generique colchicine budesonide generique kaletra kaletra ivermectine voltaren votum plus votum vytorin wellbutrin sr xatral xeloda xenical xylocaine yasmin yasminelle yaz zanaflex zantac zantic zebeta zeffix zenegra zentel zestoretic zestril zetia ziac ziagen zilutrol zinacef zinat zithromax dispersible zithromax zocor zofran zoloft zorotop zovirax zurcal zyloprim zyprexa zyrtec zyvox zyvoxid
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » SiA'nin dogusu

önceki konu   diğer konu
9 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Dai su an offline Dai  
SiA'nin dogusu
922 Mesaj -
Hak bir mezhep olmayan ve ehl-i sünnet içinde kabul edilmeyen Sianin dogusu

En büyük hidayet mesalesi olan Kur'ân-i Azimüssân'in nâzil olmasiyla bütün insanlik âleminde yepyeni bir devir baslamisti. Insanlar kalp ve ruhlarinin tabiî ihtiyaci olan "Hak Din"e kavusma sevinci içinde idiler. Sirkten tevhide, zulmetten nura, hurafelerden hakikate, cehaletten bilgiye kavusmuslardi. Kur'an'in hayattar prensipleri onlari her an maddi ve mânevi yücelige dogru götürüyordu. Dünün bedevî insanlari, artik âleme medeniyet dersi verecek hâle gelmislerdi. Müslümanlar göz kamastiracak bir gayret ve himmetle, bütün insanlik âlemine iman ve irfan nurlarini nesrediyorlardi. Yapilan bütün zulüm ve iskencelere, hile ve ihanetlere, oynanan bütün oyunlara ragmen, bu hidayet nurunun altina giren insanlar, günden güne artiyor ve kuvvetleniyorlardi. Artik hak din büyük bir isikla ile parliyor, terakki ve teâli ediyordu. Islâmîyet’ gönüllerde taht kura kura yayiliyor; imanin küfre, Hakk'in batila, tevhidin sirke ve adaletin zulme galip geleceginin isaretleri ufukta görünüyordu.

Nitekim, öyle de oldu. Resul-i Ekrem Efendimizin döneminde Islâmîyet’ Mekke, Medine, Hicaz ve civar bölgelerde mutlak hakimiyetini kurdu. Artik cehalet ve zulmet devri, yerini saadet ve nûr devrine birakmisti.

Hz. Ebûbekir ve Ömer (ra) devirlerinde kisa zaman içerisinde yapilan essiz fetihlerle Suriye, Misir, Irak ve Iran'in fethine basarili olundu.

Bu harikulâde gelisme, Islâm düsmanlarinin, bilhassa Yahudilerin(1) haset ve kinlerini kabartti.
Yahudiler tarih boyunca nifak ve ayrilik çikarmada ve hak ehlini bölüp parçalamada maharetli olan dessas bir millettir. Ilâhi iradeye her devirde karsi çikmis, kendi peygamberlerini bile öldürmekten çekinmemislerdir. Bunlar her çesit ihtilâli tezgâhlayan ve bütün ifsat komitelerini sevk ve idare eden, beserin huzur, ahlâk ve itikadini bozmayi bas gaye edinen muzir bir millettir. Münâfiklik ve riyakârlikta hiçbir kavim bunlara ulasamamistir. Bunlara, "insanlik âleminin nefs-i emmâresi" denilse yeridir. Kur'an'in: “Duribet aleyhümü’z-zilletü ve’l meskenet” ifadesiyle, Yahudiler, kiyâmete kadar üzerlerinden silip atamayacaklari bir zillet ve meskenet damgasini yemislerdir.

Yahudiler, Islâmîyet’in kisa zamanda gösterdigi büyük gelisme karsisinda dehsete kapiliyor ve beyinleri çatlayacak gibi oluyordu. Üstelik birçok Yahudi cemaatlerinin Islâm'a girisi de onlari büsbütün çildirtiyordu. Islâmîyet’in bu hizli ve parlak yayilisi mutlaka durdurulmaliydi. Bu gidisle Islâmîyet’ bütün dünyaya yayilacak ve Yahudilik yeryüzünden silinip gidecekti. Birkaç bin senelik Yahudi varligi artik son bulmus olacakti. Yahudiler vaktiyle, yani Islâmîyet’ten 6.5 asir önce de Hiristiyanligin zuhuru ile böyle bir "yok olus tehlikesi" geçirmislerdi. Önce, Hiristiyanligi ortadan kaldirmak için büyük gayret göstermisler, daha sonra bu yeni dinin mensuplarini kuvvetle maglup edemeyeceklerini anlayinca hile ve desise yoluna basvurmuslardi. Söyle ki:

Hiristiyanligin esas temellerini yikarak onun yerine kendi uydurma hurâfelerini ikame etmek üzere alim ve feylesof bir Yahudi olan Saul'u sahneye çikardilar. Bu zeki Yahudi beyi, güya Hiristiyanligi kabul ederek Pavlos ismini aldi ve kiliseye çekilerek uzun müddet inziva hayati yasadi. Hiristiyan dininin icaplarini harfiyen yerine getiriyor ve gitgide halkin itimadini kazaniyordu. Sonunda Hiristiyanlarin sevgi ve hos görüsüne o derece sahip oldu ki, kendisine bir havari gibi hürmet etmeye basladilar. Pavlos, bu sevgiyi, Hiristiyanligi bozmakta çok dessas bir sekilde kullanmasini bildi. Hz. Isa (as) ile görüstügüne ve O'ndan talimat aldigina halki inandirmayi basardi. Kesif ve plânli gayretleri sonunda, Hiristiyanlarin hem itikat, hem de ibadetlerini liakikatten saptirmaya ve birtakim bâtil mezhep ve firkalari ortaya çikarmaya muvaffak oldu. Artik "tevhit”in yerini "teslis" almis, yani Hiristiyanlar bir tek Mabud'a bedel, Hz. Isa ve Hz. Meryem'e de ilâhlik isnat etmeye baslamislardi.

Fakat, Yahudilerin Islâmîyet’in hizla yayilisi karsisinda maruz kaldiklari tehlike, eskisinden çok daha büyüktü. Yahudilerin bu yeni dine karsi koymalari imkânsizdi. Çünkü, Islâmîyet’in gelisme kabiliyeti fevkalâde idi. Zira, Islâm dini akla, mantiga muvafik oldugundan kalplere tesir ediyor; sadece Yemen Yahudilerinin degil, bütün Israilogullarinin, dogup yükselmekte olan bu Islâm günesi karsisinda eriyecekleri muhakkak görünüyordu. Öyle ise, ne pahasina olursa olsun buna mani olunmaliydi.

Vaktiyle, Hiristiyanlara karsi tezgâhlanan oyunun, simdi Müslümanlara karsi oynanmasi lâzimdi. Uzun müzakerelerde bulundular ve sonunda Medine'de Ibn-i Sebe'yi sahneye çikardilar(2).

Ibn-i Sebe, tahribat programini baslica iki esas üzerine kurdu. Ilk olarak, Müslümanlar arasinda ayrilik çikarmakla, Islâm'in gelismesine engel olacak; ikinci safhada Islâmî inanç ve itikada hurâfeler katarak, onlar arasina, kiyâmete kadar sürecek bir fikir ayriligi sokacakti. Bu iki hedefin gerçeklesmesi için komiteler kuracak ve onlar araciligi ile Müslümanlar arasindaki birlik ruhunu, muhabbet, uhuvvet gibi mânevi baglari zayiflatarak ortadan kaldirmak üzere yogun faaliyet gösterecekti. Her bir ifsat merhalesinin arkasindan hemen durum degerlendirmesi yapilacak, plânlanan hedeflerle alinan neticeler kontrol edilecek, degisen ve gelisen sartlar altinda yeni hedeflerin gerçeklesmesi için yeni plânlar yapilacak ve uygulama sahasina sokulacakti.
Gönderen: 17.12.2009 - 07:04
Bu Mesaji Bildir   Dai üyenin diger mesajlarini ara Dai üyenin Profiline bak Dai üyeye özel mesaj gönder Dai üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Dai su an offline Dai  
922 Mesaj -
Ibn-i Sebe ve arkadaslari halki etkileyebilmek için samimî bir Müslüman, erdemli bir mümin kiligina girme karari aldilar. Bu safta da, Ibn-i Sebe, rolünü emsâlsiz bir biçimde oynamayi basardi. Sabah namazlarinda herkesten önce mescide gidiyor, yatsida herkesten sonra mescidi terk ediyordu. Çokça namaz kiliyor, ekseri günler oruç tutuyor ve daima zikirle mesgul oluyordu. Gittigi her yerde çekici ve câzip konusmalar yapiyor ve kendisini Islâm'in en hâlis ve sâdik bir fedaisi gibi gösteriyordu. Sahabelerle, bilhassa Hz. Ali ile bol bol sohbet ediyor, onlara itimat telkin ediyordu. Bir taraftan fazilet ve takvâsini halka gösterirken, diger taraftan da etrafiyla uyum saglayamayan dislanmis kimseleri buluyor ve onlarla gizliden gizliye diyalog kuruyordu. Bu tiplerin bir kismini makam ve mevki hirsindan, bir kismini kisisel garazdan, bir diger kismi da soy-sop üstünlügü damarindan yakalayip kendine bagliyor ve onlari birer problem-insan haline getiriyordu.

Daha sonra, faaliyetlerini Medine disina tasirmaya ve daha önce buralara göndermis oldugu adamlariyla temaslar kurup halki hilâfet aleyhinde kiskirtmaya karar verdi. O günkü sosyal bünye de, maalesef, bu yikici fikirlerin yayilmasina oldukça uygun idi. Devlet aleyhinde istismar edilebilecek hususlar vardi. Bunlardan birisi Hasimîlik-Emevîlik rekabeti idi. Devlet adamlarinin çogunlugunun Emevîlerden olmasi, Hasimîler için bir huzursuzluk kaynagi, dolayisiyla da önemli bir tahrik unsuruydu. Istismar edilebilecek bir diger husus da; devlet islerinde Ensâr'dan çok, Muhîcirlerin vazife almis olmasiydi.

Ibn-i Sebe, bu ve benzeri bütün firsatlari degerlendirmek üzere seyahata çikti. Önce Basra'ya gitti. Burada daha önce yerlestirdigi komitacilari vasitasiyla devletten memnun olmayan kisilerle temaslar kurdu. Yaptigi faaliyetler, Vali Abdullah bin Amr'in dikkatini çekince Kûfe'ye geçti. Burada da bir kisim halkin idare aleyhinde olmasi, Ibn-i Sebe'nin isini daha da kolaylastirdi ve kisa zamanda komitacilarini gerekli biçimde organize ederek Sam yolunu tuttu. Sam'da aradigini bulamadi. Zira, devlet isleri yolundaydi ve istismar edebilecegi fazla bir mevzu yoktu. Buradan Misir'a gitti. Aradigi sartlari maalesef burada fazlasiyla buldu. Çünkü, farkli sebeplerle devlet idarecileri aleyhinde bulunan çesitli gruplar, burada toplanmislardi. Ibn-i Sebe daginik halde bulunan bu gruplari büyük gayretler sonunda bir çati altinda toplayarak, onlari Hz. Osman (ra)'ya karsi harekete hazir hale getirdi.

Bu merhaleden sonra, Hz. Osman (ra) aleyhinde tanzim ettigi bir dizi iftira listesini diger Islâm vilâyetlerindeki adamlarina göndererek Halife'ye karsi bir kiyam hareketi baslatmak üzere yeni ve yogun bir faaliyetin içine girdi ve adamlarina su talimati verdi: "Ise, bütün devlet erkânini kötülemekle baslayin. Kendinizi de “iyiligi emredip kötülügü de nehyetmekle” mesgul gösterin. Halkin hürmet ve muhabbetini kazanin."

Kendisi de çesitli vilâyetlere ve bilhassa Basra ve Kûfe'ye sürekli olarak mektuplar gönderiyordu. Bu mektuplarda idari ve siyasi meseleler, yalan ve iftiralarla abartiliyor, Hz. Osman ve valilerinin halka zulüm ve gadrettigi ve bütün vilâyetlerin müthis bir kargasa içinde bulundugu imaji veriliyordu. Maksat, Medine disindaki diger bölgelerin Islâmî çizgiden gittikçe uzaklastigi, anarsinin bütün Islâm beldelerinde yayginlik kazandigi kanaatini halka telkin etmek, halifenin bu meselelere karsi lâkayt ve aciz kaldigini zihinlere yerlestirmekti.
Fitne ve fesat haberleri Medine'ye ulasinca Hz. Osman (ra), Hz. Ali'nin de yardimiyla, durumun tetkiki için çesitli vilayetlere güvenilir ve itibarli heyetler gönderdi. Bu heyetler, durumun propaganda edildigi gibi olmadigini, aksine bütün ülkede huzur ve sükûnun hâkim oldugunu görerek raporlarinda belirttiler. Hz. Osman (ra), heyetlerin bu raporlari ile de iktifa etmedi ve bütün valileri istisare için Medine'ye çagirdi. Onlarla fikir alis verisinde bulundu. Gerçekten ortada önemli bir problem yoktu. Yine de tedbir olarak valileri, halka iyi muamele etmeleri yolunda uyardi. Ancak fitne durmuyordu. Çünkü düsman gizli ve sinsi idi ve çok plânli çalisiyordu. Ortada, üzerine yürünülebilecek açik bir cephe mevcut degildi. Halk, her gün biraz daha fitnenin içine itiliyordu.

Ibn-i Sebe, bu çalkantilar sirasinda, Siîligin ilk çekirdegi olan Sebeiyye mezhebini kurdu (2). Böylece, tasarladigi hainâne plânini gerçeklestirmede büyük bir adim atmis oluyordu. Bu mezhep, istikbâlde Islâm'i parçalayacak firkalarin temelini teskil edecekti.

Ibn-i Sebe, Misir'da kurmus oldugu bu mezhebine yeterince taraftar buldu ve onlari Hz. Osman (ra) aleyhine tam mânâsiyla sartlandirdi. Simdi sira yeni bir halife adayi tespit ederek Hz. Osman'i (ra) katletmeye gelmisti. Bu noktada söyle bir plânla ise basladi: "Hz. Osman kusurlu ve hatali bir insandi. O'nun perine gelecek kimse de hatali bir insan olursa problemlere çözüm getirilemez; zulmün, haksizligin önü alinamazdi. O halde en mühim mesele, O'nun yerine gelecek kisinin hatadan sâlim, masum bir insan olmasiydi. Bu masum insan ise, çocuklugundan beri Hz. Peygamber'in (sav) murakabesi altinda yetisen, O'nun terbiyesiyle olgunlasan ve O'nun ilmine ve kemâline vâris olan Hz. Ali'den baskasi olamazdi. Her peygamberin bir veziri oldugu gibi, Hz. Ali de Hz. Peygamber'in veziriydi. Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman, O'nun bu veraset hakkini gasbetmislerdi..."

Ibn-i Sebe bu davasini kuvvetlendirmek için, Hz. Ali’yi (ra), eski masal kahramanlari gibi gösteriyor, birtakim hurâfe ve hikâyelerle O'nun, insanüstü bir varlik oldugunu telkin ederek etrafindaki insanlar gitgide birer Hz. Ali meczubu haline getiriyordu.

Ibn-i Sebe, plânlarini merhale merhale uygulama sahasina koymaktaydi. Simdi sira güya Hz. Ali'nin (ra) hakkini almaya gelmisti. Bunun için de su telkin metodunu uyguladi: "Her peygamberin bir vasisi vardir. Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali'yi (ra) vasi tayin etmistir. Hz. Peygamber'in bu vasiyetini yerine getirmemek kadar büyük bir cinayet olamaz. Hem Hz. Peygamber (sav), Hz. Isa gibi tekrar yeryüzüne geri gelecek ve niçin vasiyetimi yerine getirmediniz?' diye bizden hesap soracaktir. O zaman hepimiz mahcup olacak ve hüsrana ugrayacagiz..." (3)

Bu gibi telkinlerle, çevresindeki insanlarin his ve heyecanlarini, arzu ettigi noktaya getirince Medine'yi basip Hz. Osman'i (ra) öldürmeye karar verdi. Ibn-i Saba, Hac’ca gidiyormus gibi yaparak harekete geçirdigi adamlarini Medine yakinindaki Meyve’de topladi. Ilk firsatta Medine'ye girecekler ve Hz. Osman'i öldürmek için çareler arayacaklardi.

Katlin, Hasimîler tarafindan yapildigi intibaini vermek için de Misirlilar Hz. Ali'nin (ra) etrafinda toplanacaklar ve güya Hz. Ali'nin hakkini müdafaa edeceklerdi. Tâ ki, Emevîlerle Hasimîler karsi karsiya gelecekler ve böylece iç savas baslayacakti.

Ibn-i Sebe, daha önce Basra, Misir ve Küfe gibi merkezlerdeki adamlarina Hz. Aise, Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr in (ra) imzalariyla uydurma mektuplar göndermis ve onlardan güya Hz. Osman’in hilâfetten uzaklastirilmasini istemisti. Ibn-i Sebe'nin komitecileri bu mektuplarla birçok insani ifsat ettiler. Böylece kuvvetlendiler ve yola çikarak Ibn-i Sebe'nin grubuna Medine yakinlarinda katildilar. Bu yeni kuvvetlerle Ibn-i Sebe'nin eskiyalari üç bin civarina erismis oluyordu.
Misirlilar Hz. Ali'ye, Basralilar Hz. Talha'ya ve Kûfeliler de Hz. Zübeyr'e basvurarak: "Mektuplarinizi okuduk; Osman'i öldürüp ümmeti huzura kavusturmak ve sizi devletin basina getirmek istiyoruz." dediler. Onlar da, kendileri tarafindan böyle bir mektubun yazilmadigini, isin içinde bir nifak oldugunu söyleyerek hemen memleketlerine dönmelerini tavsiye ettiler. Isyancilar bu defa Hz. Osman'in yanina gittiler. Bunun üzerine, Hz. Osman, Hz. Ali'nin de yardimiyla, asileri ve bütün Medinelileri mescitte topladi. Herkesin sikâyetini dinledi. Onlara: "Sikâyetlerinizi nazara alacagiz, hata olarak düsündügünüz konulari düzeltmeye gayret edecegiz. Rahat olun..." dedi. Bu arada asiler, Misir valisinin görevden alinmasini istediler. Hz. Osman (ra) 'vali olarak kimi istediklerini' sordu. Onlar da: "Ebubekir'in oglu Muhammed'i isteriz" diye karsilik verdiklerinde, Hz. Osman, teklifi kabul etti ve hemen tayin emrini Muhammed'e verdi. Neticede bütün taraflar mutmain olarak geri dönmeye basladilar. Ibn-i Sebe, bu durumdan fazlasiyla rahatsiz oldu. Geri dönmekte olan Misir kafilelerini tekrar Medine'ye döndürmek ve mütecaviz bir hale getirmek için seytani bir plân hazirladi. Misir valisine hitâben, Hz. Osman (ra) adina bir mektup yazdi: Mektuba, Hz. Osman namina sahte bir mühür basip, fedailerinden birine vererek kafile arkasindan yola çikardi. O da devesiyle kafileye yetiserek, plân geregi süpheli hareketlerle dikkati kendi üzerine çekti. Neticede kafiledekiler bu adamdan süphelenerek onu yakaladilar ve mektubu ele geçirdiler. Zaten onun istedigi de bu idi.

Mektupta Misir valisine hitaben, "Bu âsiler geldigi zaman elebaslarini öldür ve gerisini de hapset," diye emredilmisti. Bu mektubu dinleyen mütecavizler birden soke oldular ve yeniden galeyana gelerek tekrar Medine'yi bastilar. Hz. Ali, Zübeyr ve Hz. Talha'nin hâdiseyi yatistirma gayretlerine ragmen sonunda Hz. Osman'in evini bastilar ve kendisini Kur'an okurken sehit ettiler.

