colchicine ivermektin generique plaquenil fluvoxamine dexamethasone aldactone aldara aldipin alendron alesse aleve alges x algifor allegra allergodil allo 300 tablinen allo basan allopur altace alutan alzar amanol amaryl amilo basan amilorid comp amiloride hct amiodar amlo eco amlopin amlovasc amoxi basan amoxi cophar amoxi mepha amoxil amoximex anafranil sr anafranil antabus antabuse antalgit antamex antisacer antra antramups anvitoff apcalis oral jelly
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » Tasavvuf

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 260 mesaj mevcut
Sayfa (3): (1) 2 3 Devam >
Ekleyen
Mesaj
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
Tasavvuf

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ALLAH-U TEALA nın Rahmet ve Bereketi, Mağfiret ve Hidayeti hepinizin üzerine olsun...

Rahman, Rahim ve Bir olan ALLAH c.c. adıyla başlayalım İnşallah.

Bismillahirrahmanirrahim...

Tasavvuf en basit anlatımıyla İslami sadece bedenle değil ruhuyla yaşamaktır, İbadetleri bedeniyle değil ruhunu katarak adeta o ibadeti yaşayarak yapmak gibidir. Kısaca bir ruh eğitimidir. Değişik tasavvuf tariflerinide aşağıda arz edicem...

Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için, yaşayan bilir, tarif ile anlaşılmaz. Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir. Tasavvuf ehli, kendi derecesine göre, tasavvufu tarif etmiştir.

Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir.

Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden kaçmaktır.

Tasavvuf, nefsin iman ve itaat etmesi, bütün ibadetlerin ve bütün hayırlı işlerin hakiki ve kusursuz olmasıdır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanı ile daha yükseklere çıkanlar da olur.

Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana bağlanmaktır.
Tasavvuf, İslam ahlakı ile süslenmektir.
Tasavvuf, ölmeden önce ölmektir.

Tasavvuf, baştan başa edeptir, tamamen edepten ibarettir.
Tasavvuf, kadere rızadır.
Tasavvuf, Hak teâlâya inkıyaddır, kayıtsız şartsız teslimiyettir.

Tasavvuf, emeli bırakıp amele devam etmektir.
Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır.

Tasavvuf, namaz, oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu yapan, vasıl olmuş, yani maksada kavuşmuştur.

Tasavvuf, insanı, ibadetlerde gereken ihlasa ve insanlara karşı gereken güzel ahlaka kavuşturan yoldur. İnsana bu yolu mürşid-i kâmil öğretir.

Tasavvuf, her sözünde, her işinde, dine yapışmaktır.

Tasavvuf, ızdırap çekmektir (BU kendine zulüm değildir yanlış anlaşılmasın zorluklara katlanmadır). Sükun ve rahatlıkta, tasavvuf olmaz. Yani, aşıkın maşuku aramaya çalışması, maşuktan başkası ile rahat etmemesi gerekir.

Tasavvuf, kendi nefsinin ayıplarını, kusurlarını anlamaktır ve dine uymakta kolaylık ve lezzet hasıl olmaktır ve gizli olan şirkten, küfürden kurtulmaktır.

Tasavvuf, herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmektir.


İslâmiyet, ana hatlarıyla iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Kelâm ilmi imanı, fıkıh ilmi ibadeti, tasavvuf ilmi de ahlakı ele alır. Tasavvuf, İslâmı derûnî bir şekilde yaşamaktır. Ruhî ve vicdanî bir duyuşun mahsulüdür. Şekilden mânâya geçmek, kabuktan öze ulaşmaktır. Kâlin hâl olmasıdır.
Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1994, s. 85

İnsanın aklı, kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır. Nuranî bir cevherdir. Akl-ı selîm mertebesine ulaştığında, Rabbanî bir mürşittir. Hakikat güneşine açılan bir penceredir.
Kalb dahi, insanın manevî hayatının merkezidir. Binler âlemin manevî bir haritasıdır. Kâinatın hadsiz hakikatlerinin mazharı, medarı, çekirdeğidir.
Cenab-ı Hakka parlak bir aynadır. Gayb âlemlerine karşı bir penceredir. Rabbanî bir latifedir.
Said Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 443

Aklın işletilmesiyle pek çok ilimler ve fenler otaya çıktığı gibi, kalbin işletilmesiyle de, tasavvuf ilmi ortaya çıkmıştır.
İslâm tasavvufunun menşeini inceleyen bazı zâtlar, İslâm öncesi tasavvufî akımlarda da benzeri esasları gördüklerinden, onu ya Hintte, ya İranda, veya daha başka yerlerde aramışlardır. Halbuki, İslâm tasavvufunu doğrudan doğruya Kurânda ve Resulullahın (asm.) hayatında aramak lâzım gelir. Çünkü tasavvufta yer alan zikir, fikir, nefis terbiyesi gibi esaslar, Kurânda çokça bahsedilen konulardır. Yaşayan Kurân durumunda olan Resulullah ise, tasavvufî hayatın en zirve tatbikini göstermiştir.
Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat. s. 60

Tasavvuf İslam'da ruhi ve manevi boyutu öne çıkaran dinî hayat ve düşünce biçimine verilen ad. Bu hayat ve düşün
biçimini benimseyen kişiye mutasavvıf ve sufi adları verilir. Temel ilkelerini Kur'an'dan alan, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ashabının hayatında somut örneklerini bulan tasavvuf, tarihi boyunca
çeşitli evrelerden geçti; değişerek ve gelişerek varlığını günümüze kadar sürdürdü. Tasavvuf söz konusu olduğunda, ortaya çıkan en büyük sorun, tanımlama güçlüğüdür. Bu güçlük, tasavvufun bireysel yaşantı ve deneyimlere bağlı öznel niteliğinden gelir. Bu nedenle her tanım, tanımı yapanın ruhi ve manevi durumunu yansıtmaktan fazla bir
anlam taşımaz. Tasavvufun bu niteliği, mutasavvıflar tarafından "tatmayan bilmez" deyimiyle
dile getirilir. Buna rağmen tasavvuf tarihine ve incelemelerine ilişkin eserler sayısız tanımla
doludur. Ünlü mutasavvıflar tarafından yapılan ve sayısı iki bini bulan bu tanımlardan birkaçının anılması, konunun niteliğinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Maruf Kerhî'ye (ö. 200/815) göre,
tasavvuf, gerçekleri almak, halkın elinde bulunandan umut kesip yüz
çevirmektir".

Seriyü's-Sakatî'ye (ö. 251/865) göre, "tasavvuf, güzel ahlaktır".

Cüneyd Bağdadî (ö. 298/910)'nin tanımı şöyledir: "tasavvuf, Allah'ın seni senden öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir".

Ruveym bin Ahmed el-Bağdadî'nin (ö. 303/915) tanımı şöyledir:
"Kendini Allah'ın dilediği şey üzerine bırakıvermen, O'nun iradesine mutlak olarak teslim olmandır".

Ebi Bekir Şiblî'ye (ö. 334/945) göre tasavvuf, "Karşılıklı dostluk ve sevgidir. Hiç bir kaygı duymadan Allah ile birlikte olmaktır. Duyu organlarını zabtetmek, ruhun üfleyişlerine kulak vermektir".

Ebu Said Ebu'l-Hayr'a (ö. 440/1048) göre, "tasavvuf, kafanda ne varsa
bırakman, elinde olanı vermen ve başına gelenden sızlanmamandır".

Eseri, tasavvuf klasiklerinden başlıcası sayılan Kuşeyrî (ö. 465/1072) şöyle tanımlar: "tasavvuf, Allah dışındaki her şeyden el çekmek, tanınmamayı seçmek ve hayırlı olmayan şeylerden sakınmaktır".

İmam Gazalî'ye (ö. 505/1111) göre tasavvuf, "Kalbi Allah'a bağlayıp O'nun dışındakilerle ilgiyi kesmektir".

Ebu Necib el-Sühreverdî de (ö. 563/1168) şöyle tanımlar: "Başlangıcı ilim, ortası amel, sonu ilahî bağışlardır".

Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî Hz.lerine göre Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile ele geçmez.

Tasavvuf, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymak, fazla konuşmayı, fazla yemeği ve fazla uykuyu terk etmektir. (Alâüddevle Semnânî)

ALLAH-U TEALA Kehf suresi 65. Ayetinde Mealen şöyle buyuruyor;

"Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik."

ALLAH-U TEALA Zümer Suresi 9. Ayetinde:

"Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar."

ALLAH-U TEALA Zümer Suresi 22. Ayetinde

" Allah, kimin bağrını İslâm'a açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Artık Allah'ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. "

Tasavvuf zikirdir ahlaktır edeptir ilimdir. Bütün bu özellikler tüm müslüman alemi kabul etmelidir ki bizzat Peygamber Efendimizden geldiği su götürmez bir gerçektir.

Zahirdeki kemalatın ve manevi makamların hepsi Resulullah efendimizden gelir. Zahirdeki kemalata, yükselmeye sebep olan emirlerini, yasaklarını bizlere din âlimleri bildirdi. Kalbin, ruhun temizlenmesine yarayan gizli bilgileri ve kalb işlerini tasavvuf büyükleri bize ulaştırdı. Kalbe ve bedene yarayan bilgilerimizin hepsi Resulullahtan gelir.

Hz. Ömer vefat edince, oğlu Hz. Abdullah, İlmin onda dokuzu gitti buyurdu. Bazılarının bu söze şaştığını görünce; Dediğim ilim, herkesin bildiği abdest ve gusül gibi bilgiler değil, Allahü teâlâyı tanıtan bilgilerdir buyurdu.

Tasavvuf, Resulullahın yolunu gösterir. Tasavvuf büyükleri, kendi hocaları vasıtası ile Resulullaha bağlanmıştır. O büyüklerin çalışma usulleri, sonradan uydurulmuş şeyler değildir. Fena, beka, cezbe, süluk, seyr-i ilallah ve benzerleri gibi isimler, sonradan verilmiş ise de, bu isimlerin bildirdikleri şeylerin hepsi Resulullah efendimizden gelmektedir.

Nefahat kitabında bildirildiği gibi, fena, beka gibi isimleri ilk bildiren zat, Ebu Said-ül Harrazdır. Zikir de, Resulullahtan gelmiştir. Resulullah efendimiz, peygamber olduğu bildirilmeden önce, mübarek kalbi ile zikretmiştir. Resulullahın çok zaman sükut ettiği, sessiz, düşünceli durduğu; dost, düşman her tarihçinin kitabında yazılıdır. Bu halde bulunmak, isimleri sonradan çıkan şeylerin Resulullahta da bulunduğunu göstermektedir. Bu isimler, hadis-i şerifleri açıklamak için konulmuştur. Mesela tefekkür; fikri, bâtıldan hakka doğru çevirmek olup, (Az bir zaman tefekkür etmek, bin sene nafile ibadet yapmaktan daha faydalıdır) hadis-i şerifinden alınmıştır.

Bütün kemalat, Resulullahtan gelmektedir. Fakat herkesin yaratılışına, hazırlığına göre, başka başka tesir etmektedir. Resulullah efendimiz hayatta iken de, herkesin istidadına göre konuşur, mana ve esrarı başka başka sunardı. Resulullah efendimiz, Hz. Ebu Bekire ince bilgiler anlatırken, yanlarına Hz. Ömer gelince, sözü değiştirdi. Sonra Hz. Osman gelince, sözü daha da değiştirdi. Hz. Ali geldi, başka türlü anlatmaya başladı. Çünkü, her birinin istidadı başka başka idi. (Mektubat c.5, m.59)

Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir.

Nitekim Resulullah Efendimiz (s.a.v) Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
"Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor."
[Buhari]

Resulullah Efendimiz (s.a.v) Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
"Bir kimse, iki salih komşusundan nasıl utanıyorsa, gece gündüz, kendisi ile beraber olan iki melekten de öyle utanmalıdır!"
[Beyheki]

Tasavvuf Ahlik ve zikirdir. Bunun En büyük örneğide Resulullah Efendimizdir.

Alemlerin RAB'bi Ahzab Suresi 21. Ayetinde şöyle buyuruyor:

"Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için."

Ahlak üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

"Müminlerin îmân cihetinden en mükemmeli, ahlâken en güzel olanıdır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 250)

"Her şeyin bir kaynağı vardır. Takvanın kaynağı, âriflerin kalbleridir." [Taberani]

"Salihleri anmak, günahları temizler." [Deylemi]

"Âlimin yanında bulunmak ibadettir." [Deylemi]

"Zikir, sadakadan daha faydalıdır." [ibni Hibban, Beyheki]

"Zikir, nafile oruçtan daha hayırlıdır." [Deylemi, Beyheki]

"Her hastalığın şifası vardır. Kalbin şifası, Allahü teâlâyı zikretmektir." [Deylemi, Beyheki, Münavi]

"Derecesi en yüksek olanlar, Allahü teâlâyı zikredenlerdir." [Beyheki]

"Allahü teâlâyı çok zikredeni, Allahü teâlâ sever." [Beyheki]

Tasavvuf hakkında sayfalarca bilgi verilebilir ben bu kadarını uygun ve yeterli gördüm. Bir tekrar edersek. Tasavvuf ruh eğitimidir. Tasavvuf edep güzel ahlak ve zikirdir. Bir gerçek vardır ki bu özellikler bizzat Sevgili Peygamberimizden (s.a.v) gelmektedir buna hiçkimse itiraz dahi edemez.

Bilinen Tasavvuf Ehl-i Arasında imam-ı Rabbani, Cüneyd-i Bağdadi, Seyyid Abdülkadir-i Geylani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Seyyid Abdülhakim Arvasi Hasan-ı Basri Hacı Bayram Veli Sultan Veled, Yunus Emre, Mevlana Halid-i Bağdadi Abdullah-ı Dehlevî Akşemseddin Maruf Kerhi Bişri Hafi Aziz Mahmud Hüdayi İbrahim Bin Ethem ...Daha sayamadığımız birçok kişi vardır. ALLAH-U TEALA topraklarını bol Mekanlarını Cennet eylesin. Üzerlerinden Rahmet ve Bereketini eksik etmesin. Bizide başta Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ve bu saydığımızı sayamadığımız mübarek insanların yüzü suyu hürmetine af eyleyerek Cennetine alan ve Kendisine kavuşan Kulları arasına alsın İnşallah Amin...

Benim Tasavvuf Tarifimse tek kelime ile Aşk'tır. Yüce ALLAH a kalpden duyulan aşk...

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz....
Ekleme Tarihi: 09.08.2006 - 11:04
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
~HiLaLaY~ su an offline ~HiLaLaY~  

2765 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.02.2006
En Son On: 04.12.2007 - 10:08
Cinsiyeti: Bayan 
Ve Aleyküm Selam

Allah(c.c) razı olsun ne güzel bir paylaşım...

TASAVVUF bir ilimdir. Hak Teala'nın sıfatlarından ve ona nasıl kavuşabileceğinden, bahseder. Kulu, bu ilmi öğrenmeye sürükleyen Allah sevgisidir. Kalbinde Allah'tan gayrısına yer vermeyen sofu bir ilmi öğrenir. Çünkü tasavvuf, kişinin Allah'tan gayrısına olan sevgiyi kalbinden atması ve gönlünde sadece Cenab-ı Hakkın muhabbetine yer verilmesidir.

Peygamber(s.a.v) Efendimizin sözlerine, hareketlerine ve ahlakına uyup izinden gitmesidir.

Tasavvuf, kötü ahlakı değiştirip en güzel ahlakı benimsemek, daimi ve içten gelen bir duygu ile Allah'ın zikrine devam etmek ve bu yolla O'nun huzuruna varmaktır.



Sevgi Selam ve DUA ile...gül

Ekleme Tarihi: 09.08.2006 - 16:31
Bu mesajı bildir   ~HiLaLaY~ üyenin diğer mesajları ~HiLaLaY~`in Profili ~HiLaLaY~ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
~KeMaL~ su an offline ~KeMaL~  

785 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 14.04.2006
En Son On: 15.12.2007 - 14:26
Cinsiyeti: ----- 
Havz-i Kevser Kardesim Allah Razi olsun...

Tasavvufu Güzel izah Etmişsiniz...

Buyukler Tasavvufa Mensup Sofi'leirn Tarifini Şöyle Yapmışlar...

Essofiyyü Men Safee Kalbehü Anil'Huzni vel Keder...Ve Kad İstevaa Indehü Ezzehebü vel Meder...Ve İlla Fe Kelbu Kufete Hayrun Min Elfi Sofiyyin...

Sofi Ol Kimsedir Ki...Kalbini Huzun ve Kederden Alıkoyandır...Altın Ve Kömür Onun Yanında Eş Degerdir..Yoksa Kufe Kabilesinin Kelbi Bin Sofiden Hayırlıdır....

Measselam...gül

Ekleme Tarihi: 09.08.2006 - 18:53
Bu mesajı bildir   ~KeMaL~ üyenin diğer mesajları ~KeMaL~`in Profili ~KeMaL~ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ALLAH c.c. sizden razı olsun...

Şeriat ile tasavvuf insanın cesedine göre ruhudur. Şeriatta emredilen amellerin dışını ve sûretini belirleyen hükümleri tasavvuf aynen nasıl emredildiyse kabul etmiş, bu emirlerin ruhunu oluşturan derûni mânâlarına, taşıdığı sırlara inmenin yollarını ortaya koymuştur.

Tasavvuf ehli, tasavvufun yaşanılmadıkça, tadılmadıkça anlaşılmayacağını anlatmışlardır. Bu yüzdendir ki Abdülkadir Geylani Hz. Beyazıd-ı Bistami Yunus Emre (k.s), Mevlâna (k.s), Hacı Bayram Veli (k.s) gibi ünlü tasavvuf büyükleri zâhiri âlimlere göre katı kalplerin yumuşamasında ve İslâmın benimsenmesinde daha etkili olmuşlardır. Bunun sebebi ise İslâmı tam anlamıyla tasavvufla bütünleştirerek yaşadıkları içindir.
Ekleme Tarihi: 10.08.2006 - 11:13
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
YeSiLKuBBeM su an offline YeSiLKuBBeM  

7 Mesaj

Kayıt Tarihi: 07.02.2005
En Son On: 25.10.2007 - 09:24
Cinsiyeti: Bayan 
Havz-i Kevser Kardesim ALLAH binlerce kez razi olsun Senden..

T A S A V V U F nekadarda güzel anlatilmis,
okurken titredim üzüldüm bittim battim.. agla

Tasavvuf en sonunda kisaca dedigin gibi,
ASKtir.. Yüce ALLAHA kalpten duyulan ASK..ağlar

O ASKi ALLAH hepimize tatmayi nasip etsin,
O'nun ASKi ile yaksin kalplerimizi..ağlar

Bu yaziyi okumak nasip oldugu icin,
ALLAHA sükürler olsun..

Yak bizi ASKin ile..
Yak ALLAHim.. Yak.. agla
Ekleme Tarihi: 10.08.2006 - 14:43
Bu mesajı bildir   YeSiLKuBBeM üyenin diğer mesajları YeSiLKuBBeM`in Profili YeSiLKuBBeM Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
YeSiLKuBBeM su an offline YeSiLKuBBeM  
Kardeslerim.. Lütfen okuyun..

7 Mesaj

Kayıt Tarihi: 07.02.2005
En Son On: 25.10.2007 - 09:24
Cinsiyeti: Bayan 
Yazinin uzunluguna bakmayin lütfen..
Bende cok uzun diye okumiycaktim,
cok önemli oldugunu düsünerek okudum cok sükür..

Okuyun lütfen..

Bu yazidan cok seyler ögrendim..

Tavsiye ederim..

Lütfen okuyun..

ağlar

Kararsiz
Ekleme Tarihi: 10.08.2006 - 15:00
Bu mesajı bildir   YeSiLKuBBeM üyenin diğer mesajları YeSiLKuBBeM`in Profili YeSiLKuBBeM Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ALLAH c.c. cümlemizden razı olsun İnşallah. İnanın şu günümüzün halini ahir zamanın şiddetini gördükçe Uzlete çekilmek istiyorum. Yada tasavvuf terbiyesinde ölmeden önce ölmek istiyorum. Tam bir teslimiyet tam bir rıza göstermek istiyorum.Oysa ki bunları yapmak öyle zor ki.
Ekleme Tarihi: 11.08.2006 - 12:56
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Mahmûd Sâminî hazretlerinin Hâfız Osman Bedreddîn hazretlerine nasîhatlerinden bâzıları:
Hâfız! Bir çocuk tahsîl çağına geldiği zaman, okuyup yazmaya nasıl harfleri öğrenmekle başlarsa, Hakk'a ermek de tavsiye edeceğim şu hususlara uymakla gerçekleşir:
1) Allahü teâlâyı tanımak, 2) Muhabbetullah (Allahü teâlâya muhabbet), 3) Gönlü toplamak, 4) Teslîmiyet, 5) Nefsin arzularına uymamak, 6) Bu yolda gayret göstermek, 7) Kesrette vahdet. Halk içinde Hak ile olmak, 8) Çok salevât okumak, 9) Kelime-i tevhîdi çok söylemek, 10) Az yemek, 11) Temiz giyinmek, 12) Halka faydalı olmak, 13) Mütehallik, güzel ahlâk sâhibi olmak, 14) Mürşide, yol göstericiye, hocaya itâat, 15) Arkadaşlarına şefkat, sevgi, 16) Âleme ibret nazarı ile bakmak, 17) Vaktin kıymetini bilmek, 18) Hükûmete itâat, 19) Hasedden ârî, uzak olmak, 20) Kimseye buğz ve düşmanlık etmemek, 21) Komşu hakkını ileri tutmak, 22) Sözünün eri olmak, 23) Kendini tanımak, 24) Dünyâdan lüzumlu kadar nasîb almak, 25) Âhireti unutmamak, 26) Doğruluktan ayrılmamak, 27) Haddi aşmamak, 28) Huzûrla sükûn bulmak. Tasavvufun elifbâsı bunlardır. İnsanlar arasında aşk ateşiyle dolaş, fenalıkları yak, iyilikleri besle. İnsanı insana yaklaştır, Hakk'a ulaştır. Aslâ ilmine güvenme, fadlına kanma. Dünyâya aldanma, nefsine uyma, şeytanı at. Aşk ile yan, şevk ile kalk. Peşinden gelenleri ne olursa olsun iyi gözet, sapıkları düzelt. Huzûra dikkat, her sözün hakîkat, görüşlerin mârifet olsun.
Hâfız! Makâm-ı irşâd yâni insanları yetiştirme makamı bir şimşektir. Çaktığı vakit etrâfını aydınlatır ve düştüğü yeri de yakar. Mârifet; o aydınlığı insanların kararan kalbine nüfûz ettirmek (sokmak) ve kalbleri aydınlatmaktır.
Ekleme Tarihi: 11.08.2006 - 13:03
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Başka bir tarifle; tasavvuf Güzel Ahlâk ve Edeptir
Güzel ahlâk, îmânı taklîdden kurtararak fikir ve davranışlara istikâmet veren ihsân duygusunu, yâni Cenâb-ı Hakk'ı görüyormuşçasına bir hâlet-i rûhiyeyi kalbde sâbitleyerek, şahsiyetin hâkim ve ayrılmaz bir unsuru hâline getirmek ve bu minvâl üzere yaşamaktır.

Ebu'l-Hüseyn en-Nûrî

"Tasavvuf ne şekil, ne de bir ilimdir; o sadece güzel ahlâktan ibarettir. Eğer şekil olsaydı mücâhede ile, ilim olsaydı öğrenmekle tahsîl edilirdi. Bu sebeple sırf şekil ve ilim, maksada ulaştıramaz. Tasavvuf, Hakk'ın ahlâkına bürünmektir." buyurarak, onun ahlâk ile kopmaz bağına işaret etmiştir.

Tasavvuf, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in örnek hayâtında ismen telaffuz edilmemiş olsa da, mâhiyeti ve hakîkati itibâriyle mevcuttu. Güzel ahlâktan maksat, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ahlâk-ı hamîdesi ile ahlâklanmaktır. Onun ahlâkı, Rabbimiz tarafından Kur'ân-ı Kerîm'de:

"Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin" (el-Kalem, 4)

buyurularak te'yîd ve tekrîm edilmiştir.
Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, kendisine Rasûlullâh'ın ahlâkı sorulduğu zaman:

"Onun ahlâkı Kur'ân'dı." (Müslim, Müsâfirîn, 139) buyurmuştur.

Kul, Kur'ân ahlâkıyla ahlâklanıp onun ahkâmıyla da istikâmetlendiği takdirde âdetâ canlı bir Kur'ân hâline gelir. Kur'ân-ı Kerîm'i, mânâsını tefekkür ile tilâvet etmek ve ahkâmına tâbî olarak yaşamak, güzel ahlâkın zirve noktasıdır.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, peygamber olarak gönderildiğinden itibaren kıyamete kadar bütün zaman ve mekânları tenvîre memur olmuştur. Bu itibarla O'nun en cüz'î ve mahrem teferruatına varıncaya kadar bütün davranışları, sağlam bir rivâyetle bizlere intikal etmiş ve bu intikal, kıyâmete kadar teselsül bereketine mazhar kılınmıştır. Siyer-i Nebî incelendiği zaman görülecektir ki, insanlığın kemâli ve güzel ahlâkın zirvesi, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'dir.

Zîrâ O:
"Ben başka bir maksatla değil, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." (İmâm Mâlik, Muvattâ, Hüsnü'l-hulk, buyurarak vazîfesini târif etmiş ve bütün insanlık âlemine "üsve-i hasene", yâni mükemmel bir ahlâk nümûnesi olmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm'de ahlâk-ı Muhammedî şöyle ifâde edilir:
"Andolsun ki, sizin için; Allâh'a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allâh'ı çok zikreden (mümin)'ler için Rasûlullâh'ta en mükemmel bir örnek (üsve-i hasene) vardır." (el-Ahzâb, 21)

Yüce Rabbimiz, bir ikrâm olarak, güzel ahlâkı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'den itibaren veresetü'l-enbiyâ 1 vâsıtası ile kesintisiz olarak kıyamete kadar devam ettirecektir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"Müminlerin îmân cihetinden en mükemmeli, ahlâken en güzel olanıdır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 250)

şeklindeki beyânlarıyla, ahlâkın, îmânın meyvesi ve kemâlinin alâmeti olduğuna işaret buyurmuşlardır. Allâh dostları da, işte bu Muhammedî ahlâk ile ahlâklanan mâneviyât rehberleridir.

Ebû Muhammed Cerîrî:
"Tasavvuf, güzel ahlâkı benimsemek ve kötü ahlâktan sıyrılmaktır." derken yine bu hakîkate işaret etmiştir.
Kalbi, güzel ahlâk ile tezyîn edip kötü ahlâktan sakındırmak, ebedî saâdet ve selâmet için mecbûrî olduğu kadar meşakkatli de bir iştir. Nitekim ilk mutasavvıflardan Ebû Hâşim Sûfî:
"Kalbde yer etmiş bir kibri kazımak, dağları iğne ile kazmaktan daha zordur." buyurmuştur.

Ebû Bekir el-Kettânî ise:
"Tasavvuf ahlâktır. Ahlâk itibâriyle senden üstün olan, safâ, yâni mânevî temizlik bakımından da üstündür." der.
İnsanlık tarihi, peygamberlerin eşsiz güzellikteki nice ahlâkî davranış tezâhürleriyle doludur. Bunun en güzel misâllerinden birisi şüphesiz Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-'dır. O, âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere kendisine açık bir şekilde zulmetmiş olan kardeşlerine:
"... Bugün size başa kakma ve ayıplama yoktur, Allâh sizi affetsin! O merhametlilerin en merhametlisidir." (Yûsuf, 92) diyerek, affedebilmenin kâbına varılmaz bir misâlini sergilemiştir

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz...
Ekleme Tarihi: 18.08.2006 - 09:48
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
{{~Dervis~}} su an offline {{~Dervis~}}  

350 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.03.2006
En Son On: 25.08.2006 - 02:39
Cinsiyeti: Erkek 
Selamün aleyküm

abim benim inşaALLAH burda seni daha çok görmek isterim

artık kendi benligimize dönme vakti can abim iyiki varsın

RABBİM razi kullarından eylesin bizleri

Selamün aleyküm
Ekleme Tarihi: 18.08.2006 - 10:14
Bu mesajı bildir   {{~Dervis~}} üyenin diğer mesajları {{~Dervis~}}`in Profili {{~Dervis~}} Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Ve Aleykum Selam Ve Berekatu...

ALLAH c.c. razı olsun yakubum inşallah şu ara sık giremiyorum biliyorsun zaman herşeyin ilacıdır sabırlı olmak teslimiyet göstermek lazım gelir zira ne gelirse Yüca ALLAH c.c. dan gelir. ALLAH c.c. sevdiği kuluna musibet gönderir sabrını ölçer gerçekden hakkıyla bana teslimiyet gösteriyor mu sabır ediyormu hangi durumda olursa olsun şükrediyor mu haline. Faniyat aleminde ne olursa olsun hepsi imtihanın bir parçası. Bunu iyi idrak etmek gerekir. Bizimde her ademoğlu gibi bir imtihanımız ve sabır vesilemiz vardır. ALLAH-U TEALA hepimizi hakkıyla sabreden şükreden ve teslimiyet gösteren kullarından eylesin İnşallah.

İnşallah bir zaman sonra diğer sitelere de devam ederiz ALLAH c.c. nasip ederse...
Ekleme Tarihi: 18.08.2006 - 11:08
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
utaniyorum su an offline utaniyorum  
tasavvuf nefesim......

1942 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.04.2003
En Son On: 27.01.2007 - 01:21
Cinsiyeti: Erkek 
TASAVVUF....
ALLAH aşkının ve Rasülüllah aşkının
görür gibi bütün hücrelerce yaşanması...
her an murakebe ve rabıta hali...
bedenin ruha...
maddenin manaya teslimiyeti...
ve tasavvuf çile.....
ümmet için ağlama...
mahcubiyet...
kulluktaki acziyet....
tevazu.....
tasavvuf herşey...
herşey.....
Ekleme Tarihi: 18.08.2006 - 11:43
Bu mesajı bildir   utaniyorum üyenin diğer mesajları utaniyorum`in Profili utaniyorum Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
{{~Dervis~}} su an offline {{~Dervis~}}  
RE:

350 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.03.2006
En Son On: 25.08.2006 - 02:39
Cinsiyeti: Erkek 
Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser

Ve Aleykum Selam Ve Berekatu...

