i Âdem’den başkadır. Meselâ bir insanın, “zâtı budur, boyu şu kadar, kilosu bu kadar, edası şöyledir” denilir. Bir de onun mahiyeti, iç ve dış âlemi, düşünceleri, Allah’a yakınlık ve uzaklığı vardır. Eğer bir insan esas benliği ile ele alınacaksa, ikinci şıkkı, yani mâhiyetiyle ele alınacaktır. Aslında öbür yanı, sırf bir iskelettir. Şimdi bu mânâdaki bir insan, benliği ve nefsi itibariyle başka, cesedi itibariyle başkadır. Kur’ân-ı Kerîm Hz. Havva’nın hilkatini ele alırken: “minha” sözüyle “o nefisten” diyor; Âdem’den değil.(Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler, İzmir 1998, II, 158.
7- Bkz: Bediüzzaman, Lemalar, 88
8- Prof. Dr. Muammer Kaya, http://www.netyorum.com/Sayı:140
9- Ebu Dâvud, Talâk 1, Edeb 135
10- Müslim, Nikâh 123; Ebu Dâvud, Edeb 37
11- Buhâri, Ezan 36; Zekât 16, Rikâk; 24, Hudûd 19; Müslim 91; Tirmizi, Zühd, 53
12- Tirmizi, Birr, 36
13- Münziri, et-Tergib ve’t-Terhib

alıntı>Dr. Saim Arı
Ekleme Tarihi: 27.03.2008 - 13:07
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Nişanlı Kızlar Amannn Dikkat…! (Baylar dahil)
feuille morte su an offline feuille morte  
Nişanlı Kızlar Amannn Dikkat…! (Baylar dahil)
15 Mesaj -
Nişanlı Kızlar Amannn Dikkat…!


…daha fazla dayanamayacağım… bu konuda bir şeyler söylemem gerekiyor…


Nişanlı kızlar…! Amannn dikkat…! Lütfen dikkat…!





Biliyorum… bir zamanlar "gelin"ine eziyet eden, "oğlunun hayat arkadaşı" şeklinde algılamayıp, kendi ev işlerini yaptırmaya çalışan kayınvalideler vardı… günümüzde de olduğunu biliyoruz…


…ama… birilerinin hayatı… birilerinin tecrübeleri… birilerinin olumsuz hayat koşulları lütfen sizleri etkilemesin…!


"Bacağı baştan ayrılacak kedi yok…!" yani demek istiyorum ki, "kedinin bacağını baştan ayıracaksın(!)" gibi bir mantıkla "evlilik yolculuğu"na çıkarsanız yolda kalırsınız…!





İnanılır gibi değil…! şimdi de böyle kızlar türedi…! nişanlandığı gencin burnundan getiren… olmadık isteklerde bulunan… olmadık biçimlerde kaprisler yapan… kendisini -sanki hayatının devamında sürekli yapacakmış gibi- lüks lokantalarda ağırlatmaya çalışan… ne kadar para harcatırsa o kadar kıymetli olacağını zanneden… ne kadar yoğun isteklerde bulunursa, o kadar çok değer göreceğini hisseden genç kızların sayısında artışlar oldu…


Hiç onaylamadığımız, "eziyet eden kayınvalide" zeminine karşın, böyle bir gelişmeye seyirci kalmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum bir yandan… ama geçmişte yapılan bir yanlışlığı, gelecekte yapacağımız yeni yanlışlıklarla düzeltemeyiz ki…


Yani; "…zamanında benim annem kayınvalidesinden çok çekmiş… ben kendi kayınvalideme böyle fırsat vermeyeyim!" "…erkek milleti kadınların kıymetini bilmez! Ne kadar çok kapris ve naz yaparsam o kadar değerli olurum!" şeklinde bir yapıyla "evlilik" kuramazsınız…


Savaşa gider gibi… kılıç kalkan kuşanır gibi yola çıkılmaz…! Tabi bir evlilik yolculuğuna çıkmak istiyorsanız…?


Öyle garip şeyler duyuyorum ki… kızmaktan kendimi alamıyorum… gecenin bir yarısında nişanlısını arayıp, İstanbul gibi bir ilde, bir uçtan öbür uca dondurma istemek gibi… "canım çok dondurma istiyor, bana hemen alıp gelir misin?" gibi garip istekler… her dışarı çıktığında aşırı lüks yerlerde yemek yemeyi talep etmek gibi…


Sevgili genç kızlar…! Evleneceğiniz insanın size olan sevgisini ve ilgisini ölçmek(!) için bu gibi yöntemlere başvuruyorsanız yanlış yapıyorsunuz… hatta bir adım öncesine gitmekte yarar var psikolojik açıdan… ÖLÇMEK zorunda olduğunuz bir ilişki, ilişki bile değildir ki… ölçmek zorundaysanız… üstelik ölçmeye çalıştığınız malzemeler sizin kendi iç malzemeleriniz değil de çevreden birilerinin size dayattıkları şeklindeyse daha fazla hata yaparsınız…


Evet… nişan dönemi, gençlerin karşılıklı olarak birbirini tanıma dönemidir. Evlilikle sonuçlanması da gerekmez. Çünkü illaki evlilikle sonuçlanacaksa niye yıldırım nikahı yapılmıyor değil mi? gençler önce nişanlanıyor… çünkü acaba bu iki insan uyumlu mu?... acaba bu iki insan aynı evi paylaşarak bir ömür boyu birlikte yaşayabilirler mi…? acaba bu iki insan farklı olanla birlikte yaşamayı başarabilecek mi…? acaba bu iki insan zaman içinde birbirini tanımaya başladıkça soğuyacaklar mı…? acaba bu iki insan, kişilik yapıları açısından birbirine oturabilecek mi…? vs… vs…


…bu ve benzeri türden birçok nedenden dolayı önce nişanlanılır… sonra her şey uyumlu görünüyorsa ve gençler birbirini itmiyorsa evlenirler…


Bu süre zarfında birbirinizi tanımak için çeşitli denemeler yapmanız elbette normal… ancak deneme malzemeleriniz sizin kendi içinizden çıkmalı… onun bunun söylediği şeyleri denemeye kalkarsanız, kurulmamış evliliğinizi şimdiden baltalamış olursunuz… kendi duygularınızı, kendi seçimlerinizi, kendi yapısal bütünlüğünüzü algılamaya çalışmalısınız…


…yoksa… istanbul'un bir ucundan öbür ucuna dondurma getirterek… kendinizi abartı rakamlı mekanlarda ağırlatarak birbirinizi tanıyamazsınız… haa başka bir açıdan bu durumda da bir tanıma olur elbet… ama kendinizi ne şekilde tanıtmış olacağınızı söylemeyeyim isterseniz… yoksa bana kızarsınız…!





Demek istiyorum ki… nişanlı kızlar lütfen dikkat…


Evlenmek istiyorsanız, evleneceğiniz gence dayatma psikolojik işkenceler(!) yapmayın… ilişki böyle başlarsa, ileriki yıllar için tüm saygınlığınızı yitirirsiniz bence… çünkü karşı tarafta "iç öfke" oluşturan her talebiniz, evlilik tarihinizden itibaren yol, su, elektrik olarak size geri dönecektir...!


…sizi annenizin evine geri gönderecek bir YOL…


…hayatınızı yaşanmaz hale getirecek SU'lu bir algılama biçimi…


…ve ortamda sürekli hissedeceğiniz… sizi bir türlü sevgi dolu bir aile kurumu haline getiremeyecek düzeyde ELEKTRİK yüklü bir gerilim…





Yazılanların tamamı nişanlı beyler için de geçerlidir… karşı tarafa sıkıntı yaşatarak… kaprisler yaparak… naz adı altında uygulanan sinir bozucu tavırlar takınarak evliliğe başlanmaz… hatta bu tür davranışlarla hiçbir şeye başlanmaz… değil evlilik yolculuğuna çıkmak, bu mantaliteyle market alışverişine bile gidilmez…


İlgilenen tüm genç arkadaşlara iletmiş olayım… sizlerden gelen mailleri okuyunca, yazılanlara inanamıyorum… kızlar aman dikkat… lütfen kendi hayatınızı, kendi ellerinizle olumsuz noktalara taşımayın…


Erkeğin değer vermesi için bu tür yöntemlere başvurmanıza gerek yok… aklı başında… sağlıklı… makul… ve kişiliği oturmuş bir insanla yola çıkmanız yeterli… diğerleri kendiliğinden gelir…


Sevgiyle kalın…

mehtapkayaoglu
(Dn.Psikolog&Psikoterapist)
Ekleme Tarihi: 24.03.2008 - 13:03
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Mükemmel Değiliz… Hiçbirimiz…!
feuille morte su an offline feuille morte  
Mükemmel Değiliz… Hiçbirimiz…!
15 Mesaj -



Bu mesaj 1 kez ve en son feuille morte tarafından 12.04.2008 - 11:02 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 21.03.2008 - 10:32
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon cocuklarda kekemelik....
feuille morte su an offline feuille morte  
Kekeme çocuklar…!
15 Mesaj -
Allah Razı OlsunSHaDeeD kardeşim, Mehtap ablamdan bir makale ile katkı sağlıyalım bu güzel konuya.

Sınıf öğretmeni bir okuyucumuzdan soru gelmiş. Sınıfında kekeme bir öğrencisi olduğu ve ona nasıl yardımcı olabileceği konusunda. Tüm öğretmenlerin işine yaraması açısından soruya buradan cevap vermek istedim.

Öncelikle kekemelik sorunu olan öğrencinizin ailesini, bir uzman yardımı almaları konusunda uyarın. Doğru yardım için, doğru ve sağlıklı yönlendirme yapmanız gerektiğini hatırlattıktan sonra, sınıfta sizin neler yapabileceğinizi sıralamaya başlayayım.