Hz. Osman'in katili Yemenli bir Yahudi olan el-Gafikî idi. Hz..Osman'in sahadetiyle Ibn-i Sebe, davasinda büyük bir merhale kat'etmis .oluyordu. Artik nifak tohumlari meyvelerini vermeye baslamisti. Bu elîm hâdise Müslümanlarin, Islâm dinini baska ülkelere ulastirmalarina engel oldu. Islâm'in fütûhat ve teblig devri kapandi, bir duraklama ve çekisme devri basladi.

Bu merhaleden sonra Ibn-i Sebe, Hasimîlerle Emevîleri karsi karsiya getirmek için yeni bir plân hazirladi. Hz. Osman (ra) Emevî, Hz. Ali ise Hasimî oldugu için, Hz. Osman'i, Hz. Ali'nin öldürttügünü ve 0'nun yerine geçmek istedigini etrafa gizlice yayarak Emevîleri tahrik etti. Ibn-i Sebe, bir taraftan Hz. Ali'ye bu çirkin iftirayi yaparken, diger taraftan O'nun halife olmasi için açikça gayret gösteriyor, böylece halkin bu iftiraya kanmasini saglamaya çalisiyordu.

Bu maksatla, Misir'dan gelen kafileden, Yahudi asilli Ibn-i Meymun riyasetinde bir heyet seçerek Hz. Ali'nin huzuruna gönderdi. Heyet Hz. Ali'ye: "Malûmunuz oldugu üzere, bu ümmet bassiz kalmistir. Halifelige de en lâyik sizsiniz. Sizden bu vazifeyi deruhte etmenizi istiyoruz," dediler. Hz. Ali (ra) bu teklifi reddederek, onlari evinden kovdu.
Gönderen: 17.12.2009 - 07:04
Bu Mesaji Bildir   Dai üyenin diger mesajlarini ara Dai üyenin Profiline bak Dai üyeye özel mesaj gönder Dai üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Dai su an offline Dai  
922 Mesaj -
Hz. Ali'den (ra) böyle bir cevap alinmasi üzerine Kûfelilerden bir heyeti Hz. Zübeyr'e ve Basralilardan bir heyeti de Hz. Talha'ya gönderdi. Hz. Zübeyr ve Hz. Talha da Hz. Ali gibi bunlarin hilâfet tekliflerini reddederek huzurlarindan kovdular.

Ibn-i Sebe, onlardan da istedigini elde edemeyince bu defa mütecavizleri sevk ve idare eden Yahudi Gafikî'ye su talimati verdi: "Medinelileri mescide toplayiniz ve onlara hemen kendilerine bir halife seçmelerini söyleyiniz. Aksi takdirde hepsini kiliçla tehdit ediniz..."
Gafiki baskanligindaki âsiler, bu emir mucibince Medinelileri mescide toplayarak onlara: "En kisa zamanda kendinize bir reis seçiniz. Sayet siz bugün bu vazifeyi yapmazsaniz, Ali, Zübeyr ve Talha da dahil olmak üzere hepinizi kiliçtan geçirecegiz," dediler. Bu tehdidi dinleyen Medine halki, Hz. Ali'nin (ra) huzuruna çikarak, O'ndan halifeligi kabul etmesini istirham ettiler. Hz. Ali de bu karisik durumu göz önünde bulundurarak vazifeyi, hiç istemedigi halde, kabule mecbur oldu.

Az zaman sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr (ra), Hz. Ali'ye (ra) giderek O'ndan, kitabin hükmünü icrâ etmesini ve Hz. Osman'in katillerinin cezalandirilmasini istediler. Hz. Ali onlara hitâben: "Haklisiniz; fakat devlet henüz âsileri tam mânâsiyla sindirmis degildir. Onun için devletin olaylara hâkim olmasini beklemek gerekir..." dedi.

Hz. Ali (ra), suçlularin tek tek belirlenerek sorguya çekilmelerini ve gerekli cezaya çarptirilmalanni istiyordu. Hz. Âise, Hz. Zübeyr ve Hz. Talha (ra) ise, su fikirdeydiler: "Fitne büyümüs, devleti hedef almis ve halife sehit edilmistir. Mesele sadece Hz. Osman'in katilinin bulunmasi degildir. Bu fitne hareketine katilanlanrin çogunun öldürülmesi gerekir. Bu sebeble, âsiler hemen cezalandirilmalidir."

Hz. Ali (ra), Kur'an'in “Velâ tezîrû vâziretün vizre uhrâ” nassindan hareket ile, "Birinin hatasiyla baskasinin mesul olamayacagi" görünüsünü ileri sürerek, onlarin bu fikrine katilmadi(4).

Hz. Zübeyr ve Hz. Talha (ra), Hz. Ali'nin görüsünü ögrendikten sonra, Hz. Âise (r.anhâgöz kırpma ile Mekke'de görüstüler ve âsilerin üzerine yürümek için kuvvet toplamak üzere Basra'ya gitmeye karar verdiler.

Hz. .Ali de (ra), Hz. Âise, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'in (ra) Basra'ya gittiklerini haber alinca devletin bütünlügünde bir parçalanma, bölünme olmamasi için ordusuyla Basra'ya hareket etti ve Zikar mevkiinde konakladi. Hz.Ali (ra) meselenin baris yoluyla halledilmesi için Ka'ka isminde bir elçisini Hz. Âise, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'e göndererek onlara, tefrikanin fenaligini, birlik ve beraberligin önemini, her seyin sulh yoluyla daha iyi hall olacagini anlatmasini istedi. O da bu emir geregince, Hz. Aise, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'in yanina giderek onlara Hz. Ali'nin görüslerini: bu yaranin ilâcinin sükûnet oldugunu, sükûnet gerçeklestikten sonra her tedbirin alinabilecegini, aksi halde fitne ve fesat çikacagini, bunun da Islâm'a ve Müslümanlara getirecegi sikintinin büyük olacagini izah etti. Onlar: "Eger Ali bu fikirde ise, aramizda bir görüs ayriligi kalmamistir." dediler.

Bu neticeden her iki tarafin mensuplari da memnun oldular. Böylece bir istikrar, bir sükûn hali hâsil oldu. Herkes kendisini emniyet ve huzur içersinde görerek çadirlarina çekildiler.
Bu sulhtan, ziyade rahatsiz olan münafik Ibn-i Sebe, taraftarlarini toplayarak onlara: "Ne yapip yapip savasi kizistirmaniz ve Müslümanlari birbirine düsürüp kirdirmaniz lâzim. Sayet bir netice alamazsak, bütün gayretimiz bosa gider; hedefe varamamis oluruz." dedi. Ve savasi baslatmak üzere yeni bir plân hazirladilar. Sabaha yakin saatlerde tatbike koyulacak bu yeni plân geregi, Ibn-i Sebe kendi adamlarini Hz. Ali (ra) ile Hz. Zübeyr ve Talha'nin (ra) çadirlarinin etrafinda yerlestirdi. Bunlar daha sonra her iki tarafin çadirlarina baskinda bulundular. Gürültü üzerine uyanan Hz. Zübeyr ve Talha (ra): "Ne var, ne oluyor?" diye sorduklarinda, Ibn-i Sebe'nin adamlari, "Hz. Ali'nin adamlari (Kûfeliler) bize gece baskini yapti," dediler.

Bu haber üzerine Hz. Talha ve Zübeyr (ra): "Anlasildi, Hz. Ali, harbi kesmekte samimî degilmis." dediler. Öte yandan gürültüyü isiten Hz. Ali (ra): "Ne oluyor?" diye sordu. Yine Ibn-i Sebe'nin adamlari: "Karsi taraf bize gece baskini yapti. Biz de püskürttük." dediler. Hz. Ali de: "Anlasildi. Talha ve Zübeyr bizimle sulh meselesinde ayni fikirde degilmisler." dedi. Böylece on bin kisinin hayatina mâl olan Cemel Vak'asi meydana geldi. Hz. Talha ve Zübeyr de bu savasta sehit düstüler. Ibn-i Sebe, böylece Hz. Osman’in (ra) katlinden sonra amacina dogru mühim bir merhale daha kat'etmis oluyordu.

Hz. Ali (ra), Cemel Vak'asi'ndan sonra bir müddet Basra'da kaldi. Daha sonra oradan Kûfe'ye geldi. Müslümanlarin büyük bir kismi, Fas'tan tâ Çin sinirina kadar Hz. Ali'ye (ra) biat etmislerdi. Biat etmeyen, sadece Suriyeli Müslümanlar kalmisti.

Hz. Ali (ra) Sam Valisi Muâviye'nin ve dolayisiyla Suriye'nin biatini temin etmek için, her zaman oldugu gibi sulh yolunu tercih ederek kendisine Cerir ismindeki bir adamini elçi olarak gönderdi.

Ibn-i Sebe, Hz. Ali'nin (ra) konuyu sulh yoluyla halletme tesebbüsü üzerine, her zamanki gibi sulh yolunu tikamak için, yine harekete geçti. Çünkü, sayet sulh olursa, Hz. Ali (ra) bundan sonra ilk is olarak Ibn Sebe taraftarlarini ele alacak, suçlular tespit edilince de âkibetleri çok kötü olacakti. Su halde, iki taraf da bir esas üzere barisacak olurlarsa âsilerin hezimete ugrayacaklari süphesizdi. Onun için, mutlaka bu sulha mani olunmali ve taraflar karsi karsiya getirilmeliydi. Ibn-i Sebe ve arkadaslari hâdiseleri kendi lehlerine çevirecek bir hâlin dogmasini bekliyorlardi. Nitekim, hâdiselerin seyri lehlerine cereyan etti. Çünkü Muâviye, Hz. Ali'nin (ra) bu teklifini kabul etmemisti. Neticede her iki taraf da harp hazirliklarini tamamlayip Muharrem ayinda Siffin'de karsi karsiya geldiler.

Bununla beraber Hz. Ali (ra) ile Hz. Muâviye (ra) bu ayda harp etmemek için bir aylik bir mütareke yaptilar. Hz. Ali (ra) bu mütarekeyi firsat bilerek Hz. Muâviye'ye sulh için yeniden heyetler yolladi.

Ibn-i Sebe, harbe mani olmak için giden heyetler içine Hâtem oglu Adiy ve Sebt gibi adamlarini soktu. Bu adamlar Hz. Muâviye'yi mütecaviz bir lisanla tehdit etmisler ve O'na karsi, "Siz de Cemel Vak'asi'nda hezimete ugrayanlardan daha perisan olacaksiniz..." gibi tahrik edici sözler sarf ederek muhtemel bir sulha mani olmuslardi.

Ibn-i Sebe ve adamlari, bir taraftan da Hz. Ali'nin ordusunu bir an evvel harbe girmeye tesvik ediyor ve onlara, "Samlilarin da Cemel Vak'asi'ndakiler gibi hezimete ugrayacaklarini" telkin ediyorlardi. Neticede taraflar yine karsi karsiya geldiler ve Siffin Savasi gerçeklesti.
Ibn-i Sebe, bu iç savaslarla esas amacina yaklasmis oluyordu. Çünkü onun asil amaci, Islâm itikadina hurâfeler sokarak onu öz safligindan çikarmakti.
Gönderen: 17.12.2009 - 07:05
Bu Mesaji Bildir   Dai üyenin diger mesajlarini ara Dai üyenin Profiline bak Dai üyeye özel mesaj gönder Dai üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Dai su an offline Dai  
922 Mesaj -
Bugün kavga eden müminler yarin barisabilir ve tekrar bir araya gelerek Islâm birligini yeniden tesis edebilirlerdi. Müslümanlar arasinda tâ kiyâmete kadar devam edebilecek bir ayrilik çikararak onlari inanç yönünden parçalamak, hiziplere ayirmak icap ediyordu. Simdi yapilacak en önemli is, inançlari asil çizgisinden saptirmak için dine hurâfeler sokmakti. Ibn-i Sebe bu ise, "Ehl-i Beyt" muhabbetini istismar etmekle basladi. Ehl-i Beyt'in en atesli bir taraftari olarak sahneye çikti. Hilâfetin bastan beri Hz. Ali'nin hakki oldugunu ve O'ndan haksiz olarak gasp edildigini etrafa yaydi. Hz. Ali ve evlâtlarini, "Ilâhlar Hanedani" haline getirerek Islâm Dinini Hiristiyanlikta oldugu gibi tevhit esasindan saptirmaya tevessül etti. Sonunda, Ibn-i Sebe baskanligindaki bir grup, Hz. Ali'nin (ra), huzuruna çikarak O'na: "Sen Rabbimizsin, Ilâhimizsin," dediler. Hz. Ali, bu müsriklerin bir kismini yaktirdi (5). Ibn-i Sebe'yi ise, ordu içinde taraftarlarinin çoklugu sebebiyle, fitne ve zaafa yol açacagi endisesinden, yaktirmaktan vazgeçti. Iran'in eski hükümet merkezi olan Medayin'e sürdürdü.

Ne yazik ki, Medayin, Ibn-i Sebe'nin sapik fikirlerinin üretilmesine çok müsait bir zemin idi. Ibn-i Sebe burada, vaktiyle Hz. Ali'den kaçan Haricilerle görüstü ve reisleri Evfa oglunu buldu. Evfa oglunun Hz. Ali’ye karsi bir harekette bulunmak istedigini anlayinca, ona: "Böyle bir hareketle Ali'yi maglup edemezsiniz, ancak siz maglup olursunuz," dedi. Evfa oglu, Ibn-i Sebe'ye fikrini sorunca, o da: "Üç fedai ile bu isi hallederiz." dedi.

Bu konusmadan sonra, Hz. Ali, Hz. Muâviye ve Hz. Amr Ibnü’l-Âs'in öldürülmesinde mutabik kaldilar. Bu maksatla üç suikastçiyi yola çikardilar. Üç sahabe, Ramazan’in 17'nci günü sabah namazini kildiracaklari sirada öldürüleceklerdi. Takdir-i Ilâhi ile Hz. Muâviye ve Amr Ibnü’l-Âs bu suikasttan kurtuldular. Fakat Ibn-i Mülcem isimli suikastçi Hz. Ali'yi, sahadetine Sebep olan zehirli bir kiliç ile yaralamaya muvaffak oldu.

Ibn-i Sebe, Ibn-i Mülcem'i Hz. Ali'yi öldürtmek üzere yola çikardiktan sonra Meymun oglunu birkaç adamiyla Küfe'ye göndermisti. Meymun oglu orada: "Ali ölmedi, uruç etti, semâya çikti. Simdi o, bulutlarin üzerindedir. Çok geçmeden geri dönecek ve kiliciyla bütün dünyaya adalet dagitacaktir..." gibi hurâfeler yayacakti.

Ibn-i Sebe, yakin mesai arkadaslari ile beraber Iran’da yapacaklari ihanet faaliyetlerinin plânlarini hazirladilar ve çalismaya koyuldular. O günkü sosyal durum da onlarin bu plânlarini uygulamaya son derece elverisli idi. Söyle ki:

Islâmîyet’ çok kisa bir zamanda genis bir sahaya yayilmisti. Bu derece genis ve yaygin bir cografya üzerinde Islâm'in bütün anlam ve inceliklerini, hikmet ve hakikatlerini, yeni Müslümanligi kabul etmis milletlere, intikal ettirmek, mizaçlari farkli kavimleri Islâmî potada eritmek ve yogurmak, henüz yeni kurulmus bir Islâm Devleti için fevkalâde zor bir isti. Islâm'in ulastigi her yerde, Islâm'a kitleler halinde katilmalar oluyordu. Gerçi bu durum, Müslümanlari sevindiriyordu. Fakat, mânevi hamur gerekli sekilde yogrulamiyor, ideal mânâda Müslümanlar pek yetisemiyor, dolayisiyla de ideal duyus ve yasayis açisindan Müslümanlar arzu edilen kivamda bütünlesemiyordu. Halk tabakalari, islenmemis ham toprak gibiydiler. Bu durum, bilhassa kendini Iran'da açik bir sekilde gösteriyordu.

Yeni Müslüman olmus kimseler, eski yanlis inançlarindan bütün bütün kurtulmus degillerdi. Asirlardan beri süre gelmis hurâfe ve bâtil inançlarin etkisinde kalarak ruhlari, akillari, kalpleri boyanmis bu insanlara Islâm'in vehim ve hayâlâttan, düzmece ve hurâfattan uzak olan berrak, net, safi hakikatlerini oldugu gibi kabul etmek hayli zor geliyordu. Islâmîyet’ bu mutaassip insanlarca hakkiyla hazmedilemiyor ve hak din kalplere ve hislere tam mânâsiyla yerlestirilemiyordu. Psikolojik olarak istiyorlardi ki eski inançlarini, örf ve an'anelerini de Islâmîyet’le birlikte devam ettirsinler. Diger taraftan, hilâfet makami da, bu ülkede ikaz ve irsat hizmetini gereken seviyede yapamiyordu. O beldelerdeki insanlara, Islâm'i bütün müesseseleriyle yerlestirme ve onlarin süphe ve tereddütlerini izale etme hizmeti, büyük ölçüde aksiyordu. Zira, Islâmîyet’ gayet genis bir sahaya yayilmis, sahabelerin büyük bir kismi iç fitnelerde vefat etmis, diger bir kismi uzlet hayatini tercih etmis, bir kismi da sosyal hayata müdahale edemeyecek kadar yaslanmisti.

Bu önemli görevin ihmal edilmesi neticesinde, bu yeni beldeler uzun süre sahipsiz kaldi. Fetih zamaninda aldiklari ilk feyiz ve ilimle Kur'an'a ve imana ait hakikatleri tamamiyla ihata edememislerdi. Bu sebeble henüz hak ve bâtili, hurâfe ve hakikati temyiz edecek duruma gelmemislerdi.

Iste, Yahudi gibi dessas bir kavim, bu sosyal durumdan faydalanmayi basardi.
Ibn-i Sebe'nin, Iran'da olumsuz fikirlerini yerlestirmesinde önemli bir faktör de halkin psikolojik yapisiydi. Onlarin iç dünyasinda, akildan ziyade his hükmediyordu. Gönülleri hakikatten ziyade efsane ve hurâfelere açikti. Hâdiseleri mantik ve muhakeme uyumu içinde tahlil edemiyor, fikir süzgecinden hakkiyla geçiremiyorlardi.
Diger taraftan asirlarca süren saltanatlarinin ve milli gururlarinin, vaktiyle köle addettikleri Araplar tarafindan söndürülmesini de bir türlü hazmedemiyor, akil plâninda olmasa bile, his plâninda Islâmîyet’e karsi bir hazimsizlik gösteriyorlardi.

Ibn-i Sebe, bütün bu faktörleri degerlendirmesini bildi. Arkadaslarini toplayarak onlara, "Biz asil harbe yeni basladik. Bilmis olun ki, bu, Müslümanlar arasinda kiyâmete kadar devam edecek bir savasin. Simdi, biz Ali'yi takdis edecegiz ve ettirecegiz. O'na, yerine göre 'ulûhiyet' yakistiracagiz, yerine göre 'peygamberdir' diyecegiz, yerine göre de 'hilâfetin, Ali'nin hakki oldugunu, fakat Ebûbekir, Ömer ve Osman'in O'nun bu hakkini gasbettiklerini' anlatacagiz."

