stromectol budesonide kamagra generique kaletra kaletra detrol detrusitol dexantol dexone diamox diflucan dilantin dilatrend dilzem dinostral diocimex diovan hct diovan diprolene diuresal diurix dostinex doxy basan doxycline droxia dulcolax duodopa duphaston duricef duspatalin dynexan nouvelle formule ecopan efavirenz effexor xr effexor elantan elavil eldepryl elmetacin elocon elpradil eltroxine elyzol ena basan enasifar endoxan
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » TÜRKİYE VE DÜNYADA SİYASET » Dünyanın Derin Devleti nedir?

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 7 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Dünyanın Derin Devleti nedir?

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 31.07.2020 - 00:50
Cinsiyeti: Erkek 
"Gizli Dünya Devleti" kitabının yazarı olarak bilinen Gary Allen;

"Ben bu kitapta; dünya siyasetinde cereyan eden ve hayatımızı şekillendiren pek çok şeyin birilerince öyle planlandığı için meydana geldiğini, ispat etmek istiyorum" diyerek yola çıkmıştır ve büyük ölçüde başarmıştır.

Meşhur İngiliz politikacı Rothschild'in yakın adamı, Yahudi asıllı Benjamin Disraeli de bir yakınına:

"Görüyorsunuz ya, bütün dünya sahnede görünmeyen perde arkasındaki güçler tarafından yönetilmektedir." şeklinde yazmaktadır.

27-1-1965 tarihli UPI haberine göre, Latin Kilisesi Cizvit Tarikatı başpapazı Peder Pedro Arrupe, kilise kurultayında şunları açıklamıştı:

"Masonluk denen tanrısız teşkilatlar eliyle, dünya hâkimiyetini amaçlayan Siyonistler çok ince dokunmuş bir strateji takip ederek; Finans kurumlarından kitle iletişim araçlarına, uluslararası kuruluşlardan din adamlarına, maalesef neredeyse tam bir hâkimiyet oluşturmuşlardır."

"Komünizm de, kapitalizm gibi bu şeytani komplonun bir koludur ve Moskova-Pekin çıkışlı değil, merkezi Paris, Londra ve Newyork'ta bulunan malum ve melun güçlerin bir uzantısıdır."

Ve yine meşhur İngiliz Başbakanı Churchill şu itirafta bulunmaktadır: "Dünyada çok kapsamlı bir olayın yaşandığını ve çok ince hesaplı bir planın yapıldığını ve bizlerinde bu senaryoda sadece sadık bir uşak olarak hizmet edeceğimizi göremeyen kör ve ahmaktır."

Bütün bunlardan sonra bugünkü dünyayı şekillendiren ve yöneten Siyonist şeytani organizenin, yani Gizli Dünya Devletinin, hala bir komplo teorisi ve hayali bir korku üretisi olduğunu söyleyenler, evet Churchill'in doğru tespitiyle: Ya gelişmeleri anlama ve yorumlama yetenekleri körelmiş bir ahmaktır veya bunları bile bile gizleyen bir haindir.

Gizli Dünya Devletinin yapılanması, Doların üzerindeki "Piramit"le gösterilen şekilde şöyledir:

A) Her şeyi gözetleyen ve denetleyen göz: Şeytan ve şebekesi

B) Şeytanla ilişki kuran Kabalist kâhinlerden seçilmiş ve özel sırlarına vakıf 3 haham komitesi

C) 13'ler, 33'ler, 70'ler ve 300'ler meclisini oluşturan üst sınıf Hahamlar konseyidir. (Sanhadrin) Bunların hepsi büyü bilmektedir.

D) Sanhadrin Hahamlarınca tayin edilip dünyayı yönetmekle görevlendirilen 70 kişilik yeminli Siyonist-Yahudi yönetici ekibi

Amerika'nın patronu Rockefeller ve başta İngiltere, bütün Avrupa'nın baronu Rothcshild aileleri bunlara dâhildir.

Buraya kadar olan bütün Siyonist kişiler ve ekipler tamamen gizlidir, dışarıda başka sıfat ve statülerle bilinmektedirler.

E) B'NAİ B'RITH ve Bilderberg gibi, yüzü görünen ama özü gizlenen GDD'nin gizli hükümetleri

F) Mason Locaları

1- Büyük Şak Locası (Fransa)

2- Komünizm Locası (Rusya)

3- İskoç Locası (İngiltere)

4- York Locası (Almanya)

G) Hayır ve hizmet kurumu diye yutturulan ama Masonluğa hazırlık yapan, yani Masonluğun ilk ve orta eğitimi sayılan Rotary ve Lions kulüpleri

H) Masonlarla resmi ve organik bağı olmayan ama onlar hesabına çalışan siyasi partiler, sivil örgütler ve dini cemaatler ( Mavi Localar)

I) Masonik ve Siyonist amaçlar için toplumu hazırlayan, köşe yazarı, sanatçı, din adamı, üniversite hocası, ticaret ve şirket erbabı gibi önlüksüz Masonlar ve ılımlı insanlar

J) Bütün insanlık ( potansiyel hizmetçiler ve köleler)


KABBALA:

Siyonist Yahudilerin Gizli Dünya Devleti, Büyük İsrail hayali ve Masonik örgütlenmeleri: Şeytan ve cinlerle ilişkiye giren, büyü ve kehanet gibi gizli öğretilere göre hareket eden Hahamların asırlar boyu birbirine aktararak, korudukları şifreli sırlara ve şeytani esaslara, kabbala denir.

Çok gizli ve şifreli kabbalist sırlar, piramitte gösterilen 3 Haham tarafından bilinir, biri ölünce yerine geçene öğretilir.

TALMUD:

Kabbalist Hahamların Tevrat'taki ayetleri değiştirerek ve bazılarını bir araya getirerek, Yahudilerin Dünya Hâkimiyeti anayasası olarak hazırladıkları bir nevi Tevrat tefsidir.

Seçkin ve üstün ırk oldukları ve mutlaka dünyaya hâkim olacakları, Siyonist Yahudilerin ve uşakları Avenjeliklerin sapık inancı ve amacıdır.

İsrail'in eski Cumhurbaşkanı Ben Gorion 6 Şubat 1962 tarihli Look Magazin'deki demecinde:

"Bütün dünya merkezi Kudüs olacak yeni bir Birleşmiş Milletlerin, Federatif bir üyesi haline gelecek, bütün ordular fesh edilecek ve böylece Yeni Dünya Düzeni gerçekleşecektir." iddiasında bulunmaktadır.

17 Şubat 1959 da ABD senatosunda konuşan Siyonist James Warurg: "Sevseniz de sevmeseniz de, zorla veya antlaşmayla, ama mutlaka bir Dünya Devletine kavuşacağız" şeklindeki planlarını açıklamıştır.

Yine meşhur Siyonistlerden H. Mendlovit:

"Bir Dünya Hükümeti kurulacağı kesindir. Sorun bunun ne şekilde gerçekleşeceğidir. Savaşla mı yoksa dünya ülkelerinin gönüllü katılımıyla mı?" tehdidini savurmaktadır.

Siyonist Yahudi sermayesinin sömürüp sağdığı ve ordularına kadar hizmetinde kullandığı ABD'nin Rockefeller gibi 10 Yahudi ailesine olan devlet borcu 10 trilyon doları aşmıştır. Bunun sadece yıllık faizi 1 trilyon dolardır. Bütün bu paralar Gizli Dünya Devleti'nin bütçesini oluşturmaktadır. Yani Siyonizm'in yıkılmasından en karlı çıkacak ülke Amerika'dır.

Gizli Dünya Devleti,

1- Her yıl yeşil kâğıt olan ve karşılıksız basılan dolarla, bütün dünyanın sırtından 1 trilyon dolar

2- Tahvil dedikleri sarı kâğıtlarla 1 trilyon dolar

3- Rezerv denen beyaz kâğıtlarla 1 trilyon dolar

4- Kendilerinin çıkardığı ekonomik krizler ve borsa dalgalanmalarıyla da yine 1 trilyon dolar olmak üzere 4 trilyon dolardan fazla havadan para kazanmakta ve bütün bu korkunç sermaye İsrail'in dünya hâkimiyeti için harcanmaktadır.

1967 Ağustosunda Kuzey Amerika Gazeteciler Birliği'nin yayımladığı bir makaleye göre Siyonist Rockefeller'in bu efsanevi sermayelerine rağmen, devlete ödediği vergi, sadece "685" dolardır.

IMF ve Dünya Bankası yoluyla bütün ülkeleri borç batağına sokup kendilerine mahkûm ve mecbur hale koyan, "Şeytanın, ilahi laboratuardan çaldığı nükleer sırları, halifesi hahamlara ve Yahudi ilim adamlarına öğretmesiyle" geliştirdikleri atom bombaları ve nükleer silahlarla korkunç bir güç kazanan bu Siyonist canavarlar, Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine attıkları bombalarla yüz binleri katletmişler, Vietnam'da 50 bin Amerikan askerini ve yüz binlerce yerli sivili ölüme sürüklemişler, Afganistan ve Irak'ı işgal edip milyonlarca Müslüman'ı vahşice öldürmüşler ve okyanuslardaki nükleer denemeler ve tektonik tetiklemelerle büyük depremlere ve Tsunami felaketlerine sebep olmuşlardır.

Tüm dünyayı medya marifetiyle sınırsız bir ahlaksızlığın ve çeşitli hastalıkların girdabına sokan siyonist güçler, bütün bunları şeytanın dünya hakimiyeti adına yapmaktadırlar.

Eski ABD Genelkurmay Başkanlarından Thomas Moorer şu itirafta bulunmaktadır:

"Şimdiye kadar hiçbir ABD Başkanının İsrail'e karşı koyduğunu ve Amerikan çıkarlarını koruduğunu görmedim. İsrail, her zaman istediğini elde etmiştir. Eğer ABD halkı, İsrail'in ABD yönetimindeki ve ekonomisindeki etkilerini bilselerdi, hemen ayaklanacaklarından eminim. Ama maalesef, milletimiz neler döndüğünü bilmemektedir.

NOT: Alıntıdır..
Ekleme Tarihi: 11.07.2009 - 02:01
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 31.07.2020 - 00:50
Cinsiyeti: Erkek 
SAVAŞLARIN GİZLİ FİNANSÖRÜ

Rothschild hanedanlığı

Mayer Amschel Rothschild (1744-1812), Almanya doğumlu Yahudi iş adamıdır. Modern bankacılığın ve küresel ekonominin kurucularından kabul edilir. Dünyanın en zengin ailelerinden birini kurmuştur. Rothschild ailesi son 200 yıldır, dünyanın en zengin ve nüfuzlu ailesidir. 2007 yılında servetleri 3-4 trilyon dolar, kontrol ettikleri para ise 8-10 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. İngiliz merkez bankasını yaklaşık 80 yıl boyunca yönetmişlerdir. HSBC Bank, Bank of Scotland, De Beers, ABN Amro Bank, Rio Tinto en çok tanınan ve bilinen şirketleridir. Rockefeller ailesinin Standart Oil'i kurmasını finanse etmiş, bu sayede de halen Citigroup, Bank of America, Exxon-Mobil, RoyalDutch-Shell gibi şirketleri de dolaylı olarak kontrol etmektedirler. Dünya elmas ticaretinin %65'i, altın ticaretinin % 40'ı, bakır-uranyum-aluminyum ticaretinin de % 15'i bu aile tarafından yapılmaktadır. Kapanmış olan Osmanlı Bankasının da sahipleri ve kurucularıdır.

Her bankerin yazılmış bir tarihi vardır; fakat bir tanesi tarih yazmıştır J.A Robson
Rothschild hanedanlığının savaş ticareti, Napolyon'un, İngiltere ile yaptığı Waterloo Savaşı’yla başladı. Waterloo Savaşı’nda İngiltere'ye mal kaçıran ve birlikleri finanse eden aile bir yandan da her iki tarafa yüksek faizlerle borç veriyordu. 1820’lerden sonra finans çevrelerinde şu yargı genel bir inanç haline gelmişti: Avrupa'da tek güç vardır, bu da Rothschild’lerdir.

Etkileri o kadar güçlüydü ki, hiçbir savaş Rothschild'lerin yardımı olmadan gerçekleşemezdi. Politika ve ticarette öyle güçlü bir pozisyona yükseldiler ki bir anlamda Avrupa'nın diktatörleri oldular.

İngiliz kraliyet ailesini Çin’le savaşa ikna etmeyi başaran Lord Rothschild, finans için de söz verdi. “Afyon Savaşı”nın ardından, aile Hong Kong'un kontrolünü ödül olarak aldı. Burada kurdukları HSBC, sadece Rothschild’lerin para baronluğunu dünya üzerinde tescillenmesini sağlamadı, ay zamanda afyon ticaretinin de kontrolünü beraberinde getirdi.

Osmanlı topraklarının çözülmesi ile birlikte Rothschild hanedanlığı iki koldan Orta Doğu'ya sızmaya başladı. Bir kolunu Irak'ın oluşturduğu sızmanın en önemli nedeni, Mezopotamya'daki zengin petrol yataklarıydı. Rothschild’ler, bölgenin güneyinde ise Siyonizm’i siyasal ağırlık merkezi haline getirdi.
Filistin topraklarının Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmasının ardından harekete geçen Lord Rothschild, İngiliz hükümetine baskı uygulayarak, İsrail’in kurulmasına start veren Balfour Bildirisi’nin (1917) yayınlanmasında etkili oldu

Eğer Rothschild Ailesi, buna karşı koyarsa, herhangi bir Avrupa ülkesinin ciddi bir savaşa girebileceğine inanan var mı gerçekten?"

Başta J.P. Morgan olmak üzere Rothschild’lerin Amerika'daki uzantıları olan finans kurumları, önce "Dawes Planı” sonra da "Young Planı” ile 1924 yılından sonra Almanya’yı adeta paraya boğdu ve böylece kısa bir süre içinde, yerle bir olan bu ülke, Hitler'in inanılmaz yükselişine zemin hazırladı.

