|
 |
 |
|
Toplam Forum: 69
*** Toplam Konu: 30100
*** Toplam Mesaj: 148193 |
|
|
|
|
|
Gönderen |
|
|
|
1613 Mesaj -
|
|
|
HACI BAYRAM-I VELÎ
M. 1352 1429 Ankara
Ankara'nýn Çubuk kazasýna baðlý Solfasol (Zülfazýl) köyünde 1352'de (H. 753) dünyaya
gelen Numan, babasý Ahmed Koyunculu'nun gayret ve çabalamasýyla ilk tahsilini civarda
bitirdikten sonra. Bursa'ya gitmeye muvaffak olmuþtur.
Bursa, o günün tam mânâsýyla bir ilim ve irfan merkezidir. Nitekim ilk Þeyhülislâm
Molla Fenâri, Yýldýrým'ýn Ulu Cami baþimamý Süleyman Çelebi, tasavvuf büyüðü Emir
Sultan ve fýrýn iþletip ekmek sattýðý için kendisine Somuncubaba denen Þeyh Cemalüddin-
i Aksarayi gibi zâtlar hep Bursa'dalar. Çevrelerine mânâ ýþýklan serpip, ilim, irfan
nûru yaymaktalar.
Buradaki tahsil devresinde emsallerinden çok üstün bir muvaffakiyet gösteren Molla
Numan, medrese ilimlerini bütünüyle hem de iyi derecede ikmal edince, onu Ankara'da
Melike Hatun'un yaptýrdýðý Kara Medrese'ye müderris tayin ederler.
Ankara medresesinin baþmüderrisi olan Numan, bu sýrada halkýn derin saygý ve
hürmetini kazanýr. Ama o yine de huzur bulmaz, bu þan ve þöhretin aldatýcý þeyler
olduðunu düþünerek mânevi eksikliklerinin bulunduðunu düþünmekten geri kalmaz.
Böyle mânevi muhasebe içinde kývrandýðý günlerden birinde kendisine tanýmadýðý biri
gelir, uzattýðý bir mektubu okumasýný rica eder.
Mektup, Kayseri'de bulunan mânâ büyüðü Cemalüddin-i Aksarayi'den gelmekte, kendisini
Kayseri'ye dâvet etmektedir. Þeyhin deðerli talebesi Þücaaddin ile birlikte yola çýkan
Müderris Numan, bir Kurban Bayramý gününde Kayseri'ye varýp. Þeyhin huzuruna girer.
Bundan çok memnun olan Þeyh, ayaða kalkar:
"Bilmem bu iki bayramýn hangisiyle sevineyim" der. Müderris Numan'ýn geliþini de
ayrý bir bayram telâkki eder.
Ýþte bundan sonradýr ki, Numan ismi býrakýlýr, Bayram ismi söylenmeye baþlanýr.
Buradaki ikameti müddetince Þeyh Cemalüddin-i Aksarayi'den mânevi feyizler alýp ihlâslý
irþadlarýný iyice benimseyen Bayram, Þeyhiyle birlikte hac yolculuðuna da çýkar. Ýlk
önce Þam'a, daha sonra da Mekke'ye varýrlar. Geçtikleri yerlerin ilim ehli. irfan
sahibi zâtlarýný görüp ziyaretlerinde bulunurlar. Hac'dan sonra tekrar Ankara'ya dönen
müderrisimiz, artýk "Hoca Numan" deðil, "Hacý Bayram"dýr. Þeyhinin iltifatýyla Bayram
ismini almýþ, gittikleri hac münasebetiyle de Hacý sýfatýna lâyýk olmuþtur.
Hacý Bayram, artýk doðduðu Solfasol köyüne yerleþir, iktisab ettiði tasavvuf ilmiyle
çevrede Ýslâmi hizmete baþlar.
Gönlünde imana ve Ýslâma hiç alâka duymayanlar onu görüp sohbetinde bulununca derhal
deðiþirler, ilme merak sarar, irþadýna gönül verirler... Böylece çevresinde bir Ýslâmî
cereyan meydana getiren Hacý Bayram. günden güne taraftarlarýný çoðaltýr. Ýslâmý bizzat
yaþayan mânâ ehli gençlerin sayýsý kabarmaya baþlar.
