stromectol ivermektine generique luvox ivermektine kaletra detrol detrusitol dexantol dexone diamox diflucan dilantin dilatrend dilzem dinostral diocimex diovan hct diovan diprolene diuresal diurix dostinex doxy basan doxycline droxia dulcolax duodopa duphaston duricef duspatalin dynexan nouvelle formule ecopan efavirenz effexor xr effexor elantan elavil eldepryl elmetacin elocon elpradil eltroxine elyzol ena basan enasifar endoxan
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

16 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: sadabat.net
Havace su an offline Havace  
16 Mesaj -
arkadaşlar akıncılar derneği, yayınları ile ilgili dökümana ihtiyacım var elinde olup gönderebilecek olan varmı.
Ekleme Tarihi: 11.10.2007 - 01:18
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Ebru
Havace su an offline Havace  
Ebru
16 Mesaj -
Ebru



TARİHİ / ÇEŞİTLERİ/ MALZEMELER/ YAPIMI/ PÜF NOKTALARI


Ebru kelimesi Farsçadır, kaş, bulut anlamlarına gelmektedir. Ortaya çıkan şekillerin buluta benzemesi nedeniyle bu adı almıştır. Şemsedddin Sami, Kamusu Turki'de Ebru; "Çağatayca Ebre: Roba (elbise yüzü, kürk kabı) hare gibi dalgalı ve damarlı (kumaş,kağıt), cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt" olarak tanımlamıştır. Ciltçilikte, yazı sanatında (Hüsn-ü Hat) pervaz süslemelerinde ve yazı kağıdı olarak kullanılan ebru, günümüzde çiçek ebrularının daha da geliştirilmesiyle başlı başına levha olarak kullanılmaktadır.

Türklerin, Ortaasya'da bu sanatı bildikleri ve göçler sırasında İran üzerinden Anadolu'ya getirdikleri tahmin edilmektedir. Ebru'nun tarihinin bilinmemesi; eski ebru ustalarının yaptıkları ebrulara tarih atmamalarından kaynaklanmıştır. Çünkü ortaya çıkan ebru, sanatkarın tamamen kendi iradesini yansıtmamaktadır. Özellikle klasik ebrular; battal, gel-git, taraklı, şal ebrularına sanatkarın iradesi yansımaz.

Ebru'ya, 18.yy. Avrupa'da "Türk kağıdı" denmesi bu sanatının bir Türk sanatı olduğunu göstermektedir. 1608 yılında yazılmış olan Tertibi-i Risale-i Ebri, ebru konusunda o tarihlerdeki bilgileri bir araya getiren bir eserdir. Ayrıca Gelibolulu Mustafa Ali Bey tarafından yazılan Menakıbı-ı Hunerveran diğer sanatların yanında ebru hakkında da bilgi vermektedir.

Tarihimizde bilinebilen ebru sanatçıları; Şebek, Hatip Mehmet Efendi (Ö.1773), Şeyh Sadık Efendi (Ö.1846) ve oğlu Salih Efendi, Edhem Efendi.(Ö.1904), Sami Efendi (Ö.1912), Şeyh Aziz Efendi (Ö.1934), Necmeddin Okyay (Ö.1976) ve oğulları Sami Bey (Ö.1933), Sacid Okyay (Ö.1910), Abdulkadir Kadri Efendi (1942), Mustafa Düzgünman (1990), Alpaslan Babaoğlu, Fuad Başer, Peyami Güler....

Mustafa Düzgünman hocanın yetiştirdiği öğrencilerle günümüzde ebru tanınan ve sevilen bir sanat haline gelmiştir.

Klasik sanatların yayılması toplumun öz kimliğine dönmesinde önemli bir faktör olduğunu düşünüyoruz yeter ki sanatkarlarımız hasis davranmayıp bu sanatları sevdalılarına öğretsinler.

ebru çeşitleri

Battal Ebru / Gelgit Ebru / Şal Ebru / Somaki Ebru / Taraklı Ebru / Bülbül Yuvası/ Hafif Ebru/ Koltuk Ebrusu / Hatip Ebrusu / Çiçekli Ebru / Yazılı Ebru/ Akkase Ebru / Kumlu Ebru/ Neftli Ebru

MALZEMELER

Kağıt:

35x50 cm. ve 80-90 gr, I. Hamur kağıt kullanılır. Daha ince kağıtlarda ebrulu kağıt kuruduktan sonra bombe yapmaktadır.

Tekne:

Galvanizli, ahşap veya emaye olarak yaptırılır. Ebatları kağıdın boyutlarından iki (2) mm. Daha büyük olmalıdır. Örneğin: 35.2 x 50.2 gibi. yüksekliği 5 yada 6 cm olabilir.

Fırça:

Gül dalından ve at kuyruğundan fırça yapılır. Gül dalları 25-3O cm. boyunda kesilir. 4 cm boyundaki at kuyruğu bir miktar alınıp avucun içine yerleştirilir ve yayılır gül dalının 2 cm ucundan taşacak şekilde konur ve avuç kapatılır böylece at kıllarının dalın etrafını sarması sağlanmış olur. Misinayla sıkıca bağlanır. Fırçanın ucu makas veya maket bıçağıyla düzeltilir. 20-25 civarında fırça yapılırsa iyi olur.

Boyalar:

Beyaz: Üstübeç Mavi: Lahor Çivit (bir ağaçtan elde edilir), Çamaşır çivit, Siyah: Demir oksit veya is (odun yada çıra isi olabilir)

Lacivert: Çivitle siyahın karışımı Sarı : Oksit sarı, çiçek yapımında pigment sarı Yeşil: Pigment yeşil, lahor çivit ve sarının karışımı

Ebru boyaları genelde toprak kökenli boyalardır. İstenilen topraktan da boya elde edilebilir. (Bu boyalar suda erimez ve dibe çöker .) Su da eriyen, suyu boyayan, boyalarla ebru yapılmaz.

Boyaların ezilmesi: Toz boya mermer yada kalın bir cam üzerine bir miktar konur mümkünse mermerden yapılan bir el taşı (disteseng) ile sekiz şekli çizilerek, bastırarak iyice ezilerek incelmesi sağlanır. (Mermer üzerinde ezilecekse önce açık renkli boyalar ezilir.) Ezilen her boya bir litrelik kavanozlara konur. Ezme işlemi bittikten sonra, bir miktar ezilen boyadan alınarak yarım litrelik kavanoza konur üzerine su ve 10 damla sığır ödü damlatılır. Buna boyaları "terbiye etmek" denir. (Burada şunu belirtmek gerekir ebruda hiçbir şeyin belirli ölçüsü ve gramajı yoktur, denemeyle ve göz kararıyla yapılır.) Yaklaşık beşte üçü boya, beşte ikisi de su olursa iyi olur. Boyanın cinsine ve ezilme durumuna göre en az iki üç günde boyalar terbiye olur. Lahor çivit denilen boya ezilmez küçük bir parça alınır ve üzerine sıcak su konur soğuduktan sonra 5-6 damla öd ilave edilir. Boyalar terbiye olduktan sonra kullanıma hazırdır. Bu yarım litrelik kavanozlardan boya alır, 200 gr.lık kavanozlara koyarsınız ve kitrenin yoğunluğuna göre kullanacağınız boyaya su ve öd ilave ederek kullanırsınız.

Öd:

Kasaptan veya mezbahaneden sığır ödü alınır. Bir metal kap içerisine konur bu kap su dolu bir başka metal kaba konur ve ocağın üzerine konur (benmari Metodu) yaklaşık 20dakika alttaki su kaynatılır ödlü kapta biriken köpükler atılır. Öd soğuduktan sonra tülbentten süzülür kavanoza konur, öd kullanmaya hazırdır. Ödün işlevi; boyaların parçalanmasını ve kitreli suyun üzerinde açılmasını sağlamaktır.

Kitre:

Suyun yoğunluğunu arttırmak için suyun içerisine kitre konur. Geven adlı bitkiden elde edilen kitre, çıkarıldığı bölgelere göre farklılık arz etmekte ve sorun çıkarabilmektedir. Aktardan alacağınız zaman özellikle, "ebru yapmak için kitre" derseniz daha iyi olur. Bir avuç (40-50 gr) kitre bir kovaya konur üzerine iki litre su konur ve bir gün beklenir. Kitre, şişer iyice yoğrulur. Tekrar su ilave edilir birkaç saat beklenir tekrar yoğrulur. Yaklaşık 8-9 litre su konuncaya kadar bu işlem devam eder. Bu normalde iki- üç günü alır. ( Eğer bu kadar beklemek istemiyorsanız bir sopa yardımıyla çok iyi karıştırarak bir günde hazır hale getirebilirsiniz ama normal seyrinde hazırlamak daha problemsiz olur..) Kitre tamamen eriyince, amerikan beziyle süzülerek tekneye alınır. Kitre bir süre teknede bekletilirse iyi olur. Birkaç defa süzülürse daha iyi olur. Tortular ve erimeyen kitreler varsa bunlar torba içinde bırakılır. Bu teknedeki kitre genelde yoğundur. Kitre koyu olursa boyalar açılmaz eğer sulu olursa çok fazla açılır, renkler açık olur ve boyalar kağıttan akabilir. Bu teknenin üzerine boş birkaç gazete kağıdı kapatıp alınarak, yüzey gerilimi alınır. Bir boya bir çiviyle alınarak teknedeki kitreli suya değdirilir. Boya dibe çöküyorsa boyaya öd ilave etmek gerekir. Eğer boya kapanıyorsa kitre yoğunudur su ilave etmek gerekir. Boya bir miktar açılmışsa (yaklaşık 4-5 cm.) Bir çivi ile bu boyanın üzeri çizilerek boyanın hareket etmesi sağlanır.

1-Eğer hareket eden boya çiviyi çektikten sonra geri geliyorsa kitre koyudur tekneye bir miktar su ilave etmek gerekir.

2-Eğer boya harekete devam ediyorsa kitre suludur, eğer suda erimiş koyu kıvamlı kitreniz varsa ilave edersiniz yoksa yapabilecek fazla bir şeyiniz yoktur.

3-Eğer suyun üzerindeki boya, çiviyi götürdüğünüz yerde kalıyorsa kitrenin kıvamı klasik ebrular için uygundu

BOYALARIN AYARLANMASI

Genelde, koyu renkli boyalardan açığa doğru gidildiğinden, öd ayarını buna göre yapmak gerekir. Tekneye atacağınız ilk boyanın öd miktarı az, daha sonra atacağınız boyanın öd miktarı öncekinden daha fazla olmalıdır. (Mesela 5 renk boya kullanacaksınız kullanacağınız ilk boyanın ödü en az, son boyanın ödü hepsinden daha fazla olmalıdır.) Örneğin; İlk boya siyah olsun, bir bizle(çivi) bu boyadan alır suyun üzerine dokundurursunuz 4-5 cm açıldı diyelim, ikinci boya da sarı olsun ondan da bir bizle alır siyahın üzerine değdirirsiniz eğer sarı boyanın ödü yeteri kadar fazlaysa siyah boyayı iter kendine yer açar eğer öd miktarı az olursa ya boya dibe çöker ya da hemen kapanır, buna damla damla öd ilave etmeli her seferinde tekne üzerinde tekrar denemeliyiz. Kullanacağımız üçüncü boya kahverengi olsun ondan da biz le alıp sarının üzerine değdiririniz, sarı boyayı itip kendine yer açtıysa mesele yok, açılmadıysa boyaya öd ilavesiyle açılmasını sağlarız.O teknede kullanacağımız boyaların ayarını böylece yaparız. Bir tekne için yaptığınız boya ayarları aynı teknede ertesi gün için bile değişir çünkü teknedeki su buharlaşmış ve kitreli su koyulaşmıştır. Kitreli suya gerekli miktarda su ilave etmek ve boyaların öd ayarını tekrar yapmak gerekir, ayrıca çalışırken de tekneye sürekli kağıt kapatıp ebruyu aldığımız için kitre kıvamı koyulaşır, kıvamı koyulaştığında gerekli miktarda su ilave etmeli.

EBRUNUN YAPIMI

Tekne üzerine atacağınız boyalar sağdan sola doğru atılmaya başlanır daha sonra biraz üste çıkılarak soldan sağa doğru atılır dört sefer bu şekilde tur atılır. Fırça ile atılan boyalar hiç müdahale edilmezse bu Battal ebru olur. İyi bir ebrucu battal ebruyu çok iyi bilmesi gerekir. Battaldan sonra bir bizle önce enlemesine boydan boya daha sonra yukarıdan aşağıya çizgiler çekmesine gelgit ebrusu denir. Gelgitten sonra istenirse çapraz çizgiler çekilerek şal ebru yapılabilir.

Çiçekli ebrulara en son geçilmelidir. Çiçek için hazırlanacak boyaların öd oranı fazla su oranı az olur, yoğunluğu bal kıvamında olursa da bu boyaya göre değişebilir, ayrıca özellikle karışım yaptığınız boyaların iyi terbiye olması gerekir.

EBRU YAPIMINDA TAVSİYELER:

Tekne ne kadar çok kullanılırsa o kadar verimli olur ( Birkaç gün kullanılmayan tekneler tembelleşir ve verim alınmaz. )

Kullanmayacağınız zaman teknenin üstünü açı bırakmayın beyaz bir kağıtla tamamen örtün (gazete ile örtmeyin )

Boyalar teknenin üzerine atıldığında bazı yerler açılıyor bazı yerler açılmıyorsa, tekne homojen değildir, spatulayla iyice karıştırmak gerekir.

Kitre üzerine atılan boyada dairelerin kenarları düzgün değilse kitre tam erimemiştir.

Fırçada gereğinden fazla boya varsa, boya dibe çöker. Fırçayı sıkmak gerekir.

Teknede köpük varsa bir spatulayla onları almak gerekir. Kağıda aldığınızda köpük olan yerler beyaz çıkar.

Elimizden veya malzemelerden yağ veya öd bulaşması,tekneye öd damlaması, teknenin üzerinin açık olması gibi durumlarda boyalar yıldız açılır, tekneyi bir yada birkaç gazete kağıdıyla temizlemek ve 10-15 dakika dinlendirmek gerekir.(Tekneye biraz su ilave etmekte çözüm olabilir.)

Tekneye attığınız boyalar kumlanıyorsa veya çatlıyorsa, boyada su eksiktir.

Boyaların kağıttan akmasının sebebi kitreli su, boyadaki su ve boyadaki öd dengesizliğidir. Boyaya bir damla su iki damla öd damlatarak her seferde tekne üzerinde denemek gerekir.

Akan boyalara çamlıca toprağı ya da biraz lahor çivit konarak akması önlenebilir.

Tüm boyalar kağıttan akıyorsa, kitrenin yapıştırıcılık özelliği gitmiştir.

Kağıt tekneye yatırılırken kayma olursa kağıtta beyaz çizgi oluşur.

Kağıdı tekneye yatırdıktan sonra hava kabarcığı oluşursa, iğneyle delip havayı almak yada bir bizle sürekli o bölgeyi sürterek kabarcığı almak gerekir.

Çiçekli ebru boyalarında boyanın kenarları girintili çıkıntısıyla iki damla su bir damla öd ilave etmek gerekir. (Her damladan sonra tekrar denemeli)

Eğer tekne ye attığınız boya büyükse bir kağıdı külah yaparak küçültmek istediğimiz boyanın ortasına batırır geri çekerek küçültebiliriz.