Ibn-i Sebe ve arkadaslari, bu karari aldiktan sonra etrafindaki adamlarini, bu fikirleri yaymak üzere görevlendirildiler. Bunlar, "Hilâfet Ali'nin hakki idi. Hilâfete lâyik Ali ve evlâtlaridir. Bu hak, onlardan gasp edildi. Üç halife, bilhassa Ömer, bu hakki gasbetmekle Allah'in iradesine karsi geldiler... Allah'in iradesine itaat için Ali'den yana çikmak lâzimdir..." diye telkinlere basladilar. Bu telkinler, halk tarafindan kabul görünce, daha da ileri giderek insanlara ilâhlik isnat eden "Hulûl Akidesini" Islâm inancina sokmak için gayret gösterdiler. Islâm inancini asil çizgisinden saptirarak, tevhit akidesine taban tabana zit bir inanisi yaymaya basladilar. "Hulûl Akidesi' Iranlilarin eski dinlerinde de vardi. Bu bakimdan, bu bâtil itikat onlarda kolaylikla taraftar buldu.

Önce, Hz. Ali'ye (ra) ilâhlik izafe ettiler. Daha sonra, bu ilâhligin, O'nun evlâtlarina da intikal ettigi davasinda bulundular ve neticede Iran'da bir ilâhlar hanedani ortaya çikti.

Hz. Ali'nin (ra) vefatinda Ibn-i Sebe, "Ölen Ali degil, O'nun sûretine giren bir seytandir. Ali simdi göklere çikmis ve bulutlar üzerinde taht kurmustur," diyerek O'nun ölümüne hulûl akidesi paralelinde bir yorum getirdi.

Böylece, Misir'da "Sebeiyye Mezhebi"nin kurulmasiyla tohumu atilan Siîlik, Iran'da yesermeye, gelismeye basladi. Ve bundan yirmiden fazla firka (kol) türedi.

Kaynak:

1. MS. 70 yillarinda Romalilarin Yahudileri Filistin'den uzaklastirmasindan sonra Yahudiler, kabile kabile Arabistan, Hicaz ve Yemen'e yerlesmisler ve buralari Ikinci "Arz-i Mev'ud" saymislardi. Kisa zamanda buralarin servet, mülk ve arazilerini ellerine geçirmisler, bir taraftan Musevîligi yaymaya çalisirken, diger taraftan da halki alabildigine sömürmüslerdi. Bir ara Yemen Hükümdari Musevîligi kabûl edince, Yahudiler Yemen'de agirliklarini hissettirmeye baslamislardi. Fakat, Islâmiyet’in dogusu ve hizla yayilmasi onlari endiseye sevk etmisti. Nitekim Hicaz ve civârinda Islâmiyet’in yayilmasiyla maglup ve makhur olarak oralardan sökülüp atilmislardi. Mekke ve Medine'deki Yahudilerin Müslümanlar karsisinda ugradiklari bu maglûbiyet, Yemen Yahudilerini son derece rencide etmisti.
2. Abdullah Ibn-i Sebe hahambasiydi ve büyük bir komiteciydi. Hz. Osman (ra) zamaninda Yemen'den Medine-i Münevvere'ye gelerek zâhiren Müslüman olmustu. Ilk nifak ve ihtilâf tohumlarini burada atmaya basladi. Islâmiyet’i içinden yikmak için büyük gayret gösterdi. Bu Yahudi dönmesinin maksadi, Pavlos'un Hiristiyanliga yaptigi gibi Islâm akaidini ifsat ederek Müslümanligi çigirindan çikarmak ve Müslümanlari birer hurâfeci ve hayâlperest haline getirmekti. Sunu hemen ifâde edelim ki, Yahudilerin Islâm Dinine düsmanliklari Peygamberimizin (sav) dogumu ile baslamisti. Onlar, Tevrat'tan mülhem olarak Ahirzaman Peygamberi'nin gelisini bekliyorlar, lâkin O'nun, kendi milletlerinden olacagini zannediyorlardi. Zanlarinin hilâfina, Ahirzaman Peygamberi Kureys'ten gelince, bu hâl onlarin kin ve hasedini galeyana getirdi. Bütün gayretlerine ragmen, gerek Resulüllah Efendimizin hayatinda, gerekse Hz. Ebûbekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) devirlerinde Müslümanlar arasina en ufak bir fitne sokmaya muvaffak olamadilar. Hz. Osman (ra) devrinin sonlarina dogru ellerine bazi firsatlar geçti. Ibn-i Sebe de bu firsatlari en iyi bir sekilde degerlendirmeyi basardi.


Not: Mehmet Kirkinci'nin Alevilik Nedir isimli eserinden istifade edilerek hazirlanmistir.
alinti
Gönderen: 17.12.2009 - 07:05
Bu Mesaji Bildir   Dai üyenin diger mesajlarini ara Dai üyenin Profiline bak Dai üyeye özel mesaj gönder Dai üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
RuZGaR su an offline RuZGaR  
Moderator


1295 Mesaj -
Teþekkürler sindire sindire bi okumak lazým, merak edilen konulardandý, bilgileneceðiz inþallah sayenizde.
Gönderen: 18.12.2009 - 18:20
Bu Mesaji Bildir   RuZGaR üyenin diger mesajlarini ara RuZGaR üyenin Profiline bak RuZGaR üyeye özel mesaj gönder RuZGaR üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
ÞÝÝLERLE VAHDET MÜMKÜN MÜ?

Vahdet bütünüyle birleþmek mi yoksa ortak noktalarda birleþmek mi?
ikincisi ise neden olmasýn Ancak, ehli sünnet içinde görünen ama gerçekte nerede olduðu pek anlaþýlmayan bazý ilim ehli ve talebeleri, ehli sünnet ile þia arasýndaki farklarýn sadece fýkhi meselelerden ibaret olduðunu söylemekte ve þia ile vahdeti istemektedirler. Böyle bir iddia tamamen yanlýþ ve þianýn oyununa gelmekten öteye gidecek bir þey deðildir. Þianýn sapkýnlýklarýný görmezden gelmeye, gerçekleri saptýrmaya yöneliktir. Þiilerin yalan hususundaki inançlarý, onu kutsallaþtýrmalarý ve ondaki aþýrýlýklarý analtýlmaya calýþýlmýþtýr. Bütün bu hakikatlerden sonra, hiçbir kimse, onlara güvenebilir, sözlerini tasdik edebilir ve kendileriyle gidip anlaþabilir mi? Bu mümkün görülebilir mi? Hindli Þii bilgin es-Seydi “Ýmdad Ýmam”, þu sözleriyle bunu doðrulamaktadýr: “Ýmam iye ve Ehli Sünnet mezhepleri, farklý cihetlere doðru akan iki ýrmak gibidirler ve kýyamete kadar da birbirleriyle uzak olarak akacaklardýr. Birleþmeleri imkansýzdýr”(Mishabuz Zulm s.41-42) Muhibbudin el-hatip de, “imamiye þiasý dininin üzerine kurulu olduðu ana esaslar ve onunla bütün fýkra ve mezhepleri de dahil olmak üzere islam esaslarýnýn birleþtirilmesinin Ýmkansýzlýðý”ný iþaret etmiþtir. Doðru ile yalan nasýl birleþtirilir? Doðru söyleyen ile yalancý bir araya gelebilir mi? Zira yalancý, yalaný zaruri ve vacib saymakla kalmýyor, ayný zamanda onu Allah’a yaklaþmak için en büyük vesile olarak görüyor þia âlimleri takiyye gereði kýlýk deðiþtirmeyi ve ehli sünnetten kimselerin içinde casusluk yapmayý, sonradan iade etmek kaydýyla onlarýn arkasýnda namaz kýlmayý, hatta Sünni bir mezheptenmiþ gibi görünmeyi bir meziyet görürler, onlarý nasýl aldattýklarý, kendi inançlarýna sempati saðlamak için ne numaralar çektikleri ile övünürler. þeyh el-behai adýyla bilinen alimleri muhammed b. el-hüseyin b. abdussamed (h.1031): Þam da uzun zaman þafi mezhebinden göründüðünü, bu süreçden Müslümanlarýn inanç dünyasýnda ne oyunlar oynadýðýný muhammed muhammedi el-asteþhardi adýndaki alimlerinin ecvedu'l munazarat, s.188'de (daru's-sekaleyn, lübnan 1416 h. 1.baskýgöz kırpma'daki kitabýnda anlatmýþtýr. Ayetullahu'l uzmalarý ve taklit mercileri ebu'-kasým el-hui, misbahu fekaha fi'l muamelat 2/11'de (daru'l hadi beyrut)'de þöyle der: onlarýn (yani ehlisünnetin) küfürlerinde hiçbir þüphe bulunmamaktadýr. Çünkü velayetin ve imamlarýn bir tekinin bile inkâr edilmesi, imamlardan baþkasýnýn halifeliðine inanýlmasý veya cebr vb. hurafe inanýþlara sahip olunmasý küfrü ve zýndýklýðý gerekli kýlar. Velayeti (imamlarýgöz kırpma inkâr edenin küfrü konusundaki zahir mütevatir buna delalet etmektedir. Ayrýca ayný zamanda humeyni el-erbaune hadisen adlý kitabýnda (s. 511, daru't-tearuf li'l-matbuat, beyrut 1991 m.) iman, ancak Ali ve masum, pak vasilerinin velayeti vasýtasýyla gerçekleþebilir. ehli sünnete taktýklarý lakaplardan bir diðer olan "necis"'tir. Humeyni yine buna açýklýk getiriyor: tahriru'l-vesile 1/118'de (beyrut baskýsýgöz kırpma þöyle der: nasýbiler (ehli sünnet ve hariciler Allah onlara lanet etsin) ise, hiçbir tereddüt söz konusu olmaksýzýn, necistirler!? Allah subhanehu ve teala þöyle buyurmaktadýr: ey iman edenler! Müþrikler ancak necistirler. (tevbe 28) Allah celle ve ala açýk bir vaziyette necis olanlarýn kimler olduðunu bize beyan etmektedir. Görüldüðü gibi þia mimarlarý ortaya koyduklarý inançla Ýslam inancý arasýna öylesine derin uçurumlar koymuþlar ki deðil vahdet bu düþüncenin bu inancýn Müslümanlarýn yüzlerine bakacak halleri yoktur. Ancak sizin yüzünüze bir gülücük atarlar bir takiye yaparlar gönlünüzü fethederler bu yalancýlarýn, attýklarý iftiralarý, Müslümanlara müþriklerin sýfatlarýný takmalarý, Allahýn hükmünü deðiþtirmeleri, kendi sapýk ve Allah'ýn þeriatýna, rasulünün (aleyhissalatu vesselam)'ýn sünnetine uymayan bu sözlere karþý ne demeliyiz? ehli sünnetin kanýný, malýný, canýný helal görenlerle birlikte vahdet olmak mümkün mü? ehli sünnetin yanýnda takiyye dýþýnda amel etmeyi caiz görmemeleri ehli sünnetin ölülerinin cenazesine lanet okumalarý ve onlarý kandýrmaya yönelik kýlýnan takiyye namazý onlarýn bir baþka vasýflarýdýr. Dini liderlerinden hamaney; ecvitu'l-istiftaat adlý kitabýnda s.178'de (daru'l hakk beyrut): onlarýn arkasýnda cemaat olarak namaz kýlmak, idare-i maslahat kabilinden olmak üzere caizdir!? Ýmamlarý Humeyni’de takiyye olmadan onlarýn arkasýnda namaz kýlmaya "caiz deðildir" demiþtir. ve dahasý, namazda sað eli sol el üzerine koymak (ehli sünnetin yaptýðý gibi) fatiha suresinden sonra amin demek namazý iptal eden hususlardandýr, derler. bunu humeyni tahriru'l-vesile 1/186-190, fadlAllah el-mesailu'l-fýkhiyye 1/92, sistani el-mesailu'l-muntehabe s.139. Sözün kýsasý þiacýlarla hiçbir konuda mutabýk kalmak mümkün deðildir. Söylenilen her þeye muhalefet ederler, Ýslam inancýna ters gelen her þeyi rahatlýkla söyleyebilirler. Zorunlu durumda size inanýyor gibi sizden gibi, hak veriyor gibi yapabilirler. Bunlara asla inanýlmamasý gerekir. Bu tür davranýþlar onlarýn olaðan, fakat zehirli davranýþlarýdýr. Mutlak bunun arkasýnda bir hesaplarý mevcuttur. Onu da anlamak mümkün deðildir. Bu dün de böyleydi yarýnda böyle olacak tarihte kaç sefer belirli hükümdarlar ve toplum önderleri bu iki kesimi karþý karþýya getirip anlaþýn sorunlarýnýzý tartýþýn demiþlerdir. Bu tartýþmalarýn sonunda þiacýlar ehlisünnete sonuna kadar hak vermiþ, anlaþmalarý imzalamýþlar ancak, dýþarý çýkar çýkmaz kendi sahte davalarýný savunmaktan ýslama leke sürmeye devam etmekten asla vazgeçmemiþlerdir. Yukardan beri söylenilen her þey þia kitaplarýndan alýnmadýr. Bilgi ve belgeye dayalýdýr. Bir tek satýr hariçten gazel okuma deðildir. Þiiler takiyye konusunu ispatlamak için bir takým ayetleri de zorlayarak ispatlamaya calýþmaktadýrlar. Mesela onlar, Kasas suresindeki "Ýþte bunlara, sabrettiklerinden dolayý mükâfatlarý iki defa verilecektir" ayet-i kerimesini þöyle tefsir etmiþlerdir: "Ehl-i Beyt’e takiyye prensibi üzerine gösterdikleri sabr u sebattan dolayý iki defa mükafat verilecektir." Bu anlam son derece yersiz ve münasebetsiz bir te’vildir; son derece keyfidir. Hazreti Ali’nin, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Osman’ýn hilafetlerine rýza göstermesi, Hazreti Hasan’ýn da Hazreti Muaviye için hilafetten vazgeçmesi ve imamlarýnýn cemaat-ý müslimin’e karþý muhalefet izhar etmemeleri, Caferilere göre takiyye kabilindendir. Yani korkularýndan hakký söylemiyerek, hakký býrakýp haksýzlýða yardýmcý olmuþlar. Halbuki Hazreti Ali için korkuyu icap ettiren en ufak bir durum bile ortada yoktu. Takiyye inancýnýn ortaya çýkmasýnýn en büyük sebeplerinden birisi de ehlibeyt imamlarýnýn ashabý kiramý övmeleri, onlarýn Kuran’da ki üstünlüklerinin itiraf etmeleri, Üç halifenin imamet ve liyakatlerini kabul etmeleri, onlarla hýsým akraba olmalarý kýzlarýný vermeleri, çoçuklarýna onlarýn isimlerini vermeleri, aralarýnda güçlü baðýn olmasý, Þiilerdeki akide bozukluðunu açýklamalarý ve onlarla birlikte bu güzide insanlarýn aleyhine konuþmamalarýný izah edememeleridir. Þiacýlar bu durumu kurtarmak adýna takiyeye sarýlmak zorunda kaldýlar. Þiiler bu çýkmazdan kurtulmak için; imamlarýn, bunu ancak takýyye gereði söylediklerini; fakat açýða vurduklarýnýn aksine inanýyorlardý demek durumunda kaldýlar. Takiyye için HZ Ali diðer halifelerin halifeliðine katlandý, Hz Ömer’e ses çýkarmadý, Hz hasan halifeliði muaviye’ye teslim etti. Hz Hüseyin sahabelere küfür etmedi, Hz. Zeyt takiye için diðer üç halifenin hizmetlerini övdü. Yani onlara göre bu imamlar haþa bu rezilliði takiyye için yaptý. Bu hiç onlara yakýþýr mý? Oysa, yukarda bahsedilen bütün konularda ehlibeyt imamlarý tek fikirdir. Hiç birisi din adýna ashaba saldýrýda bulunmamýþlardýr. Onlarýn haklarýný teslim etmiþ, bildikleri yanlýþ davranýþlarý varsa onu da söylemiþlerdir. Onlar iki yüzlü olmaktan beri dost doðru insanlardý. Hayatta yalan söylemezler, ilkelerinden taviz vermezdi. Çok cesurdular. Hazreti Ali’den çok zayýf olan Hubab ibnül Münzýr, elinde bir delili bulunmadýðý halde korkmayýp Hazreti Ebubekir’in halife seçilmesine itiraz edip de, Hazreti Ali gibi büyük bir kahraman niçin sebepsiz yere sussun! Bu hiç mümkün mü? Hubab mücadelesini yaptý, hiç kimse ona kavlen veyahut fiilen bir eziyet vermedi. Hazreti Ali’nin bundan haberi de vardý. Þu halde susmasý korktuðu için deðil, yanýnda bir delil olmadýðý içindir. Son olarak deriz ki: Biz Ehl-i Sünnet olarak korkak bir Ali’yi tanýmayýz. Korkak Ali bizim deðil, ancak Þiilerindir. Bizim Ali’miz ise büyük bir Ýslam kahramanýdýr. Eðer takiyye yapsalardý hz Hüseyin ve zeyt þehit olmazlardý. Onlar korkak, aciz pýsýrýk asla olmadýlar. Þiacýlar kendi vasýflarýný imamlara yakýþtýrarak onlara ne büyük iftira attýlar. Allah korusun. Þiacýlarýn en büyük sermayesi Hz Muhammed’in ashabýna düþmanlýk, onlarý sevenlere lanet okumaktýr. Þiacýlar son yýllarda bu konuda yeni bir arguman kullanmaya baþladýlar güya "Ali hilafet meselesinde hiç direnmedi, muhalefet etmedi. Çünkü Hz. Peygamber ona: "Sen benden sonra kýlýç kullanarak fitneye sebebiyet verme" diye tavsiyede bulunmuþtur." Bu söylem tamamen i yalan, iftira ve cehalettir. Hz Peygamber hem onu ümmetin baþýna halife tayin etsin, hem de hakký kabul etmekten imtina eden kimselere karþý kýlýç çekmekten men etsin!..Bu sözler doðru olsaydý Hazreti Ali, Sýffýn ve Cemel’de de Resulullah’ýn tavsiyesine muhlefet edermiydi. Hazreti Ali’ye halifeliði teslim etmiyenler Þiilere göre küfrün en çirkin çeþitlerini alenen iþlemiþ olan sahabeye karþý hiç Hz. Peygamber "kýlýç çekilmesin" diye hiç tavsiyede bulunur muydu? Bu aklen ve mantýken mümkün mü?.. Bu hususus hz Hüseyin in kýyamýna tezat teþkil etmez mi? Durumu kurtarmak için her olaya bir kýlýf bulmak için durmadan yalana müracaat etmek doðru mu? Ya da bu yalanlardan adým adým geri cekilmek önemli bir erdem deðimli? Bugün sünni toplumlarýn Þii dalgasýna karþý kültürel bir sýðýnaðý olmadýðýný görülmektedir. Çünkü Þia Mezhebi kin, nefret, yalan, tekzip ve Ýslam’da aþýrýya gitme üzerine bina Edilmiþtir. Ehlisünnet inancý bu kadar fitne fesat ve yalana karþý maalesef korumasýzdýr. Ýslam âlimleri yaratýlmýþlar içerisinde Þiileri yalancý olarak görürler. Bunlardan Ýbn Teymiyye der ki, “Ýlim ehlinin ve onlardan süre gelen nakiller silsilesiyle ittifak edilmiþtir ki Þiiler en yalancý fýrkadýr ve onlarýn yalanlarla dolu bir tarihi vardýr”. Bu sebeple Ýslam âlimleri onlarý yalanda aþýrý olanlar diye tanýmlamýþlardýr. Þiiler, Ehli Sünnetin güvenini kazanmak için onlara güler yüz gösterip dinlerini açýða vurmazlar, onlara tazim de bulunmak üzere sahabenin faziletlerini ve akidelerini öðrenirler, ama tüm bu yaptýklarýnda samimi deðillerdir, böylece bu hal üzere devam ederler. Sadece sizi aldatmak için size güler yüzle davranan bir topluluða ne derece güvenip inanýlýr?! Irak iþgalinde mazlum duruma düþen Müslümanlarýn temsilcisi durumunda olan Zerkavi zor günlerde þii inancýný taþýyanlarýn davranýþ bicimlerini bakýn nasýl tanýmlýyor? Bunlar takiyye ve hile içerisindeki insanlardýr; eðer onlar hususunda sessiz kalmaya devam edersen, buna mukabil onlarý sessiz bulamayacaksýn! Eðer onlarla barýþ yapmak istesen onlar seninle barýþ yapmayacaktýr. Eðer seninle görünürde barýþ yapmak isteseler, barýþý bir aldatma yöntemi olarak kullanacaklardýr ta ki senden kurtuluncaya dek. Bu durum sýradan Þiiler için de aynýdýr. Belki onlardan birisi seni aldatmanýn kapýsý olan evine davet eder, yiyeceðinden yedirir ve içeceðinden içirir ve sana karþý cömert bir tutum sergileyebilir. Ama sen ayrýldýktan sonra yýkamaktansa kaplarý kýrar, çünkü inanýr ki su bir sünninin pisliðini temizleyemez, birçoðu yataklarýný bile yakar. Bu sýradan bir þii’nin durumu, bir de siz düþünün ki bunlarýn “Ayetlerinin (Þiiler arasýndaki âlimlere verilen ad)” durumu nedir? Bizler ehli beytin destekçileriyiz. Sahih Akide üzere olanlar, Ehli Beyt’in ve sahabenin yolu üzeredirler ve Ehli Beyt insanlarýn onlara yakýþtýrdýklarýndan beridir. Ehli Beyt Kur’an’ýn ve sünnetin rehberliðini býrakmadý. Ehli Beyt’in arasýnda izzetli Ayþe’de vardýr, peygamberin (s.a.v) hanýmý ve onlar Allah’tan baþka hiçbir þeyle rabýta kurmamýþ olanlardýr ve Ehli Beyt masum olduklarýný ileri sürmemiþlerdir. Ehli Beyt, Ehli Sünnet’tir ve Ehli Beyt peygamberin (s.a.v) ailesi olmalarý hasebiyle bizim kalplerimizdeki en sevgili olanlardýr. Bu Þiiler Ehli Beyt’i sevdiklerini iddia ederler ama hakikate onlar Ehli Beyt’in en azýlý düþmanlarýdýrlar. Gerçekte Ali’den (r.a) nefret ederler Selman Farisi (r.a) dýþýnda tüm sahabenin kâfir olduðunu iddia ederler. Yani iþte onlarýn tarihi budur öyle bir tarih ki Ehli Beyt’e atfettikleri sevgi yalanýyla dolu, Ali (r.a) Muaviye ile barýþ antlaþmasý imzaladýðý zaman Hasan b. Ali’ye (r.a) ihanet edenler kimdi, sebep neydi? Onlar, Ehli Beyt’i sevdiklerini iddia edenler tarafýndan ihanete uðramýþlardý, o da biliyordu ki onlar zafere kadar onunla beraber savaþmayacaklardý, bu sebeple o barýþý seçti ki bu ne büyük bir antlaþma idi. Ýki Müslüman gurubun yaptýðý bu büyük antlaþmayla ilgili olarak peygamberin ümmete verdiði müjde sizler için yeterlidir. Müslim b. Akil’e ihanet edip onu hüsrana uðratanlar, Hüseyin’in (r.a) öldürülmesine neden olanlar kimlerdi? Tüm bunlarýn hepsinin nedeni Þiilerin ihaneti deðil miydi? Tüm bunlar (sebepler) gösteriyor ki onlar Ehli Beyt’in düþmanlarýdýrlar ve Þiilerle Ehli Beyt’in farklýlýklarý doðu ile batýnýn farklýlýklarý gibidir. Ehli Sünnet, Ehli Beyt’in destekçileridirler ve bu yolda onlarýn sevgilileridirler ve onlarýn sevgileriyle iman üzere kalýrlar.
ALINTI