Rothschild Ailesi’nin finanse ettiği I.G Farben şirketi, Yahudi toplama kamplarında kullanılan ölümcül gazları Naziler için üretti. Bir çok Alman şirketin yanı sıra Hitler'e destek veren Amerikan sermayesi arasında General Motors, DuPont ve Ford gibi devler de bulunuyor.

Rus Çar’a karşı Bolşevik İhtilali’ni finanse eden Rothschild’ler, Rockefeller ile birlikte Hazar petrollerini çıkartmak için imtiyaz aldı.

+++++++++++++++

Tüm dünya ABD’nin, Saddam Hüseyin’in silahsızlandırılması veya Irak'ın demokratikleştirilmesinden ziyade, bu ülkedeki zengin petrol yataklarının peşinde olduğunu biliyor. Irak 115 milyar varil ile kesinleşmiş petrol rezervleri bakımından Suudi Arabistan'ın arkasından dünyada ikinci sırada yeralıyor. Ancak kesinleşmemiş rezervle birlikte Irak'ın toplam petrol kapasitesinin 250 milyar varili bulduğu tahmin ediliyor. ABD ve İngiltere’nin iştahını kabartan bu büyük pastanın tutarı yaklaşık 7 trilyon doları buluyor. Bu muazzam servet, sadece ABD ve İngiltere’nin iştahını kabartmıyor; birçok devletinkinden daha büyük bütçelere sahip dev şirketleri ve zengin aileleri de yakından ilgilendiriyor. Tıpkı, yaklaşık iki yüz yıldır yaşanan savaşların ve kanlı iç çatışmaların birçoğunun finansörü ve ganimetçisi Rothschild Ailesi gibi..

Sermayesinin savaşlar ve kan olduğu bilinen, servetinin bugün 3 trilyon dolar olduğu tahmin edilen Rothschild hanedanlığı, dünya bankacılık ve finans sisteminin kurucusu olarak biliniyor. Sahip oldukları yüzlerce şirket ile iki yüz yıldır dünyanın finans ve siyasal dengelerini elinde tutan aile, birçok katliamın da finansörü olarak tanınıyor.Savaş tüccarlığından paranın efendiliğine Almanya'dan İngiltere'ye göçen Yahudi Mayer Ainschel Rothschild (1743-1812) ve Paris, Londra, Frankfurt, Napoli ve Viyana'ya gönderdiği 5 oğlunun (Amschel Mayer, Salomon, Nathan, Kalmann, Jakob Mayer) bankerlik kariyeri ile temelleri atılan hanedanlığın savaş ticareti, Napolyon'un İngiltere ile yaptığı Waterloo Savaşı’yla başladı. Waterloo Savaşı’nda İngiltere'ye mal kaçıran ve birlikleri finanse eden Nathan Mayer (1777-1836), bu dönemde bir yandan savaşı finanse ederken diğer yandan da hükümetlere yüksek faizlerle borç para veriyordu. Waterloo Savaşı’nın sona ermesi ve Napolyon'un kaybettiği haberi yine Nathan Rothschild'in güvercinleri sayesinde ilk olarak İngiltere'de duyuldu.

Nathan Mayer, Waterloo'daki İngiliz zaferini, kurduğu erken istihbarat ağı sayesinde çok önceden öğrendi ve Londra borsasına koşarak aldığı hisseleri ertesi gün çok büyük miktarla satarak bir gecede inanılmaz bir servet elde etti. Kardeşlerinin yardımı ile Nathan Mayer, ayrıca İspanya'daki İngiliz ordusunu finanse etmek amacıyla Fransa'dan altın da taşıdı. Bu çabaları, Nathan'a İngiliz Hazinesi'nin temsilcisi unvanını kazandırdı. Savaşın sonunda, Rothschild Ailesi Fransa ve Avusturya'ya borç vermeye başladı. Bu dönemde Paris’teki tüm bankerlerin servetlerinin toplamı 300 milyon Frank iken, Rothschild’lerin sadece bu şehirdeki sermayesi, 600 milyon Frankı buluyordu. Lionel Nathan İngiliz Meclisi'ne seçilen ilk Yahudi’ydi ve oğlu Nathan Mayer (1840-1915) ilk Baron Rothschild oldu.

Avrupa’nın diktatörleri

Rothschild’lerin kurdukları bu hanedan ağı, onlara büyük bir ekonomik güç getirdi. Alman tarihçi Werner Sombart, Jews and Modern Capitalism (Yahudiler ve Modern Kapitalizm) adlı kitabında şöyle der: "1820 sonrasındaki dönem 'Rothschild’lerin çağı' olarak bilinir. Öyle ki yüzyılın ortasında finans çevrelerinde şu yargı genel bir inanç haline gelmişti: Avrupa'da tek güç vardır, bu da Rothschild'lerdir." John Reeves ise, The Rothschilds; The Financial Rulers of Nations (Rothschild’ler: Ülkelerin Finans Patronu) adlı kitabında şöyle diyor: Nathan Rothschild'in İngiliz Hükümetine ilk yardımı 1819'daydı ve 60 milyon dolarlık borç verdi; 1818-1832 arasında 105.400.000 dolar miktarında sekiz adet borç daha verdi; aşağı yukarı 700 milyon dolarlık 18 adet hükümet borcu oluşturdu. Etkileri o kadar güçlüydü ki hiçbir savaş Rothschild'lerin yardımı olmadan gerçekleşemezdi. Politika ve ticaret dünyasında öyle güçlü bir pozisyona yükseldiler ki bir anlamda Avrupa'nın diktatörleri oldular."

Afyon Savaşı ve dünya liderliği

Avrupa kıtasında birçok hükümeti borçla haraca bağlayan ve servetlerine servet katan Rothschild hanedanlığı “Afyon Savaşı” ile Çin ve Uzakdoğu’yla tanıştı. Bu dönemde Çin'de afyon ticareti yapan İngiliz tüccarların Çin İmparatorluğu ile ters düşmesinin ardından, İngiliz tüccarlar İngiliz Kraliyeti’nin desteğini almak üzere Rothschild ailesine başvurmuştu. İngiliz kraliyet ailesini ikna etmeyi başaran Lord Rothschild, Çin'e karşı yapılan “Afyon Savaşı”nı (1840) finanse etmeyi taahhüt etti. Çin'in mağlubiyeti ile biten savaşın ardından savaşın finansörü olan Rothschild Ailesi, İngiliz hakimiyetine geçen Hong Kong'un kontrolünü yardımlarının karşılığı olarak aldı. Yeni Hong Kong'da ilk önemli şirket olarak kurulan Hong Kong Shangai Bank Corporation (HSBC) sadece Rothschild’lerin para baronluğunu dünya üzerinde tescillemesini sağlamamış, aynı zamanda Çin'deki afyon pazarını da tekeline almasını sağlamıştır.

Balfour Bildirisi ve İsrail'in kuruluşu

Rothschild Ailesi için 19. yüzyılın ilk yılları en yoğun geçen yıllar olmuş; bir yandan Almanya'da sanayi devrimi sonrası Siemens, Bosch, AEG, Krupps gibi birçok şirketin kuruluşunu finanse etmiş, diğer yandan Amerika kıtasına geçerek altın uğruna yerli katliamlarında önemli roller üstlenmişti. Amerika kıtasının yeraltı zenginliklerini keşfeden Rothschild’ler, ilgisini altın ve diğer madenlere kanalize etti. Rothschild hanedanlığının bugün dünya altın ve elmas gibi yeraltı kaynaklarının yüzde 40'ına tek başına sahip olmasının temelleri o yıllarda atıldı. 19. yüzyılın ilk yılları Rothschild’ler için Ortadoğu’ya açılmaları açısından da önemli olmuştur. Osmanlı topraklarının çözülmesi ile birlikte Rothschild hanedanlığı iki koldan Orta Doğu'ya sızmaya başladı. Bir kolunu Irak'ın oluşturduğu sızmanın en önemli nedenini, Mezopotamya'daki zengin petrol yatakları oluşturdu. Rothschild’ler BP-Amoco firması ve Royal Duth Shell ile Irak pazarına girdi. Sermaye hareketini Orta Doğu'nun kuzeyine kaydıran Lord Rothschild, bölgenin güneyinde ise Siyonizm’i siyasal ağırlık merkezi haline getirdi. Filistin topraklarının Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmasının ardından harekete geçen Lord Rothschild, İngiliz hükümetine baskı uygulayarak İsrail’in kurulmasına start veren Balfour Bildirisi’nin (1917) yayınlanmasını sağladı. İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Balfour'un adını taşıyan bu belgeyle, Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı'nın elinden alınan Filistin'de bir "Yahudi vatanı" kurma hedefinin desteklendiği açıklanıyordu. Lord Rothschild, Yahudi Devleti’nin siyasi oluşumuna zemin ararken diğer yandan da kurduğu 2 milyon sterlinlik fon ile Filistin topraklarının satın alınmasını organize etti. Çok kısa bir zaman içinde Filistin topraklarının en verimli bölgeleri, bu fon sayesinde Yahudilerin eline geçti.

Birinci Dünya Savaşı

Birçok ünlü tarihçinin bu dönemdeki ortak kanısı, 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa kıtası dahil dünyanın herhangi bir yerinde savaşların Rothschild’lerin onayı ile başlatıldığı ve onay gelmese asla bir savaşın çıkmasının mümkün olamayacağı yönündeydi. Amerikalı ünlü tarihçi Hannah Arendt, “The Origins of Totalitarianism” (Totalitarizmin Kökenleri) adlı kitabında Rothschild’lerin gücüne değinirken 19. yüzyılda pekçok devlet adamının günlüklerine yeni bir savaş çıkmayacağını, çünkü Rothschild’lerin şimdilik böyle birşey istemediklerini yazdıklarına dikkat çekiyor. Arendt, özellikle Tarihçi J. A. Robson'ın Imperialism (Emperyalizm) adlı kitabında yazdığı şu satırların altını çiziyor: "Eğer Rothschild Ailesi, buna karşı koyarsa, herhangi bir Avrupa ülkesinin ciddi bir savaşa girebileceğine inanan var mı gerçekten?" Bu, Rothschild’lerin tek başlarına bir devlet kadar güç elde ettikleri anlamına geliyordu. İşin bir başka ilginç yanı da Rothschild’lerin bu kazançlarının çoğu kez başkalarının yıkımını getirmesiydi... Yerel savaşların hakimi durumundaki Rothschildler, aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nın perde arkasındaki en önemli güç konumunda bulunuyordu. Amerikalı yazar Eustace Mullins, “The World Order: Our Secret Rulers” (Yeni Dünyanın Düzenleyicileri) adlı kitabında, Birinci Dünya Savaşı ile Rothschild’ler arasıdaki bağlantıyı kurarken savaş sonunda oluşan durumun dikkatle incelenmesi gerektiğini vurguluyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve buna bağlı olarak yeni çizilen Ortadoğu haritası ile Çarlık Rusyası’nın dağılma sürecine girmesinin dünyayı yeniden şekillendiren gelişmeler olduğunu kaydeden Mullins, Rothschild’lerin savaşan her iki tarafı da yönlendirdiğini, kitabında bahsettiği finansörler arasındaki hiyerarşik ilişkiye dayanarak söylüyor. Mullins’e göre, ilişkinin hiyerarşik olması ise Yahudi finansörler arasında asırlardır süren bir gelenek. Birinci Dünya Savaşı’nın geçtiği yıllarda ise hiyerarşinin tepesinde Yahudi finans dünyasının bir numarası olan Rothschild’ler oturuyordu.

Rothschild'in parası Hitler'in sermayesi oldu

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ekonomik anlamda yerle bir olan Almanya’nın yeniden inşası da Amerikalı finans çevrelerine ihale edildi. Başta J.P. Morgan olmak üzere Rothschild’lerin Amerika'daki uzantıları olan finans kurumları, önce "Dawes Planı” sonra da "Young Planı” ile 1924 yılından sonra Almanya’yı adeta paraya boğdu ve böylece kısa bir süre içinde yerle bir olan bu ülke, Hitler'in inanılmaz yükselişine zemin hazırladı. Hitler'in savaştan önceki yıllarda inanılmaz savunma harcamaları ve büyüyen askeri gücü Rothschild hanedanlığının onayı ve yardımlarıyla oluşturuldu. Amerikalı tarihçi Anthony C. Sutton'un “Wall Street and the Rise of Hitler” (Wall Street ve Hitler'in Yükselişi) kitabında bu dönemi özetlerken Amerikalı finans kuruluşlarının sadece Almanya’nın yeniden yapılanması için değil, bilinçli bir biçimde Hitler ve onunla birlikte yeni bir canavarın doğuşunu da sağladıklarını kaydediyor.

