kaletra kaletra ivermektine dexamethasone chloroquine bedranol bekunis dragees beloc cor beloc zok beloc benicar hct benicar benzoyl betagan betapace betaprol betnesol betnovate biaxin bilol comp bilol bimatoprost binaldan binordiol blocadren bocatriol bondronat bonidon boniva brand cialis brand levitra brand viagra brexidol buspar butohaler butovent bystolic cabaser calan sr calan calcijex calcium sandoz canasa canestene cardaxen plus cardaxen
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

16 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: Themenicon DUA KERVANIMIZA BEKLİYORUZ
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    DUA KERVANIMIZA BEKLİYORUZ
16 Mesaj -
selamun aleyküm dostlar ...
ülkemizin selameti için başlattığımız dua kervanımızda sizleri de
aramız da görmeyi arzu ediyoruz....
katılmayı arzu edenlere...

1-hacet namazı
2- fetih suresi
3- cevşen suresi
4- 1000 allahuekber

şimdiden Rabbim dualarımızı makbul eylesin.
Ekleme Tarihi: 30.04.2007 - 00:09
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Duy Şikayet Etmede Her An Bu Ney
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    Duy Şikayet Etmede Her An Bu Ney
16 Mesaj -
Duy Şikayet Etmede Her An Bu Ney


Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.

Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için dostum dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?

Aynadır ten can için, can ten için,
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.

Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!

Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney'e,
Cezbesi aşkın karışmıştır mey'e.

Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem,
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal,
Hem verir Mecnunun aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var,
Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar?

Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.

Gam dolu günler zaman hep aynı hal,
Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal.

Gün geçer yok korkumuz, her şey masal,
Ey temizlik örneği sen gitme, kal!

Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan,
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Olgunun halinden ah, anlar mı ham?
Söz uzar, kesmek gerektir vesselam.

(Farsça, çev: F. Halıcı)

Mevlana Celaleddin Rumi


Ekleme Tarihi: 23.04.2007 - 13:02
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Hacerü'l-Esved'in özelliği nedir ve tarihi seyri nasıldır?
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    Hacerü'l-Esved'in özelliği nedir ve tarihi seyri nasıldır?
16 Mesaj -
Hacerü'l-Esved'in özelliği nedir ve tarihi seyri nasıldır?



Renginin siyah olması sebebiyle Hacerü'l-Esved (Siyah Taş) diye adlandırılan bu mübârek taş, Kâbe'nin Şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte, kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiştir. Üç büyük ve birkaç tane de küçük parçadan müteşekkildir. Etrafı gümüş bir halka ile çevrilidir. Bir başka ismi, Ruhu'l-Esved'dir.
Bu mübârek taş, semâvî bir taş olup, Hz. İbrahim'e (a.s.) Hz. Cebrâil tarafından getirilmiştir. Kâbe duvarına yerleştirilmeden evvel, Ebû Kubeys Dağında muhafaza edilmekteydi. Bir rivâyete göre, Kâinatın Serveri, Peygamber Efendimizin, "Ben, peygamber gönderilmeden evvel, Mekke'de bana selâm veren taşı, hâlâ biliyor ve tanıyorum" ifadelerinin işaret ettiği taş, bu Hacerü'l-Esved'dir.
Bir gün, bu taşa yaklaşıp öpen Hz. Ömer, şöyle demişti:
"Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve menfaati olmayan bir taş parçasısın. Eğer Resûlullahın seni takbil ettiğini [öptüğünü> görmese idim, asla seni takbil etmezdim."

Hacerü’l-Esved Cennetten mi geldi?

Kâbe-i Muazzamanın kapısının sol tarafında yer alan ve tavaf başlangıcı olarak kabul edilen Hacerü’l-Esved’in Cennetten getirildiği hakkında sahih hadisler mevcuttur.
Sünen-i Tirmizî’de İbni Abbas’tan rivayet edilen hadisin meâli şöyledir:
“Hacerü’l-Esved Cennetten indirildi. Sütten daha beyazdı, fakat onu Âdemoğlunun hatâları kararttı.”1
Müsned’deki rivayet de şu meâldedir:
“Hacerü’l-Esved Cennetten gelmiştir. Kardan daha beyazdı. Fakat onu müşriklerin hatâları kararttı.”2
Evet, Hacerü’l-Esved’in Cennetten geldiği kesindir. Ancak bu husus Hz. İbrahim’in Kâbe’yi bina ederken bu taşı Ebû Kubeys Dağından getirmesiyle nasıl bağdaşabilir?
Bu Hususta Kâbe ve Mekke Tarihi isimli eserde şu bilgilere yer verilir:
Hz. Âdem Cennetten yeryüzüne indirildiğinde Cenab-ı Hak melekler vasıtasıyla ona bir Cennet çadırı gönderdi. Hacerü’l-Esved de bu çadırın içindeydi ve beyaz bir yakuttu.
Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail’le birlikte Kâbe’yi inşa ederken tavaf başlangıcı olarak oğlu İsmail’den bir taş istedi. Hz. İsmail taşı aramaya gitti, fakat boş döndü. Bu sırada Hz. Cebrail, Hz. İbrahim’e bir taş getirdi. Nuh Tufanında Kâbe de sular altında kalınca Cenab-ı Hak Hacerü’l-Esved’i Ebû Kubeys dağına emanet etmiş ve “Benim dostumu Kâbe‘yi inşa ederken gördüğün zaman bu taşı ona çıkar” buyur-muştu. Hz. Cebrail’in getirdiği bu taş bem beyazdı. Fakat daha sonra hadiste geçtiği gibi, müşriklerin ellerini sürmesiyle; bazı rivayetlerde de zaman zaman çıkan yangınlar sonucu kararmıştır. 3
Hacerü’l-Esved’in kararması meselesini yukarıda meâlini verdiğimiz hadis-i şerifin izahında Tirmizî şârihi el-Ahvezî şunları söyler:
“Esas olan hadisin zahirî mânası olmakla birlikte, bazı Hanefî âlimleri şöyle demişlerdir: Bu hadiste mübalağa ihtimali vardır. Hadiste Peygamberimiz (a.s.m.) Hacerü’l-Esved’in şeref ve kıymetini anlatırken, işlenen günah ve hataların da çirkinliğine dikkat çekmiştir. Bir hadiste de bildirildiğine göre, insan bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir.”
Bu meselede şöyle bir suale de cevap verilmektedir: “Onu müşriklerin hataları kararttı da, neden mü’minlerin imanı ve ibadeti tekrar beyazlaştırmadı?”
İbni Kuteybe’nin cevabı şöyle: “Cenab-ı Hak dileseydi yapardı, fakat Cenab-ı Hakkın yeryüzüne koyduğu âdetlerden birisi de, bir şey siyahlaşınca tekrar beyazlaşmamasıdır.”
el-Muhib et-Taberî de şöyle diyor: “Onun siyah olarak kalmasının sebebi bir ibret olmasıdır. Yani işlenen günahlar Cennetten gelen bir taşı karartırsa, acaba insanın kalbini ne hale sokar?”
İbni Abbas’ın izahı da şu şekildedir: “Cenab-ı Hakkın onu karartmasının sebebi, dünya ehlinin Cennet zinetine bakmamaları içindir.”4
Taşın Hacerü’l-Esved olarak isimlendirilmesi ise Kâbe’nin duvarına konup insanların elini sürmesi sonunda olsa gerektir. Çünkü daha önce Cennetten indiğinde beyaz bir yakuttu.

1. Tirmizî, Hacc:49.
2. el-Fethü'r-Rabbânî, 12:26.
3. Ebû'l Veled el-Ezrakî. Kabe ve Mekke Tirihi, s. 36-54.
4. Tuhfetü'l-Ahvezî, 3:617.

Salih Suruç
Ekleme Tarihi: 21.04.2007 - 00:50
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Kuran’da bütün dualara cevap verileceği belirtiliyor. Halbuki dualarımızın çoğu kabul olmuyor?
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    Kuran’da bütün dualara cevap verileceği belirtiliyor. Halbuki dualarımızın çoğu kabul olmuyor?
16 Mesaj -
Kuran’da bütün dualara cevap verileceği belirtiliyor. Halbuki dualarımızın çoğu kabul olmuyor?



Bu konuyu Üstad Bediüzzaman şöyle ifade etmektedir:

“Eğer desen: "Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir... her duaya cevap var ifade ediyor.

Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenabı Hakkın hikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: "Ya Hekim! Bana bak." Hekim: "Lebbeyk" der... "Ne istersin?" cevap verir. Çocuk: "Şu ilâcı ver bana" der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenab-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hazır, nâzır olduğu için, kulun duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.”(1)

Ayrıca bu konuda gelen hadisi şerifler de vardır ki, Ebû Hüreyre (r.a)’tan rivayet edilen bir hadisi şerifte, Peygamberimiz (s.a.v)’in şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

“Acele etmediği müddetçe her birinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: "Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi.” Müslim'in diğer bir rivâyeti şöyledir: “Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.” Yine Tirmizî'nin rivâyetinde ise şöyledir: “Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun.”(2)

Hadisten de anlaşılacağı gibi, insan günah ve haram sayılan şeyleri istemedikçe duası kabul olunuyor.

(1) İman ve Küfür Muvazeneleri 102.
(2) Buhârî, Daavât, 22
arif arslan
Ekleme Tarihi: 21.04.2007 - 00:43
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon oSMaNLIıcA BiLGiSAyaR
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    oSMaNLIıcA BiLGiSAyaR
16 Mesaj -
merhaba,
az çok osmanlıca bilenler için oldukça keyifli bir çalışmayı paylaşmak istedim. ancak buradaki seçimlerde biraz keyfilik var diyorum, birazcık osmanlıca ilmimle sevinçli mesela ben olsam googleye o kadar değer vermezdim benim keyfi google tarifim şu olurdu, hamal-ı malumat sevinçli
selamlar.. sevinçli

Bilgisayar Terimlerinin Osmanlıca Mealleri ; )

Görev Çubuğu : Değnek-Ül Vazife

Çift Tıklama: Tıkırt-Ül Tekerrür

Administrator : Sahip-Ul Edevat

Flash Disk: Edevat-Ül Yumuşak

Hard Disk : Edevat-Ül Civanmert

Anti Spyware : Müdafa-Ül Hafiye

Mouse : Zındık Faresi

Klavye : Taht-Ül Hurufat

Power Supply: Kuvvet Macunu

My Documents - Sanduka- İ Evrak

İnternet : Allame-İ Ulul Arz

Google: Kaşif-Ul Ali

Google Earth: Seyr-Ül Arz, Keşif-Ul Arz

Denetim Masası: Sehpa-İ Saltanat

Cd- Rom - Pervane-Ül Hâfıza

Ekran : Perde-Ül Temasa

Kasa : Kaide

Enter: Duhul

Virus: Deyyus

Antivirüs: Akıncı

Msn : Elçi

Hacker: Deyyus-Ül-Ekber

Hata Raporu: Malumat-Ül Kabahat

Mail Server: Divan-Ül Mektubat

Messenger: Havadisçi

Chat : Muhabbet-Ül Zabiy

ctrl alt del : zeamet-i has timar
PC de
Ekleme Tarihi: 18.04.2007 - 12:11
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Beden ve Ahlak Güzelliği
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Beden ve Ahlak Güzelliği
16 Mesaj -
Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Beden ve Ahlak Güzelliği


Konumuzla ilgili kavramlardan en önemlisi sîret kelimesidir. Sîret lügatte, gidiş, hâl ve yürüyüş gibi manâlara gelir. Istılahta, Hz. Peygamber Efendimizin beden ve ahlâk güzelliği dahil, bütün söz ve davranışlarını, kısaca tüm yaşayışını ifade eder. Sîretin içinde, Hz. Peygamber Efendimizin Megazi, Delâil, Hasais ve Şemaili yer alır. Şemail, O'nun bedenî ve ahlâkî güzelliklerine denir ve O'nu tanıma ve tanıtma bakımından önemlidir.

