lopinavir ritonavir stromectol generique luvox kaletra lopinavir ritonavir bedranol bekunis dragees beloc cor beloc zok beloc benicar hct benicar benzoyl betagan betapace betaprol betnesol betnovate biaxin bilol comp bilol bimatoprost binaldan binordiol blocadren bocatriol bondronat bonidon boniva brand cialis brand levitra brand viagra brexidol buspar butohaler butovent bystolic cabaser calan sr calan calcijex calcium sandoz canasa canestene cardaxen plus cardaxen
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » "Tağuti sistemlerde Askerlik Görevi ve İkrah" ...

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
buharii su an offline buharii  
"Tağuti sistemlerde Askerlik Görevi ve İkrah" ...

47 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.06.2006
En Son On: 24.08.2007 - 23:38
Cinsiyeti: ----- 
Beşeri sistemlerin, tağuti düzenlerin askerliğini yapmak, böyle kurumların askerliğinde bulunmak sizinde belirttiğiniz gibi kişiyi İslam milletinden çıkaran amellerdendir. Bu üzerinde zerre kadar dahi ihtilafın olmadığı bir husustur. Burada aslen böyle bir fiilin küfür olmadığı bilakis içerisinde mevcut küfür fiillerinden dolayı küfür olduğu, askerlik ve benzeri kurumlarda küfre düşülmediği sürece kişinin kafir olmayacağı görüşü ise kesinlikle itibara alınacak bir görüş değildir. Tağuti düzenlerde askerlik yapmanın küfür olduğu hususunda deliller pek çoktur. Sizin sorunuz aslen bu yönde olmadığı için biz burada uzun uzadıya bunun delillerini zikretmeyi gereksiz görüyoruz. Ancak konuya dair pek yakında çıkacak kitaplarımızdan detaylı bilgi edinilebilir.

Burada asıl mesele ise tağuti sistemlerin bu hususta fertlere yapmış oldukları baskıların muteber ikrah sınırlarına girip girmemesidir. Ve anladığımız kadarıyla sizin de sorunuz bu yöndedir. Acaba şu an beşeri sistemlerin askerlik konusunda yaptıkları baskı ve zorlama İslam Hukukuna göre muteber bir zorlamamıdır?

Konuya dair fıkıh kitaplarına baktığımızda çok farklı görüşleri bulmak mümkündür. Alimlerin bir kısmı ikrah halinde verilen ruhsatın ancak söz ile olacağını ameli tasarruflarda ise ikrah halinde kesinlikle bir ruhsatın olmayacağını söylemişlerdir. Hasan el’Basir, Evzai ve Maliki alimlerinden Suhnun’un görüşü bu yöndedir. Bu durumda ikrah halinde, bir kişinin putlara secde etmesine kesinlikle ruhsat verilmemiştir. (Kurtubi, 10/280) İkrahı sadece söz ile sınırlı tutun alimler bu hususta kendi aralarında ihtilaf etmişler, kinaye ve tevriye yolu açık olan sözlerde ikrahın muteber olacağını ancak kinayeli bir ifade kullanmak mümkün değilse ikrahın muteber olmayacağını söylemişlerdir. İkrah halinde ameli tasarrufların yapılmasına ruhsat veren alimler de burada iki farklı görüş zikretmişlerdir. Şayet yanıltma durumu varsa ikrahın muteber olacağını ancak yanıltma durumu yoksa ikrahın muteber olmayacağını söylemişlerdir. Buna göre bir kısım alimler kıbleye doğru bir puta secde etmenin ruhsat hükmü içerisine gireceğini ancak puta secde eden kimsenin secde esnasında kıbleye yönelme durumu yoksa bunun ruhsat kapsamına girmeyeceğini söylemişlerdir. Bu Muhammed b. Hasen’in görüşüdür. (Kurtubi, 10/281) Kadı Ebu Bekir İbn’ul Arabi, Kurtubi gibi Maliki alimlerinin ve bununla beraber daha bir çok alimin görüşü ise ikrah halinde verilen ruhsatın söz ya da amel olarak ayrılamayacağını yine kinaye ya da tevriye yolu ile yapılıp yapılmamasının arasında bir fark olmayacağıdır. Bu aynı zamanda Ömer İbn’ul Hattab ve Mekhul’ün görüşüdür. (Kurtubi, 10/289, Hazin Tefsiri 4/117) Şevkani, Nahl Suresi’nin tefsirinde Kurtubi’den bu konuda nakilleri getirdikten sonra ayetin nuzul sebebinin hususi olmasının itibara alınmayacağını bilakis lafzın umumi hükmünün itibara alınacağını söyleyerek ikrah halinde verilen ruhsatın hem kavli hem de ameli olabileceğini belirtmiştir. (Fethul kadir 3/248)

İmam Şafi ise “Kişi öyle bir kimsenin eline düşer ki artık ondan yakasını kurtaramaz.” (Kitab’ul Umm 4/221) diyerek ikrah halini oldukça geniş tutmuştur. İkrah kavramını bu şekilde geniş tutan şafiler korkunun hasıl olmasıyla ikrah halinin de başladığını belirtmişlerdir.