Nazi gazlarına Yahudi sermayesi

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya'nın parlayan yıldızı kimya ve ilaç sektörüydü. Özellikle bu alanda Almanya'da ortaya çıkan şirketler sadece Avrupa'nın değil, tüm dünyanın kimya ve ilaç alanlarında bir kartel oluşturdu. Bunlar arasında en büyüğü Rothschild’lerin finanse ettiği ve diğerlerinden farklı bir konuma sahip olan I.G. Farben Firması’ydı. I.G Farben, kömürden benzin üretmenin yöntemini geliştirerek, bu buluşunu Amerikalı Standart Oil şirketi ile imzaladığı anlaşmayla daha da geliştirdi. David Rockefeller'in, Standart Oil Şirketi (514 bin hisse) ile ortak olduğu ve Rothschild Ailesi’nin finanse ettiği I.G Farben firması, daha sonra geliştirdiği ürünlerle önce Alman sanayisini beslerken daha sonra toplama kamplarında kullanılan ölümcül gazları Naziler için üretti. Birçok Alman şirketin yanısıra Hitler'e destek veren Amerikan sermayesi arasında General Motors, DuPont ve Ford gibi devler de bulunuyor. Almanya’da her iki dünya savaşında yaşananların bir benzeri Rusya'da, bu kez daha büyük bir çapta karşımıza çıkıyor. Rusya topraklarındaki zengin yeraltı zenginliklerini ele geçirmeye hevesli şirketler, Rus Çarı’na karşı oluşacak bir ayaklanmayı finanse etmekten çekinmediler. Bolşevik İhtilali’nin (1918) başarı ile sona ermesi ve Rus Çarı’nın idam edilmesinin ardından isyancılarla ilk anlaşma imzalayan ve Hazar Petrolleri’nin çıkarılması için imtiyaz elde eden şirket Standart Oil (Rockefeller) oldu. İsyanın finanse edilmesinden Hazar petrollerinin çıkartılmasına kadar, Rockefeller ile birlikte bu işten en karlı çıkan aile ise savaşlarla para kazanmak konusunda oldukça tecrübelenen Rothschild hanedanı oldu.

Kara kıtada 1 milyon ölü insan

Afrika’da 90'lı yıllarda Ruanda ve Burundi'deki iç çatışmalarda 1 milyondan fazla kişinin öldüğü katliamlar yaşandı. Buradan parlayan olaylar, Zaire'ye sıçramış ve Mobutu Sese Seko’nun devrilmesiyle sonuçlanmıştı. İlk bakışta Hutu ile Tutsi kabileleri arasındaki etnik farklılıkla açıklanan savaşın temelinde aslında çok başka bir neden vardı: Elmas. 1 milyondan fazla kişinin ölümüne, yüz binlerce insanın göç etmesine neden olan bu iç savaşın perde arkasındaki mimarı, dünyanın en büyük altın ve elmas üreticisi olan Rothschild hanedanlığına ait Debeers Firması’ydı. On binlerce insanın ölümüne neden olan savaşın sahnelendiği ülke ise, dünyanın en önemli elmas yataklarına sahip 5 ülkeden birisiydi... Bugün serveti 3 trilyon doları aşan Rothschild hanedanlığı dünyanın en büyük ilk 10 bankasının 3 tanesine sahip. Dünya yeraltı zenginliklerinin yüzde 40'ına da bu aile hükmediyor. Aile bireyleri kendilerini vakfa veya bilime adamış gözükmesine rağmen, başta Yahudi George Soros gibi birçok para baronu Rothschild’lerin emri altında. Dillere destan bu servet ve itibarın gerisinde ise okyanusları dolduran kan, vahşet ve dünya savaşları var...

Osmanlı da Rothschild'lere borçlandı

Osmanlı ekonomisi, Rothschild hanedanlığı ile ilk kez Ruslar'a karşı yapılan Kırım Savaşı'nda (1853-1856) tanıştı. Osmanlı İmparatorluğu, savaşı finanse etmek için Londralı bankerlerden yüksek faizle borç aldı. (24 Ağustos 1854) İngiliz bankerlerden yüzde 6 faizle 3.000.000 sterlin alan Osmanlı tarihindeki bu ilk borcuna karşılık Mısır’dan alınan vergiyi teminat göstermişti. Yine 27 Haziran 1855’te ikinci bir anlaşma ile Osmanlı yönetimi, Kırım Harbi masraflarını karşılayamadığı için Rothschild aracılığı ile İngiltere’den borç aldı. Mısır vergisi, Suriye ve İzmir gümrük gelirlerinin teminat olarak gösterildiği anlaşmayla Osmanlı yönetimi, 5.500.000 lira borç aldı. Bu borçlanmalarının ardından da Osmanlı'nın ekonomik çöküşü hızlandı.

“Novus Ordo Seclorum”

(Yeni Dünya Düzeni)

İkinci Dünya savaşının sona ermesi yeni sınırların çizilmesine neden oldu. Yeni ülkeler doğdu ki bunların en başında İsrail geliyor. İsrail açısından sadece sınırlarının çizilmesi değil, bir başka anlamı daha vardı İkinci Dünya Savaşı’nın. Rothschild hanedanlığının baskısı sonunda yayınlanan Balfour bildirisi, Filistin topraklarının Osmanlı hakimiyetinden alınmasını ve bir devletin kurulmasını belki sağlamıştı ama gerekli Yahudi nüfus yoğunluğu istenilen seviyeye getirilememişti. İkinci Dünya Savaşı, satın alınan topraklardaki hızlı nüfus artışının da istenilen seviyeye gelmesini sağladı. Savaş sonunda en az bilinen fakat en önemli konulardan birisi de savaşın Amerika üzerindeki ağır maliyetiydi. İkinci Dünya Savaşı Amerika'ya 400 milyar dolara mal oldu. Bu maliyeti karşılayamayan ABD bütçesi 200 milyar dolar açık verince, başta Rothschild olmak üzere onunla birlikte hareket eden bankerler, “yeni Amerika”yı yani “Yeni Dünya Düzeni”ni finanse etmeye başladı..
Ekleme Tarihi: 11.07.2009 - 02:03
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 31.07.2020 - 00:50
Cinsiyeti: Erkek 
Derin Devletin Derin Analizi

Bir derin devlet lakırdısı sürüp gider memleketimde. Herkesin dilindedir lakin, kimse ne olduğunu bilmez. Kimi çeteler der, kimi emniyet içinde arar. Kimi askerin kendisi der, MİT içinde yuvalandığını düşünenler olur. Büyük sermayedarların bu işlerin arkasında olduğunu düşünenler çıkar. Hâsılı kimsenin derin devlet tarifi bir diğerine uymaz.

Türkiye'de derin-sığ ayrımı yapabilmek için ülkenin tarihini ve yaşadığı serüvenleri iyi bilmek gerekir. Güncel hadiselerin yorumlanmasıyla derin devlet anlaşılamaz. Batı'nın hâkimiyet araçlarını, İngiliz entrikalarını, ABD düzenbazlıklarını bilmeden Türkiye'de derin devletin “D” sini bile çözemezsiniz.

Aslında her devletin biraz derin tarafları vardır. Demokratik ülkelerde demokrasinin araçları kullanılarak yönlendirme yapılır. Eski demir perde ülkelerinde sistemi komünist parti yönlendirirdi. Otokratik ve oligarşik yapılarda derin devlet sisteme hükmeden kişi veya grubun konumlandırdığı yerdedir. Köklü, gelişmiş, devlet geleneği olan ülkelerde derin devlet millidir. Ülke menfaatleri doğrultusunda devreye girer; yanlış giden şeyler olduğunda görünmez bir elle o yanlışı düzeltmeye çalışır. Öncelikli amacı devletin bekasını ve milletin menfaatlerini korumaktır. Meşru araçları kullanarak sisteme müdahil olur. Eğer meşru kanallarla çözüm üretemedi ise başka yolları dener. Bu ülkelerde derin devlet, operasyonlarını profesyonelce, kimseyi tedirgin etmeden yapmaya çalışır.

3. Dünya ülkelerdeki derin yapılar genellikle gayrı millidir; eski sömürgecinin kontrolünde ve onun menfaatlerini korumak üzere yapılandırılmıştır. Diktatörlerin hâkimiyetindeki ülkelerde halkın rağmına hem diktatör, hem de batı o derin yapıyı kullanır. Batılı sömürgeciler 3. dünya ülkelerindeki derin yapılardan ellerini çekmezler. Zira gerektiğinde diktatörü devirmek için de o yapı kullanılacaktır. Mısır, Libya, Irak vb. otoriter Arap ülkelerinde, pek çok Afrika ve Asya ülkesinde Batı sisteme müdahale kanallarını hep açık tutar. 3. dünya ülkelerinde derin yapıların asıl amacı Batının veya hâkim gücün o ülke üzerindeki kontrolünü devam ettirmektir. Ülkenin Batı güdümünden çıkma ihtimali belirdiğinde derin yapılar araçlarını devreye sokar ve hedef ülkeyi istediği kulvarda tutar. (1992'den sonra Cezayir'de Fransa'nın devreye girmesi). 21. yüzyılda bile Batı, derin yapılar ve elde edilmiş elitler vasıtasıyla sömürgeci tutumunu sürdürmektedir.

Hemen bütün ülkelerde derin yapılar orduya, silahlı güçlere ve onlarla organik bağ içinde olan paramiliter güçlere dayanır. Ülkenin gelişmişliği, vatandaşın kültür seviyesi arttıkça derin yapıların kullandığı araçlar rafine hale gelir, görünmezleşir; operasyonlar perdeli yapılır. Bütün ülkelerde derin yapılar milliyetçi-ulusalcı söyleme sahip, motive edilmiş figüranlar kullanırlar. Bu nedenle örgütlenen paramiliter guruplara ikna edici, heyecan uyarıcı gerekçeler bulunur; yüce bir ülkü için mücadele ettiklerine inandırılır. Kendileri bu işleri yapmadığında memleketin bir felakete sürükleneceğine şartlandırılır. Oysa birbiri ile vuruşturulan karşıt guruplar çoğu zaman aynı derin odağın uçlarıdır. (1980 öncesinin sağ-sol çatışmasına benzer bu günlerde Türk- Kürt çatışmasına yatırım yapılmaktadır)

Türkiye bir 3. dünya ülkesi değildir. Türk milleti köklü bir devlet geleneği olan, tarihin en eski milletlerindendir. Peki, bizdeki derin devlet nerede duruyor? Ne kadar millidir? Türkiye'de derin çarklar kimler için, nasıl dönmektedir?

Türkiye'deki Derin devlet biraz tasnif dışıdır. Güçlü bir devlet geleneğimizin olduğu doğrudur. Ancak eğitim, gelir ve kültür seviyemiz yeterince yüksek değildir. Türkler zor bir millettir. Tarihte Batı'nın kurduğu pek çok mengeneden ve tuzaktan bir şekilde kurtulabilmiştir. Bu nedenle Türkiye'ye özel bir derin devlet tasarımı vardır. Öncelikle Türkiye'deki derin devlet asla milli değildir. Bütünüyle batı güdümündedir. Hatta bizdeki derin devletin en büyük hasmı, uyutulması, yönlendirilmesi gereken muhatabı bizzat Türk milletidir. Türk halkını yabancı güçlerin operasyonlarına karşı koruma gibi bir endişesi hiç olmamıştır. Bilakis devleti milletten koruma kaygısı vardır.

Türkiye'de derin operasyonlar batıya veya başka harici bir güce karşı değil, bizzat millete karşı ve millete rağmen yapılır.

Türkiye'de şu anda iş başında olan derin devletin temelleri 1800'lü yılların başında atılmış; profesyonel, uzun vadeli hedefleri olan bir derin çekirdek oluşturulmuştur. Bu derin yapı özel eğitimli sözde mühtedi (sonradan müslüman olan) ecnebilerden oluşmaktaydı. İhtidaya önem veren ve köken, kan, ırk saplantısı olmayan Osmanlı Devleti ihtida ettiği ileriye sürülen bu kesimlere şüpheyle yaklaşmamış, hak ettiklerinin ötesinde payeler vermiştir. Orduya ve Saraya yönelen mühtediler üst düzey komutanlıklar alarak, Saraya damat olarak sistemin kalbine yerleşmişlerdir. Saray bürokrasisine ve orduya sızan bu dönmeler, Batı (İngiliz) desteğiyle ordu içinde örgütlenmişlerdir. Bir taraftan azınlıkları organize ederek baskı kuran batılılar diğer yandan, özellikle Ordu içinde örgütledikleri muhalif kesimlerle Osmanlı Devletini içeriden kemirmeye, zayıflatmaya başlamışlardır. 1800'lü yılların başında temelleri atılan “derin çekirdek” 1900'lü yılların başında; Ordunun, Sarayın, Hariciyenin ve devlet bürokrasisinin içinde güçlü ve gizli bir yapı haline gelmiştir. 2. Meşrutiyeti ilan ederek 2. Abdülhamit'i deviren ve kısa sürede devleti dağıtan İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde bu kripto ecnebiler çok etkindi.

Milletin ensesinde boza pişiren; her türlü provokasyonu, karanlık operasyonu meşru gören; memleketi geren, her çetenin altından çıkan derin devletimizin geçmişi, kökeni buralara dayanmaktadır. Kendilerine Beyaz Türk diyerek asıl Türkleri tahkir eden, kafalarındaki kast sisteminde Anadolu insanını en alt tabakaya koyan, sivil hayatın içine konuşlanmış gürültücü kesimde bu ekibin uzantılarıdır. (Mahmut Çetin'in “Boğazdaki Aşiret” kitabı mühtediler konusunda aydınlanmanıza yardımcı olacaktır.)

1800'lü yıllarda iş başı yapan ve 2. Meşrutiyet'ten sonra Osmanlı Devletini peşkeş çeken bu ekip kısa sürede bütün Kara Türkleri tasfiye ederek Türkiye'nin sinirlerine hâkim olmuştur. Balkan Harpleri ve mübadele sonrası göçlerde Müslüman Türk vaziyetinde pek çok mühtedi Anadolu'ya sokulmuş, ülkenin muhtelif yerlerinde iskan edilmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı haline gelen bu insanların çocukları devletin en önemli noktalarına yerleştirilmiş, sayısal yetersizlik bu şekilde çözülmüştür.

Tek parti dönemi boyunca özellikle, Atatürk'ün vefatından 1950'lere kadar bu ekibin ülke üzerinde mutlak hâkimiyeti vardır. Bu dönemde derin ve sığ ayrımı yapmak anlamsızdır, zira devlet bütünüyle derindir. Sığ olan sadece millettir, vatandaştır. İktidar mücadelesi derin aileler arasında (Karakaşi, Yakubi, Kapani) cereyan etmektedir. Anadolu insanı kulvar dışındadır, denklemde yoktur. (Bkz: Sabetaycılık nedir? Sabetaycılar Kimlerdir?)