Öncelikle çocuğu “kekeme” diye adlandırmayın. Sınıftaki diğer öğrencilerin de benzer adlandırmalarına izin vermeyin.

Konuşurken acele etmemesini söyleyin. Onu dinlemek için yeterince zamanınız olduğunu bilmesi önemli. Aksi halde acele eder ve dilediği hızla konuşamayınca kaygılanır. Kaygılanınca da daha çok kekelemeye başlar.

Çocuğun konuşma şekline aşırı titizlik göstermeyin. Bazı insanlar yardımcı olacağım diye, dinlerken fazla titiz davranıyor ve çocuğun daha da gerilmesine vesile olabiliyor. Diğer çocukları dinlerken nasıl rahat bir edayla dinliyorsanız aynen öyle dinleyin.

Tahtaya kalktığında, ödev kontrolünde ona karşı katı disiplin uygulamamaya dikkat edin. Sıkı kontrol ve ani kızmalar kekelemeyi artırır.

Çocukla konuşurken, onun gözlerine bakın. Dudaklarına bakmayın. Rahatsız olur ve konuşması iyice sıkıntıya girer.

Mümkünse sevgi ve şefkatinizi ondan eksik etmeyin. Arada sırada yanağını sıkın, öpün. Size karşı kendisini iyi hissederse daha rahat konuşur.

Çocuk sınıfta yokken, olası alay ve benzeri hoş olmayan durumları engellemek için diğer öğrencilerinizle konuşun. Arkadaşlarının konuşma zorluğu olduğunu ve bu konuda hep birlikte ona yardım etmeniz gerektiği konusunda bilgilendirin.

Ezber ödevlerinde veya tahtada yazı okutmalarda kısa yazılar tercih edin. Fazla uzun olursa kaygılanır. Bir çırpıda okuyabileceği yazılar onu rahatlatır.

Sınıfta koro halinde çalışmalar yaptırın. Koro okumalar, koro şarkılar çok işine yarar.

Kekeme olsun olmasın, hiçbir öğrencinizin kusurlarını, başkalarının yanında dillendirmeyin.

Başarılı olduğu, kendisini rahat hissederek yaptığı çalışmalara dikkat kesilin ve bu tür faaliyetlerin sayısını artırmaya çalışın.

Kekelemeden konuşup yazı okuduğunda “Aferin kekelemedin” gibi bir söz söylemeyin sakın. Çünkü dikkatini konuşmasına çekip, bir sonraki adımda kekelemesine vesile olursunuz. Sadece “Aferin… çok iyi…” gibi geribildirimde bulunmanız yeterli olacaktır.

Çocuğun söyleyemediği kelimeleri onun yerine tamamlamayın. Bırakın kendisi tamamlasın. Beklerken de sevimli ve sabırlı olun.



Yazdıklarım daha ziyade sınıf ortamında bir öğretmenin yapabilecekleri. Bunların dışında evde anne/babalara düşen doğru davranışlar da var. Farklı bir zamanda onları yazmak için bir bahane olur nasılsa sevgili okurlar…

Sevgiyle kalın…
Mehtap Kayaoğlu
(Psikolog&Psikoterapist)
Ekleme Tarihi: 10.03.2008 - 12:32
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: “Özgüven” Güvensizlik Yapmaya Başladı…!
feuille morte su an offline feuille morte  
“Özgüven” Güvensizlik Yapmaya Başladı…!
15 Mesaj -
Bir “özgüven” kavramıdır aldı başını gidiyor…! Gidiyor ama ardında ciddi bir “güvensizlik” oluşturarak uzaklaşıyor.

Gençler, ergenler, orta yaştaki insanlar, okumuşlar/okumamışlar, üniversite mezunu veya değil hiç fark etmiyor… herkes özgüven sorunu yaşadığını söylüyor.

“…kendime güvenim yok…”
“…yaptığım hiçbir şeyden emin değilim…”
“…herkes yaptıklarıma bir bahane uyduracak sanıyorum…”
“…kendimi ifade edemiyorum…”
“…yapmak istediğim hiçbir şeyi beceremiyorum…”
“…yanlış şeyler yaptığımı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum…”…vs. şeklinde birçok söylem.

Aslına bakarsanız özgüven herkes için gereklidir.
Yaşamak için…
yemek için…
çalışmak için…
koşmak için…
başımızı göğe kaldırıp, gökyüzünde uçuşan kuşlara bakmak için…
sevdiğimize, ona olan duygularımızı açmak için…
patronumuzdan hafta sonu izin istemek için…
öğretmenimize, yapamadığımız ödevin gerekçelerini açıklamak için…
annemize, dağıttığımız odayı, en kısa zamanda toplayabileceğimizi söylemek için…
akşam eve yorgun argın gelen babamıza, onu ne kadar çok sevdiğimizi söylemek için…
alışveriş yapmaya gittiğimiz markette, uğradığımız haksızlığı dile getirmek için…
üzerimize atılan bir iftirada, kendimizi temize çıkarmak gibi bir sorumluluğumuzun olmadığını bilip, iftirayı atanların bu iftirayı belgelemelerini talep edebilmek için…
başörtümüzden dolayı bizimle alay edenlere, aslında alay edilecek kişilerin kendileri gibi düşünen kişiler olduklarını hatırlatabilmek için… vs.

Yazılanları okuyup da “Ee iyi de bunlar bende zaten var… ama ben yine de kendime güvenemiyorum. Bende özgüven sorunu var…” diyorsanız lütfen okumaya devam edin.

Dikkatimi çekiyor, kendisinde özgüven olmadığını dile getiren kişiler, aslında aynı şeyleri söylemiyorlar. Yani kimi okula gitmekten rahatsız, kimi eve gelen misafirlerine ikram yapamamaktan… kimi kayınvalidesinin haksızlıklarına göğüs gerememekten rahatsız kimi kocasının hakaretlerine cevap verememekten…
…herkes bir şeylerden şikayet ediyor ama temelde yapabildikleri farklı başarıları görmüyor.
Eşinden yana ezilen bayan, komşularla ilişkide iyi olduğunu göremiyor çoğu zaman…
…kız kardeşiyle çatışmaları olan bayan, okulda öğrencileriyle kurduğu olumlu diyalogdan habersiz…
…patronunun aşırı isteklerinden rahatsız olup bir türlü dile getiremeyen beyefendi, vakıf toplantılarında inanılmaz başarılı işler yapıyor…
…tıp fakültesinde veya mühendislik fakültesinde okuduğu halde, özgüven sorunu yaşadığını söyleyen genç, arkadaşlarıyla kurduğu iyi ilişkilerin farkında değil…
…sorun ne…??
Bana göre sorun şu… etrafta bir “özgüven sorunum var…!” furyasıdır almış başını gidiyor. Önüme çıkan herkeste özgüven sorunu var…! Sanki tüm yurtta kendine güvenen bir Allah’ın kulu kalmamış gibi…
Oysa… sevgili okurlar… herhangi bir alanda kendinize güvenememeniz, falanca konuda ne yapacağınız konusunda şaşkınlık yaşamanız, belirlenen bir tarihte yetiştirilecek işler için koştururken bocalama yaşamanız, sizde özgüven sorunu olduğu anlamına gelmez.
Hayat içinde kendinize olan güveninizi sarsacak engeller vardır. Ama bu engeller aşıldığında, üstesinden geldiğinizde hayatın bir de bakarsınız ki işler yoluna girmiş. O nedenle altını çizerek tekrar söyleyeyim ki, sürekli özgüven sorununuzun olduğunu söyleyip durmanız, bu konuya vurgu yapmanız sizi yıpratır. Belirli bir alanda varolan sorun, farklı alanlara da kayar.

Örneğin; diyelim ki araba kullanma konusunda kendinize yeterince güvenemiyorsanız, “Bende özgüven sorunu var… bir arabayı bile kullanamıyorum… millet ne güzel kullanıyor… kahretsin! Ben ne zaman özgüvenimi kazanıp da bu işi halledeceğim…” diye kendinizi kahretmenize gerek yok ki… ne olmuş yani bir arabayı kullanamıyorsanız. Eminim ki sizin de yaptığınız işleri yapamayan başka kişiler vardır. Hem “yeryüzüne gönderilen kişiler mutlaka araba kullanmayı da öğrenecekler” diye bir kural yok ki… kimileri kullanır, kimileri kullanamaz… burada geliştirmeniz gereken düşünce aynen şu olmalı… “Denedim, araba kullanmayı bir türlü öğrenemedim. Demek ki benim bu konudaki yeteneklerim tam olarak gelişmemiş. Belki tekrar denerim… olmazsa? Aman ne yapayım canım… olmazsa olmaz…”

Bana göre sizi rahatlatacak en güzel stil böyle bir şey olmalı. Çünkü herkesin her şeyi aynı anda ve aynı düzeyde yapabilmesi mümkün değil. Birileri ekrana çıkar program yapar, birileri aynı cesareti kendisinde bulup da yapamaz… ama ekrana çıkan kişinin yapamadığı ve cesaret bile edemediği bir faaliyeti de, ekran fobisi olan kişi kolaylıkla yapabilir.
Yakın bir arkadaşımdan biliyorum… benim her sabah ekranda canlı yayında hiç heyecanlanmadan nasıl da yayın yaptığıma şaşırıp duruyor..! Ve onu ekrana çıkaramıyorum canlı yayın konuğu olarak… ama gelin görün ki benim rüyamda bile görmeye cesaret edemediğim bir faaliyeti korkusuzca yapıyor. Uçaktan paraşütle atlıyor… şimdi bu durumda hangimizde özgüven sorunu var sizce? Ekrana çıkamayan arkadaşımda mı…? yoksa paraşütle atlayamayan bende mi…?