ALLAH c.c. razı olsun yakubum inşallah şu ara sık giremiyorum biliyorsun zaman herşeyin ilacıdır sabırlı olmak teslimiyet göstermek lazım gelir zira ne gelirse Yüca ALLAH c.c. dan gelir. ALLAH c.c. sevdiği kuluna musibet gönderir sabrını ölçer gerçekden hakkıyla bana teslimiyet gösteriyor mu sabır ediyormu hangi durumda olursa olsun şükrediyor mu haline. Faniyat aleminde ne olursa olsun hepsi imtihanın bir parçası. Bunu iyi idrak etmek gerekir. Bizimde her ademoğlu gibi bir imtihanımız ve sabır vesilemiz vardır. ALLAH-U TEALA hepimizi hakkıyla sabreden şükreden ve teslimiyet gösteren kullarından eylesin İnşallah.

İnşallah bir zaman sonra diğer sitelere de devam ederiz ALLAH c.c. nasip ederse...



amin abim

inşaALLAH zamanla bunlarda geçer geri dönersin burda olmana çok sevindim ve bu güzel paylaşmaları kardeşlerimizle paylaştıgı için de
ALLAH razı olsun

Selamün aleyküm
Ekleme Tarihi: 18.08.2006 - 12:06
Bu mesajı bildir   {{~Dervis~}} üyenin diğer mesajları {{~Dervis~}}`in Profili {{~Dervis~}} Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
RE: RE:

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı yakup023

amin abim

inşaALLAH zamanla bunlarda geçer geri dönersin burda olmana çok sevindim ve bu güzel paylaşmaları kardeşlerimizle paylaştıgı için de
ALLAH razı olsun

Selamün aleyküm



Aleykum selam Ve Berekatu...

Cenab-ı ALLAH cümlemizden razı olsun yakup zaman geldiği vakit İnşallah gelicez...Bu güzel sitede de elimizden geldiğince katılmaya çalışıyoruz bu güzel insanların arasına.
Ekleme Tarihi: 18.08.2006 - 13:29
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
RE: tasavvuf nefesim......

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı utaniyorum

TASAVVUF....
ALLAH aşkının ve Rasülüllah aşkının
görür gibi bütün hücrelerce yaşanması...
her an murakebe ve rabıta hali...
bedenin ruha...
maddenin manaya teslimiyeti...
ve tasavvuf çile.....
ümmet için ağlama...
mahcubiyet...
kulluktaki acziyet....
tevazu.....
tasavvuf herşey...
herşey.....



Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Güzel kardeşim ALLAH c.c. razı olsun nede güzel anlatmışsınız yüreğinizden geçenleri. Tasavvuf maddeden soyutlanma maneviyat deryasına dalmadır. Başka bir tanımda Mü-min'in kendinden geçerek faniyat aleminde herşeyi unutup sadece ALLAH-U TEALA yı bilmesi. ALLAH c.c. dan başka herşeyi unutma dışlama bu hali Muhiddin İbni Arabi ALLAH-U TEALA rahmet eylesin İnşallah olsaydı ne güzel anlatırdı kendi kelamlarıyla...
Ekleme Tarihi: 18.08.2006 - 13:41
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

"aglaYusuf) dedi ki:
"- Bugün sizi kınamak yok. Allâh sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir."" (Yûsuf, 92)
Bu asîl ve âlicenap tavırlar karşısında kardeşleri de nedâmet gösterip tevbekâr oldular. Yûsuf -aleyhisselâm-'ın üstünlüğünü kabul ve hakkâniyetini tasdîk ettiler. Matlûb olan netîce de bu sâyede hâsıl oldu.
Aşağıdaki şu misâl de bu terbiyevî metodun bir başka tezâhürüne âittir:
Bir bölük gâfil genç, Dicle kenarında şarab içip eğleniyorlardı. Meşhur Hak dostlarından Mâruf-ı Kerhî -kuddise sirruh- oradan geçiyordu. Şimdi bu şeyhin, işlemekte oldukları mel'anetlerinden dolayı kendilerinin helâki için bedduâ edeceğini düşünen gençlerin keyfi kaçtı. Bunun da kızgınlığıyla içlerinden biri dayanamayıp kalktı ve müstehzî bir tavırla:
"- Yâ Şeyh! Haydi durma, bizim şu anda Dicle'nin azgın sularına gark olmamız için hemen bedduâna başla!." dedi.
Mâruf Hazretleri hiçbir gazap emâresi göstermeksizin merhametle ellerini kaldırdı ve:
"- Yâ İlâhî! Bu yiğitlere dünyâda hoş dirlik verdiğin gibi, âhirette de dirlik ver." dedi.
Ummadıkları bu tavır karşısında gençler:
"- Yâ Şeyh! Siz ne diyorsunuz? Bu sözün mânâsını anlayamadık." dediler.
İhlâsı bereketiyle şu kısacık ve sâde sözlerine Cenâb-ı Hakk'ın tesir gücü verdiği Mâruf-ı Kerhî Hazretleri şöyle dedi:
"- Evlâdlarım! Hak Teâlâ, size âhirette dirlik vermek isterse tevbe etmenizi nasîb kılar."
Yiğitler beklemedikleri bu müşfikâne tavır karşısında önce bir müddet düşünceye daldılar. Akabinden kendilerine pişmanlık ve nefs muhâsebesi hâli geldi. Derken intibâha gelerek nedâmet içinde şaraplarını döktüler, çalgılarını kırdılar ve tevbe ettiler. Her iki cihanın saâdet ve selâmetine tâlib oldular.
Yukarıda da zikrettiğimiz üzere tasavvuftaki kalbî terbiyenin diğer bir husûsiyeti de, her ferdin mizâcına göre bir ıslâh ve irşâd metodu tatbîk edilmesidir. Tarîkatlerin çeşitlenmesi, mizaçlardaki farklılıklara göre terbiye ve telkîn metodunun zarûretinden doğmuştur. Meselâ, umûmiyetle coşkun mizaçlı bir insan, Kâdirîliğin tâkip ettiği usûllerle daha kolay terakkî eder. Şâir, sanatkâr ve romantik mizaçlı kimseler, Mevlevîlik'te huzûr bulur. Vakûr ve sâkin mizaçlı insanlar ise Nakşî Tarîkati'nde kendilerine bir uygunluk görür ve bundan dolayı da o yolun telkînlerine ve terbiye usûllerine daha kolay râm olarak terakkî imkânı bulurlar.
Mizâcın yok edilmesi imkânsızdır. Mürşid-i kâmiller de ancak, sâliklerin mizaçlarındaki istîdâdların nefsânî bir mecrâya akmasına mânî olarak, onları ulvî gâyelere yönlendirmekle vazîfelidirler. Her talebenin mânevî âlemdeki şahsî hastalıklarına çâre olacak husûsî tedâvî reçeteleri sunarlar.
Câhiliye Arapları, kız çocuklarını diri diri gömen taş yürekli kimselerdi. Onlar, hakkın yalnız güçlüye âit olduğu, güçsüzün her türlü dayanak, barınak ve sığınaktan mahrum bulunduğu, merhametten nasîbsiz bir toplumun insanlarıydılar. Bu toplum, hidâyet bulup Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in mânevî terbiyesiyle dünyânın en mümtaz insanları hâline geldi. Allâh ve Rasûlü'ne duydukları muhabbeti, kalblerinde her an taze tutmakla kazandıkları zindelik sâyesinde, ibâdetleri huşû ile doldu. Fazîlet menkıbeleri, kıyâmete kadar müslümanların dillerinden düşürmeyecekleri, gönül âlemlerini tenvîr eden ahlâk-ı hamîde misâlleri oldu. Kendilerine "Ashâb-ı Kirâm" denildi.
Ashâb-ı kirâm, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in terbiyesinde öyle bir mânevî seviyeye ulaşmıştı ki, Abdullâh bin Mes'ûd -radıyallâhu anh- bu durumu:
"- Biz boğazımızdan geçen lokmaların tesbîhlerini duyar hâle gelmiştik!" (Buhârî, Menâkıb, 25) sözleriyle ifâde etmiştir.
İşte tasavvuf, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in tezkiye ve terbiyesi sâyesinde ashâb-ı kirâmın ulaştığı bu mânevî seviyelerden nasiplenebilmenin ulvî bir yoludur. Yâni Hazret-i Peygamber'e vâris olmuş gerçek mürebbîlerin elinde, nefsin terbiye ve kalbin de tasfiye edildiği mânevî bir mekteptir. Bu mânevî terbiye mektebine dâhil olup, insan-ı kâmil olma yolunda mesâfeler katetmeye "seyr u sülûk" tâbir olunur.
Ekleme Tarihi: 24.08.2006 - 09:49
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

İnsanlar istîdâd ve iktidarları itibâriyle muhtelif seviyelerde yaratılmışlardır. Tasavvuftaki eğitim, sâlikin kalbî istîdâd ve iktidârı ile mîzâcına göredir. Mîzaç ise büsbütün değiştirilemeyeceğinden, ilâhî emirlerle terbiye edilip yönlendirilebildiği ölçüde arzu edilen olgunluk hâsıl olur. Şeriatin, umûma mahsûs ve herkes için aynı olan kâideler koymasına mukâbil, tasavvufta sâlike, tıpkı numaralı gözlükler gibi ferdden ferde değişen terbiyevî metodların kullanılması yolu tervîc edilmiştir. Bu ikisi arasında bir tezâd ve aykırılık olduğu zannı yanlıştır. Zîrâ, tasavvuf-şeriat münâsebeti, meşhur misâli ile bir pergele benzetilegelmiştir. Pergelin sâbit ayağı şeriat, müteharrik ayağı tasavvuftur. Bu iki ayak arasındaki açıklık ise, muhâtabın mîzaç ve istîdâdına göre azaltılıp çoğaltılabilir.
Diğer taraftan tasavvufun bu hassas ölçüleri, Allâh'ın emir ve nehiylerine riâyeti ikmâl etmiş insanlar için mevzubahistir. Bu sebeple gerçek mutasavvıflar, zâhirî âlemlerini düzeltmiş ve iç âlemlerini terbiyeye yönelmiş kimselerdir. Zâhirdeki kemâlâtı, bir de bâtınî inkişâf ile taçlandırmanın gayreti içindedirler. Zîrâ, zâhirin ıslâh ve ikmâli mühimse de aslolan iç âlem, yâni kalbdir. Çünkü fiillere vücûd veren irâde ise de, irâdeyi yönlendirenin de ekseriya hisler olduğu hatırdan uzak tutulmamalıdır. Hislerin mahalli ise kalbdir.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mânevî terbiyede tâkib ettiği hassas düstûrlardan biri, muhâtabını itâb etmemek, hattâ kusûru kendisine hamlederek îkâzda bulunmaktır. Pek çok vesîleyle "Bana ne oluyor ki sizleri böyle görüyorum." şeklinde vâkî olan kavilleri, bunun tezâhürünün tipik bir misâlidir. Bu kalbî rikkat ve hassâsiyet ölçülerine tâbî olan gönül ehli de, muâhezeyi nefsine, müsâmahayı ise başkalarına tevcîh etmeyi şiâr edinmişlerdir. Onlar, zâhirden ziyâde kalb temizliği ve dolayısıyla kalb terbiyesiyle meşgul oldukları için, günahkâra dahî merhamet ve müsâmaha ile yaklaşırlar. Zîrâ onlar, günahkârı değil, günâhı bertarâf etmenin derdindedirler. Bu sebeple, insanın menfî hâllerini düzeltmeden önce, sohbetin feyz ve bereketiyle kalblerini yumuşatarak ıslâha hazır hâle getirirler. Nefislerdeki öfke ve gazap fırtınalarını dindirerek nedâmetin tatlı meltemlerinin vücûd bulmasına zemîn hazırlarlar.
Yusuf -aleyhisselâm-'ın Mısır azîzi olduktan sonra, vaktiyle kendisini öldürmeye kastedip kuyuya atan kardeşlerinin yardım taleplerini reddetmemesi ve kendisini gizleyerek onlara îzâz, ikrâm ve ihsânlarda bulunması da kalbî terbiyede kâbına varılamaz bir inceliktir. Hâlbuki o an, elindeki güç ve saltanat ile kardeşlerinden pekâlâ intikâm alabilirdi. Fakat o, kusurları başa kakmak sûretiyle gönül yıkmanın değil, kötülüğe bile iyilikle mukâbele edebilmenin, ayıp ve hatâları setretmenin, şahsına yapılanları Hakk'ın rızâsı uğruna unutuvermenin eşsiz fazîletine nâil olmuş bir hidâyet rehberiydi.

Bu sebeple diyoruz ki edep illa ki EDEP...


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 24.08.2006 - 09:54 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.08.2006 - 09:53
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Lafza-ı Celal Zikri :
Celal zikri yalnız kalple veya hem kalp hem de latifelerle çekilir. Müride ilk kez beş bin adet verilir. Herhangi bir nedenle eksik çekerse veya bırakırsa kazası gerekmez. Bunu çekiliş yöntemi şu şekildedir : Salik abdestli , gözleri kapalı, kıbleye veya üstadının yönüne doğru duvara yakın olarak bir örtü altına girerek oturur. Sağ ayağını sol ayağının altına koyar, sağ kalçası üzerine oturur; bunu yapamazsa bağdaş kurarak ve diz çökerek oturur.
Yirmi beş kez diliyle Estağfirullah der. Sonra sekiz adet Fatihayı okuyarak Sadatlara bağışlar. Daha sonra mürşidine rabıta yaparak kalp huzuruyla zikr etmek için yardım ister. En sonunda ağzını kapatır, dilini damağına yapıştırarak Allah, Allah diye virdini çekmeye başlar. Her yüz adet bitince diliyle bir kez İlahi ente maksudi ve Rıdake Matlubi Allahtan başka gayesi olduğu için de kendini bu konuda yalancı görür.
Çünkü gerek zikir etmede, gerek başka gayesi olmadığını söylemede samimi değildir. Bu duruma üzülür ve gayesinin düzgün olması için üstadına yalvarır. Zikri bitinceye kadar bu şekilde devam eder.
Bitirince de Görevimi gafletle yaptım. Gafletle yaptığım zikir günah işlemek gibidir der ve yaptığı ibadeti Cenab-ı Hakka ( c.c) yaraşır bulmayarak yeniden yirmi beş kez Estağfirullah çeker. Bu istiğfarı oruç, namaz, Kuran-ı Kerim okumak ve okutmak, farz veya nafile ibadetler gibi hayır işlerinin başında ve sonunda devamlı yapar.
Celal zikri konusunda Sadat-ı Kiram şunları söylemişlerdir : Alalh ( c.c) kelimesinin kalbinde nurla yazılı olarak düşünmek; sözsüz sadece kalbden anlamını söylemek; sürekli kalbden anlamını söylemek; sürekli kalbden Allah (c.c) sözünü geçirmek; anlamını düşünmeden sadece sözü kalben söylemek veya kalben hem anlamı hem de sözü devamlı anmak. Bunların en güzeli sonuncusudur.
Kitap ezberleyen öğrenci gibi, önce Cenab-ı Hakkın ( c.c) huzurunda bulunma düşüncesine kendini alıştırır, sonra da kalbini O yüce zikre bağlar. Bu şekilde zikir yapmak sevap kazanıp, cezayı gidermek için değil; esas amaç olan murakabeyi ( Alalh-u Tealanın ( c.c) huzurunda olma) elde etmek içindir. Gerçekten de zikrin bu türü çok güzeldir ve hızla mukarabenin kazanılmasına neden olur.
Zikir ederken gaflet ve kuruntu ( vesvese) olursa bunları kovmakla uğraşmamak gerekir. Çünkü bunlardan kurtulmak çok zor ve karışıktır. Zikir yapan sıkılmamalı, kızmamalı, belki de bunlar yaptığım zikirden dolayı oluyor diye düşünerek kalbinin zikrini izlemelidir.
Bu şekilde zikirden hoşlanır. Allah-u Teala ( c.c) bir kulunun kalbinin uyanmasını ve gönlünün huzura kavuşmasını dilerse ona bir takım belirtiler gösterir. Bu belirtilerden en açık olanları; nefsin kötü tutkularından ve arzularından kaçınma ile haram ve mekruhlardan sakınmadır. Bunlar görülünce latifelerle Zikir etmenin zamanının geldiği anlaşılır. Latifelerin makamlarının ( yerlerini) anlatmak uzun uzadıya açıklamayı gerektirdiğinden dikkatlice okumalı ve anlamaya çalışmalıdır.


Bu mesaj 2 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 24.08.2006 - 10:51 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.08.2006 - 10:46
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
herigate su an offline herigate  

123 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2006
En Son On: 02.11.2006 - 14:57
Cinsiyeti: Bayan 
sayin Havz-i Kevser,

Muhammed Nurullah Seyda Elcezeri´i taniyorsaniz kisi hakkindaki düsüncelerinizi ögrenmek isterim.

Kendisinin Tasavvufun sirlari isimli bir kitabi var. Bunun ile ilgili bilginiz var ise paylasirmisiniz lütfen?

Selam ve Sevgiler
Ekleme Tarihi: 24.08.2006 - 10:59
Bu mesajı bildir   herigate üyenin diğer mesajları herigate`in Profili herigate Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

herigate kardeşim açıkçası tanımıyorum siz anlatırsanız biraz seviniriz İnşallah...
Ekleme Tarihi: 24.08.2006 - 11:10
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
herigate su an offline herigate  
RE:

123 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2006
En Son On: 02.11.2006 - 14:57
Cinsiyeti: Bayan 
Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser

Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

herigate kardeşim açıkçası tanımıyorum siz anlatırsanız biraz seviniriz İnşallah...



ve Aleykum Selam. Kisi hakkinda benimde hicbir bilgim yok,belki sizden ögrenebilirim diye düsünmüstüm.
Ekleme Tarihi: 24.08.2006 - 11:35
Bu mesajı bildir   herigate üyenin diğer mesajları herigate`in Profili herigate Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Tasavvuf başlığını görünce bende Mehmet Akif'in tasavvufa bakışını anlatan bir beyit eklemek istedim:

«Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun şırayı;
Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıtkı Dayı.!»

(olgun şıradan kasıt şarap olsa gerek)



imam şafinin tasavvuf yorumu ise şöyle:

«Bir kimse eğer sabahleyin tasavvufla meşgul olacak olursa, daha öğle vakti gelip çatmadan mutlak surette o adam aptallaşır.»
«Bir kimse eğer kırk gün sofilerle düşüp kalkarsa onun ebediyyen artık aklı başına gelmez. (Eb'ul Faraj Abdurrahman b. Ali b. Muhammed İbn'ul-Jawzî, Telbis'u İblîs s. 371. Bağdad-1983.)


Saygı,sevgi, selam ve dua ile...
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 00:31
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
utaniyorum su an offline utaniyorum  
i-will-die-soon ben manyak mıyım şimdi.....

1942 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.04.2003
En Son On: 27.01.2007 - 01:21
Cinsiyeti: Erkek 
i-will-die-soon kardeşim....
yazdıklarını okumadan mı yazıyorsun...
tasavvufla ilgili eklemende agır ithamlar var.
yüzlerce tarikat büyügümüze hakaret var.

büyüklerimi tenzih ederek;
şimdi ben de tasavvufla ilgileniyorum...
kendini kaybetmiş,manyak birimiyim sizce?
ya da şarap içmiş bir aptal mıyım ?
edep yahu edep...!


Bu mesaj 1 kez ve en son utaniyorum tarafından 25.08.2006 - 01:09 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 01:08
Bu mesajı bildir   utaniyorum üyenin diğer mesajları utaniyorum`in Profili utaniyorum Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Ey güzel kardeşim ey güzel din kardeşim güzel istanbulumuzu Fatih sultan Mehmet han fethetti sizce o şanlı padişahın arkasında manevi ve madden destek olan kimdi Tasavvuf Ehl-i insanlardan Akşemseddin. O Akşemseddin ki, mübarek insan Hacı Bayram Veli nin güzide talebesi ve Osmanlı padişahlarından Murat hana istanbulun alınışını oğlunuz ve bizim sofi Akşemseddin görecek diye büyük müjdeyi veren insan. Akşemseddin ayrıca Bayrami tarikatının bir üyesi. Bir örnek daha Kanuni sultan süleymanın kardeşim dediği Beşiktaşlı Yahya Efendi. Bunlar sadece 2 örnek
.. Tasavvuf Din-i İslamı sadece dille değil gönülle aşkla yaşayın der müritlerini öyle yetiştirmeye çalışır. Öyle ki hayvanat ve tabiat nasıl devamlı zikir halindeyse tasavvuf ehli de o hale gelmek için devamlı her attığı adımda Cenab-ı ALLAH ı zikretmek için uğraşır.

Ey güzel din kardeşim tasavvufun içine girmeden nicedir bunca ağır eleştiri yaklaşık 1 senedir gece gündüz araştırıyorum bir manyaklığımı gördünüz mü acaba? Yapmayın etmeyin tasavvuf ehli sadece 5 ler 10 lar değil Tasavvuf ehli bu kadar küçük değildir. Kelamları dikkatli seçmek gerek. Bakınız tasavvufa tarih boyunca bunca saldırı olmuştur olmayada devam etmekdetir. Biz elimizden geldiğince edep gereği susuyoruz biz deriz ki haklı dahi olsak bazen susmak hayırlıdır. Zira insanın afeti dilinden gelecektir. Size küçük bir araştırma konusu tavsiye etmek istiyorum. Hz.Ali (r.a.) nin haricilerle olan haklı musibetini araştırırsanız günümüze kadar gelen bu saldırıları biraz anlayabilirsiniz....

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz...


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 25.08.2006 - 09:44 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 09:42
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

"Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz."

Abdulkadir-i GEYLANİ HZ.

" EY OĞUL! Kendin Allah'ın takdiratına teslim et.Sonrada O'nunla birlikte ol.Nasılki bir binanın önce temele sonra da duvarlara ihtiyacı varsa, aynen bunun gibi, her işinde önce bir temele sonra bir yapıya ihtiyacı vardır.Senin yolunun temeli Allah'ın takdiratına teslim olmak, yapısı da onunla birlikte bulunmaktır.Sen bu esasa yapış ve bi ömür boyu gece- gündüz buna devam et...."

ABDULKADİR GEYLANİ HZ.

"ey adem oğlu dünyanın ne olduğunu bilmek istersen bir

çöplüğe bak işte dünya ondan ibarettir"

Şible Hz.leri

"Bir kula bak, vaktini boşa harcıyorsa boş şeylerle vakit geçiriyorsa ALLAH-U TEALA yı anmıyorsa bilesin ki ALLAH-U TEALA onu sevmiyor"

Zünnun-i Misri

İnsan dünyadan üç şeye hasretle gider. Topladığına doymaz, umduğuna kavuşamaz, önündeki ahiret yolculuğu için iyi azık temin etmez.

Dünyanın senden sonra nasıl olduğunu görmek istersen, senden evvel ölenlerden sonra ne olduğuna bak.

"Yarın ruh cesetten ayrılmayacak mı? İnsan evladından ve malından ayrılmayacak mı? Kefene sarılıp mezara konmayacak mı? Ey insanoğlu, beldeler harab olacak, mal mülk dağılacak çocuklar yetim kalacak. Ey insan, insanların çokluğuna bakıp da aldanma, çünkü sen yalnızsın, yalnız öleceksin. Kabre yalnız gireceksin, kabirden yalnız kalkacaksın ve kendi hesabını kendin vereceksin buyurdu"

"Tefekkür, sana iyi ve kötü fiillerini gösteren bir aynadir."

Hasan-i Basri (RA) Hz.leri

* Vücudundaki bütün azalarını muhafaza et. Azalarını serbest bırakan kalbini sıkıntıya sokar.

Herhangi âzanı haram olan bir şeyde kullanırsan, o onun zinasıdır. Harama bakan göz, haramı tutan el, harama yürüyen ayak gibi. insanları yüzükoyun Cehenneme sürükleyen dillerinin belasıdır.

Yarın hesap yerinde diller, ayaklar, eller . . . işledikleri şeylere şahitlik edecekler. O hâlden kork. Nefsine acı.

Bir insan şer'an caiz olmayan bir şeyi yapacağı vakit o aza aman yapma, bu işe beni mecbur etme der. Yarın kıyamette aleyhine şahitlik edeceğim. Beni kötülük yaptırmak suretiyle aleyhine değil de iyilik yaptırmak suretiyle lehine şahit kıl der.

Azaları suistimal, kalbe sıkıntı verir. Kalb Allah içindir. Onu işsal ve ona eza Allah'ın gazabına sebebtir.

MUHYİDDİN-İ ARABİ HZ

Kardeşlerim bunca hikmetli söz kendini bilmezlerden çıkabilirmi. Bunca hikmetli söz aklı başında olmayanlardan çıkabilir mi? ALLAH c.c. rızası için nefsimizin gözüyle bakmayalım kalbimizin gözüyle bakalım. Yazıyı kısa tutmak için fazla uzatamadım öyle ibretlik öğütler var ki kardeşlerim...

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz...


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 25.08.2006 - 10:08 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 10:06
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Bakın M.Esad Coşan bir konferansında ne diyor:

"Biliyorsunuz, İslâm'da da tasavvuf var, İslâm'dan önceki dinlerde de tasavvuf var... Daha eski dinlerde mistisizm deniliyor. Hristiyan mistisizmi var, mistikleri var... Belki brahmanlar, hindular var; yâni Hindistan'daki mistikler var...

Bu çeşit mânevî hayatı yaşayan insanlar, eski ümmetlerin arasında da olmuş. Olabilir, onlar bizi ilgilendirmiyor. Daha önceki dinlerin itikadları, ahkâmı ve o dinlere mensub insanların yaşamları; tamam, olabilir, ayrıca dinler tarihi onu incelesin. Ama, bizim İslâm'daki tasavvuf asıl Peygamber SAS Efendimiz'in hayatından çıkmıştır. Ahvâlinden alınmıştır. Sözlerinin uygulanmasından ortaya çıkmıştır.

Yâni, Kur'an'ı tam yaşamak isteyenlerin, Peygamber Efendimiz'in sünnetine tam uymak isteyen insanların, Rasûlüllah'ın hali gibi hallenmesi çalışmaları İslâm tasavvufunu meydana getirmiştir. Buna sünnî tasavvuf diyoruz. Yâni ehl-i sünnete, Kur'an-ı Kerim'e, hadis-i şerife uygun tasavvuf...
Bunun dışında 1400 yıl devam etmiş bir zaman içinde, beş kıtaya yayılmış bir dinin mensupları, mutlaka başka kültürlerle de karşı karşıya geldiler. Orta Asya'ya gelince Çinlilerle karşı karşıya geldiler, Çinlilerin dinlerini gördüler. Hindistan'ı fethederken Hindistan'ın hindularını, brahmanlarını gördüler. Afrika'ya geldiler, Afrika'yı gördüler, Mısır'ın hristiyan mistiklerini gördüler. Anadolu'ya geldiler, Anadolu'nun hristiyan mistiklerini gördüler. Yahudi mistiklerini biliyorlar. İran'a geldiler, zerdüştîleri ve onların inançlarını biliyorlar. Belki onlardan etkilenmeler de olmuştur.Onun için, tasavvuf yolunda çeşitli tasavvufî meşrebler, renkler ve tarikatler meydana gelmiştir."
(25. 10. 1995 - Braunschweigh / ALMANYA)

Bu sözlerin ardından M.Esad Cosan hocaefendinin bağlı olduğu silsilenin İmam-ı Rabbaniden Halid-i Bağdadi'ye kadar yaklaşık 270 sene mistisizmin anayurdu olan Hindistanda kaldığını hatırlatarak yorumu size bırakıyorum.
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 15:34
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
utaniyorum su an offline utaniyorum  
tutarlı yazılar yazalım kardeşim....

1942 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.04.2003
En Son On: 27.01.2007 - 01:21
Cinsiyeti: Erkek 

i-will-die-soon kardeşim....
merhum hocamız esad efendinin tasavvuf ile ilgili sözlerini yazmışsın.
anlamadığım bir önceki mesajında tasavvufun insanı akıl dışına iten ve sanki islam dışı gibi kabul eden görüşlere yer verirken bu mesajında tasavvufun diger batıl tasavvuf anlayışından etkilenebilecegini anlatıp gerçek tasavvufun efendiimizi hayatından uygulamalar olduğunu yazmışsın.
eger yapmak istediğin tasavvuf adı altındaki bir takım sapmaları eleştirmek ise bunu daha açık ve netyazınız.
ben sizin fikirlerinizde tutarlılık görmüyorum.
avatarınızdaki fatih muhammed handa,kendinize lider kabul ettiğiniz sayın hocamız ERBAKAN beyde,delil diye sunduğunuz esad hocamız merhumda hayatlarını hep tasavvufla süslemiş insanlardır.
yazılarımızda tutarlılığa dikkat edelim.eger fikri bir bütünlük yoksa en azından kafamızdaki çelişkiyi sorup bilenlerden yardım alalım.
şimdilik bu kadarla yetiniyorum.sormak istediğin birşey olursa sor kardeşim.
ama ne olur tutarlı ol.lütfen....
utanıyorum




Bu mesaj 1 kez ve en son utaniyorum tarafından 25.08.2006 - 17:21 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 17:19
Bu mesajı bildir   utaniyorum üyenin diğer mesajları utaniyorum`in Profili utaniyorum Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
fosaloglu su an offline fosaloglu  

2683 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 24.09.2003
En Son On: 20.01.2007 - 12:07
Cinsiyeti: Erkek 
i-will-die-soon kardeşimizde sanırım tasavvufun mistik bir akım olduğunu vurgulamak istemiş. Yoksa yukarıdaki yazdığı ile aşağıdaki arasında bence kasıt olarak bir fark yok.

Bence tasavvufu bilmeyen biriyle tasavvuf hakkında konuşmak,tartışmakta abesle iştigal...


Utanıyorum abinin de dediği gibi;

Övündüğümüz,örnek aldığımız insanlar tasavvufun içinde yetişmiş insanlarken; biz tasavvufu eleştirme haddini buluyoruz kendimizde ???


Bence asıl manyaklıkta bu zaten...

Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 18:03
Bu mesajı bildir   fosaloglu üyenin diğer mesajları fosaloglu`in Profili fosaloglu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Esselamu Aleykum. Allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Allahu teala beni sizi hepimizi sırat-ı mustakime iletsin. Yazdıklarınızı okudum samimiyetinize inandım. Allah hepinizden razı olsun.

Konuya geri dönersek, kabul edelim ki ben kafası karışmış bir manyağım böyle olunca tabi ben ne söylersem söyleyim bir değer ifade etmez. Ama merhum Mehmet Akif Ersoy gibi bir insan nasıl olmuşda «Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı;
Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıtkı Dayı.!»
sözünü söylemiş. Mehmet Akif’e bu sözü söyleten koşullar nedir, ve bu koşullar o günden bugüne değişti mi, değiştiyse ne yönde bunu açıklar mısınız?


