stromectol kaletra hydroxychloroquine generique plaquenil colchicine apranax aprovel aralen arava arcocillin arcoxia aricept arilin arimidex aristocort artane arthrotec artofen asacol asasantine asmaxen at 10 atarax atenil ateno basan comp ateno basan atesifar athrofen atridox atrovent augmentin avalide avana avapro avelox aventyl aviral avodart aygestin azaimun azarek azelex aziclav azulfidine bactrim basiron
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » A I L E / E Ğ İ T İ M / S A Ğ L I K » SAĞLIK & SPOR » Çağımızın Kaygılı İnsanı...

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Ukab su an offline Ukab  
Çağımızın Kaygılı İnsanı...

575 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.01.2007
En Son On: 05.02.2010 - 16:42
Cinsiyeti: Erkek 
Kaygıları nedeniyle davranışlarında, kişiliğinde nevrotik özellikler kazanmış kişileri şöyle tanımlıyoruz:
"Nevrotik kişilik nedir?"
"Nevrotik kişilik, hangi durum ve koşulda olursa olsun belirlediği davranışları göstermekten kendini alamayan kişiliktir.
Kendimize ilişkin kaygılar, çevremize ilişkin kaygılar, kimi zaman dünyanın gidişine ilişkin kaygılar yakamızı hiç bırakmaz. Son yıllarda hepimizi saran "Deprem kaygısı" neredeyse gerçek bir ruh sağlığı sorununa dönüştü. Hepimiz birer deprembilimci kesildik, fay hattı nerelerden geçiyor, deprem nerelere yakın, kaç şiddetinde deprem nasıl etkiler gibi sorular açık kaygılara dönüşüyor. Ve öğrencilerimizin yakalarını bir türlü bırakmayan OKS, LGS, ÖSS, KPSS gibi sınav kaygıları…


KAYGIDAN KURTULMANIN YOLLARI

"İyi de, hep kaygıyla yaşanmaz ki!" diyorsanız siz de benim gibi ve adı ne olursa olsun kurtulmak istiyorsanız var olan kaygılarınızdan "Derdi veren Allah devasını da vermiştir elbet" diyerek kaygıdan kurtulmanın yollarını, kaygılı insanların kişilik özelliklerini, nevrotik davranışların nasıl ortaya çıktığını görelim bu ayki terapimizde…
Kaygıdan kurtulmak, bilişsel düzeyde buna uygun bilgi, bilinç, duygu donanımıyla olabilir. Hem akademik zekânın hem de duygusal zekânın bu anlamda eğitilmiş olması "kaygıyı pozitif yaşamaya" dönüştürebilir.



Bunun için "dört adımlı bir strateji" uygulamak gerekiyor:

1. Adım: Kaygıyı tanımak, varlığını bilmek.
2. Adım: Kaygıyı oluşturan olgular, koşullar, kişilerle ilgili olarak değişik seçenekler oluşturmak.
3. Adım: Bu seçenekleri tartarak yapılması gereken iş konusunda karar vermek.
4. Adım: Verilen karar doğrultusunda harekete geçmek ve sorumluluk almak.


Bir deprem tehlikesinden girilecek sınava, çocuğumuzla ilgili sorundan işimizle ilgili kaygılara kadar uygulamamız gereken yol budur. Ancak her duruma özgü "yapılacak işler programı" elbette farklı olacaktır. Ama pek çok insan için "kaygıdan kurtulmak" kolay değildir. Bu durumda insanlar kendileri için "kaygının vereceği sıkıntı ve acılardan kurtulma yolları" olarak dört temel yol seçerler.
Kaygı ile yaşamak acı veren bir durumdur. Bu nedenle kaygı uyandıran durumlar uysallaştırma, inkâr etme, uyuşturma ve kaçınmalarla örtülür, yok sayılır. Ancak bu yolları kullanıp da kaygılarını kendilerinden uzaklaştıran insanlar farkında olmadan "Nevrotik bir kişilik" kazanırlar. Konunun uzmanı Karen Horney'in üzerinde durduğu dört temel nevrotik yol şunlardır:

1. KAYGI UYANDIRAN OLGUYU USSALLAŞTIRMA:

Çocuğumuzun ateşi çıktığı zaman kaygılanırız. Bir yandan da çocukların ateşinin çabuk çıktığını, hemen telaşlanacak bir şey olmadığını biliriz, ama "kaygılanmaktan kendimizi alamayız." Bu kaygıyı uysallaştırarak (akla uygun duruma getirerek), çocuğumuzun ateşinin yükselmesinin çok kötü bir hastalığın işareti olabileceğini söyler, telaşımıza haklı bir gerekçe buluruz. Pek çok kaygımızı bu biçimde uysallaştırarak "kaygımızın bizde yaratacağı sıkıntıyı haklı kılmaya" çalışırız.

2. KAYGININ VARLIĞINI İNKÂR ETMEK:

İnsanlar kendilerinde kaygı uyandıran herhangi bir şeyi "inkâr ederek" bu kaygıdan kurtulmaya çalışırlar. İşyerinde herkes için var olan bir "işten çıkarılma" riskinin uyandırdığı kaygıyı, kişi "benim için hiçbir şey yok" diye inkâr ederek uzaklaştırır. Bu biçimde "inkâr ederek kurtulmaya çalıştığımız" pek çok kaygımız vardır. İnsanlar kimi zaman çok yakınlarındaki bir tehlikeyi bile "görmeyi inkâr ederek" kurtulmaya çalışırlar. Burada dikkati çeken bir nokta da, tehlikenin yarattığı kaygı ne denli yüksekse inkâr da o denli şiddetli olmaktadır.

3. KAYGIYI UYUŞTURMA YOLLARI:

Bu yolların başında en çok bilinen "sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı" gelir. Dünyada giderek artan sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı "kaygıyı uyuşturma" ile doğrudan bağlantılıdır. Ancak uyuşturma yolları sadece bunlar değildir.
"İşe aşırı düşkünlük" de kaygıyı uyuşturmanın çok uygulanan bir yoludur. Cumartesi pazar günleri de çalışmak, yaz tatili yapmamak, işe aşırı düşkünlük, kaygıyı uyuşturmanın hem de yüksek ödüllü bir yoludur.
Normal dışı uyku uyumak da kaygıyı uyuşturmanın bir yoludur. Burada dikkati çeken, çok uyuduğu halde kişinin kendisini dinlenmiş hissetmemesidir.
Cinsel edimler de kaygıyı uyuşturmanın bir yolu olarak kullanılır. Aşırı cinselliğe düşkünlük, ratsgele cinsel ilişkiler, buna karşın doyumsuzluğu engelleyememek, sinirlilik, bu tutumun kaygıdan kurtulmayla ilgili olduğunu ortaya koyar.

4. KAYGI UYANDIRAN HER ŞEYDEN KAÇINMAK:

Toplumda bu konunun sık görülen örnekleri "Bende bir şey bulurlar" kaygısıyla gerektiği halde doktora gidememek, diş hekiminden kaçınmaktır. Pek çok insan yapması gereken işleri, duyduğu kaygı nedeniyle yapamaz duruma gelmektedir. Bu gibi nevrotik davranışların kökeninin 'çocukluk kaygıları'nda yattığı, en azından bir bölümünün böyle olduğu, kabul edilen bir gerçektir.
Nevrotik kişilerin davranış biçimleri bellidir, başka bir davranış gerektirse de bunu yapamazlar. Bu nevrotik kişilikler en çok üç biçimde görülür.