Bir beşer olarak yaratılan ve her insan gibi yiyip içen, yatan, geçimi için çalışan Hz. Peygamber (s.a.s.), ama bütün bu hususlarda ve insanlarla ilişkilerinden Allah'a kulluğuna kadar hayatının her yönünde mükemmel bir örnek, bir nümûne-i imtisal ortaya koymuştur. Şemâil kitaplarında görüldüğü gibi, O, en güzel ve en mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. Bu güzelliği ve kemâlâtı sebebiyle, bedeninin tavsifine süs, zinet manasına gelen Hilye ismi verilmiştir (Bayraktar 1990, 303). Bununla beraber O'nun bedeni ve uzuvları açlık, susuzluk ve darbelere maruz kalmak bakımından diğer insanlardan farksızdır. Peygamberimizin (s.a.s.) bedenî ve ahlâkî güzelliklerini çok kısa olarak yazdıktan sonra, bu hususta derli toplu olan Cevdet Paşa'nın tavsifini kaydedeceğiz.

Hz. Peygamber Efendimizin Beden Güzelliği
Peygamber Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve selem), hulûkuyla olduğu gibi hilkatiyle de en mükemmel insandır. O'nun kemâlâtının bütününü bir başka insanda görmek mümkün olmadığından, fizyonomisinin mükemmelliği de peygamber olduğuna dair bir delil sayılmış ve diğer nübüvvet delilleriyle birlikte yazılmıştır. Mesela, Kâdî İyâz'ın eş-Şifâ bi Ta'rîfî Hukûki'l-Mustafâ adlı eserinde Hz. Peygamber'in bütün vasıfları ve halleri bir araya toplanmış ve bunlar bir anlamda O'nun peygamberliğinin delillerinden kabûl edilmiştir. Aynı şekilde Beyhakî de Delâilü'n-Nübüvve adlı eserinde benzer yaklaşımı sergilemektedir. Gerçi beden güzelliği, Hz. Peygamber'e has değildir. Meselâ, Yusuf (a.s.)'a güzelliğin tamamı verilmişti. Ashabdan Cerîr b. Abdillah'ın aynı bir yakışıklılığa sahip olduğu nakledilmektedir. Hz. Peygamber'e gelince: O, bu hususta da Hz. Yusuf (a.s.) dahil herkesin önünde idi ve bunun yanısıra ahlâk güzelliği ile de emsalsizdi. O'nun peygamberliğine delil olan, sadece bedenen değil, hem bedenen hem de ahlâken mükemmel olmasıdır.

Hz. Peygamber'in Ahlâk Güzelliği
Hz. Peygamber'in şemailinin ikinci unsuru, ahlâkıdır. Ahlâk, nefsin kuvvet ve vasıflarındaki normal bir özelliğe sahip olması anlamına gelen hulûk kelimesinin çoğuludur. Güzel ahlâk ise, ifrat ve tefritten uzak fazilet sayılan bir mertebedir. Gazap kuvvetinin fazileti şecaattir. Bu da, öfkelenip tavır alınması gereken yerde gerektiği şekil ve ölçüde tavır alma, yersiz öfkeden kaçınma, hakkı kabûl, anlatma ve savunma konusunda korku taşımama demektir. Şehevî kuvvetin fazileti iffettir. Aklî kuvvetin fazileti hikmettir. Bütün bu faziletler, Hz. Peygamber'de en mükemmel derecede bulunuyordu. Onları, bütün boyutlarıyla Şemâil telifatında görmekteyiz.

Kur’ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) ahlâkının çok büyük, çok yüce ve hayranlık verici olduğu bildirilmiştir (Kalem, 68/4). Peygamber Efendimiz de (s.a.s.) bir hadislerinde, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta', “Hüsnü'l-Hulûk,” 8) buyurmuştur.

Peygamberimizin (s.a.s.) ahlâkı, Hz. Aişe'nin de bildirdiği gibi Kur’ân'dı (Müslim, “Salâtü'l-Müsafirin,” 139). O, bütün hayatını Kur’ân'a göre tanzim etmişti, yani yaşayan Kur’ân'dı. Peygamberimiz (s.a.s.), beşeri yönüyle de insanlığa örnekti. O, günah olmadığı takdirde, kolay olan işe öncelik verirdi. Meselâ, Peygamberimiz tek başına namaz kılıyorsa istediği kadar uzatır; cemaate imamlık yaptığında ise, kısa kıldırırdı ve böyle kıldırılmasını da tavsiye ederdi. Bunlar, O'nun ahlâkından sadece çok küçük bir kesit.
***********************************
Cevdet Paşa'nın Veciz Yazısı
**********************************
Peygamberimizin beden ve ahlâk güzelliğini anlatan en güzel eserlerden birisi Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısâs-ı Enbiyâ adlı eserindeki Bazı Evsâf-ı Seniyye-i Muhammediyye başlıklı yazısıdır. Burada bu yazıyı kısmen sadeleştirerek vermeyi münasip gördük.

“Resûl-i Ekrem ve Fahr-i Âlem Muhammed Mustafa (s.a.s.) hazretleri hilkatçe ve ahlâkça Âdem oğlunun en ekmeli idi. Hep enbiyâ-i izâm (aleyhimusselâm) hazerâtının uzuvları kusursuz ve yüzleri güzel yüzlü olup, Habîb-i Hüdâ onların en güzeli idi.

“Mübarek cismi güzel, bütün azası birbirine uygun, endamı gayet münasip, alnı ve göksü ve iki omuzlarının arası ve avuçları geniş, boynu uzun ve ölçülü ve gümüş gibi saf, omuzları, pazuları ve baldırları kalın, bilekleri ve parmakları uzun, elleri ve parmakları dolgunca idi. Mübarek cildi ise ipekten yumuşak idi. Kemâl-i itidal üzere büyük başlı, hilâl kaşlı, çekme burunlu idi. Çehresi azıcık değirmi ve uzunca olup, şişman yüzlü ve yumru yanaklı değildi.

“Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel, büyücek ve iki kaşının arası açık olup çatık kaşlı değildi ve iki kaşının arasında bir damar vardı ki, kızdığı vakitte kabarıp görünür idi.

“O Nebiy-yi Mücteba ezheru'l-levn idi. Yani, ne kireç gibi ak ne de kara yağız. Belki ikisi ortası gül gibi kırmızıya mail, beyaz, nurani ve berrak olup mübarek yüzünde nur parlardı. Gözlerinin akında dahi az kırmızılık vardı. Dişleri inci gibi parlak olup, söylerken ön dişlerinden nur saçılır, gülerken fem-i saadeti bir latif şimşek gibi ziyalar salarak açılırdı. Saçları ne pek kıvırcık ne de pek düz idi. Saçlarını uzattığı vakit kulaklarının memelerini geçerdi. Sakalı sık ve tam idi. Uzun değildi ve bir tutamdan ziyadesini alırdı.

“Âlem-i bekâya rıhlet buyurduklarında saçı, sakalı henüz ağarmağa başlamamış, başında biraz, sakalında yirmi kadar beyaz kıl vardı.

“Cismi nazîf, kokusu latîf idi. Koku sürünsün sürünmesin, teni ve teri en güzel kokulardan âlâ kokardı. Bir kimse O'nunla musâfaha etse, bütün gün O'nun rayiha-i tayyibesini duyardı ve mübarek eliyle bir çocuğun başını mesh etse, râyihâ-yı tayyibesiyle o çocuk, sair çocuklar arasında malûm olur idi.

“Doğduğu vakit dahi nazîf ve pak idi. Duyuları fevkalâde kavi idi. Pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görür idi.

“Hep harekâtı mutedil idi. Bir yere azimetinde acele ve sağ ve sola meyletmeyip kemal-i vakar ile doğru yoluna gider; fakat sürat ve sühûlet ile yürür idi. Şöyle ki: âdeta yürür gibi görünür, lâkin yanında gidenler süratle yürüdükleri halde geri kalırlardı. Elhâsıl, en mükemmel ve müstesna surette yaratılmış bir vücûd-ı mesûd ve mübarek idi.”

Cevdet Paşa, devamla Peygamber Efendimizin şemailine dair şu özet bilgileri de vermektedir:

“Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Kimseye fena söz söylemez ve kimseye bed muamele eylemez ve kimsenin sözünü kesmez, mülayim ve mütevazı idi. Haşin ve kaba değildi. Fakat heybetli ve vakur idi. Beyhude söz söylemezdi. Gülmesi dahi tebessüm idi.

“O'nu ansızın gören kimse heybetinin tesirinde kalırdı. O'nunla ülfet ve müsahabet eyleyen kimse, O'nu can u gönülden seven bir kişi olurdu. Ehl-i fazla derecelerine göre ihtiram ederdi. Akrabasına dahi pek ziyade ikram eylerdi. Lâkin onları kendilerinden efdal olanlar üzerine takdim etmezdi.

“Hizmetkârlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirirdi.

“Sahî (cömert) ve kerîm, şefik ve rahim, şeci ve halim idi. Ahd u va'dinde sabit, kavlinde sadık idi. Elhasıl, hüsn-i ahlâkça ve akl u zekavetçe cümle nâsa faik ve her türlü medh u senâya layık idi.

“Kitap okumamış, yazı yazmamış olduğu halde, avam ve havassın zahirî ve batınî umûrunda vaki olan hüsn-i tedbir ve tasarrufunu bir adam düşünse, O hazretin ne mertebe akl u fehm u zekâsı olduğunu derhal anlar. Zülümat-ı cehl içinde kalmış kabâil-i Arab arasında büyüyüp Cezîretü'l-Arab gibi bir ücra mahalde zühur eylemişti. Ümmî olduğu halde enfüs ü âfâkı envâr-ı ulûm u maarif ile münevver etmişti. Bir akl-ı selîm sahibi bütün bunları teemmül etse, bilâ tereddüt, O'nun dâvâ-yı nübüvvetini cezmen tasdik eyler.

“Yemede, giymede mikdar-ı zarûret ile iktifa eder ve ziyâdesinden kaçınırdı. Bulduğunu yerdi, bulduğunu giyerdi, doyuncaya kadar yemezdi. Üzerinde yatıp uyuduğu döşek, deriden mamul olup içi dahî hurma lifi idi.

“Az vakit içinde bunca fütûhâta mahzar olmuş ve vâridât-ı İslâmiye çoğalmış iken, dünya malına asla iltifat eylemezdi. Ganâimden kendisine ait olan emvalin ekseriyetini müstahaklarına sadaka edip, kendi taayyüşü için pek az bir şey alıyordu. Bu cihetle, bazen borçlanmaya mecbur oluyordu.