Ayrıca kafamın karışmasının sebebinin kaynağı linkini aşağıda verdiğim Ferit Aydın adlı şahsın yazdığı kitaptır. Onu incelerseniz beni daha iyi anlayacağınızı umuyorum.

http://feridaydin.tripod.com/Rabita.PDF
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 20:08
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  
tasavvuf haddini bilmektir

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
.
sana gercek manada haddini bildirecek olani unutmamaktir
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 20:14
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
utaniyorum su an offline utaniyorum  
gönül kapısı kapalı olanlar ne anlar tasavvuftan...

1942 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.04.2003
En Son On: 27.01.2007 - 01:21
Cinsiyeti: Erkek 
i-will-die-soon kardeşim....
seni anlıyorum.Rabbim yardımcın olsun kardeşim.bak güzelim eger doğru kitapları ve kaynakları bırakıp bu tip kitapları okumaya devam edersen ileri de islama inanmakta saçma gelebilir sana.
bakınız miraç hadisesinde birtakım insanlar müslüman olurken bir takım müslümanlarda artık bu kadarı da saçma diyerek tekrar dinden döndüler.

kuranı kerimde de bulabilirsin. kalplerinde hastalık olanlar kuranla hidayet bulacaklarına daha da azgın kafir olurlar.
lütfen kardeşim güzel ehli sünnet kaynaklara bakalım.
her kitabı okumayalım.
bakınız eger banane derseniz çelişkilerle bir gün namaz dahi kılamaz hale gelebilirsiniz.
ne diyor RABBİMİZ kuranda bazı ayetleri tam manalarını açıklamamış ve müteşebihat olarak bırakmıştır.
der ki Din de eksik arayanlar bu ayetlerle sapıtsın diye böyle yapıyorum..
ilmin bir kitaplardaki metinleri vardır.bir de gönüllerdeki...
gönül dilini bilmeyenden okumasını beklemek ahmaklıktır.
lütfen kardeşim büyüklerine danışmadan kitap okuma....
selam ve dua ile
Ekleme Tarihi: 25.08.2006 - 20:42
Bu mesajı bildir   utaniyorum üyenin diğer mesajları utaniyorum`in Profili utaniyorum Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Ve Aleykum Selam Ve Berekatu...

Bakınız güzel kardeşim kardeşlerimiz anlatmaya çalışmışlar ama biz burada sayfalarca yazı eklesek tasavvuf'u yine de anlatamayız. Büyüklerimizin hepsinin ortak ve meşhur bir kelamları vardır tasavvuf'u anlamak için onu yaşamak lazım gelir. Tasavvuf'u yaşamayan bilmeyen yanlış yerlerde araştıran yanlış fikirlere kapılır ki ALLAH c.c. korusun. Tasavvuf Şeriatle etle ruh gibidir. Şeriat eti oluştururken tasavvuf da ruhunu oluşturur kaba bir tabirle. Kısaca bir ruh eğitimidir. Kısaca ALLAH-U TEALA ya duyulan kalpden aşktır. Tasavvuf büyüklerinin hepsi ALLAH-U TEALA kalden aşık insanlardır. Bir saniye dahi dillerinden o güzel Kelamı eksik etmezler. Size tavsiyem Evliyalarımızın kitaplarını okuyunuz kararı kendiniz veriniz.

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz...
Ekleme Tarihi: 26.08.2006 - 12:57
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötülüklerden temizlemek demektir. İnsanın kalbini, Allahü teâlânın muhabbetine bağlamak, Resûlullahın söz, hareket ve ahlâkına uymak, yolundan gitmektir. Kalb ile yapılması ve sakınılması gerekli şeyleri ve kalbin, rûhun, kötülüklerden temizlenmesi yollarını öğreten ilme, tasavvuf ilmi denir. Îmânın yerleşmesini, fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin severek, kolaylıkla yapılmasını ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı sağlar. Tasavvuf ilmine, Ahlâk ilmi de denir. Âlimler tasavvufu çeşitli şekillerde ta'rîf etmişlerdir.

Tasavvuf, güzel ahlâktır. (İ. Kettânî)

Tasavvuf, kalbi temizlemektir. (Ebû Ali Rodbârî)

Tasavvuf, edebe riâyettir. ( Ebû Muhammed Cevîrî)

Tasavvuf, i'tirâzı bırakıp, emredilene peki demektir. (Ebû Sehl Sa'lûkî)

Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)

Tasavvuf, faydasız işleri terk etmektir. (Ebû Saîd İbni Arabî)

Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir. (İbni Osman Mekkî)

Tasavvuf, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdî)

Tasavvuf, kimseye ezâ ve cefâ vermemek, herkese lütûf ve ihsânda bulunmak, hastalık ve musîbetleri herkese izhâr etmemek, düşmanlarını affetmek, insanlık mertebesinin en yüksek derecesine kavuşmayı usûl ittihaz etmektir.(Ahmed Şirbâhî)
Ekleme Tarihi: 26.08.2006 - 13:06
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Ahlâk iyi olmadıktan sonra, kılınan namazın, tutulan orucun çok olmasının önemi yoktur. Hattâ sadaka ve mücâhede (nefsini yenmeye çalışma) bile hiç tir.

Bu yolda yükselenler, ne namazla, ne oruçla yükseldiler. Ne sadaka ile, ne de mücâhede ile üstün dereceler buldular.

Yükselen, ancak iyi huyla yükseldi.

Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimiz SAV; "Kıyamet günü , bana en yakın olanınız, huy ve ahlâk bakımından en güzel olanınızdır" buyurdu".


İBN-İ ATA ( k.s.)
Ekleme Tarihi: 26.08.2006 - 13:23
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
sahra_yagmur su an offline sahra_yagmur  

104 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 06.08.2006
En Son On: 22.08.2007 - 00:26
Cinsiyeti: Bayan 
Alıntı
Orijınalı i-will-die-soon

Tasavvuf başlığını görünce bende Mehmet Akif'in tasavvufa bakışını anlatan bir beyit eklemek istedim:

«Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun şırayı;
Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıtkı Dayı.!»

(olgun şıradan kasıt şarap olsa gerek)



imam şafinin tasavvuf yorumu ise şöyle:

«Bir kimse eğer sabahleyin tasavvufla meşgul olacak olursa, daha öğle vakti gelip çatmadan mutlak surette o adam aptallaşır.»
«Bir kimse eğer kırk gün sofilerle düşüp kalkarsa onun ebediyyen artık aklı başına gelmez. (Eb'ul Faraj Abdurrahman b. Ali b. Muhammed İbn'ul-Jawzî, Telbis'u İblîs s. 371. Bağdad-1983.)


Saygı,sevgi, selam ve dua ile...



esselamun aleyküm kardesim tasavvufta bazı mecazi terimler vardır burada ki saraptan kasıt ilahi askı içerek sarhos olmak Allah askı ile cezbeye gelmektir.
abdal demek asık demektir yani kısa bir sürede olsa tasavvuf deryasına dalan ask ile kavrulmaya baslar.
kalpler bir sıvı gibidir girdigi ortama göre degisirler bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v)"salihlerle olan salihleşir fasıklarla olan fasıklasır"buyurmuslardır
«Bir kimse eğer kırk gün sofilerle düşüp kalkarsa onun ebediyyen artık aklı başına gelmez.
sofiler dedigi tasavvufla ugrasan Rabbe asık kimseler buradada demek istedigi o artık ebediyyen mecnun olur asktan bası döner..
İSTERSENİZ BİRDE SU KISSAYA BAKALIM
hz.ALİ bir gün yeni uzun kollu gömlek alır aldıgı gibi carsıdaki bir terziye gidip kollarını kestirir."terzide içinden deliye bak yeni aldıgı gömlegin kollarını kestiriyor"der
bunun üzerine hz.Ali öyle sevinirki ve terziye "halk senin hakkında deli diye düsünmeye basladıysa artık sen gercek aska ermissindir"der
yani kısaca asıklara tasavvuftada, edebiyattada her daim deli,abdal mecnun gibi tabirler kullanılmıstır nitekim Yunus'da kimi zaman kendine abdal yunus diye hitap etmistir bu onun abdal oldugunu degil bilakis ask deryasına daldıgını gösterir.
insAllah tasavvuf denen ask diyarını tam manasıyla anlayabiliriz
hepimizin asktan sarhos olup abdal olmak duasıyla gül


Bu mesaj 1 kez ve en son sahra_yagmur tarafından 26.08.2006 - 13:53 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 26.08.2006 - 13:52
Bu mesajı bildir   sahra_yagmur üyenin diğer mesajları sahra_yagmur`in Profili sahra_yagmur Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
fosaloglu su an offline fosaloglu  

2683 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 24.09.2003
En Son On: 20.01.2007 - 12:07
Cinsiyeti: Erkek 
sahra_yagmur bacım;

ellerine sağlık...
Ekleme Tarihi: 26.08.2006 - 14:02
Bu mesajı bildir   fosaloglu üyenin diğer mesajları fosaloglu`in Profili fosaloglu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
AGLIYORUM su an offline AGLIYORUM  

500 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 15.04.2005
En Son On: 01.08.2007 - 19:33
Cinsiyeti: Bayan 
"hepimizin asktan sarhos olup abdal olmak duasıyla...gül"

ellerinize, yüreğinize sağlık...

gül
Ekleme Tarihi: 26.08.2006 - 14:27
Bu mesajı bildir   AGLIYORUM üyenin diğer mesajları AGLIYORUM`in Profili AGLIYORUM Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
RE:

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı sahra_yagmur

Alıntı
Orijınalı i-will-die-soon

Tasavvuf başlığını görünce bende Mehmet Akif'in tasavvufa bakışını anlatan bir beyit eklemek istedim:

«Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun şırayı;
Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıtkı Dayı.!»

(olgun şıradan kasıt şarap olsa gerek)



imam şafinin tasavvuf yorumu ise şöyle:

«Bir kimse eğer sabahleyin tasavvufla meşgul olacak olursa, daha öğle vakti gelip çatmadan mutlak surette o adam aptallaşır.»
«Bir kimse eğer kırk gün sofilerle düşüp kalkarsa onun ebediyyen artık aklı başına gelmez. (Eb'ul Faraj Abdurrahman b. Ali b. Muhammed İbn'ul-Jawzî, Telbis'u İblîs s. 371. Bağdad-1983.)


Saygı,sevgi, selam ve dua ile...



esselamun aleyküm kardesim tasavvufta bazı mecazi terimler vardır burada ki saraptan kasıt ilahi askı içerek sarhos olmak Allah askı ile cezbeye gelmektir.
abdal demek asık demektir yani kısa bir sürede olsa tasavvuf deryasına dalan ask ile kavrulmaya baslar.
kalpler bir sıvı gibidir girdigi ortama göre degisirler bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v)"salihlerle olan salihleşir fasıklarla olan fasıklasır"buyurmuslardır
«Bir kimse eğer kırk gün sofilerle düşüp kalkarsa onun ebediyyen artık aklı başına gelmez.
sofiler dedigi tasavvufla ugrasan Rabbe asık kimseler buradada demek istedigi o artık ebediyyen mecnun olur asktan bası döner..
İSTERSENİZ BİRDE SU KISSAYA BAKALIM
hz.ALİ bir gün yeni uzun kollu gömlek alır aldıgı gibi carsıdaki bir terziye gidip kollarını kestirir."terzide içinden deliye bak yeni aldıgı gömlegin kollarını kestiriyor"der
bunun üzerine hz.Ali öyle sevinirki ve terziye "halk senin hakkında deli diye düsünmeye basladıysa artık sen gercek aska ermissindir"der
yani kısaca asıklara tasavvuftada, edebiyattada her daim deli,abdal mecnun gibi tabirler kullanılmıstır nitekim Yunus'da kimi zaman kendine abdal yunus diye hitap etmistir bu onun abdal oldugunu degil bilakis ask deryasına daldıgını gösterir.
insAllah tasavvuf denen ask diyarını tam manasıyla anlayabiliriz
hepimizin asktan sarhos olup abdal olmak duasıyla gül



Ve Aleykum Selam Ve Berekatu...

Yüreğine sağlık sahra kardeşim çok güzel açıklamışsın bende konuyu bir Hadis-i Şerifle katkıda bulunayım İnşallah...

"asktan sarhos olup abdal olmak duasıyla "

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Taberani de zikredilen Hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Yeryüzünde her zaman [ebdallerden] kırk kişi bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir."
Ekleme Tarihi: 26.08.2006 - 16:36
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Abdülkerîm Cîlî hazretleri buyurdu ki:

Şeytan avam tabakasına yâni ilmi olmayan müslümanlara önce şehvete dâir işlerin sevgisini aşılamaya çalışır. Böylece kalp duygularını öldürür. Sonra dünyâ sevgisini vererek dünyâlık kazanmaya sevkeder. Böylece bu insanların bütün gâyeleri dünyâ talebi olur. Çünkü cehâletle dünyâ sevgisi bir araya gelmiştir.

Sâlih kimseler iyi ameller işlediklerinde şeytan harekete geçer. Onlara işledikleri ameli güzel gösterir. Böylece onları ucba ve kendini beğenmişliğe sürükler. Sonunda hiç bir âlimin öğüt ve nasîhatini dinlemezler. İblis onları bu hâle getirdikten sonra şöyle der: "Başkaları sizin ibâdetinizin binde birisini yapsa kurtulur". Bu telkinlere kananlar amellerini azaltırlar. İstirâhat yolunu tutarlar. Kendilerini yüceltirler, başkalarını hafife alırlar. Artık bu hâlleri onları peşpeşe günâha sürükler.

Şeytân âlimi aldatmak için ise onun ilmi ile devreye girer. Söylediği her sözün hak olduğunu anlatır. Senin gibisi yok diye telkin eder. Şeytan bu yoldan gitmekle çok muvaffak olur. Büyük İslâm âlimlerine tâbi olmayıp ilimlerine güvenenlerden pek azı bu hîleden kurtulabilir.
Ekleme Tarihi: 27.08.2006 - 17:38
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Bir adamcagiz kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alir.
Neden sonra, yaptiklarindan pisman olur ve hiç olmazsa iyi birsey yapmis olmak için bunu Haci Bektas Veli'nin dergahina kurban olarak bagislamak ister.




O zamanlar dergahlar ayni zamanda asevi islevi görüyordu.

Durumu Haci Bektas Veli'ye anlatir ve Haci Bektas Veli helal degildir diye bu kurbani geri çevirir.

Bunun üzerine adam mevlevi dergahina gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatir Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder.

Adam ayni seyi Haci bektas Veli'ye de anlattigini ama onun bunu kabul etmemis oldugunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana söyle der:

- Biz bir karga isek Haci Bektas Veli bir sahin gibidir. Oyle her lese konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üsenmez kalkar Haci Bektas dergahi'na gider ve Haci Bektas Veli'ye, Mevlana'nin kurbani kabul ettigini söyleyip bunun sebebini bir de Haci Bektas Veli'ye sorar.

Haci Bektas da söyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nin gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayi o senin hediyeni kabul etmistir .
Ekleme Tarihi: 27.08.2006 - 18:09
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ HAZRETLERİ

Kâdı Yâkûb şöyle anlatır:



Birgün Şam'da bir mescidin kenarındaydım. Orada bir köprü vardı. Hava çok sıcaktı. Abdullah el-Yuneynî, abdest almak için dereye indi. O sırada bir nasrânî, şarap yüklü katırı ile köprüden geçiyordu. Katır bir ara ürktü ve yük yere yıkıldı. Çevrede başka kimse yoktu. Abdullah el-Yuneynî, yukarı çıkıp bana; "Yükü yüklemeye yardım et!" dedi.

Nasrânîye yardım ettim ve yükü katıra yükledik. Nasrânî, oradan uzaklaşıp gitti. Kendi kendime; "Bu zât böyle yapmamı niye istedi?" diye düşündüm. Sonra nasrânîyi tâkib ettim. Nasrânî, katırıyla şarap satan bir dükkânın önüne geldi. Katırdaki yükü indirip açtı. Hepsi sirke olmuştu. Şarap satıcısı; "Yazıklar olsun sana! Senden şarap getirmeni istedim. Bunlar sirke!" dedi.

Nasrânî hayretten dona kalmıştı. Şaşkınlığından ağlamağa başladı ve; "Bunlar şaraptı. Fakat neden sirke oldu sebebini anladım!" diyerek hemen katırını bir yere bağladı. Doğru Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin dergâhına koştu. Huzûruna girer girmez: "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü." diyerek müslüman oldu ve artık huzûrundan ayrılmayıp talebeleri arasına girdi.
Ekleme Tarihi: 28.08.2006 - 18:38
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Seyyid Fehim-i Arvâsî (kuddise sirruh)

Diyarbakır'da adliye müfettişi Mustafa Necâti Bey isminde bir kimse vardı. Vazifeli olarak Van'ın Müküs kazâsına gitti. Bir bayram günü, bayram namazından sonra kaymakam ve kazânın ileri gelenleri Seyyid Fehim hazretlerini ziyârete gitmek üzere hazırlandılar. Mustafa Necâti Bey de onlarla birlikte gitmek istedi. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra yola çıktılar. Yolculuk esnâsında güzel şeylerden bahsedildi. Arvas'ın yakınındaki Kırmızı Köprüyü geçtikten sonra hepsi de ayrı bir mânevî havaya girdiler. Mustafa Necâti Bey de o havadan etkilendi. Fakat kendisi içki içtiği için heybesinde iki şişe içki vardı. Arvas kabristanının altındaki taşlıkta bu şişeleri kimseden habersiz, bir yere sakladı. Arvas'a varıp, Seyyid Fehim hazretlerini ziyâret ettiler. Hepsi sırasıyla saygıyla elini öptüler. Mustafa Necâti Bey de ellerini öpüp, tasavvuf yolunda talebesi olmak istediğini bildirdi. Seyyid Fehim hazretleri ona; "Şişe ile tarîkat bir arada olmaz. Git şişeleri kır, dök gel, öyle kabûl edelim." buyurdu. Mustafa Necâti Bey şişeleri oraya koyduğunu kimsenin görmediğini düşündü. Fakat Allahü teâlâ velî kullarına kerâmetle bildirir diye düşünerek gitti. Şişelerden birini kırdı, diğerini de sıkışırsam kullanırım dedi. Seyyid Fehim hazretlerinin huzûruna gelince; "Git öbürünü de kır gel!" buyurdular. Mustafa Necâti Bey bu durum keyfî değil, zarûrîdir. O şişeyi oraya isteyerek bırakmadım. Zarûrî kalırsam içerim, diye bıraktım." dedi. Seyyid Fehim hazretleri; "Haramda zarûret olmaz." buyurdular. Mustafa Necâti Bey gidip o şişeyi de kırdı. Sonra ellerini öptü ve talebeleri arasına girdi. Bundan sonra içki alışkanlığı kalmadı. Mustafa Necâti Bey, Seyyid Fehim hazretleri hakkında; "Türkiye'yi hemen hemen tamâmen, Arabistan'ın bir kısmını gezdim. Her yerde meşâyıhtan pek çok kimseyle karşılaştım. Bu zât gibi olgun bir ferd görmedim. Peygamber efendimizi ve Eshâb-ı kirâmı temsil ediyordu. Onlardaki ilim, hilim, yumuşaklık, vakar, letâfet ve heybeti hiç kimsede görmedim." diye anlatır ve ağlardı.

İnsanlara doğru yolu göstermeleri, hal ve hareketleri ile örnek olmaları evliyânın belli başlı vasıflarıdır. Ayrıca, Allahü teâlânın rızâsı için insanların dertleri ile dertlenmeleri ve fedâkârlıkları onların şânındandır. Onlar, peygamberlerden sonra seçilenler sınıfındandır. Bir rehber elinde yetişerek silsile yoluyla Peygamber efendimize kadar gitmeleri; nerede ve hangi memlekette yetişirlerse yetişsinler, onları tek bir kaynağa bağlamıştır.
Ekleme Tarihi: 29.08.2006 - 18:39
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Seyyid Fehim-i Arvâsî (kuddise sirruh)


Seyyid Tâhâ hazretlerinin oğlu Seyyid Ubeydullah Efendi hacca gitmek istiyordu. Van'a geldi. Kendi kendine; "Arabistan'da babam Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerini tanıyanlar çoktur. İlim sohbetleri olur. Yanımda büyük bir âlimin bulunması zarûrîdir. Buna lâyık ancak babamın halîfesi Seyyid Fehim hazretleridir." diye düşünerek onları berâber götürmek üzere Van'a dâvet etti. Seyyid Fehim hazretleri Van'a gelince; "Üstâdım birlikte hacca gidelim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri özür beyân edip; "Mâlî ve bedenî durumum müsâid değildir." buyurdu. Seyyid Ubeydullah Efendi; "Mal ve para işi bana âittir. Bedenî durumunuzla ilgili olarak Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin Dîvân'ına bakalım, ne çıkacak" dedi. Dîvân'ın bâzı sayfalarını açtıkları zaman Medîne-i münevvere ile ilgili beytler çıktı. Bunun üzerine karar verip birlikte hac yolculuğuna çıktılar. İstanbul'a geçip, Fâtih'teki Reşâdiye Oteline indiler. Onların İstanbul'a geldiklerini haber alan zamânın padişâhı Sultan İkinci Abdülhamîd Han, kendilerini saraya dâvet etti. Sarayda misâfir edip, ikrâm ve ihsânlarda bulundu.

Kendisi velî olan, âlim ve velîlere çok hürmet eden Sultan İkinci Abdülhamîd Han, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, duâsını aldı. On iki gün kadar İstanbul'da misâfir ettikten sonra, Haydarpaşa'ya kadar merâsimle, törenle uğurladı.

Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki âlim ve velîler ile görüşüp sohbette bulundular. O devrin önemli ilim merkezlerinden olan Ezher Medresesinden yetişen âlimler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve fazîletteki üstünlüğünü kabûl ettiler.
Ekleme Tarihi: 30.08.2006 - 20:00
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri (kuddise sirruh) buyurdular ki:

Bekara sûresi 201. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Kimi de; "Ey Rabbimiz! Bize dünyâda da iyi hâl ver, âhirette de iyi hâl ver ve bizi o ateş [Cehennem] azâbından koru" der.) buyuruldu. İmâm-ı Fahreddîn-i Râzî bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyurdu ki:

"Allahü teâlâya duâ edenler iki kısımdır: Birinci kısım, sâdece dünyâlık elde etmek için duâ ederler. İkinci kısım hem dünyâ, hem de âhiret için duâ ederler. Üçüncü bir kısım daha vardır ki, onlar sâdece âhiret için duâ ederler. Sâdece âhiret için duâ etmenin doğru olup olmadığı husûsunda âlimler ihtilâf ettiler. Âlimlerin ekserîsi, sırf böyle duâ etmenin doğru olmayacağını söylediler. Çünkü insan muhtâç ve zayıf bir varlıktır. Ne dünyânın elem ve acılarına, ne de âhiretin sıkıntı ve meşakkatlarına güçleri yetmez. En uygun olanı dünyâ ve âhiretteki kötülüklerden Allahü teâlâya sığınmak, her iki âlemde de iyi hâl üzere bulunmayı O'ndan istemektir."
Ekleme Tarihi: 31.08.2006 - 19:27
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Davud-u Tai Kuddise sirruh şöyle nakletmiştir...

"Yirmi yıl Ebu Hanife ile birlikde bulundum. Bu zaman zarfında dikkat ettim, ne yalnızken nede yanında birileri varken başı açık olarak oturduğunu ve istirahat maksadıyla ayaklarını uzattığını hiç görmedim. Kendisine yalnızken ayağını uzatmanda ne mahzur var? dediğimde.
"Cenab-ı Hak karşısında edepli olmak daha efdaldir" demişti."


Selman-i Farisi (r.a.) buyuruyor ki:

"Kul HAK'ka tam itaat ederse HAK da onun istediğini mutlaka verir."

Hz. Mevlana'nin Tavsiye Ettigi Bir Dua

Mevlana son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari'yi yanina çagirarak, kendisine su duayi ögretmis ve sikintili zamanlarinda okumasini tavsiye etmistir:

"Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini unutturacak, sana sevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver."
Ekleme Tarihi: 01.09.2006 - 15:49
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Kendinize değil büyüklere tâbi olunuz, iş ve ahlakınızı düzeltiniz. Masiva ile uğraşan dolap beygiri gibi dolanıp durur.

* Baş olma sevdasına düşen, artık ibadet ve ihlastan sıyrılır.

* Huzursuzluğun kaynağı ikidir: Birincisi bilmemek yani ilmihali okumamak, öğrenmemek. İkincisi bildiğini tatbik etmemek.

* İki kişi bir araya gelince dedikodu, gıybet etmeyin, Allah deyin. Düşüncesi yalnız dünya olan kişilerle görüşmeyin dünya sevgisi size de tesir eder, zorunlu hallerde helâya gider gibi, görüşülebilir.

* Bir mümin kardeşine ait hoş olmayan, bir iş duyarsan yetmişe kadar özür kapısı vardır. [Yani bunu şu haklı sebepten dolayı işlemiştir diye yetmiş tane gerekçe bulmalı.]

* Faydasız konuşanlarla arkadaşlık etmeyin. Bidat ehlinden haram işleyenden kaçın. İnsanların aybını görmeyin, insanların aybını gören, insanların hedefi olur.

* En büyük tehlike kendinizi tanımamaktır. Allahü teâlânın nimetlerini unutmaktır, kendinizi bir şey sanmaktır.

* Biliniz ki, nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.

* Kâfir de olsa, fasık da olsa hiç kimsenin bedduasını almayın.

* Hakkı bâtıldan ayırmak dünyada en zor şeydir. Bazıları ahirette hak diye sarıldıklarının bâtıl olduğunu görecekler ve yandık diyecekler! Bazıları hakka bâtıl diye hücum edecekler, saldıracaklar ve hüsran içinde kalacaklardır. Bazıları da bâtıla hak diye sarılacaklar ve kahru perişan olacaklar. Bu yüzden, her müslümana öğretmek için Peygamber efendimiz buyurmuşlar ki:

Ya Rabbi bana doğruyu doğru olarak bildir ve doğruya uymayı nasip et. Allahım eğriyi de eğri olarak bildir ve ondan kaçınmayı nasip et. Ben bâtıla hak diye sarılmayayım.

* Katarda olan, gemide olan, uçakta olan ne ise biz oyuz! Çünkü dünya dönüyor demek hareket demektir. Hareket demek bir yere gitmek demektir. Çünkü durmuyor ki devamlı suretle ömür bir yere gidiyor. Bu katarda vakti saati gelenler iniyor gidenler biniyor. Aksi halde her gün ölenler var her gün doğanlar var. Bu katarda olanlar ister saltanatla yaşasınlar, ister üzüntüyle yaşasınlar ne fark eder? Yolcuya siz bütün saltanatı verseniz yolcunun bir şeyi değişecek mi? Ancak saltanat kalana layıktır. Kalıcı olana layıktır. Kalmalıdır da. Bu dünyada bir şey kalmıyor ki. Ne şehirler kurulmuş, ne memleketler alt üst olmuş, ne sevgililer perişan olmuş, neye yaradı? Kalıcı olana (talip olmak) lazımdır. Anne karnındaki çocuk doğmak içindir. Anne karnında yaşamak için değil! Dünyaya gelen çocuk; insan da ölmek için yaşatılmıştır. Kalıcı değil!

* Her şey niyetle kaim. Her şey niyete bağlı. Niyetsiz hiç bir şey olmaz. Hiç kimse levhalara bakmadan otobanlara yanlış girse ve ömür boyunca gitse, bir yere varamaz, arzu ettiği yerin yanından geçemez. Onun için niyet yol levhası gibidir. Yol levhası sizi arzu ettiğiniz yere götürür. Yoksa, sizi yol levhası bir yere götürmeye mecbur değildir. Siz bakıyorsunuz. Tercihinizi yapıp gidiyorsunuz. İşte niyette öyle. İyi niyetle yaptığımız her iş bizim için sevaptır. Kötü niyetle yaptığımız her şey günahtır. Niyetsiz yapılan da ha var, ha yok. Öyle şey olmaz zaten. Senin niyetin arzunla olmasa bile, mutlaka kalbinden bir istikametin vardır. Olmaz başka türlü, çünkü.

* Gayeniz, maksadınız yol levhası olmak olsun. Ehl-i sünneti göstermek için, Allahü teâlânın razı olduğu istikameti göstermek için, Peygamberimiz aleyhisselamın sevgisine, rızasına kavuşturmak için yol levhası olun.

* Ruhunun katili olan, ahirette felakete uğrayacak, azap içinde olacak, ateşte yanacak. Peki ruhunu öldürmemek için ne yapmak lazım. Beslemek lazım. Sabah akşam yemek yediğin gibi, ruhunu da besleyeceksin. Ruhun gıdası nedir? Ruhun birinci gıdası imandır, ikincisi namazdır, üçüncüsü oruçtur, sohbettir, ilmihaldir. Yani onun manevi gıdaya ihtiyacı vardır.

* Nuh aleyhisselamın oğlu gemiye gelmedi. Dağa çıkar kurtulurum dedi. Neticede boğuldu. Allahü teâlâ, ehlini, zürriyetini koruyacağım vaadinde bulunmuştu. Bunun üzerine, babalık merhameti ile Allahü teâlâya bunun hikmetini sordu. Allahü teâlâ buyurdu:

(Senin ehlin zürriyetinden gelen değil, peşinden gelendir.)

* Bütün iş birlik beraberlikte. Birlik beraberlik içinde olursanız kimse size zarar veremez. Kendinizi sevmeyiniz. Kendini seven sevilmez. Kendini sevmeyeni herkes sever.
Ekleme Tarihi: 01.09.2006 - 16:53
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Ali Râmitenî hazretleri buyurdular ki:

"Talebenin, maksadına kavuşması için çok çalışması, nefsini terbiye etmek için çok uğraşması lâzımdır. Fakat bir yol vardır ki, nefsi itmînâna kavuşturup, rûhu kısa zamanda yüksek derecelere ulaştırır. O da; Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin gönlünü kazanmaktır. Zîrâ, onların kalbi, Allahü teâlânın nazar ettiği yerdir."

"Hallâc-ı Mansûr zamânında, büyük mürşid Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin talebesinden birisi bulunmuş olsa idi, elbette ona imdâd edip, tasavvufun en yüksek makamlarına çıkarır idi. Hallâc-ı Mansûr da o hâllere düşmezdi."

"Allahü teâlâya hiç isyân etmediğiniz bir dille duâ ediniz ki, duânız kabûl olsun."