Elimizden yada malzemeden tekneye toz dökülürse, beyazlıklar oluşur bunları bir kağıtla yada elimizdeki bizi kurulayıp oraya batırıp çekmekle giderebiliriz.

Ebru yapımı sırasında karşılaşabileceğiniz problemleri deneyerek çözüm yoluna gidebilirsiniz.

İlgilenen arkadaşlara Ebru Sanatıyla İlgili Bazı Siteler:
http://www.geleneksel ebru.com
http://www.istanbulsanatevi.com
http://www.tarzikadimebru.com
http://www.sadabat.net


Bu mesaj 2 kez ve en son Havace tarafından 21.09.2006 - 03:42 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 21.09.2006 - 03:37
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: CEV$EN
Havace su an offline Havace  
cevşen
16 Mesaj -
verdiğiniz ses dosyasında maalesef herhangi bir hadis kaynağı verilmemekte ve hatta zeyneladidinden tevaturen nakledilmiştir denmek te dir ilginç mutevatie olsaydı meşhur hadis kitaplarında olmazmıydı?
Ekleme Tarihi: 16.08.2006 - 12:11
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: NÜKTELER
Havace su an offline Havace  
16 Mesaj -
öyle hanımlardan kaldımı ki dünyada
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 21:45
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Seçme Şiirler
Havace su an offline Havace  
Seçme Şiirler
16 Mesaj -
BENİ BAĞIŞLA

Beni bağışla

Seni seviyorum

Beni bağışla aşkım, aşkımı hoş gör artık

Beni hoş gör, beni bağışla seni seviyorum.

Yolsuz yordamsız bir kuş gibi öksendeyim,

Yüreği tir tir, örtüsünden kurtulmuş

Şimdi yoksul, şimdi çırılçıplak, şimdi soyunuk

Acını esirgeme benden, ko sarınsın yüreğim

Ko giyinsin, ko kuşansın, ko örtünsün sonra

Beni bağışla aşkım, beni hoş gör,

Seni seviyorum.

Eğer bir lokmacık bile sevmezsen beni

Hiç mi hiç sevmezsen eğer.

Acımı bağışla, beni hoş gör, seni seviyorum

Bana öyle eğri bakma, ırak durma ellerden

De kuytuma çekilirim,

De karanlığa kavuşurum.

Sımsıkı tutarım ellerimle utancımı

Sarıp sarmalarım, dürüp bükerim.

O an yüzün eğ benden aşkım, kaçır benden

Beni hoş gör, beni bağışla seni seviyorum.

Gün gelir hayalin erişir karanlık yiter

Meyil verirsin bana gün gelir,

Şimdi çaresizim, yalnızım

Kolum kanadım kırık.

Tagor

Ya Râb BelâyI AŞk İle KIl AŞİna Benİ


Ya râb belayı aşk ile kıl aşina beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni

Az eyleme inâyetini ehli derdden
Yani ki çok belâlara kıl mübtelâ beni

Oldukça ben götürme belâdan iradetim
Ben isterim belâyı çü ister belâ beni

Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigarımın
Geldikçe derdine beter et müptelâ beni

Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola getürmek saba beni

Nahvet kılıp nasib fûzûlî gibi bana
Ya râb mukayyed eyleme mutlak bana beni

Fuzuli

MONA ROSA

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben öteliyim
Açma pencereni perdeleri çek..

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin agaçları söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçegini eziyor gibi
Ellerinden belli olur bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat on ikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki be Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki be Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun soyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artik inan bana muhacir kızı


Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller ak güller

Sezai Karakoç
RÜyalarIm Olmasa


Yıldızlara baktırdım fallara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa

Zor mu geldi kalbinde bana sevgi saklamak
Yakıp gittiğin yeri dönüp bir kez yoklamak
Değil sabaha kadar seni öpüp koklamak
Seni sarmam imkansız rüyalarım olmasa

Sevmesem özler miyim seni can pahasına
Ne olur bir fırsat ver, beni bir daha sına
Adını söyleyemem senden bir başkasına
Seni sormam imkansız rüyalarım olmasa

Düşlerimde incitsem günlerce uyuyamam
Sana değil, saçının bir teline kıyamam
Yıllar sonra dönsen de nerde kaldın diyemem
Seni kırmam imkansız rüyalarım olmasa

Yalvarırım mektup yaz beş dakikanı ayır da
Su serp yanan sineme sağlığını duyur da
Yaban gülü gibisin dağda, kırda, bayırda
Seni dermem imkansız rüyalarım olmasa...

Cemal Safi

TARZI MESNEVİ


Dün gece muhabbet erleriyle aşk meclisinde, sevda ipine, söz incileri dizerken, rüzgarın getirdiği misk kokusuyla kapının perdesi aralandı da o göründü.
A güzel, ceylanın kokusunu, senin cennet kokuna tercih edeceğimi sana kim söyledi ki?
Ahu gözleriyle gülümseyerek içeriye girdi, mahcemalinin nuru, önce solmuş yüzümü, sonra da ruhumu aydınlattı. Sessizce geldi yanıma oturdu. Dönüp ona bakmayınca;
-A güzellik vurgunu, niye hiç iltifat etmezsin bana, hatam nedir ne kusur işledim sana? dedi.
Sessizce ona dedim ki; Ey sevgili, ne kadar zalimsin, güzelliğinden ne diye beni mahrum etmek istersin, karşıma otursana...
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 21:24
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Dualar
Havace su an offline Havace  
Dualar
16 Mesaj -
Allah'ım!

Günahlarımı,

Bilgisizlik yüzünden yaptıklarımı,

Haddimi aşarak işlediğim kusurlarımı,

Benden daha iyi bildiğin bütün suçlarımı bağışla!


Allah'ım!

Ciddi ve

şaka yollu yaptıklarımı,

Yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle!

Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim.

Allah'ım!

Şimdiye kadar yaptığım, Bundan sonra yapacağım, Gizlediğim ve açığa vurduğum,

Ölçüsüz bir şekilde işlediğim

ve benden daha iyi bildiğin

günahlarımı affeyle!

Öne geçiren de

Sen,

geride bırakan da Sensin. Senin gücün her şeye yeter.

(Buhari)

HİCRET ÖNCESİ DUASI

Hiçbir şey değilken beni yaratan Allah'a hamd olsun.

Allah'ım!

Dünyanın zorluklarına,

Zamanın felaketlerine Ve

Gecelerle gündüzlerin musibetlerine karşı

bana yardım et.

Allah'ım!

Bu yolculuğumda

benimle beraber ol.

Arkada kalan ailemi kolla.

Rızkımı bereketli kıl, beni kendine itaatkâr et.

İyi ahlak üzerinde beni güçlü kıl.

Beni kendine sevdir,

beni insanların eline bırakma.

Sen güçsüzlerin Rabbisin.

Benim Rabbimsin.

Göklerle yeri nurlandırıp,

karanlıkları aydınlatan,

Öncekilerle sonrakilerin,

Herkesin işini düzene sokan

şerefli varlığına sığınıyorum

Ki öfke ve kızgınlığın üzerime inmesin.

Nimetlerinin yok olmasından,

gazabının ansızın gelmesinden,

Verdiğin afiyetin kaybolmasından

sana sığınıyorum.

Şikâyetim Sanadır.

Yapabileceklerimin en hayırlısı bendedir.

Beni kötülüklerden alıkoyacak güç

Ve

İyilikleri yapması sağlayacak kuvvet,

ancak sendedir.

..................

"Allah'ım! Sen Meliksin,

senden başka hiçbir tanrı yoktur.

Sen benim Rabbimsin, ben senin kulunum.

Kendime yazık ettim, günahımı itiraf ediyorum.

Tüm günahlarımı bağışla! Senden başka günahları bağışlayan yoktur.

Beni ahlâkın en güzeline ilet! Ahlâkın en güzeline ancak sen iletirsin.

Ahlâkın kötüsünden beni uzaklaştır!

Ahlâkın kötüsünden başkası değil,

ancak sen uzaklaştırırsın!


Allah'ım!

Önceden yaptıklarımı, sonraya bıraktıklarımı, içimde gizlediklerimi,

açığa vurduklarımı, aşırı davranışlarımı ve benim hakkımda benden daha iyi bildiklerini,

ne olur benim için bağışla! Mukaddim de sensin, Muahhir de sen!

Senden başka hiçbir tanrı yoktur!"

(Müslim)

...........

"Allah'ım!

Gazabından rızana,

cezandan affına sığınırım.

Senden sana sığınırım.

Senin üzerine övgüyü bir bir saysam bitiremem.

Sen, kendi büyük ve yüce zâtını nasıl övdüysen, öylesin."

(Müslim)

..........

"Allah'ım!

Kalplerimizi hayır üzere kaynaştır,

aramızı bul, bizi kurtuluş yollarına ilet ve

bizi karanlıklardan kurtarıp nura kavuştur!

Açık, gizli tüm hayasızlıklardan bizi uzaklaştır!

Kulaklarımızı, gözlerimizi, kalplerimizi

ve eşlerimizi bizim için mübarek eyle!

Tövbelerimizi kabul eyle!

Sen tövbeleri çokça kabul eden

ve sınırsız merhamet edensin!

Nimetine karşı bizi

şükredenler kıl,

bize bolca verip,

nimetlerini

tamamla!"

(Rezîn)

...............

"Allah'ım,

seni zikretmekte,

sana şükretmekte ve

senin ibadetini iyi yapmakta bana yardım et!"

(Ebû Dâvud)

...............

"Allah'ım!

Yalnızken de, insanlar içindeyken de,

senden korkmayı dilerim. Rıza ve öfke hâllerimde de,

senden ihlas kelimesini dilerim.Fakirlikte ve zenginlikte tutumlu olmayı dilerim.

Senden, bitmeyen nimeti isterim. Senden, kazadan sonra rızayı isterim. Senden,

kesilmeyen göz aydınlığı dilerim.Senden, ölümden sonra güzel bir hayat dilerim.

Cemâline bakmak ve sana kavuşmak lezzetini dilerim. Kimsenin zararına uğramamayı

ve saptırıcı fitneye düşmemeyi dilerim. Bizi îman süsü ile süsle!

Bizi doğruya eren ve doğru yolu gösterenlerden eyle!"

(Nesaî)

"Allah'ım!

Kabir azabından,

Mesihi Deccal fitnesinden,

hayatın ve ölümün fitnesinden

ve günah işlemekten

ve borca batmaktan sana sığınırım."

(Buhârî)

......

"Ey Rabbim!

Senden bildiğim ve

bilmediğim hayrın hem çabuk,

hem geç olanını istiyorum.

Ey Rabbim!

Resûlünün senden istediğini istiyorum,

Resûlünün sana sığındığı şeyden ben de sana sığınıyorum.

Allah'ım benim için kaza ettiğin şeyin âkıbetini doğru yola ulaştır."

(İbn Mâce )

.......

"Ey Rabbim!

Acizlikten, tembellikten,

korkaklıktan,cimrilikten,

eli kolu dökülür derecede takatsizlikten,

kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım.

Fakirlikten,

küfürden, fısktan,

şekavetten, nifaktan,

yaptığını insanların duyması ve

medh etmeleri için yapmaktan,

riyâdan, sana sığınırım.

Sağırlıktan, dilsizlikten,

delilikten, cüzzamdan,

abraslıktan ve kötü

hastalıklardan

sana

sığınırım."

(Buhârî)

........

"Ey Rabbim!

Beni,

iyilik ettiği zaman sevinen,

kötülük ettiği zaman istiğfar edenlerden kıl."

(Camiu's-Sağir)

.....

"Allah'ım!

Faydası olmayan namazdan sana sığınırım."

(Ebû Dâvud)

........

"Allah'ım!

Doğruyu bana ilham et!

Beni nefsimin kötülüklerinden kurtar!"

(Tirmizî)

.....

"Allah'ım!,

senden faydalı bir ilim, kabul edilmiş bir amel,

güzel bir rızk dilerim."

(Rezîn)

........

"Ey kalpleri evirip çeviren!

Kalbimi dinin üzerinde sabit eyle!"

(Tirmizî)

.......

"Allah'ım!

Acizlik,

tembellik,

korkaklık,

yaşlılık,

cimrilik,

ihtiyarlık

ve

kabir azabından sana sığınırım.


Allah'ım!

Nefsime takvasını ver ve onu temiz eyle!

Onu yalnız sen temiz edersin.

Onun koruyucusu

ve

efendisi sensin.


Allah'ım!

Fayda vermeyen ilimden,

korkmayan kalpten,

doymayan nefisten

ve

kabul olunmayan duadan

sana sığınırım."

(Müslim)

.......

"Yâ Rab!

Kalbimi nurlandır,

gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır,

sağımı nurlandır, solumu nurlandır,

üstümü nurlandır, altımı nurlandır,

önümü nurlandır, arkamı nurlandır

ve

beni nûr eyle."

(Buhârî, Müslim)

........

"Başka bir ilâh yok,

ancak Allah var. O'nun şerîki yoktur.

Mülk O'nundur, hamd de O'nundur. O her şeye kadirdir.

Allah'ım, Senin verdiğine engel olacak da yoktur,

vermediğini verecek de yoktur. Ve servet sahibi olanlara

servetleri sana karşı bir menfaat veremez."

(Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Hanbel)

......

"Yâ Rab,

benim hatâlarımı,

bilmeden yaptıklarımı,

işimde aşırı gitmemi, ve

senin benden çok iyi bildiğin hallerimi mağfiret eyle.

Allah'ım,

benim latifeleşmelerimi, ciddiyet hallerimi,

hatâen ve kasten yaptıklarımı ve bende olan her şeyimi mağfiret eyle!"

( Buhârî, Müslim)

.........

"Ey, Rabbim!

Gayb ilminle ve halk üzerine kudretinle,

hayatı benim için hayırlı gördükçe beni yaşat,

ölümü benim için hayırlı gördüğün zaman da beni vefât ettir.

Ey Rabbim!

Gizlide ve açıkta senden haşyetini istiyorum.

Rızâ hâlinde de, gadab hâlinde de ihlâs sözünden ayırmamanı

istiyorum, fakirlikte de zenginlikte de i'tidâlden ayırmamanı istiyorum.

Senden tükenmez bir ni'met, kesilmez bir göz ferahlığı istiyorum. Senden beni kazâna râzı

kılmanı, ölümden sonra yaşamanın serinliğini istiyorum. Senden yüzüne bakmanın

lezzetini; sana kavuşmanın şevkini istiyorum. Bütün bunları zarar vericinin zararından,

saptırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum.

Ey Rabbim!

Bizi îmân zîynetiyle süsle,

bizi doğru yolda olan

hidâyet rehberleri kıl."

( el-Camiu's Sağir)

.......

"Yâ Rabb!

Ben hangi bir mü'mine onu üzecek ve gönlüne ağır gelecek bir söz söylemişsem

kıyamet gününde o sözü onun için sana kurbiyyet eyle."

( yani o sözden müteessir olduğu kadar onu sana yaklaştır .)

(Müslim, Darimî, İbn Hanbel)

"Rahman, Rahîm olan Allah'ın adıyla.

Ey Rabbim!