Ehl-i Beytinin ekseriyâ yedikleri, arpa ekmeği yâhut hurma idi. Dâr-ı Ukbâ'ya azîmetinde, en sevgili zevcesi olan Âişe (radıyallâhü anhâ) hazretlerinin hücresinde, biraz arpadan başka yiyecek yok idi ve zırhı bir Yahûdînin yanında merhûn idi ki, iyâlinin nafakası için otuz sâ' arpa ödünç alıp, zırhını rehin etmişti.”

Prof.Dr. İbrahim BAYRAKTAR
Ekleme Tarihi: 17.04.2007 - 23:48
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon **GÜZEL OKU***
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    **GÜZEL OKU***
16 Mesaj -
GÜZEL OKU!


Güzel oku! Her zerrede coşkun birer mânâ var,
Derd ehline bu mânâda canlar sunan edâ var.
Vermek için parlaklığı, gamlı gönül evine,
Bir bak hele, her cilâdan üstün olan cilâ var.
Derin, güzel düşünce ile incelersen bunu sen,
Zaiflemiş ruhlar için dağlar gibi gıdâ var.
Hem dilersen, tükenmeyen sermaye-i serveti,
Aç gözünü Nurlara bak, işte sana tûfan gibi gına var.
Beni tanı, yürü kulum, yürü diye bizlere,
Her nefeste şefkat ile Rabbimizden nidâ var.
Duymuş isen bu nidâyı her zerrenin dilinden,
Müjde olsun, artık sana Cennet denen safâ var!
Uzaklara bakma! "Nurlara bak, yürü!" lem Onun âyinesi;
Görmez misin, her yüzünde aynı renkte ziya var.
Bir güneştir her zerrede cilve yapıp parlayan;
Bilmez misin, sende dahi o edâdan edâ var.
Eller açıp yürü bugün kana kana Risale-i Nurdan ışık al!
Aşka uyan, nura kanan her zerrede rehâ var,
Hüner değil; dostu, düşman; yârı, ağyâr eylemek;
Yâdı biliş yapasın ki, ancak dostta vefa var.
Hünerdir ki; yaprak, atlas; toprak, elmas olmalı!
Çünki bir bak, ne yaprakta ne toprakta beka var.
Kısa görüp denizleri damlalara çevirme;
Hakikatta, her damlada gizli birer derya var.
Damla iken aslın senin, dağı taşı aşarsın,
Hem gökleri keşfedersin, sende ey Nur, böyle dehâ var.
Bir noktayı bir cihan yap, o cihana hâkim ol,
Zira senin bir noktanda, güneş kadar zekâ var!
Her zerrenin kâbesidir kalbi, yine kendine,
Dikkat eyle, herbirinde yine ancak Huda var.
Sakın Feyzî!. Sen gözünü hak yüzünden ayırma,
Hakkı gören gerçeklere, hakkı kadar atâ var.

(Denizli Kahramanı Merhum)
HASAN FEYZİ


Ekleme Tarihi: 16.04.2007 - 19:21
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Namazda üç mertebe vardır
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    Namazda üç mertebe vardır
16 Mesaj -
Namazda üç mertebe vardır


1. Mükellefiyet olarak eda edilen namaz: Ülfet alaşımlı ve sadece Cenâb-ı Hakk'ın emrini yerine getirmiş olmakla sınırlı kılınan namazlar bu mertebeye dahildir.

Hiç namaz kılmamaya göre elbette ki bu da bir mertebedir. Ancak, böyle namaz sahipleri, namazı terk etme mesuliyetinden kurtulsa da namazdan elde edilebilecek feyizlere tam mazhar olamazlar.

2. Kötülüklerden koruyan namaz: Namaz insanları fuhşiyattan ve dinin çirkin gördüğü bütün kötülüklerden korur. Evet, Cenâb-ı Hak, namaza böyle bir hususiyet vermiştir. Ne var ki, namazdan bu ölçüde istifade edebilmek, gerçek namaz ruhunu yakalamakla mümkün olur. Şuurlu eda edilmiş her namaz, sahibini, koruyucu bir atmosfer gibi kuşatır ve münkeratın yol bulup ona ulaşmasına mani olur. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazdaki bu hususiyeti, kapısının önünden geçen nehirde, her gün beş defa yıkanan insanın kirlerden temizlenmesi teşbihiyle de anlatır. Zaten namazdaki bu hususiyettir ki, sel sel olup üzerimize gelen münkerattan bizleri koruyup muhafaza etmektedir.

3. Mi'rac buudlu namaz: Her dakikası seneler kazandırabilecek çapta kılınan namaz Mi'rac televvünlü namazdır. Böyle bir namazı yakalamak çok zordur ve ancak seçkin ruhlara mahsustur; ama yine de mümkündür. Madem mümkündür, herkes gayret etmeli ve hiç olmazsa hayatının belli dönemlerinde böyle bir namazı yakalamaya çalışmalıdır.

Burada şu hatırlatmayı yapmakta da fayda var: Namaz her şeyden evvel bir mükellefiyettir; dolayısıyla da istenen seviye ve keyfiyette eda edilmese de, mutlaka kılınmalıdır. Seviyeli namaz kılamıyorum diye namazı terk etmek, bir şuur emaresi değil, aksine şeytana maskara olmanın ifadesidir. Mü'minler bu oyuna gelmemelidirler.

Diğer taraftan, namazın belli rükünleri, belli vakitleri vardır. Hiç kimsenin bunlarla keyfî tasarrufta bulunmaya hakkı ve selahiyeti yoktur. Kendisinde böyle bir hak görenler de kesinlikle sağdan gelen şeytana yenik düşmüş kişilerdir. Dedikleri de söyledikleri de, ilmin, bilginin değil bu yenilginin delili ve işaretidir.


Fethullah GÜLEN
Ekleme Tarihi: 16.04.2007 - 19:00
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Dinle Ney'den
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    Dinle Ney'den
16 Mesaj -
Dinle Ney'den

Ney, sazlıkta biten alelade bir kamış değildir. Ney. âşığın elinde ateştir, gönüldür. Allah sırrıdır.
Derler ki. Peygamber Davut, bir gün bir sazlıktan geçiyormuş. Bu sırada hafif bir rüzgâr esmeye başlamış. Kamışlar başlamış ötmeye.. Ama ne ötüş! Hazreti Davud olduğu yerde çivilenmiş kalmış. Bu ses, ne ilâhî ses, ne içten terennüm.. Bir tanesini koparmış, dudaklarına götürmüş, başlamış üflemeye.. Bundan sonra Allah'a olan âşk ve muhabbetini bu kamışla dile getirmiş. Bu kamış O'nun elinde kamış olmaktan çıkar, âşk haline gelirmiş. Davud'un ilâhîleri ve pek meşhur davudî sesi, terennümleriyle yanık nefesi ve sesiyle, feryad eden bir âşk misali ney ile ilgili olsa gerek.
Yine söylenir ki. Hazredi Muhammed (S.A.V). Allah sırrını yalnız can yoldaşı Hz. Ali'ye söylemiş, kimseye ifşa etmemesini sıkı sıkıya tenbih etmişlerdi. Hz. Ali, bu ilâhî sırrı, bir süre içinde gizlemiş, fakat sırrın ateşine, ağırlığına dayanamamış, yüreği parça parça olmuş, çöllere düşmüştü. Bir gün, perişan sahrada dolaşırken, kör bir kuyuya rastlamış. içini yakan, kavuran ilâhî sırrı bu kuyuya boşaltmış, ferahlamıştı. Kısa bir süre sonra, kuyudan, âb-ı hayat gibi sular taşmış, vâha haline gelmiş, ağaçlar, kamışlar bitmişti. Ney bu sazlıkta biten bir kamıştı. Erbabının elinde bu kamış dile geliyor, ilâhi sırları ifşa ediyordu. İşte birçokların meyhane sazı haline getirdiği ney. böyle ilâhi bir sırrın davetçisi olarak tanınıyordu.
Alevden nefesi ile hıçkıran, yanık ve perişan ney.. İlâhî bir selsebil aşkla dolu gönül. Mevlâna'nın, "Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o nur yok. Ten candan, can da tenden gizli değil. Lâkin canı görmek için izin yok.." diye dile getirdiği âşk sembolü.. Ney için Mevlâna der ki:
Gizli sırlarını söylemede cihanın O yanık ney, o yanık ney, yanık ney,. Ney nedir? O busesi güzel cananın, Öptüğü şey, öptüğü şey, öptüğü şey.
İşte rebab ve neyin sesi, âşk evinin temel harcıydı. Bu seslerden nasibini alan âşık, vecde gelir, semâa girerdi. Gezegenler ve yıldızların, güneşin çevresindeki dönüşleri gibi, ilâhî sevgilinin manevî çevresinde döne döne.
Mevlâna, "Semâ, ilâhî vuslata erişmek içindir" der. Bu vuslat yolunun zevkini alan âşık, zaman ve mekân kayıtlarından kurtulur. Mesnevi'de, "zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu, keyfiyet kalmaz. Keyfiyetsiz Allah'a mahrem olursun." (c: 3, b. 2775) denir. Bu anda "Demirle mıknatıs neyse âşıkla maşuk da odur" Mesnevi, (c: 3 b. 3152). Mevlâna'mızın. "Semâ ederken, ne neyden haberimiz olur, ne teften.." buyurdukları gibi âşığın cezbe hali, onu, o anda dünya kayıtlarından sıyırır. Bu hal bir süre devam eder. Sonra, yavaş yavaş sükûna varır. Allah'ın mutlak cemaline ve celâline hamdeder: "Artık öyle bir makama ulaşmıştır ki, orada ne zikir,ne zikreden, ne de zikredilen vardır". Bunun için Mevlâna, "Semâ, aşıkların gıdasıdır. Çünkü onda canana vuslatın hayali vardır" demektir. Tebrizli Şems "Hak'kı isteyen ve ona âşık olanlar, semâ ettikleri zaman, aşkları ve manevî halleri çoğalır" diyerek, Mevlâna'yı daima semâ etmeğe teşvik etmiştir.

Dr. Mehmet ÖNDER

Ekleme Tarihi: 12.04.2007 - 12:14
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon **Efendimiz’in (s.a.v) kullandığı 40 öğretme metodu ***
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    **Efendimiz’in (s.a.v) kullandığı 40 öğretme metodu ***
16 Mesaj -
**Efendimiz’in (s.a.v) kullandığı 40 öğretme metodu ***
Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, evrensel bir eğitim-öğretim sistemi getirmiş ve bütün kalpleri, bütün ruhları, bütün akılları, bütün nefisleri ideal ufka yükseltecek bir mesaj sunmuştur. Sadece O’nun getirdiği sistemdir ki hem ruhu, hem aklı hem de nefsi, yükselebilecek en son noktaya ulaştırmıştır.