Gönderen: 18.02.2010 - 00:38
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
ÞÝÝLERÝN ÝMAMET ÝNANCI VE DELLÝLERÝ

Þianýn imamet anlayýþý Þiada imamet anlayýþý imanýn esaslarýndan sayýlmýþ bir husustur. Muteber saydýklarý bütün kitaplarýnda bu mevcuttur. Bu inanca göre Ýmamlýk; inanç temellerinden ve Ýslam'ýn rükünlerinden bir temeldir. Ýmamlara (mutlak) itaat þarttýr. Zira onlara itaat, Allah (cc)'a itaat; isyan Allah (cc)'a isyan demektir. Ýmamlar, Allah'ýn kullarý üzerinde hüccetleri ve þahitleridir. Ýnsanlarý doðru yola sevk eden, Allah'ýn ilminin hazineleri, yeryüzünde Allah'ýn halifeleri ve O'na giden kapýlarýdýr. Allah'ýn nurlarý, yeryüzünün direkleridir. Ýlimleri derin ve köklüdür. Ýnsanlarýn muhtaç olduklarý her þeyi bilirler! Ýmamlarý inkar edenler, Allah'ý ve Peygamber'i inkar etmiþ sayýlýrlar. Allah'ý, Peygamber'ini ve bütün imamlarla zamanýn imamýný tanýmayan bir kimse mü'min olamaz. Ýmamlarý sevmek iman; onlardan nefret etmek ise, küfürdür. Ýmamlarýn emirleri, Allah'ýn emri; yasaklarý da, Allah'ýn yasaklarýdýr. Namaz, oruç, hac, zekât ve cihad gibi farzlar ancak imamla tamam olur. Yeryüzü, gizli veya açýk bir imamdan mahrum olamaz. Ýmamlarý; enbiyalarýn ve resullerin mertebesinin üstünde, masum, kâinatý yöneten, ne zaman öleceklerini bilen, ölümleri onlarýn ihtiyarýna baðlý kiþilerdir. Meleklere ve Peygamberlere çýkarýlan bütün ilimleri, olmuþ ve olacak þeyleri, istedikleri her þeyi bilirler. Melekler imamlara haber getirirler. Kur'an-ý Kerim'de ki "ayat, sadikun, ehlü'z-zikir, ulu'l elbab, rasihun, sabikun bil hayrat, ekvam, nimet" kelimeleriyle "ÝMAMLAR" murad olunmuþtur. (Kuleyni) Ýmamlar bir þeyi bilmek istediklerinde, Allah'ýn sadece onlara bildireceðini ve imamlarýn ölecek zamaný bildiklerini, yalnýz kendi istekleriyle öleceklerini ve onlara hiçbir þeyin gizli olmadýðýný," söylerler. Muhammed Bakýr'dan (el-Kafi, sh:96-126 ) Allah katýndan hakký getiren imamlarýn sözleri, Allah'ýn sözleri; emirleri, Allah'ýn emirleri; taatlarý, Allah'ýn taatlarý ve günahlarý da Allah'ýn günahý sayýlacaðýndan imamlarýn günah iþlemeleri imkânsýzdýr. Ýmamlar mukaddestirler. "Arzýn rüknü, Allah'ýn yeryüzünde üstün hüccetidirler". "Ýmamlýk dinin esasý, müslümanlarýn düzeni, dünyanýn dirliði, mü'minlerin þerefidir"'. Ýmamýn veliliðine inanmak, dinin temelidir. Velayeti kabul etmeden dinin öteki esaslarý tamamlanmaz(Kadý Said Kuýnmi, Esraru'l-Ýbadat, s. 2 "Ýmamlarý sevmek iman, onlara buðzetmek küfürdür" (al-Kafi, i. 188).. Hz. Peygagamber, ahirete göçerken bütün ilmini Hz. Ali'ye býrakmýþ, o da Ýmam Hasan'a, o da Ýmam Hüseyin'e býrakmýþ, ta on ikinci imama varýncaya kadar bu ilim böyle babadan oðula tevarüs edilmiþtir. On ikinci imarnýn kaybolmasý ile bu ilim, þi'a bilginlerine intikal etmiþtir(Dr. Ruþdl Muhammed Arsan Alyan, al-Akl Ýnde'þiilikte'I-Ýmamiyye, s. 55-57. Baðdad,1393{1973). Ýmamlarýn Allah ile ruhsal baðlantýlarý vardýr. Ýmam bilgisini, öteki müetehidler gibi gözlem ve istidIal yolu ile almaz; ya peygamberden, ya kendinden önceki imamdan veya ilham yolu ile alýr Hüccet olmak bakýmýndan peygamberin söziyle imamlarýn sözü arasýnda bir ayýrým yoktur. Çünkü ikisi de Allah'tan alýp duyurmakta, Allah'ýn hükümlerini açýklamaktadýr. Müslümanlarýn, imamýn sözüne uymalarý vacibdir. Ýmamý reddetmek, Allah'ý reddetmek demektir ki þirke yakýndýr. Gerçi peygamber vahiy, imam ilham alýr ama imamýn, kasden ve yanýlarak hatadan masum olmasý, aradaki farký ortadan kaldýrýr Ýmam dinin tatbikçisidir. Ca'fer-i Sadýk'tan þöyle rivayet edilmiþtir: "Allah peygamberini en güzel terbiye ve en üstün akýlla yarattý. Onu en güzel bir biçimde yetiþtirdi, "Affý al, iyiliði emret, cahillerden yüz çevir' dedi. Onu övüp "Sen büyük ahlak üzerindesin' buyurdu. Dini ve dinin tatbikini ona býrakýp "Resulün size verdiðini alýn, Resulün sizi yasakladýðý þeyden sakýnýn", "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiþtir"ý dedi. Allah dinini peygamberine býraktý. Ýnsanlar onu inkâr ederken siz onu kabul ettiniz. Valiahi biz konuþtuðumuz zaman konuþmanýzý, sustuðumuz zaman susmanýzý isteriz. Biz sizinle Allah arasýndayýz. Allah, bize karþý gelen kimseye hayýr vermemiþtir." Peygamber ve imam, ancak halkýn yararýna olaný emreder. Peygamberin ve imamýn kalbine, Allah'ýn iradesine aykýrý, ümmetin yararýna zýd bir þey gelmez. Allah, bazý iþlerin tayinini peygamberin ve imamýn oyuna býrakýr. Farz rek'atlerin sayýsý, nafile namaz ve orucun tayini gibi. Hükümlerin açýklanmasýný, fetvayý, Kur'an ayetlerinin tefsir ve, te'vilini de onlara býrakmýþtýr. Onlar uygun görürlerse açýklarlar, uygun görmezlerse susarlar. Takiyye gereðine, hal ve yarara göre hareket ederler. al-Kuleyni, ayný ayetin anlamýný soran üç kiþiye, Sadýk'ýn ayrý ayrý cevaplar verdiðini, bu durumun ya takiyyeden veya tafviz'den ileri geldiðini söylüyor). Ýmam, bir olayda þeriatýn zahiriyle amel edebileceði gibi zahiri terk edip kendi re'yine göre de hükmedebilir. Nitekim Kehif kýssasýnda Musa'nýn arkadaþý ve Zu'l-Karneyn böyle yapmýþtý. Bu hususlar kendi kaynaklarýndan örneklendirmeye devam edersek; Bir hadisilerinde:” Ýmamlar Allah’a gelinen kapýlarýn ta kendileridir. Eðer Onlar (imamlar) olmasaydý Allah bilinemezdi. Allah Onlarla yarattýðý kullarýnýn hüccetini ikame etmiþtir.”( el-Kafi: 193 / 1) Eðer Allah imamlar olmadan bilinmezse kullarýn hüccetinin ikame olmasý da onlar sayesinde oluyorsa o halde peygamberlere gerek varmýydý?! “el-Kafi” de Ebu Abdullah (a.s)’dan þöyle dediði rivayet ediliyor: “Ali (a.s)’ýn getirdiðini alýr, nehyettiðinden de sakýnýrým. O’nun üstünlüðünde Muhammed (s.a.v) üstünlüðü vardýr. Verdiði hükümler de Ali (a.s)’i takip edenler, Allah’a ve Rasulüne uyup takip edenler gibidir. Ýmamlarýn bilgisi ve gücünü gösteren bir baþka hadisleri; “Ben cennet ve cehennem arasýnda taþanlarý taksim ederim. Ben en büyük Faruk (ayýrýcýyým). Ben Musa’nýn asasýnýn sahibiyim. Muhammed (s.a.v)’i melekler, ruh ve peygamberler nasýl kabul ve ikrar etmiþlerse beni de kabul ve ikrar eylediler. Muhammed (s.a.v)’ e yüklenilen ilahi yük rabbani sorumluluk bana da yüklenmiþtir. Bana, daha önce kimsede bulunmayan özellikler verildi. Ben bela ve musibetleri bilirim. Nesepleri ve son kesin sözü bilirim. Benden öncekilerden hiçbir þeyi bana uzak ve gizli kalmadý, hepsini bildim. Gaybýn bilgileri benden uzak deðildir. Allah’ýn izni ile müjdeliyorum O’nun adýna yapýyorum. Hepsi Allah’tandýr. Ýlmi ile bu konuda bana güç ve imkan verdi.”( el-Kafi Bu hadisin çokbenzer“el-Mufaddal b. Ömer’den rivayetle yine (Kuleyni, Kafi, c.1, s.197) de yer almaktadýr. Þianýn kolu Nusayriler ve Bâtýnilerin Hz. Ali yi (r.a) nýn hâþâ Allah’ýn ta kendisini olduðunu takiye yapmadan söylemiþlerdir! Fakat Þiiler ise; onu (imamlarýn ilahlýðýnýgöz kırpma Nusayriler gibi acýk bir lisan ile deðil de dolaylý yönden söylemiþlerdir. Bu söylemi teyit eder bir görüþ sergileyen“Ýran Þii devrim lideri, Ayetullahlarý ve Hüccetleri olan Humeyni “el-Hukumetu’l Ýslamiyye” adýnda ki meþhur kitabýnda diyor ki: “Ýmam için övülmüþ bir makam vardýr(Týpký Allah’ýn sadece Muhammed (s.a.v)’e has kýldýðý övülmüþ makam (makamu’l Mahmud) gibi!) âlemin hükümranlýðý, kâinatýn tüm zerreleriyle imamlarýn vilayetine ve egemenliðine boyun eðer. Mezhebimizin inanç gereklerinden bir tanesi de; imamlarýmýzýn bir makama sahip olmasý ve o makama ne yaklaþtýrýlmýþ meleklerin ne de resullerin, nebilerin ulaþamamasýdýr. Ýmamlarla ilgili bir baþka hadisleri; Peygamber (s.a.v) ve Ýmamlar (a.s) bu âlemin yaratýlýþýndan önce birer nurdular ve Allah onlara kendisini Allah’tan baþka kimsenin bilmediði bir menzile ve yakýnlýða yerleþtirdi. Ýmamlarýmýzdan (a.s) rivayet olunuyor ki: “Bizim Allah ile aramýzda bazý özel haller vardýr, ona ne yakýnlaþtýrýlmýþ melekler ne de resuller, peygamberler ulaþýr” ayný þekilde Fatýma el-Zehra (a.s)’da böyle bir menzile sahiptir...”( el-Hukumetu’l Ýslamiyye: Sayfa: 52) “Ve biz inanýyoruz ki, imamlarýn emir ve iþleri diðerlerininkinden farklýdýr. Biz mezhebimiz gereði inanýyoruz ki, imamlarýmýzdan gelen her emir ve iþ vefatlarýndan sonra bile yapýlmasý gerekip, bilakis o iþlere ve emirlere tabi olmak vaciptir!”( el-Hukumetu’l Ýslamiyye: Sayfa: 90) Kuleyni, kitabýnda, “ Yeryüzünün Tamamý Ýmamlara Aittir” baþlýðý altýnda Ebu Abdillah’tan þu rivayette bulunur: “Dünya ve ahiret imama aittir; dilediðine verir, dilediðini de vermez.”( Kuleyni, el-Kafi, c.1, s.492) Þia inancý, imamlarýn vahiy aldýðýný da iddia etmekte, refarans olarak kuran dýþý kitaplara tabi olunmayý da emretmektedir. Ýþte kendi kaynaklarýndaki delili; “ “... Ammar es-Sabbati þöyle rivâyet etmiþtir: Ebu Abdullah (Cafer Sadýk aleyhisselâm)’a dedim ki: “Hükmettiðiniz zaman ne ile hükmedersiniz?” Buyurdu ki:” Allah’ýn hükmüyle ve Davud’un hükmüyle, hakkýnda her hangi bir þey bilmediðimiz bir þey karþýmýza çýktýðý zaman, buna iliþkin hükmü, Rûhul Kudüs’ten alýrýz. “ (Usul-u Kâfi sh 597 H.1036.) “... Ammar es-Sabbati þöyle rivâyet etmiþtir: Ebu Abdullah (Cafer Sadýk aleyhisselâm)’a dedim ki: “Ýmamlarýn konumu nedir?” “Ýmamlarýn konumu, Zulkarneyn’in, Yuþa’nýn ve Süleyman’ýn arkadaþý Asef’in konumu gibidir.” dedi. Dedim ki: “Ne ile hükmedersiniz?” Buyurdu ki: “Allah’ýn hükmüyle, Davud soyunun hükmüyle ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi)’nin hükmüyle... Bunlarý Rûhul Kudüs bize bildirir... “ (Usul-u Kâfi sh 597 H.1037.) Yine Kuleyni, vahiy ve imâm konusunda îmam Ali Rýza'dan þunlarý nakletmektedir: " îmamýn kendine de vahiy gelir. Söyleneni iþitir, fakat konuþaný görmez." (el-Kafi, sh:82) Þiiler imamlarýnýn diðer peygamberlerin hepsinden üstün olduklarýna inanýrlar ve bununla ilgili bir hadisleri; el-Meclisî, Mir’âtu’l-Ukûl adlý kitabýnda: “Þüphesiz onlar Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem dýsýnda bütün peygamberlerden serefli ve üstündürler” demistir.( el-Meclisî, Mir’âtu’l-Ukûl Fî Serhi Ahbâri Âli’r-Rasûl (2/290). "Kuleyni, . . . .Ýmam M. Bakýr'ýn þöyle dediðini rivayet etmiþtir: Ali'nin veli ve imam olduðunu, diðer hidayete ermiþ imamlara da uymayý ve onlarýn düþmanlarýndan uzak olarak Allah'a yakýn olmayý, tasdik etmektir. Þüphesiz imamsýz olan bir kimse yolunu þaþýrmýþ, sapýtmýþ olur. Bu durumda kalýrsa "kafir" gibi ölmüþ olur! (Kafi, sh :84- 86) Þia imamlarý hakkýnda o kadar aþýrý inançlar üretmiþlerdir ki haþa nerdeyse onlarýn pislikleri bile kutsaldýr. Þifa kaynaðýdýr. Ýþte bunu teyit eden görüþleri Þia’nýn Ayetullah’ý ve hücceti olan Molla Zeynel Abidin el-Kelbeykani “Envaru’l Vilaye” isimli eserinde diyor ki: “Masumlarýn idrarlarýnda, kanlarýnda, dýþkýlarýnda namazdan sakýnmayý gerektiren bir necasetlik yoktur. Ýmamlarýn idrarlarýnda ve dýþkýlarýnda bir çirkinlik, iðrençlik yoktur bilakis onlar birer misktir! Her kim onlarýn idrarlarýndan, dýþkýlarýndan ve kanlarýndan içerse Allah ona ateþi haram kýlar ve cennetine sokmasý vacip olur!”