Engelleri kaldırdığınızda, kendisine güvenen kişiler olduğunuz göreceksiniz. Nedir bu engeller…? Hemen sıralayayım:
Öncelikle utanma duygusu sizlere geri adım attırır. Tedirgin olan ve çekinen kişiler, zaten heyecanlandıkları bir işi yaparken, herkesin kendilerini izlediğini ve sürekli kendilerine eleştirel gözlerle bakıldığını zannederler. Tam da bu nedenle izlendiğiniz duygusundan kurtulmaya çalışın.
Kendisini beğenen, kibirli insanlarla kendinizi karıştırmayın. Çünkü birçok kereler etrafınızda gördüğünüz ve “Vayy be adamdaki kendine güvene bak… kimseye laf bile söyletmiyor…” diye imrendiğiniz insanların, aslında gizli kibirliler olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Çünkü özgüven dışardan bakınca löp diye anlaşılmaz. Kişi bağırıp çağırıyorsa, bir restoranda ortalığı karıştırarak hakkını aradığını iddia ediyorsa, biz bunun adına “kendine güven” değil, “görgüsüzlük” ya da “edepsizlik” diyoruz. Kendine güveni olan insanlar genelde sakindir. Bağırıp çağırmaya ihtiyaçları yoktur. Bir işi güzellikle düzeltebileceklerse düzeleceğine inanırlar. Yok olmuyorsa, karşılarındaki insanların durumuna düşmemek için “kötülüğü, iyilikle savıyorlar”…
Kendine güvenin en tipik düşmanı, başaramama korkusudur. Her şeyi başarmak zorunda olmadığınızı düşünmeye başlayın bence. Çünkü her el attığımız durumda illaki başaracağız, aksi halde olmaz gibi bir mantık geliştirirsek, korkak insanlar olur çıkarız. Sonuca kendinizi kilitlerseniz, arada “emek harcadığınız sürecin güzellikleri”ni kaçırırsınız. Ve o kadar uğraştıktan sonra “0 elde var 0” dersiniz. Başka bir oluşumda daha baştan, “sonunda kaybedeceksem ne gerek!” var dersiniz. Alın size güvensizlik… söylediğim gibi her şeyi başarmak zorunda değiliz. Ama uğraşmak zorundayız…
En sosyal engellerden birisi de alay edilme korkusu. Alay ederlerse diye başlarsak bir işe, daha adım atmadan da vazgeçeriz. Alay edicilerin alayından, kınayıcıların kınamalarından korkmamalıyız. Onlar zaten bilseler, ilerde başlarına ne işler alıyorlar, öyle kınamalar da yapmazlar ama… bizler müslümanız ve biliyoruz ki, alay edicilerin alayları, onların kendi ayaklarına dolanacak… o halde? Devam…
Güven sorunu yaşayan kişilerin ortak bir özellikleri de “incitilmeye karşı” aşırı duyarlılık. Hemen her şeye inciniyorlar. Birisi bir laf söylese geri adım atıyorlar. Günlerce üzülüyorlar… yeniden farklı bir duruma el atamıyorlar… birilerinin söylediği sözleri aşırı derecede ciddiye alıyorlar. Oysa istekleriniz ve hedefleriniz doğrultusunda sizin engeliniz olmamalı. Birilerinin sözü, sazı, lafı…vs. sizi yıldırmamalı. Herkesin ağzından çıkacak tek bir kelimeyle yıkılıyor olmanız bence çok kötü. Kaldı ki Allah(cc) insanı gerçekten son derece donanımlı ve mükemmel yaratmış. Her türlü sıkıntı ve zorlukla baş edebilecek düzeyde var etmiş. Neden yaratılıştaki özümüze uygun hareket etmeyelim ki…?
Yaptığınız her işi herkese beğendirmek zorunda değilsiniz. Üstelik istediğiniz kadar uğraşın, ne yaparsanız yapın birileri beğeniyor, birileri beğenmiyor. O nedenle ana hedef herkesin onaylayıp beğenmesi olmamalı. Ana amaç toplumsal ve ailesel ilişkiler bağlamında sakıncaları olmadıktan sonra, sizin kendiniz için uygun olduğuna inandığınız, içinize sinen şeyler yapmanız olmalı. Hayat sizin hayatınız… onu başkalarının keyfine göre yaşamak… zor olsa gerek… ve üzücü…
Son olarak bir şey daha vurgulansın sizler için sevgili okurlar… önemli olan adım atmanız… harekete geçmeniz… sonucun ne olduğunu kimse bilemez… her adımın sonunda bir “risk” vardır… illaki beklediğiniz sonuçlara ulaşamayabilirsiniz. Ama ulaştığınız her sonuç, sizin tecrübe hanenize yazılacaktır. Bence bu da sonuçların en güzelidir zaten…

Sevgiyle kalın…
Mehtap Kayaoğlu
(Psikolog&Psikoterapist)
Ekleme Tarihi: 03.03.2008 - 12:45
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Herkes “Baba” Olamaz Ki…!
feuille morte su an offline feuille morte  
Herkes “Baba” Olamaz Ki…!
15 Mesaj -
Herkes baba olamaz ki…!

…her erkek bir iş sahibi olabilir..! Az-çok demeden, evini geçindirebilecek kadar para kazanabilir.
Arkadaşları olabilir… kendisine güvenen… kendisinin de onlara güvendiği…
Akrabaları olabilir… hiç incitmediği… hiç ihmal etmediği…
Sözü sohbeti keyifli olabilir. Meslek hayatında da başarılı…
Kim varsa etrafında, kırmamak için, onlara “hayır” dememek için koşuşturabilir…
Akşama kadar birçok kişinin sıkıntısıyla uğraşabilir. İki lokma ekmek götürebilmek için evine, kendisini çok yorabilir…
Sosyal ortamlarda, sosyal aktivitelerde bol bol faaliyet yapabilir…
Sevdiği takımın hiçbir maçını kaçırmayabilir… alınan yenilgiler için günlerce kafa yorabilir…
Evlatlarının geleceği için türlü yatırımlar yapabilir…
Onlara her şeyin en iyisini, en kalitesini almak için kendisini paralayabilir…
Özel okullara yollayabilir… özel hocalar tutabilir…
Çocuklarına nasihat etmek için “Aferin… akıllı ol… benim gibi sıkıntı çekme… çalış, adam ol… ezdirme kendini” diyebilir…
…vs…vs…
Her erkek bunların tümünü yapabilir…
…ama her erkek “Baba” olamaz ki…!

Çünkü tüm bu saydıklarım erkekleri “BABA” yapmaz ki…!

Küçük bir erkek çocuğundan gelmiş geçen gün bir soru… Diyor ki mailinde “Mehtap Ablacım… ben sizi hergün izliyorum… siz küçükken sizin babanız da benim babam gibi eve az mı geliyordu…?”

Düşündüm… babamı düşündüm… kendimi düşündüm… bu minik kalbin parmaklarından dökülen satırları düşündüm.

Ne olabilirdi dokuz yaşında bir erkek çocuğuna bunu söyleten? Babasına hasret, ama bir o kadar da babasıyla bir olmak istemesini, yaşamın kaygan zemininde harekete geçiren…

Baba olmak nasıl bir şey biliyor musunuz sevgili okurlar…?

Baba olmak, dibi azgın sularla dolu bir göl üzerinde, soğuk havaların da etkisiyle buz tutmuş bir kaygan zeminde, düşüp başını çarpmayacak kadar başarılı bir koşucu… buzu kırmamayı başaracak kadar hassas hareketlerle yürümeyi bilen bir dengeleyici… ve tüm bu koşuşturmaların arasında da elindeki kendisine emanet edilmiş minik kalplere, babalığın nasıl bir şey olduğunu yaşatabilecek ve onları hayata güvenle hazırlayabilecek kadar donanımlı olabilmeyi başarmaktır.
Öyle bir hayat ki… sizi azgın sularda boğulmadan yaşamanın bir yolunu bulmaya zorluyor… tüm bu zorlantıların arasında da olan çocuklarımıza oluyor.


Çocuklar için baba, bilinçaltı süreçleri açısından ve terapötik bir dille söylemem gerekirse “KAHRAMAN”dır. Bilinçaltının gizli kahramanları babalarımızdır.

Baba yanımızdaysa, korkmayız…
Baba yanımızdaysa güvendeyiz…
Peki ya baba yanımızda değilse…?

Babanın olmadığı yerlerde anneler devreye giriyor sevgili beyler…!
“Canım yabancı değil ya… o da annesi… benim yerime ilgilensin…” diyerek kendinizi kurtaramazsınız. Çünkü annenin karşıladığı duygusal beslemeyle, babanın karşıladığı duygusal beslemeler son derece farklı.

Baba, “özgüven, güç, kuvvet, yaşam karşısında güçlü olma” duygularını beslerken; anneler “merhamet, vicdan” duygularının oluşmasına neden oluyor.

Baba ilişkisi yeterince gelişmemiş çocuklarda özgüven sorunuyla karşılaşırken; annesiyle yeterince duygusal ilişki geliştirememiş çocuklarda da merhamet duygularıyla ilgili zorlantılar olduğunu görürüz.

Babanın duygusal ilişki kurmadığı, konuşmadığı, sohbet etmediği, evladıyla yakın ve sıcak iletişim kurmadığı durumlarda, babayla yeterince muhatap olamayan çocuklarda, anneden gelen duygular ağır basmaya başlar.

Size garip gelebilir ama hiç dikkat ettiniz mi? önceden sokakta kavga eden çocuklar, birbirlerini tehdit ederken: “Seni babama söylüyceemmmm…” derlerdi.
Son dönemlerde bu sözün yerini ne aldı…? Evet bildiniz…
“Seni anneme söylüyycemmm…”

Özellikle erkek çocuklar için “anneye söyleme” durumu bence tehlikeli.

Neden…?
Birincisi; babanın, yaşamın bir parçası olmamasına işaret eder.
İkincisi; erkek çocuğun, baba figürüyle yeterince muhatap olmamasından dolayı, yani özdeşim kuracağı, benzemeye çalışacağı bir yakın baba ilişkisi olmamasından dolayı, anneyi “benzeme nesnesi” olarak kullanmaya başlaması anlamına gelir.