1. Efendimiz, söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir.
2. Dinî yükümlülükleri tedrîcî (yavaş yavaş, basamak basamak) bir sistemle öğretmiştir.
3. Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya riayet etmiştir.
4. Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur.
5. Karşılıklı konuşma ve soru-cevap şeklini kullanmıştır.
6. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde muhatabın kafasına yerleştirmek için aklî ölçüleri kullanmıştır.
7. Muhataplarına soru yöneltmiş, böylece onların zeka ve bilgi seviyelerini ölçmüştür.
8. Mukayese ve örneklendirme metodunu kullanmıştır.
9. Benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri kullanmıştır.
10. Anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere ve toprağa çizerek bizzat göstermiştir.
11. Sözle beraber jest ve mimiklerini kullanmış ve el ile işaretlerde bulunmuştur.
12. Önemine binaen, halin mümkün kıldığı bir nesneyi bizzat eline almış, eliyle kaldırmış ve arkasından söyleyeceği hususu söylemiştir.
13. Muhataplarından bir soru gelmeden söze önce kendileri başlamıştır.
14. Muhatabının sorusuna eksik ve fazla olmadan cevap vermiştir.
15. Muhatabının sorusuna, onun ihtiyacına binaen sorduğundan daha fazlasıyla cevap vermiştir.
16. Muhatabını, güzel bir hikmete binaen, sorduğu sorudan daha önemli bir hususa yönlendirdiği de olmuştur.
17. Soru soranın sorduğu soruyu tekrarlamasını istemiştir.
18. Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini istemiştir. Böylece cevap unutulmayacaktır.
19. Bildiği bir husustan dolayı kişiyi imtihan etmiştir ki bununla doğru cevap vereceği için kişiyi sena etmek, övmek istemiştir.
20. Önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir.
21. Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkan ve fırsatları değerlendirmiştir.
22. Latife ve şaka yoluyla öğretmeyi tercih etmiştir.
23. Öğrettiği hususu yeminle tekit etmiş perçinlemiştir.
24. Öğretilen hususun önemine binaen sözü üç kere tekrar etmiştir.
25. Konunun önemini oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar ederek göstermiştir.
26. Cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onu uyarmıştır.
27. Muhatabı intibaha sevk etmek için, onu omzundan veya elinden tutmuştur.
28. Muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı, bazı hususların gizli kalmasını yeğlemiştir.
29. Söyleyeceği hususun hafızalarda daha iyi yer etmesi veya ezberlenmesi için, sözü kısa ve öz bir şekilde ifade etmiş, daha sonra ise ayrıntılarına geçmiştir.
30. Cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymıştır.
31. Va’z etme, nasihat etme ve öğüt verme metodunu kullanmıştır.
32. İnsanların şevklerini kamçılama veya neticesi elem verici hususlardan şiddetle uzaklaştırma (Tergib ve terhib) metodunu kullanmıştır.
33. Kıssa ve geçmiş ümmetlere ve insanlara dair haberlerle öğretme metodunu uygulamıştır.
34. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce nazik bir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmıştır.
35. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstü kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir.
36. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir.
37. Halin gerektirdiği durumlarda öğretme hususunda azarlayıp paylamayı (ta’nif) ve kızmayı (gadab) da ihmal etmemiştir. Ne var ki onun paylaması ve kızması da merhamet yörüngesinde ve ümmetinin selameti için olmuştur.
38. Talim ve tebliğde, kitabeti (yazma metodunu) da kullanmıştır.
39. Yabancı dilleri (mesela Süryaniceyi) öğrenmesi için bazı sahabeleri görevlendirmiştir ki bu husus da günümüzde dünyanın dört bir tarafında İslam’ın güzelliklerini öğrenmek isteyenlere karşı yapılacak vazifenin çok önemli bir basamağını teşkil etmektedir.
40. Bizzat kendi mübarek zatıyla talimde bulunmuştur.

Yusuf Ömeroğlu
Ekleme Tarihi: 12.04.2007 - 11:56
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon Asıl Hayret Edilecek Şey | Saadet Asrı'ndan Öyküler
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    Asıl Hayret Edilecek Şey | Saadet Asrı'ndan Öyküler
16 Mesaj -
Asıl Hayret Edilecek Şey | Saadet Asrı'ndan Öyküler


BİR GÜN bir adam, Hz. Ömer’e şöyle dedi: “Şu satranca hayret ederim. Satranç tahtasının uzunluk ve genişliği birkaç karıştan ibaretken, insan onun üzerinde binlerce oyun oynasa, her oyunu mutlaka öbüründen farklı olur. Hiçbiri diğerine benzemez.”
Hz. Ömer de ona şu cevabı verdi:

“Bundan daha çok hayrete ve dikkate şayan olanı vardır. O da şudur ki, insanın uzunluk ve genişlik itibarıyla bir karıştan ibaret olan şu yüzünde, kaşlar, gözler, burun, ağız gibi organların yerleri değişmediği halde, yine de, dünyanın dört bir yanında, yüzleri birbirinin tıpatıp aynı iki kişi bulamazsın. Şu ufacık, el ayası kadar bir yerde, böyle sonsuz farklılıklar yaratan Allah’ın kudret ve hikmeti ne kadar büyüktür.”


— Razi, IV, 179-180, El-Bakara, 164. ayetinin tefsirinden.
Ekleme Tarihi: 09.04.2007 - 01:37
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ
16 Mesaj -
**********************************
Hak Yol İslam Yazacağız
***********************************
Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslam yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hak yol İslam yazacağız.

Yola, ağaca, pınara
Esen yele, yağan kara
Yağmur yüklü bulutlara
Hak yol İslam yazacağız.

Koç burcuna, yay burcuna
Bebeklerin avucuna
Minarelerin ucuna
Hak yol İslam yazacağız.

Bucak bucak, köşe köşe
Kara taşa, kor ateşe
Yıldıza, aya, güneşe
Hak yol İslam yazacağız.

Askerlerin miğferine
Kağnıların tekerine
Budanın tunç heykeline
Hak yol İslam yazacağız.

Her kapının eşiğine
Her sofranın kaşığına
Balaların beşiğine
Hak yol İslam yazacağız.

Herkes duyacak, bilecek
Saklanmaz gayrı bu gerçek
Yaprak yaprak, çiçek çiçek
Hak yol İslam yazacağız.
Abdurrahim Karakoç
Ekleme Tarihi: 05.04.2007 - 21:16
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon "Peygamberimizle Yaşamak" bugün nasıl mümkün olur?
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    "Peygamberimizle Yaşamak" bugün nasıl mümkün olur?
16 Mesaj -
"Peygamberimizle Yaşamak" bugün nasıl mümkün olur?

Soru: Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle birçok kimsenin elinde (Peygamberimizle Yaşamak) adını verdiğiniz kitabınızı gördüm. Açık söyleyeyim kitabınızın adına takıldığım için alıp da okuma gereği duymadım. Bu adı tercih etmekle bin dört yüz sene önce vefat etmiş bulunan Peygamberimiz'le birlikte yaşamak bugün de mümkün mü, demek istiyorsunuz? Mümkün diyorsanız açıklayın nasıl mümkün olacağını.

Cevap: Efendim, ilk bakışta sizin gibi düşünenler de olabiliyor demek ki. Ancak kitaba bir göz atmış olsaydınız bu soruyu sormaya hiç gerek duymaz, Peygamberimiz (sas)'le yaşamanın bugün hem mümkün, hem gerekli hem de çok kolay olduğunu siz de anlayabilirdiniz. Sözü uzatmadan sizi kitaptaki Peygamberimiz'le yaşamanın nasıl mümkün olacağını anlatan bölümle baş başa bırakayım da siz de bakın bakalım bin dört yüz sene önce vefat etmiş bulunan Peygamberimiz'le yaşamak bugün nasıl mümkün olurmuş, görün.

"Ebul Hasan Harkani Hazretleri Harkan'da yaptığı vaazlarında Peygamberimiz (sas)'le birlikte yaşama tarifini şöyle yapıyordu o günkü Müslümanlara: Ey Müslümanlar! Günlük hayatınızı Peygamberimiz'le birlikte yaşamayı ister misiniz?

Cemaat hep birlikte feryat ediyor:

-İstemez olur muyuz? O'nunla birlikte olmak bizim hayatımızın en yüce gayesidir. Ama nasıl olacak O'nunla birlikte olmak? Bu mümkün mü bugün? Şöyle açıklıyor Peygamberimiz'le yaşamak isteyenlere. Diyor ki:

- Her sabah günlük hayatınıza başlarken, herhangi bir günaha düşmeden günü tamamlamaya niyet etmeli ve o günü günahsız tamamlamalısınız. İşte günahsız tamamladığınız o gün Peygamberimiz'le yaşadığınız gündür. Öyle ise ilk hedefiniz, günlük hayatınızı günahlara bulaşmadan tamamlamak olmalı, böylece gün boyu Peygamberimiz'in ruhaniyeti ile birlikte olmanın huzurunu duymalısınız...

İşte bu manada bugün günlük hayatını günahsız tamamlamaya niyetlenen her Müslüman'ın Peygamberimiz'le yaşaması mümkündür. Yeter ki sabah günlük hayatına başlarken karar versin, huzurunda bulunacağım Resulullah'ın yanında günaha bulaşmak büyük bir cüret olur, diyerek nefsini ikaz edip günlük hayatını günahsız tamamlamaya azimli ve kararlı bulunsun. Akşam da eve gelip de şöyle bir köşeye oturunca:

-Elhamdülillah! Bugün Peygamberimiz,le birlikte yaşadım, Efendimiz'in ruhaniyeti benimle beraberdi; çünkü bir günaha bulaşmadan tamamladım günümü.. diyebilsin.

İşte bu gerçeği tüm okuyuculara bir daha hatırlatmak için kitabımızın adını Peygamberimizle Yaşamak koyduk. Okuyanların çoğunda da bu niyetin başladığını gördük. Zaten hepimizin kalbinde böyle niyet ve azim mevcuttur. Kitap sadece bir daha hatırlatmış olur günlük hayatını günahsız tamamlama titizliğini...

İbretlidir ki, Ebul Hasan Harkani Hazretleri'nden 'Peygamberimizle yaşama'yı dinleyenlerin başında o günkü Türk hükümdarı Sultan Mahmud Gaznevi de vardı. O da artık günlük hayatına Peygamberimiz'le birlikte yaşamaya niyet ederek başlıyordu. Bu sebepledir ki, Muhammed adındaki hizmetçisine her defasında çok sevdiği Muhammed adıyla hitap ettiği halde bir defasında Muhammed adıyla değil de babasının adıyla çağırmıştı. Alışık olmadığı bu hitap şeklinden endişeye kapılan hizmetçi:

- Sultanım dedi, bir kusur mu işledim acaba ki çok sevdiğiniz Muhammed ismimle değil de babamın adıyla çağırdınız beni?.. Sultan şöyle açıkladı durumu:

-Seni Muhammed isminle çağırdığım sıralarda hep abdestli oluyordum. Bu defa ise abdestim yoktu. Günlük hayatımı kendisiyle yaşamaya niyet ettiğim Resulullah'ın yanında o yüce ismini abdestsiz ağzıma almaya cesaret edemedim de onun için babanın adıyla çağırdım seni.. İşte bu da günlük hayatını 'Peygamberimizle yaşama'ya niyetlenenlerden bir günahsız yaşama azim ve aşkı... Bence bu konu biraz da şahsın niyetine, duygusuna ve azmine bağlıdır. Önyargılı tartışmayla anlaşılmaz, okuyarak, niyet ederek, yaşayarak anlaşılabilir gibi geliyor bana...


