generique plaquenil colchicine generique stromectol generique stromectol ivermectin apranax aprovel aralen arava arcocillin arcoxia aricept arilin arimidex aristocort artane arthrotec artofen asacol asasantine asmaxen at 10 atarax atenil ateno basan comp ateno basan atesifar athrofen atridox atrovent augmentin avalide avana avapro avelox aventyl aviral avodart aygestin azaimun azarek azelex aziclav azulfidine bactrim basiron
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » SÖYLEYENE BAKMA DİNLEYENE BAKç

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
SÖYLEYENE BAKMA DİNLEYENE BAK.
Moderator


4254 Mesaj -
SÖYLEYENE BAKMA DÝNLEYENE BAK
"Söyleyene bakma, söyletene bak" diye bir atasözümüz vardýr. Yahut, "Söyleyenden ziyade dinleyen arif olmak gerektir." Burada þunu da söyleyebiliriz: "Söyleyene bakma, dinleyene bak!"
Bu giriþi þu hatýra için yaptým.
Bir kitap fuarýnda imza programýna katýlmýþtýk. Okuyucularla sohbet ediyor ve kitaplarýmýzý imzalýyorduk. Baktým, karþýda bir hanýmefendi dikkatle bizi izliyor, ne geri gidiyor, ne ileri geliyor, öylece bizi süzüyor. "Bu hanýmefendi niye bekliyor, acaba bir sual soracak da mahcubiyetinden dolayý mý yaklaþamýyor?" diye düþündüm. Bir ara ortam tenhalaþtý, ziyaretçiler azaldýlar.
"Hanýmefendi buyurun," dedim, "bir sual sorâcaksanýz gelin sorun." Haným, boynunu mahzun bir þekilde büktü. Birþeyler söyleyecek, fakat söyleyemiyor.
"Buyurun, tenhadýr, sualiniz varsa sorabilirsiniz" dedim.
"Yok," dedi, "sualim yok da, bir hayretimi ifade etmek istiyorum."
"Hayretiniz nedir?"
"Þey, ben" dedi, "sizleri melek zannediyordum, meðer melek deðilmiþsiniz, siz de bizim gibi insanmýþsýnýz!"
Ondan sonra sustu. Yine derin derin düþünmeye baþladý. Ne diyeceðimi bilemedim, ne demek istediðini anlayamadým.
"Ne demek istiyorsunuz, biraz açýklayýn da anlayayým" dedim, baþladý anlatmaya:
"Yazýlarýnýzý okuyor, Moral FM'deki konuþmalarýnýzý dinliyorum. Bu konuþmalar bende çok etki yaptý. O kadar istifade ediyorum ki, hayatýmý adeta yeniden yaþamaya baþladým. Düþüncelerimde derinlik oldu. Dini hayatýn tam atmosferine girdim. Günahlarla dolu bir hayattan kurtuldum ve çok mutlu bir hayata baþladým ve düþündüm ki, beni böyle mutlu bir hayata kavuþturan konuþmacýlar herhalde melektirler. Çünkü beni bu atmosferin içine sokabiliyorlarsa kendileri kim bilir nasýldýr diye düþünüyordum ve çok merak ediyordum. Nihayet bugün buraya geleceðinizi öðrendim. Geldim, baktým, öye farklý bir adam da deðilmiþsiniz. Bizim gibi kimselermiþsiniz!"
Bundan sonra þaþkýnlýk, hayret sýrasý bana geldi. Bu olay beni çok düþündürdü. Bu hanýmefendi neden bizi melek tasavvur ediyordu? Gerçekten de bizim melek olabileceðimizden dolayý deðil, o kadar fazilet sahibi, o kadar alim olduðumuzdan, o kadar kýymetli þey söylediðimizden dolayý deðil, daha doðrusu bizi melek tasavvur etmesi bizimle ilgili deðil. Kendi temiz dünyasý, temiz kalbiyle, gönlüyle, hüsn-ü niyetiyle ilgili. Öylesine bir teiniz duygu, temiz düþünce, has bir teveccühle dinliyor ki, artýk onun o dinlemesi onu adeta melekleri dinliyormuþçasýna kemale erdiriyor.
