stromectol kamagra hydroxychloroquine generique kaletra dexamethasone luvox lyrica marvelon maxalt medrol active mefe basan mefenacide mefenamin meladinine mellaril mellerettes melleril mentax mestinon metaglip metfin metoject metrizol micardis hct micardis micardisplus microgynon micronase micronovum microzide minac 50 minipress minocin miranova mobic mobicox moduretic motilium motrin munobal myambutol myconormin myfortic mysoline naltrexin naprolag
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » İBRET TABLOLARI » DÜZCE'Lİ MEHMET'DİN HİKAYESİ

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Gunahkar su an offline Gunahkar  
DÜZCE'Lİ MEHMET'DİN HİKAYESİ

23 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.05.2003
En Son On: 21.11.2006 - 21:57
Cinsiyeti: Erkek 
okullar açılıyordu


mesaj





OKULLAR AÇILIYORDU

Öğretmendim.

Okullarımız yeni açılmıştı.

Meslek hayatımın yirminci yılındaydım. Okulun her açılışında yaşadığım o tarifsiz

Mutluluğu ,doyumsuz iklimini yeniden yaşıyordum. Bu öylesine bir haz ve lezzetti ki,

Öğretmenlik yapmayan bir insana bunu anlatmak mümkün değildi. Okula,mesai arkadaşlarına ve öğrenciye hasret kalmanın ne demek olduğunu,öğretmenden başkası asla bilemezdi.

Okul,öğretmen ve öğrenci,birbirinden ayrılmaz kopmaz ve ayrı düşünülemez bir şekilde,

Bir bütün oluşturmuşlardır. Birini diğerinden koparmak mümkün değildir.

Bunun hiçbir maddi izahı da yoktur. Bu bir sevda ,bu bir hasret ,bir gönül ve bir

Mutluluk iksiridir.

Hele öğrenci öğretmen için neler değildir ki?

Bir öğretmen için onun öğrencisi,mutluluğunun hayatının ve yaşama direncinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir öğretmeni,bu iklimden kopardığınız an ,onun dünyasını yıkarsınız.

Şair öğretmen boşuna mı yanmıştır.

Onlar benim herşeyimdir.

Hayat suyum ,ekmeğim.

Gönül saksımda açan;

Renk renk,desen desen,

Mis kokulu çiçeklerim....

Onlar benim herşeyimdir;

Dualarım,dileklerim...

Ya Rab! Ayırma beni,

Onlar benim meleklerim.

Meslek hayatımda yirminci defa aynı heyecan ve aynı duygularla okuluma ve öğrencilerime kavuşmuştum. Bu tarifsiz mutluluğun etkisinde o kadar

Kalmış olacağım ki,hiç farkında olmadan ,adeta bütün öğrencilerimi bir çırpıda

Kucaklamak ister gibi,okula girerken kollarımı açtığımı farkettim. Sanki o esnada

Bütün acılarım elemlerim ve kederlerim bitmişti.

Okulun o büyülü havasını soluyan bir kişi;ekmeği,suyu,havayı ve mutluluğu

Başka yerde arayabilir mi?

Yine şair öğretmenin dediği gibi;

Ben okulda doğdum.

Güllerle,çiçeklerle büyüdüm.

Onlarla ağladım,onlarla güldüm.

Benim için Allah a kalkan eller ,

Yüreklerinde tertemiz duygular,

İşte benim sermayem ,ödülüm;

Okuttuğum çocuklar...

Mezar taşıma “öğretmen” diye yazın.

Belki de gelip,dua okurlar....

DAHA İLK DERSİMDE SÜPRİZ BİR GELİŞME
Bu hisleri,bu heyecanı ve bu duyguları yeniden yaşayarak,kendimi ilk dersimde bulmuştum.

Üniversiteyi yeni kazanmış pırıl pırıl gençler...

Gözlerinde ürkek bir ışıltı,tatlı bir tedirginlik ve yeni üniversiteli olmanın heyecanı

Okunmaktaydı.

Elli kişilik bu sınıfın,yarıdan fazlasını erkek öğrenciler,diğerlerini ise kız öğrenciler

Teşkil ediyordu.

Önce kendimi tanıtıp,öğrencilerin tedirginliklerini giderecek bir giriş yaptım.

Okulun,okumanın ve bu zamanda üniversiteyi kazanmanın önemini anlatarak,öğrenciler onure etmeye çalıştım. Ayrıca,derslerden ve sınavlardan korkmamaları gerektiğini,devamlı ve düzenli çalışmaları halinde,beklediklerinin de üstünde bir başarı gösterebilceklerini ifade ettim.

Bu konuşma üzerine öğrencilerin;kısmen de olsa ,tedirginliklerinden ve endişelerinden kurtulduklarını müşahede ettim.

Sonra da öğrenciler tek tek tanımaya başladım. Her öğrenci adını,soyadını ve memleketini söyleyerek,ne için öğretmenliği seçtiğini anlatmaktaydı.