"Duânızı öyle bir delil araya koyarak edin ki, o günah işlememişlerden olsun. O delil, Allah dostudur. Onlara tevâzu ve sevgi gösterin ki, sizin için duâ etsinler."

"İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek yerken."
Ekleme Tarihi: 03.09.2006 - 14:40
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

ABDÜLEHAD NÛRÎ efendi Süleymâniye Câmiinde vâz ettiği bir gün, kürsüye bir kâğıt kondu. Vâzdan sonra, bu şekilde konan kâğıtları okurlardı. Kâğıdı okuyunca; "Sizin gavs olduğunuz söyleniyor. Gavs olan, Allahü teâlânın izni ile istediğini yaparmış. Eğer gavs iseniz, beni bu mecliste öldürün bakalım." yazıyordu.

Abdülehad Efendi bu yazıyı okuyunca; "Taassub insanı nelere götürürmüş. Sübhânallah, biz âciz ve fakîr bir kuluz. Halk bizi gavs ve kutb bilir. Hak teâlâ onları tasdik eyleye. Kutb olanlar nefis ehli olanlar gibi, ben bunu yapamaz mıyım diye elinden geleni yapmaya kalkışmaz. Onlara sıkıntı ve cefâ verilse bile onlar affederler. Onun için yüksek mertebelere eriştiler. Fakat evliyâ, kınından çekilmiş bir kılıçtır. Bir kimse kendini kılıca vursa, kabahat kılıcın mıdır, yoksa kendini kılıca vuranın mı?" buyurduklarında, câminin içinde; "Aman, eyvah, eyvah." diye bir çığlık koptu. O kâğıdı yazan kişi o anda vefât etti.

Abdülehad Efendi buyurdu ki:

"Talebeyi celâl ve kahr ile terbiye, talebenin kemâline sebeptir. Fakat her talebenin buna tahammülü olmadığından, nasîbsiz kalmasınlar diye lütf ve cemâl ile terbiye ederiz. Çoğunlukla talebe, istidat ve kâbiliyetine göre terbiye olunur."

"Kelime-i tevhîdle Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullah diyerek kudret miktarınca meşgûl olmak lâzımdır."

"İki kalbin yok ki, biri ile Allahü teâlâya, diğeri ileAllahü teâlâdan başkalarına yönelesin."
Ekleme Tarihi: 03.09.2006 - 15:04
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
.:Yakup023:. su an offline .:Yakup023:.  

555 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.08.2006
En Son On: 27.01.2007 - 21:44
Cinsiyeti: Erkek 
ve Aleyküm selam ve Rahmetullahi..

"Allahü teâlâya hiç isyân etmediğiniz bir dille duâ ediniz ki, duânız kabûl olsun."

RABBİM günahkar kulun dualarınıda kabul eyle ve tövbe kapısındayım tut elimden RABBİM

"İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek yerken."

abim biraz daha açarmısın kafama takıldı da

Es selamün aleyküm ve Rahmetullahi..
Ekleme Tarihi: 03.09.2006 - 15:08
Bu mesajı bildir   .:Yakup023:. üyenin diğer mesajları .:Yakup023:.`in Profili .:Yakup023:. Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
RE:

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı {{.:Yalanyarim:.}}

ve Aleyküm selam ve Rahmetullahi..

"Allahü teâlâya hiç isyân etmediğiniz bir dille duâ ediniz ki, duânız kabûl olsun."

RABBİM günahkar kulun dualarınıda kabul eyle ve tövbe kapısındayım tut elimden RABBİM

"İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek yerken."

abim biraz daha açarmısın kafama takıldı da

Es selamün aleyküm ve Rahmetullahi..



Ve Aleykum Selam Ve Berekatu...

"İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek yerken."

Sanırım bu sözü anlamadınız güzel kardeşim...

iki halde kendinizi sakının derken az konuşun ve az yemek yeyin denmek isteniyor.

İnsanın afeti dilinden gelecektir. Bu sebeple Din-i İslam mü-min kul için sükutu altın belletmiştir. Sükut o kadar büyük bir nimettir ki bu sebeple Büyüklerimiz haklı olduğunuz konuda dahi susmanın hem edep hemde hayır açısından daha iyi olacağını buyurmuşlardır. Az konuşmak nimettir hiç konuşmamak altındır. Şüphesiz ki konuşması gerekenler Din büyükleridir. Zira onlar konuşmak ve öğretmek için varlardır, biz cahillerin konuşması afettir. Bu sebeple elimiden geldiğince kendi kelamlarımız değil büyüklerimizin kelamlarını öğretmeye çalışıyoruz...
Çok güzel bir söz vardır...

"Haklı olduğunuz bir konuda alimle konuşursanız haklı çıkarsınız, cahille konuşursanız haksız çıkarsınız."

Çok yemek kısmına gelince; Sizde bilirsiniz ki güzel kardeşim çok yemek nefsi ve şehveti azdırır nefsin en hoşlanmadığı durum açlıktır. Bu sebeple mü-min kulları oruçtan ayırmaya çalışır. Tok bir karın mü-min kulu ibadetden de alıkoyar bir imtihan ediniz akşam yemeğinden sonra tok bir karınla namaz kılma niyetinde olunuz hemen uyku hali gelir eğer koltukda iseniz uyuklar miskinleşirsiniz canınız hiçbirşey yapmak istemez. Evliyalar bu sebeple her sohbetlerinde mutlaka "az ye, az konuş ve az uyu." diye öğüt verir...

Kardeşim İnşallah takıldığın yerleri bu cahil halimizle anlatabilmişizdir...

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz...
Ekleme Tarihi: 03.09.2006 - 15:23
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
.:Yakup023:. su an offline .:Yakup023:.  
Havz-i kevser abim

555 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.08.2006
En Son On: 27.01.2007 - 21:44
Cinsiyeti: Erkek 
Es selamün aleyküm ve Rahmetullahi..

abim cahilligimi maruz gör ben anlamadıgım için sordum ve iyikide sormuşum

açıklaman için ALLAH razı olsun abim gül
inşaALLAH yakında sohbetlerde bu güzellik saçtıgınız konularınızdan da faydalanacam