Bundan þüphelenenler de çýkar. Nitekim Manisa'dan, Edirne'ye gönderilen bir elçi,
Sultan Ýkinci Murad'a durumu bildirir: "Sultaným, Ankara'da Hacý Bayram diye söylenen
bir zât gittikçe taraftarlarýný çoðaltýp, adamlarýný etrafa yaymaktadýr. Gerçi bunlar,
"Bizim Ýslâmý yaþamaktan baþka bir gayemiz yoktur" demekte iseler de her geçen gün
çoðalmalarý bizleri ürkütmekte, durumu Hünkârýmýza duyurmamýza ihtiyaç zuhur etmiþ
görünmektedir."
Ýstanbul'un fethi için hazýrlýkta bulunan Ýkinci Murad'da bir endiþe baþlar...
Hemen postasýný yola çýkarýr:
- Tiz Ankara'ya varasýnýz, Çubuk'taki Þeyh Hazretleri'ne olan hürmet ve
takdirlerimizi sunup. sarayýmýza dâvet edesüz...
Gece-gündüz demeyip yol alan posta, nihayet Çubuk'taki Zülfazýl köyüne gelir ve
binbir endiþe ve tereddüt içinde Mektubu Hümayun'u sunar. Hacý Bayram, Sultan'ýn
mektubunu saygý ve hürmetle açýp okur, sonra da baþýný sallayarak konuþur:
Fitne ateþini yakmak isteyenler vardýr. Tiz hazýr olun. Pek yakýnda yola çýkacaðýz.
Sultanýmýzýn emri baþým üzeredür...
Nihayet Hacý Bayram Edirne'ye ulaþýr, Ýkinci Murad'ýn sarayýnda huzura kabûl olunur.
Sultan da onu tam bir tasavvuf büyüðü gibi görür. Bu samimiyetten her ikisi de son
derece memnun olurlar.
Ýkinci Murad, vehmedilen dünyevî arzularýn hiçbirinin Hacý Bayram'da bulunmadýðýný,
sadece Ýslâm'a hizmetten baþka gayesi olmadýðýný kesinlikle anlar. Þeyh Hazretleri'ne
birçok hediyeler vererek gönlünü almak ister.
Ancak Hacý Bayram, hediyeleri, kabul etmemekte ýsrar edince, durum nazikleþir. Bu
defa þu teklife rýza gösterir: "Sultanýmýz, talebelerimizi vergiden muaf tutsunlar. Bu
hediye bize kifâyet eder."
Böyle bir imtiyazla Ankara'ya dönen Hacý Bayram'ýn vergi affý, kendisinden önce
duyulur, kendisine talebe olmak üzere müracaat edenlerin sayýsýnda da âniden bir
çoðalma meydana gelir.
Ýþte bu çoðalma, ikinci bir söylentinin yayýlmasýna sebep olur:
"Hacý Bayram'ýn ordu kadar talebesi var. Yakýnda bir huruç hareketine baþvursa hiç
þüphesiz muvaffak olur...
Hacý Bayram'a talebe olanlarýn vergiden muaf tutulmalarý, vergi geliri azalan Ankara
Bey'ini endiþeye düþürür. Yanlýþ yoruma müsait haberler Edirne'ye ulaþýr. Bu durum,
Hacý Bayram'ýn tekrar bir tahkikata maruz kalmasýna sebep olur.
Hem devleti, hem de Ankara Bey'ini temsilen gelen müþahitler sual sorarlar:
- Efendi Hazretleri, bunca talebeleriniz var. Bunlarýn çokluðu çevreyi korkutmakta,
bu büyük kitle ile bir harekete baþvuracaðýnýz zanný uyanmaktadýr.:.
Hacý Bayram, mütebessim:
-Benim, sandýðýnýz kadar çok talebem yoktur. Toputopu birbuçuk müridim var...
Nasýl olur? Çubuk ovasýndaki tarlalarýnda çalýþanlar sizin müridlerinizdirler.
Ankara'nýn dýþýna taþýp Türkmen köylerinde gittikçe çoðalanlar da sizin
baðlýlarýnýzdýrlar.