Senden yardım istiyorum,

sana tevekkül ediyorum, benim işimin zorluğunu azalt!

Seferimin meşakkatini kolaylaştır ve beni hayırla rızıklandır.

Benden her türlü şerri defet. Sadrıma inşirah ver. İşimi kolaylaştır,

dilimdeki düğümü çöz.

Ey Rabbim,

kendimi, dinimi, ehlimi,

malımı, akrabamı ve seninle benim aramda

âhiret ve dünyâya müteallik ne varsa cümlesine seni bırakıyorum

ve sana emânet ediyorum. Bizim hepimizi her türlü kötülükten ve üzücü şeylerden

muhafaza et!

Ey kerem sahibi

Rabbim!

Beni ve benim berâberimdekileri

muhafaza et!

Beni ve berâberimdekileri

selâmette kıl,

beni ve berâberimdekileri

menzilimize ulaştır.

Ey Rabbim! Ey Rabbim!

Sana tövbe ettim,

Sana sarıldım,

takvayı bana azık olarak ver,

günâhımı mağfiret et,

her nereye yönelirsem

beni hayra yönelt!"

( el-Ezkar)

"Başka bir ilâh yok, ancak Allah var.

O'nun şerîki yoktur.

Mülk O'nundur, hamd de O'nundur.

O her şeye kadirdir.

Allah'ım, Senin verdiğine engel olacak da yoktur, vermediğini verecek de yoktur.

Ve servet sahibi olanlara servetleri sana karşı bir menfaat veremez.

Yani servetine güvenerek sana âsî olanları o servetleri kurtaramaz."

(Buhârî, Müslim, Tirmizî, Muvattâ', İbn Hanbel)

"Allah bize kâfidir, o ne güzel vekîldir!"

(Buhârî)

Yâ Rab, benim hatâlarımı,

bilmeden yaptıklarımı,

işimde aşırı gitmemi

ve Senin benden çok iyi bildiğin hallerimi mağfiret eyle.

Allah'ım,

benim latifeleşmelerimi,

ciddiyet hallerimi,

hataen ve kasten yaptıklarımı ve bende olan her şeyimi mağfiret eyle!"

(Buhârî, Müslim)

"Ey, Rabbim!

Gayb ilminle ve halk üzerine kudretinle,

hayatı benim için hayırlı gördükçe beni yaşat,

ölümü benim için hayırlı gördüğün zaman da beni vefât ettir.

Ey Rabbim!

Gizlide ve açıkta senden haşyetini istiyorum.

Rızâ hâlinde de, gadab hâlinde de ihlas sözünden ayırmamanı istiyorum,

fakirlikte de zenginlikte de itidâlden ayırmamanı istiyorum.

Senden tükenmez bir nimet, kesilmez bir göz ferahlığı istiyorum.

Senden beni kazâna râzı kılmanı, ölümden sonra yaşamanın serinliğini istiyorum.

Senden yüzüne bakmanın lezzetini;

sana kavuşmanın şevkini istiyorum.

Bütün bunları zarar vericinin zararından,

saptırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum.

Ey Rabbim!

Bizi îmân zîynetiyle süsle, bizi doğru yolda olan hidâyet rehberleri kıl.

(el-Camiu's Sağir)

"Ey Rabbim!

Senden bildiğim ve bilmediğim hayrın hem çabuk,

hem geç olanını istiyorum.

Ey Rabbim Resûlünün senden istediğini istiyorum.

Resûlünün sana sığındığı şeyden ben de sana sığınıyorum.

Allah'ım!

Benim için kaza ettiğin şeyin âkıbetini doğru yola ulaştır.

(İbn Mâce)

Ey Rabbim!

Ben zayıfım,

rızân yolunda benim zaafımı kuvvetlendir.

Beni nâsiyemden tutup hayra sevk et.

İslâm'ı rızâmın en son noktası kıl.

Ey Rabbim!

Ben zayıfım, beni kuvvetlendir.

Ben zelîlim beni azîz kıl.

Ben sana muhtacım, beni rızıklandır.

(Râmüzü'l-ehâdis)

Ey Rabbim!

Acizlikten,

tembellikten,

korkaklıktan,

cimrilikten,

eli kolu dökülür derecede takatsizlikten,

kasvetten,

gafletten,

zilletten,

azlıktan,

meskenetten sana sığınırım.

Fakirlikten,

küfürden,

fısktan,

şekavetten,

nifaktan,

yaptığını insanların duyması ve medh etmeleri için yapmaktan,

riyâdan,

sana sığınırım.

Sağırlıktan,

dilsizlikten,

delilikten,

cüzzamdan,

abraslıktan

ve

kötü hastalıklardan sana sığınırım.

(Buhârî)

"Ey Rabbim!

Beni,

iyilik ettiği zaman sevinen,

kötülük ettiği zaman istiğfar edenlerden kıl.

(Camiu's-Sağir)

Ey kalpleri çekip çeviren Rabbim!

Kalbimi dînin üzere sâbit kıl.

(Tirmizî)
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 21:14
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: CEV$EN
Havace su an offline Havace  
16 Mesaj -
S.A.
Cevşenin hangi hadis kitabında olduğu konusunda bilgisi olan varsa yazarsa minnettar kalırım.
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 21:10
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: SEDEFKARLIK
Havace su an offline Havace  
SEDEFKARLIK
16 Mesaj -
SEDEFKÂRLIK

SEDEF NASIL OLUŞUR?

Sedef, sıcak denizlerin akıntılı sularında Tuz, kireç ve fosfordan oluşan kalker bir maddedir. Beyaz, arusek, çöp, taş sedef olmak üzere çeşitlenir. Beyaz sedef, çift kabuklu ve daha düzdür. Hakim renk beyaz olsa da; ışığa göre açık mavi, pembe, yeşil, sarı tonlar taşıyabilir. Arusek sedef; tek kabuklu ve açık pembe, mavi, yeşil tonlarındadır. Çöp sedef koyu renkli, daha çok meneviş ve desen taşır. Taş sedef ise, beyaz sedefin daha az parlak olanına denir. Sedefin genel olarak bulunduğu yerler özellikle zarif incilerin toplandığı bölgelerdir. Avustralya'nın kuzeyi ve doğusu, Tahiti, Gambier adaları, Meksika'nın Büyük okyanus kıyıları ve Madakaskar'da bol miktarda bulunur.

Sedef'in aslı, bilindiği gibi deniz yumuşakçalarının kabuklarıdır. Uzun ömrün sembolü sayabileceğimiz bu kabuklar, milyonlarca yıllık fosiller halinde karalarda da görülür. Sıcak denizlerin yetiştirdiği çok iri yumuşakçaların kabukları, zengin sedef kaynaklarıdır. Hammaddesinin sıcak denizlerden sağlanması dolayısıyla sedefkârlığın Doğu'da başladığı tahmin edilmektedir. Sümer mezarlarında rastlanan ilk sedef işçiliği örnekleri de bu iddiayı güçlendirmektedir. Çin, Hindistan, Siyam gibi Uzak Doğu'nun "sanatı ve sanatkârı bol" ülkelerinde doğan sedefkârlık, Orta Asya Türkleriyle beraber Anadolu'ya gelmiştir. Çabuk kırılabilen "nazlı" bir malzeme oluşu ve genellikle ahşap üzerine uygulanması nedeniyle, çok eski sedef işçiliği örneklerine ne yazık ki yeterince sahip değiliz. Ancak gerek Marko Polo ve gerekse Türklerle ilişkisi olan bazı Bizans elçilerinin hatıralarından, ". . .Türklerin sedef veya sedefle bezenmiş çeşitli eşya yapımında" usta olduklarını öğreniyoruz. Osmanlı devrinde ilk sedef süsleme işlerine, Edirne'deki İkinci Bayezid Camii kapı kanatlarında rastlamaktayız.

SEDEFkarlıkta kullanılan malzemeler

Bağa, fildişi, kemik, çeşitli filetolar ve altın, gümüş gibi kıymetli madenler sedefkârlıkta kullanılan diğer malzemelerdir. Bunların hepsine birden bezeme veya süsleme malzemeleri diyoruz. Bağa; büyük kaplumbağaların sırtından çıkar, tırnaksı bir maddedir, ısıyla yumuşatılır ve istenilen forma girer. Açık ve koyu sarı, kahve, kızıl kahverengi, menevişli estetik bir malzemedir. Alt kısmına altın varak yapıştırılarak kullanılır. Fildişi, sert ve dokulu bir malzemedir. Fileto ise üst üste yapıştırılan ahşap ve ona uygun malzemelerin yanlamasına kesilmesiyle elde edilen bir süsleme unsurudur. Altın ve gümüş özellikle günümüzde takı çalışmalarında kullanılmaktadır. Ahşap olarak, bu süsleme malzemelerini iyi gösterecek koyu renkli abanoz, pelesenk, ceviz ve maun gibi ağaç türleri tercih edilir.



SEDEF NERELERDE KULLANILIR?

Ceviz, abanoz, maun vb. ahşap yapıtların üzerine çeşitli formlarda açılan yuvalara, aynı biçimlerde kesilmiş sedefleri yapıştırarak gömme yoluyla yapılan süslemeye "sedef kakma" denir. Ahşabın üzerine sedefleri çeşitli motifler oluşturacak biçimde doğrudan yapıştırarak elde edilen bezemeyi "sedef kaplama" denir. İnsanoğlu bu cazip maddeyi herhalde ilk gördüğü andan itibaren kullanmış, güzellikler meydana getirerek, "sedefkârlık" denilen bir meslek oluşturmuş. Bu alandaki son büyük usta olan sedefkâr Vasıf, Sedefkarlığı "ahşap bezeme sanatı" olarak tanımlıyor. Sedefin daha çok ahşapla beraber kullanılması da bu tarifi doğruluyor. Biz de buna bir uygulama sanatı dersek yanlış olmaz herhalde. Çünkü elde, mevrut desen ile formlar vardır ve sedefkâr bunları sedefe uygular. Hattat yazıyı yazar, müzehhib deseni çizer. Sanatkara düşen, bunları bozmadan, kendi zevk unsurlarını da katarak işlemektir.

Osmanlı'da sedef neden bu kadar yaygın dI?

Sadece Osmanlıda değil, diğer bütün medeniyetlerde sedef vardı. Çünkü sedef çok fotojenik bir malzeme, sedeften yapılan bir eser insanı mutlu ediyor. İkincisi sedef denizden geliyor. Onun için mazisi temiz, altın gibi kirli değil. Dolayısıyla sedef hem diğer sanatlarda süsleme unsuru olarak hem de başlı başına bir malzeme olarak kullanılmıştır. Ahşabın yanında, altınla beraber, zümrüt, yakut, lal taşı gibi değerli taşlarla beraber hatta gümüşle beraber yan yana kullanıldığı zaman fotojenik bir görüntüsü olduğu için her yerde çok değişik şekillerde işlenebilir. Onun için benim sanatımı sorduklarında kuyumculuk ile marangozluk arasında bir iş diyorum. Bazen takı yapıyoruz bazen bir sarayın kapısını, bazen bir hocanın konuştuğu kürsüyü yapıyoruz, bazen insanların okuduğu Kur'an rahlesini...

Osmanlı ülkesinde bu sanat öylesine rağbet gördü ve gelişti ki; Kur'an mahfazalarından sultan kayıklarının köşklerine; yeniçeri yatağan kabzasından, hattatın hokka takımına; Çelebi'nin kavukluğundan, Hanımefendi'nin nalınına kadar hemen her yerde sedef kullanıldı. Öyle ki, Hocazade Saadeddin, Fatih Sultan Mehmed'in cenaze töreninden bahsederken, "Tabutun som sedeften yapılmış olduğunu" bildirmektedir (kanaatimizce burada "sedef kaplamalı" bir tabut tarif edilmektedir). 15. yüzyılda Topkapı Sarayı dâhilinde bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada sedefçilik öğretildiği kaydedilir.

Sedefkârlık her şeyden önce bir "çizim, ölçü ve estetik sanatı" olduğundan mıdır bilinmez, saraydan yetişen ünlü mimarlardan pek çoğunun aynı zamanda bu sanatın ehli olduğunu görüyoruz. 16. ve 17. yüzyıllar, sedefli eşya kullanmanın İstanbul'da bir moda haline geldiği çağlardır. Ayrıca sedef, mimari unsurların süslemesine de alabildiğine girmiştir. Üçüncü Murad'ın Ayasofya Camii haziresindeki türbesinin kapı kanatlarına Dalgıç Ahmed Ağa; Sultanahmet Camii'nin pencere ve cümle kapısı kanatlarına da Mimar Mehmed Ağa gibi ünlü yapı ustaları tarafından sedef kakmalar yapılmıştır. Evliya Çelebi, Dördüncü Murad devri sedefkârlarından bahsederken şöyle diyor: "100 dükkân, 500 neferdürler. Pirleri Şuayb-i Hindi'dir..."

19. yüzyıla girerken, sedefkârlık geçmiş dönemlerdeki ilgiden yoksun kaldığı için giderek gerileyen bir sanat olmuştur. 19. yüzyılın sonunda, tıpkı sönmek üzere olan bir mumun son parıltısı gibi, sedefkârlık vadisinde iki ışığın parladığını görüyoruz: Sultan İkinci Abdülhamid ve Sedefkâr Vasıf (Sedef)...

Esaslı bir "ince marangoz" olan İkinci Abdulhamid, Yıldız Sarayı'nda kurduğu Sedefhane'de kendisi de bizzat çalışarak latif eserler vermiştir. Vasıf Hoca'ya gelince... 1876 Beşiktaş doğumlu bu sanatkâr, Mekteb-i Bahriye'nin Marangoz ve Oymacılık Bölümü'nden 22 yaşında mülazım (teğmen) rütbesiyle mezun olmuş; 1912 yılında, yani 36 yaşındayken binbaşı rütbesiyle emekliye ayrılarak Beşiktaş'ta açtığı atölyesinde çalışmaya başlamıştır. Türk sedefkârlığının literatüre geçen en son "mükemmel" eseri, Vasıf Sedef'in yaptığı, Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi'ndeki kapılardır.

1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki Şark Tezyinatı Şubesi'nde bir "Sedefkarlık kürsüsü" kurulmuş ve Vasıf Sedef bu kürsünün öğretim üyeliğine getirilmiş, ölümüne kadar (1940) bu görevini sürdürmüştür.

Sedefkarlık sanatını omuzlayıp 20. yüzyılın ortalarına doğru getirmeye çalışan Vasıf Hoca dan başka, bu sanatın son ustası, 1982 yılında kaybettiğimiz Nerses Semercioğlu'dur... Sedefçilik sanatını 1980'lerin başına kadar getiren son profesyonel kişi olan Nerses Semercioğlu, "yeniden keşfedilircesine" 1950'lerden sonra değer kazanmaya başlayan bu sanatla geçimini sürdürmüştür. Ancak günümüzde kendi çabası ile bu sanatı üst düzeyde icra eden birkaç ustanın da bulunduğunu söyleyebiliriz. Sedef işçiliği, Gömme (veya Kakma), Kaplama ve Macunlama teknikleri olmak üzere üç değişik tarzda yapıla gelmiştir. Ayrıca, sedef işçiliği, gerek motif özellikleri ve gerekse kullanım sahaları ve tarzları bakımından 4 ana grupta toplanmaktadır; Eser-i İstanbul, Şam işi, Viyana işi ve Kudüs işi... Bunlardan ilk ikisi tamamen Osmanlı karakteri taşırlar; gömme veya kaplama tekniğiyle hazırlanan "İstanbul işi" eserlerde; fildişi, bağa (kaplumbağa inceltilmişi) ve kemik gibi yardımcı unsurlar kullanılır. Bağanın altına 'altın varak" yapıştırılır. Sedef ve diğer malzemenin daha ziyade geometrik biçimlerde kullanıldığı bir işçilik şeklidir.

Bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin bir vilayeti otar Şam'da ortaya çıktığı için Şam işi olarak adlandırılan teknik de yine gömme (kakma) denilen tarzda hazırlanır. Şam işinde "taş sedef" dediğimiz kalın ve beyaz sedefin sadece bir yüzü düzeltilir; diğer yüzü kaba bırakılarak ağaca gömülür; sedefin çevresine 1 mm genişlik ve 1 mm derinlikte kurşun-kalay karışımı teller çakılır.

Viyana işi ise, "Boule" adı verilen metal kaplama tekniğinin yanında düzensiz olarak yerleştirilen sedef parçalarından meydana gelir. Daha ziyade, "arusek" ismi verilen veya "çöp" diye bildiğimiz renkli cins sedeflerin kullanıldığı yerler; masa, kanepe, komodin, büfe, ayna gibi eşyalardır.

Kudüs işine gelince... Bu teknik mobilyada veya diğer küçük eşyada kullanılan bir teknik değildir. Sedef kabuklar üzerine yapılan cami ve benzeri maketler, bitki ve hayvan motifleri olarak kendisini gösterir. Not: Galeride Prof. Dr. Zeki KUŞOĞLU'nun sedef örneklerinden bazılarını görebilirsiniz.

Mehmet Zeki KUŞOĞLU
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 21:05
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: HAT SANATI
Havace su an offline Havace  
HAT SANATI
16 Mesaj -
HAT SANATI



A) HATTIN TARİFİ

Hat, sözlükte uzun ve doğru yol; mastar olarak yazı yazmak manalarına gelir. Çoğul olarak, ekseriya, hutut veya ahtat kullanılır.

Batıda hüsn-i hat (güzel yazı) karşılığında, calligraphy kelimesi kullanılmaktadır. Ancak, hüsn-i hat, İslam yazıları için kullanılan bir tabirdir. Sanatkârına, hicri ilk asırlarda, kâtib, küttâb, verrâk daha sonra da hattat denilmiştir. İranlılar, hattat karşılığında, hoş nüvis veya hüb-nüvis kelimelerini kullanmışlardır.
Osmanlılarda hat sanatı gelişirken, hattatlara da hususiyetlerine göre farklı isimler verilmiştir. Bu yeni tabirler, yazı çeşidine göre, ta'lik - nüvis (ta'lik yazan), celi - nüvis (celi yazan), siyakat - nüvis (siyakat yazan), çep-nuvisan (divani yazanlar) olarak kullanılmıştır.
Meşhur bir tarifte hat şöyle anlatılır: "Hat her ne kadar, cismani aletlerle meydana gelirse de, aslında ruhi bir hendesedir."
Aynı manadaki diğer bir tarifte de, Nazzam: "Hat, bedeni duygularla meydana gelirse de o ruhun asaletindendir" der.
Bu tariflere göre hat: "Üstadını taklitle, zihne nakşolan şekillerin ruhtaki güzellik duygularıyla birleşerek, el, kalem, kâğıt ve mürekkep gibi, maddi aletlerin yardımıyla meydana gelen ruhi bir hendesedir."
Hat, bir fikri ifadeye yarayan ölçülü yazıdır. Bir fikrin yalnızca çizgili sembollerle ifadesi değil, aynı zamanda okuyana hayranlık uyandıran güzellik vasıtası, dini ve toplumsal değerlerin tasviridir. Plotinos, "Maddi güzellik, ruhi güzelliğin ifadesidir" derken gerek kâinatta, gerekse sanat eserlerinde görülen güzelliğin, ruh güzelliği olduğunu ifade etmiştir.
Hat sanatı, konusunu resim ve tezyinatta olduğu gibi tabiattan değil, insan ruhundan alır. Önce zihinde şekillenir, sonra el, göz ve irade vasıtasıyla meydana gelir.

Abbasiler devrinde gelişen hat Sanatı XV. yüzyılda ünlü Türk hattatı Şeyh Hamdullah (1429-1520) ile yeni bir tavır ve şive kazanmış ve o zamanki İslam dünyasının bütün hattatlarının üstadı olmuştur. Onun üslubu Osmanlı hat Sanatının gelişmesine geniş ölçüde yol açan bir temel oluşturmuştur. XV.yetişen sanatkârlardan biride İstanbul Fatih Camii kitabesiyle Topkapı sarayında Sultan Ahmed çeşmesine bakan dış kapının kitabesini yazan Ali bin Yahya Sofi'dir. Süleymaniye Camii kubbesinde yazıyı yazan Karahisari Osmanlı Sanatına güzel fakat süreli olmayan bir üslup getirmiş daha sonra o sitil devam ettirilmemiştir. XVII. yüzyılda Hafız Osman'la Türk yazı üslubu yeni bir yükseliş devrine girmiştir. Zamanın bütün hattatları ondan ders alıp onun yazı Sanatını benimsemişlerdir Sultan III Ahmet ve Sultan II. Mustafa da onun öğrencileri arasında idi. Taş basmasıyla çoğaltılan Kur'an'larla Hafız Osman'ın şöhreti bugün Hindistan'a ve Cava'ya kadar bütün İslam âlemine yayılmıştır. Bundan sonra Mustafa Rakım ve Mehmet Esat Yesâri XIX. yüzyılda, Kadıasker Mustafa İzzet Efendi ve Yesârizâde Mustafa İzzet efendi, Sami efendi, Necmeddin Okyay, Aziz efendi, Kemal Batanay, İsmail Zühdi, Mustafa Rakım, Mehmed Şevki,İsmail Hakkı Altunbezer, Hamid Aytaç çok tanınmış üstatlardır.

Yazı başlı başına bir Sanat olduğu gibi dekoratif Sanatların zenginleştirilmesinde ve mimaride çok büyük rol oynamıştır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı mimarisinden yazıyı çıkaracak olursak bunların pek fakir bir manzara göstereceğine şüphe yoktur. Dekoratif Sanatlar içinde aynı şey söylenebilir. Yazı Sanatının yanında tuğraları da gözden geçirmek lazımdır. Her sultanın adına arma şeklinde tuğra denilen bir kompozisyon oluşturulmuş ve fermanlar ile önemli vesikaların başına da tuğra çekilmiştir.

Hat yazılarının kenarları tezhib ve ebrularla tezyin edilerek daha bir güzellik kazandırılmıştır.



HAT SAN'ATINDA GÜZELLİK UNSURLARI :

TERKİB: Arap harflerinin genelde bitişik olması, onların her kelimeyi, hususi bir şekle ve görünüşe, sokulabilecek terkipler meydana getirmeye mümkün kılmıştır. Güzel bir yazıda terkip, yalnız harflerin basit şekillerinin bir araya gelmesi değildir. Adeta resmin yazıya dökülmesi, yazıyla resim yapılmasıdır.

TENASUB: Yazı şeklidir. Arap harflerinin şekilleri, uzunlukları ile enleri, bir harfte değil hatta bir çizgide bile incelikler ile kalınlıklar oluşu nedeniyle ruh üzerine bir etkisi vardır. Bu güzellik yalnız hat sanatında değil, mimarlık, heykeltıraşlık gibi, diğer sanatlarda da aranan önemli bir vasıftır.

SADELİK: Sadelik fikri yazıda bir değerli bir ölçüdür. Sanatkârın vermek istediği şey, yazının gerçekçi bir telakkisidir. Bundan harfler ve kelimeler, her türlü hareke ve tezyinat, hatta istif ve terkib külfetinden uzak olarak, vücudunu göstermektedir. Mesela, Mimar Sinan devrinin çinilerinde görülen büyük celi yazılarında bu vasıf tamamıyla vardır.

İHTİŞAM (AZAMET): Bu en çok sülüs celisi ve kûfi gibi bünyeleri gereği kalınlığa, ağırlığa, kudret ve kuvvet duygularının ifadesine uygun ve tabiri caizse, iradi yazılarda ortaya çıkmaktadır. Kûfi ve sülüs yazıları azamet hissi itibari ile tetkik edildiğinde görülecektir ki, bu yazılara ait bazı mektepler bu hissin ifadesini kendine doğrudan doğruya mevzuu olarak kabul etmişlerdir. Mustafa Rakım mektebinde olduğu gibi. Sanatta bu azamet fikrinin mütenazırı, incelik hissidir. İncelik, azamet gibi irademize değil, kalbimize, hissimize müracaat eden bir kıymettir. Türk yazıları arasında bu hissi, en büyük belagatle ifade edebilen yazı, ta'lik yazısıdır. Ta'lik bünyesi bu kıymetin bütün tafsilatı ile ortaya çıkmasına çok müsaittir. Ondan sonra, nesih, rik'a yazılarında da bu incelik hissinin tecellisini bulmak mümkündür. Mesela Şevki Efendi'nin nesihleri, İzzet Bey'in rik'a yazıları, bu incelik hissinin bir ifadesidir.

AKLAM-I SİTTE: (Şeş-kalem)

İslam yazılarının ilki Ma'kılidir. Bütün harfleri düz ve köşelidir. Yuvarlağı yoktur. Bundan sonra Kûfi hattı doğmuştur ki, bir kısmı düz, bir kısmı yuvarlaktır. Her ne kadar Mansur ve Mehdi devirlerinde hat nevilerini otuz yedi'ye kadar çıkarmışlarsa da, bugün Kûfi hattından doğan altı çeşit yazı bilinmektedir. Hat nevileri manasına Kalem tabiri de kullanılır. Bu altı nevi yazının usulü ve kaidesi, harf ölçülerinin daire ve nokta ile belirlenerek her birine manasına göre isim verilmiştir. Bu yazıları birbirinden ayıran, bünye farkıdır. Yoksa harflerin, şekillerinin esası birdir. Farklılık her yazı nevindeki özel şekildedir.


Şeş - kalem diye şöhret bulan altı nevi yazı şunlardır:

1-RİKA': Dört bölüğü düz, iki bölüğü yuvarlaktır.
2-SÜLÜS: Bir buçuk bölüğü düz, bakisi yuvarlaktır.
3-NESİH: Muhakkak'a tabidir.
4-TEVKİÎ: Sülüs'e tabi olup, kalem kalınlığı onun üçte bir'i kadardır.
5-REYHANÎ: Yarısı yuvarlak, yarısı düzdür.
6-MUHAKKAK: Düzlüğü ve yuvarlaklığı değişik, çoğu harfleri bitişiktir.
Daha sonra İran'da ortaya çıkan ve bir kuğunun vücut, kanat ve gagasından esinlenerek ortaya çıkarılan TA'LİK hattı da bunlar arasında sayılmıştır. Bu yazılardan başka, GUBARİ (İnce yazı), DİVANİ, RİKA', SİYAKAT ve MÜSELSEL hat çeşitleri de vardır.

Sülüs yazısının özellikleri: Sülüs, dört bölüğü düz, iki bölüğü yuvarlaktır, diye ta'rif edilir. Sûre başları, beyit ve kaside yazmak için kullanılır. Genellikle ağzı 3 -4 mm. genişlikte kamış kalemle yazılır. Geleneksel hat ta'limine sülüsle başlanır ve hüsn-i hatta esas kabul edilir. Sülüs harflerinin gözleri, ağızları, başları, daha mürekkep şekiller almıştır; harflerin şahsiyetleri iyice belirlenmiş, hat daha açık bir hale gelmiştir. Düz ve eğri çizgiler sülüs bünyesinin ana unsurlarıdır

Nesih yazısının özellikleri: Kalınlığı sülüsün üçte biri kadardır; ağzı bir mm. olan kamış kalemle yazılır. Sülüsün daha ibtidai bir şeklidir.

Sülüsün, kitabe ve levhalarda kullanılan kalın ve iri bünyelisine sülüs celisi ta'bir olunur. Celi kelimesi, yalnız kullanıldığı zaman genelde sülüs celisine delalet eder.

Talik Yazının Özellikleri:Ta'lik yazının en önemli özelliklerinden biri, eğri çizgilerdir. Yer yer incelip kalınlaşan harfler ve bağlantıları, canlılık, akıcılık verir. Her türlü hareke ve tezyinat külfetinden kurtulmuş, sade, çıplak, incelerek eğilen çizgiler, asılıp duran son derece ölçülü çanaklar, uzayıp giden keşideler (çekilişler) melekleşmiş, zengin doğu kültürünün ve ruhunun ortaya çıkışı olarak görünürler.
Ta'lik hattında elif ve lamlar soldan sağa doğru meyletmiş; vay, fe, kaf, mim gibi harflerin gözleri kapanarak küçülmüştür. Be, sin, fe, kaf gibi harflerin kolları uzayıp gitmiş, harfler asılıp kalmıştır.


Rika Yazısının Özellikleri: Günlük hayatta, devlet dairelerinde en çok kullanılan divani karakterinde bir yazı çeşididir. Kalemin tabiatına uygun, süratli ve kolay yazma ihtiyacını karşıladığı için harf yapıları basitleşmiş; fe, kaf, mim, vav gibi harflerin başları ufalmış, dişleri yok olmuştur. Sola doğru dik ve köşeli çizgiler, kelimelerin satırlara meylederek yaptıkları akıcılık, bu yazı çeşidinin karakteristik özelliklerindendir.

İyi bir hattat'ta aranan özellikler de şunlardır:

1-Okunaklı yazmak

2-Düzen, intizam

3-Süratli yazmak

4-Ölçülü yazmak


CELİ BİR YAZI NASIL HAZIRLANIR?