…ne demek bu “anneyi benzeme nesnesi olarak görmeye başlaması” durumu?

Annelere benzeyen erkek çocukların çoğalması demek…! Bu tehlikeli sevgili babalar.

Dikkat ediyor musunuz?
Son on yıldır duygusal, her şeye ağlayan, olaylar karşısında aşırı duygusal tepkiler veren delikanlıların sayısında çoğalma oldu. Üniversite öğrencisi genç erkekler, kendilerini “ben çok duygusalım” diye tanımlamaya başladı. Halbuki bu özellik, aynı yaştaki kız çocuklarına özgü bir tavırdır. Herhangi bir zorluk olduğunda genel beklenti kızların üzülüp ağlaması; erkeklerin de ağlayan insanları teselli etmesidir. Ya da olaya daha sağduyulu, daha akılcı bir çerçeveden bakmasıdır.

Ne oldu da işler bu noktaya dayandı?

Çok basit… babalar, “baba” olamadılar…

Babalar, erkek evlatlarına ve kız evlatlarına yeterince yakın davranmadılar.

Babalar, para kazanmanın, onların fiziksel ihtiyaçlarını doyurmanın asli görevleri olduğu duygusunu üzerlerinden atamadılar.

Babalar, çocuklarının, kendileri için kazanacakları paradan daha çok, baba ilişkisine, babanın sarılıp öpmesine, babayla oturup uzun sohbetler yapılmasına ihtiyaç duyduklarını bir türlü göremediler.

Ve… ve… yaşam koşulları ağırlaştıkça… evlerdeki paraya endeksli ihtiyaçlar arttıkça… babaların daha fazla çalışıp daha fazla para kazanmaları gerekti… ve bu madde, bu materyal, bu fiziksel ihtiyaca dayalı malzeme, onların “varlıklarının” yerini almaya başladı…

Oysa… oysa çocukların paraya değil babaya ihtiyaçları var. Mutsuz ve yeterince oturmamış bir sığ ilişkide, çocuğunuza en pahalısından bilgisayar alırsınız… yine de mutlu edemezsiniz…

…ama duygu yüklü, koruyan, gözeten, kuşatan, destekleyen, dengeleyen, sıcacık bir baba-evlat ilişkisinde, sizinle oynayacağı on dakika saklambaç, oturup sohbet edeceği saatler, dünyanın en güzel hediyesidir de haberiniz bile yoktur…!

Sevgili babalar… siz para kazanmak için evden uzaklaştıkça… herhangi bir takımın maçına ayırdığınız zaman kadar bile evlatlarınıza zaman ayırmadıkça ne oluyor biliyor musunuz?

Özetle söyleyeyim…

Duygusal ilişki kurup, besleme yapmadığınız kızlarınız, olmadık adamlarla evlenmeye kalkıyorlar. Çünkü kendilerine en yakın olan erkekle yeterince duygusal bir doyum gerçekleşmediği için, saçının telini bile vermeyeceğiniz tür adamlarla ilişki yaşamaya kalkıyorlar.

Oğullarınıza gelince… oğullarınız… oğullarınız erkek gibi davranmayı öğrenemiyorlar. Sürekli kadınlarla muhatap olmaktan, kadınların gittikleri çay poğaça toplantılarına katılmaktan, kadınların sohbetlerini dinlemekten, kadınların tepkilerini izlemekten, kadınlar gibi düşünüp, kadınlar gibi davranmaya başlıyorlar.

Unutmayın ne olur… erkek davranışlarıyla kadın davranışları birbirinden farklıdır. Ani bir durum ve olaya, kadının verdiği tepkiyle erkeğin verdiği tepki kesinlikle birbirinden farklıdır.

Sonuçta kız/erkek fark etmez, her ikisi de özgüven sahibi olmayı, çabalamayı, hayata sağlıklı gözlerle bakmayı, duyguların basıncından uzak akılcı düşünmeyi babadan öğrenirler…

Onlara “öğretebilecek baba”ları varsa tabii…

Sevgiyle kalın…

Mehtap Kayaoğlu
Ekleme Tarihi: 29.02.2008 - 10:13
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Aşk Mı Sevgi Mi…?
feuille morte su an offline feuille morte  
Aşk Mı Sevgi Mi…?
15 Mesaj -
Gelen maillere bakılırsa özellikle genç arkadaşlar arasında kafa karıştıran bir süreç başladı. Aşk mailleri, karşılıksız aşk sıkıntıları, aşık olamamanın verdiği ruhsal zorluklara işaret eden mailler.

…aşkı öne çeken… ve maalesef “sevgiyi unutan” mailler…!

Haklı olarak zihnimden “aşk mı”, “sevgi mi” gibi bir sorgulama geçti bu soruları okuduğumda. Ve ikisi arasındaki farkları yazsak, acaba birilerinin işine yarar mı diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi.


Sevgili okuyucular… hemen girişte belirteyim ki sevgi, aşktan üstündür. Hem insani hem de psikolojik süreçler açısından bakıldığında sevgi üstündür. Nasıl mı? Hemen sıralayayım (ki bu sıralama Ali Şeraiti’nin bir eserinde okuduğum ve insan psikolojisinin bilinçaltı süreçlerine uygunluğu nedeniyle beynime kazılan, kelime kelime zihnime yazılan bir değerlendirmedir. Yaşayan bir Kur’an olarak bilinen Sosyolog Ali Şeriati, insan psikolojisinin derinliklerine dair yaptığı tanımlamalarla hayatımda önemli bir yere sahiptir);

Aşk , insanın gözlerini kör eden bir heyecan hali, karşımızdaki kişinin taşıdığı özellikleri görmezlikten kaynaklanan bir bağdır… Sevgi, bilinçli bir görmenin, apaçık tanımanın getirisi olan kutsal bir süreçtir.

Aşk , içgüdüsel ihtiyaçlardan meydana gelen, kişinin kendi benlik sınırlarını, karşısındaki kişinin benlik sınırları içinde erimesine izin verdiği, karşısındaki kişinin benliğinde yok olup gittiği sürecin adıdır. Oysa sevgi, ruhun içinden doğar, seven insanları yok etmekten ziyade, ikisinden daha yüce bir yükselişin oluşmasını sağlar.

Aşk, tek yönlü bir heyecan halidir. Aşık olunanın kim olduğu önemli değildir. Uygun zaman ve zeminde, hiç uygun olmayan birisine kolaylıkla aşık olunur. Bir anlamda “kişinin öznel bir coşkusu”dur. Bu yüzden aşk, birçok kereler yanlışlıklar yapar. Evli üç çocuklu bir beyefendiyi, torunu yaşındaki kızlara aşık eder. Babasından göremediği ilgi merhameti, benzer yaşlardaki erkeklerde aratma ihtiyacı içinde herhangi birine kolaylıkla aşık edebilir. Aşktan kaynaklanan yıldırım parıltıları altında gözler kamaşır. Kişiler, gözlerinin önünde duran gerçekleri bir türlü göremezler. Ne zaman heyecan biter, yıldırımın parıltıları söner, o vakitten itibaren karşıdaki kişi yalın olarak görülür. Ve kişi aslında aşık olduğu şahsın kendisine uygun olmadığını anlayarak, gerçeklerle yüzleşmenin verdiği psikolojik sıkıntıları yaşamaya başlar.

Oysa sevgi… oysa sevgi zaten aydınlıkta var olur. İnsanlar birbirini tanımaya başladıktan sonra sevgi oluşur. Birbirinin durum ve yapısını bilen, karşısındaki kişiyi içinde bulunduğu gerçek süreçler içinde değerlendirebilen yapılanma belirir. Zaman içinde birbirlerine söyledikleri sözler, davranışlar ve konuşmalarla yakınlığın keyfi yaşanmaya başlanır. Onunla sohbet etmek, onun varlığında istifade etmek kaçınılmaz olur. Onun varlığının tatlı sarsıntısı yavaş yavaş devreye girer.

Aşk, insanı çılgın ve uç düşüncelere götürebilir. Kolaylıkla tutkuya dönüşür. Karşısındaki aşık olunan kişinin ne istediğinin, ne hissettiğinin bir önemi yoktur. Varsa yoksa kişinin kendi heyecanlarının tatmin edilmesinin çabasıdır. Sevgi, yavaş ve adım adım bir tırmanışın ifadesidir. Sevilen kişiyi anlamayı, onun ihtiyaç ve beklentilerine göre tavır değiştirmeyi içerir. Düşünce sistemini bozmaz.

Aşk, geçicidir. En fazla birkaç yıl içinde yatışır. Korundukça eskir. Sevgi, zamanla yenilenir… kalıcıdır… Sonsuz ve içtendir. Zaman içinde anlamı ve önemi artar. Sevilen kişiyi tüketmez, onun yaşam damarlarını muntazaman onarır. Gittikçe derinleşir ve artar. Zamana bağlı olarak kendisini tüketmez.

Aşk, insandaki basiret duygusunu, irade, kendini ve duygularını kontrol etme duygusunu alır. Sevgi, tam tersine verir.
Aşkta kalp öfkelenebilir. Şiddetli ve kaba duygular daha fazla öne çıkar. Aşkına karşılık vermeyen kişilere karşı aşırı hırçınlaşır. Sevgi, tatlı ve yumuşaktır. İncitmeye kıyamaz, ona kendisinden yana zarar gelmemesi için çabalar. Onu düşünür, zor duruma düşürmemek için yüksek bir enerjiyle uğraşır.

Aşk, sevgiliye egemenliktir. Sevgi, tam tersine sevilende yok olma sonsuzluğudur. Aşktaki yokluk, aşık olan kişinin, kişilik ve benlik sınırlarını yok etmesiyken, sevgide yokolma benlik sınırlarına zarar vermez. Onları korur… ve iki kişiden tek kişi oluşumuna vesile olur.