Hacý Bayram tebessümünü çoðaltarak cevap verir:
Bakýn size bunun isbatýný yapacaðým, der ve þu emri verir:
- Bana baðlý olanlar, haftaya Cuma nâmazýndan sonra Zülfazýl ovasýnda toplansýnlar,
kendileriyle mühim bir hususu konuþacaðým!
Þeyhin ilân ettiði günü namazdan sonra ovayý dolduran taraftarlarý Þeyh'ten
fevkalâde korkulan þu teklifi dinlerler:
- Þu gördüðünüz çadýrý ben kurdum. Burada sizleri imtihan edeceðim. Bana gelen
ilhama göre, bu çadýra girecek olanlarý burada keseceðim. Boynunu býçaðýma teslim
edenleri buradan Cennete göndereceðim. Her kim benim müridim ise gelsin bu çadýra
girsin. Oradan da ruhu Cennete uçsun. Hadi buyurun!..
Bu sözlerden sonra elinde býçaðýyla çadýra giren Þeyh'in arkasýndan homurdanmalar
olur. Ancak koskoca kalabalýðýn içinden sadece bir erkekle bir kadýn, ileriye doðru
yürüyüp Þeyh'in arkasýndan çadýra girerler. Az sonra çadýrýn zemininden kanlar akmaya
baþlar. Çünkü Þeyh daha önceden içeriye aldýðý bir koyunu kesmiþ, kanýný dýþarýya
akýtmýþtýr. Bunu gören kalabalýk. homurdanmayý daha da çoðaltýr: '
- Þeyh de þaþýrdý! Böyle þey mi olur?..
Bundan sonra çadýrdan çýkan Hacý Bayram, müridinin çokluðunu iddia eden müþahitlere
söyleyeceðini söyler:
- Gördünüz ya, benim sadece birbuçuk müridim vardýr. O da iþte bu erkekle, bu
hanýmefendidir. Kimse bu çokluktan þüphelenmesin. Hem de Sultan, bu iki müridden
gayrýsýndan vergisini de alsýn, askere de çaðýrsýn.
Bundan sonra Hacý Bayram'ýn talebeleri arasýndan hâlislerle menfaatçýlar tamamen
ayrýlýr, ihlâs sahipleri Þeyh'in hizmetine devam eder, ötekileri ise yavaþ yavaþ eski
hayatlarýna dönerler.
Hacý Bayram Veli'nin Edirne'ye iki defa gittiði tarihi kayýtlardan anlaþýlmaktadýr.
Ýkinci gidiþinden ayrýlýrken Gelibolu'ya da uðradýðý, orada mâneviyat büyüklerinden iki
kardeþ olan "Ahmediye" yazarý, "Ahmed-i Bican" ile "Muhammediye" yazarý "Mehmed-i
Bican"larý da gördüðü yazýlmaktadýr. Ahmediye için ne dediðini bilmiyoruz, takdir
ettiði sanýlmaktadýr. Ancak, Muhammediye yazarý için þöyle dediði rivâyet
edilmektedir:
"Bunu yazmak için harcadýðýnýz zamaný, bir sîne pâk etmek için harcamýþ olsaydýnýz,
daha kârlý olur idi."
Bu, bir insanýn imanýný kurtarsaydýnýz, daha efdâl olan hizmet yapmýþ olurdunuz,
mânâsýna gelmektedir: Gerçekten de Muhammediye kitabýnda kavranmasý güç tasavvufi
ifadeler, yanlýþ anlamalara müsait ibareler görünmektedir. Muhterem Velinin vecd ve
istiðrak hallerin de kaydettiði bahisler vardýr.
1429'da Ankara'da vefat eden Hacý Bayram'ýn kurduðu Bayramiye tarikatýndan hilâfet
verdiði deðerli halifesi Akþemseddin, vefat günü ansýzýn çýkagelmiþ, böylece Þeyh'inin
vasiyeti gereðince namazýný kýldýran Akþemseddin, Þeyh'in medresesinin bitiþiðindeki
yerine defninde de hazýr bulunmuþtur.