Tanışma faslında isminin Düzceli Mehmet olduğunu söyleyen uzun boylu,hafif esmer tenli,saçlarını arkadan bağlamış,kulakları küpeli,kollarında ve boynunda bol aksesuar bulunan bir öğrenci dikkatimi çekti.

Üzerinde elbisenin de garip renkler taşıdığı ve sıra dışı dikildiği belliydi. Öğrencinin yüz ifadelerinde ve tonunda açık bir sertlik ve aykırılık hissedilmekteydi. Bu , bütün sınıfın da dikkatini çekmişti.

Tanışma faslından sonra, her dönem başlarında yaptığım gibi,öğrencilerden neler isteyeceğimi ve neler bekleyeceğimi ifade etmek için yeniden masaya geçerek konuşmaya başladım:

“Arkadaşlar!” dedim. “beni dikkatle dinlemenizi istiyorum. Bu dönem boyunca,sınıf disiplini ve düzeni konusunda bazı kurallar oluşturacağız . birlikte oluşturacağımız kuralları bir metin haline getirip,her öğrenci altını imzalayacak. Bu kuralları birlikte tavizsiz olarak uygulayacağız.

Bu kurallar şunlardır: derse 5 dakikadan fazla geç kalan sınıfa alınmayacak. Devamsızlık hakkını kullandıktan sonra , ders saati kadar bir defaya mahsus olmak üzere ,ek mazaret hakkı verilcek. Derse birlikte hazırlanıp ,birlikte işleyeceğiz. Söz almadan konuşulmayacak. Sınıfta bir kişi konuşurken onun sözünü kesmek,müdehale etmek,sert tepki göstermek veya başkasının dinlemesini engellemek olmayacak. Her görüşe,yoruma ve değerlendirmeye saygı gösterilecek. Eleştiriye açık olunacak,eleştirilmekten dolayı

Kırıcı sözler söylenmeyecek. Maddi veya manevi anlamda ,herhangi bir sıkıntısı olan,yardım için arkadaşlarını veya dersin öğretmenini haberdar edecek. Araştırma grupları oluşturulacak. Kitap okuma ve inceleme çalışmaları yapılacak. Kararlara uymayanlar,sınıfın ortak tepkisiyle cezalandırılacak. Sınıfta başarı gösteren öğrenciler,yine sınıfın ortak kararıyla ödüllendirilecek. Kararlar oy çokluğuyla alınacak.

Bu kuralları değerlendirmenize sunmak istiyorum. Hepsini madde madde tartışalım.

Uygun bulmadıklarınızı,gerekçe göstermek kaydıyla çıkarabiliriz veya başka maddeler de ilave edebiliriz. Birlikte mutabık kaldığımız maddeleri metin haline getirip imzanıza sunacağım. Ne dersiniz?

Öğrencilerde,belki de ilk defa böyle bir durumla karşılaşmış olmanın belirli bir sessizliği vardı. Kafalarında ,nasıl bir tepki verceklerini henüz oluştumadan ,orta sıralarda oturan uzun saçlı ve aykırı görünüşlü öğrenci Düzceli Mehmet,izin almadan ayağa fırladı.

“Bütün bunlar çok saçma şeyler.”dedi. “burası ortaokul değil,bir üniversitedir. Disiplin,düzen,kural ve yasak saçmalığına burada da mı devam edeceğiz?

Biz buraya özgürce okumaya ve yaşamaya geldik. En nefret ettiğim şey kurallarla yasaklarla yaşamaktır.

Ses tonunu daha da yükselterek:

“Bunları asla kabul edemem. Kurallar beni sıkar ve huzurumu kaçırır. Eğer beni sıkboğaz edip, kurallara boğarsanız ,burada bir gün bile duramam”

çevresini etkileyip,kendine destek bulmak umuduyla etrafına şöyle bir göz atarak konuşmasını sürdürdü:

“zannederim ki arkadaşlar da ayni görüştedir.”

Öğrenci,heyecanlı biraz da hükmedici bir ses tonuyla sıraladığı itirazlarını daha bitirmemişken,en arka sırada oturan bir başka öğrenci aynı sertlikteki bir ses tonuyla:

“Arkadaş “ dedi.”kendi saçma görüşlerine bizi alet etme. Insanlarin bulundugu her yerde kurallar vardir. Burasi dag başi degildir. Kurallar olmazsa,düzen ve çalişma disiplini nasil oluşacak?”

Bir başka ögrenci:

“Memlekette demokrasi var” diye çıkıştı. “Kararlar ortak alınır. Hocamızın da önerisi zaten böyleydi. Hiç kimse ,kendi keyfine ve arzusuna göre çevresine hükmedemez”

Bir kız öğrencinin itirazı da ,bir başka boyutu oluşturuyordu:

“Senin hiçbirşeye itiraz etmeye hakkin yoktur. Baksana haline,istedigin gibi giyiniyor ve konuşuyorsun. Ya bizler,başimizi açip girmek zorunda kaliyoruz. Bu konuda konuşmasi gereken varsa bizleriz,siz degilsiniz.”