Aşk, tat aramaktır. Halbuki sevgi, sığınak aramaktır. Sevdiğiniz kişiyle aynı dili konuşmaktır.



Daha uzun bir kıyasla anlatılabilirdi elbet. Ama özetle söylemek gerekirse, aşk ve sevgi, insanda varolan duygulardır. Kimin kimi seveceği, kimin kime ne zaman aşık olacağı belli olmaz…! Önemli olan kendimiz için hangisini istediğimiz.

Aşk ve sevgi kıyası yapıldığında elbette sevgi daha öndedir. Daha kutsaldır… kalıcıdır… insanın aklını kendisinden almaz…

Ama son olarak belirtmek gerekir ki, aşk da çok basit bir durum değildir. Tasavvufta aşk okuyanlar da bilirler. İki günlük üç günlük ucuz çarpılmalara isim olarak verilecek kadar basit değildir. İkisi de insana özgü, ikisi de insani… ama son söz… kıyas yapılacaksa…! Elbette sevgi…!

sevgiyle kalın
Mehtap Kayaoğlu
(Dn.Psikolog&Psikoterapist)
Bana ulaşmak için: mehtapkayaoglu@hotmail.com
Ekleme Tarihi: 28.02.2008 - 08:03
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: İnternet Aşkları...!
feuille morte su an offline feuille morte  
İnternet Aşkları...!
15 Mesaj -
Sizlerden gelen maillere bakılırsa “İnternetten kurulan aşk ilişkileri” gündemde… ve bir çok kişinin kafası karışmış durumda sevgili okurlar. Dilerseniz bu konuda bazı açıklamalar yapayım.
İnternetin hayatımıza girmeye başlamasıyla birlikte, internet üzerinden “tanışmalar”, “görüşmeler, “flört etmeler” hatta “aşık olmalar” yoğun biçimde artış gösterdi. Pek çok kişi bu konuda sorular sormaya başladı. Sorular ortak bir çizgiden çıkıyormuş gibi görünse de, farklı zeminlerde cevaplanması gereken ayrıcalıklar içeriyor. İnternet üzerinden yaşanan aşkların aşağıdaki soru formuna cevap vermek istiyorum bugün:

“Mehtap Hanım… ben …yaşında bir beyim. İnternet üzerinden bir hanım ile tanıştım. Bu bayanı öyle sohbet odalarında veya orda burada tanımadım. Her ikimizde belirli yaşlara gelmiş, belirli konumlarda olan ve aklı başında insanlarız. Sıradan bir tanışma olmadı bizimki. Arkadaşlarımız aracılığıyla tanıştık ve karşılıklı görüşme imkanımız olmadığı için internet üzerinden arkadaşlığımızı ilerlettik.
Her şey yolundaydı internetle görüşürken. Aramızda evlilik konuşmaları bile yaptık. Lakin kısa bir süre önce karşılıklı geldik. Olanlar o zaman oldu. Konuştuğum bayan benden soğumaya başladı. İnternet üzerinde her şeyin yolunda olduğunu; ama karşı karşıya gelince bana bir türlü alışamadığını söylüyor. Şimdi ben ne yapacağım. Bu bayana aşık oldum ve onunla evlenmek istiyorum. Lütfen yol gösterin. Bu durum saçma değil mi? Evlenmeye karar vermiştik. Neden şimdi soğudu? Ne yapabilirim?”


“Bu durum saçma değil mi?” Düşünüyorum…! Bu durum saçma değil mi?
…bence değil… bence bu durum saçma değil… tam tersine neredeyse tam da olmasından hiç şüphe duymadığımız olağan bir süreç…!
Neden mi? Çok net bir anlatımla şöyle:

İnsanlar internet üzerinden iletişim kurduklarında, internet üzerinden ilişki geliştirdiklerinde, internet üzerinden birileriyle ilgilendiklerinde, internet üzerinden birilerine karşı hayranlık geliştirdiklerinde, internet üzerinden aşklar yaşadıklarında…vb. durumlarda bu tür zorluklarla karşılaşmak kaçınılmazdır.
Çünkü… çünkü insanlar arası iletişimin, insanlar arası ilişkinin temelini “gözler” sağlar. İletişimdeki en önemli organımız gözlerimizdir. Gözler, iletişim ağımızın neredeyse %80’ini karşılar sevgili okurlar. Göz teması, gözün gördükleri, gözlerden beynimize akış sağlayın iletişim ağı, olmazsa olmaz türünden bir araçtır hepimiz için.
İletişim ve göz arasındaki bağlantıyı anlamanın en iyi yollarından birisi, görme özürlülerin “ağır özür grubu” olarak adlandırılmalarıyla bile sembolize edilebilinir. Düşünün ki; tekerlekli sandalyede hareket özgürlüğü olmayan bir kişi, görme özürlü arkadaşına göre şanslı grupta kabul ediliyor. Neden? Çünkü gözleri görüyor. Görme özürlüler yürüyebildikleri, koşabildikleri, konuşabildikleri ve diledikleri yere kimseye ihtiyacı olmadan gidebildikleri halde, ağır özür grubu içinde yer alıyorlar. Buradaki temel hareket noktası, ağırlıklı iletişim organlarının, yani gözlerinin ellerinde olmamasıdır.

Demek ki görmek, insanların birbirini tanıması, anlaması, özümsemesi, birbirlerini sindirmesi için son derece önemli bir süreç. Tam da bu nedenle görmeyen kişiler için hayat daha kaygılıdır. Görmeyen insanlar daha gergindir. Görmeyen insanlar, diğer insanlara karşı daha güvensiz davranabilir.
Tüm bunların internet aşklarıyla ne ilgisi var…?
Çok yakın bir ilgisi var sevgili okurlar…!
İnternet ilişkilerinde temel malzememiz klavyemiz ve tuşlarımız… iletişimin en önemli organı devrede yok… yani %80’lik yanımızı dışarıda bırakarak, geri kalan %20 tanıma payı ile karşımızdaki kişinin samimiyetini algılamaya ve hissetmeye çalışıyoruz.
…samimiyeti algılamaya ve hissetmeye çalışıyoruz da ne oluyor? Karşımızdaki kişinin %20’lık kısmına vakıf olabiliyoruz ancak…!
…peki %80’lık kısmı ne oluyor?

O kısmını bizim beynimiz kendisi dolduruyor.
Evet sevgili okurlar… tuşlarla kurulan iletişimde pek çok yan açıkta kalıyor ve… ve beyin geri kalan kısmını kendisi tamamlıyor.
Nasıl tamamlıyor peki…?

Tabii ki kendi istek ve beklentileri, kendi iç ihtiyaçları doğrultusunda tamamlıyor.


Beynin, karşıdaki kişiyi tanımaya çalışırken, kendi ihtiyaçlarından ve beklentilerinden yola çıkarak tamamlayıcı bir düzen içinde çalışması, son derece risklidir sevgili okurlar! Çünkü karşınızda, kendisi olan birini değil, tam da sizin olmasını istediğiniz kişi varmış gibi algılamaya başlarsınız.

Partneriniz, hoşunuza giden bir cümle söylediğinde, siz o cümleyi, hayalinizdeki eksiksiz ve muhteşem kişinin söylediğini düşünürsünüz. Ona eksikliği, noksanlığı, hatayı/yanlışı yakıştıramazsınız bile. Konuşmalarınız beyninizde köşe taşlarını oluşturur… boşlukları sizin hayalleriniz doldurur… tatlı bir cümleye, hoş bir ifadeye yakıştırılmış kusursuz bir insan tasarlamaya başlarsınız.

Ondan iyisi yoktur…! ondan anlayışlısı yeryüzüne gelmemiştir…! sizi ondan daha iyi kimse anlamıyordur…! o ve siz bir elmanın iki yarısı olmuşsunuzdur bile…!
Tüm bu rüya ne zaman sona erer…?
Evet bildiniz… büyük ihtimalle karşı karşıya geldiğinizde büyü bozulur. Zihninizde canlandırdığınız kişiden eser yoktur karşınızda. Sanki baktığınız, konuştuğunuz kişi o değildir. Oturması/kalkması, konuşması, yürümesi… hiçbir davranışı sizin istediğiniz veya beklediğiniz gibi çıkmamıştır. Hal böyle olunca da başlangıçtaki soruya uygun sonuçlar alınması da kaçınılmaz olur.

Dilerseniz özetleyeyim anlaşılması kolay olsun diye…
Soru neydi? İnternetteki aşkım beni görünce evlenmekten vazgeçti… bu saçma değil mi?

Cevap ne oldu? Yoo.. saçma değil… çünkü sizi hiç görmedi. Sizin bazı söz ve cümlelerinizden yola çıkarak beyninde, sizinle ilgili bir profil çizdi. O profilde eksik kalan yanları, hayalindeki erkek figürüne göre kendisi doldurdu. Sizinle karşı karşıya gelince de, “gerçek siz”le karşılaştı. Ama onun beynindeki siz ile gerçek siz arasında dağlar kadar fark vardı. Haklı olarak bu ikisinin aynı kişi olduğundan emin oluncaya kadar sizinle evlenmek istemeyecektir. Ona zaman tanımanız lazım… sanal olanla gerçek olanı aynı bedende birleştirebilsin diye…!

Sonuç ne olmalı? İnternet aşkı yaşayan herkesin kulağına küpe olsun… internetteki aşkınızın, gerçek hayattaki aşkınız olduğundan emin misiniz?
Aşık olduğunuz kişi, sizin beyninizde tasarladığınız, ihtiyaçlarınıza karşılık gelen sanal bir insandır yüksek ihtimalle… onu gerçek hayatınıza indirgemeden evlilik kararı almayın lütfen… onu görün… oturun… sohbet edin… birlikte bir şeyler yeyin… olay ve durumlar karşısında verdiği tepkilere şahit olun…
Aksi halde…? Aksi halde hayatınızın sonuna kadar pişman olacağınız tecrübelere şahit olursunuz…!