Memleketimizin maruz kaldýðý kültür yýkýmý sýrasýnda türbelerin kapatýlma kararý
çýkarýldýðý günlerde mâneviyat mahrumu bir alâkalý, Hacý Bayram'ýn türbesini kapattýrýp
civarýný turistik meydan yaparak yanýndaki Ogüst mâbedini meydana çýkarmayý
plânlar.
Bunu duyan Þeyh'in baðlýlarýndan biri, sabahlara kadar gözyaþý döküp Allah'a
yalvarmaya baþlar. Ancak sabaha karþý daldýðý hafif bir uykuda þeyhinden þu sözleri
dinler:
- Sen üzülme, pislik kemâle erince zevali baþlar. Artýk zeval günüdür. Ürperti ile
uyanan adam, sabah namazýný Hacý Bayram Camii'nde kýlar. Namazdan sonra kulaktan kulaða
fýsýldaþmalar görür. Merakla sorar. Ona da ayný fýsýltý iletilir: Hacý Bayram
Hazretleri'nin türbesini yýkmayý plânlayan o herif, bu gece ölmüþ, cenazesini bugün
buraya getireceklermiþ.
Dudaklardan þu cümleler dökülür:
Hak sillesinin sadâsý yoktur.
Bir vurursa anýn devasý yoktur.
|
Gönderen: 05.09.2006 - 22:47 |
|
|
|
155 Mesaj -
|
|
|
sen bizle bu güzel bilgilerinle aydýnlattýðýn için allah razý olsun
|
Gönderen: 05.09.2006 - 22:51 |
|
|
|
1613 Mesaj -
|
|
|
ÝMAM-I A'ZAM EBÛ HANÎFE
Küfe 80/Baðdad 150
Ýmam-ý A'zam Ebu Hanife hazretleri, Emevi halîfelerinden Abdülmelik bin Mervan
zamanýnda. Kûfe'de Hicri 80 senesinde (M. 699) dünyaya geldi. Yani sahâbeye yetiþti.
Nitekim Hazret-i Ýmam'ýn babasý Sâbit, bir bayram günü, sahâbenin ilklerinden olan
Ýmam-ý Ali'ye (r.a.) fâlüzec yemeði ikram etmiþ; bu vesile ile de Ýmam-ý Ali'nin (r.a.)
duasýna mazhar olmuþtur. Hazreti Sâbit bunu anlatýrken: "Ben, Hazret-i Ýmam'ýn duasý
sayesinde nimetlere mazhar oldum..." der.
En büyük imam, mânasýna gelen "Ýmam-ý A'zam" tabiri, her ne kadar isim yerine
kullanýlmakta ise de, aslýnda Hazret-i Ýmam'ýn ismi "Numan", baba ismi de Sâbit'tir.
Numan, kan ve ruh manâlarýna da geldiðinden Hazreti Ýmam'a fýkhýn ruhu ve caný da
denilmektedir. Ebû Hanife künyesine gelince, bu tabir çeþitli mânalarý
hatýrlatmaktadýr. Hanif, hakka taraftar ve talip olan demektir. Ayrýca, divit ve kalem
mânalarýna da gelmektedir. Buna göre, Ebû Hanife; hakka talip ve âþýk olan. bu hakký
kalemle tesbite çalýþan zat demektir...
Hazret-i Ýmam, bir Arap memleketi olan Kûfe'de doðmuþ olmasýna raðmen, babasý
Sâbit'in Fars asýllý oluþu sebebiyle aslen ve neseben Farslý sayýlmýþtýr. Buhârî ve
Müslim'deki bir hadis de bunu te'yid etmektedir: Ýmam-ý Süyûti, Ýmam-ý A'zam'ýn
geleceðini müj'deleyen þu hadisi delil olarak zikreder:
"Ýlim Süreyya'da asýlý bulunsaydý bile, Fars neslinden bir adam mutlaka ona ulaþýp
sahip olurdu..."
Bu hadis, Ebû Hanife hazretlerinin büyük bir ilim aþkýna ve öðrenme merakýna sahip
olduðunu göstermekte ve yüksek bir ilmi pâyeye ulaþacaðýna iþaret etmektedir. Nitekim
birinci asrýn sonlarýnda Ýmam-ý A'zam'a yaklaþabilecek bir baþka Farslý âlim
görülmemiþtir. Demek ki Resûlüllah'ýn iþaret buyurduðu Farslý âlim, Ebû Hanife
hazretlerinin kendisidir.