Devlet içindeki derin-sığ ayrımı çok partili hayata geçildikten belirginleşmiştir. Seçilmiş hükümetler işin sığ tarafında kalmış, İttihatçı zihniyetin devamı örgütlü kesimler derin cenahı oluşturmuştur. Milli iradenin derinlerin rağmına işlediği dönemlerde, derin yapılar türlü araçları kullanarak dengelerle oynamaya, hadiselere müdahale etmeye başlamıştır. Bütün ihtilaller, muhtıralar, müdahaleler ve bunlara gerekçe oluşturmak, şartları olgunlaştırmak için kurulan senaryolar hep bu derin odakların icraatlarıdır. 60 yıllık demokrasi geçmişimize rağmen Türkiye'deki derin yapılar hala gayrı millidir, güçlüdür ve olaylara müdahildir.

Tek Parti Dönemince devlete deriniyle-sığıyla mutlak hâkim olan odaklar Demokrat Parti'den sonra yeni mücadele yöntemleri geliştirmişlerdir. Bu gün izlediğimiz bel altı vurmalar, sureti haktan görünerek provoke etmeler, sivil görünümlü bindirme kıtalar, medyatik karalamalar vb. demokratik ortamlara göre geliştirilmiş yöntemlerdir. Dün devletin bütün aygıtlarını kontrol edebilen derin yapılar bu gün stratejik noktalarda temerküz etmişlerdir. DP iktidarından, Özal'ın açılımlarından sonra bu yapılar mevzilerini koruma gayretiyle her türlü hukuksuzluğu, usulsüzlüğü kullanır hale gelmiştir. Demokrasi dışı senaryolarla, ayak oyunlarıyla, karanlık ve karmaşık ilişkilerle güç kaybını durdurmaya çabalamaktadırlar. Derin yapılar medyayı kullanarak, çeteleri pazara sürerek, yargıyı etkileyerek, Emniyet ve Ordu gibi silahlı güçler içinde yuvalanarak etkinliklerini sürdürmektedirler. Veli Küçük, Muzaffer Tekin gibi adamlar bu işin sadece bize yansıyan tarafı, buzdağının görünen kısmıdır.

Bizdeki derin devlet milli değildir, sofistikedir. Binlerce yıllık geçmişi olan, 10'larca büyük devlet kurmuş, batılıların korkulu rüyası olmuş bir milleti uyutabilecek, yönlendirebilecek ve kontrol edebilecek şekilde özenle kurulmuştur. Gayrı millidir ama milli tonları, milliyetçi malzemeleri ustalıkla, hatta hamasetle kullanır. Türkçülüğün teorisyenlerini bile bu yapı yetiştirmiştir.

Türkiye'deki derin devletin tasarımı, inşası İngilizlere aittir. 1950'lerden sonra “American siding” kaplama yapılmıştır. Hudson raporunda bir kez daha açığa çıktığı üzere, iddiaların aksine Türk derin devleti kesinlikle anti Amerikan değildir. Ülkenin ABD güdümünden çıkamaması için anti-AB olabilir; ancak, anti-Amerikan ve anti-İsrail olduğu yavan bir hikâyeden ibarettir.

İngiltere üzerinden 50 yıl geçen bütün arşivleri açmasına rağmen, Türkiye ile ilgili gizli operasyonları, belgeleri bir türlü açmamaktadır. Zira 1800'lü yılların başında kurulan derin yapı ülke üzerinde hala etkilidir. Hala bütün operasyonların arkasında onlar vardır. Millete ve demokrasiye kurulan bütün tuzaklar bunların kurgusudur ve bu yapı üzerinde bu gün ABD'nin mutlak hakimiyeti vardır.

Bizdeki derin devletin gayrı milli olduğunu nereden bileceğiz?
Milli derin devlet bütünleştiricidir, entegre edicidir. Bizde ise derin devlet denilen aygıt milletten, milli değerlerden kopuk olduğu için vatandaşı ayrıştırarak daha yönetilebilir kılmaya çalışmaktadırlar. 1980 öncesinde birbirine silah çeken karşıt gurupların arkasında aynı derin yapıların olduğu artık bilinmektedir. Hizbullah denilen vahşet örgütünün kurulmasında, PKK terör örgütünün kurulmasında ve gelişmesinde Batı kadar bizdeki derin devletin etkisi vardır. Bu hakikatin ifade edilmesi hem Kürtçüleri, hem de ulusalcıları rahatsız etmektedir. Bu gün bile PKK üzerinde devletin derin birimlerinin tasarrufu sürmektedir. Sağ-Sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt bütün ayrışmalarda derin yapıların katkısı vardır.

Bizdeki derin devlet vatandaşa komplolar kurar, senaryolar hazırlar. Harici güçler, yabancı istihbaratlar ülkemizde ve güneydoğuda cirit atar. Bizim derin devlet onlarla mücadele etmek yerine vatandaşa yönelik kurguların, senaryoların içine girer. Bu derin yapılar devletin organları üzerinde o kadar etkilidirler ki; üzerinden 1 saat geçmeden Danıştay baskını ile ilgili Cumhurbaşkanına, Anayasa Mahkemesi Başkanına, muhalefet liderlerine olayın aslı ile hiç alakası olmayan, tebeyyün etmemiş konularda, ortamı gerici, kendi senaryolarına katkı sağlayıcı açıklamalar yaptırabilmişlerdir.

Bizdeki derin devlet milletin milli duygularını, tansiyonu yükseltmede, kamplaştırmada, gerginliklerde kullanır. Milli duyguları ülkenin birliğine katkı sağlayacak şekilde kullandığı vaki değildir. Millilik, ulusalcılık edebiyatı yapılır; ancak en stratejik sektörlerimizin, silah sanayimizin ve savunma sanayinin yazılımlarının millileşmesi için bir şey yapılmaz. Savunma teknolojimizin bütünüyle İsrail'e ve ABD'ye endeksli olmasına bir ses çıkarılmaz. Savaş makinelerimizin (tank, uçak, füze vs) elektronik beyinlerinin İsrail'e bağımlı olması, bu beyleri hiç rahatsız etmez. Muz Cumhuriyetlerinde bile var olan savunma teknolojileriyle kendimizi avuturuz. (“İsrail Türkiye'ye saldırırsa ne olur?” Başlıklı eski yazımıza bakabilirsiniz)

Bizdeki derin devlet Türkün mukaddesatına yabancı, hatta düşmandır. Kutlu Doğumu, Kur'an öğretilmesini, geleneksel kıyafetlerimiz içindeki çocukların halk oyunlarını tehdit görür. İmam hatipten rahatsız olur. Ancak, uyuşturucunun ilkokula inmesi, alkol ve sigara kullanımının yaygınlaşması, geleceğimizi tehdit eden aile yapımızın çözülmesi dertleri değildir. Gündemlerinde toplumun ruh ve beden sağlığı, gençliğimizin geleceği yoktur.

Ulusal bağımsızlıktan anladıkları ülkenin kendi kontrollerinde, tekellerinde olmasıdır. Sermayenin öz be-öz Türk evladı Anadolu insanına yayılmasından rahatsız olurlar. Ancak memleketi öteden beri sömüren birkaç karteli her şeye rağmen desteklerler. Yani bizde derin yapılar milletin ve devletin kabuğunu çatlatmasından, güçlenmesinden, yeni ufuklara açılmasından rahatsızdır. Milli gelirin artması, ticaret hacminin büyümesi, enflasyonun düşmesi bu odakları rahatsız eder. Fazla gelişirse, ülkenin ellerinden kayacağından endişe ederler. Milleti rüştünü ispat edememiş, güdülmesi gereken bir sabi görürler. Milletin dinine, kültürüne, tarihine saygı duymadıkları gibi, milli iradeyi de dikkate almazlar. Milli irade bunların isteğinin dışında cereyan ederse, hem hükümetleri hem milleti tedip ederler. Hemen mühendislik çalışmalarına başlarlar. Öncelikli görevleri devleti milletten korumaktır.

Türk Milletinin üzerine çökmüş bu karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Eski numaralarını tekrar eder hale gelmiştir. Planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır. Üstelik bunların büyük patronlarının geleceği de karanlıktır.

Belki pek çok kimse yazdıklarıma “hikaye” diyecekler. Can sıkıcı ve hazmı zor bir hikaye ama, bu bizim hikayemiz…. Ülkenin pek çok meselesini (Ermeni Sorunu, PKK, İrtica, Ergenekon vs) bu hikâyenin prizmasından geçirmeden anlamak imkânsızdır.

Murat Karaköseli/Stratejikboyut
Ekleme Tarihi: 11.07.2009 - 02:04
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 31.07.2020 - 00:50
Cinsiyeti: Erkek 
İşte Türkiye'deki derin yapının deşifresi

Türkiye'deki “derin yapı”nın yaklaşık yüz yıldır katışıksız gayrı milli, gayrı Türk ve gayrı Müslim olduğunu muhtelif yazılarımızda belirtmiş; bu derin yapının serüveninden, ülkenin sinirlerini, beynini nasıl ve hangi yöntemlerle işgal ettiğinden bahsetmiştik.

Millete rağmen varlığını sürdüren, ele geçirdiği devlet imkânlarıyla milletle mücadele eden; her dirilme-toparlanma çabamızda başımıza bir balyoz indirerek, yeniden yarı baygın hale getiren bu aygıtın sosyal ve beşeri yapısı şimdiye kadar analiz edilmedi.

Bu yazımızda “derin yapı”nın hangi kesimlerden destek aldığını, kimlere dayandığını, kimleri kullandığını, karar verme mekanizmalarının kimlerden oluştuğunu, azınlıkların bu yapının neresinde durduğunu, heteredoks grupların bu yapıyla ilişkilerini işlemeye çalışacağız.

Anlaşılmasını kolaylaştırmak için, “Derin Yapı”nın kabaca iç içe geçmiş üç halka şeklinde kategorize edilebileceğini düşünüyorum. “Çekirdek halka”, “orta halka” ve “kenar halka”. Bu halkaların her birinin toplumsal dokusu, etnik yapısı ve derin yapı içindeki etkinliği farklılık arz etmektedir.

Türkiye'deki “Derin Yapı”nın çekirdek kısmı bütünüyle Yahudilerden müteşekkildir. Çekirdek kadroda Sebataylar ve Museviler vardır. Öyle ki İsrail kurulmadan önce Türkiye Cumhuriyeti bu kesim tarafından “yeryüzündeki tek Yahudi devleti” olarak anılmıştır. Türkiye'de sosyal-siyasi-ekonomik vb. hayatın stratejik önemi haiz bütün alanlarının kontrolünün bu çekirdek kadronun elinde olmasına itina gösterilmiştir.

1908 ihtilalinden sonra bu kesim bürokratik alanların en kritik noktalarını ele geçirmişlerdir. Selanik ve balkanlardaki Sebatay-Yahudi kökenlilerin mübadele ile Türkiye'ye getirilmesi bu kadronun nüfus açısından da güçlenmesini sağlamıştır. Böylece “çekirdek halka” Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin bütün stratejik noktalarını tutabilmiştir. Bu dönemde, çekirdek halkayı oluşturan kripto Yahudiler; ne kara Türkleri, ne de diğer kripto ecnebileri iktidarlarına ortak etme ihtiyacındaydılar. Onları zevahiri kurtaracak yerlerde tutmaları yetiyordu. Mutlak ve tartışılmaz bir güce sahiptiler. Sadece bürokratik alanlar ve devletin kritik noktaları değil, sosyal ve ekonomik hayatın öncüleri; yazarlar, sanatçılar, aktörler, ulusal ölçekteki patronlar hep bunlardan çıkıyordu. Devlet aygıtının daha kompleks bir hal alması, yeni kurumların oluşması sonucu her yere yetemez hale geldiler. Yeni nesilleri bohem bir hayatı tercih ediyordu. Dedeleri gibi idealist olmadıkları için bürokrasinin bunaltıcı çarklarına girmeyi arzu etmiyorlardı. Türkiye'nin nüfusu hızla artıyor ama bu kesimin nüfusu artmıyordu. Bundan dolayı “çekirdek halka” dün ellerinde tuttukları bazı mevzilerin feda edilebilecek kısımlarını diğer kripto ecnebilere ve heteredoks gruplara devrettiler.

Derin yapının özünü oluşturan “Çekirdek Halka” epeyce mevzi kaybetmesine rağmen, karar mekanizmalarını tekelinde tutmaya devam etmekte, stratejik noktaların kontrollerinden çıkma-masına itina göstermektedir. Maruz kaldığımız bütün derin operasyonların, yönlendirmelerin, spekülasyonların odağında bu çekirdek halka vardır. Çekirdek halkada olan ve karar mekanizmasını yönlendiren insanlar sanıldığının aksine tahmin edilebilecek kimseler değildir. Kamuoyunda numaralandırılan, konuşulan kimseler birinci dereceden icracılar bile değildir. Medyaya “derin” olarak yansıyan, üzerinde konuşulan kimselerin çoğu kullanılan piyonlardan, tetikçilerden ibarettir. “Beyin” olarak gösterilenler bile çekirdek halkadan değil, en fazla orta halkadan kimselerdir. Zira çekirdek halkada olan insanlar kamuoyunun tartışmasına sunulmaz. Özenle muhafaza edilirler.

Türkiye'ye derin yapının çekirdek kadrosunu konuşlandıranlar batılılardır. Dün bu kadro İngilizlerin kontrolündeydi. Bu gün ABD ve İsrail'le birlikte hareket etmektedir. Türkiye'deki derin yapının çekirdek halkası ülke sınırlarını aşan etkiye sahiptir.