Adını Düzceli Mehmet olarak ifade eden aykırı öğrenci,beklemediği bu reaksiyon karşısında şaşırmıştı. Öğrencilerden destek beklerken ilk tepkiyi onlardan görmüştü.

Sağdan soldan gelen yoğun itirazlar karşısında bunalan Mehmet ‘in imdadına ben yetiştim.

“Arkadaşlar!” diye bağırdım. Önce herkes yerine otursun ve beni dinlesin.”

Sınıftaki dalgalanma durdu. Ben de konuşmaya başladım.

“Şimdi,sinifta neden bazi kurallar oluşturmak istedigimi,herhalde çok iyi anladiniz.çünki kuralsiz hayatta kargaşa ve boguşma vardir. Kurallar yerli yerinde kullanildigi zaman,kimsenin hayatini kisitlamaz ve engellemez. Tam aksine,iyi işleyen kurallar;düzenli ,tertipli ve huzurlu bir hayat biçimi oluşturur.”

Konuyu değiştirerek konuşmaya devam ettim:

“Düzceli Mehmet in birazcık sert çıkışını ve görüşlerini açık bir dille ifade edişini,çok yadırgadığınızı görüyorum.

Üniversiteye gelmiş olan siz değerli arkadaşların,bu konuda biraz daha anlayışlı olabilceklerini beklerdim.”

Öğrencinin birisi:

“Yani mehmet in bu davranışını doğru buluyormusunuz,hocam? “ diye atıldı.

“Anlatmak istediğim ve hoş gördüğüm taraf,mehmet in davranışları değildir. Anlatmak istediğim şudur:

“Sınıfta her öğrenci,rahatlıkla kendisini ifade edebilmeli,görüşlerini anlatabilmeli,faydasına inandığı yorumları yapabilmelidir. Ancak bu şekilde uzlaşma ve ayrılma noktaları anlaşılır,kişiler daha iyi tanınır ve problemlerin konuşarak çözülmesi daha rahat gerçekleşir.

Olaylara farklı bakışımızın,farklı yorumlamamızın ve farklı değerlendirmemizin çok tabii ve çok doğal bir şey olduğuna artık alışmalıyız. Bizler makine aksanı değiliz ki ebadımız,tonajımız,hızımız ve yönümüz aynı olsun.

Farklı olmak,farklı bakmak,farklı görmek ve farklı düşünmek canlılık,hareket ,yenilik ve

Alternatif çokluğu meydana getirir. Bir bilim yuvası olan üniversitelerimizde buna çok ihtiyaç vardır.

Aynı şeyleri düşünen bin tane insan bir insan gibidir.dolayısıyla ,bu sınıfta herkes rahat konuşabilmeli ve konuşana karşı da sabırlı ve saygılı olmalıyı öğrenmeliyiz.

Orta sıralarda ve başını önüne eğmiş vaziyette oturan düzceli mehmet e doğru baktım.

O esnada bakışlarımız bir esnada buluştu. Yüzündeki ifadelerden,bu sözlerime çok memnun olduğu anlaşılıyordu. Kendisini ağır bir şekilde eleştireceğimi beklerken,adeta destekler bir tutum içine girmem onu rahatlatmıştı.

Biraz daha onure etmek için devam ettim:

Arkadaşlar aslında siz mehmeti yanlış anladınız.mehmet de heyecandan olsa gerek,kendisini yanlış ifade etti. Eğer konuşmasına müsaade etseydiniz,inanıyorum ki,daha güzel şeyler söyleyecekti. Hava bir anda gerginleşince,o da farkında olmadan o gerginliğe kapıldı ve kontrolsüz bazı şeyler söyledi.

Tabii ki karşı çıkan arkadaşlar da haklıydı. Onlarda bazı doğrulara işaret ettiler.

Ortada yanlış olan,tartışma üslubu ve birbirinize olan yaklaşım şeklinizdir. Ama inanıyorum ki bu sınıfta güzel şeyler konuşulacak,tartışılacak ve isabetli sonuçlar elde edilecektir.

Sınıfın bir anda tansiyonu düştü. Gerek mehmet gerekse de karşı çıkan öğrenciler rahatladı ve herkes almaları gereken mesajları almıştı.

Sert başlayıp olumlu biten bu ilk ders ,önemli gelişmelerin habercisi niteliğinde olmuştu.

İlk dersteki bu tartışmadan sonra,eğer Mehmet e insani değerler,vefa duygusu ve saygı ifadesi gibi hala bazı meziyetler varsa ,mutlaka yanıma gelir,en azından ,daha yakın tanışmak ister veya teşekür eder,diye düşünmeye başlamıştım.