AHMED ŞAHİN
Ekleme Tarihi: 05.04.2007 - 21:08
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon KARDEŞLERİMİ ÖZLEDİM
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    RE: ve aleyküm selam
16 Mesaj -
ve aleyküm selam.....
Allah razı olsun ...
Yalnız sitede biraz acemiyim...
zamanla inşallah öğrenicem...
Allah'a emanet ol........

Alıntı
Orijınalı Ukab

EsSelam Aleykum.Öncelikle hoş geldin , safalar getirdin.sevinçliÜyeliğin hayırlı olsun inşaALLAH.Daha nice güzel paylaşımlarını bekliyoruz ALLAH (c.c) izni ile...En Emine Emanetsin...

Biz dikenlerdik aslında.
Yalnız bir gül hatırına bu bahçeye vardık.
Gül-ü Muhammed’in (s.a.) yüzünde buluştuk.
Gül-ü Muhammed (s.a.) yüzünde tanış olduk.
Sonra herkesi ve herşeyi yüreğimize çağırdık.
Herşeyi elimize aldık. Herkese elimizi verdik.
Gülün yüzüne vardık
Gül yüzünden var olduk...


gül


Ekleme Tarihi: 05.04.2007 - 21:04
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon KARDEŞLERİMİ ÖZLEDİM
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    KARDEŞLERİMİ ÖZLEDİM
16 Mesaj -
Kardeslerimi Özledim

Bir gün Peygamber Efendimiz arkadaslariyla oturuyordu.
Yüz yillar sonra gelecek ümmetini hatirladi ve kardeslerimle bulusmayi,
onlarla görüsmeyi cok istiyorum dedi. Arkadaslari biraz sasirdilar:
Ey Allah'in sevgili elcisi!
Senin kardeslerin biz degil miyiz? diye sordular.
Iste o zaman Sevgili Efendimiz,
"Kardeslerim" sözüyle kimi isaret ettigini söyle acikladi:



"Siz benim arkadaslarimsiniz.
Benim kardeslerim,
beni görmeden bana iman edenlerdir.
Onlar sizden de hayirlidir."

Bizler Peygamberimize kendisini görmeden iman ettik. Böylece onun "kardeslerim" dedigi kimselerden olduk.
Ne mutlu bize.

M.Yasar Kandemir, Sevgi Peygamberi
Ekleme Tarihi: 02.04.2007 - 23:45
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon BUGÜN ZÜBEYR GÜNDÜZALP'İN VEFAT YILDÖNÜMÜ ( RUHUNA EL-FATİHA)
**safir*** su an offline **safir***  
Themenicon    BUGÜN ZÜBEYR GÜNDÜZALP'İN VEFAT YILDÖNÜMÜ ( RUHUNA EL-FATİHA)
16 Mesaj -
Üstad Hazretlerinin talebesi merhum
Zübeyir GÜNDÜZALP.

Zübeyir Gündüzalp 1920 senesinde Konya'nın Ermenek kazasında dünyaya geldi.ilkokul tahsilini Ermenek'te tamamladı.Ermenek'te ortaokul bulunmadığı için Silifke'ye gitti.1939 senesinde ortaokulu Silifke'debitirerek memleketine döndü. Balıkesir'in Susurluk kazasında askerlik vazifesini tamamladıktan sonra Konya Postahanesi'nde telgraf muhabere memuru olarak çalıştı.1971 yılının 2 Nisan Cuma günü vefat ederek aramızdan ebediyetlere intikal etti.

Mehmed Zübeyir Gündüzalp, gündüzler gibi aydınlık bir alp erendi. Mehmed Zübeyir Gündüzalp; bahadır bir İslâm fedâisi idi, ateşîn bakışlı, gür bıyıklı, Kafkas Kartalı İmam Şamil'in ruh ve edâsı ile dolu idi. Zaten neseben de, kendileri Kafkasyalıydı.
Bu İslâm kahramanı, Ermenek yaylasında dünyaya teşrif etmişti. Bu yayladan Malazgirt'e, Niğbolu'ya, Mohaç'a gider gibi; Konya, Akşehir, İslahiye ve Urfa'ya gitmiş, buraların dostluk iklimlerinde yaşamış, daha sonraları Isparta'nın güller dünyasında, Emirdağ'ının nur dünyasında hayatlar sürmüştü. Üstadımızın âhirete teşrifinden sonra Urfa'da kalmıştı. 27 Mayıs'tan sonra mecburen çıkarıldığı Urfa'dan Ankara'ya gitmiş, bilahare son on yılını İstanbul'da geçirmişti. Yavuz bakışlı, çelik iradeli, kumandan edalı bu aziz zat, hayatının baharında bütün varlığıyla, bütün benliği ile Kur'ân'ın hizmetine koşmuştu. Nur yolunun dertlisi ve kara sevdalısı olmuştu

Uzun, ince, tığ gibi ve gerilmiş yay gibi bir vücut.Her zaman, ayakta ve yatakta üzerindeki elbiseleri, her an sefere hazır akıncı fedâilerin ruh halinde bir fedâi.Daima düşünen, nurların tefekkür dünyasında yaşayan bir bahadır.Düşman karşısında, İslâm askerlerinin önünde kılıç sallayan, Osmanlı paşaları gibi, cevvaliyet ve hareket dolu.Bahtsız insanların, Kur'an talebelerini sanki birer adi suçlu gibi çamurlu ayaklarıyla, evlerindeki tertemiz halıların üzerlerinde dolaşarak alıp gittikleri günlerde, Selimler'in, Sinanlar'ın edası içinde, İstanbul'daki Fatih-Yavuz Selim durakları arasında, kaldırımlarda bir yürüyüşü vardı ki... bazı görülen, yaşanan ve tadılan durumlarını, ne anlatmak ne de yazmak mümkün değildir!



Hayatı İslâmın dert ve çilesi ile geçmiş, davası yolunda birçok meşakkatler çekmişti. Meşakkatler karşısında yılmayan bir kimseydi. Kur'ân davasına bağlılığın müşahhas bir timsâli, sıddıkıyetin mümtaz bir ferdiydi."Anam, babam ve nefsim sana feda olsun Ya Resulallah!" diyen Sahabilerin bu asırda fedakâr bir varisi, onlar gibi herşeyini Resulullahın nuruna ve bu nurun yayılmasına hizmet için fedâ eden, bir zatı, alperendi. Mezkur gerçekleri kendisine adeta bir kartvizit yapmıştı, isim ve soy isim yapmıştı. Gündüzlerin, aydınlıkların ve Nur dünyalarının Gündüz Alp'iydi bu yiğit adam.

Gençliğinin baharını, hayatının canlı zamanlarını, sıhhatinin en gürbüz günlerini, varını, yoğunu, hülasa herşeyini muazzez ve misilsiz bir İslâm dertlisinin derdine fedâ etmişti.Gündüzalp, Üstadını ilk defa 1946'da Emirdağ'da ziyaret etmiş. İlk ziyaretinde heyecandan tir tir titriyor ve mütemadiyen gözyaşlarını tutamayarak ağlıyormuş. Üstad, "Keçeli, neden ağlıyorsun?" diye onu bağrına basıp dua etmiş. Üstadının ikazı üzerine dışarı çıkıp yüzünü gözünü yıkamış tekrar Üstadın huzuruna kabul edilmiş. Ayrılık zamanı gelince Zübeyir Gündüzalp, Üstadına, "Memuriyetten ayrılıp, yanınızda hizmet etmek istiyorum" demiş, Bediüzzaman, bu fedakârlığa çok memnun olmuş; cevaben, "Vazifene devam et, Konya'da daha çok hizmet edersin. İnşaallah, ileride alırım seni yanıma" demiş. 1948 senesinde Afyon'a tevkif edilmiş, burada Üstadıyla birlikte altı ay mevkuf kalmış. Yanlışlıkla tahliye edildiği zaman, sırf Üstadından ayrılmamak için, tahliyesinin yanlış olduğunu bildirerek, tekrar tevkif edilmesini sağlamış. Yine İslâmın bu kahraman fedaisi, Üstadıyla beraber olmak arzusuyla, Nur Risalelerini okuyup yazdığını bildirerek, kendi kendini ihbar etmiş.

Yandaki resimde Isparta Tugay Camii temel atma töreninde Üstad hazretlerine harcın döküleceği yeri işaretle gösteren merhum Zübeyir GÜNDÜZALP dir.Yıllar sonra bu fotoğrafla ilgili olarak, muhterem Abdülvahit MUTKAN'a ''Üstadımıza harcı dökeceği yeri el işaretiyle göstererek,edebe muhalif hareket ettiğini düşündüğünü ve bu resimden duyduğu rahatsızlığı' 'dile getirmiştir.
Üstadımızla ilişkilerinde bu derece hassas ve dikkatliydi merhum Zübeyir GÜNDÜZALP.
"Anam, babam ve nefsim sana feda olsun Ya Resulallah!" diyen Sahabilerin bu asırda fedakâr bir varisi, onlar gibi herşeyini Resulullahın nuruna ve bu nurun yayılmasına hizmet için fedâ eden, bir zatı, alperendi. Mezkur gerçekleri kendisine adeta bir kartvizit yapmıştı, isim ve soy isim yapmıştı. Gündüzlerin, aydınlıkların ve Nur dünyalarının Gündüz Alp'iydi bu yiğit adam. Genç yaşında ölmüştü. Henüz elli yaşını bile bulamamıştı. Yayınlanan mahkeme müdafaaları ve notlarından derlenen kitap ve kitapçıklar onun muhteşem şahsiyetini gösteren aynalardır. Kendisine zulmeden zalimler bile, onun 'Vur! Vur! diye haykırışından korkarak, vurmalarını bırakırlardı. Öyle bir rehber şahsiyetti ki, iman ve Kur'ân yolunda hizmet etmek isteyenlere herşeyiyle yardımcı olur ve yol gösterirdi.Hayatı İslâmın dert ve çilesi ile geçmiş bir alp eren
Nice nice büyük zatlar vardır ki; bunların, vefat edip de, dünyaya veda ettikten sonra kıymetleri bilinir. Hasretle, takdirlerle anılırlar. Bu büyükler yeraltına düşen çekirdekler gibidirler, ölümden sonra çiçek açarlar, yaprak açarlar, koku ve meyve vermeğe başlarlar. Bu bilinmez zatların, hayatları sanki ölümlerinden sonra başlar..Bu büyük insan 1971 yılının 2 Nisan Cuma günü vefat ederek aramızdan ebediyetlere intikal etmişti. Cuma günü olan vefat hadiseleri, Aleyhissalatü Vesselam Efendimizin şu meâldeki hadislerini hatırlatır bana:"Cuma günü veya gecesi ölen kimse, kabir azabından korunur.

1964'ün sonbaharında Eskişehir'de muhterem Abdülvahid Tabakçı'nın nur kokan hanesinde tanımıştım bu azizi. Lütufkâr alâkalarıyla üç gün misafiri olmakla şerefyâb olmuştum.

Açık alnı yılların izini taşıyan alın çizgileri ve yanlardan dökülmüş saçları.