Çekirdek halka her görüşün antisini, karşıtını oluşturur ve bu görüşleri vuruşturarak kendi menfaatlerini dengede tutar. Bu yönüyle ülkemizde, bölgemizde aşırı ırkçı, aşırı dinci, aşırı solcu vs pek çok akımın, görüşün arkasında bu çekirdek kadro vardır.

Çekirdek Halka 100-150 yıldır ellerinde tuttukları stratejik mevzilerin son zamanlarda tehdit altında olduğunu düşünmekte ve hâkimiyetlerinin sürdürülebilmesi için sürekli “yeni derin projeler” üretmektedir. Sistemin en kritik silahlarını, kurumlarını, araçlarını yaşadıkları erozyonu durdurabilmek için devreye sokmaktadır. Ulusalcı görünen yapıların, Ergenekon tarzı örgütlerin, kaos projelerinin, siyasi-toplumsal mühendisliklerin, ayrılıkçı grupların, ekonomik operasyonların arkasında bu derin “beyinler” vardır. Çok iyi bir planlamayla ve rol taksimatıyla toplumun farklı kesimlerine liderler yetiştirirler. O kesimleri kendi arzuları istikametinde bu liderlerle yönlendirirler. Toplumsal direnci kırmak, yönlendirile-bilirliği kolaylaştırmak için pornografiyi, ahlaki yozlaşmayı yaygınlaştırırlar. Aileyi tahrip edecek, milli dokuyu zaafa uğratacak sektörleri desteklerler. Kendi içlerinden bu sektörlerin duayenliğini, liderliğini yapacak insanlar çıkarırlar.

Derin yapının orta halkasını masonik örgütlenmeler içinde yer alan insanlar oluşturur. Ancak masonik yapıların en üstünde karar verici, politika belirleyici konumundakiler yine çekirdek halkadandır ve kesinlikle yahudidirler. Meslek gruplarına göre alan paylaşımı yapılmış olan (lionslar, lionesler, rotaryan, rotaraklar, iş dünyasına ait bazı kuruluşlar ve bazı STK'lar vs.) orta halkayı, gövdeyi oluştururlar. Siyasal-bürokratik-akademik-ekonomik alanları kontrol etmek, kamuoyunu etkilemek ve yönlendirmek, değişik meslek gruplarının desteğini derin amaçlar istikametinde kullanarak hâkimiyet ve etkinlik sağlamak için bu örgütlü gruplardan yararlanılır.

Masonik örgütlenmelerin içinde diğer kripto ecnebilerden (Ermeni-Rum-Süryani vs.) bol miktarda varsa da, çoğunluğu “beyazlaşma arzusundaki kara Türkler” oluşturur. Karakter zafiyeti olan bazı Kara Türkler bürokratik, ticari, siyasi vb. ikballerini düşünerek buralara üye olurlar. Zaman içinde gösterdikleri sadakate ve performansa göre yükselirler ve etkin hale gelirler. Ama hiçbir zaman bir kara Türk'ün üst karar organlarında yer alması mümkün değildir. Masonik derneklere üye olan Kara Türkler, derin yapıların toplum içindeki lojistik destekçileridirler. Büyük fotoğrafı görmeden ana hedefler istikametinde kullanılırlar ve yönlendirilirler. Derin politikalara ve operasyonlara en fazla “nitelikli malzeme” olurlar. Derin yapının orta halkası sivil ve askeri bürokrasideki, iş dünyasındaki elemanları vasıtasıyla derin operasyonlara zemin hazırlar. Mitinglerle, beyanatlarla, psikolojik harekât mahsulü eylemler ve söylemlerle kamuoyu oluşturur, ortamın olgunlaşmasına katkıda bulunur.

Yakın zamana kadar bu derin sistemi Yahudi-Sebatay ekipler tek başlarına ve sıkıntısız götürebilmekte idiler. Ancak son yıllarda güç kaybına uğramaları ve Anadolu insanının uyanışı, dün kavgalı oldukları diğer ecnebilerle işbirliğine gitmelerine neden olmuştur. Osmanlı döneminde birbirinden hazetmeyen Yahudi-Ermeni-Rum azınlıklar, özellikle bunların kriptoları her geçen gün “Kara Türklere karşı birleşik cephe” oluşturmakta, dayanışma içine girmektedirler. Yahudi-Sabetaylar nüfus sıkıntısı içinde oldukları ve sürekli mevzi kaybettikleri için Alevi kesimle de sıkı diyalog içine girmeye, onları bir nüfus deposu, dolgu unsuru olarak görmeye ve ara kademelerde kullanmaya başlamıştır.

Derin yapının kenar (3.) halkasında yer alanlar “Beyaz Türklerin Kara Ayakları” başlıklı yazımızda üzerinde durduğumuz, yerli kara figüranlardır. Bu kesim kime hizmet ettiğinin farkında değildir. Resmin bütünü göremezler. Bir kısmı inandığı/inandırıldığı davası uğruna mücadele verdiğini düşünerek heyecan ve hamasetle hareket eder. Bunlar, bazen emekçinin, işçinin, ezilenin hakkını müdafaa ettiğini düşünen TKP'li, DHKP-C'li vb. Marksist devrimcilerdir. Bazen ezilmiş bir halkın (Kürtlerin) haklarını savunduğunu ve bunun için dağda-ovada mücadele verdiğini zanneden PKK'lılar, Kürtçülerdir. Bazen İslam adına cihat ettiği yanılgısına düşmüş Hizbullah'çı, İBDA-C'li militanlardır. Bazen beynelmilel güçlere karşı milli menfaatleri savunduğu sanısına saplanmış ulusalcılardır. Bu grupların içinde âleme ayan olmuş gerçekleri bile ideoloji körlüğünden dolayı sorgulayamayacak kadar inandırılmış, saf insanlar vardır.

Beyaz Türklere ayak olan, figüranlık yapan kenar halkanın bir diğer kısmı ise hadiseye bütünüyle profesyonellik açısından yaklaşan “ücretli”lerdir. Bunlar aldığı bedel, karşılık, menfaat, makam vb. gereği rolünü oynayan kimselerdir. Üzerlerine vazife olmayan şeylere karışmazlar ve karıştırılmazlar. Karıştırdıklarında akıbetlerinin ne olacağını gayet iyi bilirler. Bu kategoride kime hizmet ettiğini bildiği, olayların farkına vardığı halde girdiği sarmaldan kurtulamayan epeyce insan vardır.

Kenar halka içinde bilinçli olarak tetikçilik, militanlık yapan, intikam duygusuyla hareket eden, kökeninin farkında olarak mücadele veren bazı kripto ecnebiler de vardır. Nitekim terör örgütlerinin silahlı kısımlarında, dağ kadrolarında, şehir yapılanmalarında, üniversite örgütlenmelerinde bu türden pek çok insan vardır.

Derin yapının medyaya düşen, gün yüzüne çıkan, tartışılan pek çok ismi kenar halkanın bu kategorilerinden birisine girmektedir. Müslüm Gündüzler, Fadime Şahinler, Alpaslan Aslanlar, iyi çocuk Ali'ler, tetikçi Yeşil'ler, rambo Çatlı'lar bu meydanda sadece figürandırlar; en fazla amele başıdırlar. Abdullah Öcalan, Dursun Karataş, Hüseyin Velioğlu gibi şahıslar figüran olarak işe başladığı halde, uluslararası servislerle tutukları işlerden dolayı “şöhretli birer dublör” haline gelmeyi başarabilmişlerdir.

Tetikçi figüranlarla bağlantıları ortaya çıkan, onlara imkânlar hazırlayan güya millici bazı düşük rütbeli kimselerin ancak suflör, malzemeci, dekorcu, makyajcı gibi misyonlara sahip olduğunu düşünüyorum. Pek çoğu yerli ve kara Türk olan bu insanlar milli duygularından yararlanılarak gayrı milli projelerde millete karşı kullanılmaktadır. Senarist, yönetmen gibi takdim edilen Veli Küçük türü insanların bile bu tabloda orta halkadan öteye geçebildiğini sanmıyorum.

Kenar halkada olduğu halde temsil acısından çok önde yer alan insanlar da bulunabilmektedir. Örneğin, aslı Kara Türk olan 3. halkadaki birisi bunların başbakan adayı olabilir, bunu destekleyebilirler. Ama başbakan bile olsa temel kararlarda etkisi olmayabilir, sadece kendisine emredilenleri uygular. Aynı şeyi diğer kurumların en başındakiler için de düşünebilirsiniz.

Derin yapı insanları şantajla, tehditle, kumpasa, tuzağa düşürerek de hedefleri doğrultusunda kullanabilir. İhtimal vermeyeceğiniz kişiler derin odakların emrinde bulunabilir. Uçkurundan yakalanmış itibarlı birisi; cüzdanı doldurulmuş bir entelektüel; görüntülenmiş dindar bir insan bu yapının hizmetinde olabilir.

Ayrıca derin yapıya hizmet eden payanda organizasyonlar vardır. Saunaları, fuhuş ekiplerini, tehdit ve şantaj çetelerini, terör örgütlerini, adi görünümündeki tedhiş ve suç şebekelerini hedeflerine destek amaçlı kullanırlar. Kirli işlerde bu tür örgütleri devreye sokarlar. Cezalandırmaları, zorlamaları bunlar eliyle yaparlar.

Beyin yıkama işinde ve toplumu yönlendirme amaçlı psikolojik harekât eylemlerinde profesyoneldirler. Toplumun farklı kesimlerinde bunların borazanlığını yapanlar, medya, sanat, iş dünyasında uzantıları vardır. Kamuoyu oluşturacak malzemeleri ellerinde tutmaya çalışırlar.

Türkiye'deki derin yapının İtalya-İspanya gibi ülkelerde deşifre edilen “Gladyo” tarzı yapılarla kıyaslanması yanlış olur. O ülkelerde kurulan yapılar adı geçen ülkeleri yönlendirme amaçlıydı. Bu ülkelerde milli direnç ve bilincin öldürülmesini hedeflemiyordu. Türkiye'deki derin yapı ise bizzat milleti, milli manevi dinamikleri hedef almaktadır. Derin odakların en çok neden rahatsız oldukları size bu konuda fikir verebilir.

Türkiye'deki derin yapı Milletin-devletin yarı canlı kalmasına matuf konuşlandırılmıştır. Bu derin vampiri musallat edenler Türkiye'nin kendi olarak var olması durumunda bütün bir İslam coğrafyasını, mağdur milletleri etkileyeceğinin farkında oldukları için, bizi çelikten bir çeper içine hapsetmişlerdir. Bu nedenle milletin her kendine gelme gayreti, diriliş çabası amansızca bastırılmış, öncülük eden beyinler, gruplar ezilmiştir.

Gelişmiş, köklü ülkelerde devleti ve milleti koruma refleksiyle hareket eden, siyaset üstü düşünen, ülkenin maceralara girmemesi için müdahale eden milli yapılar-ekipler vardır. Bunlara “derin devlet” dendiği de olmaktadır.

Türkiye'deki derin yapı gayrı Müslim ve gayrı milli güçlerin elindedir. Bazı iddiaların aksine derin oluşumlar ve yapılar hala bütünüyle ABD-Yahudi etkisindedir. Maruz kalınan darbe denemeleri, siyasi manipülasyonlar, sosyal mühendislik operasyonları bugün de bu odakların işidir.

Ama artık bu “derin yapı” planladıklarını icraya koyamamaktan, provokasyonlarının hedefe ulaşmamasından ve milletin çevrilen dolaplara uyanmasından rahatsızdır.

Yusuf GEZGİN
Ekleme Tarihi: 11.07.2009 - 02:06
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 31.07.2020 - 00:50
Cinsiyeti: Erkek 
Sabetaycılık nedir? Sabetaycılar Kimlerdir?

Sabetaycılık, 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan Sabatay Sevi'nin kurucusu olduğu, onu mesih kabul eden, Yahudi Mistisizmine ve Kabbala'ya dayanan inanç. Diyanet İşleri Başkanlığına göre Sabetaycılık bir İslam mezhebi ya da tarikatı değildir ve İslam düşüncesi içinde yer almaz.[1]

Gizliliğin sürdürülmesi amacıyla bu inanca inananlar bulundukları ülkenin yaygın dininde görünmeyi tercih ederler. Sabetaycılar, belli kurallar dahilinde tamamen müslüman ismi almakta ve kendilerini her bakımdan "şüphe edilmeyecek ölçüde" müslüman göstermektedirler. Kendilerini yahudiliğe bağlı bir fraksiyon olarak tanımlasalar da Yahudiler tarafından resmi olarak bu dine bağlı kabul edilmezler. Kur'an da ise inanmadıkları halde Müslümanım diyenler Münafikun Suresi'nde ele alınmaktadır. Taraftarları Sabatayistler, Sabatycı, Sabetaycı, Avdedî, Dönme, Selanikli, Meamin, Maminim, Takiyyeci, Munafık gibi farklı isimlerle de anılır. İlk dönemlerde Musevi ibadet ve ayinlerine sadık kalmışlarsa da asıl Yahudilerden tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kafirler) ismini vermişlerdir. Yahudiler ise renkleri değişen bir balık olduğundan "Sazanikos" (Sazan) demişlerdir. Sabetay Sevi bağlıları çeşitli ülkelerde günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Kutsal şehirleri Selanik'tir.

Tarihçe

Doğuşu

İspanya’dan kovulma ve doğu Avrupa’da yaşadıkları sıkıntılar üzerine başgösteren bunalımlar sebebiyle Yahudiler kendilerine kucak açan Osmanlı topraklarına göç etmiş, aralarında Tevrat'ta bahse geçen kurtarıcı son peygamber Mesih'in geleceği beklentisi yaygın bir hal almıştı. Bu yüzden Sabetay Sevi 1648 yılına mesihliğini ilan ettiğinde dünyadaki tüm Yahudiler arasında büyük bir yankı uyandırmıştır. 1,5 milyon kişiye ulaşan inananları onu sadece öğretmen, peygamber olarak görmüyor, belki bir tür tanrısal enkernasona da inanıyorlardı. Yahudi din adamlarının büyük bir kısmı Sabetay Sevi'ye karşı çıkmıştır.