Ama,kuralların anlamsız olduğunu savunduğu gibi insani değerlerin de anlamsızlığına inanıyorsa,tabii ki böyle şeyler beklenemezdi.

Düzceli mehmet in psikolojik yapısını tanımak için bu konuyu kafamda bir ölçü olarak canlandırmıştım.

BENİ NEDEN KOLLADINIZ

Teneffüste odama geçtim.hemen arkamdan mehmet de geldi. Henüz ne niyetle geldiğini bilmememe rağmen ,mehmetin bu davranışından,görünüşünün tersine birtakım önemli meziyetleresahip olduğunu anladım. Bu durum,mehmet e karşı içimden anlayamadığım bir sempati oluşturmuştu.

Biraz çekingen biraz da mahcup bir eda ile:

Hocam ,müsaitseniz biraz konuşabilirmiyiz? Dedi.

Ayağa kalktım,elini sıktım ve oturması için yer göstererek ;

“Tabiki konuşabiliriz” dedim. “şöyle buyurun”.

Hemen ardından bir tane çay söyledim ve sıcak bir hava oluşturmak istedim.

Kendisini ayakta karşılamam ve çay ikram etmem mehmet i hem mahcup etmişti,hem de çok sevindirmişti.

“Hocam sınıftaki kaba davranışımdan dolayı özürdilerim,diyerek söze başladı.”Ama öyle nezaket dersi verdiniz ki çok utandım.”

“Hayır üzülme mehmet “ diye araya girdim. “Biz bunlara alışkınız. Hem şunu bil ki,asla sana kırılmadım.”

Mehmet ,içindeki esas konuya gelerek:

“Hocam,dedi. Neden beni kollama ihtiyacı hissettiniz? Beni mahcup edip bir daha konuşmayayım diye mi? Yoksa beni yanına çekip bazı doğruları anlatayım diye mi?”

çok zeki bir gençti. Zaten düşüncelerini en aykiri bir şekilde ortaya koyabilme cesareti bunu ispatliyordu. Ayrica konuyu ele aliş şekli de bunu göstermekteydi.

Gülerek cevap verdim:

“Benim asıl niyetim seni kollayıp,mahcup etmek veya yanıma çekmekten ziyade,sınıfta bazı kurallar yerleştirmekti. Bu durumda hangi öğrencim olursa olsun aynı şeyi yapardım.”

Başini egdi ve hafifçe salladi.

Konuşmama devam ettim:

“Benim çok önemsediğim ,en önemli kural,herkesin rahatlıkla konuşabilmesi ve konuşana karşı saygı gösterilmesidir.”

Pervasız bir eda ile:

“Neden bu kadar demokratsınız ,hocam? Ben bu davranışı ne bir dindar hocadan ve ne de ilerici bir hocadan görmedim. Bunun özel bir sebebi var mı?”

Düzceli mehmet de beni onure etmek istiyordu. Bu iltifattan o anlaşiliyordu.

“Hayır” dedim.”inanıyorum ki,birçok öğretim üyesi arkadaşım aynı şeyi düşünürve aynı şeyi yapar.

Bu konuda ki benim esas felsefem şudur: mutlaka farklı görüşler dillendirilmelidir. Konuşan insanı susturmak çare değildir. Konuşan insan görüşlerinin yanlış olduğunu anlayınca susar. Yoksa,zorla susturulursa illegal yollardan konuşmaya başlar. Bu ise,birçok yönden sıkıntı meydana getirir.

“Konuşan insandan zarar gelmez. Asil zarar,konuşturulmayan insandan gelir. Farkli görüşler ,güzelliktir,yeniliktir. Insanlar arasi uzlaşma konuşarak ortaya çikar. Yoksa, uzlaşma adina susturulan insanlar ,gizli ve sert bir muhalafet oluşturur. Bu da toplumsal huzura zarar verir.

“Bunun için, sınıfta açık yüreklilikle görüşlerini ifade edişinden dolayı seni kutlarım. Yadırgadığım taraf ise üslubunuzdur. Karşılıklı anlayış içinde görüşlerini ifade etmene devam et. Benden sana tam destek gelecektir.”

Düzceli mehmet ,bütün bütün rahatlayarak:

“Bunları duyduğuma çok sevindim hocam” dedi. “Belki de inanmayacaksınız ama, ilk defa bana yakınlık gösteren , görüş ve davranışlarımı anlayışla karşılayan bir hocamla tanışıyorum.

“Ne yapayım,beni de böyle kabul edin. Sözümü sakınmayı pek beceremem. Her yerde söylerim. İnandığım doğruları ifade etmekten kendimi frenleyemem. Açık sözlü oluşum,kendimi derhak deşifre edişim bana çok pahalıya mal olmuştur. Ama umrumda değil. Ben bildiğim doğruları konuşmazsam ve bildiğim doğruları yaşamazsam,mutlu olamıyorum.”