Kalem ağzının genişlemesiyle yazı da irileşir ve kalınlaşır. Bu, yazının konacak veya yazılacak yerinin yüksekliğine ve mekânın ölçüsüne göre değişir. Cami kubbe yazıları, Allah ve Peygamber isimleri, dört halifenin isimleri, büyük kıt'ada Ayet ve Hadis-i Şerifler, bu hususlar nazarı itibara alınarak hazırlanır. Harflerin incelik ve kalınlıkları, harf aralıkları, bünyeleri, mesafe ve mekâna göre hesaplanır. Önce kalıp çalışmaları yapılır. Kalıplar çeşitli usullerde hazırlanır. Eski hattatlar sulu mürekkeple mukavim beyaz kağıt üzerine yazarlar ve sonra tashih ederlerdi. İ.Ü. dış kapısı üzerindeki "Daire-i Umür-u Askeriye" ibaresini Şefik Bey'in kurşun kalemleri birbirine bağlayarak bir günde çizmiş olduğu rivayet edilir. Ekseriya sanatkârın zırnık mürekkebi ile siyah zemin üzerine büyük bir cehd ve emekle hazırladığı kalıplar; usulüne uygun iğnelenip silkilerek, arzu edilen zemine yazılır veya mermere hâkkedilir. Elle yazılamayacak kadar iri olan yazılar, önce küçük ebatta yazılarak satranç usulüne (gözlere bölme) göre istenildiği kadar büyültülür. Bu şekilde hazırlanmış Ayasofya'daki halifelerin adlarının bulunduğu levhaları 55 cm. kalınlığında en büyük yazılarımızdır.
Hususi istifle hazırlanan bu celi yazıların, tashihi de yapıldıktan sonra kalıp olarak kullanılabilmesi için iğnelenmesi lazımdır. İğneleme işlemi şöyle yapılır: İğnelenecek yazı birkaç tabaka kâğıtla beraber ıhlamur ağacından yapılmış tahta üzerine yerleştirilir. Bir sapa geçirilen boncuk iğnesi ile harf ve işaretlerin iç ve dış kenarından dik olarak sıkça iğnelenir Üstteki yazılı kâğıda üst kalıp, altta iğnelenen diğer kâğıtlara da alt kalıp adı verilir.
Alt kalıplardan biri, yazı yazılacak zemin üzerine konur, kömür tozu sürülmüş çuha, iğne delikleri üzerinde gezdirilir. Böylece yazı siyah noktalar halinde tespit edilir. Buna yaz silkelemek tabir olunur. Eğer yazı siyah zemin üzerine "zerendüd" olarak yazılacaksa kömür tozu yerine tebeşir kullanılır. Daha sonra ya harfler ve şekiller asıl kalıbın yazıldığı kalemle doğrudan doğruya yazılır veya tarama ucu ile düzgün bir şekilde hatlar çizilerek içi fırça ile doldurulur.

KALEM ÇEŞİTLERİ:

Hüsn-i hatta, ekseriya, kamış kalem, cava kalemi, menevişli kalem, kargı kalem ve tahta kalem kullanılır.

a) Kamış Kalem:
Kamış kalem, yazılarımızın en tabii aletidir. Hüsn-i hatta kullanılan kamış, ekseriya, İran ve Irak'tan getirilirdi. Tabii rengi sarı olan kamışlar, bir yıl boyunca at gübresinin içine yatırılır, bir takım yanmalardan sonra, koyu kahve rengini alır, sertleşirdi. Ancak bu ıslah ve terbiye ameliyesinden sonra kullanılırdı. Bu ıslah, sıcak ülkelerde güneş altında yapılırdı.
Özelliği: Kamış kalem ne çok ince, ne çok kalın olmalı. Rengi parlak ve siyaha yakın, düzgün ve yuvarlak, boğum araları bir karış olmalıdır. Bu özellikteki bir kamış kalem, mermer, taş veya cam üzerine atıldığı zaman, tiz bir ses çıkarır. Yazma bir eserde, kamış kalemin özellikleri şöyle anlatılmaktadır: "Evvela, hüsn-i hat yazanlara kalemin alasını ve mürekkebin ranasın ve kâğıdın zibasın görmek gerektir. Kalemin alasın oldur ki, kızılı pek ola ve aklığı pek az ola ve damarları doğru ola, zira damarları doğru olmazsa, kalemi şak itdikte, eğri şak olur, doğru şak olmaz. Eğri şak olan kalemden hüsn-i hat gelmez ve kalemin kalınlığı evsat ola ve uzunluğu on parmak ola."

b) Cava Kalemi:
Cava'da yetişen bir cins kamışın özüdür. Çok sert olması, uzun süre yazmakla bozulmaması sebebiyle, bilhassa, mushaf yazmakta hattatlarımız tarafından tercih edilmiştir. Yalnız ince olduğu için, bir kamış kalemin içine yerleştirilerek veya tutulacak kısmına bir bez parçası sarılarak kullanılır.

c) Menevişli Kalem: (Hindi Kalem)
Hindistan'da yetişen içi dar, uzun boğumlu ve menevişli gayet sert bir kalemdir.
d) Kargı Kalem:
Kargıdan yapılan bu cins kalem, celi yazıları yazmak için kullanılır.
e) Tahta Kalem:
Adından da anlaşılacağı üzere, tahtadan yapılan bu kalem daha iri yazıları yazmada kullanılır.
Son zamanlarda, kamış kalem yerine, madeni uçlar kullanılmışsa da, hattatlarımız, arzu edilen kalınlıkta açılması, sebebiyle kamış kalemi tercih etmişlerdir. Özellikle de ıhlamur ağacından yapılan kalemler spatulaya benzer bir şekil yapıldıktan sonra ucu "Z" tipi kesilir. Kalın yazılarda kullanılır. Hattat Sami efendinin çok geniş yazıları, iki kurşun kalemin arasına çıta çakarak yazdığı nakledilir.


KALEM AÇMAK ve TUTMAK USULÜ

Güzel yazı, yazanın kabiliyetine bağlı olmakla beraber, yazı çeşitlerine göre, kalem açma sırrı da bilinmelidir ki, kalemden güzel hat çıksın. Reis-ül Hattatin Hacı Kamil Efendi, yazısına istediği mükemmelliği verebilmek için, uzun zaman kat-ı kalem (kalem açma) usullerini araştırdığını, ancak kalem açma sırrını çözdükten sonra, yazıda muvaffak olduğunu söylermiş. Kalem açma ve kat' etme, melekeye muhtaç bir iştir. Hatta başlayanlar evvela, kalem açma usulünü öğrenmelidir. Bu konuda Hz. Ali şöyle buyurmuşlardır: "Kalemi iyileştirirsen, yazını da iyileştirirsin; kaleme bakmazsan, yazıyı yüzüstü bırakmış olursun, çünkü yazı kaleme tâbidir."

"Rehber-i Sibyan"ın arka yüzünde, kalem açmakla ilgili şu bilgi verilmektedir: "Kalem evvela, sol avucun içine yatırılarak, başparmak bükümü miktarınca aşağı ucuna doğru, ince tarafından badem biçiminde kesilir. Sonra ortasından bir miktar yarık (şak) yapılır. Kalemin iki yanlarından, istenilen kalınlık derecesine göre kesilir. Kalem, maktâ'ın yuvasına konur; sol elin başparmağı ile kalemi ve diğer parmaklarla altından maktâ'ı tutarak ucu, aşağı doğru hafifçe traş edilir. Eğer sülüs ve nesih kalemi ise eğrice, rik'a ve divani kalemi ise biraz doğruca kat edilir. Kalemi, sağ elin baş ve şehadet parmağıyla tutarak, orta parmağı onlara yardım ettirmelidir. Fakat kalem, hakkının layığı ile icra olunması için, kalem kesilmiş olan tarafını satırın üzerine çevirerek hareket ettirmelidir.
Kalem ağzını çok kısa ve uzun açmamalı; kısa açılırsa eli kirletir, uzun açılırsa da kalemin sevk ve idaresi güçleşir. Ayrıca kalem üzerindeki parlak kısım mürekkep almayacağından, tebeşirli çuhayı bu kısma sürmelidir.

KÂĞIDIN BOYANMASI

Ham kâğıtlar istenirse evvela bitkisel boyalarla, kırmızı, yeşil, mavi, siyah, pembe renklere boyanır. Boyama işi şöyle yapılır: Renk elde edilmek istenen bitki toplanır, derin ve genişçe bir kaba konarak bir miktar şapla, suda kaynatılır. Bir müddet sonra, bitkinin rengini alan su, başka bir kaba boşaltılır. Kâğıtlar renkli suya bir bir batırılarak banyo usulü ile boyanır; ayrı ayrı kurumaya bırakılır. Bazı yazma eserlerde, yaprakların orta kısmıyla kenar kısımları ayrı renkte boyanır; bu tarz boyamaya akkâse denir.

Renk bilgisi ve zevki fevkalade gelişmiş olan Osmanlı Türklerinde, kağıt boyamada kullanılan bitkilerden bazıları şunlardır:

Kına: Bir miktar su içine konarak kaynatılır, "Hünnap" rengi olur.

Nohut: Bu bitkinin unu suda kaynatılır ve adını kendisinden alan "nohudi" renk elde edilir.

Soğan: Dış kabukları şapla kaynatılarak kırmızımtırak, gayet güzel bir renk elde edilir.

Kurt Kulağı: Safran ve şap su içinde kaynatılarak yeşil renk elde edilir.

Badem Yaprağı: İlkbaharda toplanan bu yapraklar, 3- 10 gram şap ile bir miktar su içinde kaynatılarak altın sarısı, güzel bir renk elde edilir

Ceviz ve Yaş Nar: Kabukları birlikte su içinde kaynatılarak, kahverengi elde edilir.
Menekşe Yaprağı ve Mürver Çiçeği Tohumu: birlikte dövülür ve güzelce sıkılıp suyu şapla kaynatılır, menekşe rengi elde edilir.

Ayrıca, cehri boyası su ile kaynatılarak sarı renk elde edilir.


KÂĞIDIN AHARLANMASI (TILA):


Ahar, yazı yazarken olabilecek hataların düzeltilmesinde silintinin belli olmaması ve iz bırakmaması için kâğıdın üzerine sürülen bir sıvıdır. Bu sayede ham ve pürüzlü kâğıtlar yazıya elverişli hale gelir. Üzerine bir defa ahar sürülmüş kâğıda tek aharlı, iki defa veya daha fazla ahar sürülmüş kâğıda da çift aharlı kâğıt adı verilir.
Kâğıt ıslahında ekseriya, yumurta veya nişasta aharı tatbik edilmiştir.
a) Yumurta Aharı: Taze ördek veya tavuk yumurtasının beyazı bir kâseye alınır. Yumruk büyüklüğünde bir şap parçasıyla yumurta akı kesilinceye kadar çalkalanır. Birkaç saat bekledikten bu köpüren malzemenin altında sabunlu suya benzeyen bir sıvı oluşur. Altta biriken bu sıvı, sünger veya tülbent sarılmış bir parça pamukla kâğıda sürülür. Ve gölgede kurutulur.
Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey'in bizzat tarif ettiği ahar usulü şöyledir: "Şekersiz olarak muhallebi tarzında pişirilmiş nişasta gayet ince süngerle kâğıdın her iki yüzüne sürülür. Sonra kâğıt İpte kurutulur. Bundan sonra yumurta akı az miktarda şapla çalkalanarak köpürtülür. Bu suretle köpürtülen yumurta akı, bir müddet haliyle bırakılır. Köpükler tamamen sönüp zeytinyağı şeklini alınca nişasta sürülmüş ve kurutulmuş kâğıt üzerine ince süngerle bu yumurta akından sürülüp yine kurutulmaya bırakılır. Kağıt kurutulduktan sonra, evvela saplı mühre ile sonra billur mühre ile parlatılır."

b) Nişasta Aharı: Bu tarz aharın yapımında buğday nişastası kullanılır. Önce soğuk suda eritilen nişastaya, bir miktar jelâtinle kaynar su ilave edilir. İyice piştikten sonra süzülür ve kâğıt üzerine sürülür.
Ahar, yazının ve kâğıdın cinsine göre yapılır. Mushaf yazmak için hazırlanan kâğıtların her iki tarafına da ince bir ahar çekilir. Çok tashih ve emek isteyen celi yazıların kâğıtlarının, yalnız bir tarafı birkaç kat kuvvetlice aharlanır.
Özellikle ta'lik kıt'alar için hazırlanan kâğıtların, aharlanmasına daha da özen gösterilmelidir. Kâğıdın aharlanması hat sanatında ayrı bir ustalık ister.

KÂĞITLARIN MÜHRELENMESİ:

Kağıda aharı iyice yedirmek, yüzündeki pürüzleri gidermek ve ilerde çatlamasını önlemek için cam veya çakmaktan yapılmış mühre ile kağıtlar mührelenir.
Aharlanmış mührelenecek kâğıtlar, ıhlamur ağacından yapılmış yekpare, ortası çukurca mühre tahtası, Pesterek üzerine konur. Mührenin hareketini kolaylaştırmak için kuru sabun sürülmüş bir çuha, kâğıt üzerinde gezdirilir. Daha sonra çakmak veya cam mühre muhtelif yönlerde kâğıt üzerinde kuvvetle hareket ettirilir. Böylece mührelenen kâğıtlar üst üste sıralanır. Üstüne de bir ağırlık konarak, kullanılmak üzere en az bir yıl bekletilir. Ancak günümüzdeki kâğıtların kaliteli olması nedeniyle bu kadar uzun süre beklemeye gerek yoktur. Yapıldığı maddeye göre mühre çeşitleri şunlardır:

a) Böcek Mühre: Deniz böceği kabuğundan yapılır.
b) Billur Mühre: Kaz yumurtası şeklinde camdan yapılan mühredir.
c) Çakmak Mühre: Çakmak taşından yapılan mühredir. Çakmak taşı, saplı bir tahtanın ortasına yerleştirilmiştir.
d) Zer Mühre: Sert akikten yapılan bu mühre, yaldız ve altın parlatmada kullanılır.


MİSTAR:

Kâğıda satır çizmeye yarayan bir alettir. Üzerinde sıra sıra muntazam ibrişim gerili bir mukavvadan ibarettir ki, yazılacak yazıya göre kâğıtlar, parmak yardımıyla üzerine bastırılarak kabartma çizgiler meydana getirilir. Böylece sayfalar arasındaki satır düzen ve ahengi sağlanmış olur.

MÜREKKEP YAPIMI:

Mürekkep şöyle yapılır: Önce zamk-ı arabi soğuk suda eritilir. Boza kıvamına gelince süzülür. Sonra mermer havan içine bir ölçü is, dört ölçü zamk-ı arabi konur ve is zamk-ı arabi içinde iyice birbirine karışıncaya kadar yavaş yavaş tokmakla havanda dövülür. Dövülme işlemine az su ilavesiyle devam edilir. Mürekkebin tam kıvamında olması için eskiler, "seksen bin tokmak vurmak gerekir" demişlerdir. Böylece yapılan mürekkep, çuha veya keçeden yapılmış mibzeleden süzülür; on misli sulandırılarak kullanılır.

Not: Bu bilgileri hazırlarken "HAT SANATIMIZ" ve "Kalem Güzelİ" kitaplarından yararlanılmıştır.
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 21:03
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: NÜKTELER
Havace su an offline Havace  
16 Mesaj -
Akıbetiniz iyi olur inşaallahkahkaha
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 20:30
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: NÜKTELER
Havace su an offline Havace  
NÜKTELER
16 Mesaj -
ADALET


İki kişi bir koyunun boynuzlarından tutmuş tartışıyorlardı. Her biri koyunun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. O esnada yanlarından geçmekte olan birine " Aramızda sen hakem olur musun" derler.Adam " Her hükmüme razı mısınız " diye sorar. " Evet " derler. Bunun üzerine adam koyunun boynuzlarından tutup koyunu alıp götürür.

HZ. ADEM'İN MİRASI

Fatih Sultan Mehmed, adamları ile gezerken, yanına sokulan dilenciye bir altın vermiş. Dilenci parayı alınca:
-Aman Sultanım, demiş. Koskoca bir padişah, kardeşine bu kadar az para verir mi?
Fatih Sultan Mehmed, nereden kardeş olduğunu sorunca, dilenci:
-İkimiz de demiş, Hazreti Âdem'in çocukları değil miyiz? Elbet kardeşiz.
Sultan Fatih:
-Bunu sakın başkasına söyleme, diğer kardeşleriniz de pay isterse, sana bu bile düşmez.