Bu aciz kardeşini dualarında unutma

Laf aramızda Abimsin göz kırpma

Es selamün aleyküm ve Rahmetullahi..
Ekleme Tarihi: 03.09.2006 - 15:46
Bu mesajı bildir   .:Yakup023:. üyenin diğer mesajları .:Yakup023:.`in Profili .:Yakup023:. Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Ebu'l-Ala el-Afifi
Terc. Abdullah Kartal((
Uludağ Üniversitessi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Sayı: 9, Cilt: 9, 2000
İBN ARABİ İLE İLGİLİ ARAŞTIRMA SERÜVENİM
I- Araştırma hayatımda İbn Arabi ile ilk tanışmam, 1927 senesinin son baharında Cambridge Üniversitesi felesefe bölümünde mastırı tamamlayıp aynı yerde doktoraya hazırlanma hususunda düşünmeye başladıktan sonra olmuştu. O sıralarda Cambridge Üniversitesi'nde Doğu Araştırmaları Bölümünün başkanı olan Reynold A. Nicholson'a danışmanlığında doktora yapma isteğimi bildirdiğimde, araştırmam için konu olarak İbn Arabi'yi önermişti. Zira ona göre, Mısır'da ihtisas yaptığım Doğu araştırmalarım ve Cambridge Üniversitesi'nde uzmanlaştığım felsefi araştırmalarım, islam sufisi ve filozofu olan İbn Arabi'yi incelememi mümkün kılmaktaydı.
O tarihlerde Nicholson, İngiltere'de tasavvuf araştırmacılarının başkanıydı ve gayretini bu araştırmalara yöneltmişti. İbn Arabi'nin tasavvufunun bazı yönlerini inceleme noktasında büyük bir gayret göstermişti. "Studies in Islamic Mysticism" (İslam Tasavvufu Üzerine Araştırmalar) isimli önemli eserinde Fususu'l-hikem kitabı hakkında yazdıkları ve Tercümanu'l-eşvak divanının muhteşem tercümesi, bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak üstad, İbn Arabi'nin tasavvuf ve felsefesini açıklayacağı genel bir kitap yazmayı veya onun bu konuda yazdığı bir kitabı tercüme etmeyi hiç bir zaman düşünmemiştir. Evet! Aslında Fususu'l-hikem'i tercüme etmeyi düşünmüştü; ancak kitabın zorluğunu ve ıstılahlarının ingilizceye naklinin imkansızlığını sezerek bu fikrinden vazgeçmişti. Bu kitabı tanıtırken şöyle demektedir: "İbn Arabi'nin Fusus'daki teorilerinin anlaşılması zordur. Bundan daha zoru ise, bu teorilerin şerh ve açıklanmasıdır. Zira dili, özellikle ıstılahidir; çoğu zaman da karmaşık ve mecazidir. Bu eserin her hangi bir literal yorumu, anlamını bozar. Öte yandan ıstılahlarını ihmal ettiğimizde kitabı anlamak ve anlamlarına yönelik açık bir düşünceye ulaşmak imkansız olur. Bu kitap, bütününde, kapalı ve derin tasavvuf mektebinin özel bir çeşidini temsil etmektedir."1
II- O zamanlar islam tasavvufu, özellikle de İbn Arabi'nin tasavvufu hakkındaki bilgim yetersizdi. Doğrusu Doğu ve Batı araştırmalarımda bu tarz düşünce hiç de ilgi alanıma girmemişti.
İbn Arabi'nin kitaplarını okumaya başladım. Nicholson'ın okumamı tavsiye ettiği ilk kitap, Fususu'l-hikem'di. Metni, bazan tek olarak, bazan da Kaşani, Davul el-Kayseri, Cami ve Abdulgani en-Nablusi'nin şerhlerinin yardımıyla defalarca okudum. Ancak hiç bir şey anlayamamıştım. Açık arapça bir cümle okuyordum ve tek tek her kelimeyi anlıyordum. Fakat müellifin hedeflediği genel içeriği ve külli manayı bir türlü anlayamıyordum. Misal olarak kitabın girişindeki sözünü zikrediyorum.
"Ümmetler arasındaki ayrılıklar dolayısıyla din ve mezheplerin çeşitli olmasına rağmen, tek ve değişmez olan doğru yoldan ve zat aleminin kudsi kaynağından gelen hikmetleri kelimelerin kalblerine indiren Allah'a hamd olsun. Ve kerem hazinelirinden gelen himmetlerini, en sağlam vaidlerle ümmetlerine yetiştiren Hz. Muhammed'e ve onun yakınlarına erişsin. "2
Bu, karanlık içinde karanlıktı. Çünkü ben, İbn Arabi'nin ıstılahlarına ve uslubuna alışkın değildim. "Hikem", "kelim", "tariku'l-ümem", "hazainü'l-cud-i ve'l-kerem", "el-kilu'l-akvem" ile gerçekte neyi kastettiğini anlayamıyordum. Halbuki bu kelimelerin açık luğavi manalarını biliyordum. Ancak bu bilgi, mutlak olarak yetersizdi (faydasızdı).
Ümitsiz ve mahzun bir şekilde üstada gittim. Kendisine, Fusus'u anlayamadığımı ve anlamakta zorluk çektiğim ilk arapça kitabın Fusus olduğunu açıkça ifade ettim. Bunun üzerine Nicholson, Fusus'u bırakmamı ve İbn Arabi'nin diğer kitaplarına yönelmemi tavsiye etti. Sonunda Futahat, Tedbiratü'l-ilahiyye, İnşau'd-devair, Ukletü'l-müstevfiz, Mevakiu'n-nucum ve İbn Arabi'ye nisbet edilen tefsiru'l-Kur'an'ın da içinde bulunduğu matbu ve yazma yirmi küsür eserini okudum. Sanki Futuhat, Fusus'un kilitlerini açtığım bir anahtar gibiydi. Onu okur okumaz, Fusus'un muammaları (bilmeceleri) çözüldü; İbn Arabi'nin uslup ve gayesini anlama yolunun işaretleri bir bir ortaya çıktı. Anladım ki, bu zat, uzun zaman okuyucuya hitap etttiği ve bazan kastedilen mananın gizli kalacağı derecede birini diğeriyle karıştırdığı iki farklı dil kullanmaktaydı.
Bu, iki dil, zahir ve batın dilidir veya bizzat sufilerin ifadesiyle şeriat ve hakikat dilidir. Zahir dili, halkın, yani hukukçular ve kelamcıların dilidir. Batın dili ise, sufilerin şeriatın zahirinin arkasındaki gizli anlam ve incelikleri dile getirdikleri remz (sembol) ve işaret dilidir. Sufiler, ya halk dilinin hissettikleri zevk ve vecdi ifade etmekte yetersiz kaldığı için ya da söylediklerini ehil olmayanlardan gizlemek için bu dile sığınmışlardır. Zira işaret ettikleri şey, aklın tek başına anlayamadığı hakikatlerdir. Çünkü bu hakikatler, aklın alanına girmez ve aklın kategorilerinin alanını aşar. Bu sebepten, sufilerin sözlerini inceleyen kişinin, onları anlama, yorumlama ve onlar üzerine hüküm koymada dikkatli olması gerekir. Aksi taktirde ya bu hakikatleri manalarının dışına çeker ya da ihtimal dışı hususlara yöneltir. Eskiler bu meseleye dikkat çekmiş ve bu konuda uyarıda bulunmuşlardır. Bizzat İbn Arabi de, insanların Tercümanu'l-eşvak'daki sembollerini yanlış anladıkları ve divanında kadınları, ülkeleri, tabiatı, tabiatın manalarını ve başka maddi meseleleri zikreden aşık bir şair olmakla suçladıkları kendisinide ulaştığında, bu konuya dikkat çekmiş ve şöyle demiştir:
"Bu manzum eserimde tarikatımıza göre ilahi varidatlara, ruhi inişlere (tenezzülat-ı ruhiyye) ve yüce ilişkilere (el-münasebatü'l-ulviyye) ima etmekten başka bir şey ilave etmedim. Allah, bu divanın okuyucusunu, yüce nefislere ve semavi nefislere bağlı üstün himmetlere layık olmayan şeylerin hatırına gelmesinden korusun."3
Bu çift dil,- yani zahir ve batın dili- İbn Arabi'nin uslubunun kapalılığının en büyük sebebidir. Bu kapalılık, bütün sufi filozofların kitaplarında mevcud ise de İbn Arabi'nin kitaplarında daha güçlü ve daha derindir. Kanaatimce, bu, İbn Arabi'nin hem zahir, hem batın ehlini memnun etmeyi amaçladığı kasıtlı bir kapalılıktır. Onun gerçek gayesi ise, batıni manalardır ki, doktrini bu manalardan oluşmaktadır; Bu batıni manaları, değişik yöntemlerle Kur'an ve Sünnetin metinlerinden çıkarmıştır. Bunu yaparken islam akidesinin zahiri ile varlığın tabiatı hakkındaki doktrininin kaçınılmaz sonucu olan felsefi ve tasavvufi neticelerin arasını ayıran derin uçurumu geçebilmek için özel bir yöntem denemiştir.
3- İbn Arabi'nin uslubunu araştırmaya, özelliklerini öğrenmeye, Kur'an'ı anlama ve te'vil etme hususundaki yöntemi ile önceki sufilerin yöntemini karşılaştırmaya başladım. Sonuçta kitaplarının anlaşılması noktasında bana yol gösteren sayısız hakikat ortaya çıktı.
İbn Arabi, Kur'an'ı tasavvufi olarak yorumlayan (te'vil eden) ilk kişi değildi. Zira bu konuda ondan önce, Muhasibi, Cüneyd, Ebu Talip el-Mekki ve Gazali gibi büyük sufiler bulunmaktaydı. Bu sufilerin her birisinin, te'vil hakkında özel bir yöntemi ve te'vil edilen nas için özel bir anlayışı vardı. İbn Arabi'nin bu sufilere borçu büyüktü. Ancak İbn Arabi çok geniş kültürlü olması, dini, akli ve ruhi kültürü çok iyi bilmesi ve hiç bir sufi ile karşılaştırılamayacak derecede Kur'an ve Hadis'i te'vilde bu zengin ilminden yararlanması bakımından diğerlerinin tümünden farklıdır. Bu noktada tefsir ile te'vilin aynı şey olduğunu söylemiyorum. Zira te'vil ayrıdır, tefsir ayrıdır. Tefsir, lafızların anlamlarının şerh ve açıklanması; te'vil ise, metnin lafızlarını zahirinin delalet etmediği başka manalara yönlendirmektir. Mesela "Allah gökten su indirdi ve miktarlarınca vadiler aktı." (Ra'd, 13/17) ayeti tefsir edilirken şöyle denilebilir: "Allah'ın kullarına ni'metlerinden birisi de, buluttan hayvan ve nebatları sulayan ve vadileri dolduran yağmur indirmesidir. Hepsi takati ve genişliği oranındadır." Ancak İbn Arabi gibi bu ayeti te'vil edersek şöyle deriz: "Sudan kasıt ilim; gökten kasıt ise, yüce alem (el-alemü'l-ulvi)'dir: Ayetin manası, Allah ilahi ilmi yüce alemden seçkin nebi ve veli kullarının kalplerine indirir ve kalpler-ki "vadiler"le sembolize edilmiştir.-bu ilimle dolup taşar. Herkes isti'dadına göre alır." Böylece görüyoruz ki, müfessir, lafzın hakiki manasını alırken, te'vil eden ise ona mecazi bir anlam vermekte ve lafzı, mananın sırf sembolü ve işareti olarak kabul etmektedir.
Genellikle İbn Arabi, doktrini için temel kabul ettiği Kur'an ayetlerini açıklarken iki yöntem kullanır. Sık sık ikinci manaya-mecazi manaya- "işaret" ismini vermektedir. Bu konuda şöyle der: "Kur'anı açıklama hususunda sufilerin sözü, işaretlerdir ki, bunlarla Allah'ın hitabının mahalline işaret edilir. Bu işaretler, şekilci olan fakihlerin çoğu tarafından bilinmez. Bu sebepten onu inkara yönelirler ve bunu söyleyeni küfürle itham ederler." İbn Arabi sözüne şöyle devam eder: "Nazil olan her ayetin işaret ehline göre iki yönü vardır; Birinci yönü, kendi içlerinde görürler; diğerini ise, kendilerinin dışındaki şeylerde görürler. Allah şöyle buyurur: "İşaretlerimizi afakta ve onların içlerinde göstereceğiz." (Fussilat, 41/53) İbn Arabi bu ayeti aşağıdaki gibi yorumlamaktadır: Allah'ın ayetlerinin afak olarak isimlendirilen zahire dönük bir yönü vardır. Çünkü ayetlerin hükümleri organlar üzerinde caridir. Ayrıca "kendileri" olarak isimlendirilen batına dönük bir yönü daha vardır; zira hükümleri kalplerde cereyan eder. Birinci yön, şeriat tarafı; ikincisi ise hakikat cihetidir.
İbn Arabi, bazan da batınî manalara, şeriatın zahiri olan "kitab"ın karşılığı olarak "hikmet" ismini vermektedir. Bu, karşıtlık aşağıdaki ayette zikredildiği gibi Kur'anda da vardır: "Rabbimiz! onlara kendi içlerinden senin ayetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten bir rasul gönder." (Bakara, 2/129) Yani onlara şeriatın zahirini ve batınını öğreten rasul gönder. Bu, Fusus'ta dikkat çekilen bir noktadır. Nitekim İbn Arabi, incelediği 27 peygamberden her birisinin ismini, bir hikmetle ilişkilendirmektedir. Ona göre bu hikmetler, söz konusu peygamber hakkında nazil olan Kur'an naslarının arkasında gizli olan batıni manalara işaret etder. Mesela, "Adem kelimesindeki ilahi hikmet bölümü", "İsmail kelimesindeki yüce (aliyye) hikmet bölümü" veya "Muhammed kelimesindeki ferdiyet hikmeti bölümü" gibi. Adem kelimesinden ve Muhammed kelimesinden amaç, Ademî akıl ve Muhammedî akıl veya Ademî hakikat (el-hakikatü'l-ademiyye) ve Muhammedî hakikat (el-hakikatü'l-muhammediyye)'dir. Bunun anlamı, Fusus kitabı, hikmetler bütünü demektir ki, her bir hikmet, söz konusu peygamber hakkında nazil olan Kur'an ifadelerinin arkasında gizlenen batıni manaları açıklamaktadır. Her hikmetin özel bir konusu vardır: Ademi hikmetin konusu, "uluhiyet", İsmaili hikmetin konusu, özellikle Allah'a nisbetle "uluv", Muhammedi hikmetin mevzusu ise "ferdiyet"tir.
Bazan da İbn Arabi, batıni anlama ilmin karşılığı olarak "fehm" ismini vermektedir. Zira ilim, bilineni (ma'lum) kuşatmak, fehm ise (ma'lumun) hakikatini ve özünü idrak etmektir. Fehm, kulun kesbi olan ilmin aksine ilahi bir hibe ve rabbani bir bildirmedir. Şekil ilmi olan fıkıh, "ilim" kısmına dahildir. Ebu Yezid bu konuda zahir alimlerine hitap ederek şöyle demiştir: "Siz ilminizi ölüden aldınız. Halbuki biz, ilmimizi hiç ölmeyen diriden aldık."4
Bu esasa göre İbn Arabi, velilerin Kur'an anlayışının (fehm) Kur'an'ın tamamlayıcı bir parçası olduğunu ve Kur'an'la aynı kaynaktan geldiğini kabul etmişdir. Bu yüzden teşri nübüvveti olan özel nübüvvet (en-nübüvvetü'l-hassatü) kapısı kapansa bile umumi nübüvvet (en-nübüvvetü'l-ammetü) kapısı -ki, ma'rifet nübüvvetidir- kapanmamıştır.
4- Anladım ki, İbn Arabi teşriye ait Kur'an ayetlerini anlama hususunda zahir ve batın boyutlarına birlikte önem vermektedir. Nitekim zahir ehlinin yaptığı gibi fıkhi meseleyi ve şeri hükmünü açıkladıktan sonra "işaret" onu takip etmekte ve işaretin kalpteki etkisini belirtmektedir. İbn Arabi'nin Futuhat kitabının birinci bölümünde namaz, oruç, zekat, hac, taharet ve benzeri fıkhi meseleleri ele alırken takip ettiği yöntem budur. İbn Arabi'nin amacı, zahirinde geçtiği gibi bütün şeri meseleleri içinde açıkladığı büyük bir kitap yazmaktı. Bu kitapta hükmün zahiri hakkındaki şer'i bir problemi işlerken, zahiri hükmü yanında insanın batınındaki hükmünü de zikretmek ve şer'i hükmü zahire-batına, organlara-kalbe birlikte uygulamak istemişti.5 Büyük bir ihtimalle İbn Arabi bu kitabı te'lif etmemiştir. Ancak bu noktada Futuhat ve Fusus'da zikrettikleri, bu yöntemi açıklamak için kafidir. Bu yöntem, onun zannedildiği gibi ibadetlerde zahiri mezhebine mensub olmadığı, belki ibadette zahirilerle zahiri, batınilerle batıni mezhebine mensub olduğuna delalet etmektedir. Ancak o, batınilere daha yakındır. Çünkü fıkıhçı ve sufidir; ancak din anlayışında zahiri fıkıhçılara oranla sufilere daha yakındır. İbadetlerin açıklanması hususunda ruhi sırların inceliklerine yönelik bildirdikleri, buna tanıklık etmektedir.
İbn Arabi, ibadetlerle ilgili ayetleri te'vil etmeyi, zahir mana ile batın mana arasında bir zıtlık olmadığı ve te'vil edenin zahir manadan daha yüksek ve derin deruni seviyeye yükseldiği bir esas üzerine kurar. Zira bu durum, insanın nefsi ve kalbiyle daha güçlü bir ilişkiyi sağlar. İnsan ruh ve bedenden oluşmuştur ve İbn Arabiye göre bunların her ikisi de teklife muhatabdır.
İtikad ayetleri ile ilgili te'vili ise, en mükemmel görünümünü Fusus'ul-hikem kitabında bulmuştur. İbn Arabi bu kitapda doktrinini, Kur'an ve Hadis'in doğmalarından uzak felsefi veya felsefi-tasavvufi bir esas ile açıklamayı düşünmemiştir. Aksine bu doğmalardan düşünceleri için bir kalkan ve doktrininin örgüsünü dokuduğu bir çerçeve oluşturmuştur. Bu doğmaları, bazan açık bazan da karmaşık olan özel te'vil yönteminin hizmetine sunmuş ve onlardan vahdet-i vücud doktrinini hissettiren istediği her manayı çıkarmıştır. Bu kitabın her bölümünde, bir peygamberle ilgili bazı Kur'an ayetleri vardır. Bu peygambere o bölümün hikmetini dayandırmakta, Kur'anda bildirildiği ve müslümanların bildiği şekilde onun kıssasını anlatmaktadır. Ancak İbn Arabi açıklama esnasında nassın lafızlarını te'vil etmekte ve bu nastan, bazan bilinen zahir anlamından çok uzak olan dilediği manalar ve işaretler çıkarmaktadır. Bu hususta Kur'an lafzı ile te'vil ettiği mananın hamledildiği lafız arasındaki lafzi yakınlığa dayanmaktadır: Mesela şöyle der: Takva vikaye'den türemiştir. Muttaki, kendisini Hakk'ın korumasına alan kimsedir. Bu durumda kul, Hakk'ın suretidir. Veya şöyle der: "Ulu'l-elbab" (akıl sahipleri), bir şeyin özünü araştıranlardır. Ya da şöyle der: "gayret", "ente-sen" anlamındaki "gayr"dan türemiştir. Bundan, "ilahi birlik" makamının gayrdan uzak "gayret"i gerektirdiği sonucuna varmıştır. Burada gayr, "ente-sen"dir. Vahdet makamında ise, "ene" ve "ente" arasında fark yoktur.
Aynı şekilde İbn Arabi "rih" (rüzgar)'ın "rahat"a işaret ettiğini söyler. Ad kavminin "rih"ı onları karanlık cisimlerinden kurtarmıştır, sonucuna varır. Azap, "azubet"ten (tatlılık) türemiştir. Buna göre cehennem ehlinin azabı, bir çeşit nimettir. Zira hakikatte azap yoktur ve herkesin sonu naimdir. (cennettir.) Cehennem halkının azabı ile ilgili Fusus'da şöyle demektedir:
"Onların cennetine tatlılığından dolayı "azab" denir. Bu azap sözü onda gizli olan lezzet için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir şeydir."
Böyle dedikten sonra:
"Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onların cennetleri Huld cennetlerinin nimetlerine benzemez. İkisi de birdir ama aralarında tecelli farkı vardır."6
Bazan da Kur'an lafzına dilin veya örfün desteklemediği tahkimi bir mana (hakemlik manası) verir. Mesela Musa'nın içine konulduğu tabut, onun cismidir ve içine atıldığı okyanus ise bu cisim vasıtasıyla elde ettiği ilimdir. Nuh fassında ise şöyle der: Nuh kavmini, gece- yani akılları açısından (zira akıllar, gaybdır.)- ve gündüz- yani suretlerinin zahiri bakımından- (Hakka) çağırmıştır... "Rabbim! beni affet!- yani beni gizle.- Annemi, babamı da (affet). - yani kendilerinden olduğum kimseleri ki, onlar akıl ve tabiattır.- Evime giren kimseyi de-yani kalbimi- (affet); Mü'minleri de yani akılları; Mü'min kadınları da, yani nefisleri" "Zalimleri artırmaz." Zalimler, gayb ehlidir: Zira "zalimin" kelimesi, "zulumat"tan türemiştir ki, o da gaybdır. Benzer bir çok misal vardır.
Belirttiğimiz gibi İbn Arabi, ibadet ayetlerini anlama noktasında zahir ve batın manalarını birlikte benimserken, ikitad ayetlerinde zahir manadan dayandığı bir destek ve arkasına gizlendiği bir perde olarak yararlanmakla birlikte sadece batınî anlamlara önem verir. Bu ayetleri tartışırken görürsünüz ki, o ansızın zahirden batına intikal eder, sonra zahirine sonra tekrar batına döner; kendisini bu işe verir, onu takip eder ve okuyucunun hayrete düşeceği ve aklının karışacağı bir yöntemle onu açıklar. Eğer uslubunda bu çift manaya sığınmasa ve doktrinini tek dille açıklasaydı, manaları açık olur ve bu hususdaki şüphe ortadan kalkardı; ancak anladığım kadarıyla bu çift dili kasıtlı olarak tercih etmiştir. Böylece basit olanı, çetrefilli hale getirmiş ve açık olanı gizlemiştir. Neredeyse te'vil ile ilgili önemli metoduyla Kur'an'ı yeni bir Kur'an'a dönüştürmüştür.
5- İbn Arabi'nin uslubu ve te'vil yöntemi ile ilgili keşfettiğim ilk hakikat buydu. Şüphesiz görüşlerini yorumlarken yararlandığı bu dilsel düalizim, insanların İbn Arabi'nin durumu ve inancını taktir etme hususundaki ihtilaflarının en önemli sebebidir. Sözlerinin zahiri yönüne bakan kimse, onun ilmine ve faziletine tanıklık etmekte, en büyük alim ve fıkıhçılarından, Kur'an ve hadisi en iyi bilenlerden birisi olarak kabul etmekte, bu yüzden onu velilik ve kudsilik ile nitelemektedir. Sözlerinin batıni yönüne bakan kimse, felsefe ve tasavvufunda açık olan akli ve ruhi yeteneklerini taktir etmekle birlikte ya dini görüşlerini kabul etme noktasında tereddüt göstermekte ya da onları kesin olarak reddetmektedir. İslam alemi, İbn Arabi'nin durumu hakkında iki kampa ayrılmıştır. Bunlardan birincisi, ilk tutumu, diğeri ise ikinci tutumu temsil etmektedir. Mecdüddin el-Firuzabadi, İbn Arabi'yi desteklemek üzere "Keşfü'l-gıda an esrar-i kelami'ş-şeyh Muhyiddin Arabi" adlı eser yazan Şeyhu'l-İslam Siracuddin el-Mahzumi ve Mahzumi'nin şeyhi Siracuddin Balkani, onun ateşli savunucularından bazılarıdır. Fahreddin Razi, İmam İbn Es'ad el-Yafii, Sa'duddin el-Hemevi, Kemalettin el-Kaşi ve İbn Kemal Paşa, onun veliliğine hükmetmişlerdir.
İbn Arabi'yi reddeden ilk kişi reddeden ilk kişi olan Cemaleddin bin el-Hayyad el-Yemenî, İbn Teymiyye ve Mısır misafiri Burhaneddin el-Bukai eş-Şafii- ithamda en sertleridir- ona hücum eden diğer tarafı temsil ederler.
Böylece İbn Arabi, varlık sahnesine çıktığından beri islam alemini meşgul etmiştir ve hala da meşgul etmektedir. İnsanlar kendilerini, onun eserlerini şerhetmeye, analiz etmeye ve yorumlamaya vakfetmişlerdir. Ancak önceki nesiller, gayretlerini onun inançlarını incelemeye ve -her birisi şeriatı anlayış biçimine göre- bu inançların şeriata uygun olup olmamasına hasretmişlerdir. Halbuki İbn Arabi'nin felsefesini bir bütün olarak incelemek, objektif ve tarafsız olarak ortaya koymak ve insanlık düşüncesi içerisindeki genel çerçevesini belirlemek, bunlardan hiç birinin aklına bile gelmemiştir.
İbn Arabi'nin eserlerini incelediğimde ve bu konuda The Mystical Philosophy of Muhyiddin İbn Arabi (el-felsefetü's-sufiyyetü fi mezheb-i Muhyiddin ibn Arabi) başlıklı ingilizce bir kitap yazdığımda amaçladığım gaye, tamamen bu idi. Bu kitabın esası, 1930 senesinde Cambridge Üniversitesi'ne sunduğum doktora çalışmamdır.
Bu kitap, filozof sufi İbn Arabi'nin doktrininin bir özetidir. Bu kitabın unsurlarını müracaat ettiğim çeşitli kaynaklardan topladım ve içinde İbn Arabi'nin fikri orijinalliğini ve onun yönelişinde etkisi olan çeşitli tasavvufi ve felsefi cereyanları açıkladım. Aynı şekilde belli bir ölçüde görüşlerinin kendisinden sonraki nesil üzerindeki etkisini de ortaya koydum.
6- Uzun araştırma ve inceleme sonunda anladım ki, bu zatın büyük evrensel felsefi doktrinler arasında önemli bir yer işgal eden tasavvufi ve felsefi bir doktrini vardır. Bu doktrinin kaynaklarını felsefi ve tasavvufi olmayan çeşitli ayrıntılardan çıkarmaya başladım ve bu unsurları birbirine ekledim. Böylece bu mezhebin çatısı, ontoloji (vücud), epistemoloji (ma'rifet) ve psikoloji (nefs)'den oluşan temel felsefi meseleleri içine alacak şekilde tam ve birbiriyle irtibatlı olarak ortaya çıkmıştır. Gördüm ki, bütün bu meseleler, İbn Arabi'nin düşüncesinde tek bir mihver etrafında dönmektedir; bu da vahdet-i vücud düşüncesidir. Bu düşünce, onun aklına hakim olmuş ve bilincini istila etmiştir. Söylediği her hususda bu düşünceden başlamakta, her şeyin yorumunda ona dönmekte, bu düşüncenin ışığında Kur'an ve Hadis'i te'vil etmekte ve bu iki kaynağı doktrininin hizmetine sunmaktadır.
Bu düşüncenin özeti şudur: vücudi hakikat özü itibariyle bir; sıfat ve isimleri açısından çoktur; Onda ancak itibar, nisbet ve izafet yönünden çokluk vardır; kadim ve ezelidir; kendilerinde zuhur ettiği varlık suretleri değişse de, o değişmez. Zatı açısından ona bakılırsa, O'nun "Hak" olduğu; mazharları itibariyle bakılırsa, "halk" olduğu görülür. Bu vücudi hakikat, Hak ve halktır; Bir ve çoktur; kadim ve hadistir; evvel ve ahirdir; zahir ve batındır. Bu hakikat, bütün zıtları camidir; ancak bu zıtlık, hakikatte değil, itibarların farklılığı sebebiyledir.
İbn Arabi, şüpheye yer bırakmayacak tarzda cür'et ve açıklıkla bu vahdet-i vücud problemini, Fususu'l-hikem ve Futuhatü'l-mekkiyye kitaplarında şu şekilde ortaya koymaktadır.
"Aynı olduğu halde eşyayı ızhar edeni tesbih ederim.
Benim gözüm, Onun vechinden başkasına bakmadı.
Kulağım Onun kelamından başkasını işitmedi."7
Vahdet-i vücuda işaret eden sözlerini te'vil etmek ve zahir manasını şeriatın zahirine uygun başka bir manaya dönüştürmek mümkün değildir. Zira bizzat şeriatın zahiri, ona göre hakikatin ancak bir yönünü ifade eder: İkinci yönünü ise, şeriatın batını ve hakikati ortaya koyar.
Buna şu da eklenmelidir ki, İbn Arabi'nin dile getirdiği vahdet-i vücud, uluhiyeti ve gereklerini veya ruhi değerleri inkar eden materyalist bir vahdet-i vücud değildir; aksine bunun tersi doğrudur; Yani vahdet-i vücud, fenomen alemini inkar etmekte ve Gerçek Varlık'ın ancak Hak yani Allah olduğunu itiraf etmektedir. Halk ise, Hak varlığın gölgesidir ve halkın bizzat varlığı yoktur.
İbn Arabi, muarızlarının ve inkarcıların itirazlarından korkarak bu mezhebi açık ve tam bir şekilde bir kitapta veya kitaplarının bölümlerinde açıklaması gerektiğini anlamıştır. Bu sebepten bu mezhebi, fıkıh, hadis, kelam, tefsir ve benzeri meselelerle karıştırarak çeşitli ayrıntılar içerisine dağıtmıştır (yaymıştır). O, "seçkinler"in (havas) inançlarına yönelik sözleri esnasında bu durumu şu sözüyle açıklamaktadır. (seçkinlerin inancı, vahdet-i vücud hakkındaki inancından ibarettir.)
"Kapalılıktan dolayı ona belli bir bölüm ayırmadım. Ancak onu bu kitabın (el-Futuhat) bölümlerine dağıtarak, ayrıntılı bir şekilde ele almak suretiyle açıkladım. Fakat zikrettiğim gibi dağınık haldedir. Allah'ın bu işi bilme hususunda anlayışla rızıklandırdığı ve onu başkalarından ayırdığı kimsenin bilgisi hak bilgi ve doğru sözdür."8
Şüphesiz İbn Arabi, doktrininin unsurlarını (eserin çeşitli bölümlerine) dağıtmayı, gerçek hakikatini ifşa etmemek ve anlamayanlardan gizlemek için kasıtlı olarak yapmıştır. "O bu anlamda büyük bir musiki bestesi yapan, sonra onu insanlardan gizlemeyi düşünen, bu sebepten yırtan ve başka nağmelerin içine yayan bir sanatçıya ne kadar da benzemektedir. Büyük musiki bestesi, onu çıkarmayı ve yeniden bir araya getirmeyi isteyen kişiler için buradadır."9
İşte benim İbn Arabi araştırmamda ortaya koyduğum çalışma buydu; yani dağılmış unsurları toplamak, birbirleriyle irtibatlandırmak ve felsefi ve tasavvufi açılardan mükemmel ve muntazam bir doktrini yorumlayan genel ve düzenli bir te'lif meydana getirmek. Bu eseri insanlara taktim ettiğim zaman, bazıları kabul etti ve beğendiler; bazıları da reddettiler; Reddedenlerin gerekçesi, benim İbn Arabi'nin sözlerini te'vilde aşırılığa kaçtığım, onda olmayan şeyleri ona izafe ettiğim, sufi bir kişiden evrensel felsefi bir şahsiyet yarattığım ve onu Spinoza ve benzeri kişilerin yanına koyduğum şeklindeydi. Onlara göre İbn Arabi'nin sufiliği ortadayken bu felsefi konuma yükselmesi mümkün değildi. Benim Muhyiddin İbn Arabi kitabıma yönelik bazı batılı bilim adamlarının ve 1930 yılında Edebiyat Fakültesinde felsefe hocası olmayı düşündüğümde Kahire Üniversitesinin Rektörü olan merhum Mustafa Lütfi'nin tutumu, buydu. O zaman "Muhyiddin İbn Arabi'nin tasavvuf felsefesi hakkında bir kitap" yazdığımı söylediğimde Mustafa Lütfi'nin şöyle dediğini hatırlıyorum: "Muhyiddin İbn Arabi'nin felsefesi mi?" Bunun üzerine "evet! büyük bir felsefe" dedim. Bu felsefeyi bir araya getirmek ve muntazam ve ilmi bir şekilde ortaya koymak bana nasip olmuştur.
İbn Arabi ile ilgili yazdığım her yazıda, ona bir görüş nisbet ettiğim zaman kitaplarından bir metinle hemen o görüşümü destekledim. Ben onun sözlerini, cümlenin akışının kaldıramayacağı, mezhebinin özünün ilham etmeyeceği ve kastedildiğine dair deliller bulunmayacak bir tarzda yorumlamadım. Buna ek olarak Kaşani, Kayseri, Cami ve benzeri Fusus şahirlerinin sözlerini de dikkate aldım. Bu yönteme, 1939 senesinde ingilizce olarak yayınlanan kitabım ve 1946 yılında neşredilen "Fususu'l-hikem" üzerine yaptığım ta'likatım gibi tasavvuf felsefesini bütünüyle incelediğim genel çalışmalarımda ve onun mezhebine veya mezhebinin etrafındaki belirli bir meseleye yönelik özel araştırmalarımda tamamen riayet ettim.
7- Bu araştırmalarımın önemlilerinden bazıları:
a- "İbn Arabi, tasavvuf felsefesini nereden aldı?" "Min eyne isteka Muhyiddin İbn Arabi felsefetehü's-sufiyyete"10 Bu makalede, İbn Arabi'nin malzemesini kendi zamanında İslam medeniyetinin ulaştığı verimli islam kültürünün bütün alanlarından aldığını, aldığı her şeyi iyi hazmettiğini, özümsediğini ve özel karakteristiğini taşıyan yeni bir şekilde ortaya çıkarttığını açıkladım. Bu araştırmada, doğrudan doğruya İbn Arabi'nin doğumuna sahne olan Endülüs'teki tasavvufi ve felsefi havayı tasvir ettim; Araştırmacı Esin Palacios'un "İbn Arabi'nin kendi asrı ile İbn Meserre'nin asrı arasında halka olan el-Meriyye okulu yoluyla Muhammed b. Abdullah b. Meserre (319) okulundan etkilendiği" şeklindeki tezini tartıştım.
Daha sonra bana göre İbn Arabi'nin düşüncesinde etkisi olan kaynakların açıklanmasına geçtim; Bu kaynakları iki bölüme ayırdım; Birincisi, islami kaynaklar; Bu bölümde, 1-Kur'an, 2-önceki bazı sufiler, 3-kelamcılar, özellikle Eşariler, 4-Karamitiler, batıni İsmaililer ve özellikle İhvan-ı Safa'yı inceledim.
İslam dışı kaynaklara ise, yeni eflatunculuk, yahudi Filon el-İskenderi ve stoacılar'ı dahil ettim.
b- "İlahi Kelime hakkındaki Görüşü" "Nazariyetühü fi'l-kelimeti'l-ilahiyye" 11 Bu araştırma, İbn Arabi de dahil olmak üzere müslümanların ilahi kelime (Logos) ile ilgili çeşitli nazariyelerini ele almaktadır. İbn Arabi'nin bu doktrininde faydalandığı islam ve yunan kaynaklarını açıkladım. Aynı şekilde bu nazariyenin kendisinden sonra gelen islam düşünürleri üzerindeki etkisini ortaya koymaya çalıştım.
Anladım ki, İbn Arabi "kelime" tabirini, çeşitli anlamlarda kullanmaktadır ve bakış açısına göre farklı isimler vermektedir. Sırf metafizik açıdan onu bütün kainatta sari olan "kuvve-i akile" (akledici güç) ve oluşun, hayatın ve tedbirin kaynağı olarak kabul etmektedir. Bu anlamda "kelime" İbn Arabi'nin doktrininde, Eflatun'un "akl-ı evvel", staocuların "akl-ı külli"sinin yerini almaktadır. Fakat "kelime" birincisinden ziyade ikincisine daha yakındır.
"Kelime" tasavvufi açıdan ise, bütün ilahi ilmin dayandığı asıl ve ilham ve vahyin kaynağıdır. İbn Arabi onu, "hakikat-i Muhammediyye", "ruhu'l-hatem" ve mahalli her sufinin kalbinin sırrı olan "mişkatü hatemi'r-rusul" anlamında kullanmaktadır.
İnsanla ilişkisi yönünden, İbn Arabi, "kelime"yi, "Adem", "hakikat-i Ademiyye", "hakikat-i insaniyye" ve "insan-ı kamil" olarak isimlendirmektedir.
En mükemmmel aleme nisbetle onu, "hakikatü'l-hakaik" olarak isimlendirmektedir.12
Her şeyin sayıldığı sicil (kayıt) yönünden onu, "kitab", "ilmü'l-a'la" ve benzeri şekilde isimlendirmektedir.
c- "İlahi Aşk" Hakkındaki Görüşü: Bu araştırma, "Tasavvufi Hayatta Bakire" başlığıyla neşredilmiştir.13 Bu çalışmada, vahdet-i vücuda kail olan sufilerin bakış açısından "ilahi aşk" doktirinini açıklamaya çalıştım ve İbn Arabi'nin görünüşte çok olsa bile, mahbubun birliğine inandığını, Hakk'ın mutlak olarak mahbub ve ma'bud olduğunu açıkladım. Bunun sebebi, ibadetin esas ve özünün aşk olmasıdır; Hak mutlak olarak Cemil'dir. Onun cemali bütün varlık aşamalarına yansır. Mekke'de oturan Şeyh Mekinüddin b. Rüstem'in kızı Nizam, gerçekte ilahi tecellilerden ve İbn Arabi'nin önem verdiği ilahi cemalin suretlerinden biridir. İbn Arabi bu kadın hakkında "Tercümanu'l-eşvak"ı yazmıştır. İbn Arabi, bu eserde açıkça Nizam'a olan aşkını itiraf eder. Fakat bu aşk, cinsel ve beşeri bir aşk değildir. Bu, temiz ve bakire bir aşktır. Muhtemelen İbn Arabi, bu kadını edebiyat ve hadis bilgisi geniş olan yaşlı halası veya meclislerinde bulunan babası vasıtasıyla en fazla bir veya iki kere görmüştür. İbn Arabi bu kadında hissi ve manevi sıfatlarının tecelli ettiği parlak ve güzel bir suret görmüş ve bu güzel kadın suretinden, aşık olduğu, ibadet ettiği ve taktis ettiği cemal-i mutlak'ın sembolunu elde etmiştir. O kadına duyduğu aşk ve şevk, ne hissi ve geçici güzelliğine aşık olduğu için ne de, şehvet ve heva objesi olduğu için değil, belki bu cemalin mükemmel bir sureti ve sembolü olduğu içindir. Hakkında aşk şiirleri yazdığı hissi suret, onun için kendisine işaret edilen hakikate götürdüğü oranda bir anlam taşır. Mekke'nin güzel kadınlarından birisinde veya bir başkasında ortaya çıkan bu hakikat, sonsuz suretlerden birisidir. O, gözü cemal suretlerine takılmış bir şekilde kasideler nazmetmektedir; halbuki onun kalbi, suretlerin sahibiyle meşguldür.
d- "Tasavvufi Mirac" Hakkındaki Görüşü ve Nebevi Miracla İlişkisi: Bu, ingilizce14 olarak yazdığım bir araştırmadır. Bu makalede sufilerin özellikle de İbn Arabi'nin peygamberin mirac kısssasından ne ölçüde etkilendiklerini ve ruhi miraclarını betimlerken nebevî miracın olaylarından ve ıstılahlarından nasıl faydalandıklarını açıkladım.
İbn Arabi, kitaplarında tasavvufi mirac ile ilgili pek çok şey tasvir etmiştir. Bunların en mükemmeli ve en genişi, Futuhat'ın ikinci cildinde "kimya-i saadet" başlığı altında yazdıklarıdır. Bu mirac (sufi mirac) bir çok ayrıntısı itibariyle nebevi miraca benzemektedir. İbn Arabi, hem filozofun (düşünürün), hem de Muhammed'in dinine tâbî olanın (sufi) hissi ve ruhi alemin ufuklarına çıkışını, her salikin yolculuğunda karşılaştığı olaylar ve hadiseleri, eşyanın tabiatı ve varlığın hakikatleri ile ilgili elde ettiği bilgileri betimlemektedir.
Mirac iki aşamaya ayrılmaktadır: Birincisi; yedi gök arası. Hem filozof ve hem de tâbî bu semalara tek tek yükselirler. İkinci merhale, yedinci semadan sonra başlar ve sadece tâbî (sufi) yükselir; filozof geride kalır. Anlaşıldığı kadarıyla bu merhaledeki seyr menzilleri, sonuncusu şuhud olan sufi makamlara benzemektedir. Bu makama, ancak batın ilminin varisi olan mutasavvıf tâbî, ulaşabilir. Nazar sahibi filozofun ise bu makamda bir payı yoktur.
Bütün bunlarda İbn Arabi, nebevi mirac kıssasından izlediği bir örnek ve sahne oluşturmuştur ki, bu sahnede kendi betimlediği, varlık'ın tabiatı, marifet ve Allah'a vusulun yolu hakkındaki genel doktrininin ilham ettiği şekilde mirac kıssasını sunmuştur.
İbn Arabi'nin taktim ettiği şekliyle mirac kıssası, varlığın hakikatine ve sonra da Allah'a ulaşma ile ilgili akli nazar yolu ile zevki keşf yolu arasında; yani filozof ile sufinin yolu arasında karşılaştırma kıssasıdır.
Öte yandan İbn Arabi, nebevi miracın geleneksel şekline olduğu gibi bağlı kalmaya devam etmektedir; ancak içeriğini ve sembollerini değiştirmekte, adeta parlak felsefi ve tasavvufi bir kıssaya dönüştürmektedir.
e- "Eserlerinin Fihristi": İbn Arabi'nin 632 yılında kendi eserlerini sıraladığı bu önemli vesikayı neşrettim.15 Bu neşrime bir mukaddime ile başladım; mukaddimede fihristi, içeriğini, telif tarihi ve konularına göre İbn Arabi'nin kitaplarının tasnif edilebileceği sınıflandırmaları ele aldım. Bu mukaddime, ingilizce yazılan ve 1954 senesinde Cambridge Üniversitesinde gerçekleştirilen 23. müsteşrikler konferansında sunulan araştırmamın bir özetidir.
8- İbn Arabi araştırmalarımda matbu olan bir çok kitap ve risaleye dayandım ki, bunların sayısı 59'a ulaşmaktadır. Bunlardan 38'i yukarda işaret edilen Fihrist'te zikredilmiştir. Buna ilaveten henüz neşredilmeyen sayısız yazmaya dayandığım da kaydedilmelidir. Araştırma ve incelememde bu eserlerden iki tanesini seçtim ki, şüphesiz bunlar İbn Arabi'nin en önemli eserleridir. Bu iki eser, Fususu'l-hikem ve Futuhatü'l-Mekkiyye'dir. Fusus'un konularını analiz ettim ve İbn Arabi'nin kitapları arasındaki yerini belirttim. Ayrıca 1946 yılındaki Fusus neşrimin başına koyduğum 43 sahifelik girişde İbn Arabi'nin Fusus'daki doktrinini açıkladım.
Bu giriş bölümünde Fusus'un İbn Arabi'nin te'lifte olgunluğuna ulaştığı zirveyi temsil etmekte olduğunu, diğer kitaplarında mezhebinin bazı yönlerini ele almakla birlikte bu eserin müellifin doktrinini mükemmel bir şekilde içerdiğini ve vahdet-i vücud ile ilgili görüşlerine yönelik bütün eserlerinin en açığı olduğunu ortaya koydum.
Futuhat'a gelince; te'lif, tercüme, basma ve neşrini Mısır müessesesinin üzerine aldığı "İnsanlık kültürü serisi"nin birinci cildin ikinci ve üçüncü sayısında uzun bir makale yazdım.
Bu makalede, kitabın konularını ve müellifin uslubunu analiz ettim; islam kültürünün çeşitli dini, fikri ve ahlaki alanlarını kapsayan bir ansiklopedi olduğunu açıkladım. Aynı şekilde özellikle bu kitabın İbn Arabi'nin vahdet-i vücud doktirini ile ilişkisini, islam tasavvufuna ve islam hudutları dışındaki Avrupa düşüncesine etkisini açıklamaya çalıştım.
Öte yandan Abdulvahhab Şa'rani'nin "Levakihü'l-envari'l-kudsiyye", "el-Kibritü'l-ahmer min ulumi'ş-şeyhi'l-Ekber" ve "el-yevakit ve'l-cevahir" kitaplarında Futuhat'ı özetlerken İbn Arabiye nisbet etmekte tereddüt ettiği bazı bölümlerin Futuhat'a sonradan girdiği şeklindeki iddiasını da ele aldım. Şarani, İbn Arabi'ye nisbet etmekte tereddüt ettiği Futuhat'taki ibarelerin, Şeyh Şemseddin Muhammed b. es-Seyyid Ebi't-Tayyib el-Medeni (955)'nin kendisine getirdiği nüshada olmadığını ileri sürmüştür. Bu nüsha, Konya Camiindeki müellif yazmasından istinsah edilmiştir.
Ben, Futuhat'a sonradan ilave edilen cüzleri ihtiva eden ve Şarani'nin döneminde Mısır'da yaygın olan hiç bir Futuhat nüshası bilmiyorum. Ancak Konya'daki nüsha ile matbu Bulak nüshasının bir çok sahifesini karşılaştırdım. İki nüsha arasında, metne kayda değer etkisi olmayan ve İbn Arabi'nin mezhebinde bilinen doğruları değiştirmeyen önemsiz farklar gördüm.
Anladım ki, Futuhat'ı özetinde Şa'rani, müellifin doktrinini oluşturan felsefi ve tasavvufi unsurları görmezlikten gelmiştir. Neredeyse bu özetini selefin mezhebi ile uygunluk arzeden kelami-dini unsurlara ve ahlaki-ameli tasavvufi unsurlara hasretmiştir. Bundan dolayı Şa'rani'nin özetindeki İbn Arabi, filozof sufi İbn Arabi değil, zahiri fakih ve sufi filozof İbn Arabi'dir. Halbuki bu, İbn Arabi'yi tek açıdan betimlemedir ve Futuhat'ın eksik bir özetlemesidir.
9- Fusus'ul-hikem'in ingilizceye tercümesi Nicholson'ın büyük rüyalarından birisiydi. Nicholson, tercümeye başladı; hatta birinci bölümün bir kısmını tercüme de etti. Sonra kararından vazgeçti ve bu sorumluluğu kendisinin yerine benim taşımamı istedi. Bu arzusunu doktorayı bitirmemin akabinde direkt olarak bana bildirdi. Ancak ben özür diledim ve bu maceranın zorluğunu, hatta imkansızlığını ileri sürerek mazeretimde ısrar ettim. Nitekim Fusus'ul-hikem kitabının arapçasını anlamak için büyük gayret göstermiştim. Hal böyle iken benden nasıl ingilizceye tercüme etmem istenirdi. Problem, Fusus'un anlamlarını serbest ve özgür bir dil ile tercüme etmek ise, bu bir noktaya kadar kolaydı. Eğer gaye, Fusus'u müellifin uslubunun özelliklerine bağlı kalmaksızın serbest bir uslup ile özeti ise bu da imkan dahilindeydi. Ancak aslına uygun ve İbn Arabi'nin hedeflediği bütün incelikleri ortaya çıkaracak güvenilir bir tercüme ise, işte zor ve önemli sorun buydu. Bununla zahir ve batını toplayan ve İbn Arabi'nin tartışma, dilsel çıkarımlar, mecaz, istiare, kinaye ve arapçaya has ifade tarzları ile amaçladığı uzak gayeleri ifade eden bir tercümeyi kastediyorum. Çünkü her dilin kendine has özellikleri vardır ki, bu özelliklerin başka bir dile tercümesi ve tam olarak korunması mümkün değildir. İki dil, yani arapça ve ingilizce gibi tamamen farklı dil familyalarına ait olduğunda tercüme daha da zorlaşmaktadır. Buna ilaveten, İbn Arabi, Fusus'ul-hikem'de istediği anlamları elde etmek için muhteşem bir şekilde dil hilelerinden yararlanmıştır. Bu vasıtaları kullandığı ifadeleri literal olarak tercüme ettiğimde, bu, boş bir çalışma olacaktı.
Mesela, o, aralarında dilsel bir benzerlikten başka hiç bir irtibat olmayan kelimeler arasında ilişki kurar. Örnek olarak "azap" ile "azubet" arasında bir bağlantı kurar ve buradan cehennem ehlinin azabının bir çeşit ni'met olduğu görüşüne ulaşır. Kelimenin "azap" diye isimlendirmesinin sebebi "azubet"ten (tatlılık) türediği içindir. Bir başka misal, "emval" kelimesidir. (Allah Teala: "Allah sizi mallar (emval) ve çocuklarla uzatır.) İbn Arabi bu ayeti, "sizi ona (Hakk'a) meylettiren şey" şeklinde tefsir eder. "Azap" ve "azubet" aynı kökten türediği gibi tesadüfen benzeşen "el-mal" ve "male" (meyletmek) de aynı kökten türemektedir. Bu ifadeler ingilizceye nasıl tercüme edilebilir?
Bir başka misal de, lafzın lugavi manasını alıp ıstılahi veya mecazi manasına önem vermemesidir. Bunu,lafzî mananın amacına götürdüğü durumlarda, yapmaktadır. Mesela "gafr" kelimesini "setr" manasında ele almakta ve: "mağfiret etmesi için onları çağırdı" ayeti hakkında şöyle demektedir: Buradaki gafr, setr demektir: Bu durumda onları a'yanından gizledi ve onların a'yanını da kendi ayn'ında gizledi. Böylece gerçekte o bütün mümkinlerin a'yanında zahirdir. Bu ise İbn Arabi'nin vahdet-i vücud hakkındaki nazariyesinin ta kendirisidir
. "Allah ve melekleri ona salat ediyor." ayetindeki "yüsalli" kelimesini, "geç gelir" (ye'ti müteahhiran) manasına almaktadır. Mesela "seyir esnasında bu at musalli idi." denir. Buradaki müsalli, "sonuncu" demektir. Buna göre Allah (bu anlamda) bizim inançlarımız formunda sonda gelir. Ancak bu bizzat Hak değildir. Belki bizim itikadımız formunda ortaya çıkan Hak'tır. Musalli diye isimlendirilir. Çünkü onun varlığı, bizim varlığımızdan ve bizatihi Hakk'ın varlığından sonra gelmektedir.
Fusus'ul-hikem'in ingilizceye tercümesinde karşı karşıya kaldığım büyük zorluğun farkındaydım; ama Nicholson'ın yerine getirmem hususundaki baskısı ile kabul ettim.
Tercümeyi bitirdiğimde anladım ki, bu tercüme arapça aslından daha kapalıdır ve kapalılıklarını aydınlatacak ve problemlerini çözecek bir şerhe çok büyük bir ihtiyaç vardır. Kapsamlı bir şerhi amaçlamadım ve böyle bir düşüncem olmadı. Ancak kapalı ve önemli bazı konularına yönelik bir şerh ortaya koymayı düşündüm. Bu açıklamalar, 1946 yılında Fusus'u neşrederken yaptığım arapça şerhe benzemektedir. Tercüme ve şerh, sanat, edebiyat ve sosyal bilimlere önem veren "yüce meclis"in üstlendiği "Arap kütüphanesi"serisinde neşredilmeyi beklemektedir.
10- İbn Arabi'nin tasavvufu ile ilgili hala tam olarak benim ve diğer İbn Arabi araştırmacılarının yerine getiremediği önemli araştırmalardan birisi de, İbn Arabi'nin islam alemi ve dışında fikri ve ruhi kültürde bıraktığı ulaşılmaz etkisidir. İbn Arabi'nin teosofik tasavvuf ile ilgili bir okulu ve kendisinden gerek direkt olarak gerekse kitapları ya da öğrencileri vasıtasıyla etkilenen takipçileri vardır. Gerçekten İbn Arabi, zamanından günümüze kadar islamdaki felsefi tasavvuf üzerinde silinemez bir damga vurmuştur. Bütün tasavvuf kuşakları içerisinde doktrinine çağıran ve görüşlerini müdafaa eden takipçileri vardır. Bununla birlikte bu takipçiler, daima umumi sufiler içinden değil, seçkin tabakadan olmuşlardır.
İbn Arabi'nin etkisi açık bir şekilde, vahdet-i vücud ve her şeye kaim olan ilahi aşk ile ilgili şiir yazan İran ve Türk sufi şairlerinin bize bıraktıkları parlak şiir kültüründe ve "Hak her mevcudun aslıdır." sözlerinde görülmektedir. Hak, feyz yoluyla bütün varlığa nüfuz etmiş ve gerçekte her şey için her şeyde faildir. Varlıklar ondan sudur eder ve hareketler ondan kaynaklanır. Her an yeni bir suret (form)'e bürünür; Mümkünler alemi, yeniden yaratılır (halk-ı cedid) ve bir an sonra tekrar yok olur; Hak, bütün varlık katmanlarını ezeli nuruyla aydınlatmıştır; Sübüt halinde ve ezeli adem halinde iken isimleri mümkünlerin a'yanını parlatmıştır; Aynalar, görülen şeylerin suretlerini yansıttığı gibi mümkünatın her aynı da isimlerin kemallerini yansıtırlar.
İran ve Türk şairlerin dışında İbn Arabi'den etkilenenler ise iki gruba ayrılmaktadır: Birinci grup; Kaşani, Kayseri, Cami ve Sadreddin Konevi gibi Fusus şarihleridir. Nitekim bu şerhlerin ve bu zatların Fusus'un işaretlerini derin bir şekilde anlamalarının, İbn Arabi'nin doktrinini yayma ve araştırmacıların anlamasını sağlama noktasında büyük bir etkisi olmuştur. Ancak bu kişiler- müellifin ruhuna tam bağlı kalsalar ve kapalılıklarını İbn Arabi'den aldıkları feyz ışığında açıklığa kavuştursalar da- vahdet-i vücud mezhebi ile ilgili şerh alanından orijinal te'lif alanına yükselememişlerdir. Bununla beraber Kaşani ve Kayseri gibi bazılarının, bu doktirinin sırlarını ortaya çıkarma hususunda derin nazariyeleri olduğunu da belirtmeliyiz.
İkinci grup ise, İbn Arabi'den etkilenerek, doktrinin bazı yönlerini açıklayarak ve bu mezhebin mantığının gerektirdiği yeni ve uzak ufuklara ulaşarak vahdet-i vücud ve onunla ilişkili nazariyeler hususunda eser yazan sufilerdir. Hiç şüphesiz bunların en meşhuru ve en orijinalleri "el-İnsanü'l-kamil fi ma'rifet-i evahir ve'l-evail" isimli kitabın yazarı Abdulkerim el-Cili' (veya Cilani)dir (ö.811). Bu sebepten İbn Arabi'nin düşüncelerinden, ıstılahlarından ve te'lif yönteminden hangi ölçüde etkilendiğini açıklayabilmek için bu makalede Cili'nin doktrininin bazı temel özelliklerinin tafsilatına gireceğim.
11- Cili, el-İnsanü'l-Kamil kitabında varlık problemini ele alır ve İbn Arabi'den aldığı felsefi ve tasavvufi ıstılahları üstadının ilmi yöntemine yakın bir şekilde tanımlar. Vardığı sonuca göre, vücudi hakikat (el-hakikatü'l-vücudiyyetü) özü itibariyle birdir ve akli bir şeydir ki, Cili, Alman idealistlerinin özellikle Hegel'in varlığın tabiatını tasvir ettikleri şekilde onu betimler. Hegel ile Cili arasındaki fark, Hegel varlığın ve düşüncenin birliğine kail olurken Cili, varlığın ve varlığın nitelendiği sıfatların birliği görüşüne sahip olmuştur. Cili, burada sıfatlarla ilahi zatın nitelendiği sıfatlar veya bizzat Hakk'ın kendisini nitelediği sıfatları kastetmektedir. Cili'ye göre sıfatlar- İbn Arabi'de olduğu gibi- alem diye isimlendirdiğimiz harici varlıkların "ayn"ıdır. İbn Arabi şöyle demektedir: "Biz kendimizde (alemde) olan şeylerle onu (Hakk'ı) vasfettik."
Cili'nin varlığın tabiatı ile ilgili doktrini, İbn Arabi'den aldığı üç eksen etrafında dönmektedir; Bunlar, zat, sıfatlar ve isimlerdir. Cili mutlak olarak sıfatı, " mevsufun halini bildiren veya halini bilmeye ulaştıran şey"16 şeklinde tanımlar. Yani sıfat, mevsuf hakkında bilgi veren şeydir. Onun görüşüne göre, sıfatlar ile meydana geldiği hakikatler arasındaki fark, ancak olgular alemi için söz konusudur. Çünkü sıfat, bu alemde mevsufun aynı değildir. Halbuki hakikat aleminde yani batın aleminde gayriyet yoktur. İlahi zat, yada mutlak varlık, ilahi sıfatların aynıdır. Alem, özel mazharlarda tecelli eden ilahi sıfatların dışında başka bir şey olmadığına göre şöyle diyebiliriz: İlahi zat ve alem, aynı şeydir ya da Hak halktır. Cili, harici aleme gerçek bir varlık nisbet etmekte tereddüt etmez. Bununla birlikte harici alemin Hakk'a nisbetinin, kabuğun öze nisbeti gibi olduğunu da söylemektedir.
İlahi zata gelince (vücud-ı mutlak veya vücud-ı mahz) o, gayb alemidir. "İbareler ile idrak edilemez; işaretlerin bilinmesiyle anlaşılamaz. Çünkü şey, kendisine uygun ve münasip veya kendisine zıt bir şey ile bilinir. Halbuki zatın varlıkta ne benzeri ne de zıddı vardır. Zat bir şeydir ki, zat olması bakımından isimleri ve sıfatları gerektirir ve her surette zat tasavvur edilebilir."17
Akıl zat fezasında kalırsa bir şey elde edemez. Ancak isim ve sıfatların perdelerini aşıp mahlukattan ibaret olan zahir varlığa bakarsa hakikatin bütün zıtları ihtiva eden bir öz olduğunu anlar: Hakikat, ezeli ve ebedi, Hak ve halk, kadim ve hadis, rab ve abd, zahir ve batın, vacip ve mümkün, mefkud ve mevcud, sabit ve menfi, ve buna benzer zıtlıklardan ibarettir. Fakat bu düalite, gerçekte rölatiftir; bizzat varlığın kendisine göre değil, varlığa yönelik bizim bakış açımıza göredir; Yani hakikat, farklı iki varlığa işaret etmemektedir. Kendisine iki bakış açısı ile bakılan tek bir varlıktır. Hakikate zat açısından bakıldığında, "Hak" denir; sıfatlar ve isimler cihetinden bakıldığında, "halk" denir. Zat, sıfat ve isimlerin "ayn"ıdır.
Vücudun tabiatı ile ilgili üçüncü esas, ilahi isimlerdir. Cili, "ism"i mutlak olarak müsemmayı anlaşılır kılan, hayalde canlandıran, vehimde hazırlayan, düşüncede tasarlayan, hatırda koruyan ve akılda vareden şey olarak tanımlar. Müsemma, mevcud veya ma'dum olsun ya da hazır veya gaib olsun farketmez. İsmin müsemma ile ilişkisi, zahirin batın ile ilişkisi gibidir. Bu açıdan isim müsemmanın aynıdır.
Hak ancak halktan ibaret olan isimleri ve sıfatları ile bilinebilir. Hadis-i kudside şöyle buyurulmuştur: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim; ve mahlukatı yarattım. Bu sebepten beni onunla bildiler."
Allah ismi, bütün kemalatın maddesidir; Bütün kemaller bu ismin feleği altında gizlidir. Allah'ın kemalinin ise nihayeti yoktur. Çünkü Hakk'ın kendi nefsinden izhar ettiği her kemalin gaybında daha büyüğü vardır. Bütün mahlukat, ilahi kemalatın mazharlarıdır veya Cili'nin ifadesiyle zatın arşıdır.
Cili'ye göre uluhiyet önemli bir mefhumdur; Uluhiyet, varlık hakikatlerinin toplamıdır ki, o da zahir ile beraber mazharların ahkamıdır. Yani Hak ve halkın mazharlarıdır. Diğer bir ifade ile uluhiyet, bütün ilahi ve kevni mertebeleri içine alan bir hakikattir ve varlıktan her hak sahibine hakkını verir;18 ayrıca uluhiyet, zatın en büyük mazharıdır.
Hak ve halktan her birisinin uluhiyette bir mazharı vardır. Hakk'ın uluhiyette mazharı en üst derecededir. Halkın uluhiyette mazharı ise halkın çeşitlilik, değişim, yok olma ve varlıktan hakkı kadar olur.
Öyleyse uluhiyetin zahir ve batından oluşmak üzere iki yönü vardır; Zahiri halk, batını ise Hak'dır. Bu ikisi arasındaki fark, su ile buz arasındaki fark gibidir. Buz zahir, su ise batındır. Zahirde buz, suyun gayrı; hakikatte ise aynıdır.
Cili'ye göre mutlak varlık, mutlaklığından ayrıldığında üç merhale geçirir. Bu, zatın varlık sahnesine veya taayyün ve tecelliler sahnesine çıkışındaki bir tür zati gelişimdir. Birinci merhale, ahadiyet; ikincisi, hüviyet; üçüncüsü ise enniyettir. Birinci merhalede zat, bütün itibar, nisbet, izafet, isimler ve sıfatlardan münezzehdir. Ancak ahadiyetle vasfedilir. Bu sebepten ahadiyetin hükmü, sadelik (basitlik) ve mutlaklıktan daha aşağıdır. Bunun anlamı şudur; vahdet, taayyün ve tenezzül mertebelerinin ilkidir. İkinci merhalede veya ikinci tecellide bir olan zata gaib zamiri "hüve" ile işaret edilir. Üçüncü merhale, zatın varlıklar suretinde zuhur etmesidir. Bu da, Hakk'ın halk suretinde tecellisi ve uluhiyetteki kemalatın maddesi olan Allah isminin aydınlatmasıyla mutlak varlığın karanlığının dağılmasıdır. Uluhiyette bi'l-kuvve mevcud olan bu kemalat, bilfiil mevcud olur; ma'kul olan müteayyin (taayyün etmiş) olur.
12- Buraya kadar Cili, tamamen İbn Arabi'nin etkisi altındadır ve onun vahdet-i vücud mezhebini özetlemektedir. Ancak Cili, insan-ı kamil- ki bizzat kitabının amacı da budur.- doktrinini kurmak için bu ontolojik doktrinlerinden yararlanırken üstadı İbn Arabi'den ayrılmaya başlamaktadır. Bu doktrinin özeti şudur; İnsan, Allah'ın haricdeki en mükemmel mazharı, Allah'ın kendi suretinde yarattığı varlık ve Hakk'ın isim ve sıfatlarını gördüğü aynadır. Bunun için İnsan, kendisinde toplu olarak bulunan ve kainatın diğer bölümlerinde ayrı ayrı olarak zuhur eden ilahi kemalatın merkezidir. İnsan ile diğer insan arasındaki fark, nev' farkı değil, derece farkıdır. İnsanlardan bazıları bi'l-kuvve kamil, bazıları da bi'l-fiil kamildir. Mutlak olarak insanların en kamili, nebiler ve velilerdir; Bunların başı ise peygamber Muhammed veya nebiler ve veliler suretinde zuhur eden hakikat-i muhammediyyedir.
İnsan, İnsan-ı Kamil mertebesine ancak ilahi zata ya da mutlak varlığa yaptığı ruhi miracını tamamladığında ulaşabilir. Bu yolculuğunda yukarıya doğru üç merhaleyi kateder. Bu uruc, mutlak varlığın aleme tenezzülü esnasında uğradığı iniş sıralamasının karşılığıdır.
Bu merhalelerden birincisinde, Hak, kula isimleri ile tecelli eder. Öyle ki, ilahi isimlerin nuru, kulun tabiatında aydınlanır. Bu durum meydana geldiğinde, kul, kendisinde tecelli eden ismin nurları altında yok olur. Öyle ki, o isim ile Hakk'a nida edildiğinde bu ismin tecelli ettiği kul bu nidaya cevap verir. Burada Allah, kul ismini yok edip yerine Allah ismini yerleştirmiştir. Allah dendiğinde, kul "buyur" der. Bu tecellilerde kul, ismin müsemmayı taleb ettiği gibi bütün ilahi isimlerin kendisini istemesi noktasına ulaşır.
Münadi onun ismiyle çağırır. Ben cevap veririm.
Ben çağırıldığım zaman Leyla cevap verir.
Bunun sebebi bizim iki cisme sahip bir ruh gibi olmamızdır.
Bu şaşılacak bir şeydir.
Zatı bir olduğu halde iki ismi olan bir şahıs gibi.
Hangi ismi söylemiş olsan aynı zatı kastedersin.19
Kendisinde isimlerin tecelli ettiği kişi, ancak zat-ı sırf'ı müşahede eder; ismi müşahede edemez. Mesela Hak kulda "kadim" ismiyle tecelli ederse, Allah kula mahlukatı yaratmazdan evvel kulun Allah'ın kadim ilminde varolduğu bilgisini verir. Kul, ilmin varlığı ile ilahi ilimde mevcud ise ve Allah'ın ilmi de kadim olduğuna göre, bütün mevcudatın kadim olması gerekir.
Durum diğer bütün isim tecellilerinde de böyledir. Hak kulda hangi isim ile tecelli ederse, kul, bu isimle müsemma olan zatın, kulun suretinde veya bütün varlığın suretinde tecelli ettiğini müşahede eder.
İkinci merhale, Hakk'ın kulda sıfatları ile tecelli etmesidir. Bu ise, kulun zatının Rabbın sıfatlarıyla vasıflanmayı kabul etmesi merhalesidir. Bu durum, Hakk'ın kulu kendinden yok etmek ve varlığını silmek suretiyle fani etmesiyle gerçekleşir. "Kulluk nuru silinir ve halki ruh fani olursa, Hak, hulul etmeksizin kulun heykelinde, sildiklerinin yerine kendinden ayrılmayan ve kula bitişik olmayan zatından bir latife ikame eder... Tecelli bu latife üzerine olur. Hak kendinden başkasına tecelli etmez. Ancak biz bu ilahi latifeyi kuldan bedel olması itibariyle abd olarak isimlendiririz. Aksi taktirde ne rab, ne de kul olurdu. Zira merbub'un yok olmasıyla rab da yok olurdu. Tek olan Allah'dan başka hiç bir şey yoktur."20
Mesela Hak kulda "hayat" sıfatıyla tecelli ederse, kul bütün alemin hayatı olur ve cisimsel ve ruhi bütün varlıklarda kendi nüfuzunu görür. İsa (as.) bu sınıfa dahildir. Hak kulda kelam sıfatı ile tecelli ederse bütün mevcudat kulun kelimeleri olur. Bütün zati hakikatler ona açılır ve cihetsiz ve organsız olarak sözü işitir. Hitabı işitmesi, izniyle değil, külliyetiyledir. "Sen benim habibimsin; sen benim mahbubumsun; sen benim gayemsin; sen benim kullardaki vechimsin... Şuhudumla bana yaklaş; ben varlığımla sana yakınlaştım."21
Bundan sonra Cili, sıfati tecellilerin sayımına geçmektedir. Kulda tecellinin husulunden sonra onda sadır olan şeyleri zikreder. Kul bu tecellerin her birisinde sadece Hakk'ın suretlerinden bir surettir. İşte bu "İnsan-ı Kamil" diye isimlendirilen şeydir.
Bundan sonra son tecelli yani zati tecelli gelir; ve bununla da mirac sona erer. Böylece İnsan-ı Kamil, Hak ile zati birliğini idrak eder.
İbn Arabi'de olduğu gibi Cili'nin görüşüne göre de, İnsan-ı Kamil varlığın başlangıcından ebediyete kadar tektir. Ancak suretler itibariyle çoktur ve her zamanda o zamanın sahibi suretinde zuhur eder ve onun ismiyle isimlendirilir. Ancak gerçek ismi, Muhammed; künyesi Ebu'l-Kasım, özelliği ise, Abdullahdır. İbn Arabi'nin açıkladığına göre bununla murad, hakikat-i Muhammediyyedir.
Sonuç olarak: tam olarak hakkını vermesem de Cili ile ilgili sözü uzattım. Çünkü burası Cili'nin felsefesini açıklama yeri değildir. Nitekim ben bizzat Cili'nin görüşlerini açıklamayı değil, belki İbn Arabi'nin düşüncelerinden ve ıstılahlarından ne ölçüde etkilendiğini belirtmeyi amaçladım. Ümid ediyorum ki, bu konu etrafındaki bildirdiklerim daha geniş araştırmalar için bir başlangıç olur.
Kaynaklar:
 el-Futuhat, Bulak, 1293, İbn Arabi
 Fususu'l-Hikem, Kahire, 1946, İbn Arabi
 Tercümanü'l-Eşvak, İbn Arabi, Neinburg neşri
 İnşau'd-devair, İbn Arabi, Neinburg neşri
 et-Tedbiratü'l-İlahiyye, İbn Arabi, Neinburg neşri
 Ukletü'-l-müstevfiz, İbn Arabi, Neinburg neşri
 Şerhu'l-Fusus, Kaşani
 Şerhu'l-Fusus, Cami
 Hususu'l-kilem fi maani-i fususi'l-hikem, Kayseri
 el-İnsanü'l-Kamil, Cili
 el-Yevakit ve'l-Cevahir, Şarani
 Tabakatü's-sufiyye, Şarani
 Geschischte der arabischen literatur, Brokelman
 Ibn Masarra y su Escuela, Palasios
 Islam and the Divine Comedy, Palasios
 Studies in Islamic Mysticism, Nicholson
 Passion d'al Hallaj, Massignon
 Tawasin, Massignon neşri
 Afifi
1- The Mystical Phil. of Muhiddin. Cambridge University Press
2- Min eyne isteka İbn Arabi felsefetehü's-sufiyyete, Kahire Üniversitesi Edebiyat Fak. 1933
3- Nazariyyatü'l-islamiyyin fi'l-kelime, Kahire Üniversitesi Edebiyat Fak. 1933
4- Ebu'l-Kasım b. Kisi ve şerhu kitabihi "hal'un-na'leyn" el-mensub li'bni Arabi, İskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fak. 1933
5- Fihristu İbn Arabi, İskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fak. 1955