Bu sözler bir art niyetin ,bilerek zararlı bir hayatı tercih etmenin veya yanlış bir anlayışta ısrar etmenin ifadesi değil; doğru olduğuna inandığı bir yoldan ; açık yüreklilikle,mertçe ve ısrarla yürümenin ifadelerini taşımaktaydı.

KURALSIZ GENÇLİK FELSEFESİ

Mehmet i fazla sıkıştırmamak için konuyu değiştirdim. Bu açık sözlü mert ve biraz da pervasız genci biraz daha yakından tanımak istedim.

Biraz kendisinden ve ailesinden söz etti. Bir erkek bir de kız kardeşi varmış. Mali durumlarının iyi olduğunu söyledi.

Konuya biraz daha açıklık getirmek için:

Mehmet ,dedim. Ailevi probleminin ve mali sıkıntının olmadığı anlaşılıyor. Bu kuralsızlık felsefesi nereden oluştu?

“Hocam,dedi. Çok kitap okurum ,çok gezerim ve insanlarla ilişki kurmayi çok severim. Özellikle farkli ve alişilmamiş şeyler ilgimi çok çeker.

Düznli ,oturmuş,planli ve monoton bir hayat bana göre degildir. Yaşadigim hayatin kurallarini kendim koymaliyim veya beni engelleyecek her kurali kaldirabilmeliyim.

Zevkime görüşlerime tarzima mani olan her şey bana göre kötü şeydir. Istedigim gibi gezmek,istedigim gibi giyinmek,istedigim gibi yaşamak istiyorum.

Sormak isteyip de kirmamak için sormadigim bir konuyu ,sanki içimi okurcasina kendisi açti.

“Hocam,bu anlatyıklarımdan sonra,aklınıza gelmiş olduğunu düşündüğüm inanç boyutumu herhalde merak ettiniz.”

Gülerek:

“Evet “ dedim.

“O zaman açık bir şekilde ifade etmek isterim.

“İlkokul ve ortaokul döneminde ,din ve dine dair şeylere büyük bir ilgim vardı. Gerek öğretmenlerimizin,gerekse de arkadaşlarımızın tavsiye ettiği kitapları okuduktan sonra ,dikkatlerim başka dünyalara kaydı.”

“Ne gibi ?” diye sordum.

“Materyalizme ve darwinizme karşi ilgi duydum. Bu konuda ciddi çalişmalar yaptim.”

“Peki geldiğin nokta neresi oldu?”

biraz ezik büzük tavırla:

“Din ve Allah ile ilgili bilgilerin ve görüşlerin,çagin çok gerisinde kaldigina inaniyorum. Asirlar önce ortaya atilmiş bir yaşam biçimiyle ,uzay çagini yaşamak bana çok saçma geliyor.

“İnsanlar istedikleri şeye inanabilirler. Onlara gerçekten saygı duyuyorum. Çünkü,benim annem ve babam da namaz kılıyor. Ama ben böyle şeylere inanmıyorum.

Benim için tek geçerli yol,kuralsız,açık ve engelsiz bir yaşam biçimidir. Dilediğim gibi özgürce ve gerektiğinde kuralları kendim koyarak...”

“Peki bu mümkün mü?” diye sordum.

“Değilse bile ,en azından öyle olmasını arzu ediyorum.” Dedi.

“Dinden ve Allah tan kaçışının nedeni,yaşamına engel olacak bazı kurallar getirdiği için mi?”

“Evet. Çünkü,dinler insanların tam zevk ve keyif almalarını engelliyorlar. İnsanın tam zevk ve keyif alması ve dilediği biçimde bir hayat oluşturması için,dinden ve dinin kurallarından kurtulması lazımdır. Hatta bu konuyu hiç düşünmemesi lazımdır.”

“Yani bu konuları düşünmek de mi seni rahatsız ediyor?”

“Hem de çok...”

“Peki seni rahatsız eden bu düşüncenden nasıl kurtulmayı düşünüyorsun?”

“bu konuları hiç düşünmeyerek. Çünkü, yaşadığım hayatta bir tek kural bile olsa huzurumu bozuyor. Yaşam zevkimi engelliyor.”

“Yani aklını susturmak istiyorsun öyle mi?”

Cevap vermemek için konuyu değiştirmek istedi. Ama ben üsteledim. Sorularımı sürdürdüm.

“Peki madem böyle düşünüyordun da neden kurallarin işledigi,sorumlulugun arttigi ve sürekli bir çalişmanin yapildigi üniversite ortamini tercih ettin?”

bu soruya cevap verirken epeyce zorlanmıştı:

“Bunu ben istemedim. Babam bir üniversite okumazsam,beni evlatlıktan reddedeceğini ve harçlıkları da keseceğini kesin bir şekilde ifade edince mecbur kaldım.”