Ebû Hanîfe'nin hayatýný yazan Seyyid Afifi der ki:
"Hazreti Numan; þer'i ilimlerde, edebiyat ve hikmette geçilmesi mümkün olmayan bir
iman ve aþýlmasý kabil olmayan bir denizdir...." Ebû Hanife'nin vefat ettiði sene
içinde dünyaya gelen Ýmamý Þâfiî de, bu sözü þöyle teyitte bulunur:
"Bütün insanlar fýkýhta Ebû Hanîfe'nin talebesidirler."
Bu mevzuda meþhur baþ kadý Ebû Yusuf’un sözü de þöyledir:
"Hadîs ilminin izahýný Ebû Hanîfe'den daha güzel yapan birini görmedim..."
Sâbit oðlu Numan'ý böylesine eþsiz bir âlim haline getiren bir rüya hâdisesi vardýr.
Onu dilerseniz kendisinden dinleyelim:
"Ben gece-gündüz mescidde ilme çalýþýyor, arkadaþlarýmla ilmi müzakerelerde
bulunuyordum. Bir gece kendimi Resûlüllah'ýn kabrini açýp, mübarek, kemiklerinin
parçalarýný bir araya getirir þekilde gördüm. Bundan ürktüm ve okumaya ara verdim.
Ancak, bu rüyanýn mânâsýný da meþhur rüya müfessiri Ýbn-i Sîrîn'den sormadan edemedim.
Ýþte bu sualden sonradýr ki daha büyük bir þevk ve aþkla okumaya baþladým."
Bunu dinleyen Yahya bin Nasr der ki:
"Yâ Ýmam, Ýbn-i Sîrîn o rüyanýzý nasýl tefsir etmiþti?"
"Geçmiþe ait bir mes'ele. Onu þimdi sormayýn, artýk..."
Yahya Bin Nasr ýsrar eder:
"Rüyanýzýn nasýl tefsir edildiðini mutlaka öðrenmek istiyorum."
Ýmam kýsaca þöyle cevap verir:
"Resûlüllah'ýn kabrini açmak, üzeri örtülü kalan ilmi açmak, kemiklerini bir araya
getirmek de, sünnetini bir araya getirmektir, dedi. Benim ilmi faaliyetim buna
iþaretmiþ... Ýþte bunun için Hazret-i Ýmam'a derler ki: "Üzeri kapalý ilmi açan,
daðýnýk sünnetleri bir araya getirip insanlara toplu halde sunan ilk âlimdir."
Ýmam-ý A'zam hazretleri, üzeri kapalý ilmi belli bahis ve fasýllara ayýrýp herkesin
anlayacaðý þekilde tasnif eden ilk müctehiddir. Bu yeniliði ve eþsizliðidir ki,
kendisini anlamayanlarca çekilememiþ, dedikodu konusu yapýlmýþtýr. Hz. Ýmam'ýn bu
dedikoduculara karþý dikkati çeken bir susma ve onlarla meþgul olmama hali vardýr:
Kendisine gelen her dedikoduya tekrarladýðý sözü þöyleydi:
"Allah, arkamdan kötü konuþanlarý affetsin, iyi konuþanlarý da rahmetine mazhar
kýlsýn!.."
O yine dersine döner; söylentilerle uðraþmayý, fuzuli iþ sayardý. Zaten Hazret-i
Ýmam'ýn susmasý çoktu, tefekkürü dâimi idi. Faydalý bir bahis varsa konuþur. yoksa
düþünmeyi tercih ederdi. Meþguliyeti sadece ilim deðildi. Ýlmine eþ derecede ibadeti,
buna eþ derecede de takvâsý vardý. Mescidde namazla sabahladýðýný görenlere, "Bu Ebû
Hanife'nin Rabbý'na ilticasýdýr, sakýn medih konusu yapmayýn" diye tembihte bulunurdu.