Ciddiyet ve vakar dolu bir sima, gülmeyen fakat gülümseyen bir çehre.

Tane tane, sert ve yol gösteren kelimeler ve konuşmalar.

İslâmın yüce tarihindeki meseleleri, nurlardaki bahislerle birleştirilerek anlaştılar.


İslâm'ın dertlisi

Feregat ve fedakârlığın doruk noktasını ifade eden, şu mısraları müteaddit defalar, iri harlerle bana yazdırarak, odasına bir levha halinde asmıştı:

"Muarradır, feza-yı feyzimiz şeyn-i temennadan

Bize dad-ı ezeldir, zîrden, bâlâdan istiğna

Çekildik, neşve-i ümitten, tûl-u emellerden

Öyle mecnunuz ki; ettik vuslat-ı leyladan istiğna."


Kara sevda


Kendisini tedavi etmek isteyen doktorlara:

"Ben Risale-i Nur'larla insanların ve İslâmların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuştum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda 'kara sevda' hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?" diye sorular yöneltiyordu.

Uzun, ince, tığ gibi ve gerilmiş yay gibi bir vücut.

Her zaman, ayakta ve yatakta üzerindeki elbiseleri, her an sefere hazır akıncı fedâilerin ruh halinde bir fedâi.

Daima düşünen, nurların tefekkür dünyasında yaşayan bir bahadır.

Düşman karşısında, İslâm askerlerinin önünde kılıç sallayan, Osmanlı paşaları gibi, cevvaliyet ve hareket dolu.

Bahtsız insanların, Kur'an talebelerini sanki birer adi suçlu gibi çamurlu ayaklarıyla, evlerindeki tertemiz halıların üzerlerinde dolaşarak alıp gittikleri günlerde, Selimler'in, Sinanlar'ın edası içinde, İstanbul'daki Fatih-Yavuz Selim durakları arasında, kaldırımlarda bir yürüyüşü vardı ki... bazı görülen, yaşanan ve tadılan durumlarını, ne anlatmak ne de yazmak mümkün değildir!


Üstadın hizmetinde
Gençliğinin baharını, hayatının canlı zamanlarını, sıhhatinin en gürbüz günlerini, varını, yoğunu, hülasa herşeyini muazzez ve misilsiz bir İslâm dertlisinin derdine fedâ etmişti.

Günün birinde, Pakistan devlet adamlarından Ali Ekber Şah'ı, Emirdağ'dan yolcu etmek için; bu zatla birlikte on kilometre kadar yola iştirak ettikten sonra, Ekber Şah'la vedalaşırken, karşı istikametten gelen başka bir arabadan da, sevgili Kur'an talebesi Zübeyir Gündüzalp çıkagelmişti nurlu Üstadın yanına. Bu esnada Üstad şunları ifade ediyordu:

"Biz bir veziri uğurlamaya geldik, başka genç bir veziri de karşılamaya gelmişiz!"

Bu vedâ ve mülakattan sonra ise nurlu Üstad: "Hayır hayır, ben Zübeyir'i karşılamaya geldim!" diye düşüncelerini dile getiriyordu.


İki ermişin latifesi


Kur'ân'a hizmet yolunun gönüllü erlerinden olduğumuz günlerde İstanbul Fatih-Çarşamba-Beyceğiz semtindeki bir nur meclisinde cereyan eden tatlı bir hatırayı da, Mehmet Kaya namındaki gönül dostu, Nur talebesi şöyle anlatmaktadır:

Toplanan genç cemaatte Albay İbrahim Hulusi Yahyagil ve Zübeyir Gündüzalp ve Mustafa Sungur da bulunmaktadır. Merhum Hulusi Bey yapılan dersi hatıralarla izah ederken, Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz de, kapının yanında, her zamanki haliyle, diz üstü oturmuş, derin bir sessizlik ve huşu içinde Nur albayının derslerini dinliyordu. Ders esnasında Hulusi Bey, kendilerine dönerek:

"Hazret! Vaziyetin ve haletin ermişlere benziyor.." diye latif bir şaka yapınca, anında Zübeyir Gündüzalp, Albay Hulusî Beye şu latifeyle cevap veriyordu:

"Efendim, ermiş konuşuyor..."

Gerçek büyüklerin şaka ve latifeleri bile büyük ve latif olmaktadır. Çünkü ermişlerin bahçesi Kur'ân kokusu ve Medine sürmesiyle sürmelenmiştir.


"Yanmayan, yakamaz!"

Konuştuğu zamanlarda gür ve tok sesiyle, kesin ve keskin cümleler kullanırdı. Sözler ağzından vecizeler halinde dökülürdü.

Muhatabını ikna eden, ona yön veren, hedef gösteren cümle ve fikirler serdederdi.

İstanbul-Süleymaniye'nin aydınlık dershanesinde, Kirazlı Mescid'in saadet dünyasına, dünyanın çeşitli belde ve ülkelerinden birçok alim insanlar gelirdi. Bunlara tesadüf ettiğim üç insan tercümanlık yaparlardı. Bazen merhum Gündüzalp Ağabey öyle ateşli ve âhenkli bir şekilde anlatırdı ki; gelen yabancılar, Türkçe bilmedikleri halde, tercümanlar da, daha tercüme etmedikleri halde, gülerek, Zübeyir Gündüzalp, anlatmak istediği o ateşîn cümle ve mânâları anladıklarını söylerlerdi. Artık tercümeye lüzum olmadığını ifade ederlerdi. En ümitsiz günlerde ve zamanlarda kendisiyle görüşen İslâm alimleri yanından sevinçlerle, ümit ve şevkle ayrılırlardı. Hazret-i Mevlânâ'nın veciz bir ifadesini duymuştum. Büyük Celaleddin Rumi Hazretleri: Yanmayan yakmaz! ..çok büyük bir gerçeği veciz şeklinde ifade buyurmuş.

İşte, Kafkasları'ın bu alperen insanı, Kafkas insanın Mücahid ruhunu alan bu insan inandığı kesin hakikatın Kur'ân gerçeğini öyle ifade ederdi ki; içindeki iman ateşini karşısındaki de duyardı. Kalbindeki iman ateşiyle konuştuğu kimseleri hemen yakardı.

Hayatı İslâmın dert ve çilesi ile geçmiş, davası yolunda birçok meşakkatler çekmişti. Meşakkatler karşısında yılmayan bir kimseydi. Kur'ân davasına bağlılığın müşahhas bir timsâli, sıddıkıyetin mümtaz bir ferdiydi.

"Anam, babam ve nefsim sana feda olsun Ya Resulallah!" diyen Sahabilerin bu asırda fedakâr bir varisi, onlar gibi herşeyini Resulullahın nuruna ve bu nurun yayılmasına hizmet için fedâ eden, bir zatı, alperendi. Mezkur gerçekleri kendisine adeta bir kartvizit yapmıştı, isim ve soy isim yapmıştı. Gündüzlerin, aydınlıkların ve Nur dünyalarının Gündüz Alp'iydi bu yiğit adam.

Genç yaşında ölmüştü. Henüz elli yaşını bile bulamamıştı. Yayınlanan mahkeme müdafaaları ve notlarından derlenen kitap ve kitapçıklar onun muhteşem şahiseyetini gösteren aynalardır. Kendisine zulmeden zalimler bile, onun 'Vur! Vur! diye haykırışından korkarak, vurmalarını bırakırlardı. Öyle bir rehber şahsiyetti ki, iman ve Kur'ân yolunda hizmet etmek isteyenlere herşeyiyle yardımcı olur ve yol gösterirdi.


Zübeyir Gündüzalp'in kısaca hayatı


Zübeyir Gündüzalp 1920 senesinde Konya'nın Ermenek kazasında dünyaya geldi. Babasının adı Mehmed, annesi ise Seyyide Hanım. Anne ve baba tarafından her iki dedesi de, 93 Harbin'den sonra Kafkasya'dan Anadolu'ya hicret etmişler. Bu hicretten sonra Ermenek'e yerleşmişler. Baba tarafından dedesinin lâkabı Zeyvergil, ana tarafından dedesinin lâkabı ise Hurşit Çavuşlar. Hurşit Çavuşlar yedi kardeşmişler, Rus istilâ ve belâsından sonra, bu kardeşler bir daha birbirlerini görmeden ebediyete göçmüşler. Zübeyir Gündüzalp'in ailesi Ermenek'te Zeyvergil diye tanınmaktadır.

Zübeyir Gündüzalp, İstiklâl Harbi'nin en buhranlı günlerinde, Ermenek'in Zaviye Mahallesinede -yeni ismi Taşbaşı- hayata gözlerini açmıştı.

Ezan sesiyle kulağına ismini Zeyver diye koymuşlar. Sonradan Üstadı bu ismi Zübeyir diye değiştirmiş.

Mehmed Efendi ile Seyyide Hanım'ın dört evlâdı vardır. Bunlardan ikisi erkek, ikisi kız. Babaları 1968'de, anneleri ise 1975'de vefat etmiştir.

Merhum Zübeyir Gündüzalp, ilkokul tahsilini Ermenek'te tamamlar. Küçükken çabuk sinirlenir, kardeşlerini ve komşu çocukları dövermiş. Annesi küçüklüğünde yaramaz olduğunu, ele avuca sığmadığı ve çok cesur olduğunu anlatmıştı.

Ermenek Postahanesi'nde birkaç sene memur olarak çalışır. Bu sırada teftişe gelen bir müfettiş, çok genç olan Zübeyir Gündüzalp'in mors alfabesiyle telgraf alışını çok beğenmiş. Kendisine biraz daha tahsil yapmasını, ileride tahsili olmayanların meslekte yükselemeyeceklerini hatırlatmıştır. Bunun üzerine , Ermenek'te ortaokul bulunmadığı için Silifke'ye gider. 1939 senesinde ortaokulu Silifke'de bitirerek memleketine döner. Daha sonra Konya'da açılan bir imtihana girer ve imtihanı kazanarak Ermenek'te postahane memurluğuna tekrar başlar. Bir müddet burada çalıştıktan sonra askere gider. Balıkesir'in Susurluk kazasında askerlik vazifesini tamamladıktan sonra Konya Postahanesi'nde telgraf muhabere memuru olarak çalışır.


Risale-i Nur'u tanıması


İşte, İslâm kahramanı merhum Zübeyir Gündüzalp, Risale-i Nur Külliyatını bu memurluğu sırasında tanımak şerefine nail olur. Konya'nın tanınmış tüccarlarından Feyzi, Mehdi ve şehid tayyarece Ömer Beyin babaları Sabri Halıcı vasıtasıyla Nur Risalelerini okumaya başlamış. 1944 senelerini takip eden yıllarda Konya'da Zübeyir Gündüzalp'le beraber münevver ve imanlı bir gençlik grubu, Nur Risalelerini tanır. Bu zatlardan tesbit edebildiğimiz isimler şunlardır: Muhsin Alev, Ziya Arun, Ziya Nur Aksun, Kâmil Öztürk, Ahmet Atak, Feyzi, Mehdi ve Ömer Halıcı kardeşler.

Merhum Zübeyir Gündüzalp'in küçük kardeşi Haydar Bey, 1945 senesinde Konya'ya gittiği zaman, ağabeyinin Muhsin Alev'le bir evde beraber kaldıklarını ve kendisine Nurlardan bahsettiğini, Üstadının büyük bir İslam âlimi olduğunu anlattığını ifade etti.