Mükreh’in (zorlanan kimsenin) ikrah halinde ruhsat sahibi olduğu fiiller noktasında yukarıda aktardığımız ihtilaflar zorlamanın mahiyeti noktasında da mevcuttur. Hanefiler bu hususta sınırları oldukça dar tutarak zorlamanın ancak kişinin üzerinde ya da etrafında tahakkuk etmesi halinde ruhsatın olabileceğini (Feydu’l Bari Şerhi Sahihi Buhari, Keşmiri 8/135), birkaç günlük hapis ve bağlama türünden, ya da birkaç kırbaç ile dövmenin bir ruhsatı gerektirmeyeceğini, bunun insanların durumuna göre değişeceğini bazı kimselerin uzun süre dövülmedikçe hiçbir zarar görmeyeceğini söylemişlerdir. (Fetavayı Hindiyye, 10/272) Ölümle tehdit edilmesi halinde ise, ruhsat halini kişinin zannı galibine bırakmışlardır. (Fetavayı Hindiyye, 10/281) Yine İmam Ebu Hanife ikrahın ancak sultan eliyle olursa muteber olacağını akse halde ikrah halinde kişi için bir ruhsatın olmayacağını söylerken İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve diğer hanefi alimlerine göre ikrahın sultan eliyle ya da başka bir güç tarafından yapılması arasında fark yoktur.

Burada diğer alimler ve özellikle de şafiler zorlanmanın mahiyetini biraz daha geniş tutarak korkunun hasıl olmasını, mükrihin azminin açığa çıkmasını ruhsat için yeterli görmüşler, ölüm tehdidi ya da aşırı darp ve malın telef edilmesi gibi sınırlı şartlar getirmemişler bilakis her türlü baskı ve zorlamanın sahibi için bir ruhsat olacağını belirtmişlerdir. Özellikle şafiler sahabeden gelen kavillere dayanarak şerefli bir kimsenin halk arasında istihfaf edilmesini dahi ikrah hali olarak değerlendirmişlerdir. (Kitab’ul Umm, 4/222, Büyük Şafi Fıkhı, 4/70)
İbn-i Hazm bütün bu ihtilafları hiç itibara almamış ikrah halinde verilen ruhsatın hem sözlü hem de ameli olabileceğini, bir iki kırbaç ile vurmanın ya da çok daha şiddetli bir darbın arasında hiçbir fark olmadığını, yine bir gün hapis ile uzun süreli hapis arasında bir fark olmadığını, zorlayanın ister sultan olsun isterse bir başkası olsun fark etmeyeceğini belirttikten sonra bu şekilde yapılan taksimlerin fasid olduğunu ve Kur’an ve Sünnet’te hiçbir nassa dayanmadığını belirtmiştir. (Muhalla 7/212)

Diğer bir noktada ise Şafiler ikrahın anlık olması gerektiğini yapılan tehdidin gelecek bir zamanda vuku bulması halinde ikrahın muteber olmayacağını söylerlerken (Şafi Fıkhı 4/71) İbn-i Hacer bunu mükrihin azmetmesi, bunu adet edinmesi ya da sürenin azlığı ile kayıtlandırmıştır. (Feth’ul Bari: 14/322) Yani İbn-i Hacer “zorlayan kimse devamlı surette bir başkalarını bir fiile zorluyor ve de tehdidini gerçekleştiriyorsa ve mükrehe verdiği süre çok az ise bu durumda ikrahın acil olma şartı yoktur” demektedir.

Görüleceği üzere konu üzerinde ihtilaflar oldukça geniş ve de uzundur. Burada görüşlerin bu şekilde muhtelif olmasının sebebi kanaatimizce konuya dair Kur’an ve sünnetten gelen nassların umum ifade etmesi ve bu durumu tahsis edecek başka bir karinenin de bulunmamasıdır. Zira Kur’ana baktığımızda konu hakkında gelen naslar “...ancak baskı altında kalanlar hariç...” (Nahl Suresi: 106), “Ancak çare ve yol bulamayan güçsüzler...” (Nisa Suresi:9 şeklinde tamamen umumi bir ifade taşımaktadırlar. Yine Rasulullah’ın “Ümmetimden işlemek üzere zorlandıkları şeyin sorumluluğu kaldırılmıştır.” (İbn-i Mace, Talak 16) hadisi de konu hakkında detaylı bir bilgi vermemektedir. Alimlerin konu üzerindeki muhtelif görüşleri ise, kesinlikle nass esaslı olmayıp tamamen fıkıh usulünün maslahat, seddü-z zerai ya da mekasıdü-ş şeria gibi temel ilkelerinden çıkartılmıştır.