AFRİKALI AYI


Ercüment Ekrem Talu, aynı zamanda iyi bir avcıymış. Bir gün misafirlerini ağırlarken, yerdeki ayı postunu gösterip:
- Bu ayıyı Afrika'da vurmuştum, demiş. Nasıl beğendiniz mi?

Misafirler önce şaşırmış, sonra biri dayanamayarak:
- Yahu üstadım, demiş. Ayının Afrika'da işi ne ki? Talu, bir an durakladıktan sonra bozuntuya vermeden devam etmiş:

-Ayı bu birader. Oranın Afrika olduğunu nereden bilecek?


AĞIR TARAFINA ÇATMIŞ


Meşhur Takyeli Tarık, sarhoş bir halde Süleyman Nazif in önünü kesmiş:
- Dur! demiş. Bir yere gidemezsin, Şu şiirimi dinlemeni istiyorum.
Çok kötü bir manzum parça okuduktan sonra da:
- Eğer fikrini açıkça söylemezsen külahları değişiriz, demiş.
Nazif, tek kelimeyle cevap vermiş:
-Hafif!...
Takyeli, bunun üzerine en ağır küfürleri sövüp saymaya başlayınca, Süleyman Nazif kaçmış ve bir dükkâna girmiş. Orada gördüğü Osman Cemal'e olayı anlatırken:
- İşte böyle.., demiş. Adamın şiiri hafif ama nesri oldukça ağır.


ALIŞVERİŞE GELDİK...

İbn-i Muhayrız isimli din alimi, elbise almak için bir mağazaya girdiğinde, içerdekilerden birisi onu tanır ve dükkan sahibine:
- Bu zât, İbn-i Muhayrız'dır, der.
İbn-i Muhayrız kendisine özel bir muamele yapılmaması için:
- Biz paramızla birşeyler almaya geldik. Dinimizle değil, der ve alışveriş yapmadan dükkandan çıkar.

KONAĞIN GERÇEK SAHİBİ


Mustafa Reşit Paşa'nın eşinden yana dertli olduğunu bilmeyen yoktur. Paşa, kıskançlığı dillere destan olan bu hanımından dostlarına her fırsatta şikayet eder dururmuş.

Paşa, eski sadrazam Benderli Selim Paşa'nın Ağayokuşu'ndaki konağını pek beğenirmiş. Bir gün buranın satışa çıkarıldığını duymuş ve hemen adamlarını gönderip müşteri olmuş. Oysa konak o çevrede uğursuz diye bilinir, hakkında bin bir türlü ecinni hikâyeleri anlatılırmış. Reşit Paşa'nın eski dostu Şerif Abdülmuttalib Efendi durumu bildiğinden kendisini uyarmak istemiş ve bir sabah Paşa'nın yalısına uğramış. Söz sırası gelince,

-Aman Paşa hazretleri, demiş, siz bu konağı bilmezsiniz. Şimdiye kadar sahiplerine hiç uğur getirmedi. Kim sahip oldu ise yakın vakitte ya bir kazaya kurban gittiler; ya felaketten başlarını kurtaramadılar.

Reşit Paşa önce bu sözlere aldırış etmemişse de arka­daşının ısrarları uzayınca sırtını sıvazlayıp şöyle demiş:

- Efendi hazretleri, siz hiç merak buyurmayınız. Ben onu satın alırken tapusunu hanımın üzerine çıkartacağım.

ANLADIĞININ İSPATI


Tanıdıklarından biri, yazdığı romanın müsveddelerini Neyzen Tevfik'e göstererek fikrini sorar.
Neyzen, beğenmediğini ifade edince, adam:
-İyi ama, der. Siz hiç roman yazmadınız ki!
Neyzen Tevfik şu cevabı verir:
-Ben yumurtanın tazesini, bayatını iyi anlarım. Ama bu güne kadar hiç yumurtlamadım.

APTAL DEFTERİ


Meşhur şairler den birisinin özel bir defteri varmış. Kendine göre aptalca işler yapanların isimlerini buraya yazarmış. Birisi birisine kızınca da:"Senin adında şairin aptal defterin de var,"diye takılırmış. Bir gün devrin padişahı acaba defterde kimlerin ismi var?diye merak etmiş.Fazla merakın iyi olmadığını hesap edememiş. Emir ferman buyurarak şairin elindeki defterin tez huzuruna getirilmesini emretmiş.Defter şairden alınıp padişaha getirilmiş.Padişah aptalların yazılı olduğu defterde kendi ismini de görünce deliye dönmüş olayı kimseye söylemeyerek vaziyeti idare etmeye çalışmış. Mükafatlandıracağım diye şairi huzuruna çağırmış.Şaire kendi isminin neden defter de yazılı olduğunu sormuş.Şair:

-Efendim, siz seyisinize yüz bin altın vererek Arabistan'dan safkan Arap atı sipariş etmediniz mi? O kadar parayı alan biri daha geri gelir mi?

Padişah biraz düşündükten sonra:

-Peki ya gelirse...demiş. Şair hemen cevap vermiş:

-Efendim canınızı sıkmayın, o zaman sizin isminizi çıkarır, onun ismini yazarız. "


AT NALI UĞUR GETİRİR Mİ?


Kadıköy Osmanağa Camiinde vaaz vermekte olan Osman Demirci Hoca'ya:
-Hocam, diye sormuşlar. At nalını evimizin kapısına asarsak uğur getirir mi?
Demirci Hoca;
-Zannetmiyorum, diye cevap vermiş. 0 nallardan her atta dört tane var, ama bütün gün kamçı yiyip duruyorlar.

Çalınacak Ney


Bahariye Mevlevîhanesi şeyhi Fahreddin Dede müridleriyle Topkapı Sarayı'nı geziyormuş. Hazine Dairesi'nde yapraklan zebercetten ve taneleri pırlantadan bir üzüm salkımı görmüşler. Arasında da som altından bir küçük ney bulunuyormuş. Dede dayanamayıp nükteyi yapıştırmış:

- Gördünüz mü erenler, çalınacak neyi?!..
kahkaha kahkaha
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 20:18
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: inkişaf
Havace su an offline Havace  
inkişaf
16 Mesaj -
s.a.
Samsun da çıkarılan İNKİŞAF adlı dergiyi "Ehli Sünnet" çizgisine sahib olması sebebiyle tüm kardeşlere tavsiye ediyorum.
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 20:13
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: KATI SANATI
Havace su an offline Havace  
KATI SANATI
16 Mesaj -
katı' sanatı





Herhangi bir düz kağıdın, süslü kağıdın (mesela ebrulu bir kağıdın) veya derinini oyulmasıyla yapılan sanata katı'denir. Katı' sanatında, kesilip çıkartıldıktan sonra başka bir yere yapıştırılan kısma "erkek oyma", içi oyulmuş kısma ise "dişi oyma" adı verilir. Cilt sanatının şemse ve köşebent tarzındaki ince ve zarif motifleri, hüsn-i hat örnekleri, vazo desenleri tek çiçekler, buketler, tabiat manzaraları ve tasvirleri oyma sanatında en çok rastlanan şekiller olarak, cilt kapaklarında, murakka' kıt'alarda, albümlerde ve el yazması eserlerin süsleri arasında görülür. Katı' sanatının kâğıt üzerindeki en eski örneklerine İran'da rastlanmıştır. Osmanlılara gelişi XVI. yüzyılın başlarındadır. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman devrinde katı', önemli bir sanat dalı olarak tezhipten sonraki en önemli süsü onuştur. Bu yazma eslerde oyma olarak tezyini motiflere ve çiçeklere kadar hemen her şekil denenmiştir. Bu kâğıt oyma sanatıyla uğraşanlara "Katı'an" (Oymacılar) denmiştir.

XVI. yüzyılda gördüğü rağbetle giderek gelişen kâğıt oymacılığı, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda da bu dönemlerin sanat anlayışına uygun eserlerle ilerlemeye devam etmiştir. XVII. yüzyıl başlarında Türk kâğıt oymacılığında isim yapan en büyük sanatkârlardan biri olan Bursalı Mevlevi Fahri Dede başta olmak üzere, Nakşî, Halazâde Mehmed, Mahmud el Gaznevî Derviş Hasan Eyyubî gibi adı bilinen katı' ustaları kadar, bu sahanın isimleri meçhul kalmış sanatkarları da süsleme tarihimizde iz bırakan nadide eserler yaratmışlardır.

Katı' sanatı XVIII. yüzyılda da özellikle çiçek türündeki eserlerle canlılığını devam ettirmiştir. 1729 tarihli bir minyatür albümünün sayfaları arasında bulunan sade, fakat nefis kompozisyonlar içindeki değişik türde oymalar ile bir Divan'daki vazolu ve çiçekli bahçe manzaraları, bu yüzyıldaki kâğıt oyma sanatının en güzel örnekleri arasındadır.

XVII. yüzyılda Anadolu'ya gelen Batılı seyyahların beraberlerinde götürdükleri bazı eserler yoluyla, katı' tekniği Osmanlılar kanalıyla Avrupa'ya geçmiştir. Nitekim XVI. yüzyıl sonlarıyla XVII. yüzyıl başlarında Batı'da kâğıt oymalarına karşı büyük bir ilgi başlamıştır. Bu sanatı benimseyen Avrupalılar, bir süre sonra silhouette (gölge) adını verdikleri kendi tarzlarını geliştirmişlerdir.

Ciltçilik, hattatlık, ebru gibi klasikleşmiş Türk sanatlarının gerilemesine paralel olarak Katı' sanatı da gerilemiş yok olmaya yüz tutmuştur. XIX. yüzyılda bu sahada hiçbir ciddi eserin ortaya konulamaması bu sanatın dalının sonunu getiriştir.

Bütün klasik Türk-İslam sanatlarında olduğu gibi, oldukça sabır ve dikkat isteyen bu sanatın temsilcileri az da olsa günümüzde çalışmalarına devam etmektedir. İstanbul eski eserler müzesinde iki örneği olan bu sanatın halk tarafından bilinmemesi yayılmamasındaki en önemli sebeptir.

YAPILIŞI:

Bu sanatın en önemli malzemesi sabırdır. Hat çalışmak isteyenlerin hatta yakın olması ya da en azından yazının karakterlerini bozmaması gerekir. Her hangi bir kâğıttan ya da deriden yapılabileceği gibi, hafif renkli ebrular üzerinde de denenebilir. Sanatkârın zevkine kalmış motifler, resimler uygulanabilir ya da hat örnekleri kesilebilir.

İthal pastel renkli fon kartonlarında güzel durur. Kâğıdın arkası 0,5 mm x 0.2mm. (bu kesin bir ölçü değildir 0.7mm. x 0.3mm. de olabilir) Dikey ve yatay olarak kareler çizilir, istenirse baklava dilimi şeklinde yada altı köşeli yıldızlar şeklinde de çizilebir... Yazacağınız yazı ya da yapacağınız resim bu çizilen şekillerin üzerine ters olarak çizilir. (Eğer hat yazılacaksa yazının ters yazılması gerekir) Kareler ucuna karga burun uç takılmış gretuar yardımıyla birer birer kesilir. Yazıya denk gelen kareler de yazının kenar çizgisiyle karenin içte kalan kısmı kesilir. Bu şekilde kesim işine devam edilir. Yaklaşık 50x70 ebadındaki bir kağıtta 05x02 ebadında çizilmiş karelerle 2500-3000 civarında kare kesmeniz gerekir. Bittikten sonra dantel gibi işlenmiş yekpare bir kâğıt üzerinde bir hat ya da resim elde etmiş olursunuz. İsterseniz arkasına başka bir kartonu da fon olarak kullanabilir hatta kestiğiniz kağıtla fon karton arasında boşluk bırakarak derinlik kazanabilirsiniz.
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 17:22
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Ebru
Havace su an offline Havace  
Ebru
16 Mesaj -
EBRU


TARİHİ / ÇEŞİTLERİ/ MALZEMELER/ YAPIMI/ PÜF NOKTALARI


Ebru kelimesi Farsçadır, kaş, bulut anlamlarına gelmektedir. Ortaya çıkan şekillerin buluta benzemesi nedeniyle bu adı almıştır. Şemsedddin Sami, Kamusu Turki'de Ebru; "Çağatayca Ebre: Roba (elbise yüzü, kürk kabı) hare gibi dalgalı ve damarlı (kumaş,kağıt), cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt" olarak tanımlamıştır. Ciltçilikte, yazı sanatında (Hüsn-ü Hat) pervaz süslemelerinde ve yazı kağıdı olarak kullanılan ebru, günümüzde çiçek ebrularının daha da geliştirilmesiyle başlı başına levha olarak kullanılmaktadır.

Türklerin, Ortaasya'da bu sanatı bildikleri ve göçler sırasında İran üzerinden Anadolu'ya getirdikleri tahmin edilmektedir. Ebru'nun tarihinin bilinmemesi; eski ebru ustalarının yaptıkları ebrulara tarih atmamalarından kaynaklanmıştır. Çünkü ortaya çıkan ebru, sanatkarın tamamen kendi iradesini yansıtmamaktadır. Özellikle klasik ebrular; battal, gel-git, taraklı, şal ebrularına sanatkarın iradesi yansımaz.

Ebru'ya, 18.yy. Avrupa'da "Türk kağıdı" denmesi bu sanatının bir Türk sanatı olduğunu göstermektedir. 1608 yılında yazılmış olan Tertibi-i Risale-i Ebri, ebru konusunda o tarihlerdeki bilgileri bir araya getiren bir eserdir. Ayrıca Gelibolulu Mustafa Ali Bey tarafından yazılan Menakıbı-ı Hunerveran diğer sanatların yanında ebru hakkında da bilgi vermektedir.

Tarihimizde bilinebilen ebru sanatçıları; Şebek, Hatip Mehmet Efendi (Ö.1773), Şeyh Sadık Efendi (Ö.1846) ve oğlu Salih Efendi, Edhem Efendi.(Ö.1904), Sami Efendi (Ö.1912), Şeyh Aziz Efendi (Ö.1934), Necmeddin Okyay (Ö.1976) ve oğulları Sami Bey (Ö.1933), Sacid Okyay (Ö.1910), Abdulkadir Kadri Efendi (1942), Mustafa Düzgünman (1990), Alpaslan Babaoğlu, Fuad Başer, Peyami Güler....

Mustafa Düzgünman hocanın yetiştirdiği öğrencilerle günümüzde ebru tanınan ve sevilen bir sanat haline gelmiştir.

Klasik sanatların yayılması toplumun öz kimliğine dönmesinde önemli bir faktör olduğunu düşünüyoruz yeter ki sanatkarlarımız hasis davranmayıp bu sanatları sevdalılarına öğretsinler.

ebru çeşitleri

Battal Ebru / Gelgit Ebru / Şal Ebru / Somaki Ebru / Taraklı Ebru / Bülbül Yuvası/ Hafif Ebru/ Koltuk Ebrusu / Hatip Ebrusu / Çiçekli Ebru / Yazılı Ebru/ Akkase Ebru / Kumlu Ebru/ Neftli Ebru

MALZEMELER

Kağıt:

35x50 cm. ve 80-90 gr, I. Hamur kağıt kullanılır. Daha ince kağıtlarda ebrulu kağıt kuruduktan sonra bombe yapmaktadır.