Üstadı ilk ziyareti


Gündüzalp, Üstadını ilk defa 1946'da Emirdağ'da ziyaret etmiş. İlk ziyaretinde heyecandan tir tir titriyor ve mütemadiyen gözyaşlarını tutamayarak ağlıyormuş. Üstad, "Keçeli, neden ağlıyorsun?" diye onu bağrına basıp dua etmiş. Üstadının ikazı üzerine dışarı çıkıp yüzünü gözünü yıkamış tekrar Üstadın huzuruna kabul edilmiş. Ayrılık zamanı gelince Zübeyir Gündüzalp, Üstadına, "Memuriyetten ayrılıp, yanınızda hizmet etmek istiyorum" demiş, Bediüzzaman, bu fedakârlığa çok memnun olmuş; cevaben, "Vazifene devam et, Konya'da daha çok hizmet edersin. İnşaallah, ileride alırım seni yanıma" demiş.

Zübeyir Gündüzalp, Konya'da dört sene kalmış. Bu esnada Babalık gazetesinde çalışmış ve orada çocuk terbiyesine ait bazı makaleler yazmış.

Nihayet 1948 senesinde Afyon'a tevkif edilmiş, burad Üstadıyla birlikte altı ay mevkuf kalmış. Yanlışlıkla tahliye edildiği zaman, sırf Üstadından ayrılmamak için, tahliyesinin yanlış olduğunu bildirerek, tekrar tevkif edilmesini sağlamış. Yine İslâmın bu kahraman fedaisi, Üstadıyla beraber olmak arzusuyla, Nur Risalelerini okuyup yazdığını bildirerek, kendi kendini ihbar etmiş.

Bundan sonraki hayatı, beş-altı ay Eskişehir'de ve nihayet büyük kısmı İstanbul'da dinî hizmetlerle haşir-neşir olarak geçmiştir.


Üstaddan hatıralar


"Birgün Emirdağ'da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç hizmetkârıyla bir çınar ağacına gittik. Üstad çınar ağacına çıktı. 'Burası benim medresemdir, ders okuyun' dedi. Biz de okuduk. 'Duymuyorum' diyerek faytonda olan iple üç kişi belimizden ağacın gövdesine bağladı ve bize iki-üç saat ders yaptı.

"Umumî bir vasıta ile birgün Eskişehir'e gidiyoruz. Yanımızda da bir yabancı vardı. Sigara içiyordu. Ben de hiddetlenmiştim. Adama tokat vursam veya lâf söylesem Üstad Hazretleri kızacak diye düşünürken, baktım, Üstad Hazretlerinin yanında bir kişilik yer açıldı. Kalktım, oraya oturdum. Üstadımız ise hiçbir şey söylemedi, sükût etti.

"Birgün otomobille büyük bir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, 'Ekmeği sizin, tefekkürü benim' dedi.

* * *

"Üstad seher namazını eda ettikten sonra, bir bardak limonlu çay içerdi. Hz. Üstadımız her ne zaman olursa olsun, çaya ve limon konulacak yemeklere limon damlatırdı. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri asıl yemeği kuşluk zamanında yerdi. Öğle vakti pek az, birkaç lokma bir taam alırdı. İkindi namazından evvel asıl yemeği yerdi. Ancak akşam namazından sonra okuyacağı esnada limonlu bir bardak çay içerdi. Yatsı namazından sonra Resul-i Ekreme (a.s.m.) imtisalen hemen yatardı. Yatmadan evvel küçük bir lokmacık taam yerdi. Sonra 'Âyete'l-Kürsî' yi okur, yatardı. Seher vaktinden çok evvel kalkar, evradını okurdu, sabah namazından evvel veya sonraya kadar. Sabah namazını erken edâ ederek yanında bulunan hizmetkârlarına, basılan kitaplardan ders yaptırır, kendisi de eski hurufla yazılı aslından takip ederdi. Üstad Hazretleri çorba olarak pirinç ve şehriye yerdi. İçine yumurta kırdırırdı. (Bunu 75 yaşından sonra yerdi. Yemeğin üzerine 4-5 habbe üzüm yerdi. Her habbeyi yiyişinde Besmele okurdu. 75-80 yaşlarında ömrünün sonuna kadar gördüğüme göre, kabuklarını soyar, çekirdeklerini çıkarır, yanındaki hizmetkârlarına lutuf ederdi.

* * *

"Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bir âyet-i kerimeye mânâ vererek, bir camide vaaz veriyor. Camide bulunan âlimler, şeyhler, ahali öyle müessir ve emsalsiz tefsiri, kütüb-ü İslâmiyede ve Kur'ân tefsirlerinde göremiyorlar. Çok hayran olup Üstadımıza minnettar oluyorlar. Fakat kıskanç bir şeyh, iki mürîdine emrediyor. 'Bediüzzaman'ı, sık sık gelip geçtiği şu tenha geçitte akşam namazından sonra mavzerle vurun!' diyor. Şeyhin müridleri aynı günde akşam namazından sonra, mezkûr geçitte Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin oradan geçmesini bekliyorlar. Hazreti Üstad geçide yaklaşınca o iki mavzerli müridleri görüyor. O iki mürid de Hazreti Üstadı görür görmez mavzerleri hemen kaldırıp Üstada ateş etmek üzere iken, kolları felç tutmuş gibi oluyor, mavzerler yere düşüyor. Merhum Üstad-ı Pâkimiz o iki müridin omuzlarına mübarek kollarını koyuyor ve 'Kabahat sizin değildir, ben size hakkımı helâl ediyorum' diyerek yoluna devam edip tek başına gidiyor.

"Bu harikulade hâdise o gün şâyi oluyor. Merhum Üstad o zamanlar çok genç olduğundan, yaşlı ve büyük bazı âlim ve şeyhler, Üstadın 'Bediüzzaman' lâkabını benimseyemiyorlardı. Fakat bu hâdiseden sonra hakikaten Üstadımız Said Nursî Hazretlerinin 'Bediüzzaman' olduğunu tasdik ve takdir ediyorlar."


Zübeyir Gündüzalp'in notlarından seçmeler
Kur'ân nurlarından sadık talebesi, İslâmiyetin fedakâr hizmetkârı, rahmetli Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin dersinden, sohbet ve nasihatlarından zaman zaman istifade edip feyiz alırdık. Yazılacak bir makalede kâğıt kullanma şeklinden, Üstada ait herhangi bir hatıraya kadar birçok mevzuların üzerinde ciddiyetle durur; gayet net ve keskin ifadelerle, yaptığı izahlarla muhatabını aydınlatırdı. İlk günkü görüşmemizden en son görüştüğümüz günlere kadar daima yazmanın ehemmiyet ve faydalarını anlatırdı. Zaman zaman da "müellif efendi" diye takılarak, lâtife yapardı. Küçük çocuklara öğretmek için hazırladığı kelimeler defteri, hadis mealleri ve İslâmî sözlerden derlediği birçok defterleri bulunmaktadır.
*****************************************
Bu notlardan bazıların takdim ediyoruz:
********************************************

Bilgili insan
"Bilgili insan güneşe benzer, girdiği yeri aydınlatır.

Bir saat ilme çalışmak

"Bir kimse bir saat ilim tahsil ederse, bir geceyi ihya etmekten daha hayırlıdır. Eğer bir gün ilim tahsil ederse, üç ay oruç tutmaktan hayırlıdır.

"Kim ilim meselelerinden bir mesele öğrenirse, öğrendiği ilmi başkalarına öğretirse, o kimseye yetmiş sıddık sevabı verilir.


İlim öğretmek
"İlim tâlimine, öğretimine memur olan insanların öğrettiği ilim ile ister amel edilsin, ister edilmesin; ücreti, ancak kabul olmuş bin rekât nafile namaz kılmaktan efdaldir. Eğer o kimsenin öğretmiş olduğu ilim ile amel edilirse, kıyamete kadar amellerin sevabı o kimsenin defterine yazılır.


Enbiya hakkında sohbet ayn-ı ibadettir
"Enbiyâ-yı izamdan (büyük peygamberlerden) her birinin gerek isimleri ve gerek ibadet ve ahlâklarından bahisler etmek, ayn-ı ibadettir. Kezâlik, salih, yani ehl-i takva denilen ve Sünnet-i Seniyyeden ayrılmayan ve bid'a ile amel etmeyen kimseleri sevmek, hallerinden bahsetmek keffâretü'z-zünûbtur (günahlara keffarettir).


Ey nefsim!
"Tahkikî iman ilmini oku. Hakkı ve hakikatı öğren. Cahil kalma. Münevver ol. Aydın ol. Cahil insan, cahil bir genç, cahil bir kadın, ne kadar varlıklı da olsa yine fakirdir, geridedir, aşağıdadır. Okuyan erkek ve kadın, genç ve ihtiyar daima ileride, daima yükseklerdedir. Bütün fenalıkların, hayattaki bütün bedbahtlıkların vasıtası cehalettir. Bütün iyilik ve güzelliklerin, bütün saadet ve huzurun tek çaresi ilm-i iman bilgisiyle aydınlanmak ve nurlanmaktır.

"Hem, erkek ve kadın için ilme çalışmak, cahillik bataklıklarında batmamak farzdır. Cenab-ı Hakkın ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin emridir.

"Her türlü belâlar, şer ve azaplar, dinimizi iyi bilmemezlikten, tahkikî iman ilminin nurundan ve feyzinden mahrum kalmaklıktan, cehalet karanlıklarından ileri gelir. Her nevi saadetler, her çeşit selâmetler, ferah ve neşeler, umum huzur ve sükûnlar, her sınıf güzellikler, tahkikî iman ilmi ile tenevvür etmekten, aydınlanmaktan ileri gelir.

İslâm büyüklerinin hayatı ve hatıraları genç nesiller için en güzel rehberdir. Hayatın fırtınalı ve dağdağalı hadiseleri içinde bu rehberler ışıklı deniz fenerleri gibi aydınlık verirler. Hayatını vatan, millet ve din yolunda feda eden maneviyat önderleri ise, dünyada birer kutup yıldızı oldukları gibi, ukbâda da günahkârların şefaatçisi olurlar.


İman ilmi
"Ey genç kardeşim ve zamanlarını hayhuylu, başıboş yaratıklar gibi boşluklar içerisinde geçiren sersem nefsim! Bu yaşa geldin, çocukluktan çıktın. Çocuklar var ki, sen onlardan geçersin. Sakallı çocuk olmak, bir insan için maskaralık, çirkinlik ve kötülük alâmetidir.

"Halbuki sana yakışan, senin taze ve şirin gençliğine yaraşan, hoplayıp zıplamayı bırakıp, olgun ve yüksek bir Müslüman namzedi olarak ilm-i imana çalışmak, İslâmiyetin yüce bilgisiyle bilgin olmaya gayret etmektir. Allah'a ibadet ve itaat edip, namaz ve ibadete sarılıp, güzel gençliğini çirkinleşmekten, gençlik günlerini boşu boşuna öldürmekten kurtarmaktır.