Burada anlatmak istediğimiz şudur: Yukarıda yer verdiğimiz muhtelif görüşlerin hiç biri aslen bir nass hükmünde değildir. Bundan dolayı da umumi olarak fertleri bağlayıcı nitelik taşıyamazlar. Hiç kimsenin bu görüşlerden bir kısmını tercih ederek “kesinlikle ikrahın sınırları bunlardır, bunun haricinde ortaya atılan bütün şartlar fasittir” deme ve karşıt görüşte bulunan müslümanları tekfir etme hakkı yoktur. Zira böyle bir iddia da bulunan kimse kendi kabul ettiği ikrah şartlarını dahi Kur’an ve Sünnetten kesin naslara dayandıramaz. Bu sebepledir ki, ilim sahibi herkesin genel naslardan anladığ esas gayeye uygun gördüğü görüşü tercih etme hakkı vardır. Bu kadar geniş çaplı ihtilafların bulunduğu bir konuda muhalif görüş sahiplerinin birbirilerini tekfir etmeleri dinin apaçık bir şekilde haram kıldığı bir husustur.

Bu açıklamalardan sonra günümüzdeki duruma gelecek olursak yazımızın hemen başında da belirttiğimiz gibi tağuti sistemlerin askerlik hizmetinde bulunmak kesinlikle kendisinde zerre kadar dahi şüphenin bulunmadığı bir küfür amelidir. Ancak tağuti sistemlerin bu hususta bir zorlamalarının olduğu da aşikârdır. Acaba tağuti sistemlerin ve özellikle de üzerinde yaşadığımız T.C’nin bu husustaki baskıları muteber bir ikrah mıdır ve bu hususta bir ruhsat var mıdır? Bu durumu üç aşamada incelemek mümkündür:

1- İlk başlangıç itibarı ile sistemin vatandaşlarını askerlikle zorunlu tutması kesinlikle muteber bir ikrah nevinden değildir. İlk aşamada askerlik çağına gelmiş ancak yoklama kaçağı konumunda bulunan kimselere yönelik sistem tarafından ne bir zorlama ne de bir tehdit vardır. Böyle bir fiil sistemin kendi kanunlarında dahi cezai bir müeyyide uygulanması gereken bir suç olarak tarif edilmemektedir. Zorlamanın ve tehdidin olmadığı yerde ikrah halinden ve ruhsattan bahsetmek ise ancak şeytanın zayıf nefisleri kandırmasından başka bir şey değildir.

2- Yoklama kaçağı durumundaki kişi şayet yakalanır ve askerlik yapacağı yere kadar mükrih (zorlayan ki bugün polis ya da askerdir) tarafından götürülüyorsa ve birliğine teslim olduktan sonra da kaçma durumu mümkün değilse bu kimse esir hükmündedir. Herhangi bir tercihi söz konusu değildir. Bu kimse üzerinde ikrah halleri bütünüyle tahakkuk etmiştir.

3- Yukarıda bahsi geçen bu kimse kaçma imkanı bulduğu zaman (örneğin çarşı izni gibi bir durumda) ne yapmalıdır? Acaba hala ikrah altında mıdır, değil midir? İşte günümüzde en çok ihtilaf bu noktada yaşanmaktadır.

Alimlerin ekserisine göre böyle bir kimse ikrah altındadır. Zira böyle bir durumda kaçan kimse askeri ceza kanununa göre yedi gün içinde yakalanırsa 3 aya kadar, yedi ile 3 ay içerisinde yakalanırsa dört aydan bir buçuk yıla kadar, üç aydan sonra yakalanırsa altı aydan üç yıla kadar tecili olmayan ağır hapse çarptırılmaktadır. Mükrih bu tehdidini yerine getirmeye muktedirdir ve azmetmiştir. Böyle bir durumda şafilerin şart olarak öne getirdikleri ikrahın anlık olması durumu da kendiliğinden kalkmıştır. İkrah altında yapılması istenilen şeyin zamanla kayıt altına alınması diye bir şart ise hiçbir alim tarafından getirilmemiştir.