 (( U. Ü. İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi
1. ( Bu çalışma, Kitabu't-Tezkari'de yayımlanan "İbn Arabi fi dirasetî" adlı makalenin tercümesidir.
2. R. A. Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, s.149
3. İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, (Afifi Neşri), sh. 47, 1980
4. Tercümanu'l-eşvak mukaddimesi.
5. el-Futuhatü'l-mekkiyye, c.1, s.365
6. Bkz. Futuhat, c.1, s.427
7. Fususu'l-hikem, s.94
8. el-Futuhat, c.II, s.604
9. el-Futuhat, c.I, s.47-48
10. Bkz. Fususu'l-hikem için yazdığım Giriş bölümüne: s.11
11. Edebiyat Fakültesi dergisinde neşredilen bir araştırma; Kahire Üniversitesi, s.1933
12. 1934 yılında Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dergisinde yayınlanan bir araştırma
13. Bkz. Ukletü'l-müstevfiz, Neybrog, s.42-43
14. Hilal dergisi, Temmuz, s.1947
15. 1955 yılında Londra'da Islamic Quarterly dergisinde yayınlanmıştır.
16. 1955 yılında İskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dergisinde yayınlanmıştır.
17. Cili, el-İnsanü'l-Kamil, s.20
18. Cili, el-İnsanü'l-Kamil, s.13
19. Cili, el-İnsanü'l-Kamil, s.23
20. Cili, el-İnsanü'l-Kamil, s.36
21. el-İnsanü'l-Kamil, s.37-38
22. el-İnsanü'l-Kamil, s.39
Ekleme Tarihi: 04.09.2006 - 14:22
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Yorgun gözlerle biraz yavaş okudum ama çok şükür bitirdim. ALLAH c.c. razı olsun paylaşımın için güzel kardeşim. Muhiddin İbni Arabi hz.lerinin tasavvufi yolundan yanlış hatırlamıyorsam sadece Sadrettin Konevi hzleri gitmiştir. Yazıda çok güzel açıklanmış daha basit mana ile bu yol maddiyatı red eden bir yoldur. Zaten Mübarek zat da bizim yolumuzu anlamayan kitabımızı okumasın demiştir ki çok doğrudur. Bizim gibi sığ akıllar bu yolu idrak edemez bu yolu öğrenmek için harmanlanmak lazım gelir. Malesef tarihde mana alemini anlayamayan çok kişi bu mübarek zata saldırı ve iftirada bulunmuştur. ALLAH-U TEALA hayırlısını versin...Tekrar ALLAH c.c. razı olsun kardeşim..
Ekleme Tarihi: 04.09.2006 - 18:08
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

A"llâh onları sever; onlar da Allâh'ı severler." (Mâide, 54)

"Balıkçılar büyük balığı birdenbire çekmezler. Olta balığın boğazına saplandığında kanı akıp gevşesin ve zayıf olsun diye bir parça çekerler, yine bırakırlar. Büsbütün zayıf düşünceye kadar bu böyle devam eder. Aşk oltası dahî insanın damağına saplanınca, ondaki bâtıl olan kuvvetlerin ve kanların yavaş yavaş yok olması için Hak Teâlâ onu tedrîcen çeker."aglaFîhi mâ fîh, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî)

Hiçbir şey yoktu, yalnız Sen vardın. Hiçbir şey yoktu, aşkın vardı. Aşkını izhâr ettin, yarattın bizi. Muhabbet ettin, yarattın beni.

Vahdaniyetinin tecellîsiyle bütün kalplere bir katre aşk iksiri serptin. Ehadiyetinin tecellisiyle bütün kalpler Sana âşık.

Bildim, seven sendin beni!.. Bütün varlıklarda yansıyan güneş gibi, sevgisiyle saran Sendin beni. Annemin merhamet yüklü sesi, yüreğini yüreğimin üstüne koyan dostun merhabası, başımı okşayan Peygamber eli, hâtırasıyla hüznümü alan sevgilinin sohbeti bildim hep Sendendi.

Sevdin, sonra kopmaz bir zincirle kendine çektin. Zincirin her bir halkası, Senden tecellîlerdi.

Aşkına âşık olduğum Mecnûn Sendin. Aynalarda seyrettiğim Yûsuf, Sen...!

Sonsuz siyah güller, lâcivert akşamların iğde kokusu, hüzün yüklü sonbahar, yağmurun toprağa dokunuşu, bir gül renginde eriyen akşamlar, Dost'un yüzü, sevdiğim ne varsa, hep Sendendi.

"Tecellî, tecellî edeni gösterir." (Hazret-i Mevlânâ)

Sûretlerde nihân olan Sevgili, ey Sevgili!..

Yetimler Yetîmi'ne «vedduhâ» sırrıyla tecellî ederken, O'nu tek olana, bir olana çekiyordun. Başka bütün kapıları kapatırken, hep açık olan kapına çağırıyordun.

Bildim, kalbimdeki her bir muhabbet tecellisiyle beni de kendine çekiyorsun. Çekiyorsun ve bırakıyorsun. Bırakıyorsun ki, kanayayım; zayıf yanlarımı tanıyayım. Seni bulayım.

Sonra yine çekiyorsun. Bu, hüzünlü bir şehrâyîn. Bu, bitimsiz bir med-cezir. Bu, içimdeki Mûsâ'yla Firavun savaşı; sulhü yok!..

Sevgili, en Sevgili!..

Sûretlerden geçerek, Sana erdir beni!.. Merhametinle arındır, kalbimi!.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 04.09.2006 - 18:16 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04.09.2006 - 18:14
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Abdullah bin Mübârek hazretleri anlatır:

Bir ateşperest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince, namaz kılarken bana bir zarar vermiyeceğine dair ondan söz alarak, namaza durdum. O gerçekten sözünde durdu. Namazda bana bir zarar vermedi. Sonra o da kendine göre ibâdet etmek istedi. Benden, kendisine bir zarar vermiyeceğime dair söz aldı. Sonra ibâdetine başladı. Fakat, onun Allahü teâlâyı bırakıp, ateşe secde etmesine dayanamadım. Yerimden kalkıp üzerine atıldım. Sonra bir ses bana

"Söz verdiğin zaman sözünde dur" dedi.

Sonra vazgeçip yerime oturdum. Ateşperest işi bitince, bana sordu:

-Önce bana bir hamle yaptın, sonra vazgeçtin, bunun sebebi nedir?

-Senin başkasına secde ettiğine dayanamayıp öldürmek istedim.

Fakat, "Sözünde dur" diye bir ses duydum. Bunun üzerine vazgeçtim. Ateşperest:

-Gerçek Rab, senin Rabbindir. Kendi düşmanı için dostunu bile azarlıyor. İşte huzûrunda müslüman oluyorum, dedi.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 05.09.2006 - 19:13 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 19:12
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Hasan-ı Basri hazretlerine sevenleri sordu:
- Bütün müslümanlar senden ilmi meseleler sorup öğrendikleri halde, huzurundan çıktıktan sonra yine de itiraz eden, aleyhinde konuşan oluyor, bu nedendir?

Buyurdu ki:
- Her şeyin yaratıcısı, her iyiliğin hakiki sahibi Allahü teâlâ o azametiyle halkın dilinden ve itirazından uzak değil, ben ise; âciz bir kul ve bir zerreyim.



Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin talebelerinden birisi, gördüğü rüyalar üzerine, "Artık ben kemâle geldim. Sohbete lüzum kalmadı" vesvesesine kapılıp, bir kenara çekildi.

Bundan sonra gördüğü güzel rüyalar daha da arttı. Rüyasında kâh uçuyor, kâh insanlara vaaz ediyor, kâh bağlık bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini görüyordu. Kendisini bulup, sohbetlere niye katılmadığını soran arkadaşlarına bu hâlini anlattı, artık ilmi tamamladığına inandığını, bundan sonra da irşatla uğraşacağına dair karar verdiğini söyledi.

Arkadaşları dönüp, hocaları Cüneyd-i Bağdâdi hazretlerine durumu arz ettiklerinde, (Madem öyle, gidin ona söyleyin, onu bu gece Cennete götürürlerse, Cennete vardığında üç defa Lâ havle okusun) buyurdu.

Talebeler gidip, o arkadaşa bunu söylediler. O da, hay hay, öyle olursa okurum dedi.

Hakikaten o kimseyi rüyasında Cennete götürdüler. O kimse Cennete vardığında üç defa Lâ havle okudu. Gördüklerini ve kendisinde hasıl olan şeytani hâllerin hepsini unuttu. Bir anda kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü. Uyandığında içine düştüğü hatayı anladı. Çok pişman olup tevbe etti ve gelip hocasının elini öptü. Sohbetlere devam edip, talebeler arasındaki yerini aldı.

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri ilk sohbetinde onlara buyurdu ki:
"Rüyalara güvenilmez. Rüyadaki padişahlığın ne kıymeti var? Uyanıkken ele geçene bakmak lazım. Herkese bir rehber, mürşid-i kâmil lazımdır. Aksi halde şeytan gelip kendisine musallat olur ve insan maazallah ona tâbi olur. Sadık olan, ihlaslı olan her aradığını mürşidinde arar ve bulur. Bu din edep dinidir, ahde vefa dinidir. Hocam hayatta iken tam 30 sene din hakkında konuşmadım. Sonunda emirle konuştum, yani konuşmamı emrettiler, ancak ondan sonra hocamdan öğrendiklerimi nakletmeye başladım. Yine kendiliğimden bir şey söylemedim. Hocamdan naklettiklerimi, kendi bilgim gibiymiş gibi anlatsaydım, hırsızlık etmiş olurdum. Büyükler evden bir şey getirmezler, hırsızlık etmezler, kendilerine mal etmezler. Kimse kendini bir şey zannetmesin, bu yolda olmak yoktur, yok olmak vardır. Aynaya bakıp da kendinden tiksinmeyen, kendi yüzüne tükürmeyen, bu büyüklerin kemalatından mahrumdur yani istifade edememiştir."
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 19:54
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
abdün_acizün su an offline abdün_acizün  

10 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.09.2006
En Son On: 11.09.2006 - 15:36
Cinsiyeti: ----- 
Hz Allah bu konuyu acan ve izah eden kardesimizden razi olsun...

Tasavvuf hakkında ciltler dolusu eserler kaleme alınmış olup..tek mesnedi Kitab ve Sünnettir..

Varlığı gercek ve yasayan kişiler tarafından hakkal yakın idrak edilen her sey...baskalarının kendisini red ve inkar etmesi ile varlık hakikati degişmez...

tasavvufu anlamak tasavvufu yasamaktan gecer... bu ulkeye ml olmus inasanların sözlerini..kastetdikleri mananın dısında kullanmak öncelikli yanlış olmakla beraber..o kişi bunu bile kastetse bu ölçü değildir...

manevi cephesi sağlam ve dayanıklı kerpiçle örünmuş olan takva ehli muminler..hakikatleri anlamakta guçluk cekmezler...

yasamadıgı ve bilmedigini inkar etmek ve tasavvufu inkar ve kufur dereecsine sokacak..boyundan buyuk szöler sarf etmek..o sözun kailini...boğulmaktan kurtulması imkansız olan okyanuslara iter de haberi olmaz...

selam ve dua ile
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 20:11
Bu mesajı bildir   abdün_acizün üyenin diğer mesajları abdün_acizün`in Profili abdün_acizün Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Cenab'ı HAK razı olsun kardeşim.

"De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır!"
Tâhâ 20/114

İlim, kısaca bilmek demektir. Gerçeğe ve vakıaya uygun düşen bilgi ve kanaat; bir şeyi olduğu gibi idrak etmek diye de târif edilmiştir. Zıddı ise cehâlettir.

İslâm dini ilme ve ilim tahsiline, böylece zihin ve kalp âlemini tenvîre büyük ehemmiyet verir. Cehâleti ve karanlıkları ortadan kaldırmayı hedefler. Allâh Teâlâ ilk vahyettiği âyetlerde, Resûlü'ne ve onun şahsında bütün insanlara okumayı ve öğrenmeyi şöyle emretmektedir:

Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alaktan (rahim duvarına tutunmuş asılı bir hücreden) yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri O öğretti. (el-Alak 96/1-5)

"Oku!" emrinin, ilk olarak inen âyetlerin içinde iki kez tekrar edilmesi, İslâm'ın ilme, ilim öğrenmeye ve öğretmeye verdiği ehemmiyeti gösterir. Bu âyetlerde ilmi öğretenin esasen Allah Teâlâ olduğu bildirilerek insana: Rabbinin adını zikret, indirdiği âyetleri O'nun adına ve rızasına uygun olarak oku, engin mânalarını anla, kendini oku, kâinâtı oku ve ma'rifet-i ilâhîye ererek ihsan derecesinde bir kulluk hayatı yaşa! telkininde bulunulmaktadır.

Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz'i ilminin artması için duâya teşvik ederek:

"De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır! (Tâhâ 20/114) buyurmuştur. Bu mânada Peygamber Efendimiz; Allah'a yaklaştıracak bir ilim öğrenmeksizin geçen günde, benim için hayır yoktur. (Ali el-Müttaki, 136) sözüyle bu emre icabet ettiğini göstermiştir. Çünkü ilim bitip tükenmeyen bir hazine olup yalnızca sahibine değil diğer insanlara ve hatta bütün canlılara da fayda verir. Zira hak ile bâtılı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insana yük değil, aksine onu yücelten bir fazilettir. Bu mânada insanın ilmi arttıkça tevâzuu da artar; lüzumsuz düşünce, havatır ve vesveselerden kurtulur; gerçeği anlar ve elinden geldiğince iyi bir insan olmaya gayret gösterir. Allah Teâlâ, ilim ile meşgul olan ve öğrendiklerinin gereğini yerine getiren âlimleri üstün derecelere ve makamlara kavuşturacağı husûsunda:

Allah içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. buyurmaktadır. (el-Mücâdele 58/11)

Resûl-i Ekrem Efendimiz de hadis-i şeriflerinde âlimleri şöyle medhetmektedir:

Allah, hakkında hayır murâd ettiği kimseyi dinde ince anlayış sâhibi kılar. (Buhârî , İlim, 10; Müslim, İmâre, 175)

Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen talebe bundan müstesnadır. (Tirmizî, Zühd, 14)

İnsanın öğrendiği ilmi başkalarına öğretmesi en büyük infak ve hayırlardan biridir. Meselâ talebe yetiştirmek, kitap yazmak ve yayımlamak, günümüzün modern imkânlarından faydalanarak ilmini kendisinden sonraki nesillere intikal ettirmek, hadis-i şerifte belirtildiği üzere kişinin amel defterinin kapanmamasına ve sevabının devamlı olmasına vesile olacak sâlih ameller zümresindendir. (Müslim, Vasiyyet, 14)

Safvan bin Assâl -radıyallâhu anh- bir gün mescidde bulunan Peygamber Efendimiz'in yanına gider ve:

Yâ Resûlallâh, ilim öğrenmek için geldim, der.