Takvasý had safhadaydý. Bir defasýnda hýrsýzlarýn Küfe'de bir koyun çaldýklarýný
iþitmiþ, sonra koyunun ne kadar yaþayacaðýný sormuþ, o müddet içinde Kûfe'de kasaptan
et alýp da yememiþtir. Çalýnan koyunun etine rastlarým, diye... Bütün hayatý, bu takva
üzere devam etmiþtir. Diðer imamlarýn sahip olamadýklarý bazý özellikleri de vardý:
1- Her þeyden önce. sahâbeden bir cemaate eriþmiþti. Muhaddisler O'nun dört büyük
sahâbi: Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ebi Evfâ, Sehl bin Said ile Ebû't-Tufeyl'e
eriþtiðinde müttefiktirler. Sonraki imamlarýn bunlarý görme imkâný olmamýþtýr.
2-Hadiste, zamanlarýn en hayýrlýsý, Resûlüllah'a en yakýn zaman olduðu
bildirildiðinden. Resûlüllah'a diðerlerinden daha yakýn bir zamanda içtihat etmiþtir.
3-Zamanýnda Tâbiîn'in þeyhleri çoktu. Bir kayýtta "dört bin" Tâbiîn þeyhinden ilim
aldýðý bildirilmiþtir ki, kendisinden sonra gelenlerin hiçbiri bu kadar çok Tâbiîn'e
eriþememiþtir.
4-Ayrýca, kendisi ilmi vasýta-i maiþet yapmadýðý gibi bu duruma hiç girmek zorunda
da kalmamýþtýr. Bilâkis, sahip olduðu maddi imkanlarýný ilmin yayýlmasýna sarf etmiþ,
mahrumiyetten okuma imkaný bulamayan talebelere destek olmuþ, muhtaç olan ulemâya
yardým etmiþtir. Tarihlerin kaydýna göre, teþriki mesâi ettiði ilim ehline, evine
aldýðý gýda maddesinin aynýný almazsa rahat edemezdi. Evine götürdüðünün aynýný
medresesine de götürür, talebelerine de aynýný yedirir, ancak böyle rahat ederdi. Bu
imkâný da ticaretten elde ederdi.
5-Meselelere akýl gözüyle iyi bakar, mantýða uyacak izahlarý birinciliði kazanýrdý.
Mümin feraseti, onda bütünüyle tecelli etmiþti. Bir gün Küfe'de mescid önünden geçen
bir adam gördü. Meçhul adamý þöyle tarif etti:
"Bu adam yabancý biridir. Çantasýnda da yaðlý bir azýk vardýr. Büyük ihtimalle
kendisi de çocuk öðretmenidir..."
Merak edenler adamý çevirip sordular. Ayný çýkýnca, imama gelip nereden bildiðini
sual ettiler. Þöyle anlattý:
"Azýk çantasýna sinekler üþüþüyordu. Ondan þüphelendim, Yolda hem yürüyor, hem de
çevresine tecessüsle bakýyordu. Yabancý olduðunu bundan anladým. Çocuða rastlayýnca
gözü takýlýyor, tebessüm ediyordu. Kendisinde çocukla meþguliyet yerleþmiþti."
Ebû Hanife'nin bu aklî dirayetini büyük âlimler þöyle teyitte bulunurlar.
Ýmamý Þâfii: "Kadýnlar. Ebû Hanife'den daha akýllýsýný doðuramazlar."
Halife Hârun Reþid: "Ebû Hanife, baþ gözüyle göremediðini, akýl gözüyle görüyordu."
Ýbn-i Mübârek: "Ebû Hanife'den daha akýllýsýný görmedim."
Ebû Yûsuf: "Rastladýðým insanlarýn içinde, Ebû Hanîfe'den daha akýllý ve cömert biri
var, diyen kimse görmedim."
O'nun bu derece aklî feraset ve mantýki dirayetindendir ki, bazýlarý zaman zaman
þaþýrtýcý sualler sorarlar. vereceði cevabý beklerlerdi. Bir gün bir adam, Hazret-i
Ýmam'ýn meclisinde þöyle muammâlý bir sual sormuþtu:
"Cenneti istemeyen, Cehennemden korkmayan, ölü eti yiyen, rûkûsuz, secdesiz namaz
kýlan, görmediði yere þahitlik eden, fitneyi seven, hakký istemeyen adama ne dersiniz?