1. ÇEVRE ONAYINA BAĞIMLI KİŞİLER:

Bu kişiliği kazanmış birisi için en önemli konu, "başkaları tarafından sevilmektir." Bu davranışla kendi kaygılarını yatıştırmayı, kendisine kimseden zarar gelmemesini amaçlar. Ancak, kendi düşüncesine göre, "o herkesin iyiliğini isteyen, herkesin yardımına koşan birisi"dir. Gerçekten de böyle davranır. Herkesin derdini çözmek için uğraşır, başkaları istesin ya da istemesin, aldırmadan yardım için koşar, kendi işlerini bir yana bırakır, başkalarının derdini kendine dert edinir. Özellikle "birisinin" kendisini sevmesi, beğenmesi için çaba gösterir. Ona bağımlı olmanın bütün özelliklerini gösterir, onun istediklerini yapar, istemediklerinden kaçınır. Bu davranışlarıyla hedeflediği "beğenilmek ve sevilmek"tir.
En büyük derdi, birisi tarafından beğenilmemek, sevilmemektir. Böyle bir durumda kendini suçlar, yanlış yaptığı için sevilmediğini, beğenilmediğini söyler. Kimseye karşı suç yöneltemez, sürekli olarak kendini eleştirir.
Bu kişiliğin bizim kültürümüzde nasıl onaylandığını, nasıl örnek gösterildiğini anımsarsak, sosyal kültürümüzün "bağımlı kişilik" ödüllendirmesini daha iyi anlayabiliriz. Bir "Perihan abla" tipi, kültürümüzün tipik "iyi insan"ıdır. Oysa bu kişiliğin altında yatan nedenleri daha iyi tanımamız gerekmektedir. Bu davranışların tümü de, kişinin kendi kaygısını bastırmak, kaygısından kurtulmak için gösterdiği davranışlardır. TV. Programlarında sözde toplumsal sorunları ve insanların dertlerini dinleyerek onlara yardımcı olmayı kendilerine meslek edinen "SİZİN SESİNİZ, KADININ SESİ, ESRA CEYHANLA A'DAN Z'YE… gibi daha birçok programların ve bu programları özenle hazırlayıp sunanların kişilerin kendi kültürümüzde nasıl onaylandığını ve "Bağımlı kişiliklere" dönüştürüldüğü görülecektir. Dikkat ederseniz bunlar daima herkesin iyiliğini isteyen, herkesin yardımına koşan birileridir.
Burada önemli olan, normal bir insanın da beğenilmek ve sevilmek isteyeceğinin bilinmesidir. Ancak, "normal kişilikli insan", beğenilmek ve sevilmek için ne pahasına olursa olsun çaba göstermez, aradaki önemli farklılık budur.

2. ÜSTÜN OLMAYA DAYALI SALDIRGAN KİŞİLİK:

Bu kişilik sahibi için, dünya birbirinden üstün olmaya çalışan düşmanların yaşadığı bir yerdir. Çevresindeki herkes potansiyel bir düşmandır (rakip). Çevresindekiler onun zayıf yanlarını kollamaktadır, hiç kimseye güvenmemek gerekir, "Başarılı insanın dostu olmaz","Homo homini lupuş– İnsan insanın kurdudur". Bu durumda başkaları onu yeneceğine; o başkalarını yenmelidir. Başarılı olmak, başkalarını yenerek daha üstün olmaktır. Bunun için de kimseye güvenmemeli, çevresini kontrol altında tutmalıdır.
Bu kişiliğin bütün davranışlarının hedefi, çevresini kontrol altında tutabilmektir. Kontrol altına alamadığı kişileri yabancı görür, saldırılması gereken hedefler olarak algılar. Eğer entelektüel düzeyi yüksekse bu tavrını "uzak duruşlu yapay bir nezaket çerçevesi"ne oturtur, bu durumda da asıl hedefini gizleyebilir.
Çağımız aydınları çok doğru olarak, günümüz dünyasının bu kişiliği olumladığını, bu acımasız rekabet sisteminde başarının anahtarı olarak gösterdiğini belirtir.
Gerçekten de, günümüzün "Başarılı iş insanları" tanımı, yukarıdaki çerçeveye uymuyor mu? Oysa bu davranışların asıl hedefi, yine kendi kaygılarını bastırmaktır.