( Envaru’l Vilaye, Sayfa: 440) Ýmamlarýn vasýflarýný belirten hadisler bunlarla sýnýrlý deðil. Þia kaynaklarý incelendiðinde ulaþabildiðimiz kadarýyla sadece imamlarýn üstünlüklerine yönelik yüzlerin üzerinde hadisleri vardýr. Örneklere devam edersek; “... Muhammed b. Müslim þöyle rivâyet etmiþtir: Ebu Cafer (Muhammed bakýr aleyhisselâm)’ýn þöyle dediðini duydum: “ Allah tarafýndan tayin edilen bir imamý olmaksýzýn sýrf kendini yoran bir ibadetle Allah’a kulluk sunan bir kimsenin çabasý kabul görmeyecektir. O, sapkýn ve þaþkýndýr. Allah, onun amellerini çirkin sayýp öfke duyar. Onun örneði bir koyunun örneðidir ki, çobanýndan ve sürüsünden ayrýlýp kaybolur. Bütün gününü þaþkýn þaþkýn gidip gelmelerle bitirir. Gece olunca baþýnda çobaný bulunan bir sürü görür, o sürüye katýlýr ve gecesini bu sürünün aðýlýnda geçirir. Çoban sürüsünü meraya salmak istediði zaman, bu yitik koyun çobanýný ve sürüsünü tanýmaz olur. Tekrar çobanýný ve sürüsünü bulmak için þaþkýn bir halde saða sola gider gelir. Derken baþýnda çobaný bulunan bir sürü görür, bu sürüye sýðýnýr, onlara katýlýr. Çoban ona seslenir: “Gel çobanýna ve sürüne katýl. Sen kaybolmuþsun, þaþýrmýþsýn Çobanýndan ve süründen uzaklaþmýþsýn.” Ama o þaþkýn, yitirmiþ olarak saða sola koþuþmaya baþlar. Çobaný, yol göstereni, güdücüsü olmaksýzýn, önünü kesip, doðru yola yöneltecek bakýcýsý olmadan gezinip durur. Derken kurt, bu koyunun kayboluþunu fýrsat bilir ve koyunu yer. Ayný þekilde, Allah’a yemin ederim ki, ey Muhammed! Þu ümmetten kim, Allah, Azze ve Celle’nin tayin ettiði özellikleri belli ve adil bir Ýmamý olmazsa kaybolur, yolunu þaþýrýr. Eðer bu þekilde ölürse küfür ve nifak üzere ölmüþ olur. Bil ki, ey Muhammed! Zorba imamlar ve onlarýn tabileri Allah’ýn dininden soyutlanmýþlardýr. Hem kendileri sapmýþ hem de baþkalarýný saptýrmýþlardýr. “Rablerine kâfir olanlarýn örneði, bir küle benzer, kasýrga estiði bir günde bu kül, yelle savrulur gider. Kazançlarýndan hiçbir þey elde edemezler, iþte budur doðru yoldan çok uzak bir sapýklýk.” (Ýbrahim, 18)” (Usul-u Kâfi sh 250-251 H.468.) Tamam, varsayalým ki bu söz doðrudur. Ya da en azýndan Þiiler inanýyor. Yukarýdaki soruyu tekrar soruyorum Ýslam toplumlarý asýrlardan beri imamsýzdýr. Sözüm ona imam gayb oldu? Kýyamet zamanýna yakýn bir zamanda kadar da dönmeyecek. Ancak, kýyamet zamaný mehdi olarak dönecek!. Bu iki dönem arasýndaki insanlarýn hali ne olacak?. Þiiler kendilerine bu sorunun geleceðini bilmiyorlar mýydý? Tabi ki bu sorunu gidermeye yönelik bir hadis olmalý. Bunula tezat olan ancak sorunu gidermeye yönelik þu hadisleri vardýr. “... Mansur, kendisine anlatan birinden þöyle rivayet etmiþtir: Ebu Abdullah (Cafer Sadýk aleyhisselâm)’a dedim ki: “Bir günün sabahýnda veya akþamýnda uyacaðým bir Ýmam bulamadýðým zaman ne yapayým?” Buyurdu ki: “Kimi seviyorsan onu sevmeye ve kime buðz ediyorsan ona da buðz etmeye devam et. Ta ki Allah, Azze ve Celle, Ýmamý zâhir edinceye kadar.” (Usul-u Kâfi sh 503 H.911.) Þia inancý imamsýz bir dönem olmayacaðýný söylerken buradaki anlatým neyi ifade ediyor acaba!? Hani imamsýz olmazdý. Ne oldu da durum deðiþti?. Ýmam bulamadýðýn zaman sevdiklerini de ifrat derecesine sevmeye devam et. Ama sahabeye küfründe ve nefretinde sakýn geri kalma ta ki imamý görünceye kadar. Bu þekilde tercüme edebilirmiyiz bu hadislerini. Meseleyi bir bütünlük içinde deðerlendirdiðimizde bu inanctaki celiþkiyi daha net görmek mümkün olacak. Þii inançýnda 12. imam öldürülme korkusuyla bir maðara da kayýp oldu. O kýyabet yaklaþýnca mehdi olarak geri dönecek! Giderken hakiki kuraný da yanýnda götürdü. Geride kalanlar onu bekleyecekler. Beklerken de her hangi bir kurtarma hareketine, islamýn geleceði için her hangi bir faaliyete kalkýþmayacaklar. Kaybolan imam gelecek hem onlarý hemde bütün dünyayý kurtaracak! O gittikten sonra bin yýldan beri insanlar imamsýz yaþamaktadýr. Oysa devrin imamýný Müslümanlar tanýmak zorundaydyý tanýmaz ondan ilham almazlarsa imansýz olarak göceme tehlikesi vardý!. Ýmam kayýp olunca onu tanýma imkâný bin yýldan beri olmadý. Taki onun yerini taklidi imamlar alýncaya kadar. Onu da saðolsun Humeyni acýklýða kavuþturdu. Þimdi þii toplumlarýnda aydýn insanlar yüksek sesle sesleniyorlar. Hani onu beklemek zorundaydýk. Bizleri neden bin seneden beri uyurgezer býraktý? Neden onu beklemek yüzünden bugüne kadar zamanýmýzý boþa harcadýk? Oysa onu beklemeden de inanan insanlar bir þeyler yapabiliyormuþ. Nerede bu kayýp imam? Artýk onun için bu coðrafyada korkulacak herhangi bir durum söz konusu deðil.!? Neden hala gelmiyor diye sorduktan sonra ayný ilim adamlarý aslýnda bu kayýp imam konusunun bir uydurma oludunu, Müslümanlarý bir uyutma projesinin ürünü olduðunu dile getiriyorlar. Burada þunu da belirtmekte fayda var. Bazý þii âlimleri yazdýklarý kitaplardaki iddialarýný güclendirmek için on ikinci imamla gizli gizli görüþtüklerini, bazen de rüyasýna girdiðini meselenin gizemli kalmasý için de bunu fýsýltý halinde dile getirmektedirler. Hâþâ bu hususun doðru olduðunu düþünmek Hâþâ Allah Kullarýný cehenneme atmak için bahane aradýðý anlamýný taþýmaktadýr. Neden Allah’a bu iftiralar edilir? Hâþâ bir takým fitne fesat oyunlarýn içinde neden Allah gösterilmeye çalýþýlýr? Bunu doðru bir niyet cercevesinde anlamak mümkün deðil. Ancak Þiiliðin doðuþu ve geliþim sürecini hakiki tarihi mevzularý okumayýnca anlamak mümkün deðildir. Tabi bu þiacýlarýn Tarih adýna uydurduðu destanlardan bahsetmiyorum. Gerçek belgelere dayalý güvenilir tarihçilerin yazdýðý eserleri kastediyorum. Yüce Allah, Kuran’ý Kerim’de, Resuller, hatta Resullerin efendisi Hz. Muhammed de dahil olmak üzere, hiçbir kimsenin gaybý bilemeyeceðini açýkça beyan etmektedir... Allah, kýyametin ne zaman olacaðýný, yaðmurun yaðmasýný ve bir insanýn nerede ve ne zaman öleceðini, ancak kendisinin bildiðini beyan ederken, Þiiler, bu hususiyeti, imamlarýna atfederler. Ayný þekilde Allah, Hz. Peygamber’in münafýklarý bilemeyeceðini ve onlarý müminlerden ayýramayacaðýný söylerken, onlar, imamlarýnýn unutmaz ve hata etmez iman ve nifak bakýmýndan insanlarý tanýyýp ayýrdýklarýný ileri sürerler. Yeryüzünde ne gayb varsa imamlarýn hepsini bildiðini, Þia'nýn diðer Müslümanlardan farklý olduðunu ayrýca, kendilerine mahsus ve diðer insanlarda bulunmayan birtakým ilimlere sahip olduklarýný söylemektedirler. Bu ilimleri Hz. Ali'ye nispet ederler. Çünkü onlara göre Hz. Ali dinin sýrlarýna sahiptir çünkü Hz. Peygamber diðer müslümanlara açmadýðý bilgileri ona açmýþtýr. Bazan Hz. Fatýma ve Hz. Ali'nin çocuklarý imamlarýn ilimlerine sahip olduklarýný, hata ve unutmaktan masum bulunduklarýný, Ýslâm'ý imamlarýn yolu dýþýnda kimsenin anlayamayacaðýný, Kur'ân sýrlarýnýn ve din hakikatinin sadece imamlarda bulunduðunu iddia ederler. Bazan da "Fatýma Kur'ân'ý" adýný verdikleri özel bir Kur'ân'a sahip bulunduklarýný ve bunun Müslümanlarýn elindeki Kur'ân'ýn üç katý kadar olduðunu119, bugün müslümanlarýn elinde bulunan Kur'ân'dan onda bir tek harfin bulunmadýðýný ileri sürerler. Bazan da bütün ilimlerin içinde yazýldýðýný iddia ettikleri bir deri olan Cefr'e120 sahip olduklarýný iddia ederler. Bazan da sadece kendilerinin sahip olduðu ve baþka hiçbir kimsede bulunmýyan dini bilgilere sahip olduklarýný iddia ettikleri gibi, Kur'ân âyetlerinin gerçek tefsirine kendilerinin sahip olduklarýný söylerler. Hatta yüce Allah'ýn Hz. Muhammed'i tenzil (Kur'ân harfleri) ile Hz. Ali'yi de te'vil (yani tefsir) ile gönderdiðini ileri sürerler.(en-Nevbahtî, Firaku'þ-Þia, 38, ) Bütün bunlarla birlikte imamlarýn dilediði kadarýný Allah’ýn dilediðini iddia etmeleri yani imam bir þeyi dilerse, Allah’ta diler fikrine inanmalarý inýlýcacak gibi deðildir. Bu Allah’ýn imamýn dilediðini dilemesi anlamýna gelir ki bu inanç da sorgulanmadan kabul edilir mi?. Ýnsanlarý tekfir etmek insan olarak bizim görevimiz deðildir. Þiilerin hangi inanýþý küfürdür hangisi þirktir buna girmeye gerek yoktur. Sadece inanç akidelerini belirten hadisleri belirtmek konunun anlaþýlmasýna yetecektir. Bu konu yüce Kuran’ dan birkaç ayet den alýntý yapmakta sanýrým fayda olacaktýr. “Gaybýn anahtarlarý Allah'ýn yanýndadýr; onlarý O'ndan baþkasý bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dýþýnda bir yaprak bile düþmez. O yerin karanlýklarý içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaþ ve kuru ne varsa hepsi apaçýk bir kitaptadýr.”( En’am suresi / 59. Ayet) Baþka bir ayette: “De ki: Ben size, Allah'ýn hazineleri benim yanýmdadýr, demiyorum. Ben gaybý da bilmem. Size, ben bir meleðim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarým. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düþünmez misiniz?”( En’am suresi / 50. ayet) “De ki: "Ben, Allah'ýn dilediðinden baþka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip deðilim. Eðer ben gaybý bilseydim elbette daha çok hayýr yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalýk dokunmazdý. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarýcý ve müjdeleyiciyim."agla Ar’af suresi / 188. ayet) Yine Allah buyurdu ki: “(Resulüm!) Ýþte bunlar sana vahyettiðimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onlarý ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakýnanlarýndýr.”( Hud suresi / 49. ayet) Ayeti kerimenin de ifade ettiði gibi o haberleri önceden ne peygamber ne kavmi ne Ali bin Ebi Talib ne de O’nun kavmi biliyordu. O halde nasýl O’nun hakkýnda kendisinden önce geçenlerin onda gizli saklý kalmayacaðýný söylüyorsunuz? Allah buyurdu ki: “O, gaybý mý bildi, yoksa Allah'ýn katýndan bir söz mü aldý?”( Meryem suresi / 78. ayet) “De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan baþka kimse gaybý bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.”( Neml suresi / 65. ayet) baþka bir ayette: “Acaba gaybýn bilgisi kendi yanýndadýr da o görüyor mu?”(Necm suresi / 35. Ayet) “O bütün görülmeyenleri bilir. Sýrlarýna kimseyi muttali kýlmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediði peygamber bunun dýþýndadýr. Çünkü O, bunun önünden ve ardýndan gözcüler salar”(Cin suresi / 26, 27. ayetler) “Kýyamet saatini bilmek ancak Allah’a mahsustur. Yaðmuru O indirir, rahimlerde bulunaný O bilir, kimse yarýn ne kazanacaðýný bilmez ve hiç kimse nerede öleceðini bilmez. Allah þüphesiz bilendir, her þeyden haberdardýr.” (Lokman, 34) Yüce Allah, Hz. Peygamber’e hitaben, münafýklar hakkýnda þöyle buyurur: “Çevrenizdeki bedevilerin içinde ikiyüzlüler ve Medineliler için de ikiyüzlülükte direnenler var. Onlarý siz deðil, ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azabedeceðiz; onlar sonra da büyük bir azaba uðratýlýrlar.” (Tevbe, 101) Allah, Tebük Gazvesine gitmemek isteyen münafýklarýna izin veren Hz. Peygamber’e þöyle buyurur: “Allah seni affetsin; doðrular sana belli oldu, yalancýlarý bilmeden önce, niçin onlara izin verdin?” (Tevbe, 43), Kuran ayetleri gayb ile ilgili bunu derken Þiacýlarýn muteber kaynaklarýnden bir iki örnek vermek sanýrým yeterli olcaktýr. Kuleyni, Abdullah b. Cundub’den, Þia’nýn sekizinci imamý Ali b. Musa’nýn, ona yazdýðý þu mektubu rivayet eder: “…Biz imamlar, yeryüzünde Allah’ýn eminleriyiz. Belalar ve felaketler, Arab nesebi, Ýslam’ýn doðuþu ve ilgili ilimler bizim katýmýzdadýr. Biz, bir kiþiyi gördüðümüzde, onu gerçekten mümin mi, münafýk mý olduðunu biliriz. Bizim taraftarýmýz, isimleriyle ve babalarýnýn isimleriyle birlikte yazýlýr. Allah bizim ve taraftarlarýmýz hakkýnda misak almýþtýr.” (Kuleyni, Kafi, c.1, s.223) “Muhammed el-Bakýr, Hz. Ali’nin þöyle dediðini bildirir: Bana altý þey verildi: Belalar ve felaketler ilmi; vesayet; hükümler ilmi; dünyaya geri dönmem ve bütün dünyaya hakim olmam; asa ve meysem ile insanlarla konuþan debbenin sahibi olmam.”( Kuleyni, Kafi, c.1, s.198
ALINTI