Bu adam Müslüman mý, kâfir mi?"
Ýmam susmuþ, çevresindekilerin cevabýný beklemiþti. Dinleyenler: Bunlar, kâfirin
sýfatý... dediler. Tebessüm eden Ýmam: Hayýr, bu kimse, müminin ta kendisidir, dedikten
sonra, þöyle izah yaptý: Adam, Cenneti istemez, çünkü Cennetin sahibinin rýzasýný
kazanmak ister. Cehennemden korkmaz, çünkü Cehennemin sahibinden korkar. Ölü eti yer,
çünkü balýk eti yemektedir. Rükûsuz, secdesiz namaz kýlar. Çünkü cenaze namazý
kýlmaktadýr. Görmediðine þahitlik eder. Çünkü Yaradanýný görmemiþtir. Fitneyi sever,
zira âyette, "Malýnýz ve evlâdýnýz fitnedir" buyurulmaktadýr. O da malýný, evlâdýný
sever. Hakký istemez, çünkü ölüm haktýr, ama istenmez.
Bu tevilleri dinleyenler, tebessüm ettiler ve: Bizim kâfir dediðimiz aslýnda kâmil
Müslüman çýktý. Ebû Hanife'ye hiçbir yerde lâf yoktur, demek zorunda kaldýlar.
Ebû Hanife hazretleri, ilmi tedvin ediyor, ayný mevzuya ait delilleri bir araya
toplayarak bahisler, fasýllar tertip edip, mes'eleleri kayýt ve zabt altýna alýyordu.
Böyle bir çalýþma yeniydi. Olmayan þeyi ihdas etmek gibi bir görünüþ arz ediyordu. Bu
yüzden aleyhinde konuþanlar çýkýyor, hattâ bazýlarý O'nu zýndýklýkla bile itham
ediyorlardý.
Ebû Hanife'de ise þaþýlacak derecede bir sabýr ve mukavemet hissi görülüyordu.
Heyecanlanmaz, telâþâ hiç kapýlmazdý. Bir gün bir adam dilini fazlaca uzattý. Geriden
geriye:
- Ey zýndýk, ey zýndýk, diye lâf atmaya devam etti.
Ebû Hanife sadece:
- Allah bu adamý affetsin, alâkam olmayan þeyle itham ediyor beni, demekle iktifa
etti.
Bunu iþiten adam þaþýrdý. Ýnsafa gelip özür diledi:
- Beni helâl et, ben hatâ ettim, dedi. Ýmam'ýn cevabý þöyle oldu:
- Cahillerin hepsini de helâl ediyorum. Ama âlimlerinki öyle deðil...
Kendisine dediler ki:
- Sizin hakkýnýzda çok þeyler konuþuyorlar. Siz onlar hakkýnda hiçbir þey
konuþmuyorsunuz?
- Böyle diyenlere þu âyeti okuyarak cevap verdi: "Bu, Allah'ýn bir fazlýdýr, onu
dilediðine verir."
Ebû Hanife'nin ilmî hizmetlerini yanlýþ anlayanlar yahut da siyasi temayülünü ters
yorumlayanlar, aleyhinde kampanya sürdürüyordu. Bu aleyhtarlýklardan' ibretli misâller
görüyoruz, tarih sayfalarýnda. Birini, Ýsâm bin Yûsuf þöyle anlatýyor:
"Mescidin bir köþesinde ayaða kalkan bir adam, Ebû Hanife'nin aleyhinde söylenmeye
baþladý. Fakat Ebû Hanîfe hiç onunla meþgul olmadý, çýkýp evine doðru yürüdü. Adam da
onu takip etti. Ne adam söylenmesini býraktý, ne de Ebû Hanife geriye dönüp de ona
cevap verdi. Böylece kapýya kadar gittiler. Burada Ebû Hanife, adama döndü ve þöyle
dedi:
- Burasý benim evim, eðer daha söyleyecek þeyin varsa bekleyeyim, söyle. içinde seni
rahatsýz eden bir þey kalmasýn. Þayet söyleyecek birþeyin kalmamýþsa müsaade buyur da
evime gireyim artýk...