3. KAÇINAN KİŞİLİK

Bu kişilik sahibindeki insan ise "Göze çarpmaktan, üstün olmaktan, dikkati çekmekten kaçınmaktadır." Kaygılarını bastırmanın yolu olarak "Herkesten ve her şeyden uzak durma"yı seçmiştir. Çevresine görünmeyen bir çember çizer ve kimseyi oradan içeriye sokmaz. Hiçbir yarışmanın yarışçısı değildir, hiçbir rekabetin içine girmez, başarılı olmaktan kaçınır. İnsanlardan uzaktır, kendini yalıtmıştır ve ona yönelecek tehlikelerden böyle korunmaktadır. "Kaçınan kişilik", bu özellikleriyle de kimse için tehlike olmaz.
"Normal kişilikli insan" yeri geldiğinde saldırganlaşır, hakkını arar, yeri geldiğinde kaçınır; sevilmek ve beğenilmek için yakınlaşır. Normal kişilik, bütün bunları yerinde, zamanında ve sırasında yaparken; "nevrotik kişilik", durumlar, koşullar, kişiler nasıl olursa olsun yalnız kendini koruduğuna inandığı davranışı göstermektedir. Aradaki bu çok önemli fark gözden kaçırılmamalıdır.


ÇOCUKLUK KAYGILARININ NEDENLERİ NELERDİR?

Çocukluk döneminin kaygıları büyük ölçüde anne–baba tutumlarından kaynaklanmaktadır. 'Kaygı'yı, yapmak istediklerimizle koşullar arasındaki çatışmadan, dışa vurmak istediklerimizle bunu yapamamak arasındaki çatışmadan, bir değer grubu arasındaki çatışmadan doğan "kaynağı belirsiz sıkıntılı durum ve tutukluk" diye tanımlayabiliriz. O zaman da bu çatışmaların bizi etkilediği dönemlere ve durumlara bakmamız gerekmektedir.
"Çok sayıda nevrotik insanın çocukluk öykülerini incelerken hepsinde de ortak bölenin, farklı bileşenler içinde aşağıdaki özellikleri gösteren bir çevre olduğunu buldum. Değişmeyen temel düşman, gerçek bir canayakınlık ve sevecenlik yokluğudur. Çocuğun yeterli sıcaklık ve sevecenlik alamamasının ana nedeni, annenin ve babanın kendi nevrozları yüzünden bunu verme yetisinden yoksun olmalarında yatmaktadır. Kendi deneyimlerime göre 'temel içtenlik yokluğu' çoğu kez kamufle edilir ve aileler çocuk için en iyisini istediklerini öne sürerler. Eğitim kurumları ve 'ideal' bir annenin aşırı vesveseli ya da aşırı özverili tutumu, gelecekteki derin güvensizlik duygularının köşe taşını büyük ölçüde oluşturan bir ortama katkıda bulunan temel etkenlerdir."
Ayrıca, anne–babalarda, çocukta düşmanlıktan başka işe yaramayan çeşitli eylemler ya da tutumlar buluruz. Öteki kardeşlerin yeğlenmesi, haksız azarlamalar, aşırı bir ilgiyle küçümseyici reddetme arasındaki önceden kestirilmesi olanaksız değişmeler (tutarsızlıklar), yerine getirilmeyen vaatler ve bir o kadar önemlisi, çocuğun ihtiyacına yönelik geçici düşüncesizlikten çoğu kez en mantıklı arzularına kadar ısrarlı bir biçimde karşı olunması… Örneğin arkadaşlıklarını bozmaya, bağımsız düşünce çabasını alay konusu etmeye, kendi arayışı içinde sanatsal, atletik ya da mekanik ilgisini yok etmeye dek her türden derece değişmesi gösteren tutumlar. Bütün bunlar, anne–babaların amaçlı olmasa bile sonuç açısından çocuğun iradesini kırma anlamına gelen tutumlardır.
Çocukluk dönemlerinin kaygıları arasında 'çocuk cinselliğine yönelik yasaklayıcı tutumun' özel bir önemi vardır. Çocuklarda çaresizlik, korku, sevgisiz bırakılma ve suçluluk duyguları oluşturmanın onları ilerde etkileyeceğini belirtiyor.