Bu misal beni düþündürdü. Kimbilir, dinleyicilerimiz içerisinde böyle sinesi, kalbi temiz,
gönlü saf nice insanlar vardýr. Nice insanlar böyle dinliyorlar, tekamül ediyorlar, bizde olmayan faziletleri var zannederek, kendileri çok daha ileri gidiyorlar. Bizi fersah fersah geçiyorlar. Bu, þuna benziyor:
Þeyhin birisi müritlerini toplamýþ, ders veriyormuþ. Fakat þeyh, görünüþte þeyh, aslýnda þeyhlik makamýna hiç layýk deðil, sýradan bir insanmýþ. Ama müritleri arasýnda öyle bir safi kalpli insan varmýþ ki, þeyhine öyle hüsn-ü niyetle bakýyor, öyle bir inançla dinliyormuþ ki onu, o hüsn-ü niyetinin eseri olarak, tekamül ede ede keramet gösterecek kadar yükselmiþ ve nihayet bir kerametle þeyhinin makamýný keþfetmiþ. Bakmýþ ki, þeyhi kuyu dibinde, kendisi minare baþýnda. Þeyh çok düþük mertebede. Ama o þeyh sebebiyle kendisi de minarenin baþýna çýkmýþ.
Þeyh de bu durumu farketmekte gecikmemiþ. O zaman mürit demiþ ki:
"Efendi Hazretleri, þimdi senin mahiyetini Cenab-ý Hak bana keþfetmeyi nasip etti. Ama seni kuyu dibinde gördüðüm halde, sana olan hürmetim, itaatim, sevgim devam edecektir. Çünkü ben bu minare baþýna senin irþadýnla, sana olan hüsn-ü niyetimle, senin vesilenle çýk'tým. Senin mahiyetini keþfedecek makama çýkmam yine senin irþadýnla oldu. Bunun için sana olan itaatim hiç azalmayacak, devam edeceðim."
Evet, bu bir gerçektir. Dinlediðiniz insanlar belki yüksek makamda olmayabilir, belki söyledikleriyle amel de etmeyebilirler. Ama mühim olan sizin dinlerken duyduðunuz hüsn-ü niyettir. Bundan dolayý atalarýmýz demiþler ki: "Söyleyenden ziyade dinleyen arif olmak gerektir." Evet, söyleyene bakma, dinleyene bak.
Bu konuya tam misal olacak bir olayý daha anlatmak istiyorum Yeni Camide vaaz eden hocaefendi diyor ki: "Kur'ân-ý Kerim, Fatiha'nýn içinde toplanmýþtýr. Öyle olduðu içindir ki, namazda her rekâtta Fatiha'yý okuyoruz. Fatiha da Besmelenin içinde gizlenmiþtir. Bu itibarla Kur'an demek Fatiha demek, Fatiha da besmele demektir. Bir insan denizin kenarýna gelse de, Bismillâhirrahmânirrahim dese, o besmele hürmetine suya batmadan karþý tarafa geçebilir."
Bunu dinleyen adam öylesine halis, öylesine safi bir niyetle dinliyor ki, kendi içinden, "Oh ne güzel. Ben hergün vapurla Sarayburnu'ndan Kadýköy'e gidiyorum. Þimdi niye vapuru bekleyeyim bilet masrafý ödeyeyim. Nasýl olsa duayý öðrendim. Ýþim bitince Sarayburnu'na gider, besmeleyi çekerim, denizin üzerinden yürüyerek Kadýköy'e geçerim."
Öylesine samimi, öylesine safiyane niyet ediyor, inanýyor ki, böyle olur mu, olmaz mý diye bir tereddüdü yok. Belki bunu söyleyen hocaefendinin tereddüdü var, ama dinleyen adamýn yok. O gün iþini bitirdikten sonra Sarayburnu'na gidiyor. En kýsa yeri tahmin ediyor. Bütün duygularýyla inanarak, "Bismillâhirrahmânirrahim" diyor, denizin üzerinden yürüyerek, boðazýn öbür tarafýna geçiyor.