Bunun üzerine adamýn dili tutuldu. Söyleyecek bir söz bulamadý, sû-i zandan da
vazgeçti.
Ebû Hanife ticaretle meþgul olurdu. Maddi ihtiyaçlarýný din ilmi ile deðil, ayrý bir
meslek olan alýþveriþle temin ederdi. hattâ dini, maddi menfaatýndan o kadar uzak
tutardý ki, satýþ esnasýnda dini bir meselenin ticarete âlet edildiðini hissederse o
satýþý hemen iptal eder. Dini ticaretine âlet etmekten Allah'a sýðýnýrdý. Bir defasýnda
bir kadýn Hazret-i Ýmam'ýn dükkânýndan pamuklu kumaþ istemiþ, tezgâhtar da kumaþý
indirirken kadýnýn duyacaðý þekilde "Allahümme salli alâ Muhammedin" demiþti. Bunu
duyan Ýmam tezgâhtarýn iþine son vermiþ ve: "Kumaþ satarken Resûlüllah'ýn mukaddes
ismini söyleyip ticaretine âlet eder duruma düþmekten Allah'a sýðýnýrým" demiþti.
Vefatýndan sonra hayatta kalan tek oðlu Hammad, çocukken gittiði Kur'an hocasýndan
ilk sûreyi ezberlediðinde, bunun sevincini gönlünün ta derinliðinde duyan Hazret-i
Ýmam. oðluna "beþyüz dirhem" vererek hocasýna vermesini tembihlemiþtir. Hocasýnýn: "Ben
ne hizmet yaptým ki, bu kadar çok para yollamýþ? diyerek parayý geri çevirmesi üzerine
Hazreti Ýmaný, þöyle cevap göndermiþtir:
"Muhterem hocanýz bunu alsýn. Bu kadarla iktifa ediþim, daha çoðuna sahip
olamayýþýmdandýr. Eðer daha fazla bulunsaydý onu da verirdim. Kur'an'ýn þânýna lâyýk
olan bu deðil daha fazlasýdýr. Bu parayý çok bulmak. öðretilen sûreyi bundan küçük
görmektir..."
Yolda giderken karþýdan gelen bir adamýn öteki tarafa geçtiðini görünce sordu:
- Neden o tarafa geçtin, beni görünce?
Adam utanarak cevap verdi:
- Size olan borcumu hâlâ ödeyemedim de. karþý karþýya gelmekten utandýðým için bu
tarafa geçtim.
Ebû Hanife üzüldü ve þöyle karþýlýk verdi:
- Ben o borcunu þu andan itibaren vermiþ kabul ettim. Beni görünce üzülme. Beni her
gördüðünde seni rahatsýz ettiðim için de, beni helâl et...
Bir müddet fetva vermekten menedilen Ýmam'a, oðlu Hammad bir sual sormuþ, cevap
alamayýnca da. "Sanki halife bize mi bakýyor?" demiþ, Ýmam buna karþý, "Oðlum, ben söz
verdim, yalan söyleyemem" diye cevap vermiþtir.
|
Gönderen: 05.09.2006 - 22:55 |
|
|
Şu an Yok üye ve 867 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 12:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.
[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye] |
|
 |
|
Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve
afiyet dolu ömür dileriz:
serhat34 (56), ERKAN1 (37), asalbike (39), yunusemrevulkan (45), dilara-87 (38), mustafa güler (68), nesee (43), yasar karatay (53), Sebiha (49), ismaildemir (59), rizacetinkaya (38), Cankiz04NL (39), hulyaozdal (47), atillabaran (52), Sevket14 (36), salihumut (57), yigidimm (54), qwert2626 (53), guzelsoz (48), mehmelen (42), *Buket* (35), ferhatbnc (46), cCcTAHIRcCc (42), LEVENTDURMAZZ (44), Kerbelaa (34), Anteplisofi (45), haram (44), ngulacar (46), TARIK-ist (55), simsekkk (36), mevanur (41), aybeks (44), kasimbey (45), sengroup (20), selcuklu (50), ayla_cakir (44), akcaabatli (63), hakir (40), vuslat789 (43), djamsterdam (45), furkansoner (44), mustafa.sahin (48), halidbin (54), eliz (46) |
|
|
|
 |
|