Mehtap Kayaoğlu
(Dn.Psikolog&Psikoterapist)
Bana ulaşmak için: mehtapkayaoglu@hotmail.com


Bu mesaj 1 kez ve en son feuille morte tarafından 03.03.2008 - 12:46 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 28.02.2008 - 07:48
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: No-Frost Buzdolabı Kocalar…!
feuille morte su an offline feuille morte  
No-Frost Buzdolabı Kocalar…!
15 Mesaj -


“…görmelisiniz Mehtap Hanım…! No-frost buzdolabı gibidir benim kocam…”

Gözleri yaşlarla dolu, elinde mendil iki göz iki çeşme bir bayan danışanımdı bu sözleri söyleyen.

“Hay Allah…” dedim içimden. O kadar üzgün ve bitkin görünüyordu ki… Otuz iki yaşında, 14 yıllık evli ve üç çocuk annesiydi. Ağlamaktan şişmiş gözleri ve elindeki mendille çekiştirdiği burnuna rağmen çok şirin görünen bir hanımefendiydi. Ve eşi için dile getirdiği ilginç tanımlama sırasında yüzünde tatlı bir tebessüm oluşmuştu.

Gözyaşlarına rağmen, bakışlarından süzülen gülümsemeyi fark edince esprili bir şeyler söylemek geldi içimden…
Ama önce: “Anlıyorum… sizin için zor olmalı…” diyebildim ancak.

“Evet…” dedi… “…zor olmaz mı? ne olur be adam bir gün olsun teşekkür et yaptıklarım için… bir gün olsun güzel bir söz söyle. Seni seviyorum de… bişey söyle… hiçbir Allah’ın günü elinde çiçek görmedim. Lütfen söyleyin Mehtap Hanım… Allah rızası için söyleyin… Ben çiçek hak edecek bir bayan değil miyim yoksa? Siz uzmansınız bilirsiniz. Ben çok kötü bir kadın mıyım da bir gece bile eline buket almadan eve geliyor…”
“…yo neden öyle olsun…! Da…en azından eve geliyor bari… Değil mi? başka yerlere de gidebilirdi…” dedim bayana espri yaptığımı anlatırcasına göz kırparak… Gülmeye başladı. Az önceki gözyaşlarının yerini, odanın içini dolduran kahkahalar aldı.

“…ya sormayın. Öyle ya eve gelmese ne yapardım değil mi?” diye göz kırparak cevap verdi.

“Sizin için ne yapmasını isterdiniz? Ne yapmış olsaydı, kendinizi değerli hissedecektiniz?” diye sordum daha ciddi bir tavırla.

“Akşamları benimle sohbet etsin. Birlikte bir yerlere gidelim. El ele tutuşup yürüyelim. Eve gelirken çiçek alsın. Yemek yedikten sonra ‘ellerine sağlık’ gibi şeyler söylesin. Derdini açsın bana. Hiçbir şeyini anlatmamasına sinir oluyorum. Hiçbir şey anlatmadığı gibi benim dertlerimi de dinlemiyor. Anlatmaya çalıştığımda da ‘aman sen de yaa… amma da takıyorsun kafayı böyle şeylere… takma… üzülme… bunlar kafa takılacak şeyler değil, basit meseleler…’ diyor. Deli oluyorum. Romantik olmasını istiyorum. Sürprizler yapmasını istiyorum. Heyecan dolu şeyler yaşamak istiyorum onunla”

“Filmlerdeki gibi…?”

“Evet evet… filmlerdeki gibi…”



Şu Seymen ağa başımıza dert oldu bence sevgili okurlar… Seymen ağa, Seyhan ağa, Baran ağa…vs. ya da Selim Arhan... hepsi ama hepsi bayanların hayallerini süslediler. Bir yanı aksi, diğer yanı “beni keşfet” modundaki bu erkekler, birlikte oldukları bayanlara rolleri gereği inanılmaz güzellikler yaptılar. Onlar rol yapıp paralarını kazana dursun, olan da bizim geleneksel Türk erkeklerimize oldu! Aniden ve hiç beklemedikleri bir yükün altına girdiler bir anda. Hatta bu yükü taşımak veya sahiplenmek gibi bir dertleri de yokken.


“Ama onlar film…” dedim. “Olsun, ne olacak! Öğrensin… Sürekli televizyon izliyor zaten.” dedi.

“Aman aman dikkat… eşiniz iyi bir tv izleyicisiyse, maazallah televole tarzı programlarda bu kişilerin gerçek hayatlarında, birlikte oldukları bayanları nasıl da incittiklerine şahit olup, bu gibi durumları öğreniyor da olabilir ” dedim gülerek.

“yaa evet… doğru valla… bu hiç aklıma gelmemişti.” Dedi kahkaha atarak. Ve ekledi: “…ya ne demek istediğinizi anladım galiba. Eşlerimizden yapamayacakları şeyleri bekleyip duruyoruz. Sonra da yapmıyorlar diye kafalarına kakıyoruz. Sanırım bunu söylemek istediniz bana.”

Evet anlamına gelecek şekilde başımla bir işaret yaptım. Devam etti. “Ya en azından dertlerini paylaşsın benimle. Anlatsın bana. Ben anlatıyorum kafama takılan şeyleri… o anlatmıyor…”

“Kafasına bir şey takılıyor mu ki anlatsın… anlatması için öncelikle herhangi bir şeylere takılması gerekmez mi?”

“…nasıl yani? Takılmaz mı?”

“Biz bayanların taktığı gibi erkekler her şeyi kafalarına takmazlar ki. Fıtratları müsait değil. Biz hanımlar, duygusal yapımız gereği bazı meseleleri içimizde fazlaca taşırken, erkekler yapısal bütünlükleri gereği sıkıntı ve zorlukları daha kolay atlatabiliyorlar. Ölüm anlarını bile düşünün. Ölümün yaşandığı yerlerde bayanlar uzun zaman yas tutarken, erkeklerin toparlanma süreci daha hızlıdır. Yani siz eşinize kızıp, size bir şeyler anlatmadığı için gücenirken; o aslında sizin sandığınız gibi içine sorunları atıp, saklayıp, size anlatmamazlık yapmıyordur ki. Hatta biz bayanların bazı konulardaki hassasiyetimizi anlamakta zorlanırlar bu nedenle. Eşinin, annesinin, kız kardeşinin, kız arkadaşının yanında olması ve ona yeterince destek olması için, onların da bayanların duygusal yapıları hakkında az buçuk fikir sahibi olması gerekir.”

“Aaa.. bu çok ilginç. Hiç böyle düşünmemiştim. Ben her şeye takıyorum ya. İnce fikirliyim biraz. Ve içimden atamıyorum. Birine anlatmadan da rahat edemiyorum. O benim gibi değil bu durumda. Onun için anlatmıyor. Takıp büyütmediği için.”

“evet… tam olarak böyle…”

“Eeee bu durumda aklıma şöyle bir şey geldi. Takma üzülme dediğinde sinir oluyordum ya… bana gıcıklık yaptığını sanıyordum. Benim duygularımı bilmediği için aslında kendi çapında yardım ediyor değil mi?”

“Garip ama… aslında evet… yani üzülme, takma derken, kendi iç dünyasında gerçekleştirdiği çözümü size sunuyor bence. Buradaki temel sorun, eşinizin sizin anladığınız dilden sizinle paylaşamıyor olması… yani sizinle hiçbir şey paylaşmıyor olması değil. Yardımcı oluyor. Ama sizin duygusal alanınıza yeterince girerek değil, kendi durduğu yerden yardımcı oluyor. Onun yaptıkları size yetmeyip siz Ahh ahh ne biçim bir adam bu böyle. Bana hiç yardımcı olmuyor. Ne kalpsiz biri.’ Diye düşünüp ağlarken; eşiniz de “
Allah Allah… ne yaparsam yapayım eşime bir türlü yaranamıyorum. Takma diyorum olmuyor, üzülme diyorum olmuyor. Daha ne söyleyeyim ben bu kadına…’ diye hayretler içinde bile kalıyordur ”
“Vallahi böyle söylüyor… sanki bizim evdeymiş gibi bildiniz Mehtap Hanım. Ay çok âlemsiniz valla…”



Alem olan tek başıma ben değilim aslında. Erkekler de bir alem. Onlar soğuk davranıyor. Arkalarından evliliği kurtarmak ve güzelleştirmek için çabayı ben sarfediyorum.