Gönderen: 18.02.2010 - 00:40
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
ÞÝÝLERLE TAKÝYYE ANLAYIÞI

Ýslamýn ilk yýllarýnda özellikle hz peygamberimiz döneminde her hangi bir þey adýna bölünmüþlük bulunmuyordu. Sadece münafýklar Müslümanlarýn gýyabýnda toplantý yapýyor islama karþý neler yapmalarý gerektiði hususunda strateji belirliyorlardý. Bu süreç Hz Osman dönemine kadar böyle devam etti. Hz Osman ýn þehadetinden sonra bir takým siyasi ve kavmiyetci bölünmüþlük boy göstermeye baþladý. Ançak yine dini anlamda herhangi bir ayrýþma görülmedi. Hz Ali döneminde hariciler kuran ý farklý yorumlayarak bir ayrýþma gösterdi ise de Bu anlayýþ fazla sürmedi. Bundan baþka Abdullah ibni sebe hareketi farklý yerlerde küçük gruplar halinde farklý anlayýþlar geliþtirmeye baþladý. Bu dönemde atýlan ayrýþma tohumu Hz Hüseyin in þehadetine kadar gizli gizli yayýlma gösterdi. Ýslam cematinin fikirleriyle ters düþen Hizipcilik ya da mezhepçilik gibi faaliyetlerini gizli yapmak durumunda kalan bu cýkarcý önderler, hâkim güce veya islami ekseriyete karþý açýkça söylemekten cekindikleri ayrýcýlýðý gizlemiþler bunun meþruiyetini saðlamak içinde bu gizliliði takýyyeye baðlayarak cýkýþ yolu bulmuþlardýr. (takiyye kendisinin veya bir baþkasýnýn malý ve caný konusunda duyduðu endiþe veya korkuya baðlý olarak farklý görünme) Þii mezhep liderlerinin desteklenmesinde takýyyenin büyük rolü olmuþtur. Bu önderler faaliyetlerini sürdürdürken takiyye sayesinde korunmuþ yönetim tarafýndan kendilerine bir zarar gelmesinin önüne bu yöntemle geçmiþlerdir. Takýyye maskesi altýnda gereken paralar temin etmiþler. Söz konusu þii mimarlarý ortaya koyduklarý felsefenin ve söylemlerinin kalýcý ve inandýrýcý olmasýný saðlamak için, sürecin içinde kutsal kiþiliklerin müdahil edilmesi, bu kiþiliklerin son derece güçlü, masum, her þeyi bilen, yaþadýklarý sürece vahiy alan kainata hükmedecek kadar yetkilerle donatýlmasý gerektiðinin bilincindeydiler. Bunlar i söylemlerini kutsal kimselere söylettirmeleri gerektiðini bilen, hile ve desise uzmanlarýydý. Bu kutsal ve güçlü kiþilikler tabi ki mazlum duruma düþmüþ Ali ve oðullarýndan baþkasý olmazdý. Ortaya koyduklarý akideleri ile portresini cizdikleri liderin bir birine uyumu gerekiyordu. Bu da ancak takiyye ile saðlanabilirdi. Yoksa proje amacýna ulaþmayacaktý. Bu amacýn hedefine ulaþmasý için en gerekli olan dini esas Takiyye idi. Çünkü bu terime bütün aþamalarda ihtiyac duyulacaktý. Ayrýca Kendi kötü ve alt niyetlerini saklamanýn baþka cýkýþ yolu da yoktu. Ýþte bu amaclarla yalan’a takdis ve tazim süsü verilerek ve ona kendi isminden baþka bir isim takarak “takiyye” adýný verip dinin bir esasý haline getirdiler. Din adýna söylenilecek þeyler toplumun inançlarýyla ters düþtüðünde zor durumda kalacaklardý. Bunu þimdilik takiyye ile saklýyacaklardý. Ancak, kendi gruplarýndaki insanlar öðrendikleri þeylerin kuran ve sünnetle tezat olduðunu anladýklarý zaman foyalarý ortaya cýkacaktý ki, Bunun yolunu da söz konusu imamlara masumluk sýfatý giydirerek aþmasýný bildiler. Çünkü öncelikli stratejileri tezlerini kendi gruplarýna kabul ettirmek daha sonra dýþarýya acýlmaktý. Bunu neyle yapacaklardý konuþan kuran Ali ile. Diðer hadisler zaten Hz peygambere ihanet eden sahabelerce uydurulmuþtu! Kuraný ve hadisi Ali ve oðullarýndan daha iyi bilen kim olabilirdi ki? Þiiler dinin bir esasý temeli ve aslý olarak deðerlendirdikleri Takýyyeye baðlýlýkta son derece ileri giderler; bu inancý da masum kabul ettikleri imamlarýndan birine nispet ederler. Yalanla eþ anlamlý gibi kullanýlan Takiyye kelimesi geçtiði her yerde Þiiliði hatýrlatýr olmuþtur. Onlar takýyye ile sakladýklarýnýn tersini, gizlediklerinin zýddýný acýða vururlar. Takiyyenin dinin bir esasý olarak ortaya koyduðu iddia edilen Ehlibeyt imamlarýnýn hiç birisi takiyyeyi kendi hayatlarýnda asla uygulamamaýþlardýr. Ne Ali ne diðerleri. Mesela Hz. Hasan, takýyye’den ve insanlarý aldatmaya çalýþmaktan en uzak bir kimseydi. Muaviye ile sulh yapmasý buna delildir. Ýmam Hasan, babasýnýn taraftarý olup sulhü istemiyen birçok kimsenin açýk muhalefetiyle karþý karþýya kalmýþtýr. Hatta Ali’nin en büyük taraftarlarýndan bilinen Süleyman Bin Surd, Ýmam Hasan’a: “ - Selamun Eleykum ey müminleri zelil eden!...” diye hitap etmiþtir. Sulh’a karþý olanlar, ayný zamanda kuvvetli ve güçlüydüler. Bu sebeple Ýmam Hasan onlarýn çýkardýklarý birçok zorluklara göðüs germiþ, görüþünü kahramanca müdafaa etmiþtir. Takiyye fikrine hiç kapýlmamýþtýr. Sonra Yezid Bin Muaviye’ye karþý ayaklanan Ýmam Hüseyin, Irak’a gitmesine mani olmaya çalýþanlarýn sözünü dinlememiþtir. Ýmam Hüseyin, bu savaþta kendisi, çocuklarý ve taraftarlarýnýn þehid olabileceðini, ev halkýnýn da esir düþeceðini göz önüne almýþtý ve böyle olacaðýný yakiynen biliyordu. Hüseyin Muharrem’in onunda taraftarlarýný toplamýþ ve yarýn savaþ olacaðýný ve muhakkak katledileceðini, taraftarlarýnýn kendisine olan bi’atlerini çözebileceklerini, isteyenin savaþ meydanýný terk edebileceðini söylemiþ ve: “ - Gece vakti, deveye binin, istediðiniz yere gidin!..” demiþti. Giden gitmiþ ve kalan da Hüseyin’le birlikte þehid olarak ebediler defterine kaydolmuþtur. Bu sürecin içinde takýyyeden veya takýyye ile alakasý olan birþeyden eser bulmak mümkün mü? Çok secde eden olarak bilinen Ýmam Ali Bin Hüseyin Kerbela da esir düþmüþ, ayaklarý zincire vurulmuþ ve Kerbela’dan Þam’a kadar çýplak deve üzerinde götürülmüþtür. Hayatý boyunca bu acýlarý unutmamýþ iktidara karþý en aðýr tenkitleri yapmýþ ölümüyle birlikte insanlýða 54 dua býrakmýþtýr.. Bu dualarýn toplandýðý kitaba “Seccadiye Sahifesi” adý verildi. Bu dualarda Emevi Hilafeti’ne beddualar mevcuttur. Bu yönetime karþý hayatýnda hiç takiyye yapmamýþtýr. Ýmam Bakýr ve büyük alim oðlu Ýmam Sadýk Medine’de resulullah’ýn mescidinde yýllarca ders verirken, hiç kimseden korkup çekinmeksizin, fýkhi görüþlerini söylerlerdi. Bakýr, Emevi Hilafetin devrinde Sadýk ile, Emevi Hilafeti’nin sonunda ve Abbasi Hilafetinin baþýnda yaþadý. Her iki hilafet. de, bu imamlara karþýydýlar. Bunlar korkmadan yýlmadan binlerce talebe yetiþtirdi. Ýktidarlara karþý hiç takiyye yapmadý. Ýmam Musa Bin Cafer de Abbasi Halifesi Harunü’r Reþid’e muhalifti. Baðdad’da Halife tarafýndan birkaç yýl hapse atýldý. Musa Bin Cafer takýyye yolunu tutup amcasý oðlu olan ve aralarýnda bir sürü yakýnlýk baðlarý bulunan Halifeye takiyye yapsaydý onu aldatsaydý kurtulurdu. Yapmadý. Hilafet Abbasilerden Me’mun’a geçince, Rýza adýyla tanýnan sekizinci Ýmam Ali Bin Musa’yý veliahd tayin etti. Ancak Ýmam, Me’mun zamanýnda vefat edince, Hilafet Abbasiler’de devam etti. Ýmam Rýza vefat ettikten sonra, Abbasi Halife Me’mun Ümmülfazl’dan olan kýzýný Rýza’nýn oðlu Muhammed El-Cevad’la evlendirdi ve böylece Abbasi Halife ile Ehlibeyt arasýndaki dostluða devamlýlýk saðladý. Birisi Veliahd, diðeri Halife’nin damadý olan bu iki imam da takýyye ile amel etmeye ihtiyaçlarý olmadýðý gibi, hedeflerine ermek için Þia’nýn takýyyeye tevessül etmeleri talebinde de bulunmamýþtýr. Ýmam Cevad’dan sonra onuncu ve onbirinci imamlardan olan Ali ve oðlu Hasan Askeri Abbasi Hilafeti’nin baþþehrinde yaþarlardý. Bu iki Ýmamýn evi, ziyaretçilerle dolup taþardý. Bunlar, Müslümanlar’ýn dini ihtiyaçlarýný karþýlar ve Ehlibeyt fýkhýný yaymaya çalýþýrlardý. Bu iki imam’ýn hayatýný inceleyenler, takýyyeden en uzak insanlar olduklarýný anlayacaklardýr. Halifeler’in hiçbir zaman gözlerinden kaçmayan bu faaliyetlerin ve Ehlibeyt görüþlerini yaymaya çalýþmalarý aslýnda Abbasi Hilafet’ine muhalefet mahiyetindeydi. Ancak her iki Ýmam da hiç aldýrýþ etmeyerek kendi vazifelerini yapmaya ve hakký söylemeye devam etmiþler asla yalana müracaat etmemiþlerdir. Hal böyle iken kendi amaclarýna ulaþmayý hedefleyen Þiilerin takiyye anlayýþý sadece kendisinin veya bir baþkasýnýn caný konusunda duyduðu endiþe veya korkuya baðlý deðildir. Ýnançlarýnda, sýr tutmak güven içinde bulunup can korkusu taþýmasa bile takiyye yapmanýn vacipliðini savunmaktadýrlar.! er-resail adlý kitabýnda (2/201 kum-iran baskýsý h.1385): Takýyye Sîanýn yanýnda zorlanma esnasýnda malý ve caný korumak için baþvurulacak bir sey deðil, devamlý olarak kendisiyle amel edilecek faziletli bir ameldir. Onlar takýyye adý altýnda haramlarýn en büyüklerinden biri olan yalaný mübahlastýrmýs, daha da ileri giderek yalan söylemeyi günlük vacipler arasýna koymuslardýr. Siîlerde takiyye (yalana), dinin verdiði önemin göstergesi; Ali b. Ebî Talib aleyhisselam buyurdu ki: “Takýyye müminin en faziletli amellerindendir.” (Tefsîru’l- Hasen Askerî 162) Ebû Abdillah aleyhisselam buyurdu ki: “Takýyye yapmayanýn imaný yoktur.” (Usûlu’l-Kâfî 2/219) Þiilerin muteber kitaplarý olan Muhammed b. Yakub el-Kuleyni, bu hususla ilgili þunu rivayet eder: “Dinin onda dokuzu takýyyedir; takýyyesi olmayanýn dini de yoktur”, Takýyye, benim ve ecdadýmýn dinidir; Kuleyni, Ebu Basirden de þu rivayeti nakleder: “Ebu Abdillah, takýyye Allah’ýn dinindendir, dedi. Ona, gerçekten Allah’ýn dininden midir diye sorduðum da, evet Allah’ yemin olsun ki, takýyye Allah’ýn dinindendir, dedi” yine bir baþka hadislerinde Ey Süleyman b. Halid, Ebu Abdillah’ýn “Ey Süleyman sizin dininiz öyle bir dinidir ki, Allah onu gizleyeni aziz, açýða vuraný da zelil eder” Kafi c:2 s. 217–219–222. Bunlarý imam Ebu Cafer’ e söylettirmiþlerdir. Þiiler bu din ve akideye inanmaktadýrlar. Muhaddislerinin üstadý el-Kummi, meshur risalesi “el-itikadat” söyle der: “Takýyye vaciptir; onu terk eden namazýný terk eden gibidir”, “Takýyye vaciptir; el-Kaim ortaya çýkýncaya kadar onu terk etmek Caiz deðildir. Onun hurucundan önce takýyyeyi terk eden kiþi, Allah’ýn dininden, imam iyenin inancýndan çýkmýþ, Allah’a ve imamlara muhalefet etmiþ olur. Cafer es-Sadýk’ as. “Allah katýnda en degerliniz, O’na karsý gelmekten en çok sakýnanýnýzdýr” (Hucurat: 9/13) ayetinin manasý sorulduðunda “Takýyye ile amel edeniniz, en muttaki olanýnýzdýr” demiþtir”.(kummi el-itikat). “Takýyyesi olmayan bir mümin, basý olmayan ceset gibidir”, (Tefsirü Askeri s.162) yalanýný Resulullaha’a, isnat eden bir topluluk için takýyyeyi niçin inançlarýnýn esaslarýndan saymasýn! Bazý Siiler takýyyeden maksadýn yalan söylemek degil, nefsin korunmasý ve serden kurtulmak için gerçeðin gizlenmesi olduðunu söylediler. Gerçek böyle deðildir; zira onlar takýyye ile yalan ve aldatmayý kastederler ve inandýklarýnýn tersini söylerler. Bunun böyle olduðuna þunlar delil teþkil etmektedir: Muhammed b. Yakub el-Kuleyni, el-Kafi de sunu rivayet eder: “Münafýklardan bir kimse ölmüþtü. Hüseyin b. Ali dýþarý çýkýp onun cenazesi ile birlikte yürümeye baþladý. O sýrada dostlarýndan biriyle karsýlaþtý. Ona nereye gidiyorsun diye sorduðunda, namazýný kýlmamak için bu münafýðýn cenazesinden kaçýyorum, dedi. Bunun üzerine Hüseyin saðýmda durmaya bak, benden ne duyarsan aynýsýný söyle, dedi. Münafýðýn velisi (imam) tekbir alýnca Hüseyin de tekbir alarak söyle dua etti: Ey Allah’ým falan kuluna tam bin defa lanet et. Ey Allahým bu kulunu insanlarýn ve beldelerin içinden geçir, cehennemine ulaþtýr ve ona en þiddetli azabýný tattýr, çünkü o, düþmanlarýný dost edinmiþ, dostlarýna düþman olmuþtu. Nebi’nin Ehli Beytine bugzederdi”(Kuleyni, el-kafi,c.3,s.189) Gerçekten Siiler, ister caný korumak, isterse baþka bir sey için oldun, bütün meselelerde takýyyeyi vacip sayarlar.. Siiler, imamlarýndan gelen farklý kaviller, çeliþkili görüþlerle karsýlaþtýklarýnda gene takýyyeye ihtiyaç duymuþlar, ona sýðýnmýþlardýr. Kendilerine hata ve unutmadan masum olan imamlarýnýn tek bir sey hakkýnda nasýl olup da ihtilafa düþtükleri, bir seferde cevaz verdikleri birþeyi bir baþka zaman nasýl haram kýldýklarý; ayný þey hakkýnda bir vakitte baþka, diðer bir vakitte baþka þeyler söyledikleri seklinde bir itirazda bulunduðu zaman ise, onlarýn yani imamlarýnýn, her iki durumda da, bunlarý takýyye icabý yaptýklarýný söylemekten baþka verilecek bir cevap bulamamýþlardýr. Üçüncü asrýn tanýnmýs Sii âlimlerinden Ebu Muhammed el-Hasan en- Nevbahti, Ömer b. Rebah’tan su rivayeti nakleder: “Ebu Cafer’e bir mesele sordum, cevap verdi. Sonra bir baþka sene yine ayný meseleyi sordum; birinciden farklý bir cevap verdi. Ebu Cafer’e cevabýn bu mesele hakkýnda bir önceki sene vermiþ olduðun cevaba uymuyor, dediðimde, Ebu Cafer: Olabilir, cevabýmýz takýyye icabý verilmiþtir, dedi. Bu cevap, benim, Ebu Cafer ve imameti hakkýnda þüphelenmeme sebep oldu. Daha sonra, Ebu Cafer’in taraftarlarýndan olan Muhammed b. Kays isimli bir kimseye rastladým. Ona, Ebu Cafer’le aramýzda geçenleri söyle anlattým: Ebu Cafer’e bir mesele sordum, bana cevap verdi. Bir baþka sene ayný þeyi sorduðumda, daha önceki cevabýnýn tersini söyledi. Ona, niçin böyle farklý cevap verdiðini sorduðumda, takýyye icabý öyle yaptýðýný söyledi. Allah biliyor ki, ben o meseleyi, ona vereceði fetvaya uymak ve onunla amel etmek için samimiyetle sormuþtum, baþka bir amacý yoktu. Üstelik ben bu haldeyken takýyye yapmasýna bir sebep de yoktu. Bunun üzerine Muhammed b. Kays, belki yanýnda takýyye yapmasý gereken bir kimse vardý, dediðinde, hayýr onun yanýnda sorusu olan, benden baþka hiç kimse yoktu; fakat o, her iki cevabý da rast gele vermiþtir. Geçen sene verdiði cevabý hatýrlayamadýðý için ayný cevabý veremedi dedim. Bu konuþmalardan sonra Ömer b Rebah: Ne þekilde ve hangi sebeple olursa olsun, batýl fetva veren ve Allah’ýn vacip kýlmadýðý bir yerde takýyye yaparak huzur içinde kapýsýný kapatan bir kimse, imam olamaz, deyip, onun imametini reddeder. Ayný þekilde, imamýn sadece emrul bil maruf ve nehyu anil münker yapmasý gerektiðini de belirtir”( Nevbahti, Fýraku’s Sia s80-82 ) Kuleyni’nin bir ayetle ilgili olarak Kafi’de rivayet ettigi su haberdir: “Musa b Useym söyle der: Ebu