Din değiştirme

İzmir'li hahamlar Sabetay Sevi'nin Dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verdiler, ama bu kararı uygulayamadılar ve onu Osmanlı sarayına şikayet ettiler. Osmanlı yönetimi en başta olaya ilgisizdi. Daha sonra yahudi din adamlarının artan şikayetleri üzerine Sevi'yi tutuklayarak Sultan IV. Mehmet'in huzuruna çıkarıldı. Sevi, Sultandan Mesih olarak tanınma talep etti, ayrıca İsrail toprağının kendisine vermesini de istedi. Sultan onu Çanakkale'de bir kaleye hapsetti. Faaliyetleri burada da devam eden Sevi'yi yine yahudi hahamlar Saray'a şikayet edince, Osmanlı bu talepler karşısında kayıtsız kalamadı. Ortaya çıkan kargaşayı gidermek için Fazıl Ahmet Paşa, işin esasını öğrenmek için, Sevi'nin derhal İstanbul'a gönderilmesini istedi.

Edirne sarayında, Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padişah'in imamı meşhur Vani Efendi'den oluşan bir divan kuruldu, Padişah Sultan IV. Mehmet de divanı 'Kafes'ten' izledi. Divanda, Türkçe konuşamayan Sabetay için Padişah'ın hekimbaşısı yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık etti (Asıl adı Moses Ben Raphael Abrabanel).

Divan reisi: – Karıştırmadığın halt kalmadı. Uyandırmadık fitne bırakmadın Sabatay Efendi. Haydi bakalım şimdi göster mucizeni!

Deyince Sabatay Sevi afallar. Ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır. Mucize göstermesi beklenmektedir. Tercüman, mucizenin şeklini de anlatır: Sabatay soyunacak, vücudunu en maharetli okçular nişangâh yapacaklardır. Attıkları oklar vücuduna işlemezse o zaman Osmanlı Padişahı da onun mesih olduğunu resmi olarak tasdik edecektir. Çünkü Yahudiler, ona kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, hatta onu ateş yakmaz, suda boğulmaz diye itikat etmektedirler.

Divan heyetinin teklifi karşısında Sabatay Sevi “Adiyo santo!” diye titremeye başlar. Teklifin dehşetinden beti benzi atar, artık her şey bitmiştir. Can havliyle son bir hamle yapar. Her şeyi inkâr eder. Ayrıca mesihlik davasının bazı Yahudiler tarafından ortaya atıldığını, kendisinin asla böyle bir iddiada bulunmadığına dair yemin üstüne yemin çeker, teminat üstüne teminat verir. Dökmedik dil bırakmaz.

Ancak, ulema ve padişah bu cevaplardan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayyâtîzâde (Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi, Sabetay'a müslüman olma teklifi götürür. Önce Sabetay bunu kabule yanaşmaz. Ancak, Hekimbaşı, ona bunu kabul etmediği takdirde türlü, türlü işkencelerle öldürüleceğini Ladino diliyle uzunca anlatır. Sevi, dönme Hayatizade'nin tavsiyesi üzerine "can bedenden çıkmadıkça" diyerek kendisine söylenen kelime-i şehâdeti tekrarlar.

Divan huzurunda müslüman olan Sabatay Veled-i Mordehay veya Sabatay Sevi, üzerine içoğlanlarına mahsus hamama gönderilerek gusül abdesti aldırılır ve kendisine müslüman kisvesi kürk ve hil’at giydirilir. Aziz Mehmet Efendi adını alarak 150 akçelik bir maaşla sarayda üst düzey memur Kapcıcıbaşı olarak göreve getirildi. Söylentiye göre divandan çıkan Sevi, elbisesi içerisinde sakladığı Can adlı beyaz güvercini serbest bırakarak "can bedenden çıktı" dedi ve çevresindekilere ettiği yeminin geçerli olmadığını söyledi. "Can bedenden çıktığı" için artık bu söze sadık kalması gerekmez.

Sevi'nin müslüman olması bütün yahudi dünyasında şok etkisi yarattı. Hahambaşılık olayı sevinçle karşıladı ve Müslüman olan Sevi'yi dinden çıkmış saydı. Büyük çoğunluk onun Mesih olmadığına inanarak ortodoks yahudi inancına geri döndü, ikiyüz ailelik bir topluluk ise İslamiyete geçerek onun yolundan gitti. Bunlar onun büyük bir hikmete binaen zahiren müslüman olduğunu, mesihliğinin bir gereği olduğu yorumunda bulunurlar. Polonyalı karısı Sara, Sara'nın kardeşi Jacob Kerido'da bu kervana katılır. Sara Fatma adını, Kerido'da Yakub adını alır.

Sevi, bu olayla taraftarlarına "Karanlık bir" dönemin başladığını ve bunu "Aydınlık günlerin" takip edeceğini söyleyip, aydınlık dönemin başlaması için karanlığın şart olduğunu dile getirir. Sabetaycılar "Aydınlık Günler" gelinceye kadar gizlenmeye devem edeceklerdir.

Sevi dinden döndükten sonra bir süre Edirne/Hızırlık yakınlarında bulunan bir Bektaşi tekkesine devam etmiş. Bu tekke 1641-1642 yıllarında "şüpheli" bulunarak yetkililerce kapatılmış ancak IV. Mehmet tarafından Zaviye olarak tekrar açılmıştır. Musevi kaynakları Sevi'nin Sufism ve Bektaşilikten etkilendiğini ve bu öğretileri Kabbala öğretisi ile harmanlayarak kendi öğretisine şekil verdiğini dile getirirler.

Sürgün

Bir süre sarayda Kapcıcıbaşı olarak sarayda üst düzey memur olarak çalışsa da, mesihi yahudi inancına bağlılığının farkedilmesi üzerine batı trakya'ya sürülür. Ibrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eserinin 68. sayfasında olayı anlatıyor: Sabatay Sevi'nin (Mehmet Efendi adi ve Müslüman kıyafeti ile) İstanbul’da yine eski müritlerinden bir kısmini toplayarak ayinler yaptığını, Girit seferinden dönen Sadrazam Fazıl Ahmet Paşaya haber verdiler. Sadrazam kendini çağırtarak

- Bu ne iştir? Sen hala uslanmadın mı? diye tembih ettiği zaman Sabatay ağız kalabalığına başladı ve meşhur olan kurnazlığı ile

- Aman Sultanım, ben birtakım akrabamı, dostlarımı Müslüman yaptığım gibi bunları da dini celil İslam’a celp ve davet etmeğe uğraşıyorum, yolunda cevaplar verir.

Sadrazam ona ihtar eder: – Aklını başına topla. Müslümanım dedikten sonra yine çıfıtlığa başlarsan belânı bulursun.

Yine de bu sözlerle bir müddet takipten kurtulur.

Fakat aradan uzun bir süre geçmeden Sadrazamın adamları Boğaziçi’nde Kuruçeşme’deki havrada Sabatay Sevi’yi müridleriyle beraber İbranice dua okurken yakalarlar. Artık hiçbir şeyi inkâr edecek gücü kalmaz, bütün foyası meydana çıkar. Bu hadise üzerine İzmirli sevi kendisini unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçeşme’yi bırakarak Kağıthane civarında ıssız bir köşeye çekildi. Fakat müritlerinin bir müddet sonra orada da etrafına toplanıp ayinler yapmaya devam ettikleri görüldü.

İş tekrar Sadrazama haber verilince Fazıl Ahmet Paşa kızdı ve onu tek bir yahudinin yaşamadığı Arnavutluk’un Ülgün kenti, Berat kasabasına sürülmesini emretti. Burada beş yıl yaşadıktan sonra ölür. Avram Galante'ye göre Berat'ta müslümanlar tarafından, şehrin içinden geçen ırmağın kıyısında halen yeri bilinmeyen bir noktada toprağa verilir.

Sabetaya inananlar mesihlerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe yükselmiş olup, yeniden geleceğine dair inançlarını sürdürüler. Hala inançlı Sabetaycılar, belli zamanlarda deniz ve ırmak kenarlarına gelerek, Sabetay sevi Seni bekliyoruz! diye bağırma geleneğini sürdürmektedirler. Kayıp Mesih kitabının yazarı John Freely bu kitabı yazdıktan sonra bazı Sabetaycılardan hala Sabetay'ın mesih olduğuna inandıklarını ifade eden mesajlar aldığını belirtmiştir.

Sevi dini tefekküre ve teorik çalışmalarına Arnavutluk’ta devam etmektedir. Bu sıralarda sabetaycılığın ana kaynağı olan kitaplar yazılacaktır. Olaylardan sonra sevi enerjisininin önemli bir kısmını İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık için harcar. Nathan Levi ise din değiştirmeden onu takip eder. Daha sonra bir kısım din değiştiren sabetaycıların tekrar yahudi dinine döndükleri bilinmektedir.

Şahsının isteği üzere Selanik şehri kutsiyete kavuşur ve inananlar (maminim) buraya yerleşirler. İki yüz ailelik ilk sabetaycı çekirdek toplum işte burada kurulur.

Sabetay Cemaati

Sabetay Sevi'nin İslamı kabul etmesi üzerine takipçilerinin büyük bir kısmı geleneksel yahudiliğe geri döner. Sevi, kendisi gibi Müslümanlığı kabul eden takipçisi 200 aile'den oluşan bir grup bağlılığını korur ve Selanik'e yerleşerek dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise Sabetaycı-Yahudi olarak yaşamaya devam etti. Bu topluluk pratikte Zohar'a dayanan mistik bir yaşami benimser, Yahudi inancını sürdürür, fakat resmen Müslüman milletine dahil olarak yaşarlar. İşte tarihte dinden dönenler anlamında 'Dönmeler' olarak adlandırılan cemaat böylece doğmuş olur. Bunların başında Gazze’li meşhur haham Nathan gelmektedir. Genç Nathan, yeni din yorumu ve Sabatay’ın fikirlerinin tanıtılmasında etkin bir rol oynamıştır.

Sabetaycılara göre yahudiler kendi aleyhlerinde bir çifte standart içindedirler. Halbuki Yahudiler, Halakhah’ya (Yahudi şeriatına) göre Müslümanlığı seçen Sabetaycıları dinden çıkararak doğru bir karar verdiklerine inanmaktadırlar. Gizli Yahudi "Ingilizcede crypto Jew" olarak Sabetaycıların İspanyol konverzolarından, marranolardan ve moriscolardan çok farkı var. 1391-1492 yılları arasında Katolik İspanya’sında zorla Hıristiyanlaştırılan yüzbinlerce Yahudi vardı. Ölüm tehdidiyle dinlerini değiştirmek zorunda kalmışlardı. Ama içlerinden pek azı - birkaç bin - bugüne kadar geleneklerini devam ettirip, inançlarını korumuşlardır.

Daha sonra gizli sabetaycılar olarak adlandırılabilecek bir grup yahudide din değiştirmeden Sevi'ye inanacaktır.

Sabetayist, Dönme, vesaire adlar ile anılan topluluğun Müslüman görünen bir kısmı Selanik'in Yunanistan'da kalması ile, 1924 yılında yapılan nüfus mübadelesi sonucu Türkiye'ye göç etti. Yirmibeşbin kişilik bir cemaattiler. Selanikliler diye anılıyorlardı. Tarikat üyelerinin gizli kalmayı tercih etmesi haklarındaki pek çok bilginin spekülatif olmasına yol açmaktadır. Bugün gerçek sayıları ile ilgili resmi herhangi bir sayı bulunmamaktadır. Sayı konusundaki bilgiler spekulatif sayılamlıdır. Türkiye Musevî cemaati ileri gelenlerinden Harry Ojalvo'nun, 23-29 Mayis 1998 Tarihli Aksiyon dergisi'ne "Ülkemizde bir buçuk milyon Yahudi kökenli Türk vardır" demesi ile sayının 1,5 milyon civarında olduğu tahmin edilmiştir.

Sabetaycılar ondokuzuncu yüzyıla kadar oldukça depolitik olarak varlıklarını sürdürdüler. Ancak bu yıllarda Osmanlı toplum yapısındaki değişiklikler kendilerini oldukça aktif kılmıştır. Özellikle imparatorluğun geleceğinin tayini konusunda ortaya çıkan İttihat Terakki'de siyasi roller üslendiler. Nitekim bu dönemdeki çok önemli siyasi aktörlerin sabetaycı kökenli olduğu söylenir.

Yemekler

İbadethanelerinin ayrı, mezarlıklarının ayrı olmasının yanı sıra bu cemaat mensubu ailelerin zengin ve farklı bir mutfak kültürleri söz konusu. Esin Eden, Yunanistan’da İngilizce olarak yayınlanan Bir ailenin yemek kitabi isimli eserinde, kendilerine özgü yemeklerden bahsediyor. Ritüellerin pek çoğu yemekle ilgili. Özellikle ilkbaharda yemek faaliyetleri düzenleniyor. Selanik yemekleri yeniyor. Burada temel nokta sofranın bereketi ve yemeklerin çeşitliliği. Bazı yemeklerin dinsel göndermeleri oluyor. Örneğin normalde et ve balık birarada yenmezken yılın sadece bir günü birlikte yeniliyor. Bu özel günlerden bir takvim sayesinde haberdar olunuyor. Toplulukta din işleriyle uğraşan kişilerce hazırlanıp ilgililere yollanan bu takvim, Yahudi takvimine benzemekle birlikte bazı değişiklikler gösteren bir çeşit ay takvimi.