Bu iki-üç gün devam edince hanýmý merak ediyor, diyor ki: "Efendi, nasýl oluyor, sen eve erken gelmeye baþladýn. Vapuru beklemiyor musun?"
Diyor ki adam: "Haným, Yeni Cami'de bir hocaefendi bana bir dua öðretti. O duanýn hürmetine hiç vapur falan beklediðim yok. Sarayburnu'nda besmeleyi çekiyorum, denizin üzerinden yürüyerek geliyorum."

Haným þaþýrýyor, "Ne güzel. O zaman o hocaefendi çok
büyük zattýr. Sana bu iyiliði yapan hocaya biz de bir iyilik yapalým. Ben bir akþam yemek yapayým. Sen de hocaefendiyi al getir de, bir çorbamýzý içsin bari" diyor.
Adam, ertesi gün Yeni Cami'de hocaefendinin yine vaazýný dinliyor. Vaazdan sonra hocaefendinin yanýna geliyor: "Hocam," diyor, "bizim haným bir çorba hazýrlamýþ. Lütfen gidelim de fakirhaneye, þu çorbadan içelim."
Hoca tereddüt ediyorsa da ýsrara dayanamayarak kalkýyorlar, camiden çýkýp Sarayburnu'na geliyorlar. Hoca bir bakýyor, iskele yan tarafta kaldý, adam baþka bir yere gidiyor. Tam köþeye kadar varýyorlar.
"Hocam Allah razý olsun" diyerekten anlatmaya baþlýyor adam. "Bana öyle bir dua öðrettiniz ki, o duayý öðrendiðimgünden bu yana ben hep Besmele çekiyorum" diyor ve "Bismillâhirrahmânirrahim" diyerek suyun üzerinde yürümeye devam ediyor: "Onu bana öðrettiðinizden bu yana, hep böyle denizin üzerinden yürüyerek geçiyorum, ayaðýmýn içerisine dahi su girmiyor, iyilik yaptýnýz" derken bakýyor ki, hoca yanýnda yok, hoca geride, sahilde, hayran hayran Bakýyor.
"Hocaefendi niye bekliyorsunuz, buyursanýz ya!" Hoca boynunu büküyor, "Yürüyemem" diyor.
"Niye yürüyemiyorsun? Bu duayý bana siz öðrettiniz. Ondan sonra ben hep böyle geçiyorum."
O zaman hoca þunu söylüyor: "Evladým, o sözü söyleyen dil bende, fakat ona inanan kalp de sende. Eðer senin kalbin bende olsaydý, ben de senin gibi Bismillâhirrahmânirrahim der, bu denizin üzerinde yürür, sana arkadaþlýk ederdim. Ne yazýk ki, bende o dil var, fakat o kalp yok."
Evet, söyleyene bakma, dinleyene bak! Bu da onu gösteriyor. Hocaefendi onun kadar inanamýyor. Ama dinleyici hocaefendiden çok daha ileri safhada inanýyor.
Size bu konuda bir misal daha arzedeyim:
Abdülkadir Geylani Hazretlerine birisi bir köle hediye ediyor, diyor ki: "Bu köleyi alýn, zatýnýza hizmetçi olsun."
Köle, hiçbir hakký olmayan, efendisinin arzusuna tabi insan demektir. Daha doðrusu beþeri haklarýnýn yarýsý efendisinin elinde olan kimsedir.
Abdülkadir Geylani Hazretleri köleyi alýyor, evine getiriyor, "Evladým, bak," diyor, "þu odalar yatma yeridir, þu elbiseler de giyilebilir. Yemek istiyorsan iþte þu yemekler var."
Ondan sonra soruyor: "Þimdi gördün bunlarý, nerede yatmak istersin?"
Kölenin cevabý: "Nereyi münasip görürseniz." "Peki hangi elbiseyi giymek istersin?" "Hangisini uygun görürseniz." "Hangi yemeði seversin?" "Hangisini verirseniz."