Abdullah’ýn yanýnda idim, Bir kimse, ona, Allah’ýn Kitabýndan bir ayetle ilgili bir soru sordu, o da cevap verdi. Sonra bir baskasý gelerek ayný ayet hakkýnda sordu, o da cevap verdi. Sonra bir baskasý gelerek ayný ayet hakkýnda sordu, ona birinciye verdiði cevabýn tam tersini söyledi. Bu bana öyle dokundu ki, kalbimin adeta býçaklarla doðrandýðýný hissetim. Kendi kendime, bir vav harfinde bile hata yapmayan Ebu Katade’yi Sam’da býraktým da, böyle büyük hatalar yapan bir kimsenin yanýna geldim, dedim. Beni böyle düþünürken bir baþkasý daha geldi ve ona yine ayný ayeti sordu. Bu sefer her iki cevaptan farklý bir cevap verdi, o zaman kalbim rahatladý ve bunun takýyye olduðunu anladým” kafi l.cilt s.163 Yine þia inancýnda imamlarý takýyye sebebiyle haramý helal, helâlý haram saydýklarýný kendi kaynaklarýnda geçmektedir. Mesela Kafi’de Eban b. Tagleb’ten þu rivayet edilir: “Ebu Abdullah’ýn söyle dediðini iþittim: Babam zamanýnda, takýyye gereðince doðan ve atmacanýn öldürülmesinin helal olduðuna dair fetva verirdi. Ben ise, onlar için takýyyeyi gerekli bulmuyorum; onlar haramdýr” (Kafi 3.cilt 208.sy) Buna benzer bir baþka husus, Siilerin dokuzuncu imamlarý Muhammed b. Ali b. Musa, kendisine Sia’nýn Ýhtilafý hakkýnda bir soru sorulduðunda su cevabý vermiþtir: “Ýmamlar, Ýstediklerini helal, istemediklerini haram kýlan kimselerdir”. Böyle bir inancý olan kimsenin diðer meselelerde yalan söylemiyecegi nasýl inanýlabilir? Helal-Haram konularýnda kendisine güvenilmeyen bir kimseye, mubahlar konusunda nasýl güven duyulabilir? Avamdan birinin bile haram olarak kabul ettiði bir þeyin helal olduðuna dair fetva vermesi caiz midir? Onlarýn iddia ettikleri imamet ve ismet nerededir? Sonra el-Bakýr’ý, fetvayý vermeye zorlayan kimdir? Cafer’in sözünden anlaþýlan, babasýnýn fetvasýnýn Emevi sultanlarýný hoþnut etmek için verilmiþ olacaðý hususudur. Zira o, “(Babam) Emeviler devrinde fetva veriyordu” diyor. Bunu böyle kabul etsek bile, acaba Siiler dogru olduðuna inandýklarý su rivayete ne diyeceklerdir: “Cabir’in, bizzat el- Bakýr’dan naklettiði bu rivayete göre Resulullah söyle demiþtir: Kim zalim bir sultaný, Allah’ý gazaba getirerek hoþnut ederse, Allah’ýn dininden çýkar”.(kafi.3.clt 737sy) Þiiler, haram’ý helal kýlmayý Allah’ý gazaplandýrmak saymýyorlar mý? Ali b. Ebi Talib, iddialarýna göre, bir hutbesinde söyle demiþtir:” iman, sana zararý dokunacak bir yerde dogrulugu, fayda temin edecek olana yalana tercih etmendir”.(Nechul Belaga) Bütün bunlardan sonra takýyyenin sýrf yalaný masum göstermeye calýþan bir anlayýþ olduðundan þüphe edebilir mi? þiilerin muteber saydýklarý hadis kitaplarýnda bunlara benzer yüzlercesi mevcuttur. Mirasýn taksimi konusu, içtihat edilecek bir konu deðildir. Çünkü nasslarla sabittir. Nasslarý bile deðiþtiren birisine hic itimat edilirmi? Yine Kuleyni’nin Kâfisinde naklettiði, bu rivayete çok benzeyen bir rivayet daha vardýr. Buna göre Abdullah b. Muhriz söyle der: “Ebu Abdillah’a, bana vasiyette bulunan bir kimsenin öldüðünü ve geriye kýzýnýn kaldýðýný, bu adamýn mirasý hakkýnda ne diyeceðini sordum. Bana, mirasýnýn yarýsýný kýza, yarýsýnda Mevlalara ver dedi. Bu meseleyi dostlarýmýza danýþtýðýmda onlar, hayýr, Allah’a yemin olsun ki, Mevlalara Verilecek bir sey yoktur dediler. Bunun üzerine Ebu Abdillah’ýn yanýna tekrar gidip, dostlarýmýz Mevlalara verilecek bir þey yoktur, o sana karsý takýyye yapmýþtýr diyorlar dedim. Ebu abdilah, hayýr, Allah’a yemin olsun ki, sana karsý takýyye yapmadým; fakat terekenin yarýsýndan almandan Korktum; eger korkmuyorsan diger yarýsýný da kýza býrak, Allah sana kefil olacaktýr, dedi”(Kafi.7.clt.737.sy) Bu iki rivayetten anlaþýlýyor ki, Siiler yalana, sadece nefsi korumak, zatý, muhafaza etmek için cevaz vermekle kalmamýþlar, hiçbir sebep olmaksýzýn yalan söylemislerdir. Soru soran Abdullah b. Muhriz ve Seleme ne emevilerden, ne de Abbasilerdendir; her ikisi de hakiki Sii olup “masum imam’ýn taraftarýndandýr. Ayný þekilde, Cafer verdiði batýl fetvayý icabý deðil, Maslahat icabý yalan yere verdiðini de belirtmiþtir. Sii imamlar, takýyyenin sadece yalandan ibaret olduðunu da açýklamýþlardýr. Þiiler sadece yalan söylemekle kalmazlar yalaný da teþvik ederler. Bundan da sevap alacaklarýný umarlar. “Bizim davetimizi kabul edeceðine inandýðýn kimseyi, Rabbinin yoluna çagýr. Biz hapiste olduðumuz için üzülme. Bizden mervi veya bize nispet edilen bir haber sana ulaþtýðýnda, yanlýþ olduðunu bilsen bile, sakýn bu batýldýr deme; zira sen onu niçin söylediðimizi nasýl vasýflandýrdýðýmýzý bilemezsin” (el keþi rical 368 s.) Takýyyenin sebeplerinden bir diðeri de, Sii taraftarýna teseyyu üzere olduklarýný yalan vaatlerle ispat etmeye çalýsmýs olmalarýdýr. Kuleyni, Ali b. Yaktin’den su rivayeti naklerde: “Ali b. Yakin oðluna söyle demiþtir: Ebul Hasan, Sia’nýn yüz senedir emellerle büyüdüðünü söylemiþtir; böyle söylemesine raðmen söylendiði gibi olmamýþtýr. Ali de söyle demiþtir: Size söylenen, yalnýz bir kaynaktan gelmektedir; fakat Cafer’le ilgili olan mesele bahsedildiði gibi olmustur. Bizim iþimiz ise, henüz gerçekleþmedi; emellerle uyarlandýk durduk. Eðer bize, bu iþ iki ya da üç yüzyýldan aþaðý olmaz denseydi, kalpler katýlaþýr, insanlarýn hepsi 1slam’dan dönerdi; fakat onlar, insanlarýn kalplerini ýsýndýracak, rahatlamalarýný saðlayacak þeyler söylediler”( Kuleyni, Kafi s.223) Yine þia akidesenin tezatlarýný göstermesi acýsýndan Nevbahti’nin kitabýnda bahsedilen bir husu; Süleyman b. Cerrir’den naklettiði bir rivayet te“O taraftarlarýna söyle demiþtir: Rafizilerin imamlarý, taraftarlarýna iki kelime beyan ederler. Onlar bu iki kelime sayesinde, imamlarýnda hiç birinin asla yalan söylemediðine inanýrlar. Bunlar “beda” ve “takýyye” dir. Sii imamlar, olmuþ ve olacaða ait haberler ve yarýn ne olacaðýnýn bilinmesi hususunda, taraftarlarýna, kendilerini, peygamberlerin makamýnda gösterirler. Taraftarlarýna, yarýn ve ileride gelecek günlerde söyle söyle olacaktýr dediler. Söyledikleri gerçekleþtiði zaman, biz size, bunun böyle olacaðýný daha önce söylemedik mi? Allah’ýn nebilerine bildirdiklerini biz de biliriz; Allah’tan ilim, alýrýz, dediler. Eðer olacaðýný söyledikleri þey tahakkuk etmezse, taraftarlarýna, Allah’ýn bu hususta beda yaptýðýný söylediler. Takýyyeye gelince, helal, haram ve din ile ilgili diðer konulardaki meseleler çoðalýnca, imamlar gelen sorulara cevap verdiler. Soru soran taraftarlarý, aldýklarý cevabý ezberlediler ve daha sonra yazýp tedvin ettiler. Ýmamlar ise, vermiþ olduklarý cevaplarý hýfz etmediklerinden, bir süre sonra unuttular; çünkü meseleler, ne bir günde, ne bir ayda, daha doðrusu farklý senelerde, farklý zamanlarda ve aylarda rivayet olundu. Böylece bir mesele hakkýnda muhtelif ve birbirine zýt cevaplar, farklý meselelerde de birbirinin ayný olan cevaplar ortaya çýktý.. Taraftarlarý bu durumu anlayýnca, cevaplardaki karýþýklýðý ve farklýlýðý imamlara yüklediler; sebebini sordular ve öðrendiklerinde de onlarý ayýpladýrlar. Bu nasýl caiz olabilir? Zira imamlarý kendilerine, “biz bu cevabý takýyye icabý verdik, nasýl istersek öyle cevap veririz; çünkü bu bize kalmýþ bir istir. Biz, size faydalý olan þeyi, bekanýzýn nerede olduðunu, düþmanýmýzý savuþturmayý sizden daha iyi biliriz”, demekteydiler. imamlarýn yalan söyledikleri ne zaman ortaya çýktý ve onlarýn hak veya batýl üzere olduklarý ne zaman bilindi de, Ebu Cafer’in taraftarlarýndan bir grup bu iddiada bulundu ve Ebu Cafer’in imametini kabul etmediler” ( Nevbahti, Fýrakus Sia s. 85-87) Þianýn yalancýlarý Kaynaklar incelendiðinde görülmektedir ki Þiacýlarýn inanc dayanaklarý isnadi kesilmiþ tarihi olaylardýr. Bu tarihi olaylarýn çoðu da yalancýlar tarafýndan uydurulmuþtur. Lut b. Yahya, Hiþam b. El-Kelbî ve oðlu gibileri bunlarý meþhurlarýndandýr. El-Kelbî, sahabe hakkýndaki eksikliklerle ilgili rivayetlerin de sahibidir. Sahabe kusurlarý ile alakalý yazdýðý kitap, þianýn sahabe hakkýndaki ana kaynaðýdýr ki, bunun büyük bir çoðunluðu yalanlarda doludur. Diðer kýsýmlarý ise tahrif edilmiþtir. Þiilerin sahabe ile ilgili inanclarýný oluþturan yalan ve tahriflerden oluþan bu görüþlerin sahipleri, Ebu Mihnef Lut b. Yahya ve Hiþam b. Muhammed b. Es-Sâib el-Kelbî gibilerdir. Þiiler görüþlerine delil olarak Hiþam el-Kelbî'nin eserlerini gösterirler. Hâlbuki Hiþam insanlarýn en yalancýsý olan bir þiîdir. Babasýndan ve Ebu Mihnef'ten rivayet ediyor ki, her ikisi de terkedilmiþ yalancýlardýr. Ýbn-i Hibban, Tebuzeki, Hemam: El-Kelbî,’nin sebe olduðunu ve kendisinin “Ben Sebeîyim” dediðini iþittiklerini söylüyor. Onlara göre Ali (r.a.) ölmemiþtir. O dünyaya gelip zulümce dolan bu dünyayý adaletle dolduracaktýr. Ýbn-i Hibban, Kelbî'nin dindeki yeri ve açýk olan yalancýlýðý meydandadýr demektedir. Ahmet b. Zuheyr, diyor ki, Ahmed b. Hanbel'den Kelbî'nin tefsirini okumanýn caiz olup olmadýðýný sorunca, caiz deðildir, cevabýný aldým. Ebu Avane, Kelbînin þöyle dediðini iþittim diyor: Cibril vahyi Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) yazdýrýyordu. Tuvalete gittiðinde, Ali'ye (r.a.) yazdýrmaða baþladý. Ýbni Maîn þöyle diyor: Yahya b. Ya'la babasýndan naklen þöyle diyor: Kelbî'ye gider gelir Kur'an okurdum.. Bir gün onun þöyle dediðini iþittim: Bana öyle bir hastalýk geldi ki ezberlediðimi unutturdu. Sonra Rasulullah'ýn yakýnlarýna gittim. Aðzýma tükürdüler ve hemen unuttuklarýmý hatýrladým. Ben de ona, vallahi bundan sonra senden hiçbir þey nakletmeyeceðim dedim ve onu terketim. Ahmed b. Hanbel Hiþam el-Kelbî hakkýnda , “Ýlim ve söz sahibi olan bir kimsenin ondan hadis naklettiðini zannetmiyorum.” Dârekutnî onun için “Metruktür.” diyor. Ýbn-i Adiy: “Kendisine fazla seminer verdirilen Hiþam'ýn güvenilecek hiçbir þeyini bilmiyorum. Babasý da yalancýdýr,” diyor. El-Leys ve Süleyman et-Teymî'de: “Hiþam yalancýdýr,” diyorlar. Yahya da hakkýnda “O bîr þey deðildir, yalancý ve deðersizdir.” diyor. Ýbni Hibban da þöyle diyor: “Hiþam el-Kelbî'de yalancýlýk o kadar açýktýr ki diðer vasýflarýný ortaya koymaya hacet yoktur.” Ýkincisi: Doðru olan rivayetlerdir. Bu kabil rivayetlerde ashabýn noksanlýklarýna dair haberler söz konusu ise ma'zerete binaen olduðu için kusur olmaktan çýkarlar Þiacýlar Kelbî'yi ehlisünnet aleyhinde hüccet (!) olarak saymakta ve eserlerini delil göstermektedirler. Cerh ve ta'dil kitaplarý tetkik edildiði takdirde, rafizilerin diðer bütün zümrelerden daha çok yalancý olduklarý alenen görünmektedir. Çünkü þianýn temel inancýndan birisi zaten takiyyedir. Konuya bütünden bakýldýðý zaman görülmektedir ki þia takiyyeyi uydurduklarý inanclarýna kýlýf bulmak için yalaný kamufle amcýyla kullanmaktadýr. Bunun adýný da takiyye koyuyorlar. Mübalaða sanatýda bir sanat olmaktan cýkmýþ hakikat gibi algýlanmak þeklini almýþtýr. Yalan, hile ve ikiyüzlülüðün bütün üsluplarýný mubah saymaktadýrlar Þiayý bütün itikadi boyutuyla inceleyen hiçbir kimse, takýyyenin sýrf yalan amaclý kullanýldýðýndan þüphe etmezler. Önemli olan bu incelemenin bir savunma refleksi içinde yapýlmamasýdýr. Þia takiyenin uygulama konusunda da kendi aralarýnda bir birlik saðlayamamýþlar Takiyye farklý zamanlarda farklý önderler tarafýndan farklý farklý yorumlanmýþtýr Tabi ki bu hakkýn gizlenmesi ve batýlýn izharýndan baþka bir þey deðildir. Bu inanç sistemi yalan üzerine kurulmuþ yalan ile yürümekte olan bir yapýdýr. Ýslam dini insanlýða dosdoðru olun derken Hz Peygamberimiz yine doðruluðu son veda haccýnda vurgulayýp binlerce insaný þahit tutmuþken, Resulullah sav. Nitekim Buhari ve Müslim þu hadisi rivayet ederler: “ Doðruluktan ayrýlmayýn; zira doðruluk, iyiliðe, iyilik ise cennete götürür. Ýnsan doðrulukta ve doðruyu aramakta sebat ederse, Allah indinde sýddik olarak yazýlýr. Yalandan kaçýnýn; zira yalan kötülüðe, kötülük ise cehenneme götürür. Ýnsan, yalan söylemekte, yalancýlýkta ýsrar eder, yalaný aramakta diretirse, Allah indinde yalancý olarak yazýlýr” demiþken yalancýlýðý dinin akidesi haline getir ve bunu dinin gereði sayarsan tabi ki buna Ýslam denmez. Þiiliðin yapýsý incelendiðinde buna ihtiyacýnýn çok fazla olduðu bununla tutunabileceði görülmektedir. Ýyi de dini ve dünyevi meselelerde, böyle bir itikada sahip olan bir kimseye güvenilebilinirmi? Böyle bir insan, Kitaba ve Sünnetle ilgili ne zaman doðrularý söyleyeceði bilinebilir mi? Bu tip âlimlere inanýlýr mý? Onlarýn, ne zaman takýyye ile amel edip, ne zaman etmediklerini kim bilebilir? Bu dini bozmak, islam’ýn temelini yýkmak, Allah’ýn Kitabý’nýn ayetleri ile oynamak deðil midir!? Eðer islamýn onuru Þii’ler için önemli sayýlýyorsa ki bundan þüphe edilmez. takýyye meselesinde, akidesine ve þahsýna saygýlý þerefli insanlar gibi davranmalý ve güzel ahlaktan olan þeref ve haysiyetini muhafaza etmelidirler!.. Kiþilikdeki ikiliðin, doðrulukla baðdaþmadýðýný, bunun samimi bir Müslüman da bulunan vasýflara ters düþtüðünü söz ile davranýþý arasýnda ki dengesizliðin meydana getirdiði psikolojik tesirleri dikkate almalýdýrlar.Gerçek bir Müslüman Ýslam camiasýnýn doðru görmediði gizli ve açýk her söz ve davranýþtan vazgeçmeli, mürai ve aldatan insan halinde görünmekten sakýnmalýdýr!.. Þii kitlelerin, hassaten kültürlülerin þahsi gayelerle kendilerini bu girdaplý yollara sevkeden mezhep liderlerini gerçek anlamda sorgulamalýdýrlar. Þu unutmamalýdýrlar ki; Ýslam, Müslümanlar’ýn uymak zorunda olduklarý bir ahlak temeli getirmiþtir. Bu temel, Müslüman’ýn aldatýcý, riyakar olmamasýný aleyhinde de olsa davranýþýnýn doðru, sözünün doðru ve dürüst olmasýný emrediyor. Bu temele göre, iyi her yerde iyi, köktü de her yerde kötüdür!.. Ýmam Sadýk’a nisbet edilen “takýyye benim ve atalarýmýn dinidir!..” sözü büyük bir imama karþý iftiradan ve yalandan baþka bir þey deðildir!..Bu söz ona karþý son derece saygýsýzlýðýn ifadesidir.