Bir eğitim bir de mutfaktan hiç kesinti yapılmıyor. Mutfakta muhakkak bolluk olması esas!... 'Yok' demek adeta yasak. Mesela evde pirinç azalmışsa 'pirinç azaldı' yerine 'pirinç bereket' demeyi tercih ediyorlar.

Evlilikler

Cemaat dışından izinsiz evlenenler aforoz edilir, böyleleri “Kararmış” diye anılır. Sabetaycıların kendi aralarında evlenmeleri , onlara has resesif özellikte genetik problemlerin doğmasına yol açmıştır.

Sabetaycilar'in Şemseddinzâde Osman Efendi taifesine mensup Ali Efendi'nin 18-20 yaşlarındakı kizi Râbia, Manastırlı Hacı Feyzullah Efendi'ye kaçmış, dönmeligi bırakarak Müslüman olmak ve onunla evlenmek istedigini bildirmiştır. Israrli girişimlere ragmen kızın babasi Ali Efendi bu evliliğe razı olmamiş, bunun üzerine durum Selanik Valiliği tarafindan Babiâli'ye bildirilmistir. Osmanli Bakanlar Kurulu, 29 Aralık 1891 tarihinde yaptiğı toplantıda, kız babasının, bu izdivaca muvafakat vermemesine rağmen, kızın reşid ve kendi evliliğine karar verebilecek yaşta olduğunu gerekçe göstererek, bu evliligi onaylamış; ancak Selanik'te olaylar çıkmaması için genç çiftin ilk vapurla ve gizlice İstanbul'a getirilerek, evliliğin Selanik'ten uzakta yapilmasını istemiştir

Çocuklar

Çocuklara evlenme çağına kadar gizli hiç bir şeyden bahsedilmez. Bunun dışında sünnetler topluluktan bir doktora yaptırılıyor çünkü operasyon normalden biraz farklı oluyor.

Toplulukta eğitime de büyük önem verildiği edinilen bilgiler arasında. Hareketin mensupları arasında eğitime çok ağırlık verildiği biliniyor. Bütün çocuklara çok iyi eğitim verilmeye çalışılıyor. Bu durum geleneksel aile yapısının bir sonucu.

Sabatay mezhepleri

1- Karakaşlar, Kuniosos
2- Yakubiler,
3- Kapancılar ya da Kapaniler veya İzmirliler

Sevi’nin ölmesi/kayboluşu sonrasında Selanik’te yerleşen dini cemaat , çeşitli olaylar sonucunda farklı dini pratikleri benimseyen üç ana gruba/mezhebe/fraksiyona ayrıldı. Bu üç ayrı grup, mezhep taassubuyla, farklı yerlerde ibadet ediyor, kolay kolay kız alıp vermiyor ve hatta ölülerini bile aynı mezarlığa gömmüyorlar. Aralarındaki gizli rekabet ve husumet hala sürmektedir. Değişik adlar alan bu grupların nesl-i şerîf denilen en yüksek asil ailelere mensup birer reisi var. Bunlar, cemaat ihtiyarlarının reyleriyle seçilirler, ölünceye kadar bu mevkide kalırlar.

Sevi’nin kayınbiraderi olan Yakov Qerido’yu onun halifesi kabul eden yakubiler , daha sonraları ortaya çıkan ve Mesihi ruha sahip olduğunu iddia eden Baruhya Ruso‘nun (Osman Baba, Osman Ağa, Osman Bevvap) hilafetine inanan karakaşlar ve sadece Sevi’ye inanan Kapancılardır.

Osman Baba Bektaşi tarikatında Dede'lik derecesine kadar yükselmiş olup, mezarı Bulgaristan'ın Khaskovo köyününün güney batısında (Google Earth: 41.8500 25.4667) bulunmaktadır.

Kapan'ın İbranicede İzmir’im anlamına geldiği söylenmektedir.

Kapancılar sakallarını, yakubiler başlarını traş ederler. Fanatik karakaşlar ise, sakallarını da saçlarını da traş etmezler.

Jacob Frank’ın 1726-1791 (Jacob Leibowicz) kurduğu Frankistler de sabetaycı harekete olan benzerliklerinden dolayı not edilmelidir. Jakob Frank adındaki haham, 1759'da Polonya'lı yahudilerin kitlesel vaftizini yaptırarak hristiyanlığa döndürmüş. Bunların dış görünümü hristiyan, gerçekte yahudidirler. Frankistler, “günahın kurtarıcı gücü” olduğuna inanır. Bir vaazında, “Sizi gelmiş geçmiş tüm yasalardan, tüm töre, anane ve inançlardan kurtarmaya geldim,” diyor.

Sabetaycı olduğu söylenen kişiler

Sabetaycı olduğu söylenen kişiler bu bilgileri hiç bir zaman doğrulamamıştır. Türkiye'de Sabetaycı olduğunu söyleyerek resmi makamlara Musevi olmak üzere başvuran Ilgaz Zorlu 1969 adında tek bir kişi bulunmaktadır. Resmi rakam bu nedenle bir kişidir. Yayınlanan listerin güvenirliği her zaman sorgulanmıştır. Bu listeler soyadı benzerliği, kişinin memleketi veya ecdadının memleketi, gömülen mezarlıklar, kişinin çevresi ve arkadaşlıkları, gittiği okullar, evlilikleri, Yalçın Küçük tarafından ortaya atılan isim kuralları onomastik gibi doğruluğu kolayca sorgulanabilecek ölçütlere göre hazırlanmaktadır.

İsim kuralları teorisine göre Türkiye’de Sabetaycılar isimlerini belli kurallara göre seçmişlerdir:

İbranice ile Türkçe arasındaki ses benzeşmelerini dikkate alarak
Tevratta geçen ismin Arapça ve Türkçe karşılığını alarak
İbranice ve Türkçedeki aynı sessiz harflerden oluşan isimleri yakınsatarak
Soyisimler, bir sonraki jenerasyonda isim olarak seçilerek
Ladino ve Yiddish dilindeki Musevi isim ve soyisimlerin Türkçesi kullanilarak
Tevrat’ta varolan isimlerin sonuna -zade, -gil, -han, -oğlu vb. ek getirerek

Sabataycı mezarlıkları

Sabataycılar gerek ilk dönemde yoğun olarak yaşadıkları Selanik’te, gerek daha sonraları Türkiye’nin basta İstanbul olmak üzere İzmir ve Bursa gibi şehirlerine yerleştikten sonra ölülerini ayrı mezarlıklara defnetmeyi tercih etmişlerdir. Selanik’te mahalle olarak da diğer dinlere mensup insanlardan ayrı bir yerleşim düzeni kurmuşlar. 1924 ahali mübadelesi gereği geldikleri Türkiye’de de belli merkezlere yoğun olarak ilgi göstermiş ve içe kapanık bütünlüklerini böylece korumaya çalışmışlardır. Ancak zamanla farklı mahalle ve şehirlere yerleşerek bir nevi fiziki asimilasyona uğramakla birlikte cemaat yapılarını korudukları görülmektedir.

İstanbul’da, Karakaşlar cemaatinin mezarlığı, Üsküdar Bülbül deresi’nde yer alıyor. Sabataycılığı sürdürme konusunda diğer cemaatlerden daha aktif olduğu belirtilen bu cemaatin mezarlık konusunda da hassas davrandığı görülmektedir. Bülbül deresi mezarlığında az sayıda da olsa bazı Kapancıların yer aldığı belirtiliyor. Yakubiler ise Maçka’daki mezarlığa ölülerini defnetmektedirler. Yakubilerdin yoğun olarak İzmir’de yasadıkları belirtiliyor. Kapancılar cemaatinin ise Feriköy mezarlığında satın almış oldukları ayrı bir bölüme ölülerini defnettikleri biliniyor. Sabataycıların mezar sekli ve tasların islemesi tamamen farklı. Genellikle seramik üzerine çıkartma resim bu mezar taslarında yer alır. Yazıların üslubu da farklılık arz ediyor. Dikkat çeken nokta ise Ey zair.. diye başlaması. Sekil olarak da dönem dönem farklılık arz etse de kendilerine özgü çiçek islemeler ve Müslüman mezarlarından farklı geometrik sekil vermeler dikkat çekmektedir.

'Sakladım söylemedim derdimi, gizli tuttum, uyuttum...' İstanbul'un Üsküdar, Bülbülderesinde dik bir yokuşun başında yer alan, büyükçe bir mezarlığın içindeki mezar taşlarından birinin üzerinde bu sözler yazılı... Üzerleri fotoğraflı, kıbleye göre yerleştirilmemiş, ziyaretçilerinden dua veya fatiha istemediklerini yazı ile belirten mezarlardan sadece biri.

İnanç ve Ayinler

Sabetaycılığın temel dini inanç kaideleri, Yahudiligin mistik ekollerinden Kabbalistik metodun Levi yorumundan oluşmaktadir.

Selanik günlerinde bitişik nizam ve birinden diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yasayan bu cemaat efradinin evlerinden birinde yeşil abajurlu lambalarin zayif isigiyla aydinlatilmis gizli toplanti yerleri vardi. "Kahal" denilen bu yerlerde "Payyetan" adi verilen din ululari tarafindan dualar okunur ve "Ab-bet-din" denilen reisler tarafindan vaaz edilirdi. Bu vaazlarda daima Sabetay'in adi yüceltilirdi. Hem bu mesihin ve hem Yakup Querido'nun günün birinde ümmetlerini kurtaracaklari inanışı üzerinde israr edilirdi. Gerek ayinler ve gerekse ritüeller tamamen gizli tutulduğundan bilimsel araştırmalara kaynaklik edebilecek bilgileri elde etmek oldukça zordur.

Sabetaycılık'ın esasları

Selanikli bir Dönme yeleğini tamir ettirmek için bir terziye bırakır. Yeleğin cebinde İspanyol Yahudicesi ile yazılmış bir belgenin unutulmuş olduğunu gören terzi belgeyi Journal de Salanique'in yayın yönetmeni Sadi Levy'e gösterir. O da belgenin bir kopyasını hemen kaydeder. Belge, çok kapalı bir cemaat olan Dönmeler'le ilgili ele geçen ilk yazılı belgelerden biridir. Ve bu belge 1897 yılında Paris'te Şarkiyat Kongresi'nde tebliğ olarak sunulmuştur. (Bu tebliğin Türkçe metni için Tarih ve Toplum dergisinin 168. sayısında M. Dannon imzasıyla yayınlanan çevrisine bakılabilir)

Bu belgede maddeler halinde 'Sabetaycılık'ın gizli esasları ve gizli rituelleri ile ilgili son derece açıklayıcı bilgiler bulunuyor. Selanikli Dönme'nin cebinden çıkan belge üç bölümden oluşuyor. Bunlar oruçla ilgili dualar, inançla ilgili esaslar, üçüncüsü ise Sabetaycı bayramlarına ilişkin esasları belirliyor.

Tek ve eşsiz olan ve onun dışında hiçbir benzeri mevcut olmayan yaratıcıya olan imanı korumaya itina göster.
Gerçek mesih olan mesih'ine inan; şanını artıran david'in soyundan gelen senyörümüz, * Kralımız Sabetay Sevi haricinde hiçbir kurtarıcı yoktur.
Ne tanrının ne de mesih'in adına sahte yemin etme, zira senyörün adı ondan alınmıştır ve bu kutsal varlığa saygısızlık edilmez.
Tanrının ve mesih'in adı geçtiği zaman saygı duyulur. Hemcinsine göre üstün olan doğası nedeniyle her kim olursa olsun ona saygı göstermelidir.
Mesih'in sırrını anlatmak ve incelemek için toplantıdan toplantıya koşuşturulmalıdır.
Onlardan ne kadar nefret ederse etsinler başka ulusların mensuplarını öldürmek için bile olsa kendi aralarında katil olamaz.
16 Kislev günü herkes bir araya gelir ve herkes mesih'le ilgili başkalarından duyduğunu ve mesih'e olan inancın gizemi hakkında ne anladıysa yanındakilerine anlatır.
Zina onlar arasında hüküm süremez. beriya kuralı mevcut olsa bile, buna rağmen hırsızlar yüzünden tedbir almak gerekir.
Yalan şahitlik yapılmaz, mümin olmasalar bile hem cinsine yalan söylenmez ve birbirini ele vermek olmaz.
Türban inancı taşıyan birini, inandığı bir yer bile olsa, zorla bir yere sokulmaya izin verilmez, zira üstat mücadeleciler gurubuna ait bir kimse eksiksiz bir kalp haliyle ve istençli bir ruhla hiçbir şekilde zorlamadan kendiliğinden oraya girer.
Aralarında kıskançlık yoktur ve kendilerine ait olmayan şeyleri açgözlülük ve hırsla istemezler.
Kislev ayının 16'sındaki bayram büyük sevinçle kutlanır.
Kişiler birbirine karşı iyiliksever ve merhametli olmalıdır ve hemcinsinin istenci için kendi istenci gibi çaba sarf etmelidir.
Her gün gizlice mezamir okunmalıdır.
Her ayın doğuşu izlenmelidir ve ayın çehresini güneşle karşı karşıya gelmek üzere çevirmesi ve ay ile güneşin yüz yüze bakmaları için dua edilmelidir.
Türklerin gözlerini örterek gizleme adetlerine, ramazan orucu tutmak için, ve keza kurban kesmek için sıkışmadıklarına dikkat edilmelidir. Gözün gördüğü her şey kusursuz olarak yerine getirilmelidir.
Onlarla evlilik sözleşmesi yapılmamalıdır.
Oğulların sünnetine itina gösterilmelidir ve bunu aziz halkın utancını kaldırmak için yapmalıdır. (Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi, S.59-61)

Gmar Tikun felsefesi

Sabataizm, "tikun (=onarım) felsefesi" adını verdikleri bir felsefeye dayanırlar.

Bir tür Yahudi metafiziği olan bu felsefe, bizce Eski Mısır Hermetizmine aittir. Aslen Mısır Yahudisi olan Haham Luria da zaten bu felsefenin en ünlü yorumcusu sayılmaktadır.