Köle böyle cevaplar verince, Abdülkadir Geylani Hazretleri gözyaþý dökmeye baþlýyor. Köle
bu sefer tereddüt ediyor, üzülüyor, acaba hatalý bir cevap mý verdim diye. Geylani Hazretlerinin gözyaþlarý sürekli akýnca köle yaklaþýyor, "Efendi Hazretleri, kusur ettiysem, özür dilerim, hata mý ettim acaba?"
"Yok evladým yok, hata etmedin, tam isabet ettin" diyor.
"Niye aðlýyorsunuz öyleyse?" deyince: "Söylediklerini dinledim de ondan."
"Ben yanlýþ birþey mi söyledim?"
"Yok, doðru söyledin. Keþke senin bana bu yaptýðýn itaat gibi, ben de Rabbime böyle bir itaatte, kullukta bulunsam da ömrümde bir defa olsun, Ya Rabbi, Senden hiçbir þey istemiyorum. Nereyi uygun bulursan o evde yatarým, hangi elbiseyi münasip görürsen onu giyerim, hangi rýzký verirsen onu yerim. Baþka bir talebim yok Senden' diyebilseydim. onun için aðlýyorum" diyor.
Evet, söyleyenden ziyade dinleyen arif olmak gerektir. Köle böyle söylemiþ, ama dinleyen ne anlamýþ, ne mânâ çýkarmýþ oradan ve hakikat nasýl yerine oturmuþ? Biz de Abdülkadir Geylani gibi diyebiliyor muyuz?
Yavuz Sultan Selim, Ýslâm birliðini saðlayan ve ihlasta da zirveye ulaþan bir Osmanlý sultaný ve Müslümanlarýn da halifesidir. Mukaddes beldeleri Osmanlý hudutlarý içerisine o almýþ, ilk defa o hâdimü'l harameyn olmuþtur. Zaferden döndükten sonra bütün Ýstanbul onu karþýlamak için ayaða kalkmýþtýr. Fakat o ordusuna dur emri vermiþ, Kadýköy'den gemilere binip de gündüzleyin karþýya geçmemektedir. Diyorlar ki: "Sultaným, tam vaktidir. Þimdi ikindi üzeri. Kayýklara binip karþýya geçmeliyiz, Ýstanbul halký bizi bekliyor."
"Hayýr," diyor, "giriþ yasak, kimse bulunduðu yerden kýpýrdamasýn."
Gecenin sessizliðinde Yavuz Sultan Selim yanýna üç-beþ tane muhafýzýný, subayýný alarak sessizce mütevazi bir kayýða biniyor ve karþýya geçiyor. Topkapý Sarayýna giriyor.
Sabah halk kalkýyor, bakýyor ki, Padiþah gece gelmiþ, sarayýna girmiþ, alayiþ yok. Soruyorlar: "Sultaným, bütün Ýstanbul sizi bekliyordu. Merak ediyorlardý. Siz Harameyn-i Þerifeyni hudutlar dahiline aldýnýz. Sultan olmanýzýn ötesinde bir de halife oldunuz."
Yavuz'un cevabý þu oluyor: "Biz bunu yalnýz Allah rýzasý için yaptýk. Halk bizi alkýþlasýn diye deðil."
Halk neyi bekliyor, o nasýl düþünüyor, ne anlýyor.? Ýþte Yavuz Sultan Selim'in ihlasý da budur.
Bu padiþah vefat etmiþtir. Türbesi Fatih'teki Yavuz Sultan Selim Camimin avlusundadýr. Burada, II. Abdülhamid zamanýnda yaþayan bir türbedarý vardýr. Bu türbedar fakir bir insandýr, hanýmý hamiledir. Bu hamile haným bir sabah der ki: "Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Caným kiraz istiyor. Akþam gelirken bir kilo kiraz âl da gel."
Hamile hanýmlarýn bir þeyi caný çekti mi, onun alýnmasý icap eder. Türbedar, "Tamam" der, türbeye gider, akþama kadar hizmetini görür. Fakat akþam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazýn okkasý pahalýdýr, satýn alacak para yoktur. Akþam eve gelir, kapýyý açar açmaz haným, "Hani kiraz, almadýn mý?" diye sorar.