Gönderen: 18.02.2010 - 00:42
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
EHLÝBEYT MÝ - EHLÝBEYTCÝLÝK MÝ?

(Ehlibeytcilik) Ýslamda, dinin anlayýþ bicimi þekle deðil, öze yöneliktir. Þekil öze inmede dikkati toparlamaya yöneliktir. Bu sürecler özü yakalamak için beynin yönlendirilmesini saðlamak içindir. Bu anlamda ehlibeyti anlamak demek onlarýn, islamdaki kavramlarý ve incelikleri büyük bir titizlik ve üstün bir öngörü ile vakýf olduðunun farkýnda olarak onlarýn iþaretlerine yönelmek demektir. Yoksa onlarý sevmek ve anlamak yýlýn belirli günlerinde kendine iþkence ederek kan akýtmak, aðýtlar üretmek, ötekiler yaratmak deðildir. Eðer böyle olursa buna ehlibeyti sevmek deðil ehlibeytcilik denir. Ehlibeytcilik yapýlarak ehlibeyt sevilmez. Hangi güzel bir mevhumun ...cýlýðý yapýlmýþsa, mutlaka o deðer katledilmiþtir. Malesef ki ehlibeyti sevenler, yada sevme iddiasýnda bulunanlar, sevme adýna sevdiklerini ifrata götürerek, bir inancý içinden cýkýlmaz hale dönüþtürmüþlerdir. Bu hususu bütün sürecleriyle incelediðimizde tarihte neler olduðunu göreceðiz. Bu calýþma asla bölünmeyi artýrma ya da daha da içinden çýkýlmaz bir hale getirmek için deðildir. Amaç, bundan ibret alýnmasý tek taraflý tarihi hikayeleri okuyarak, bunun ýþýðýnda hadis ve kuran yorumlamanýn sonucunun ne yanlýþlarýn, din lokmasýyla yutturulduðunun ortaya konmasýný saðlamak içindir. Tarih, yeniden yaþanmak onunla amel edinmek için yazýlmamýþtýr. Hem her tarihi olayýn yüzlerce bakýþ acýsýyla anlatýmý vardýr. Bununla amel edersek, dini bu perspektiften yorumlarsak, Ýslamýn ana kaynaðý Hz Kuran nerde kalýr. Sevgili Peygamberimizin yüce sözleri kitaplarýn arasýna hopsolmaz mý? Ýslamý anlamak sadece bunlardan birine yoðunlaþmakla olacak þey deðil. Onun için Kuran bize bilenleri tavsiye etmiþtir. Onun için peygamberler ve onun vasileri ve evliyalarý vardýr. Tarihi bir olayýn ýþýðýnda yorumlanan her hangi bir inanç akidesini düþünün. Ayný olayýn farklý yorumlarý elbette ki birden çoktur. Herkesde kendine göre bu farklý yorumlara göre yorumlama yapsa bunuda din olarak tanýmlasa ortada din diye bir þey kalýr mý? Tarih ibret içindir. Tekerrür etmemesi için tedbir içindir. Tuzaklara düþmememiz için tecrübe kaynaðýdýr. Dinin kendisi deðildir. Çünkü tarihin kaynaðý hýrs, tamah, siyaset, ýrk, inanç, coðrafya vb. þeylerdir. Tarih bunlarýn bir bütününden beslenir. Oysa din Allah ve kul arasýndaki bir baðdýr. Ýkisi arasýnda ancak vesileler vardýr. Bugünün Türkiyesinde son bir asýrdýr Laiklik hükümranlýðý mevcuttur. Bizdeki bir takým laikciler laikliði dinselleþtirip herkesin ona tapýnmasýný saðlamaya çalýþmaktadýrlar. Oysa laikliðin belli bir tarifi ve dünya da uygulama bicimi vardýr. Bizdeki laikciliði vatandaþa dayatanlarýn ne adýna bunu yaptýðýný iletiþim caðýnda bilmeyen yoktur. "Ergenekon evsanesi" Bu süreci hareretle destekleyenler vardý. Destekleme adýna ne kitaplar ne makaleler yazdýlar. Bir kýsmý da asalet gösterip biz olayý böyle bilmiyorduk deyip kendi köþelerinde vatandaþtan özür dilediler. Bu konuyla alakalý yüzlerce belki binlerce farklý algýlamalara sebep olacak yazýlar yazýldý. Beþ yüz sene sonra bu yazýlarý okuyan insanlar adaletli bir düþünce ortaya koyabilmek için bunlardan hangisini referans alamasý gerekecek!? Tabi ki kendi cevresince eline tutuþturulan ve ilk eline geçen belge onun için hakikat olacak. Peki bu sonuç hakikati yakalamak için yeterli görülebilir mi? Elbette ki hayýr. Ýþte tarihdeki olaylarda bu sürecin bir benzeri idi. Siyaset, yönetme duygusunu tatmini, kabiliyetcilik, vb bir sürü etmenlerin etkisiyle deðerlendirilmiþ bilgi kirliliði taþýyan kitaplar mevcut. Ama kuran a en azýndan zerre kadar kirlilik bulaþmadý. Çünkü onu Allah korudu. Bunu bilen tarihdeki fitnebazlar kuran a bile fitne bulaþtýrmaya calýþtý. Bütün bunlar bize ibret vermesi gerekmez mi? Tarihde de Ehlibeytcilik yaparak bu söylem altýnda yüzlerce çilt hadis yazanlar yazdýranlar, toplayanlar mevcut. Bunlardan en meþhuru Kuley'nidir. Kuleþninin topladýðý Ciltler dolusu hadis külliyatý Usul-u Kâfi ye bir bakýn Allah aþkýna. Ýmametle ilgili, Hadis anlayýþý ile ilgili, Hz Kuran la ilgili haþa onlardan imamlarýn adý kullanýlarak bu meþhur kimse kitabýna koyduðu ve insanlara hadis altýnda verdiði bilgilere bir bakýn. Konuyu uzatmamak için bir kaç örnek verip tarihde ehlibeyti sevme adýna ehlibeytcilik yapýlarak bir inancýn nasýl katledildiðine dönmek sanýrým daha iyi olacaktýr. Bugün bazýlarý ehlibeyt argumanýný kullanarak din tacirliði yapmaktalar. Ehlibeytin söylemleri ile ehlibeytcilik yapanlarýn amaclarý tamamen bir birine zýt bir durumdadýr. Bugün Ehlibeyt adýna söylenen hangi konulara güveneceðiz. En güvenilmesi gereken husus onlardan bize rivayet edilen hadisler olmasý gerekirken onlar adýna yüzbinlerce hadis uydurulmuþ, en muteber hadis kitabý diye kabul edilen kitaplara bugün kendi taraftarý güvenmiyor. Bu kitapda bazý yanlýþlar var deniliyor. Bu araþtýrmanýn bütünü incelendiðinde görülecektir ki ehlibeyt adýna ne inac akideleri uydurulmuþ dinin esasý haline getirilmiþtir. Tarih boyunca birilerinin para sevdasý makam sevdasý siyasi ihtirasýnda hep ehlibeyt kullanýlmýþ durmuþ. Hz Ali’ye maal edilen Nehcül Belega nýn tarihcesine baktýðýnýz zaman çok farklý þeyler görüyor kafanýza yüzlerce soru iþareti geliyor! Hz Ali mescitlerde yaptýðý vaaz ve nasihatleri kendisinden iki asýr sonra yalancý ve þii olarak bilinen iki kiþi tarafýndan toplanýyor kitap haline getiriliyor bu kitap Hz Ali ni eseri deniliyor! En güvendiðiniz kaynakta bile onca aklý kurcalayan soru iþaretleri varsa, doðruluðunu iddia ettiðiniz dini anlayýþ takiyye yi (yalanýgöz kırpma dinin bir esasý saymýþ sa, inanç diye ortaya konan þeylerin kuran da açýk bir anlatýmý yok ancak zorlama yorumlarla bunlar tevil ediliyorsa, en güvenilir hadis kitabýnda bir birine tezat olan biri diðerini yalanlayan, kuranla celiþen, uydurulan tarihi metinlere göre kurgulanan hususlar hadis diye ortaya konuyorsa, bunlarýn coðunun ravileri yoksa. Ravi olarak kim ola ki? Deniliyorsa!, Bu konuda kimse bir soru sormasýn diye rivayet edenler masum imam olarak tanýmlanýyorsa, sonradan uydurulan bir kýsým inanclarýn doðruluðuna þehadet getirmeyen on binlerce sahabe küfürle ithan ediliyorsa, Kuranda övülen insanlar karalanýyorsa, Peygamberin hanýmlarý sizin analarýnýzdýr demesine raðmen onlara hoþ bakýlmýyor iftiraya mahal býrakýlýyorsa, islamda hakikat adýna ne varsa bu söylemlere ters ise onu desteklemiyor bilakis bunlarýn sonradan uydurma olduðunu söylüyorsa sizbu inanca ne dersiniz? Þiilerin kendilerine delil olarak gösterdikleri ve çokça dile getirdikleri rivayetlerden birisi de Hz. Peygamber Gadir günü irad ettiði hutbede "Size iki aðýr emanet býrakýyorum, onlara sýmsýký sarýldýkça hiç bir zaman sapýtmazsýýuz: Allah'ýn Kitabý ve Ehl-i Beytim Þiilerin bu hadisi en büyük delil olarak göstermelerinin sebebi hadisi hem sünni (muhalif) hem de Þii kaynaklarýnda bazý farklýlýklara raðmen müþtereken rivayetin yer almasýdýr. Bu hadisi Müslim de rivayet etmiþtir. Müslim’in Zeyd bin Erkam dan naklettiði rivayet þöyledir: “Bir gün Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem Mekke ve Medine arasýnda bulunan “Hum” adlý bir kuyunun baþýnda bize hitab etmek üzere ayaða kalktý. Allah’a Hamd-u senada bulundu, Vazetti ve hatýrlatmalarda bulundu. Daha sonra þöyle buyurdu. “Ýmdi, Ey insanlar! Ben sadece bir beþerim, Rabbimin elçisi (Azrail) gelir. (Beni davet eder) de Ben de onun davetine icabet ederim. Ben geride size “Sekaleyn” (iki aðýrlýklý þeyi” býrakmaktayým. Bunlarýn birincisi Allah’ýn kitabýdýr. O’nda Hidayet ve nur vardýr. Sizde Allah’ýn kitabýna baðlý kalýn ve ona sýmsýký sarýlýn” Böylece Resulullah sav. Allah’ýn kitabýný teþvik ve tergib ettikten sonra þöyle devam etti: “Ve Ehli Beytim. Ben Ehli beytim hususunda Allah’ý size hatýrlatýyorum. Ben, Ehli beytim hususunda size Allah’ý hatýrlatýyorum.” Husayn Zeyd’e (Hadisi nakleden Zeyd bin Erkam’a) sordu; -“Ya Zeyd, Onun ehli beyti kimlerdir? Zevceleride onun Ehli Beytinden deðiller mi?” Zeyd þöyle cevap verdi; - “Evet, onun zevceleri Ehli Beytindendirler. Fakat onun Ehlibeyti Peygamberden sonra kendilerine sadaka (zekât) haram olanlardýr”. Yine sordu: - “Onlar kimlerdir?” Zeyd þöyle cevap verdi; - “Onlar Ali’nin(soyu), Akýlin âli (Soyu), Caferin âli ve Abasýn âlidirler” ve þöyle ekledi; - Bunlarýn tümüne sadaka haram kýlýndý. Þii müdlifIerden Muhammed Takiy cl-Hâkim, bu hadisi Þýanýn en büyük delillerinden hiri olarak görmektedir. Þiilerin hadisten anladýðýný özet olarak verilirse bunlar: 1- Bu hadis Ehl-i Beyt'in masum olduðuna, 2- Ehl-i Beyt'in Kur'an'dan ayrýlmazlýðýna delalet eder. Kur'an-ý Kerim ve Ehl-i Beyt birbirinin ayrýlmaz mülazýmýdýrlar. Çünkii Hz. Peygamber ashabýna ikisini birden vasiyet etmiþtir. Kur’an, Allah kelamýdýr, hatadan müstaðnidir, yani masumdur. Öyleyse onun ayrýlýnaz bir parçasý olan Ehl-i Beyt de masumdur. Böylece icma vaki olmuþtur. Bunlarýn her iki"sine birden tutunmak gerekir. Yalnýz birisine tutunmak caiz deðildir. Çünkü Hz. Peygamber, yalnýz birine deðil, ikisine birden sarýlmayý emretmiþtir. 3- Yine bu hadisten Ehl-i Beyt'in Kýyamet günune kadar Kur'anýn yanýnda olduðu anlaþýldýr. Zamanlar içerisinde' bu ikisinin bulunmadýðý bir zaman yoktur(UsUlü 'I-Amme Li’l-Fýkhi’l-Mukarin s. 167) Bu hadiste sadece Allah’ýn kitabýna ittiba etmeye dair emir vardýr. Bu, bundan daha önce, veda haccýndan da haccýnda da tavsiye edilmiþtir. Ayný zamanda “Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem “itreti” (Ehli beyti) ne ittiba etmeye dair haber vermemiþtir. Ancak þöyle buyurmuþtur; “Ben Ehli Beytim hususnda Allah’ý size hatýrlatýyorum” Dolayýsýyla ümmetin’in onlarý hatýrlamasý bundan önce kendileri hususunda verilen bir emri hatýrlama manasýna gelmektedir. Bu emir de (örneðin) onlara tanýnan haklarý kendilerine verilmesi ve onlara zulüm yapmaktan kaçýnýlmasýdýr. Bu ise “Gadir Hum” dan önce açýklanmýþ bir emirdir. Bundan da anlaþýlýyor ki “Gadir Hum da” yeni bir þer’i hüküm hususunda herhangi bir emir söz konusu deðildir ( Bu sadece daha önceki þeyleri bir hatýrlatma babýndandýr). Dolayýsýyla be Hz. Ali ne de baþkasýnýn halifeliði veya baþka br durumu hakkýnda yeni bir þey yoktur.” Burada þunu da unutmamak lazýmdýr ki, Zeyd b. Erkam vefat ettiði zaman. (68/687) islam dünyasýndaki siyasi hava oldukça karýþýk idi. Hilafet meseleleriyle ilgili olarak çeþitli görüþler ortaya atýlýyordu. Ali ile ilgili olarak bir çok hadisin uydurulmasý da bu dönemlerde baþlamýþ bulunuyordu. Böyle bir ortamda ravinin daha açýklayýcý sorularla duruma açýklýk kazandýrmasý çok daha iyi olurdu. Öyle anlaþýlýyor ki, o günün. müslümanlarý höyle hir hadiste peygamberimizin hilafet konusunda Ali yi iþaret ettiðini anlamamýþlardý. Eðer öyle bir iþaret olsaydý þüphesiz ki bu konu muallâkta býrakýlmaz açýklanýrdý. Ançak söz konusu hadisin þerhinde Ehl-i Beyt tabirinin Hz. Peygamber'in zeveclerine de þamil olduðunu heyan ettikten sonra" (aslýnda Ehl-i Beyt onlardýr. Ali ve Fatýma nýn evi ayrýdýr). Kuran'a sarýlmak, onunla amel etmek, emirlerine uymak, nehiyIerinden kaçýnmaktýr. Ehl.i Beyt'e sarýlmak da onlarý sevmek, rivayetleri ile amel etmek ve onlarýn yolundan gitmektir. Gerek Muslim’in naklettiði hadiste “Haklarýnýn korunmasý” emredilen, gerekse Týrmýzi’nin naklettiði hadiste “ittiba edilmeleri” emredilen “ehli beyt” ten maksad, þiilerin iddia ettiði gibi Sadece Hz. Ali ve evlatlarý deðildir Bilakis sahabi Zeyd bin Erkam’ýn da tarif ettiði gibi “Ehli Beyt’ten maksat Ali’nin, Akil’in Cafer’in ve Abbas’ýn yakýlarýdýr. Bir Sahabi’nin, hadise verdiði mananýn, en sahih manalardan olduðu ulema arasýnda sabit bir kaidedir. Ayrýca “Ýtret” den maksat da budur. “Sýhah” ve “Kamus” da þöyle geçiyor: Kiþinin “itreti” onun nesli ve yakýn akrabalarýdýr. Yine “Esasül Belaða” de þöyle deniyor: “Kiþinin itreti, onun yakýnlarýdýr. Bunlar da, evlatlarý, evlatlarýnýn evlatlarý ve yakýn amca çocuklarýdýr.” Yukarýdaki izahlardan ortaya çýkýyor ki þiacýlarýn, Ayet ve hadislerde geçen “Ehli Beyt” ifadesinden, Peygamber’in sav. umûm yakýn akrabalarý ve hanýmlarý deðil de, sadece Ali, Fatýma, Hasan ve hüseyin’i kast etmeleri, onlarýn kendi heveslerine uygun manalar çýkarmak için kelimeleri asýl manalarýndan baþka yöne kaydýrmaktan kaynaklanýyor. Sakaleyn hadisinin daha meþhur olan bir baþka rivayetinde, Müslümanlarýn tutunmalarý gereken þeyin "Allah'ýn Kitabý ve Resulullah'ýn Sünnetiolduðu belirtilmektedir. (ibn Hiþam; es-Sýretü'n-Nebeviyye 4/251. ) Þiacýlar Hz Ali nin hilafetine iliþkin gösterdikleri bir baþka delil de Aszap 33 “Ey Ehl-i Beyt = Peygamber ailesi! Allah sizden sýrf günahý gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb: 33/33) bu ayetin gelmesinden sonraki Ahmed b. Hanbel Müsned'inde rivayet ettiðine göre, Vasile b. el-Eska' þöyle diyor: Ali'yi evinden sordum. Fâtýma: “Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gitti,” dedi. Bir de baktým ki ikisi beraber geldiler. Onlarla beraber eve girdim. Rasulullah, Ali'yi sað, Fâtýma'yý sol tarafýna oturttu. Hasan ve Hüseyni de kucaðýna aldý. Sonra onlarý elbisesiyle örttü ve: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sýrf günahý gidermek ve sizi; tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzap: 33/33) mealindeki ayeti okuyarak: “Allah'ým! Bunlar benim ehlimdir” buyurdu. (Tirmizi Menakýb: 60, Ahmed: 1/331) Ümmü Seleme'den rivayet edilen benzer bir hadisin sonunda: “Muhakkak sen (Ümmü Seleme) bana daha hayýrlýsýn.” ifadesi vardýr. Þiacýlar bu ayeti þöyle yorumlamaktadýrlar; Bu ayette masumiyete dair delil vardýr. Üstelik “Ýnnemâ” ((Muhakkak), lafzý ve haberin baþýndaki “Lam” harfi de bu mânâyý kuvvetlendiriyor. Onlardan baþkalarý masum olmadýðýna göre Ýmamet Ali'nin (r.a.) hakký olur. Hatta Ali (r.a.) þöyle diyordu: “Benim imametle olan münasebetim deðirmen iði'nin deðirmen taþýyla olan münasebeti gibi olduðunu bilmesine raðmen, Ýbn-i Kuhfe ((Ebu Bekir (r.a.)) imamet gömleðini zorla giymiþtir.” Allah (c.c.) günahý Ehl-i Beytten nefyettiðine göre Ali (r.a.) sâdýktýr, demektir.” Söz konusu hadiste onlarýn ma'sum ve imam olduklarýna dair hiç bir delalet yoktur. Ahzap 33. ayete gelince ; Allah'u Teala'nýn: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sýrf günahý gidermek ister ve sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab: 33/33); “Allah size bir güçlük dilemez, fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister; tâ ki þükredesiniz.” (Mâide: 5/6), “Allah size kolaylýk diler, size güçlük dilemez” (Bakara: 2/185), “Allah sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarýný size göstermek ve tevbelerinizi kabul etmek ister.” (Nisa: 4/26) mealindeki âyetleri ise O'nun bu istikametteki Ýrade, Muhabbet ve Rýzasýna tazammun eder. Âyetler, Cenab-ý Allah (c.c.)'ýn bunlarý yarattýðýný ve halen onlarda mevcud olduklarýný ifade etmiyorlar. Hatta âyetin nüzulünden sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allah'ým! Bunlar benim ehl-i beytimdir. Onlarý günahtan arýndýr” buyurmuþlardýr. (Tirmizi Menakýb: 60, Ahmed: 1/331) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu duasýyla günahlarýný affedilmesini talep etmiþtir. Eðer âyet bunun vukuunu bildirseydi, duaya ihtiyaç kalmazdý. Böyle anlamak kaderiyecilere göredir. Rafizilere göre de Allah (c.c.)'ýn iradesi, istenilen þeyi tazammun etmez. Aksine Allah, bazan olmayacak þeyi istediði gibi, bazen da istemediði þey olur. Ama ehli sünnet inancýna göre irade ikiye ayrýlýr: Birincisi: Þer'î iradedir. Bu irade Allah (c.c.)'ýn muhabbet ve rýzasýný kapsar. Ayetlerde beyan edildiði gibi. Ýkincisi: Kevnî ve kaderi iradedir. Bu da, Allah (c.c.)'ýn yaratma ve takdirini içine alýr. “Eðer Allah, sizi saptýrmayý murad ediyorsa...” (Hud: 11/34), “Allah, kime hidayet etmeði dilerse, Ýslâm'a onun göðsünü açar, gönlüne geniþlik verir. Her kimi de sapýklýða býrakmak isterse, onun kalbini öyle daraltýr sýkýþtýrýr...” (En'âm: 6/125) âyetleri bu mânâyý ifade ederler. Ahzab otuzüçüncü âyeti ma'sumiyet için delil ise, bu âyette Rasulullah'ýn (sallallahu aleyhi ve sellem) zevceleri de vardýr. Hatta âyet onlarla baþlamýþ ve onlarla sona ermiþtir. Buna raðmen günahtan arýndýrma meselesi yalnýz Rasulullah'ýn (sallallahu aleyhi ve sellem) ezvâcýna mahsus bir halet olmayýp bütün ehl-i beyti ilgilendirir. Fakat Ali, Fâtýma, Hasan ve Hüseyin diðerlerine nazaran hususilik arzettikleri için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Onlarý duasýnda tahsis etmiþtir. Sahih bir hadiste sabit olmuþtur ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allah'ým! Muhammed'e, zevcelerine ve zürriyetine rahmet eyle” buyurmuþlardýr. Biz de farzedelim ki ayet onlarýn temiz olduklarýna (manen) delalet ediyor. Peki onlarýn ma'sumiyetlerini ve hata ile unutkanlýðýn onlardan meydana gelmiyeceðini gerektiren âmil nedir? Aslýnda âyet þuna delalet eder: Allah (c.c.), Rasulullah'ýn (sallallahu aleyhi ve sellem) zevcelerine emrettiði hususlarda onlarýn hata iþlememelerini istiyor. Âyetin akýþýndan da Allah (c.c.)'ýn onlarý kötülüklerden temizlediði anlaþýlýyor. Biz de inanýyoruz ki Allah (c.c.), O yüce ezvac-ý tahireden her türlü þirk ve kötülüðü gidermiþ ve onlarý tertemiz kýlmýþtýr. Ama hiçbir zaman Takva sahibi için küçük günahýn meydana gelmemesi ve o sebeble de tevbe etmemesi gibi bir þart yoktur. Böyle bir þart olsaydý Muhammed ümmetinde muttakî (Takva sahibi) diye hiç kimseden bahsedilemezdi. Allah (c.c.) þöyle buyuruyor: “Onlarýn mallarýndan bir zekât al ki, onunla kendilerini temize çýkarmýþ, mallarýna bereket vermiþ olasýn.” (Tevbe: 9/103) Görülüyor ki, mü'minlerin mallarýndan zekât almak, onlarýn günahlardan arýnmalarýna vesile oluyor. Çünkü zekât insanlarýn kiridir. (Yani mü'minlerin arýnmalarýný temin eder, yoksa zekât kirdir, alýnmamalý diye bir mana çýkmaz.) Hülâsa; âyette sözkonusu olan ve Rasulullah'ýn (sallallahu aleyhi ve sellem) onunla dua ettiði Tathir (arýndýrma) ittifak ile masumiyet manasýnda deðildir. Hülasa Þiiler “Ali hilâfeti istemiþtir. Ma'nen temiz olduðu da sabit olduðuna göre, talebinde sâdýktýr.” deselerde Ali'nin (r.a.) ilk halife seçimine hilafeti istediðine dair ileri sürülen iddiaya asla doðru deðil. Aksine Osman (r.a.) þehid edildikten sonra hilafeti istediðini biliniyor. Ali (r.a.) kalben istemiþse de, hiç bir zaman “Ýmam benim, ben ma'sum'um, Rasulullah kendisinden sonra beni imam yaptý, halkýn bana ittiba etmesi vaciptir” gibi sözleri söylememiþtir.
ALINTI

Gönderen: 18.02.2010 - 00:47
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 849 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
2243 üye ile 29.03.2024 - 11:40 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
ibrahim45 (46), ebabil54 (51), _EM!NE_ (36), talat (55), nerfa (58), yakupbozseki (59), NeWBaHaR (37), Akbulut (52), vahdet_ahmet (44), saripapatyam (50), bilo78 (46), gurbetten_silay.. (39), Rabbia (52), akaya20 (38), El- Metin (43), rapidhack (42), muazbinismail (40), SANDOKAN (56), SANKOCINK (56), efuli2 (50), hollanda (46), braskim (45), benreceb (42), ergin32 (55), Ozlem (42), suheyla cabuk (52), selman77 (47), kenankara (39), bilalxx (40), iskenderpasa (46), mstfakin (42)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.65774 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.