"Kendini bir yokla. Ben seni görüyorum ki, sende parlak ve ebedî bir istikbali kazanmak kabiliyeti var. Bu istidat senin gençlik ruhunun nurundan fışkırarak, senin manevî ve maddî simanda ışıldamakta, gözlerinden okumaya ve Allah'a ibadete olan sevgi kıvılcımları pırıl pırıl pırıldamaktadır. Bu nurları karartmamayı, bu ışıkları söndürmemeyi aklın ve kalbin sana feryad ü figânla ihtar ediyor.

"Ruhun , derinliklerde 'Oku! Allah'ın bahtiyar bir kulu, cemiyetin gülü, İslâmiyetin bülbülü ol!' diye İlâhî bir sada ile sana sesleniyor. Bu sadaya kulak verip nur-u Kur'ân'la ilim ve irfan sahibi olarak iki cihadın saadetiyle mes'ud ol!

"Ah, nur kardeşim! Sözlerin, senin bu sevimli özleyişlerin, senin bu sevgi dolu tavsiyelerin beni iman, İslâm ve Kur'ân yolunu öğretmek yolunda nur-u Kur'ân, nuruna kaptırdı.

* * *

"Ya İlâhî ve Rabbî! Kusurlarımı affeyle! Beni Kendine kul kabul eyle. Beni nur-u imanla münevver eyle. Emanetinin alınma zamanına kadar beni emanette emin kıl.


Merhamet
"Merhametsizliğin bir alâmeti, nisyan-ı nefisle, kendi kusurlarını unutmakla din kardeşlerinin her birinde bir kusur bulmak, onlara karşı sevgisini ve merhametini kaybederek tenkid gözlüğünü takınmaktır. Kendi kusurlarına; yakını uzaklaştırıcı, sisli gösterici âletle bakıp, din kardeşinin kusurlarına ise mikroskopla bakmaktadır. Böyle fertlerden mürekkep yiğitler, kuvvetsiz cılızlardır. Kendi kusurlarını gören, ihvanlarınınkini örten; kendi kabahatini büyük, din ve dâvâ kardeşinin kabahatini küçük gören, hattâ görmeyen Müslümanlar, Allah'ın rahmet ve mağfiretine nail olan, yüksek ahlâklı, yüksek seciyeli Müslümanlardır, ehli iman nişanını taşıyan dindarlardır. Öyle fertlerden müteşekkil azlar, çoktur. Küçükler, büyüktür. Zaifler, kuvvetlidir.

* * *

"Merhametsizlikten, münekkitlikten kurtulma yolunda ilerle, ey kardeş! Aksi halde, ya yakında, ya uzakta, ya dünyada; ya Haktan, ya halktan inmesin sana adem-i merhamet. Zira, "Men dakka dukka" [Eden bulur]. Merhametsizlik etme, sonra merhametli dosttan dahi merhametsizlik görürsün. Eğer görmezsen dünyaya mukabil, ukbada görürsün muzaaf ceza, bunu bil.

* * *

"Merhametsizliği körükleyen, hürmetsizliği alevlendiren öfke zamanındaki hürmet ve muhabbet, cennetmekân kimselerin güzelliklerindendir.

* * *

"Öfke zamanında hürmet ve merhamet en güzel ahlâktır.

* * *

"Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet harmanını elde eder.

* * *

"Güya kendisi kusurdan müberrâ olmuş, hata ve yanlışlardan kurtulmuş gibi, çoklarının ve içinde yaşadığı muhitteki ehl-i imanın kusurları ile fiilen, amelen ve hayalen uğraşmak merhametsizliktir. Bu fena huya sahip olanlar, bu tehlikeli merhametsizliği işleyenler, nisyan-ı nefs illetine tutulmuş ve nefsinin şımarmış olması ihtimalinden titresinler. Ef nefsim! Sen titre, kendine bak, kendini gör, kendini bil, kendini anla, kendini tecessüs et; ancak nefsine müfettiş, nefs-i emmârene murakıp olmak yüksekliğine çık.


Sabır ve rıfk
"Cennete giren fazilet sahiplerine melekler sorarlar:

"Faziletiniz nedir?"

"Onlar da,

"Zulme uğradığımız vakit saberderdik; bize kötülük edilince de, rıfk ile davranırdık' diye cevap verirler.

Hadis meâli
* * *

"Allahu Teâlâ sertlik ve kabalığa vermediği ecir, sevap ve mükâfatları, rıfk ve mülâyemete, yumuşaklığa verir. Rıfktan mahrum olan ev halkı, çok şeylerden mahrum olurlar.

Hadis meâli
* * *

"Rıfktan [şefkatten] mahrum olanlar, hayırdan, sevaplı amellerden mahrum kalırlar.

Hadis meâli
* * *

Hilm

"Hiddete getirilince kızmayıp, hilm ve sabır gösteren kimse, Allah sevgisine mazhar olur.

Hadis meâli
* * *

Sabır ve bağışlamak

"Peygamberimiz sorar:

"Allahu Teâlâ'nın,şerefleri ne ile kıymetlendirdiğini ve dereceleri ne ile yükselttiğini size bildireyim mi?'

"Ashab-ı Kiram, Hazret-i Peygamber (a.s.m.) Efendimize, 'Buyur, bildir, yâ Resulallah!' diye cevap verirler.

"Hazreti Fahr-i Kâinat Efendimiz ferman buyururlar ki:

"Sana karşı cahilâne hareket edildiği zaman, halim ve yumuşak olursun, sana zulmedenleri bağışlarsın, sana vermeyenlere sen verirsin ve senden alâkasını kesenlerle sen alâkalanırsın.'


Rıfk

"Resul-i Ekrem Efendimiz buyuruyor ki:

"Allahu Teâlâ rıfk sahibidir. Her hayırlı işte rıfkı sever.'


Hiddet

"Resul-i Ekrem (a.s.m.) kendisinden birşey öğretmesini, lütfetmesini talep eden bir kimseye ferman etti:

"Hiddetlenme.'


Dindar kadınlarımız

"Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimiz, kadının din, namus, şeref ve hukukuna büyük ehemmiyet verirdi. Onlara rikkat ve şefkatle muamele buyururlardı. Kadınların hislerindeki inceliği, seriütteessür oldukların, kalblerindeki hassasiyet ve merhameti çok iyi bildiğinden gönüllerini incitmemek için dikkat gösterir ve hanımların haksız yere kalblerinin kırılmaması hususlarında tavsiyelerde bulunurlardı.

"Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimiz buyurdu ki:

"Kadın, Allah'ın, kullarına en büyük hediyesidir. Allah'tan korkun, onlara zulüm ve eziyet etmeyin, onları ihmal eylemeyin.'


Kız evlâdı

"Anne ve baba, kız çocukları hakkında daha ziyade re'fetperver, şefkatli olmalıdır. Zira onların fıtratları, yaratılışları, zaif, nahif ve hassasedir. Kız çocukları daha ziyade merhamete, siyanet ve korunmaya muhtaçtır.


Üç kız evlâdı

"Hazreti Peygamber (a.s.m.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyurdu ki:

"Üç kız çocuğuna nail olup da onlara, kendisine muhtaç olmayacakları zamana kadar infak ve ihsanda bulunan, nafakaların temin eden kimseye, Cenab-ı Hak cennetini vâcib kılmıştır. Meğerki o kimse affedilmeyecek büyük bir günah işlemiş olsun veya böyle bir amelde bulunsun.'


Kız evlât

"Baba ve annenin kız evlâtları için en büyük iyilik ve en birinci vazifesi, en yüksek lütufları şudur ki, onlara iman ve İslâmiyet ilmini öğretmektir. İslâmiyete lâyık bir edep, terbiye ve ahlâkla büyütmektir. Kız yavruların insan ve cin şeytanların şerlerinden kendilerini koruyacak bir ilimle, bilgiyle yetiştirmektir. Böylece mânevî güzelliklerle ruhu parlayan bir ev kadını, bir hane hanımı olabilecek bir halde dünya ve âhirete hazırlanacaktır.


Ev kadını

"Bir İslâm kadını için yemek pişirmek, elbise dikmek, evinin nezafetine, temizliğine bakmak, çamaşır yıkamak, çocuğuna bakıp beslemek, erkeğinin hizmetini görmek büyük bir şereftir, iffet ve ismettir. Namazını geçirmeyen, farzlarını eda eden. Allah'ın emirlerini yerine getiren hanımların bütün dünyevî işlerini dahi bir nevi ibadet olarak, Allahu Teâlâ Hazretleri kabul buyurur. Bu suretle geçici fâni ömürleri âhiret hesabına, bâki, daimî bir hayata tebdil edebilir, ebedî, sonsuz bir ömre çevirebilir.


Gaflet örneği

"En büyük gaflet örneklerinden:

"Müşterek bir işte çalışan şahıslar, dinî veya dünyevî bir müessese mensupları müdavele-i efkâr yaparlarken, herkes kendi fikrini mutlak bir isabet bilmesi, diğer arkadaşlarının fikirlerini daima isabetsiz görmesi, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasıdır, Kendi fikirlğriyle yapılan işlerin zararlı ve iflasa doğru gittiğini hatırlatan en yakın arkadaşlarına yüz çevirmesi, müessesenin maddî imkânlarının elinde bulunması, şubelerdeki işin içyüzünden haberi olmayanların teveccühüne aldanmasıdır. Müesseseye, sekiz-on işlerde şahsî kanaatinden ve başka arkadaşların fikirlerinden dolayı zararlar gelince de, birtakım teviller yapmak yoluna sapması, telâşsız görünerek kendi cebindekini değil, umumun hukukunu zâyi etmesidir.

"Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesi; karşısındakinin izzetini kırması; İslamî terbiye ve ahlâka sırt çevirmeye sebep olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, 'Bana böyle dedi, şöyle dedi' gibi hiddetli mukabele etmesidir. Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır. Halbuki mesai arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup, iş yapmasıyla fikirlere menfî hislerin karışmadığı da anlaşılmış olur.

"Müteaddit defalar bir iş hususunda meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada, herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri misilleme yapar. Birinci hareket edip kalb kırana sor: "Birinci bana böyle dedi, ben de ona öyle dedim" der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dâvâ arkadaşına ikinci küskün durur. Bu küskünlüğü gören üçüncü, birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da hâricîlerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkit ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır.

"İslâm: muaşereti, edep ve terbiye riayet etmeyi evvelâ yakınlarımıza karşı tatbik etmeyi gerektirir. Bunu yapmayarak hisse ve nefse uyarak veya tehevvüre kapılarak dahilî müessese mensuplarına, hâriçtekilere dahi yapılmayacak olan bed muameleyi yapmak yanlıştır. Bu kötü hissiyat zararlı netice doğurunca 'Ben sebep oldum, özür dilerim' kâmilliğini yapmayarak zararlı neticeyi acib bir hâlet-i ruhiye ile karşısındaki ticaret arkadaşına yüklememelidir. Taraflardaki şahısların umumunun alâkadar olduğu umumî bir mes'eleye iki taraf da birbirini sabit fikirlilikle ittiham ederek, müessese hizmetine dinamit koyarak umumun zararına sebep olmamalıdırlar."
Ekleme Tarihi: 02.04.2007 - 16:10
**safir*** üyenin diğer mesajları **safir***`in Profili **safir*** Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 895 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.57862 saniyede açıldı