Tikun felsefesine göre, âlemin yaratılışında bir miktar tanrısal ışık (=nur) kaynağına geri dönememiştir. Hatta, fizik dünyanın varlık sebebi de budur. Bu hapis kalan tanrısal ışıkların kaynağına dönmek ister ancak bunun için sıkışıp kaldığı 'vazonun' kırılması gerekmektedir. Bu felsefenin sahipleri, bu ışığın kurtarılması görevinin son kurtarıcıya verildiğini düşünmektedirler. Onun için de kurtarıcının çabuk gelmesiini kolaylaştıran ve "Aydınlık günleri" getirecek ışığın serbest kalması için her türlü günah mübahtır.

Konunun uzmanları onun fuhuş yaptığı bilinen bir kadınla Sevi'nin evliliğini de tikun felsefesine bağlarlar. Yazar Ilgaz Zorlu da eserinde "serbest seks" dediği gelenekleri bu felsefeyle ilişkilendirir. Sabetay Sevi zamanında yahudi yasalarının bazı temel kurallarının kaldırıldığını belirtilmişse de mesihin gelmesi ile beraber Tevrat hükümleri nin yeniden geri döneceğindi söylemiştir.

Antinomian olarak adlandırılan düşüncede daha yüze bir iyilik için daha küçük günahlar işlemek serbesttir. Bu düşünce inananlarına iyi-kötü, ahlaklı-ahlaksız, günah-sevap kavramları arasında geçiş yapma serbestisi tanımakta.

Okullar - Kitaplar

Haartz gazetesine göre Türkiye'deki yapılanma 12 gizli kabbalistik okulda eğitim görmüş, 50 Ogan (ruhani lider) dan oluşmaktadır. Sabatay Sevi’nin taraftarlarina inanç esaslari olarak 18 maddelik bir nizamname biraktigi çesitli kitaplarda yer almaktadir. Okunan kitaplar 'Zohar', 'Sefer Bahir' ve Sefer 'Yetsira' ve Musa'nın beş kitabı'dır, ancak Talmud okunmaz. Çocukların okuduğu meşhur dualardan: "Beşamı barohya ilen sabatay sevi, ese sabatay sevi etena dalay mandos" her sabah okunur.

Şemsi Efendi Mektebi, Manastır'da bulunan ve haham Şemsi Efendi'nin (Şimon Zui) kurucusu olduğu şimdiki Feyziye Mektepleri'nin öncüsü okuldur.

Bayramlar ve Tatiller

Yılın çeşitli günlerinde ve her biri ayrı bir anlam taşıyan 16 tanedir.(Gövsa, Sabatay Sevi)

Bunların içinde en ilginci ise Mart 22’de yani baharın birinci gününde kutlanan Kuzu Bayramı, Dört Gönül Bayramı veya diğer bir deyişle Mum Söndü diye bilinen gizli bayram. Bu kuzu bayramı hakkında Sabatay zümresi mensuplarından Karakaşzade Rüştü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muharririne su izahatı vermişti: Kuzu bayramı 22 Adar’da (Mart) yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartı ile evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslar ile süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar. Ona (Dört Gönül Bayramı) adi verilir. (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)

İsrail’in ikinci Cumhurbaşkanı (1952-1963) olan tarihçi Itzhak Ben-Zvi (1884-1963), ”The Exiled and the Redeemed” adlı kitabında ”The Sabbateans of Salonica” başlıklı bir bölüme yer vermektedir. Bu eserde, Sabetaycı kökenli olup, Selanik’ten mübadeleyle gelerek İzmir’e yerleşen ve de gerçek anlamda ihtida eden Dr. Ismail Eden adındaki şahıstan öğrendiklerini nakletmektedir. Bu kişiye göre Sabetaycılık hareketi artık tamamen tarihe karışmıştır. Dr. Eden, ”eş değiştirme merasiminin” 1800’lerde Kapancıların lideri olan Derviş Efendi’nin Kabbalah ve Zohar’ı çarpıtarak yorumlamasıyla başladığını, 1870’lere kadar da (Sultan Abdülaziz dönemine dek) uygulandığını duyduğunu belirtmiştir. Fakat bu tarihten sonra Kapancılar zümresinde bu adete son verilmiştir.

Kısacası 1683-1800 ile 1870/1900 sonrası bu adet hiçbir Sabetaycı grupta (Yakubiler, Kapancılar, Karakaşlar) ya bilinmiyordu ya da uygulanmıyordu. Sabataycıların kendilerine has 16 bayram ve ayin ayrı olarak diğer Musevi’lerle müşterek birtakım bayram ve yortular da söz konusu. Bunlar, Yusuf Bayramı, Meyve bayramı, Fecir bayramı gibi isimlerle anılır. Ayrıca Sabataycı her grubun da kendi içinde geliştirmiş olduğu bayramlar da var. Bunlardan Osman Ağa bayramı en önemlilerindendir. Karakaşlar grubunun kurucusu Osman Aga, (daha sonra soyadı kanunu çıkınca bu aile fertleri Ogan soyadını almışlardır) için bu ritüel düzenlenir.

Bazı sabetaycılar ortodoks Yahudiler gibi, Şabat (cumartesi) günü iş yapmamak konusunda katı bir tutum sergilemektedirler.

Kaynaklar
1917 Selanik yangınında Sabetaycılıkla alakalı dökümanların bulunduğu kütüphanelerin bir kısmı yanmıştır. Bu yangından kurtulan belgeler nüfus mübadelesi sırasında İstanbul'a getirilmiştir. Ancak açıklanmayan bir nedenle bu belgeler şu anda cemaatin elinde olmayıp İsrail devletinin gizli arşivinde bulunmaktadır.

İbrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eseri, Milenyum Yayınları ISBN 9758455060
Evet, Ben Selanikliyim Türkiye Sabetaycılığı, Ilgaz Zorlu, Belge Yayınları, Temmuz 1999 ISBN 9753441750
Evet, Ben Selanikliyim Türkiye Sabetaycılığı Makaleler, Ilgaz Zorlu, Zvi-Geyik Yayınları, 2001 ISBN 975851606X
Şişli Terakki Davaları, Ilgaz Zorlu, Abdurrahman Dilipak, Zvi-Geyik Yayınları, Ekim 2001
Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, Soner Yalçın, Doğan Kitapçılık
Efendi 2: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Soner Yalçın, Doğan Kitapçılık
Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar İki Kimlikli, Gizli, Esrarlı ve Çok Güçlü Bir Cemaat, Mehmed Şevket Eygi
Gizli Din Taşıyanlar, Yorgo Andreadis
Temel Garip Todoron (Anadolu'nun Gizli Tarihinden Sayfalar), Yorgo Andreadis
Selanik 1850-1918 Yahudilerin Kenti ve Balkanlar'ın Uyanışı, Gilles Veinstein
Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri, Avram Galanti (Abraham Galante)
Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar İki Kimlikli, Gizli, Esrarlı ve Çok Güçlü Bir Cemaat, Mehmed Şevket Eygi
Tekelistan, Yalçın Küçük
Dönmeler Âdeti : Selanik'te Yaşayan Sabataycıların Gizli Hayatı Hakkında 120 Yıl Önce Yapılmış Bir Araştırma; Ahmed Safi, Ilgaz Zorlu Zvi-Geyik Yayınları ISBN 9758516124.
Gerchom G. Sholem / The Mystical Messiah: Sabbtai Zwi/ Princeton Uni. Press 1977
Gerchom G. Sholem / On the Kabbalah and its Symbolism / Schocken Books 1965
Gerchom G. Sholem Mojor Trends in Jewish Mysticism / Schocken Books 1995
The Jews of Khazaria Kevin Brook ISBN 074254981X
Unomastica Alla Turca, Hakan Erdem, konuyu araştıranlar ile gırgır geçen bir kitap
Ilber Ortayli, "Osmanli Modernlesmesi ve Sabetaycilik", Alevi Kimligi, (Ed. T. Olsson), Istanbul 1999, Tarih Vakfi Yayınları
A Salonique Sous l’oeil Des Dieux! Jean-Jose Frappa, 1917 Paris. Çev:Musa Doğan

keywords:sabetay, sevi, sabetayist, sabetaycı, sebataycı, sabetaycılık, sabatay, yahudi, dönme, selanik, kabbala,
Kategori: Derin Bilgiler


"Biz asılız, bu ülkede bizim istemediğimiz şey olmaz!"
Geçenlerde toprağa verilen birisi böyle diyordu ve zihniyetini açıkça ele veriyordu. Bu ülkede onların istemediği şeyler olmadığına göre, acaba ölmeyi de mi kendi istedi merak ettim..

Bu arada bu söz biraz değişikliğe uğrayarak bize (yani milletimize) uyarlanmış. Sözün yeni hali ise şu:

"Biz asılırız, bu ülkede bizim istediğimiz şey olmaz!.."

27 Mayıs'a da uygun düştü..


Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 11.07.2009 - 02:10 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 11.07.2009 - 02:08
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 31.07.2020 - 00:50
Cinsiyeti: Erkek 
Zeitgeist Hareketi ve Venüs Projesi Hakkında
Aylardır bilgisayarımda bulunan bir filmi nihayet izleyebildim. Bahsettiğim film son zamanların popüler belgesel filmi Zeitgeist serisinin ikincisi Zeitgeist Addendum.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, film aslında bir çeşit ateizm propagandası üzerine kurulu. Filmin amacı Venüs Projesi (Venus Project) adı verilen bir projeyi anlatmak. Bu projenin temel felsefesini ise mevcut ideolojilerin ve dinlerin dünyayı kötü bir yer haline getirdiği gibi saçma bir fikir oluşturuyor. Bunun yanısıra Zeitgeist Hareketi olarak adlandırılan bu yeni akıma göre dünyadaki bütün dertlerin sebebi ve kaynağı para. Dolayısıyla para ortadan kaldırılırsa bütün dertler bitecekmiş. Bunun ne kadar sığ bir düşünce tarzı olduğunu ifade etmeye bile lüzum yoktur sanırım. Bu sığlıktan anlaşılacağı üzere hareketin hedef kitlesi de sığ ve düşünmeyi bilmeyen, okumayı yazmayı sevmeyen kitlelerdir diyebiliriz.

Bu projenin/hareketin senaristleri, her işi teknoloji ve makinelerin yapacağı, dolayısıyla paranın, devletlerin, sınırların ortadan kalkacağı ütopik bir dünya hayal etmişler. Bunun hayal olarak kalacağı da zaten aşikar. Çünkü bu tarz fikirler insanın tabiatına aykırıdır, teoride süslenerek insanlara anlatılır, beyinler yıkanır ama pratikte hiçbir zaman gerçekleşmez.

Film elbette tamamen hayalden ibaret değil. Filmin yapımcıları fikirlerini desteklemek amacıyla özellikle mevcut küresel-parasal-finansal sistem hakkında önemli ve faydalı bilgiler vermişler. Bu bilgiler ışığında; dünyayı aslında kimlerin yönettiği, insanların ve devletlerin nasıl kasıtlı olarak borçlandırıldığı, faizin nasıl bir bataklık olduğu ve dünya ekonomisinin enflasyona nasıl mecbur bırakıldığı gibi konular detaylı olarak güzel bir tarzda anlatılmış. Ayrıca Amerikan yönetiminin politikaları, Amerikan başkanlarının gerçekte birer kukla olduğu, dünyanın birçok ülkesinde darbelerin nasıl yapıldığı ve yaptırıldığı, devet başkanlarına neden suikastler yapıldığı, 11 Eylül'ün asıl sebebi, Afganistan'ın ve Irak'ın neden işgal edildiği gibi önemli ve güncel konulara da ışık tutulmuş. Bu açıdan izlenmeye değer bir film.

Ayrıca şunu da belirmekte fayda var: Bu konular hakkında verilen bilgiler bu sitede yayınlanan Derin Bilgiler'le örtüşüyor. Filmde dünyayı perde arkasında bazı şirketlerin yönettiği anlatılmış. Bu şirketlerin kimlere ait olduğunu Dünyayı Yöneten Aileler (Rothschild, Rockefeller..) ve Gizli Dünya Devleti gibi yazılardan da okuyabilirsiniz.

Bir Tavsiye: Filmi izleyin, bu bilgileri öğrenip projesini çöpe atın bence. Bir de öğrendiğime göre şimdilerde bu hareket kendine taraftar toplayıp organize olmaya çalışıyormuş, aman gaza gelip de destek vermeyin..

Serdar Kocaoğlu

Zeitgeist filmi, Zeitgeist belgeseli, Zeitgeist hareketi, venüs projesi, venus project, Zeitgeist the movie, Zeitgeist Addendum, Zeitgeist Orientation, dinler, ideolojiler, mitler, kapitalizm, komunizm, para, finans, bankacılık, sermaye, dünya ekonomisi, faiz, küresel sistem, enflasyon, şirketler, dünyayı yöneten aileleler, dünyayı yöneten şirketler, baronlar, rothschild, rockefeller, kriz, darbe, suikast, parasal, amerika, başkan, 11 eylül saldırısı
Kategori: Bence.., Derin Bilgiler, Güncel
Ekleme Tarihi: 11.07.2009 - 02:13
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Dai su an offline Dai  

922 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 06.10.2008
En Son On: 13.09.2010 - 00:07
Cinsiyeti: Erkek 
paylasim icin eywallah muhtazaf kardesim

almanca yada ingilizce bilenler googleye

ZEITGEIST

yazip arastirsinlar...!

sadece bir teori yada hikaye olmaktan cikacaktir beyinlerden...!
Ekleme Tarihi: 11.07.2009 - 02:15
Bu mesajı bildir   Dai üyenin diğer mesajları Dai`in Profili Dai Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 690 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.59107 saniyede açıldı