Efendimiz:

İlim öğrenmek isteyene merhaba! Melekler ilme olan sevgilerinden ötürü kanatlarıyla ilim tâlibinin çevresinde birinci kat semâya kadar halka oluştururlar. buyurur. (Heysemî, I, 131)

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bizleri daha samimi bir şekilde ilme talip olmaya teşvik için şöyle buyurmaktadır:

Kim ilim tahsiline yönelirse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim için Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur. (Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmizî, İlim, 19)

Kur'an-ı Kerim ilmin, insana müspet vasıflar kazandıran, onu Allah'a karşı daha şuurlu hâle getiren bir keyfiyete sâhip olduğunu haber vermektedir. De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (ez-Zümer 39/9) âyet-i kerimesini siyâk ve sibâk (öncesi ve sonrası) itibariyle tetkik ettiğimizde, bu hakîkat bütün açıklığıyla ortaya çıkacaktır.

Bu âyetin yer aldığı Zümer suresinin başında Dini ancak Allah'a hâlis kılarak, O'na kullukta bulunmaktan bahsedilir. Daha sonra göklerin ve yerin yaratılışı, gece ile gündüzün peşpeşe gelişi, güneş ve ayın belli bir yörüngede akıp gitmeleri, insanın yaratılışı gibi Allah'ın varlığını gösteren ve üzerinde tefekkür edildikçe insanı marifetullaha eriştiren kevnî âyetlere yer verilir. Ardından marifetullah ve Allah'a kulluk hususunda insanların durumu beyan edilmekte ve âlim ile câhilin vasıfları sayılmaktadır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

İnsana bir zarar dokunduğunda, samîmî bir şekilde Rabbine yönelerek duâ eder. Sonra Allah, katından ona bir nimet verdiğinde, daha önce Rabbine duâ etmekte olduğunu unutur da, (insanları) O'nun yolundan saptırmak için Allah'a ortaklar koşar. De ki: Küfrünle biraz eğlenedur. Çünkü sen cehennem ehlindensin!

Gece saatlerinde secde ederek ve ayakta durarak ibâdet eden, âhiret azabından sakınan ve Rabbinin rahmetini arzulayan kimse hiç (az önce zikri geçen kimse) gibi olur mu?

De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak selim akıl sahipleri ibret ve öğüt alır. (ez-Zümer 39/8-9)

Bu âyet-i kerimelerde:

1) Küfür ve nankörlük,

2) Sâdece başı dara düştüğü zaman Allah'a yalvarmak,

3) Rahata erdiği zaman kulluk ve yakarışı terketmek,

4) İnsanları Allah yolundan saptırmak için O'na ortaklar koşmak gibi menfî durumlar, cehâletin ve bilgiden nasipsizliğin tezâhürleri olarak bildirilmiştir.

Diğer taraftan:

1) Geceleri secde ve kıyâm hâlinde samîmi olarak kulluğa devam etmek,

2) Allah Teâlâ'nın âhiretteki hesap ve azabından korkup O'ndan sakınmak,

3) Rahmeti sonsuz olan Rabbinin merhametini ümit etmek gibi güzel hasletler de hakiki ilmin tezâhürleri olarak takdim edilmiştir. Bu vasıflara sahip olanlar okuma yazma bilmeseler de âlimdirler, zira insanın kurtuluşu ilimle amel etmeye bağlıdır.1

Birbirine zıt iki karaktere sahip bu insanlar mukayese edildikten sonra birinci gruptakiler bilmeyenler,ikinci gruptakiler ise bilenler olarak tavsif edilir. Daha sonra da bunların birbirine müsâvî olmadığı ilân edilir. Bilenler sınıfına dâhil olabilmenin yolları ise devam eden âyette (ez-Zümer 39/10) şöyle dile getirilir:

1) Dâima Allah'ın murakabesinde takvâ üzere bir hayat yaşamak,

2) İhsân sâhibi olmak,

3) Dini muhafaza için gerekirse hicret etmek,

4) Dinin yaşanması ve tebliği hususunda karşılaşılan meşakkatlere sabretmek.

Bütün bu âyetlerden anlaşıldığı üzere gerçek ilim, marifettir; hakikati kavramaktır. Bu ilim, insanın basiret ve firasetini açarak kâinatta var olan değişmez gerçeklerle irtibat kurmasını sağlar. Başka bir ifadeyle eserden müessire götürür. Bir ilim dalı kişiyi Hâkim-i Mutlak olan Allah'a götürüyorsa hakikî ilim sayılır. Aksi takdirde, zihni dolduran fakat kâinatın hakîkatlerine ulaştırmayan, kopuk ve mücerred bilgiler, Kur'an'ın tarifine göre ilim değildir.2

Kâinattaki fizikî kanunlarla ve müspet ilimlerle meşguliyet de böyledir. Bunlar insanı marifet-i ilahiyeye ulaştırmak için birer vasıta olmalıdır. Aksi takdirde bunlar da perde olmaktan öteye geçemezler. Bunun yanında Allah'ın emirlerini göz ardı ederek dünyevî rahat ve zevkleri için çalışıp Benim yaptığım Allah'ın emridir. diyenler, ilim öğreniyoruz diye meşru ve müsait olmayan ortamlarda okuyanlar, üstelik işledikleri fücur ve isyana âyet ve hadisleri de delil gösterenler, sonunda hatalarını anlayacaklardır.

Zâhiren kişinin bilgisi artıyor fakat manevî hallerinde bir terakki görülmüyorsa; burada tehlikeli bir durum var demektir. Hâlbuki insanın ilmi arttıkça, Allah Teâlâ'ya olan takvası, saygısı ve haşyeti de artmalıdır. Hakiki âlimler, Cenâb-ı Hakk'ı nasıl bilip tanımak gerekirse öylece bilirler. Gönüllerinde Allah'a sonsuz ta'zîm ve muhabbet hisleri taşırlar. Âyet-i kerimede:

Allah'tan kulları içinde ancak âlimler (hakkıyla) korkar. buyrulmaktadır. (el-Fâtır 35/2

Peygamber Efendimiz de:

Sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en fazla takvâ sahibi olanınız benim . buyurmaktadır. (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Sıyâm, 74)

Bütün bunlarla birlikte insanoğlunun ilmi Allah'ın ilmi yanında pek azdır. Nitekim Cenâb-ı Hak:

Size ancak az bir ilim verilmiştir... buyurmaktadır. (el-İsrâ 17/85) Ancak, verilen bu az ilimle amel edilip takvâya vâsıl olunabilirse, Allâh'ın lütuf ve ihsânıyla kul, ârif hâle gelir. Böylece mârifetten, yâni Allâh'ı hakkıyla ta­nıyabilmekten hisse almaya başlar ve ona esrâr-ı ilâhî açılır. Âyet-i kerîmede:

Allâh'tan ittikâ edin ki Allâh size (ihtiyâcınız olan şeyleri) öğretsin.(el-Bakara 2/282) buyrulur.3 Ha­dîs-i şe­rîf­te de bu mânayı teyiden:

Öğ­ren­dik­le­riy­le amel ede­ne Al­lâh Te­âlâ bil­me­dik­le­ri­ni öğ­re­tir. bu­y­rul­muş­tur. (Ebû Nu­aym, 15)

Fahr-i Kâinât Efendimiz, faydalı ilmi teşvik ederken faydasız ilimden de Allah'a sığınmış ve ashabını bundan sakındırmıştır. Onları ilim ve hâl bakımından en faydalı olana yönlendirmiştir. Peygamber Efendimiz bir muallim olarak ashabına lüzumlu bilgileri öğretmesinin yanında onun terbiye ve tezkiye gibi mühim bir vazifesi daha vardır.


Bu mesaj 2 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 06.09.2006 - 18:28 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 18:23
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
"Bâb-ı Hak açıktır merd-i âgâha,
Candan geçenlerdir eren Allah'a.
Hakikat yolunda ben bu dergâha,
İsteyerek gelmiş kurbanlar gördüm."


gül
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 18:31
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Güzel RAB'bim sana şükürler olsun ki böyle güzel insanların arasındayım. Ey güzel kardeşlerim sohbetin ve ilim meclisinin yeri ve zemanı olmaz. Bazen 2 kişi birleşir bir ırmak kenarında ilim konuşlur gün olur zemanın teknolojisiyle internet ortamında. Yeter ki niyet ve istek halis ve temiz olsun...Hanım kardeşlerimizin ve dahi bizim örnek olabileceği mübarek evliyalardan bir nükde daha aktarmak istiyorum İnşallah. Hz.Râbia-i Adviyye k.s.

Bir gün, evliya hanımlardan Râbia-i Adviyye hazretlerinin evine misâfirler gelmişti. Misâfirlerin karnını doyurmak istedi. Fakat baktı ki sadece iki ekmek var. Ekmek misâfire yetmiyecekti. Misâfirlere yetecek kadar ekmeği nasıl temin edebilirim? diye düşünürken kapı çalındı. Gelen iki kişi de, karınları aç olduğu için Râbia-i Adviyyeden yiyecek birşeyler isteyeceklerdi. Daha onlar birşey söylemeden, kapı aralığından iki ekmek uzatıldı. Gelenler ekmeği alıp sevinerek oradan uzaklaştılar.
Evdeki misâfirler bu işe bir mânâ verememişlerdi. Mevcut iki ekmek de gitmişti. Kendilerine yiyecek birşey kalmamıştı. Fakat hazret-i Râbiaya birşey söylemeden vardır bir hikmetidiyerek beklemeye başladılar.
Aradan bir saat geçmemişti ki, hazret-i Râbianın kapısı tekrar çalındı. Kapıyı açtıklarında iki kişinin kucaklarında bir yığın ekmekle beklediklerini gördüler. Ekmek getirenler:
Efendimiz bu ekmekleri, Râbia-i Adviyyeye hediye olarak gönderdi dediler.
Hazret-i Râbia ekmekleri teker teker saydı. Onsekiz ekmek vardı. Ekmeği getirenlere, İki ekmek eksik dedi.Gelen iki kişi çok mahcup oldular. Sakladıkları iki ekmeği de çıkartıp verdiler. Fakat hazret-i Râbia, bu iki ekmeği onlara hediye ederek:
Bu iki ekmek sizin rızkınız idi. Gerçi siz izinsiz aldığınız için rızkınızı haram yoldan temin etmiş olacaktınız. Fakat şimdi helâlinden yiyeceksiniz; buyurdu.
Olanlara bir mânâ veremiyen evdeki misâfirler nihayet dayanamayıp sordular: Sen ekmek siparişi vermiş miydin Hayır. Cevabı verince, Peki niçin iki tane eksik diye söyledin, eksik olduğunu nereden bildin? diye sordular.
Hazret-i Râbia şöyle cevap verdi:
Biliyorum, siz bana yemek yemek için gelmiştiniz. Karnınız açtı. Fakat evdeki iki ekmek size yetmiyecekti. Bu iki ekmeği çoğaltmak istedim. Bu sırada kapıya gelenlere mevcut iki ekmeği vererek, Allahü teâlâdan misâfirlere yetecek kadar ekmek vermesini istedim.
Peki yirmi tane ekmek geleceğini nereden bildin?
Çünkü, Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmde, hayır hasenat yapılınca bire on vereceğini vadediyor. Ben Onun vadine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek vereceğini biliyordum. Onun için eksik olduğunu söyledim.
Bu hâli gören misâfirler, hazret-i Râbianın Allahü teâlânın sevgili kulu olduğunu yakînen bir daha görmüş oldular...
Hazret-i Râbia, gelen hediyeleri dağıtır, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Bir defasında yedi gün yiyecek birşey bulamadı. İftarlarını sadece su ile yaptı. Sekizinci günü açlığı iyice şiddetlendi. Akşam ezânından sonra kapı açıldı, birisi bir tabak yemek getirmişti. Yemeği içeri aldı. Mum almak için gitti. Geri döndüğünde kedinin yemeği dökmüş olduğunu gördü. Su bardağı almak için gitti bu esnada mum söndüğünden ayağı takılıp bardak kırıldı. Anladı ki bunlar birer imtihan. Yâ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun. Fakat âcizliğimden sabredemiyorum diyerek bir ah çekti.
Bu sırada gaibten bir ses işitti: Ey Râbia! İstersen dünya nimetlerini üzerine saçalım, üzerindeki dert ve belâları kaldıralım. Hangisini tercih edersin Yâ Rabbî! Beni senden uzaklaştıracak şeylerden, uzak eyle! Beni onlara bulaştırma diye yalvardı.
Hazret-i Râbianın bütün ömrü Cenâb-ı Hakka taat ve ibâdet üzere geçti. Her işinde Allahü teâlânın rızâsını aradı.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 06.09.2006 - 18:40 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 18:39
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

İMAM-I RABBANİ
HAZRETLERİNDEN İNCİLER


İlm talebesini ileride tutmak, islâmiyyetin ilerlemesine sebeb olur. Bunlar islâmiyyetin bekçileridir. Muhammed aleyhisselâmın dînini, soysuzlara karşı bunlar koruyacakdır. Kıyâmet günü herkese islâmiyyetden sorulacakdır. Cennete girmek, Cehennemden kurtulmak, ancak islâmiyyete uymakla olur. İnsanların en iyileri, seçilmişleri olan Peygamberler salevâtüllahi teâlâ ve teslîmâtühü aleyhim, herkesi islâmiyyete çağırmışdır. Kurtuluş yolu islâmiyyetdir. O büyükler, islâmiyyeti bildirmek için gönderildi. O hâlde en kıymetli ibâdet, insanlara yapılacak en büyük iyilik, islâmiyyetin öğrenilmesine, yapılmasına çalışmakdır ve islâmiyyetin bir emrini meydâna çıkarmakdır. Allahü teâlânın emrlerinden bir dânesinin yapılmasına sebeb olmak, binlerle, milyonlarla lira sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünki, bu ufak iş, Peygamberlere aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” uymak, onların vazîfesine ortak olmakdır. Hâlbuki, ibâdetlerin en kıymetlisi, sevâbların en çoğu onlaradır. Milyonla sadaka vermek, hayrât, hasenât yapmak ise, herkese müyesser olabilir.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 07.09.2006 - 18:19 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 07.09.2006 - 18:18
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Bayezîd-i Bistami bir gün camide fıkıh okutan bir alimin ders halkasına katıldı. O sırada biri geldi ve fakihe bir "feraiz" meselesi sordu: "Biri öldü, geride şu şu malları ve şu şu akrabaları kaldı. Bunun mirasını nasıl taksim ederiz." Fakih, sorulan soruya cevap vermeye çalışırken Bayezîd, şöyle bağırdı:

-Ey üstad! Öldüğünde Allah'tan başka kimsesi kalmayan kimse hakkında ne buyurursun?

Orada bulunanlar birbirlerine hayret ve donuk nazarlarla bakarlarken Beyazîd, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"İnsanın gerçekten sahip olduğu hiçbir şeyi yoktur. Öldüğünde sadece Mevla'sı kalır. Tıpkı önceden olduğu gibi. Çünkü insan dünyaya gelmeden önce de yalnızdı. Bu alemde de yalnızdır, ama çoğu zaman yalnızlığının farkında olmaz. Kabre konulduğunda yalnızlığını anlar"

Fakih onun bu ince anlamlı sözleri karşısında ona sordu:

- Sen bu ilmi kimden, nerede ve nasıl aldın? Bayezîd şu karşılığı verdi:

- Bu ilim bana Hak vergisidir (vehbidir). Çünkü Allah Resûlü (s.a.) buyurur: "Bir kimse bildiğiyle amel ederse Allah O'na bilmediklerini öğretir."





Hasan-ı Basrî buyuruyor ki:

Ey Âdemoğlu! Gerçek mümin, ihsân sâhibi bile olsa yine de korku üzere sabahlar. Zaten ona da bu yaraşır. Mümin, akşama yine aynı korku ile kavuşur. Evet, o her zaman şu iki korku arasındadır.
1. Geçmiş günahlar. Bu günahları sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın kendisine nasıl muâmelede bulunacağını bilemez.
2. Gelecek hayatı. Nasıl bir hayat sürecek, son nefesi nasıl verecek? Bu soruların cevaplarını devamlı tefekkür eder.
Ey insanlar! Şu hakîkati idrâk ederek sâlih amel işleyin. Allâh ve Rasûlü yaptığınız işleri görmektedir. Siz, birgün gizliyi ve âşikârı bilen Allâh'a döndürüleceksiniz. İşte o gün yaptıklarınızı tek tek size haber verecektir.
Sizler kalblerinize çok dikkat edin. Onları devamlı Allâh'ın zikri ile yenileyin. Zirâ kalb çabuk paslanır. Nefislerinizi de dizginleyin. Çünkü o çok azgındır. Eğer siz nefislerinizin kötü isteklerine mâni olmazsanız, o birgün sizi korkunç bir uçuruma yuvarlar.
Kendi ayıplarınız dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe kâmîl îmân sâhibi olamazsınız. O hâlde, başkalarının ayıplarına bakmadan evvel kendi ayıplarınıza bir göz atın; onları düzelterek işe başlayın!
Ey insanlar! Kur'ân-ı Kerîm müminler için şifâ, müttakîler için rehberdir. Kim O'na uyarsa, hidâyete erer ve doğru yolu bulur. Ondan yüz çeviren bedbaht olur ve felâketlere sürüklenir.
Ey Âdemoğlu! Tek başına ölecek, tek başına dirilecek, tek başına hesaba çekileceksin!


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 08.09.2006 - 11:19 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 08.09.2006 - 11:17
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
Risale-i Nurlara Göre Evliya'nın Gaybı Bilmesi

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Gayb, kişinin duyularından uzak ve hakkında bilgi sahibi olmadığı şeye denir[1].

Allah açısından gayb diye bir şey olmaz. Bizim açımızdan, kıyametin vakti gibi Allah'tan başkasının bilemeye­ceği şeyler gayb-ı mutlak, yani tam bir gaybdır. Bir başkasının bildiği şey gayb-ı mutlak değil, göreceli gayb olur. Mesela içinizden ne geçtiğini ben bil­emem ama siz kendiniz bilirsiniz. Bilmediğim bazı tarihi olayları da bilebilirsiniz. Bunlar, bana göre gayb olur; size göre olmaz. Hakkında bir bilgi ve belge kalmamış tarihi olaylar da mutlak gayb haline dönüşmüş olur.

Gayb ile ilgili bazı haberler, Allah Teâlâ tarafından peygamberlerine vahiy yoluyla bildirilir, biz de bunları o şekilde öğrenebiliriz.

Durum böyle olduğu halde, Risâle-i Nur'larda, Hz. Ali ve Abdulkadir Geylani gibi zatların Said Nursi'yi, asırlar öncesinden bir çok yönüyle haber verdiği iddia edilir. Aşağıdaki soru ve cevap, risalelerin bu konudaki temel dayanaklarını oluşturur:

Suâl: Gavs-ı Azam gibi büyük velîler, bazı evkâtta, mazi ve müstakbeli hazır gibi müşâhede ederler. Neden mâziye ait cihette sarahat sûretinde haber veriyorlar da, istikbalden
hafî remizlerle gizli işaretlerle bahsediyorlar?

El-cevap: "lâ ya'lemul-gaybe illallah" âyetiyle,

"ve lâ yuzhiru alâ gaybihi ahada; illâ menirtedâ min resûl."

Ayeti ifade ettikleri, kudsi yasağa karşı ubûdiyetkerâne bir hüsnü edep takınmak için, tasrihten işaret mesleğine girmişler. Tâ ki, işaretler ile, remz ile anlaşılsın ki, ihtiyarsız, niyetsiz bir sûrette tâlimi ilâhî ile olmuştur.
Çünkü istikbâlî olan gaybiyat, niyet ve ihtiyar ile verilmediği gibi; niyet ile de müdâhale etmek, o yasağa karşı ademi itâatı işmam ediyor[2].

Yazı, günümüz Türkçesiyle şöyle ifade edilebilir:

Soru: Abdülkâdir Geylânî gibi büyük veliler, bazı zamanlarda, geçmişi ve geleceği bugün gibi görüp bildikleri halde neden
geçmişle ilgili olanları açıkça söylüyorlar da, gelecekten üstü kapalı simgeler
ve gizli işaretlerle söz ediyorlar?


Cevap: "Gaybı Allah'tan başkası bilmez." Ayeti ile,

"O bütün gaybı bi­lir, gaybını kimseye açıkla­maz. Ancak dilediği peygamber bunun dışında­dır." (Cin 72/26-27)

Ayetinin ifade ettiği kutsal yasağa karşı kulluğa yakışır bir güzel edep takınmak için açıklama yapmayıp işaretle söyleme yoluna girmişlerdir. İşaret ve simgeler kullanmışlardır ki, gayb ile ilgili bu bilginin, kendilerinin tercihi veya niyetiyle değil, Allah'ın öğretmesiyle olduğu anlaşılsın. Çünkü geleceğe ait gayb bilgiler kişinin şahsi tercihi ve niyeti ile verilmediği gibi niyet ile işe girmek, o yasağa karşı itaatsizlik havası veriyor.


TENKİT

Yukarıdaki yazıyı beş açıdan tenkide tabi tutacağız:


1-) Gaybı Yalnız Allah Bilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah sizi, gaybı bilir hale getire­cek değildir."aglaAl-i imran 3/179)
O, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme şöyle demiştir:

"De ki: "Ben size, Allah'ın ha­zineleri yanım­dadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, "Ben bir meleğim." de demiyorum. Ben bana vah­yolu­nandan başkasına uymam." De ki: "Görenle görmeyen bir olur mu? Hiç zihninizi yormaz
mısı­nız?" (En'am 6/50)

"De ki: "Eğer gaybı bilseydim, daha çok iyi­lik yapmak isterdim ve bana kötülük de gelmezdi. Ben, inanan kesim için bir uyarıcı ve bir müjdeciden başka bir şey değilim." (Araf 7/188)
Allah Teâlâ, insanlara açıklamak istediği gaybları, peygamberleri yoluyla bildirir. Bunun özel bir usulü vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Allah bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz.

Dile­diği peygamber bunun dışın­dadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker.

Böylece o (peygamber) bilsin ki, onlar Allah'ın gönderdiklerini tastamam ulaştırmış, (kendisi de) onların yanında olanı kav­ramış ve her şeyi bir bir say­mıştır. "aglaCin 72/26 -28 )
Artık o bilgiler gayb olmaktan çıkar. Meleklerin gözcü dikilmesi, o bilgilerin Allah'tan olduğu konusunda, peygamber kuşku duymasın, diyedir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi arzula­dığı za­man, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şey­tanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîm­dir." (Hacc 22/52)

Bazı tefsir kitaplarında En'am suresinin inişi ile ilgili olarak Enes b. Malik'ten gelen şöyle bir rivayetten bahsedilir: "Allah'ın Elçisi şöyle demiştir:

"Kur'an'dan En'am suresinin dışında bir sure bana toptan in­medi. Şeytanlar, bu sure için toplandıkları ka­dar hiçbir sure için toplanmamışlardı. Bu sure bana, Cebrail ile, beraberinde elli bin melek ol­duğu halde gönderildi. Bunu kuşatmışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler[3]."

Böylece o Elçi, ken­dine gelenin vahiy me­leği olduğuna ve vahye, şeytan vesvesesi karış­madı­ğına güvenmiş olur.

Peygamberlere vahyin nasıl geldiğini bildiren bir ayeti, velilerin gaybı öğrenebileceklerine delil getirmek, doğrusu çok şaşırtıcı bir şeydir.



2-) Geçmiş Gaybı da Kimse Bilemez.

Allah Teâlâ Nuh aleyhisselamın başından geçenleri anlattıktan söyle buyuruyor:

"Bunlar gayb haberlerindendir, onları sana vahyediyoruz. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de senin kavmin.&#8221aglaHud 11/49)"

Bu konuda Kur'an'da çok sayıda ayet vardır. Şu ayetlere de bakılabilir: Ali İmran 3/44; Araf 7/101; Hud 11/120-123; Yusuf 12/102.



3-) lâ ya'lemul-gaybe illallah" diye bir ayet yoktur.

İçinde bu kelimeler olan ayet şöyledir:

"Kul lâ ya'lemu men fîs-emâvâti vel-erdil-gaybe illallah"

"De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse o gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir."aglaNeml 27/65)


4-) Allah'tan başkasının gaybı bilemeyeceği ve Allah'ın onu peygamberlerden başkasına bildirmeyeceği hükmü, yukarıda bir "kudsî yasak" diye ifade edilmiştir. Sanki Allah Teâlâ, "gaybı kimse bilemez" dememiş de "Kimse, gelecekle ilgili açıklama yapmasın." Diye bir yasak koymuştur. Bu, kişiyi büyük bir sorumluluk altına sokar.



5-) Yukarıdaki sual ve cevaptaki iddiaları sıralayalım

Abdülkâdir Geylânî gibi büyük veliler, bazı zamanlarda, geçmişi ve geleceği bugün gibi görüp bilirler.

Geçmişle ilgili olanları açıkça söylerler ama, gelecekten üstü kapalı simgeler ve gizli işaretlerle söz ederler. Açık söyleseler Allah'a karşı, kulluğa yakışır güzel bir edep takınmamış olurlar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse o gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir." (Neml 27/65)

"O bütün gaybı bi­lir, gaybını kimseye açıkla­maz. Ancak dilediği peygamber bunun dışında­dır." (Cin 72/26-27)

Bir de bunun, kendi tercihleri ve niyetleriyle değil, Allah'ın öğretmesiyle olduğu anlaşılsın diye böyle yaparlar. Zira niyet ile işe girmeleri itaatsizlik havası verir.

Demek ki, Allah, hem "Gaybı kimse bilmez, onu kimseye açıklamam" diyecek, hem de tutup onu bazı kimselere bildirecek. Sonra o kimseler, geçmişle ilgili olanları açıklamakta bir sakınca görmeyecekler. Gelecekle ilgili gaybları ise, anlayan anlasın diye örtülü işaretlerle geçiştirecekler.

Bu inançtan Allah'a sığınmak gerekir.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, Safvan Adnan Davudî'nin tahkikiyle, Dımaşk ve Beyrut, 1412 h. 1992 m. s. 616.

[2]- Said Nursi, Sikket-i Tasdik-i Gaybî, 8. Lem'a "HAZRET-İ GAVS'IN KERAMET-İ GAYBİYESİNİ TE'YİD EDEN BİR ÂYETİN İŞÂRÂTINDAKİ BİR NÜKTE-İ İ'CAZİYEDİR", bölümünün bir öncesi; İstanbul 1990, Tenvir Neşriyat, s. 198,.

[3]- Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur'an Dili, ist. 1936, c. III, s. 1861-1862
Ekleme Tarihi: 08.09.2006 - 13:55
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ALLAH c.c. dostlarının hallerini ne biz anlarız nede Abdulaziz Bayındır anlar. Onların hallerini ve söylediklerini yada ne söylemek istediklerini anlamak için onlar gibi olmak gerekir. Bir hal olur size dersiniz ki ben bunu bir yerde görmüştüm yada yaşamıştım. Bu size rüyada da gösterilir uyur uyumaz haldede. Muhakkak ki hepimizin başına ALLAH-U TEALA nın takdiri ve izni ile gelmiştir.
Ekleme Tarihi: 09.09.2006 - 18:27
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Hallac-ı Mansur k.s.

Ası adı Hüseyin bin Mansurdur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.

Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi.

Enel Hak dedi
Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: "Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda gördüm. Oradaki köleye, "Şeyh nerede?" dedim. "Abdest alıyor" dedi. "Bu zindanda ne iş yapıyor?" dedim. "13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor" dedi. Sonra, "Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara nasihat eder" dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: "Ey genç nerelisin?" dedi. "Şirazlıyım" dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, "Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle." Tam bu sırada zindancıbaşı içeri girdi. Saygı gösterdikten sonra, "Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler" dedi. Şeyh: "Var selametle git" dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: "Ne oldu?" diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum" dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. Halife; "Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim" dedi.

Yüz kırbaç vurun
Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.

İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah'ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.



Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 09.09.2006 - 18:36 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 09.09.2006 - 18:35
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Aşağıdaki hadisleri dikkatli okumak hayırlıdır İnşallah...

(Allahın sâlih kulları birbiri ardından âhirete göçer; geride arpa ve hurmanın döküntüleri gibi değersizler kalır. Allah teâlâ onlara hiç kıymet vermez.) [Buhari]

Sonra gelenler, öncekilerden nakil yapmadıkça hiç kıymeti olmaz.

(Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslamda açılan bir gedik olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi] Bir âlimin boşluğu doldurulamadığına göre, artık o devrin âlimlerinin acizliği meydana çıkar.

Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace] Gittikçe ilim azalacaktır.

(Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir]

Eski âlimleri suçlayanlar, ilimden haberi olmayan cahillerdir.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 10.09.2006 - 17:37 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 10.09.2006 - 17:37
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Bayrami Tarikatının kurucusu Hacı Bayram Veli k.s. en gözde talebesi Fatih Sultan Mehmed Hanın mübarek hocası Akşemseddin k.s dan oğullarına ve talebelerine vasiyeti

Her işe besmele ile başla!
Temiz ol.
Daima iyiliği adet edin.
Tembel olma.
Namaza önem ver.
Nimete şükür , belaya sabret.
Dünya mutluluğuna mağrur olma.
Kendini başkalarına methetme.
Namahreme bakma.Harama bakmak gaflet verir.
Kimsenin kalbini kırıp viran eyleme.
Düşen şeyi alıp temizleyerek yersen,fakirlikten kurtulursun.
Edepli,mütevazi ve cömert ol.
Tırnağınla dişini kurcalama.
Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir.
Yalnız bir evde yatmaktan sakın.