Bununla beraber hanefi alimlerine göre, böyle bir durumda kesinlikle ikrah halleri mevcut değildir. Zira hanefi alimleri tehdidi ve zorlamayı bir ikrah hali olarak kabul görmemişler, bilakis bunun bizaat mükreh (zorlanan) üzerinde tahakkuk etmesi şartını öne sürmüşlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel’in iki görüşünden biriside bu şekildedir.

Bizim kanaatimize göre de kişi böyle bir durumda ruhsat sahibi değildir. Bizi bu kanaate iten en önemli husus ise Allah Tealâ’nın şu ayetidir:

“Melekler, kendilerine zulmettikleri bir durumda bulunurken canlarını aldıkları kimselere: "Siz ne iş yapmaktaydınız?" diyecekler. Onlar: "Biz yer yüzünde zayıf ve güçsüzdük" diye cevap verecekler. Melekler: "Allah'ın arzı geniş değil miydi, oraya hicret etseydiniz ya!" diyecekler. İşte bunların barınakları cehennemdir. Ona gidiş de ne kötü şeydir!” (Nisa Suresi: 97)

Görüleceği üzere bu ayette Allahu Tealâ hicret etmeye imkan ve güçleri olduğu halde bundan geri kalıp daha sonra müşriklerin eline esir düşen kimselerin kendi nefislerine zulmeden kimseler olarak isimlendirmekte ve içinde bulundukları mustazaflık durumunu hesaba almamaktadır. Ve şu anda da durum aynıdır. Kişiler kendi acziyetleri yüzünden hicret ederek mücahidlerin safına katılmamaları sebebiyle kendi nefislerine zulmetmekte ve daha sonra da kafirlerin eline esir düşmektedirler. Ve her an bu esaretten kurtulup, kaçma imkanları da mevcuttur.

Bugün dünya küreselleşmiş, ordular İslam ordusu ve küfür ordusu olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Bir tarafta Allah’ın dininin ikamesi için savaş veren mücahidler diğer tarafta ise müslümanlarla tek bir millet halinde savaşan şeytanın orduları... Bugün kafirlerin orduları top yekun olarak Afganistan’da, Irak’ta Müslümanlara karşı büyük bir savaş vermektedirler. Kişilerin her türlü güç ve imkana sahip iken Allah yolunda hicret ederek mücahidlerin safına katılmayıp, kendi zaafiyetleri sebebiyle kafirlerin ellerine esir düşmeleri, daha sonra kaçma imkanları olduğu halde ileride vuku bulabilecek bir takım tehditleri bahane olarak ileri sürerek kafirlerin orduları arasında kalmaları ve bunu da ruhsat olarak görmeleri (Allah en doğrusunu bilir) geçerli bir mazeret değildir. Bizim bu hususta tavsiyemiz, böyle bir durumla karşı karşıya kalan kimselerin baskı ya da zorlama altında dahi olsa ruhsatlara sarılarak tağuti sistemlere destekçi olmamaları, hicret ederek kendi hür iradeleriyle Allah’ın davasına ve mücahidlere yardım etmeleridir. Böyle bir tutum sergileyen kimse hem ihtilaflar dolu bir fıkhın getirmiş olduğu ruhsatlara sarılmamış olur, hem azimetle amel etmiş olur hem de zafer ya da şehadet gibi iki büyük mükafattan birisini kesin olarak elde etmiş olur. Hiç şüphesiz ki hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.
Ekleme Tarihi: 16.04.2007 - 10:21
Bu mesajı bildir   buharii üyenin diğer mesajları buharii`in Profili buharii Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
evranakyolu su an offline evranakyolu  

10 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.05.2007
En Son On: 08.04.2008 - 16:07
Cinsiyeti: Erkek 
ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞİM ÇOK FAYDALI BİLGİLERDİ.
Ekleme Tarihi: 28.07.2007 - 15:01
Bu mesajı bildir   evranakyolu üyenin diğer mesajları evranakyolu`in Profili evranakyolu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 551 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
mrvtt (34), incim (55), kalbiselim (53), asimm (43), hisam (48), aciz önder (38), caramed (51), sevim (59), hasan kemal (54), aygo (43), akdemir (49), zeynep63 (18), adem dikici (58), semasalman (37), yusuf2023 (43), hallo42 (33), aymet (46), irfan55 (49), bayercana (35), Sabri-81 (43), selam2000 (51), Dadas69 (55), celebirisin (40), Musab49 (50), genciz (56), erkamartuk (38), yalniz gul (58), dertli007_46 (36), kafka001 (52), egemen07 (44), Tekin (51), milasi (68), porselen43 (55), semasalman87 (37), dtkyusuf (49), sertel (51)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.52814 saniyede açıldı