Tekne:

Galvanizli, ahşap veya emaye olarak yaptırılır. Ebatları kağıdın boyutlarından iki (2) mm. Daha büyük olmalıdır. Örneğin: 35.2 x 50.2 gibi. yüksekliği 5 yada 6 cm olabilir.

Fırça:

Gül dalından ve at kuyruğundan fırça yapılır. Gül dalları 25-3O cm. boyunda kesilir. 4 cm boyundaki at kuyruğu bir miktar alınıp avucun içine yerleştirilir ve yayılır gül dalının 2 cm ucundan taşacak şekilde konur ve avuç kapatılır böylece at kıllarının dalın etrafını sarması sağlanmış olur. Misinayla sıkıca bağlanır. Fırçanın ucu makas veya maket bıçağıyla düzeltilir. 20-25 civarında fırça yapılırsa iyi olur.

Boyalar:

Beyaz: Üstübeç Mavi: Lahor Çivit (bir ağaçtan elde edilir), Çamaşır çivit, Siyah: Demir oksit veya is (odun yada çıra isi olabilir)

Lacivert: Çivitle siyahın karışımı Sarı : Oksit sarı, çiçek yapımında pigment sarı Yeşil: Pigment yeşil, lahor çivit ve sarının karışımı

Ebru boyaları genelde toprak kökenli boyalardır. İstenilen topraktan da boya elde edilebilir. (Bu boyalar suda erimez ve dibe çöker .) Su da eriyen, suyu boyayan, boyalarla ebru yapılmaz.

Boyaların ezilmesi: Toz boya mermer yada kalın bir cam üzerine bir miktar konur mümkünse mermerden yapılan bir el taşı (disteseng) ile sekiz şekli çizilerek, bastırarak iyice ezilerek incelmesi sağlanır. (Mermer üzerinde ezilecekse önce açık renkli boyalar ezilir.) Ezilen her boya bir litrelik kavanozlara konur. Ezme işlemi bittikten sonra, bir miktar ezilen boyadan alınarak yarım litrelik kavanoza konur üzerine su ve 10 damla sığır ödü damlatılır. Buna boyaları "terbiye etmek" denir. (Burada şunu belirtmek gerekir ebruda hiçbir şeyin belirli ölçüsü ve gramajı yoktur, denemeyle ve göz kararıyla yapılır.) Yaklaşık beşte üçü boya, beşte ikisi de su olursa iyi olur. Boyanın cinsine ve ezilme durumuna göre en az iki üç günde boyalar terbiye olur. Lahor çivit denilen boya ezilmez küçük bir parça alınır ve üzerine sıcak su konur soğuduktan sonra 5-6 damla öd ilave edilir. Boyalar terbiye olduktan sonra kullanıma hazırdır. Bu yarım litrelik kavanozlardan boya alır, 200 gr.lık kavanozlara koyarsınız ve kitrenin yoğunluğuna göre kullanacağınız boyaya su ve öd ilave ederek kullanırsınız.

Öd:

Kasaptan veya mezbahaneden sığır ödü alınır. Bir metal kap içerisine konur bu kap su dolu bir başka metal kaba konur ve ocağın üzerine konur (benmari Metodu) yaklaşık 20dakika alttaki su kaynatılır ödlü kapta biriken köpükler atılır. Öd soğuduktan sonra tülbentten süzülür kavanoza konur, öd kullanmaya hazırdır. Ödün işlevi; boyaların parçalanmasını ve kitreli suyun üzerinde açılmasını sağlamaktır.

Kitre:

Suyun yoğunluğunu arttırmak için suyun içerisine kitre konur. Geven adlı bitkiden elde edilen kitre, çıkarıldığı bölgelere göre farklılık arz etmekte ve sorun çıkarabilmektedir. Aktardan alacağınız zaman özellikle, "ebru yapmak için kitre" derseniz daha iyi olur. Bir avuç (40-50 gr) kitre bir kovaya konur üzerine iki litre su konur ve bir gün beklenir. Kitre, şişer iyice yoğrulur. Tekrar su ilave edilir birkaç saat beklenir tekrar yoğrulur. Yaklaşık 8-9 litre su konuncaya kadar bu işlem devam eder. Bu normalde iki- üç günü alır. ( Eğer bu kadar beklemek istemiyorsanız bir sopa yardımıyla çok iyi karıştırarak bir günde hazır hale getirebilirsiniz ama normal seyrinde hazırlamak daha problemsiz olur..) Kitre tamamen eriyince, amerikan beziyle süzülerek tekneye alınır. Kitre bir süre teknede bekletilirse iyi olur. Birkaç defa süzülürse daha iyi olur. Tortular ve erimeyen kitreler varsa bunlar torba içinde bırakılır. Bu teknedeki kitre genelde yoğundur. Kitre koyu olursa boyalar açılmaz eğer sulu olursa çok fazla açılır, renkler açık olur ve boyalar kağıttan akabilir. Bu teknenin üzerine boş birkaç gazete kağıdı kapatıp alınarak, yüzey gerilimi alınır. Bir boya bir çiviyle alınarak teknedeki kitreli suya değdirilir. Boya dibe çöküyorsa boyaya öd ilave etmek gerekir. Eğer boya kapanıyorsa kitre yoğunudur su ilave etmek gerekir. Boya bir miktar açılmışsa (yaklaşık 4-5 cm.) Bir çivi ile bu boyanın üzeri çizilerek boyanın hareket etmesi sağlanır.

1-Eğer hareket eden boya çiviyi çektikten sonra geri geliyorsa kitre koyudur tekneye bir miktar su ilave etmek gerekir.

2-Eğer boya harekete devam ediyorsa kitre suludur, eğer suda erimiş koyu kıvamlı kitreniz varsa ilave edersiniz yoksa yapabilecek fazla bir şeyiniz yoktur.

3-Eğer suyun üzerindeki boya, çiviyi götürdüğünüz yerde kalıyorsa kitrenin kıvamı klasik ebrular için uygundu

BOYALARIN AYARLANMASI

Genelde, koyu renkli boyalardan açığa doğru gidildiğinden, öd ayarını buna göre yapmak gerekir. Tekneye atacağınız ilk boyanın öd miktarı az, daha sonra atacağınız boyanın öd miktarı öncekinden daha fazla olmalıdır. (Mesela 5 renk boya kullanacaksınız kullanacağınız ilk boyanın ödü en az, son boyanın ödü hepsinden daha fazla olmalıdır.) Örneğin; İlk boya siyah olsun, bir bizle(çivi) bu boyadan alır suyun üzerine dokundurursunuz 4-5 cm açıldı diyelim, ikinci boya da sarı olsun ondan da bir bizle alır siyahın üzerine değdirirsiniz eğer sarı boyanın ödü yeteri kadar fazlaysa siyah boyayı iter kendine yer açar eğer öd miktarı az olursa ya boya dibe çöker ya da hemen kapanır, buna damla damla öd ilave etmeli her seferinde tekne üzerinde tekrar denemeliyiz. Kullanacağımız üçüncü boya kahverengi olsun ondan da biz le alıp sarının üzerine değdiririniz, sarı boyayı itip kendine yer açtıysa mesele yok, açılmadıysa boyaya öd ilavesiyle açılmasını sağlarız.O teknede kullanacağımız boyaların ayarını böylece yaparız. Bir tekne için yaptığınız boya ayarları aynı teknede ertesi gün için bile değişir çünkü teknedeki su buharlaşmış ve kitreli su koyulaşmıştır. Kitreli suya gerekli miktarda su ilave etmek ve boyaların öd ayarını tekrar yapmak gerekir, ayrıca çalışırken de tekneye sürekli kağıt kapatıp ebruyu aldığımız için kitre kıvamı koyulaşır, kıvamı koyulaştığında gerekli miktarda su ilave etmeli.

EBRUNUN YAPIMI

Tekne üzerine atacağınız boyalar sağdan sola doğru atılmaya başlanır daha sonra biraz üste çıkılarak soldan sağa doğru atılır dört sefer bu şekilde tur atılır. Fırça ile atılan boyalar hiç müdahale edilmezse bu Battal ebru olur. İyi bir ebrucu battal ebruyu çok iyi bilmesi gerekir. Battaldan sonra bir bizle önce enlemesine boydan boya daha sonra yukarıdan aşağıya çizgiler çekmesine gelgit ebrusu denir. Gelgitten sonra istenirse çapraz çizgiler çekilerek şal ebru yapılabilir.

Çiçekli ebrulara en son geçilmelidir. Çiçek için hazırlanacak boyaların öd oranı fazla su oranı az olur, yoğunluğu bal kıvamında olursa da bu boyaya göre değişebilir, ayrıca özellikle karışım yaptığınız boyaların iyi terbiye olması gerekir.

EBRU YAPIMINDA TAVSİYELER:

Tekne ne kadar çok kullanılırsa o kadar verimli olur ( Birkaç gün kullanılmayan tekneler tembelleşir ve verim alınmaz. )

Kullanmayacağınız zaman teknenin üstünü açı bırakmayın beyaz bir kağıtla tamamen örtün (gazete ile örtmeyin )

Boyalar teknenin üzerine atıldığında bazı yerler açılıyor bazı yerler açılmıyorsa, tekne homojen değildir, spatulayla iyice karıştırmak gerekir.

Kitre üzerine atılan boyada dairelerin kenarları düzgün değilse kitre tam erimemiştir.

Fırçada gereğinden fazla boya varsa, boya dibe çöker. Fırçayı sıkmak gerekir.

Teknede köpük varsa bir spatulayla onları almak gerekir. Kağıda aldığınızda köpük olan yerler beyaz çıkar.

Elimizden veya malzemelerden yağ veya öd bulaşması,tekneye öd damlaması, teknenin üzerinin açık olması gibi durumlarda boyalar yıldız açılır, tekneyi bir yada birkaç gazete kağıdıyla temizlemek ve 10-15 dakika dinlendirmek gerekir.(Tekneye biraz su ilave etmekte çözüm olabilir.)

Tekneye attığınız boyalar kumlanıyorsa veya çatlıyorsa, boyada su eksiktir.

Boyaların kağıttan akmasının sebebi kitreli su, boyadaki su ve boyadaki öd dengesizliğidir. Boyaya bir damla su iki damla öd damlatarak her seferde tekne üzerinde denemek gerekir.

Akan boyalara çamlıca toprağı ya da biraz lahor çivit konarak akması önlenebilir.

Tüm boyalar kağıttan akıyorsa, kitrenin yapıştırıcılık özelliği gitmiştir.

Kağıt tekneye yatırılırken kayma olursa kağıtta beyaz çizgi oluşur.

Kağıdı tekneye yatırdıktan sonra hava kabarcığı oluşursa, iğneyle delip havayı almak yada bir bizle sürekli o bölgeyi sürterek kabarcığı almak gerekir.

Çiçekli ebru boyalarında boyanın kenarları girintili çıkıntısıyla iki damla su bir damla öd ilave etmek gerekir. (Her damladan sonra tekrar denemeli)

Eğer tekne ye attığınız boya büyükse bir kağıdı külah yaparak küçültmek istediğimiz boyanın ortasına batırır geri çekerek küçültebiliriz.

Elimizden yada malzemeden tekneye toz dökülürse, beyazlıklar oluşur bunları bir kağıtla yada elimizdeki bizi kurulayıp oraya batırıp çekmekle giderebiliriz.

Ebru yapımı sırasında karşılaşabileceğiniz problemleri deneyerek çözüm yoluna gidebilirsiniz.

Not:EBRU ÖRNEKLERİ GÖRMEK İSTEYEN MERAKLISI İÇİN;
http://www.sadabat.net http://www.geleneksel ebru.com http://www.istanbulsanatevi.com http://www.tarzikadimebru.com


Bu mesaj 1 kez ve en son Havace tarafından 08.07.2006 - 17:19 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 17:16
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: ALİ HAYDAR EFENDİ
Havace su an offline Havace  
ALİ HAYDAR EFENDİ
16 Mesaj -
ALİ HAYDAR AHISKAVİ

Batum'un Ahıska beldesinde 1870 senesinde dünyaya geldi. Babası Şerif Efendi'dir. İki yaşında annesini, dört yaşında da babasını kaybeden Ali Haydar Efendi ilk ilim tahsilini memleketinde yapmıştır. Daha sonra Erzurum'da medrese tahsiline devam etmiştir. Erzurum'dan sonra İstanbul'a gelen Ali Haydar Efendi, Fatih Camii Şerifi'nde derslere devam ederek, Bayezid dersiamlarından Çarşambalı Hoca Ahmed Hamdi Efendi'den 1901 yılında icazet almıştır.

Ali Haydar Efendi (k.s..), Ahmed Hamdi Hoca'nın derslerine devam ederken, o devirde kadı yetiştiren Medresetü'l-Kuzat'a (o zamanın Hukuk Fakültesi) giderek, oradan da diploma almıştır. (1906) İlk adli vazifesi Burdur kadılığıdır. Sonra Uşak kadılığı ve sonra Denizli kadılığı olmuştur. Daha sonra İstanbul İstinaf Mahkemesi (dava mahkemeleri ile temyiz mahkemeleri arasında bir derece yüksek mahkeme) üyeliğine getirildi.. Bu vazifede iken hukuk mektebinde Mecelle ve Usul-i Muhakematı Hukukiye derslerini okutmaya başladı. Ardından sırasıyla İstanbul Bidayet Mahkemesi, İkinci Hukuk Dairesi Başkanlığı, Bidayet Mahkemesi Başkanlığı, İstinaf Mahkemesi İkinci Hukuk Dairesi Başkanlığı, Temyiz Mahkemesi üyeliği, aynı mahkemenin hukuk dairesi üyeliği, sonra başkanlığı ve temyiz mahkemesi başkanlığı görevlerinde bulundu.

Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, Hukuk-u İslâmiyye ve Islahatı Fıkhiye Kamusu eserinde Ali Haydar efendiden bahsederken, "Yüksek çalışkan fukahamızdan sayılır" der ve devamla, "Mahkeme-i Temyiz riyasetinde, mülga fetvahane-i âli emanetinde ve adliye nezaretinde bulunmuştur. Mecelle-i ahkamı Adliye'ye yazmış olduğu 4 ciltlik mufassal şerhi, kıymetli bir eserdir. Birçok çalışmanın faideli bir semeresidir. Arazi, evkaf, mefkud, ahkâmına dair eserleri, intikal kanununa şerhi de vardır. Medresetül Kuzat'ta ve Darül Fünun'da mecelle vesaire müderrisliğinde bulunmuştu" diye övmüştür.