“Yani,niyetin okumaktan ziyade babandan para sızdırmak öyle mi?” diye güldüm.

Kendisi de gülerek:

“Öyle de sayılabilir” dedi.

Belki de sorulardan bunalarak veya cevap vermekten dolayı güçlük çektiği konuların açıldığı için birden ayağa kalktı;

“Hocam benim çıkmam gerekiyor” dedi.

Elini uzattı.

“Çok memnun kaldım. Sizleri sık sık ziyaret edeceğim. Sizin varlığınız,bu sıkıcı yerde benim için bir ümit ışığıdır” dedi.

Çıktı. Sözlerinde riyakarlık yoktu. İçinde ne varsa onu söylüyordu. Dolayısıyla güvenilir ve samimi bir genç idi.

Bu atak,yetenekli,mert ve girişken olan gencin başıboş,inançsız ve amaçsız bir hayatın pençesinde,nereye doğru gittiğinin farkında bile olmadan ısrarla ve inatla yoluna devam etmesi beni çok üzmüştü. Dindar bir aileden inkarcı bir çocuk...

Eğitim sisteminin çarpık,karışık ve karanlık yapısından başka türlü ne beklenebilirdi?

Gerçekten çok üzülmüştüm. Düzceli mehmet ve buna benzer daha çok gençler kurtarılmalıydı.

Bu sorumsuz hayat anlayışı içinde yetişen insanlar,hem devletin,hem toplumun hem de ailenin baş belası olacaklardı. Bu yüzden,patlayan silahlardan ,yanan ocaklardan ve ağlayan annelerden çok dersler alınmalıydı.

Konuyla ilgili olarak ,Bediüzzaman Said Nursi nin Muhakemet isimli eserindeki şu tespitleri hatırladım.

“Her insan hak fıtratı üzerine doğar. Hakkı ararken bazen eline batıl geçer,hak zenneder ,koynunda saklar.

En büyük yanlışı doğru telakki ederek,kendisine hayat felsefesi yapan insanları uyarmak,uyaranlara destek olmak,toplumun huzuru için önemli bir görevdir. Bu önemli vazifenin ifasına benim de katkımın olması için ,Allah a dua ederek odamdan çıktım.

İKİNCİ DERS

İkinci hafta aynı sınıfta derse girdiğimde gözlerim mehmet i aradı. Acaba ilk karşılaşmamız ,onun üzerinde olumlu bir tepki mi,yoksa olumsuz bir tepki mi oluşturmuştu? Çok merak ediyordum.

Yine orta sıralarda uzun saçları ve çok belirgin elbise modelleriyle kendini belli ediyordu.

Çevresindeki öğrencilerle çabuk kaynaştığı belliydi. Onlarla sıcak ve yakın diyaloglar içindeydi. Etrafındaki arkadaşlarıyla ilgileniyor,anlatıyor ve dinliyordu. Her haliyle girişken ,faal ve sıcak kanlı bir gençti. İlk dersin,soğuk sert ve aykırı davranışlarını,kısmen de olsa üzerinden atmışa benziyordu.

Bu davranışını,kendi fikir ve görüşlerine taban oluşturmak ve kendine yakın sempatizanlar bulmak olarak yorumlamıştım. Başka bir ifade ile,çevresini genişletip bir grup oluşturma çabası içinde olduğu belliydi.

Dersin konusu insandı. Toplumun en küçük bireyi olan İNSAN ı anlatacaktım.

İnsanı anlatırken de öğrencilerin görüşlerini alıp bu şekilde sınıfın ortak nabzını da ölçmüş olacaktım.

Öğrencileri selamlayıp,hal hatır sordum. Sınıfı derse hazırlamak için,okula ısınıp ısınmadıklarını gündeme getirdim. Bu konuyla ilgili,karşılıklı kısa konuşmalar geçti.

İşleyeceğim konu gereği:”insan nedir?” diye sınıfa bir soru sorarak derse başladım.

Burdaki amacım,hem dersi cazip kılmak,hem de öğrencilerin konuyla ilgili görüşlerini anlamaktı.

Öğrenciler bu soruya karşı önce sessiz kaldılar,sonra da görüşlerini belirtmeye başladılar.

Söz alan öğrencilerin büyük çoğunluğu insanla Allah ve din arasında ilgi kurup,insanın bir amaç için yaratıldığı en mükemmel bir varlık olduğu öldükten sonra da bir hesabı bulunduğu yolunda görüşler beyan ediyorlardı. Bu durum sınıftaki öğrencilerin büyük kısmının dini ve milli görüşleri benimseyen gençler olduğu kanaatini uyandırıyordu.

Beklediğim gibi düzceli mehmet de söz aldı. Kendisine has ve heyecanlı açık ve gür ses tonuyla:

“Ben bu konuda arkadaşlardan farkli düşünüyorum” diye söze başladi. Yine üslubunda hissedilir bir sertlik ve pervasizlik vardi.