PEKİ, ÇOCUKLAR HİÇBİR İSTEKLERİNDE ENGELLENMEMELİ Mİ?
ONLARA DOĞRU/YANLIŞ TUTUMLARI NASIL ÖĞRETEBİLECEĞİZ?


Aslında bunun cevabı da Anne–babaların nevrotik kişiliklerinden uzaklaşmalarıyla mümkündür. Yani burada da önemli olan anne–babadır. Örneğin anne–baba temizlik konusunda kesin bir baskı uygulamaz ve açık ya da gizli bir acımasızlıkla çocuğu zorlamazlarsa çocuk temizlik eğitiminden rahatsız olmaz.
Bir çocuk, genelde sevildiğinden emin olması ve cezanın haklı olduğuna ve onun yaralama ya da küçük düşürme amacıyla yapılmadığına inanması koşuluyla, ara sıra yapılan bir cezalandırmadan rahatsız olmayacaktır.
Görüldüğü gibi, çocuğa karşı gösterilen tutumun biçiminden çok daha önemli olan, tutumun özüdür, amacıdır. Çocuğun, ona gösterilen yaklaşımın özünü ve amacını çok iyi anlayacağından kuşku duyulmamalıdır. Çünkü çocuklar, kendi duyguları ve sezgileriyle kendilerine gösterilen tutumun özündeki niyeti çok iyi anlayabilirler. Onun için de 'ne yapıldığı'ndan çok 'neden yapıldığı' önem kazanmaktadır.
Çocuklardaki, 'kıskançlık' uyandıran duygular da kaygılarda önemli bir rol oynamaktadır. Kardeş kıskançlığı, yaşıtlar arası rekabetten doğan kıskançlık, anneyi ya da babayı kıskanma gibi kıskançlıklar da zamanında anlaşılması gereken duygulardır.
Çocuğun 'bağımlı' olup olmaması ise ailelerin tutumuyla ilgilidir:
"Bu, bütünüyle ailelerin çocuklarının eğitimiyle neye ulaşmaya çalıştıklarına bağlıdır. Verilen eğitimin bir çocuğu güçlü, cesur, bağımsız, her türlü durumla başa çıkabilecek bir insan yapmak mı; yoksa çocuğa kol kanat germek, onu boyun eğmeci yapmak, yaşamı savsaklamasını sağlamak ya da onu yirmi yaşına kadar ya da daha uzun bir süre için çocuksulaştırmak, çocuk kalmasını sağlamak mı olduğuna bağlıdır."
Hepimiz kendimize ve çevremize yeniden bakalım.
Zira, "Herkes kendisi için bir derstir."


EsSelam Aleykum...

Ekleme Tarihi: 21.06.2007 - 11:46
Bu mesajı bildir   Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 530 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ayhan demirhan (42), milli (55), Faruk85 (39), buyukdere (50), akgulhassan (56), resulkol (42), aldirma_reis (45), cengiz__11 (45), musabbinumeyr (46), _rAbia_ (35), HACIBUBA (38), ergunoynamaz (67), emisya (43), cavittacir (47), arslanmurat1 (46), Ben_Neyim (45), hatipoglu (45), PinarKecik (46), Ugur_K (44), hami_74 (37), ust_mimar (41), Muhlise (43), lifos (49), osmanli (41), @tuba@ (39), oguzada (47), tolga67 (49), zoris (45), aydinhasan (45), ilkay turan (53), Muhammedbilal (35), burhann1 (41), esmafeyzaunal (43), havzanur (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.59273 saniyede açıldı