Sene 1914 Fatih Camii'nde talebe okutmaya başlamıştır. Fetvahanede fetva vermiş, gösterdiği büyük iktidarla, 1914 yılında Sahn Medresesi Fıkıh Müderrisliği'ne tayin edilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı ardından, 14 Kasım 1914'te ilan edilen Cihad-ı Ekber fetvasını, Fetva Emini sıfatıyla Fatih Camii'nde okudu. Aynı zamanda 23 Kasım 1914'te Cihad Beyannamesinde bulunan 29 imzadan birisi de Ali Haydar Efendi'dir. 1915 yılında Şeyhü'l-İslamlık'ta yeni kurulan "Telif i Mesail Heyeti Reisliği"ne tayin edilmiştir. 1916 yılında Huzur Dersleri baş muhatablığına tayin edilmiştir. Rumeli Kazasker payeliğini elde etti. Aynı yıl emekliye ayrıldı. Tevfik Paşa'nın ikinci sadaretinde (Baş vezirlik) kısa bir süre Adliye Nazırlığı (Adalet Bakanlığı) yaptı. Bu görevde iken Medine'yi teslim etmeye yanaşmayan Fahrettin Paşa'ya Padişah'ın teslim konusundaki iradesini götürdü.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (k.s.), zahiri ilimlerin hepsini ikmal etti. Varılacak noktanın en üst kademesine ulaştı. Üstelik kendisi de, şanlı şöhretli, celadetli idi. Efendi, sert mizaçlı biri idi. Taviz vermeksizin şeriatın hükümlerinin yerine getirilmesini isterdi. Hatta Maide suresindeki şu ayeti kerime sanki düsturu olmuştu. "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin, fasıkların, kâfirlerin ta kendileridir." (Maide Suresi- 44-45) Hitabeti çok kuvvetli, fakihliği 4 mezhebe fetva verecek kadar kuvvetli idi. Tesir ve ikna gücü de yerinde idi.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi, kaynaklar, tarih olarak kesin belirtmemekle beraber, 1913 ve 14 yılları, Bandırma'ya gider. Bir Ramazan günü talebelere yardım maksadı vardır. Tabii ki vaaz edecektir. İstanbul ulemasından olduğu için her yerde rağbet çok olur. Vaazları genelde tasavvuf ve tarikatlar aleyhinde olur. Hatta bir gün sabah namazında kişiyi isimlendirerek, "Burada Bezzaz Ali Rıza Efendi var, esnaftır, tarik ehlidir, şöyle yapar, böyle yapar" diye aleyhinde konuşur. Cemaatin içinde Ali Rıza Bezzaz Hazretlerinin talebelerinden Börekçi Hasan Efendi de vardır. Vaazı dinler ve namazdan sonra olup biteni Rıza Ali Bezzazi Efendiye anlatır. Meşayih sevinir. Efendi de "Hiç merak etme, çok yakında bizim yanımıza gelecektir" der. Gönülden gönüle yol var ya. Onların sözleri ok gibidir, gider hedefini vurur. Ali Haydâr Efendi'nin gönlüne bir ateş düşer. Tasavvuf ve tarikat ehline karşı bir sevgi ve alaka başlar. Kalbi vecd, istiğrak ve cezbe ile dolar. Dev cüsse, cübbeyi ve sarığı atarak camiden çıkar. Pazaryerinde bez satan Ali Rıza Bezzaz Efendi'nin yanına varır. Söylediklerinden pişmanlık duyduklarını ve affetmesini ve evlatlığa kabul etmesini söyler.

Bezzaz Ali Rıza Efendi (k.s.), Ali Haydar Efendi'nin kolundan tutar, sırtını okşar ve "İstanbul'da Hacı Ahmet Efendi var ona git" der. Bandırma'dan İstanbul'a dönüş Ahıskalı Ali Haydar Efendi, İstanbul'a gelip Hacı Ahmet Efendi'yi bulur. O da "Topkapı'da Ali Efendi var ona git" dedi. İmtihanlar, sabır, teslimiyet. O ona, o da ona gönderiyor? Topkapı'ya giden Ali Haydar Efendi (k.s.), kendisine bildirilen köhne, dökük bir evin kapısını çaldı. Yarım saat kadar kapıda bekledi. O an nefsi ile baş başa kaldı ve nefsi içerden konuştu: "Ey Ali Haydar, sen ki padişahın huzur dersleri başmuharrir ve baş muhatabısın, böyle bir adamın böyle köhne evin ününde kapısını bekliyorsun, bu sana yakışır mı?" diye iç geçirdi. Daha sonra kapı açılıp bir kız çocuğu çıktı. "Buyurun içeri" dedi. İçeri giren Ali Haydar Efendi, bir saat daha bekledi. Bu sırada saçı-başı birbirine karışmış, kambur bir adam içeri girdi. Maşlaklı Ali Baba ona "benimle birlikte gel." der.Yürüdükleri yol boyunca kömürlükten geçerken Maşlaklı Ali Baba "Ben burada Rabbimi çağırırım" der.Ali Haydar Efendi bu söze kızar fakat belli etmemeye çalışır. ilk fırsatta kendisini Hacı Emin efendinin gönderdiğini söyler. Maşlaklı Ali Baba'nın bu ifadeya yanıtı "Benden şeyhlik öğrenip başkasına satacaklar." şeklinde olur. Ortam gittikçe gerilir. Maşlaklı Ali Baba konuştukça Ali Haydar efendi sinirlenir.Derken Maşlaklı Ali Baba, Ali Haydar Efendi'ye ne iş yaptığını sorar. Ali Haydar efendi, hoca olduğunu söyler. O da "Ne hocalığı" diye mukabelede bulunur.Ali Haydar efendi " Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"aglaZümer-9) ayetini okur. Maşlaklı Ali Baba " Sus, sus! birde ayet okuyorsun" der. Ali Haydar efendi "Ben cünüp müyüm ki ayet okumayayım?" der. Maşlaklı Ali Baba: "Cünüp olsan iyi, cünübü bir teneke su temizler seni ise Karadeniz temizlemez."şeklinde karşılık verir. Ali Haydar efendi, tarikata giriş anını sonradan şöyle anlatmıştır: "Konuşmanın sonlarına doğru bana bir hal oldu, ağlamay başladım, o zata karşı olan kızgınlığım sükunete, buğzum muhabbete dönüştü. Onu o an o kadar sevdim ki her hali bana hoş gelmeye başladı."

Bandırma'daki Nakşî Şeyhi Ali Rıza Bezzazi'nin vefatı üzerine postnişinliğe getirildi. Dergâhta vakıf şartı gereğince Ali Rıza Bezzazi'nin talebeleri arasından seçildi (1914). Bu dergâh, Fatih ilçesi Çarşamba mevkii, Cebecibaşı mahallesinde İsmail Ağa Camiinden Fener Kilisesi'ne doğru giden sokağın sonundadır. Burası, Şeyh Mustafa İsmet Garibullah Hazretleri'nin dergâhıdır. Nakşî silsilesinden 32.'dir. Yanında 33. Şeyh Halil Nurullah Zağravi Hazretleri vardır. Yan yana kabri şerifleri oradadır. 34. silsile zinciri az önce bahsettiğimiz Ali Rıza Bezzazi'dir ve Bandırma'da medfundur. 35. Ali Haydar Ahıskavi olmuştur. Allah onlardan razı olsun. İttihat ve Terakki hükümeti, Ahıskalı Ali Haydar Efendi'nin bu seçimini reddetti. Postnişinliğine el koydu. Fakat Efendi Hazretleri bu işi yine devam ettirdi. Birinci Dünya Savaşı boyunca aynı zamanda da padişahın huzur dersleri başmuhatablığını da yürüttü. Beş yıl sonra müridlerden Hafız Halil Sami Efendi tarafından yazılan istida (dilekçe) ile postnişinliğin gasp işi saraya intikal ettirildi. Nihayet hicri 1338, miladi 1919'da Ali Haydar Efendinin postnişinliği bizzat padişah tarafından tasdik edilmiş oldu. Huzur dersleri de 1923'e, padişahlığın kaldırılmasına kadar devam etti. .

Cumhuriyet sonrası âlimlerin çile devri başladı. Sorgular, mahkemeler, hapisler, beraatlar birbirini izledi. Tahirül Mevlevi, basın âleminde "Hayatım ve istiklal mahkemeleri" adlı hatıraların, polis nezaretine gittiklerini uzun uzadıya anlattıktan sonra, koğuşta kimlerle kaldıklarını tarif ederek yazıyor: "Kapıdan girince sağdan birinci karyolada Dağıstanlı Seyyid Tahir Efendi, ikinci karyolada Kâtip Aziz Mehmet Efendi, üçüncü karyolada kitapçı Aziz Efendi, dördüncü karyolada Ömer Rıza Bey, beşinci karyolada Abdi Acz (kendi), altıncı karyolada Suud Bey, yedinci karyolada her akşam orada yatan bir memur. Soldan birinci ve ikinci minderde Yağlıkçı Hasan ve Mustafa efendiler, soldan birinci karyolada Dersiam ve Çarşamba'daki İsmet Efendi Tekkesi şeyhi Ahıskalı Ali Haydar Efendi, bir de onlara mücavir (komşu) Seydişehirli Hasan Efendi, ikinci karyolada vaiz Sofi Süleyman Efendi, Kitapçı Mihran Efendi de tam orta yerdeki karyolayı seçmişti. Ali Haydar Efendi ve Süleyman Efendi'nin birer zembili ve bir de pöstekisi vardı. Tahirül Mevlevi koğuştakilerin hususi hallerini bir bir süzdükten sonra Ali Haydar Efendi için şunları da ekleyivermiş: "Şeyh Ali Haydar Efendi, kulakları az işittiği için mütalaayı ve tilaveti, muhasebeye (sohbete) tercih ediyor, kendisine tane tane ve yavaş söylenilmek şartıyla bir şey sorulacak olursa müfid ve mukni (faydalı ve ikna edici) cevaplar veriyor, mangalda kendi eliyle kaynattığı çayı sessizce içip hususi âleminde bulunuyordu."

Tahirül Mevlevi bir gece rüya görür, namazdan sonra Ali Haydar Efendi'ye gelir anlatır. "Şeyh Ali Haydar Efendi ile ikimizin müşterek bir maaş cüzdanı varmış. Bu cüzdanla vezneye müracaat etmiştim. Maaş alacakmışım. Veznedar, bir iki kâğıt para verdikten sonra; -İstersen bir de altın vereyim teklifinde bulundu. -Aman lütuf etmiş olursunuz, çoktandır rüyetinden mahrumum. Gurbette hemşehri görmüş gibi olurum, dedim. Vezneci kenarı kırık bir altın verdi. Bunu görünce; -Aman bir lütuftur ettiniz, bari tamam olsun, şunu değiştiriverin ricasında bulundum. Onu aldı. Mevlevi külahı şeklinde altından mamul tam bir sikke verdi. Aldım ve uyandım." O mübarek de iyiye yorar: -Altının değişmesi hakkında hükmün değişeceğine, maaş cüzdanının müşterek olması da ikimizin beraatine işarettir, der, Gerçekten birkaç saat sonra da tabiri gibi olur. Bir zaman sonra telgrafhanede Şeyh Ali Haydar Efendi'yi görür ve: -Efendi rüya tabiriniz gibi çıktı, deyip elini öper, hatta telgraf kâğıdını yazıverir.

Türkiye'de yeni kurulan idareye karşı olduğu öne sürülerek Ankara'ya götürülür. Ankara'da İskilipli Atıf Hoca ile beraber aynı koğuşta kalır. Hapishanede kaldığı sırada rüyasında şeyhini görür ve şeyhi ona bir rivayetle 33, başka bir kaynakta 41 defa Fetih suresini okursan kurtulursun der. Ali Haydar Efendi okumaya başlar. Bir yandan da okuduğu sayıyı ranzaya işaretler. Onun böyle yaptığını gören İskilipli Atıf Hoca, (Allah rahmet eylesin); -Hoca! ne yapıyorsun, der. Ali Haydar Efendi de: -Rüyamda şeyhim böyle söyledi, sen de oku kurtulursun İnşâallah der. İskilipli Atıf Hoca da: -Bu gece ben de rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm (s.a.v). "Atıf ben seni çağırıyorum, sen savunmanı hazırlıyorsun" buyurdu. Ben de savunmamı (müdafaaname) yırttım" der. Bilindiği üzere Atıf Efendi şehadet, Ali Haydar Efendi hizmet şerefiyle Allahu Teâla'nın nimetine vasıl oldular.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (k.s.), yıllarca ilim öğrenmek, ilmi öğretmek ve insanlara İslâmı anlatmak için meşgul oldu. Edebin birinin dahi terkine rıza göstermezdi. Pek çok ilim erbabı yetiştirdi, kıymetli müridleri oldu. Vaktinin büyük bir bölümünü Kur'an-ı Kerim okumakla geçirirdi. "Sülbümden değil, yolumdan gelen benim evlâdımdır" derdi. Uzaktan yakından ziyaretine kimler gelmez ki? Erzurum'dan Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi, Ramazanoğlu Sami Efendi, Hasip Efendi, Mehmet Zahid Kotku ve nice âlim, fazıl kişiler...

Siyasetten uzak durur. Talebelerinin de uzak durmalarını tavsiye ederdi. Ali Haydar Efendi, derin bir bilgiye sahipti. Dinî ilimleri bihakkın kavrayan bir zekâya sahipti. Hitab ettiği cemaati hemen tesiri altına alırdı. .

Uğrunda hayatı boyunca mücadele ettiği en büyük gayesi; Allah'ın indirdiği ile hükmetmekti. Maruz kaldığı çile ve meşakkatlere göğüs germiştir. Emr'i bi'l-ma'rufa büyük önem verirdi. "Din-i Mübin-i İslâm'ın devam ve bekası, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin devamına; dîn-i mübin-i İslâm'ın inkırazı (yıkılması) ise emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin (iyiliği emredip kötülükten alıkoyma) terkine bağlıdır." derdi.

Ali Haydar Efendi (k.s.), tasavvuf ehli olarak Nakşbendiyye'nin Halidî koluna mensuptu. Silsilede sırası otuzbeşinciydi. Şeyhi ise, Bandırma'da medfun bulunan Mevlana Ali Rıza el-Bezzaz (k.s.) idi. Ali Haydar Efendi Nakşbendi tarikatının şeyhlerinden olan ve silsilede 32. sırada bulunan, Mevlana Muhammed Mustafa İsmet Garibullah (k.s.) Efendi'nin Fatih Çarşamba'da Cebecibaşı mahallesindeki konağını tekke edinerek, Şeyh İsmet Efendi Dergâhı adı verilen bu tekkede, irşad makamında oturmuştur.

Dergahının bulunduğu mahalde bulunan evinde, 1 Ağustos 1960 tarihinde vefat etti. Vefatında, âyetler okuyarak, etrafındakilere nasihatler ederek, tebessümler saçarak, dar-ı bekaya göç etti. Arkasında binlerce gözü yaşlı mürid bıraktı. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır.

"Bu yol, en berrak ve leziz suların aktığı bir çeşmedir, susayan gelir içer. "

"Şeyhlik makamı ise talep edilmez, ancak ihsan edilir
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 17:10
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: sadabat.net
Havace su an offline Havace  
sadabat.net
16 Mesaj -
Hadisi Şerifler, İslami Makale, Alimlerin Hayatı, Felsefi Sözlük, Rüya Tabirleri, Nükteler, Hikayeler, Şiirler, Hat, Ebru, Tezhib, Katı Sanatı, Osmanlıca Kurs,Beyitler, güzel sözler, Sesli şiirler, Beyitler, Yemek Tarifleri, Çocuklar için bölümlerin İlim-kültür-sanat sitesi...
Ekleme Tarihi: 08.07.2006 - 16:48
Havace üyenin diğer mesajları Havace`in Profili Havace Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 888 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.60287 saniyede açıldı