“Öncelikle şunu belirteyim ki,ben hesap kitap işine inanmam “dedi.”İnsan ,çeşitli evrimler sonucu bu hale gelmiş bir canlıdır. Bu hale gelmesi için de herhangi bir yönlendirmeye ihtiyaç yoktur. Mekanizması kendi kendini yenileyecek durumdadır.

“İnsan,ayakta kalabilmek ve kendini koruyabilmek için bazı kanunlar geliştirmiştir. Toplumsal yaşamda ortak değerlerin oluşmasıyla da bugünkü hale gelmiştir.

“İnsanın bu hale gelmesinde ve yaşamını sürdürmesinden kimseye karşı bir borcu yoktur. O hayatını en iyi şekilde yaşayıp,çekip gidecektir. O insan için de her şey orda bitecektir.

“İnsan mutlu olması için ,yalnızca kendi hayatını düşünmeli ve hiçbir yaptırımın ve kuralın esiri olmamalıdır.”

Mehmet, savunduğu görüşleriyle insanın var olması için bir yaratıcaya ihtiyacı olmadığını ve kimseye karşı da borcu bulunmadığını ortaya koymak istiyordu. Bu şekilde,kulluğun sorumluluğundan da kaçmak istiyordu.

Mehmet in ileri sürdüğü fikirlerin temelinde materyalizmin marksizmin ,darwivizmin ve ateizmin görüşleri yatmaktaydı. Mehmet in nelerden etkilendiği ve daha çok ne tür kitaplar okuduğu belliydi.

Mehmet in ortaya koyduğu görüşler,sınıfaki öğrencilerin sert tepkisine neden olmuştu. Ama duruma derhal müdehale edip:

“Daha isabetli görüşü olan varsa, söz alsin ve konuşsun. Bunun dişinda başka bir yol denemeyin.”diye ikaz ettim.

İnsanla ilgili olarak ileri sürülen farklı görüşleri özetledikten sonra dersime döndüm

İNSAN NEDİR?

Sözlerime,alexis carrel in,insanla ilgili şu tespitiyle başladım:

“İnsan önce kendini tanımalı ve kendisini bir kitap gibi okumalıdır. Kendisini okuyamayan insan,kainatın en ince sırlarını bilse de yine de cahil kalır.”

O esnada bir öğrencim devreye girerek:

“Hocam” dedi. “İnsanla ilgili güzel sözler bulmak için Batıya gitmenize gerek yoktur. Bu güzel sözlerin daha özlüsünü ve daha isabetlisini,kendi içimizde doğup büyümüş olan değerli alimlerimiz ve bilim adamlarımız da söylemiştir. Mesela; Bediüzzaman Said Nursi nin “Ey kendini insan zanneden insan,kendini oku..” diye başlayan çok güzel bir sözü vardir. Buna daha başka ilaveler de yapmak mümkündür.

“Doğru söylüyorsun “ diye tasdik edip sözüme devam ettim.

“Arkadaşlar ,hiç kendinize,ben kimim? Neyim? Nereden geldim? Ne için geldim? Amacim nedir? Nereye gidiyorum? Kime borçluyum? Ne gibi nasil hesap verecegim? Diye soruyormusunuz?

Eger bu ve buna benzer sorular soruyorsaniz,tabii ki cevabini da merak ediyorsunuzdur? Cevabini merak eden olduysa bir araştirma yapti mi?

Sinifta derin bir sessizlik ve dikkat oluşmuştu. Bu ortami firsat bilerek,konuşmami sürdürdüm.

“Soruyu biraz daha genelleyip bilimsel bir temelde sürdürelim.

“Başari için yola çikan ve hayatini başarilarla doldurmak isteyen insan ,kendisini tanima konusunda ne kadar başarili olmuştur?”

“ Çevresinin ve kainatın en ince ayrıntılarıyla ilgilenen insan,acaba kendi ayrıntısı ve sırlarıyla ne kadar ilgilenmektedir?

“Göklerin keşfi ve denizlerin derinlikleri için ömür harcayan insanoglu ,kendisini keşfetmede, kendisini tanimada ve kendi dünyasinin derinliklerine inmede ne kadar çaba harcamaktadir?

“Bir başka ifadeyle,önemli işler başarmak,büyük hedeflere koşmak,birçok keşif ve sirlara ulaşmak için çirpinan insan ;kendisini ne kadar tanimakta ,taşidigi degerlerin,sirlarin ve emanetin ne kadar farkina varmaktadir?

“Belki günde,dünyanın ve kainatın sırlarıyla ilgili “bunlar nedir? Nasıl oluşmuştur? Neye yaramaktadır?yapan kimdir?gibi onlarca kes sorduğu merak dolu soruları; acaba kaç kez kendisine yöneltip; ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Gayem nedir? Beni gönderen kimdir? Diye sormuştur?