Yazıdan çıkacak ana fikir nedir diye soracak olursanız, no-frost kocalar(!) ve koca adayları(!) için hemen sıralayalım:

• Eşiniz size üzüldüğü bir şeyleri anlatırken, “takma kafanı… üzülmeye değmez…” gibi sözler sarfetmeyin. Bunun yerine aslında aynı anlama gelecek; ama eşinizin duygusal dünyasına daha iyi oturan ve onu anladığınızı daha iyi gösteren şu ifadeyi kullanın. “Seni anlıyorum. Kimbilir ne kadar üzülmüşsündür o anda. Senin yerinde kim olsa üzülürdü… hay Allah ben de çok üzüldüm. Umarım/inşallah işler yoluna girer. Canım karıcığım benim, üzülme ne olur, seni üzgün görmeye dayanamıyorum.”
• Kadınların son dönemlerde, eşlerinin eve bir buket çiçekle gelmesine takmalarının temel nedeni; -bence- eşlerin “çiçek gibi kocalar” olmamasından kaynaklanıyor. Anadolu’da bir tabir vardır. “Buğday ekmeğin yoksa, buğday dilin de mi yok!” diye. Ağzından güzel sözler çıkan, konuştuğunda kelimeleriyle ortama sıcacık duygular salan beyler olsanız, zaten çiçekçileri zengin etmenize gerek kalmaz ki! Ama sözler diken gibi olunca, sizler –belki de haklı olarak günün yoğun stresi ve yorgunluğuyla eve gelip- ortalıkta asık suratla gezdiğinizde, bayanlarda ilişkiyi yumuşatacak ve kendilerini iyi hissedecek “dış nesnelere” ihtiyaç hissetmeye başlıyorlar. Çiçek gibi… mücevher gibi… hediye gibi… oysa annemle babamdan biliyorum. Çok iyi anlaşıyorlar. Babamı hayatım boyunca bir kez bile anneme çiçek almışken görmedim. Ne çiçeği? Hediye bile almadı! Ama o kadar çok iltifat edip o kadar çok şımartıyor(!) ki… anneme sorsanız, “Evlilikte çiçek?”… “Çok gereksiz” diye cevap verir. Çiçek gibi kocası var zaten…!
• Bazı konu ve sorunları eşlerinizle paylaşmıyorsanız… paylaşamıyorsanız… anlatamıyorsanız… anlatma lüzumu görmüyorsanız… anlatıp da ne yapacağım canım ne gerek var diyorsanız…vs. her şeye rağmen bu durumu eşinizin anlamasını sağlayın. En kötü şartlarda tatlı diliniz devreye girsin. “Sen ne kadar güzel anlatıyorsun her şeyi. Ben senin gibi aklımda tutamıyorum/anlatamıyorum/anlatmayı beceremiyorum. Demek ki bu da bayanlara özgü bir yetenek! Ee biz erkeklere benzemiyorsunuz bu konuda.” Gibi bir konuşma, eşinizi oldukça yumuşatacak ve sizin ondan bir şeyler gizlediğiniz duygusundan sıyrılmasına neden olacaktır.
• Sofradan kalkarken mümkün olduğunca “Eline sağlık… Teşekkür ederim karıcığım…” gibi sözler söylemeyi ihmal etmeyin.
• Dolaptan temiz gömlek aldığınızda, evin temizlendiğini gördüğünüzde onları onura edin. Zaten her zaman yaptıkları iş ve bir yerden sonra angaryaya dönüyor. Birileri teşekkür edip, yapılan işi tebrik edince inanılmaz derecede mutlu oluyorlar. Ee bence bu kadarcık desteği de hakediyorlar.

Daha fazla uzatmadan keseyim…

Sevgiyle kalın…
Mehtap Kayalıoğlu
Ekleme Tarihi: 27.02.2008 - 13:34
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: …Olan Evdekilere Olur!
feuille morte su an offline feuille morte  
…Olan Evdekilere Olur!
15 Mesaj -
Dışarıda tepemiz atar… Gelip evde hanımı haşlarız…

Öğretmen moralimizi bozar… Gelip eve kardeşimizi paylarız…
İşyerimizde moralimiz bozulur… Gelip evdeki çocuklara bağırırız…
Arkadaşlarımızla işler yolunda gitmez… Gelip evde annemize çatarız…
Gücümüz yetmeyip birileri tarafından tartaklanırız… Gelip evde ablamıza kızarız…
Ofiste elemanlarımıza kızarız… Gelip evde babamıza surat asarız…

Dışarıda bir şey olur… Ama olan hep evdekilere olur…!


Oysa en yakınımızdaki, en yanımızdaki, en içimizdeki, hep en iyi anlamaz mı bizi?
Neden dışarıdaki insanlara karşı nazik ve kibar oluyoruz da, ailemizdeki insanlara aynı kibarlığı gösteremiyoruz?
Bu konu hep ilgimi çekmiştir. Psikolojideki tipik örnek… patron elemanını azarlar… eleman eve gelir, eşini azarlar… eş bozulur, çocuğu azarlar… çocuk üzülür, kardeşini döver… kardeş kötü hisseder sokağa çıkar, kediyi tekmeler…
Neden…??

Hadi hep birlikte bir hayal oyunu oynayalım… İnsanlarda belirli bir miktar anlayış enerjisi olduğunu hayal edelim. Her sabah uyandığımızda bize verilmiş olan belirli bir miktar anlayış enerjimizi, akşama kadar kullanma şansımız olsun.
Eğer bizler, her sabah bize verilen enerjinin, anlayışın, sempatinin tümünü, evimizin dışında tüketirsek, ev halkına ne kalacak??
Sıfır… yazıyla sıfır ya da rakamla 0… ama kocaman bir sıfır…
Aslına bakarsanız sevgiyi, saygıyı, anlayışı en fazla bize en yakın olan insanlar hak eder. Çünkü onlar bizim birer parçamızdır. Çünkü onlar hayatımızın anlamıdır. Çünkü onlar yaşamımızın destekleyicileridir.
Onların olmadığı bir hayat, aile bireylerimizin olmadığı bir yaşam hepimizi zorlar. En kötü anlarımızda onlar yanımızdadır. En mutlu anlarımız, belki de çocuklarımızın dünyaya geldiği anlardır.
Yaşam değişir… insanlar değişir… biz değişiriz… ama onların bizim birer parçamız olduğu gerçeği değişmez…

Hani şu biraz önce başlatmış olduğumuz anlayış enerjisi vardı ya… İşte o enerjiyi en fazla aile bireylerimizin hak ettiğini düşünüyorum.
Öyle düşünüyorum… çünkü insan en çok, en yakınındaki kişiye karşı kibar olmalıdır. Kırk yılda bir gördüğümüz insanlara gösterdiğimiz nezaket ve anlayışın, kırkta birini ev halkımıza göstersek, sanırım aile içi geçimsizlik diye bir şey kalmaz.
Çünkü bireysel destek çalışmalarımdan biliyorum; iş hayatında son derece kibar, konuşkan, anlayışlı olan bir beyefendi; evinde eşine, annesine-babasına, çocuklarına karşı son derece kaba davranabiliyor.
Niye böyle davrandığını sorsanız cevap çok net:
“Akşama kadar kaç kişiyle uğraşıyorum, herkese laf anlatıyorum… Hal mi kalıyor bende…”
…anlatmayın… anlatmayın… akşama kadar kırk kişiye laf anlatmayın… eve gelip çocuklarınızı bu şekilde hırpalayacaksanız; yemeğinizi pişiren, çocuklarınızı büyüten, sizi tertemiz giydiren eşinize hakaretler savuracaksanız; yanınızda yaşlanan anne/babanıza çok ağır gelecek tavırlar sergileyecekseniz… anlatmayın… birine verilen bir şey, diğerinden esirgenecekse… yani birilerine karşı kibar davranmak, diğerlerine karşı kaba davranmanızı gerektirecekse… o zaman lütfen dışarıdakilere anlatmayın… onlardan esirgediğinizi ailenizle paylaşın…?? evladınıza göstermediğiniz sevgiyi, eşinize vermediğiniz merhameti, dışarıda başkalarına da vermeyin zaten…! demek geliyor içimden… SÖYLEYEMİYORUM sevinçli

Çözüm ne…?
Hadi yine hayali bir oyun oynayalım…
Herkes evine geldiğinde sanki yukarda gizli bir kamera varmış ve kendilerini çekiyormuş gibi düşünse…? Eski yazılarımı okuyanlar hatırlayacaktır… biz her şeyi elalem için yapıyorduk ya… dışarıdakiler bizim hakkımızda olumsuz şeyler düşünmesinler diye dikkatli davranıyoruz ya…
İşte o kamerayla davranışlarımızın kaydedildiğini ve gece uyumadan önce bize izletildiğini hayal etsek…? uyumadan önce, gün boyu kendimizi ve yaptıklarımızı izlesek…? beğenmediğimiz davranışlarımızı ertesi güne taşımasak…?

Suya atılan taş misali… önce bize en yakın olan kişilerden başlasak anlayışlı ve nazik davranmaya.
Ne olur hiç kimse, “Amannn canım… onlar benim ailem… onlar anlamayacak da beni kim anlayacak…?” diye düşünmesin.
Çünkü insanlar değerli olduklarını hissettiklerinde mutlu olurlar. Değerli hissetmeleri için, onlara değerli olduklarını hissettiren tavır ve davranışlarla yaklaşmalıyız.

Kızıp bağırarak, azarlayarak, konuşmayarak, ters davranarak, “Sen benim için çok değerlisin” mesajını verebiliyorsak, devam edelim zaten ailedeki incitici davranışlarımıza…
Sevgiyle Kalın…
Mehtap Kayaoğlu
Bana ulaşmak için:
...


Bu mesaj 1 kez ve en son RuZGaR tarafından 27.02.2008 - 11:49 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 27.02.2008 - 09:57
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: “Kopyala/Yapıştır” Evlilikler…
feuille morte su an offline feuille morte  
“Kopyala/Yapıştır” Evlilikler…
15 Mesaj -
Aile terapilerinde dikkatimi çekmeye başladı. Çiftler, birbirine karşı daha az ilgi duymaya, daha az sevgi beslemeye, daha az tahammül göstermeye, daha az saygılı olmaya; bunların yanında birbirine karşı daha fazla öfke duymaya, daha fazla incitici tavır sergilemeye, daha fazla sert eleştiriler yapmaya, daha fazla rencide edici sözler söylemeye başladı.
Geçen gün yanımda bir çift varken aklıma geldi. Onlara söylediğim şeyleri sizler için de kaleme dökeyim dedim. Umarım işinize yarar sevgili okurlar.

Herkes bilgisayarının başında bu yazıyı okuduğuna göre, bilgisayar dilinde bir giriş yapmak kalıcı olur sanırım: Bence “Kopyala/Yapıştır” algılaması gelişti insanların zihninde. Herkes birbirinin evliliğine bakarak, kendi ailesi için aynı şeyleri istemeye başladı! Orda yaşananları kopyala, bizim eve yapıştır.