Boynunu büker, "Haným, bugün iþim çoktu, ayrýlýp da çarþýya inemedim, yarýn Allah nasip ederse alýrým" der ve hanýmý yarýna atar. Yarýn yine türbeye gelir, akþama kadar düþünür. "Bu akþam yine hanýma söz verdim, ben ne yapacaðým?" der.
O gün ikindi üzeri kendi kendine düþünürken elindeki süpürgenin sapým Sultanýn sandukasýna vurur. Der ki: "Ey koca sultan, bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Haným hamile. Bir okka kirazý dahi alamýyorum. Ne olur, himmet etsen de þu fakirlikten kurtulsam."
Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider. Gider de, "Söyleyenden ziyade, dinleyen arif olmak gerek" diyoruz ya, söyleyen türbedar, dinleyen de Yavuz Sultan Selim. Burada dinleyen herhalde söyleyenden ariftir. Bakalým, sonuç nasýl tecelli edecek?
Akþam haným yine, "Hani kiraz?" deyince, boynunu büker, "Haným, yarýn mutlaka alacaðým" der.
Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melul mahzun beklerken birden türbenin kapýsýnda Padiþahýn faytonu görülür. Ýçerisinden bir emir subayý iner, koþa koþa gelir. "Efendi, türbedar sen misin?" der.
"Evet, benim" der.
"Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceðiz"
Adam þaþýrýr. Abdülhamid'in bir türbedarý çaðýrmasý, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayaðý titrer, "Efendim, benim kusurum yok, bir yanlýþlýk olmasýn, belki baþkasýný çaðýrýyordur" derken, "Türbedar sen deðil misin?" diye emir subayý tekrar eder. "Benim" deyince de, "O halde buyur. Sultan seni çaðýrýr, çabuk" der.
Eli ayaðý dolaþarak Padiþahýn faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid'in huzuruna çýkarýrlar.
Abdülhamid, "Türbedar sen misin?" diye sorar.
"Evet, efendim, bendenizim" der.
"Söyle bakayým, dedem Yavuz'un türbesinde dün neler oldu?"
Þaþýrýr, "Birþey olmadý efendim."
Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!"
Titremeye baþlar ve olayý hatýrlar. Der ki: "Sultaným, haným hamile, iki gündür kiraz istiyor, alamadým. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapýyla Sultanýmýzýn sandukasýna vurdum ve onun himmetini istedim."
Abdülhamid, "Anladým" der ve hemen çýkarýr bir kese altýn atar önüne. "Bir daha böyle birþey olursa, Cennetmekan dedemi rahatsýz etme. Sen dün orada dedemin sandukasýna vurmuþsun,

o da bu gece sabaha kadar benim baþýma vurdu, beni uyutmadý. 'Niçin benim türbedarýmla meþgul olmazsýn?' diye beni azarladý. Bir daha bir sýkýntýn olursa dedemi rahatsýz etme, doðru bana gel" der.
Bir kese altýný aldýktan sonra türbedar geri dönerken, Padiþah emir subayýna emreder: "Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarýnýn maaþý iki misli arttýrýlacaktýr." Ve böylece türbedar hem bir kese altýn alýr, hem de maaþý iki misline çýkarýr.
Ne demiþtik?
"Söyleyene bakma, dinleyene bak." Türbedara bakma, sandukasýna vurduðu kimseye bak. Söyleyen bir türbedar, ama dinleyen koca Yavuz Sultan Selim Han.
Alýntý



Mesaj 1 kez düzenlendi. En son Muhtazaf tarafından, 02.05.2010 - 01:47 tarihinde.
Gönderen: 02.05.2010 - 01:46
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 561 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
2243 üye ile 29.03.2024 - 11:40 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
ferdülislam (108), sunniit (59), kadirbey (62), busra12 (32), melisatek (32), hüzünlüköprü (36), ramazan294 (35), nisa88 (36), ervam (57), Allah 1 (47), saime86 (38), batu39 (51), Abdurrahman Gör.. (61), fatihulu24 (30), Zeynep_85 (39), ferhatb (51), GuVeNN (46), safiye55 (35), azra16 (44), ahmed86 (38), mürsid (37), mekin (43), tohurter (54)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.56469 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.