Mehmet söz isteyerek konuşmama müdahale etti:

“Hocam “dedi. “Bu kadar ince fikirli olup,hayatı zehir etmenin anlamı var mı?

Tebessüm ederek devam ettim:

“İnsanın öncelikle kendini tanıması,kendini sorgulaması ve kendisiyle ilgili bilinmezlerin peşinde olması kadar doğal bir şey var mı? Bu insan olmanın ilk şartıdır.

Konuya dönerek konuşmamı sürdürdüm:

“ İnsanın mahiyeti,sırları vazifesi neci ve kim olduğu şeklindeki soruları düşünen beyinleri sürekli meşgul etmiştir. Ancak yalnızca kendi akıl ölçüleriyle bu sırları ve bilinmezleri çözmek isteyen birçok insan da yanlış ve isabetsiz tespitlerde bulunmuşlardır.

“Bunlardan bazıları insanı ekonomik bir varlık ve madde yığınından ibaret zannetmişlerdir. Bazıları da insan düşünen bir hayvan demişlerdir. Bazı bilim adamları insanı, tapılacak ulu varlık olarak vasıflandırırken bazıları ise insanın bit hiç olduğu yorumunu yapmışlardır. Bunlar arasında insanın meçhul olduğuna karar verenler de yer almıştır.

“Görüldüğü gibi,kaynağını yalnızca şahsi değerlendirmeden alan yorumlar ve tespitler,insanı gerçek anlamda ortaya koymaktan çok yetersiz kalmıştır. Yetersiz kalmalarının en büyük nedeni ise insanı bir veya birkaç boyutla ele almış olmalarıdır. Halbuki insanın tam anlamı ile ifade edilebilmesi için, maddi ve manevi olarak bütün yönleri ile ele alınıp ,değerlendirilmesi lazımdır.”

Sınıfta,tam bir sessizlik oluşmuştu. Bütün öğrenciler pür dikkat kesilmişler adeta kımıldamadan konuyu takip ediyorlardı. Öğrencilerin derse olan ilgilerinden konumun çok önemli bulunduğu anlaşılıyordu.

Derse devam ettim.

“Değereli arkadaşlar, acaba fen bilimleri insan için ne diyor? Bu konuyu birlikte ele alıp değerlendirelim:

“Fen bilimleri açısından insan,canlıların en mükemmelidir. Hayret verici bir düzen uyum ve planlama içindedir.

“İnsan bir tek hücreden yaratılmıştır. Zigot denilen gözle görülmeyen ancak yüzlerce defa büyültülerek görülen bu hücre kendinden binlerce ve trilyonlarca büyük bir konuma gelerek hayat için gerekli olan her türlü cihazla donatılıp dünyaya bir insan olarak gönderilmektedir.

“İnsan çok zaman kıymetini takdir edemediği harika bir vücudu,eşsiz bir sanat eserini ve antika bir şahaser taşımaktadır. Öyle ki, bir tek hücreyi bile yapmaktan aciz olan insan,akılların hayrette bırakan sayısız hücrelerin mükemmel işbirliği ve uyumu ile hayatını sürdürmektedir.

“Bu hücrenin ,yani ceninin zamanla insan vücuduna dönüşmesi her hücrenin belirlenen hedefe ulaşmasi ve hiçbir hücrenin görevini aksatmadan yüz binlerce görevi bir anda yapmasi insan aklini tam anlamiyla şaşirtmaktadirlar.

“İnsanın iç ve dış organları,birbirini koruyan ,kollayan,yardımcı olan ve harika bir alışveriş sistemi üzerine kurulmuştur. İnsan vücuduna baktığımızda hiçbir organın fazlalığı görülmediği gibi,eksik bir organa da rastlanmaz. Öyle ki insan ; en seri en çabuk ve en verimli sonuç olacak bir planlamaya göre düzenlenmiştir.

Dışarıdan alınan besinlerin yenilmesi,sindirilmesi emilmesi ve artıkların dışarı atılması harika bir çalışmayla yürütülür ve sonuçlanır. Bu konuyu gözleyen bilim adamları şaşırmaktan kendini alamamışlardır.

İnsan beyninde 10 milyar karar merkezi vardır. Bu merkezlerin her birinde sayıları 2000 e varan sinapslar mevcuttur ve sinapslardan her an yüzlerce olay cereyan eder. Ayrıca her bir sinaps,diğer milyonlarca sinapstan haberdar olarak ve birbirini karşılıklı kontrol ederek çalışır. İşte beynimiz,sinirlerimiz böylesine göz kamaştırıcı bir harikalar ülkesidir. Gözünüzü nereye çevirseniz Ulu Yaradanın muhteşem sanatını görürsünüz.
Ekleme Tarihi: 28.01.2006 - 01:04
Bu mesajı bildir   Gunahkar üyenin diğer mesajları Gunahkar`in Profili Gunahkar Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 681 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.55701 saniyede açıldı