Bu yanlış! Şöyle ki; komşusunun kocası akşamları eve erken geliyor, çocuklarına ders çalıştırıyorsa; Nermin Hanım eşiyle tartışmaya başlıyor. “Milletin kocası erkenden eve gelip çocuklarına ders çalıştırıyor! Sen niye yapmıyorsun?” diye. Eşinin içinde bulunduğu ve belki de gerçekten imkansızlıkların sorgulamasını yaptığının farkında olmaksızın. Çalışma saatleri ve mesai durumlarını bildiği halde.
Ya da etraftaki bayanlara bakarak, kendi eşinden soğumaya başlıyor. Evlenmemiş, hiç doğum yapmamış bir bayanın bedeniyle; kendisine dört tane evlat armağan eden eşinin yıpranmış vücudunu kolaylıkla kıyaslayabiliyor. Ve tehdit bile edebiliyor hiç rahatsızlık hissetmeden: “Bu kiloları vermezsen seni boşarım. Karnındaki yağları gözüm görmesin sakın” şeklinde.
Veya en çok moda olan durum… aynı zamanda benim en fazla itiraz etmeye başladığım nokta: “Biz geçmişte görücü usulü evlenmiştik. O zamanın şartlarında kabul etmiştim eşimi. Şimdi istemiyorum onu. Hata etmişim. Gönlüm geçti. (bayanlar için genel şikayet şekli) o zamanlar evden kurtulmak için evlenmiştim/ (erkekler için genel söylem) o dönemlerde harama el uzatmamak için üstün körü yapılmış bir seçimdi” gibi.

Görücü usulü veya anlaşarak fark etmez. Evlilik evliliktir. Evliliğin hangi yolla daha sağlıklı gelişeceğine dair fikir yürütmek de yanlıştır bence. Çünkü nice evlilik var yıkılıyor… evlenme yolları görücü usulü ve anlaşarak evlilik şeklinde… nice evlilik var gayet güzel ilerliyor… evlenme yolları yine görücü usulü ve anlaşarak evlilik şeklinde.
Önemli olan bir evliliğin nasıl başladığı değil; hangi ihtiyaçtan yola çıktığı ve ilişki kurulduktan sonraki dönemde “süreç”in nasıl işlediğidir. Görücü usulüyse, eşimize kötü mü davranacağız ya da anlaşarak evlendik diye kişinin yaptığı kasıtlı ve incitici hatalara göz mü yumacağız? Doğru olan, insanların kendi dönemlerinde, kendi yaşam şartlarında, kendi iç ihtiyaçlarına karşılık gelecek düzgün ilişkiyi kurabilmesidir. Bu kurgunun yolu ister.
“vesile” ile olur, ister “ani karşılaşmalar” ve belki “beklenmedik gelişmeler” biçiminde.
“O zaman bilememişim, şimdi bakıyorum insanlara ne güzel kendi keyiflerine göre eş seçiyorlar” demek, “Ben kendi seçimlerimin, kendi iç ihtiyaçlarımın, kendi çözümlerimin farkında değilim. Kim ne yaparsa aynısını yaparım. Bugün bunu yaparım, yarın da bundan rahatsız olur başka bir şey yaparım” demektir. Bu da teknik olarak hatalı bir anlayıştır.
Çünkü… çünkü sevgili okurlar… bugünün şartlarıyla, bugünün bize yaşattığı yeni algılama biçimleriyle, bugünün getirdikleriyle geçmişi sorgulamak hatalıdır. Geçmişin kendi içinde, kendi şartları vardı. Evet… bir çoğumuz geçmişte, o günün şartlarını değerlendirerek pek çok kararlar vermek zorunda kaldık. Aldığımız kararların bazıları bizi mutlu etti bazıları bizi üzdü. Ama dönüp de karar aldığımız güne lanet okumak, aldığımız kararı kıyasıya eleştirmek iyi değil. O dönemde yapılabilecekler arasında en iyisini yaptığınızı düşünmeniz gerekir. Bu düşünce şekli aynı zamanda bizi depresyona girmekten korur. Geçmişte insanlar bir masa bir sandalyeye gelin gidiyordu, günümüzde maşallah bir iğneleri bile eksik olmadan evleniyorlar. Annelerimizin başlarını duvara mı vurması gerek bu durumda ucuza gittikleri için? Elbette hayır. Geçmişin yaşam şartları öyleydi, bugün farklı.
Komşunun kızı geçen hafta dayalı döşeli bir eve gelin gitti diye, insan kendi yirmi yıllık kocasından soğur mu? Soğumamalı elbet. Ama kişi soğuyorsa, aslında orada eşyadan daha önemli eksikler var demektir. Eşiyle arasında yeterince doyumlu bir ilişki oluşamamış demektir. Eşyanın arkasına gizlenmiş, duygusal açlıklar hat safhada demektir.

Şunu vurgulamadan geçemeyeceğim: Gerçek evliliklerin, gerçek ilişkilerin bu ve benzeri sorunları olmaz. Pişmanlıklar, kahretmeler yaşanmaz. Günlük tatlı ve çözülebilir zorluklar olur o kadar.Bunun yanında iyi başlayan, güzel hayallerle kurulan evlilikler de vardır ki çeşitli gerekçelerle devam edemeyebilir. Burada söylemek istediğim, evliliği bitirme gerekçelerinizin sudan sebepler olmaması. Zamanın trendlerine uyarak, moda haline gelen sorunlarla ilişkilerinizi yıkmayın lütfen.
Onun kocası öyle yapıyor diye sizinkinin de aynısını yapması gerekmez. Birinin hanımı şöyle yapıyor diye, kendi eşinizden aynı şeyleri birebir bekleyemezsiniz. Herkes birbirinin aynısı davranacak olduktan sonra, Ahmet’le ya da Mehmet’le evlenmenin ne farkı olacaktı ki? Hepsi aynı fabrikadan çıkmış davranışlar sergileyecekse eşiniz Ayşe veya Fatma olmuş ne çıkar?
Oysa ki…! oysa ki her evlilik kendi sürecini doğurur sevgili okurlar. Her ilişki kendi “iç yaşam kuralları”“kendisi” belirler. Her evliliğin, her ilişkinin kendi iç ihtiyaçları zaman içinde belirir ve bu ihtiyaçları giderme yöntemleriyle birlikte yeni bir yapılanma oluşur. Böylece bizim ailenin yaşadıklarıyla, sizin ailenin yaşadıkları birbirinden farklı olur. Basmakalıp davranış örüntüleri hayatımıza giremez bile.
Bir önceki yazıda da söylemiştim ya iyi ki müslümanız diye. Kur’an’a tabi olup ayetleri bol bol okuyanlar bilirler. Şeytan’ın ilk işi Hz.Adem İle Hz.Havva’nın arasına girip, birbirleriyle olan diyalog kopukluklarından istifade ederek ve sanki onlar için dostluk ediyormuş gibi davranarak, yasak ağaca yaklaşmalarını sağlamak olmuştur. Yani enteresandır, şeytanın ilk vukuatı, eşlerin arasına girmek olmuştur.
İkinci vukuat yine aileye yönelik. Cennetten kovulduktan ve kendisine süre verilenlerden olduktan sonra; kardeşlerin arasına nifak sokmak ve birisini diğerine karşı kışkırtarak “ilk kan”ın dökülmesine vesile olmak.
Bizler inanıyorsak bilmeliyiz ki şeytan boş durmuyor. Trenler değiştiyse şeytanın hileleri de değişti! Artık öbür kadınları erkeklere daha güzel gösteriyor, daha bakımlı, daha düzgün fizikli…! Öteki erkekleri daha iyi koca gösteriyor, daha ilgili, daha sevgili, daha romantik…! Ya da evlilikten soğutuyor ki işini kolay yapsın. Şeytan bile biliyor ki yalnız bir insanın depresyona girmesi, ailesiyle mutlu ve huzurlu yaşayan bir insana göre çok daha kolay. İnsanı yok etmek, toplumları mahvetmek için, öncelikle kişileri “yalnız bireyler” haline getirmek zorunda. Aile çökünce, toplumun çöküşü de daha kolay. O zaman bence herkes aklını başına alsın ve bu gidişata bir dur desin. Her erkek, öteki bayana gösterdiği şirinliği ve saygıyı evdeki kendi eşine gösterse, her bayan eşinden beklediği ilgi ve şefkati, kendisi öncelikle kocasına gösterse niye birbirlerinden kopsunlar ki?
Özetle diyorum ki “Kopyala/Yapıştır” evlilik olmaz! İki insan bir araya gelecek ve kendi ailesini ikisi birlikte oluşturacak. Kendi ailesinde, kendi ürettikleri güzellikleri yaşayacaklar.
Başkalarının yaşadıklarını kopyalamaya harcayacakları enerjiyi, birbirlerini keşfetmeye ve birbirlerini mutlu etmeye harcasalar ne sorun kalır ne pişmanlık zaten…
Sevgiyle -ve kendi ailenizle- kalın…
Mehtap Kayaoğlu(Dn.Psikolog&Psikoterapist)
Bana ulaşmak için:
..


Bu mesaj 1 kez ve en son RuZGaR tarafından 27.02.2008 - 11:59 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 26.02.2008 - 08:25
feuille morte üyenin diğer mesajları feuille morte`in Profili feuille morte Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 618 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
***Murat*** (48), behlul (50), hatice57 (44), GaZZe (60), erveysel (61), Abdulkadir22 (31), samyeli13 (47), candeniz (24), balacan (54), abdulkadir (31), babam veben (55), askbumu (43), sahra_yagmur (37), halit42 (39), Babacan52 (56), gurbetcigenc (33), Fikret1972 (52), NuR_EFSAN (39), jopp777 (47), pempe1987 (37), Nur baçesi (28), seyhzadem (36), Mustafa Alptug (41), gunes_akca (35), KanKaZ (36), hsusal (72), olimp_ (45), ufkumuzvar (42), gakkosfatih (42), HIKKI (51), Selale1 (49), Yasin Tural (36), nebitdag (45)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.53938 saniyede açıldı