Ekleme Tarihi: 11.09.2006 - 17:02
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
utaniyorum su an offline utaniyorum  
havz-i KEVSER kardeşim ALLAH RAZI OLSUN

1942 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.04.2003
En Son On: 27.01.2007 - 01:21
Cinsiyeti: Erkek 
EKLEMELERİNİ ZEVKLE OKUYORUM...
istifade ediyorum...
Rabbim bu forumda senin gibilerinin sayısını
artırsın..
hakkını helal et kardeşim...
bizler için çok ugraşıyorsun...
eger yazdıklarım birilerine faydalı oluyor mu
diyorsan sana her daim dua ediyorum...
dualarını da bekliyorum...
UTANIYORUM
Ekleme Tarihi: 11.09.2006 - 17:09
Bu mesajı bildir   utaniyorum üyenin diğer mesajları utaniyorum`in Profili utaniyorum Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Ey güzel kardeşim öyle güzel dua ettin ki ALLAH-U TEALA asıl senden razı olsun. Biz cahil halimize bakmadan birşeyler yapmak için uğraşıyoruz. Yapmak istediğimiz sevdirmek nefret ettirmek değil Bir olmak parçalamak değil. Bir olalım hep olalım, birlik dirliktir. Bilmeyenlere öğretmektir yanlış bilenlere yanlışlarını göstermektir. Hoşgörüyü tevazuyu ve en önemlisi edebi öğretmektir. İnşallah birazcık dahi olsa faydamız oluyordur. Din-i İslam adına birkaç çakıl taşı koyuyorsak ALLAH c.c. biliyor ya en mutlusu benimdir. Bütün kardeşlerimiz ALLAH-U TEALA ya Emanet olsun İnşallah. Bütün din kardeşlerimiz her daim dualarımızdasınız İnşallah...
Ekleme Tarihi: 11.09.2006 - 17:22
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
herdem su an offline herdem  

365 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.07.2006
En Son On: 17.01.2008 - 22:27
Cinsiyeti: Bayan 
Allah razı olsun

Şuana kadar eklemelerinizi bölmemek için hiçbirşey yazamamıştım

sessiz takipciyim.Okuyoruz inşaAllah öğrendiklerimiz amellerimizede

yansır.

Emeklerinizin mükafatını Rabbim heriki alemdede versin..

Selam Ve Dua İle

Ekleme Tarihi: 11.09.2006 - 17:30
Bu mesajı bildir   herdem üyenin diğer mesajları herdem`in Profili herdem Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Güzel RAB'bim sizden ve tüm kardeşlerimizden de razı olsun İnşallah. Lakin bizler vesileyiz asıl övgü ve metiye bizlerin bu güzel paylaşımları yapması nasip eden HAK TEALA dır. Bütün güzel söz ve metiye sadece ona aittir. ALLAH c.c. razı olsun güzel kardeşlerim...


Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır."

Allah Rasülü (s.a.) buyurur:

"Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidayet, yeryüzüne sağnak halinde yağan yağmura benzer. Kara parçasının bir kısmı bu rahmet yağmurunu emer ve üzerinde yemyeşil çayırlar ve mahsuller yetiştirir. Diğer bir kısmı da bu suyu tutarak insanların içmesini , hayvanların, bitkilerin ve diğer canlıların istifadesini sağlar. Toprağın geri kalan ölü kısmı ise bu yağmurun suyunu tutmadığ gibi, ekin ve yeşillik de bitirmez. "aglabk. Buharî, ilim, 20) Bu hadis-i şeriften Allah Rasûlü'nün getirdiği hidayet ve rahmet yağmurlarından insanların kabiliyetleri nisbetinde istifade ettikleri anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.)'in Muhammedi mektebinden yetişen, O'nun hidayet ve ma'rifet yağmurundan kana kana içen ve "bu yağmuru tutarak başkalarına da içiren" yıldız şahsiyetlerden birisi ve birincisi Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dir. O, Allah Rasulü'ne inanan ilk müslüman ve O'nun ilk halifesi. Malının tamamını Allah yolunda tasadduk eden ve Allah Rasülüne gelen zararı karşılayan ilk insan. Allah elçisinin: "Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır. "diye övdüğü ve en çok sevdiği...
Ekleme Tarihi: 12.09.2006 - 16:34
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE:

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser

Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ALLAH c.c. dostlarının hallerini ne biz anlarız nede Abdulaziz Bayındır anlar. Onların hallerini ve söylediklerini yada ne söylemek istediklerini anlamak için onlar gibi olmak gerekir.



Takdir edersiniz ki bizim asli görevimiz Allah c.c. dostları olarak kabul ettiğimiz kişilerin hallerini anlamak değildir.
Bizim görevimiz Allah'ın ayetlerini anlamak, itikadımızı ona göre belirlemek, Rasulunun sünnetine uymak., Kuran ve Sünnet ışığında Allah'ın bizden istediği şekilde yaşamaktır. Şimdi siz diyeceksiniz ki, tasavvuf zaten buna yarar, Tasavvuf büyüklerinden veli olarak kabul ettiğimiz kişilerde bu halde zirveye ulaşmış kişilerdir. Eğer böyle inanmasaydınız zaten tasavvufla uğraşmazdınız.

Benim bunu anlayabildiğim gibi lütfen siz de anlayın ki Tasavvufa ve tarikatlara karşı olduğunu söyleyen kişilerden art niyet taşımayanlarının(her ne kadar siz onları nasipsiz ve gönül kapısı kapalı olarak görseniz de) bunu dile getirmelerinin sebebi; genel tasavvuf anlayışının içerisinde Kuran ve Sünnete muhalif noktalar olduğu konusunda ciddi kaygıları olmasındandır. İşte bu noktada lütfen Tasavvufla ilgili konularda Kuran ve Sünnetten delil getirilerek yapılan itirazlara objektif olarak yaklaşarak değerlendirmelerimizi Kuran ve Sünnete göre yapalım ve vereceğimiz cevaplarda yine Kuran ve Sünnet dahilinde olsun.



Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser

Bir hal olur size dersiniz ki ben bunu bir yerde görmüştüm yada yaşamıştım. Bu size rüyada da gösterilir uyur uyumaz haldede. Muhakkak ki hepimizin başına ALLAH-U TEALA nın takdiri ve izni ile gelmiştir.



Yukarıda Abdülaziz Bayındırın Evliyanın gaybı bilmesiyle ilgili yazdığı bir yazıyı ekledim. Bu şahıs yazısında iddiasına delil olarak Allah'ın ayetlerini sunmuş ve bu ayetleri incelediğimizde iddianın gerçek olabilme ihtimali ortaya çıkıyor ama tabi yanlış da olabilir. Ama eğer yanlışsa bunun ispatı yine ancak Kuran ve Sünnetten olmak zorundadır.

Sizin verdiğiniz cevapsa hiç tatmin edici değil sadece dejavu olarak adlandırılan bir olayı yeniden yaşama hissi ve gerçekleşen sadık rüyalardan bahsetmişsiniz. Ancak bu iki durumda Ali İmran 179'daki "Allah sizi gayba vakıf kılacak da değildir" hükmü ilahi'siyle çelişmez. Çünkü siz sadık bir rüya gördüğünüzde onun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemezsiniz. Ancak gerçekleştikten sonra bilebilirsiniz ki zaten o noktadan sonra o rüya sizin için artık gayp olmaktan çıkmıştır.

Şimdi sizden ricam yukarıdaki yazıyı tekrar okuyarak eğer yanlış yorumlar getirilmişse doğrusunu yine Kuran ve Sünnet'ten delil getirerek açıklamanızdır
. Ama eğer, "bunlar bizim Kuran ve Sünnet'le delillendirebileceğimiz konular değildir, biz o velilerin hallerini anlayamayız" derseniz. Kuran ve Sünnetin sadece alt tabakadaki Müslümanlar için geçerli olduğu, bazı yüksek makamlı velilerde ise bunlara muhalif haller zuhur edebileceği gibi bir anlam çıkabilir ki, sizin de böyle bir anlayışı kabul etmeyeceğinizden eminim. Zaten, insanların en hayırlısı peygamber efendimize(sav) Kuran-ı Kerim'de "Ben bana vahyolunandan başkasına uymam."aglaEn'am 50) demesi emredilirken, hiçbir insanın o dairenin dışına çıkamayacağı açıktır.

Ekleme Tarihi: 12.09.2006 - 17:41
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Buhari - Muslim ve Tırmizide geçen bir Hadis-i Şerif de ALLAH c.c. Resulü şöyle buyurmuştur:

"Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır."

Kaynak: Dinimiz İslam

ALLAH c.c. dan başka onun kudreti dışında gaybı bilirim demek küfürdür hakılsınız lakin ALLAH-U TEALA herşeyi yapmaya Kadir bildirirse Resulü de, evliyası da bilebilir. Yukarıdaki Hadis-i Şerif den de anlayabiliyoruz. ALLAH Rasulü (s.a.v) efendimizin geleceği bildiren çok hadisi şerifi vardır mutlak ki bu ALLAH c.c. izni ile olmuştur...Bir iki tane arz edeyim...

"Bir zaman gelecek, insanlar, yalnız parayı düşünüp, helal haram düşünmeyecekler.) [Buhari]"

"Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalışan kimseler çıkacak." [Deylemi]

"Kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilecek, altını gümüşü [parası pulu] olmayan rahat edemeyecek." [Taberani]

"Ey dağ, sallanma, üstünde bir Peygamber, bir sıddık, iki de şehid var.) [Buhari] (Hz. Ömer ve Hz. Osmanın şehid olacağını haber verdi."

"Ya Osman halife olacaksın, hilafet gömleğini çıkarmak isteyecekler, sakın çıkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanımda iftar edeceksin.) [Hakim] Aynen vaki olmuştur.Hz.Osman evine haps olunduğu vakit nasipsizler içeri girmiş ve hilafetden vazgeç demişlerdir Hz.Osman r.a. halifeliği bırakmamış ve şehid edilmiştir ve o günde oruçlu idi.

"Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak." [Buhari]




Hz. Musa'nın, ledün ilmine sahip, yani Allahü teâlânın kendisine gaybları bildirdiği bir zata (Hızır A.S.), (Rabbimizin sana öğrettiği doğruyu bulmama yardım edecek, hayra götürecek bir ilmi bana da öğretmen için, sana tâbi olmak istiyorum) dediği Kuran-ı kerimde bildiriliyor. (Kehf 66)

Gaybları bilen, ledünni ilme sahip olan bu zatın Hz. Hızır a.s. olduğu bildirilmiştir. Resulullah efendimize ise, birçok gayblar bildirilmişti.


Kehf Suresi 59 ve 82.Ayetler


"59 - İşte zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik.

60 - Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."

61 - Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.

62 - İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi.

63 - Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti."

64 - Musa da demişti ki: "İşte aradığımız o idi." Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler.

65 - Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

66 - Musa ona: "Allah'ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi.

67 - (Hızır) dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.

68 - "İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?"

69 - Musa: "İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim" dedi.

70 - (Hızır) dedi ki: "O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!"

71 - Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: "Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın."

72 - (Hızır ) "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi.

73 - Musa dedi ki: "Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma."

74 - Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa: "Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın" dedi.

75 - Hızır dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?"

76 - (Musa) dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.

77 - Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: "İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın" dedi.

78 - Hızır dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."

79 - "Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı."

80 - "Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk."

81 - "İstedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin."

82 - "Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur."

Göründüğü üzere ALLAH-U TEALA nın izniyle Hz. Hızır a.s. Hz.Musa a.s. yolda giderken önceden olacaklar gösterilmiş ve Hz.Hızır a.s. gösterilen doğrultusunda hareket etmiştir. Vaktim az olduğu için daha geniş araştıramadım hakkınızı helal ediniz güzel kardeşim. Tasavvuf konusuna gelirsek bilmeyen ve anlayamayan çok kişi saldırmıştır bu güzel yola lakin bir olayı anlamıyorsak nasıl eleştiririz. Tasavvuf Ehl-i Kuran ve Sünnet ışığında hayatını sürdürür. Zaten tasavvuf tarifi ise ruh eğitimidir. Yani Din-i İslamı ruhunu vererek yaşamaktır. Bakınız o kadar Tasavvuf Ehl-i Mübarek kişilerden yazılar ekliyorum Kuran ve Sünnet dışında bir kelamlarını öğütlerini gördünüz mü?

"Tasavvufa ve tarikatlara karşı olduğunu söyleyen kişilerden art niyet taşımayanlarının(her ne kadar siz onları nasipsiz ve gönül kapısı kapalı olarak görseniz de) bunu dile getirmelerinin sebebi; genel tasavvuf anlayışının içerisinde Kuran ve Sünnete muhalif noktalar olduğu konusunda ciddi kaygıları olmasındandır."

Güzel kardeşim dikkat ederseniz ki bu sitde dahi tasavvufu eleştiren kardeşlerimiz vardır bizden hiç nasipsiz dediğimizi duydunuz mu? İstisnaları tasavvuf Ehl-i Mal etmemek gerek. Biz bizi eleştirenlerede (dediğiniz gibi art niyetli kişileri ayrı tutup ALLAH-U TEALA nın takdirine bırakıyoruz) kardeşimiz diyoruz. Benim hep söylediğim bir kelam vardır ki; Bir olalım hep olalım. Birlik Dirliktir. Yollar farklı Gaye aynıdır güzel kardeşim...

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz...


Bu mesaj 2 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 12.09.2006 - 18:56 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 12.09.2006 - 18:53
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

İmâm-ı Muhammed Gazâlî rahmetullahi aleyh (Kimyâ-i seâdet) kitâbında buyuruyor ki, müslimân olan bir kimseye, ilk önce (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah) kelimesinin manâsını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye (Kelime-i tevhîd) denir. Her müslimânın, kelime-i tevhîdin manâsına hiç şübhe etmeden, yalnız inanması yetişir. Bunları, delîl ile isbât etmesi ve akla uydurması farz değildir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, arablara, delîl ile bilmelerini ve bu delîlleri de söylemelerini, şübhelerini araşdırıp, bunların çözülmesini emr buyurmadı. Yalnız inanmalarını, şübhe etmemelerini emr eyledi. Herkesin böyle kısaca îmân etmesi yetişir. Fekat, her şehrde birkaç din âliminin bulunması farz-ı kifâyedir. Bunların, delîlleri bilmesi, şübheleri gidermesi, süâlleri çözmeleri vâcibdir. Bunlar, müminlerin çobanı gibidir. Bir tarafdan, onlara itikâd, yanî îmân bilgisi öğretir. İtikâdlarını korur. Bir tarafdan da din düşmanlarının iftirâlarına cevâb verirler.

Kelime-i tevhîdin manâsını, Kurân-ı kerîm bildirmekde, Resûlullah da sallallahü aleyhi ve sellem bu bildirilenleri açıklamakdadır. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu açıklamaları öğrendi ve kendilerinden sonra gelenlere bildirdiler. Eshâb-ı kirâmın bildirdiklerini hiç değişdirmeden, olduğu gibi, kitâblara geçirerek bizlere ulaşdıran yüksek din âlimlerine (Ehl-i sünnet âlimi) denir. Herkesin, Ehl-i sünnet itikâdını öğrenmesi, bu inançda birleşmeleri, sevişmeleri lâzımdır. Seâdetin tohumu, bu itikâddır ve bu itikâdda birleşmekdir. [Fâideli Bilgiler]


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 13.09.2006 - 13:55 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 13.09.2006 - 13:50
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE:

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser

Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Buhari - Muslim ve Tırmizide geçen bir Hadis-i Şerif de ALLAH c.c. Resulü şöyle buyurmuştur:

"Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır."

Kaynak: Dinimiz İslam





Benim elimdeki kaynaklarda örnek verdiğiniz hadis-i şerif şu şekilde geçiyor.

Ebû Hüreyre|Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: sizden önce gelip geçen anlar içinde Benî İsrâil'den öyle kimseler vardı ki, onlar peygamber olmadıkları halde kendilerine haber ilhâm olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa o da muhakkak Ömer'dir.(Buhari- Eshabı Resulullahın Fezaili Babı-1496)

Yani sizin söylediğiniz gibi hadiste vukuundan önce olayları haber vermek ve keramet ehli gibi lafızlar geçmemektedir. Ama konunun açıklık kazanması açısından keramet ve ilham kavramlarını açıklayalım.

Kerâmet sözlükte kerîm olmak, değerli olmak anlamına gelir. Allah Teâlâ insanı değerli (kerâmetli) yarattığını ve bir çok şeyi onun emrine verdiğini açıklamıştır. "Adem oğullarına gerçekten çok değer verdik (çok kerâmetli kıldık). Onları karada ve denizde taşıdık ve güzel şeylerle rızıklandırdık. Yarattıklarımızın bir çoğundan da üstün kıldık." (İsra 17/70)İnsanoğlunun dışında, gideceği yere başkaları tarafından taşınan bir mahluk yoktur. Bir insanın denizde balık gibi yüzerek gitmesi mi kerâmettir, yoksa bir gemide oturarak ve yatarak gitmesi mi?
Havada kuşlar uçar. İnsanın kuş gibi uçarak istediği yere gitmesi mi, yoksa bir uçağın içinde gitmesi mi kerâmettir? Bunlara bakarak Allah'ın insana ne kadar değer verdiğini anlamak gerekir.
Allah'ın insanoğluna en büyük ikrâmı, şüphesiz ki, şirkten uzak bir imandır.
"İnananlar ve imanlarını şirkle bulandırmayanlar var ya işte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturanlar da onlardır." (En'am 6/82)İnsanların en kerîminin, yani en kerâmetli olanının kim olduğunu da Allah Teâlâ açıklamıştır:
"Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en kerîm olanınız takvâsı en iyi olanınızdır." (Hucurât 49/13)

Keramet deyince yukarıda anlatılanlar değil, olağanüstü şeyler kastedilir. Bunlar bir elçide görülürse adına mucize, velide görülürse kerâmet denir. Veli, Allah'a karşı gelmekten sakınan her müslümandır.
"İyi bilin ki Allah'ın velilerine korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
Bunlar inanmış olan ve takva ehli bulunan kimselerdir.
Onlara bu dünya hayatında da Ahirette de müjde vardır." (Yunus 10/62-64)

O müjde en sıkıntılı anda bile müminleri rahatlatır.
İşte Allah bu dostlarını hiç bir zaman yalnız bırakmaz.
"Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu gösterir.
Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Her kim Allah'a dayanırsa o ona yeter. Çünkü Allah işini tastamam yapar. Allah her şeye, muhakkak bir ölçü koymuştur. " (Talâq 65/2-3)


Yardım eden Allah olduğuna göre yardımı olağan yollarla da yapar olağan dışı yollarla da. İşte Allah'ın olağan dışı yollarla yaptığı yardıma kerâmet denir.
Kerâmet Allah'ın bir nimetidir; bütün nimetler gibi ona da şükretmek gerekir. Mal, mülk, mevki ve makam gibi kerâmet de insanı saptırabilir. İnsan kerâmeti değil, Allah'ın rızasını aramalıdır.
Allah Teâlâ sıkışık zamanlarda mü'min kullarına, şu veya bu şekilde mutlaka ikramda bulunur. Yukarıdaki ayet bunu göstermektedir. İnsan bu ikramı kendinden değil, Allah'tan bilmelidir. Mal ve mülkle öğünmek nasıl çirkinse kerâmetle övünmek de çirkindir.
Bedir savaşında sıkışan müslümanların yardımına Allah Teâlâ melekleri göndermiş ama zaferin meleklerin yardımıyla değil Allah katından verildiğini de vurgulamıştır. Onu açıklayan âyet zihinlerimizde hep yankılanmalıdır.
"Hani siz Rabb'inizden yardım istiyordunuz. O da; "İşte ben size birbiri ardınca gelen bin melekle yardım gönderiyorum" diyerek isteğinizi kabul etmişti.
Allah bunu, sadece size müjde olsun ve gönlünüz bununla rahatlasın diye yapmıştı. Yoksa zafer (meleklerden değil) yalnız Allah katındandır. Allah güçlüdür ve her şeyi yerli yerinde yapar." (Enfal 8/9-10)

Kendisinde kerâmetler görülen kimse kurtuluşa erdiğini zannetmemelidir. Dünya hayatı engebeli bir koşudur. Her an bir şeye takılıp düşebiliriz.
Ölünceye kadar kulluğa devam etmek gerekir. "Ölünceye kadar Rabb'ına ibadet et." (Hicr 15/99)


İlham, Allah'ın, kulunun kalbine bir şey doğurmasıdır. Sezgi de bu anlamda kullanılır. Şüphesiz ilham vardır. Eğer Allah'ın ilhamı olmasa insanoğlu ilerleyemez. Bütün ilmi gelişmeler ve keşifler Allah'ın ilhamıyla olur.
Bu kelime Kur'an'da yalnız bir yerde geçer. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "aglaNefse) isyankârlığını ve takvâsını ilham edenin hakkı için, onu arındıran gerçekten umduğuna kavuşmuş, kirletip karartan da herşeyini kaybetmiş olur."; (Şems 91/8-10)

Anlam itibariyle "ilham", ıstılah olarak Allah (c.c.) tarafından insanlara şuur dışında, zihinlerinde yerleştirilmiş manasında kullanılmıştır. İnsanın nefsine iyi ve kötü'yü ilham etmenin iki anlamı vardır. Birincisi, yaratıcısı ona iyi ve kötü eğilimi yerleştirmiştir ve bu his herkeste mevcuttur. ikincisi, herkeste şuursuz olarak şu tasavvurlar oluşmuştur: Ahlâk bakımından hangi şey iyi, hangi şey kötüdür ve iyi ahlâk ve amel ile kötü ahlâk ve amel birbirine eşit değildir, fücur (kötü ahlâk) çirkin bir şeydir, takva (kötülükten sakınmak) iyi bir şeydir. Bu düşünceler insan için yabancı değildir. İnsanın fıtratı buna aşinadır. Yaratıcısı ona doğuştan iyi ve kötüyü temyiz etme yeteneği vermiştir. Aynı nokta Beled suresinde şöyle ifade edilmiştir: "Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" (Beled 10) . Dehr suresinde ise "Biz ona yolu gösterdik. Ya şükredici veya nankör olur" (Dehr 3) denmiştir. Kıyamet suresinde de şöyle buyurulmuştur: "Kendini kınayan (nedamet çeken) nefse yemin ederim ki..." (Kıyamet 2) ve "Doğrusu insan kendisini kurtarmak gayesiyle delil gösterse bile (kendini kurtaramaz) . Çünkü gözü, dili ve ayağı gibi bütün uzuvları kendi aleyhinde şahitlik eder" (Kıyamet 14-15)
Burada şu iyice anlaşılmalıdır ki, Allah (c.c.) fıtrî ilhamı her mahlukatın mahiyetine göre vermiştir. Tâhâ suresinde şöyle ifade edilmiştir. "Rabbimiz, herşeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir, dedi." (Tâhâ 50) . Örneğin hayvanların her çeşidine kendi ihtiyacına göre ilim ilhamı verilmiştir. Sözgelimi balık kendi kendine yüzmeye başlar, kuşlar uçar, arılar kendi kendine petek yapar. İnsanlara da çeşitli mahiyetlerine göre ilham yoluyla ilim verilmiştir. İnsanın bir yönü, hayvanî varlığa sahip olmasıdır. Bu açıdan ilham yoluyla ilme en iyi örnek, doğumdan hemen sonra çocuğun annesinden süt emmeye başlamasıdır. Eğer Allah (c.c.) fıtrî olarak ona bu ilmi vermeseydi dünyadaki hiçbir teknik bunu öğretemezdi. İnsanın diğer yönü, kendisine akıl verilmiş olmasıdır. Bu bakımdan insanlar ilham yoluyla verilen ilim işinde peş peşe keşif ve icatlarda bulunarak medeniyeti ileri götürmüşlerdir. İcat ve keşiflerin tarihine bakılırsa görülecektir ki, icat kişinin kafa yormasının sonucu değildir. Her icat, başlangıçta insanın zihninde birdenbire oluşan ilhama dayanarak gerçekleşmiş, sonra da yeni bir icat olmuştur. Bu iki mahiyet dışında kişinin bir de ahlâkî varlığı söz konusudur. Bu bakımdan Allah (c.c.) ona hayır ve şerrin farkını; hayrın iyi, şerrin ise kötü bir şey olduğunu ilham olarak vermiştir. Bütün insan toplumlarının hayır ve şer tasavvurundan yoksun olmaması evrensel bir gerçektir. Bu nedenle tarihteki her nizamda iyiliğe mükafaat ve kötülüğe ceza tasavvuru vardır. Değişik şekilde de olsa bu vardır. Her devirde ve medeniyetin her seviyesinde bu tasavvurun mevcut olması, bunun insanın fıtratında mevcut olduğunun apaçık ispatıdır. Diğer bir delil de, bu tasavvuru insanın fıtratında Hakim yaratıcısının var etmesidir. Çünkü bu tasavvurun, insanın meydana geldiği maddi unsurlardan ve bu dünyanın maddî nizamını işleten kanunlardan kaynaklandığına dair bir iz yoktur.





Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser
ALLAH c.c. dan başka onun kudreti dışında gaybı bilirim demek küfürdür hakılsınız lakin ALLAH-U TEALA herşeyi yapmaya Kadir bildirirse Resulü de, evliyası da bilebilir. Yukarıdaki Hadis-i Şerif den de anlayabiliyoruz. ALLAH Rasulü (s.a.v) efendimizin geleceği bildiren çok hadisi şerifi vardır mutlak ki bu ALLAH c.c. izni ile olmuştur...Bir iki tane arz edeyim...

"Bir zaman gelecek, insanlar, yalnız parayı düşünüp, helal haram düşünmeyecekler.) [Buhari]"

"Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalışan kimseler çıkacak." [Deylemi]

"Kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilecek, altını gümüşü [parası pulu] olmayan rahat edemeyecek." [Taberani]

"Ey dağ, sallanma, üstünde bir Peygamber, bir sıddık, iki de şehid var.) [Buhari] (Hz. Ömer ve Hz. Osmanın şehid olacağını haber verdi."

"Ya Osman halife olacaksın, hilafet gömleğini çıkarmak isteyecekler, sakın çıkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanımda iftar edeceksin.) [Hakim] Aynen vaki olmuştur.Hz.Osman evine haps olunduğu vakit nasipsizler içeri girmiş ve hilafetden vazgeç demişlerdir Hz.Osman r.a. halifeliği bırakmamış ve şehid edilmiştir ve o günde oruçlu idi.

"Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak." [Buhari]







Gaybı bildirme konusunda Peygamber Efendimizi örnek göstermeniz sebebiyle bu konudaki ayetleri yeterince incelemediğiniz kanaatine kapıldım. Zira çeşitli ayetlerde gaybı bildirme konusunda Allah c.c. tarafından seçilen peygamberlerin istisna tutulduğu açıkça belirtiliyor.

Allah inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir, temizi pisten ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat Allah peygamberlerinden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah'a ve peygamberlerine inanın; inanır ve sakınırsanız size büyük ecir vardır.(Ali İmran 179)

Yine bu konuda daha önceki yazıda da geçmiş olan bir ayet ise şöyle;

Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.(Cin 26-27)



Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser
Hz. Musa'nın, ledün ilmine sahip, yani Allahü teâlânın kendisine gaybları bildirdiği bir zata (Hızır A.S.), (Rabbimizin sana öğrettiği doğruyu bulmama yardım edecek, hayra götürecek bir ilmi bana da öğretmen için, sana tâbi olmak istiyorum) dediği Kuran-ı kerimde bildiriliyor. (Kehf 66)

Gaybları bilen, ledünni ilme sahip olan bu zatın Hz. Hızır a.s. olduğu bildirilmiştir. Resulullah efendimize ise, birçok gayblar bildirilmişti.





Hızır aleyhisselam ile ilgili olarak Buharî'de uzunca bir hadis-i şerif vardır. Konuya açıklık getirdiği için hadis-i şerifi aynen zikretmek yararlı olacaktır.

Übeyy b. Ka'b(rha) Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet ediyor: "Musâ aleyhisselam İsrail oğullarına konuşma yapmak üzere kalktı. Kendisine, "En çok âlim olan kimdir?" diye soruldu. O da "En bilgili benim." dedi. Allah Teâlâ bundan dolayı onu ayıpladı. Çünkü bütün ilmi ona vermemişti. Allah Tealâ: "İki denizin kavuştuğu yerde kullarımdan biri var, o senden bilgilidir." diye vahyetti.
Musa dedi ki, "Rabbım, onunla nasıl buluşabi lirim?" Allah Teâlâ buyurdu ki, "Sepete bir balık koy ve yanına al, balığı nerede kaybedersen o oradadır."
Musa yola koyuldu. Genç hizmetçisi Yuşa b. Nûn ile birlikte yürüdüler. Sepet içinde bir balığı da sırtladılar. Bir kayanın yanına gelince başlarını koyup uyudular. Balık sepetten çıktı, denize doğru yol alıp gitti. Hz. Musa ve genç hizmetçisinde bir gariplik vardı. Gecenin arta kalanında ve gün boyu yürüdüler. Sabah olunca Musa genç hizmetçisine dedi ki, kahvaltımızı getir, bu yolculuk bizi epey yordu.
Belirtilen yeri geçinceye kadar Hz. Musa bir yorgunluk duymamıştı. Genç hizmetçi dedi ki, "Gördün mü, kayanın orada dinlendiğimiz zaman balığı unutmuşum." Musa dedi ki, "İşte istediğimiz buydu." İzlerini takibederek geri döndüler.
Kayanın yanına vardılar baktılar ki, orada kumaşa bürünmüş bir adam var. Musa selam verince Hızır dedi ki, "Güvenlik nere burası nere"
O, "Ben Musa'yım." dedi. Hızır, "İsrailoğullarının Musa'sı mı? " diye sordu. "Evet" dedi ve ekledi: "Sana öğretilmiş olan olgunluktan bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" Hızır dedi ki, "Ya Musa, sen benimle birlikte olmaya dayanamazsın. Ben Allah'ın bana öğrettiği bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Allah'ın sana öğrettiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem." Musa dedi ki, inşaallah benim sabırlı olduğumu göreceksin, sana hiç bir konuda karşı çıkmam."
Bunun üzerine deniz sahilinde yaya olarak gitmeye başladılar. Kendi gemileri yoktu. Bir gemi geldi, ona binmek için konuştular. Hızır'ı tanıyan oldu, ücret almadan gemiye aldılar.
Bir serçe gelip geminin kenarına kondu, gagasını bir iki kere denize daldırdı. Hızır dedi ki, "Ya Musa, benim ve senin ilmin, Allah'ın ilminden ancak şu serçenin gagasıyla denizden aldığı kadar bir şeydir.
Hızır tuttu geminin tahtalarından birini söktü. Musa dedi ki, "Bunlar bizi ücret almadan bindirdiler, sen de tuttun onları batırmak için gemilerini deldin."
Hızır, "Demedim mi, sen benimle beraber olmaya dayanamazsın." dedi. Musa: "Unuttuğum için kusuruma bakma" dedi.
Hz. Musa'nın ilk karşı çıkması unuttuğu içindi.
Yürüdüler, baktılar ki, bir erkek çocuk arkadaşlarıyla birlikte oynuyor. Hızır üstten çocuğun kafasını tuttu ve eliyle yerinden çıkardı (boynunu kırdı). Hz. Musa hemen atıldı: "Bir cana karşılık olmadan temiz bir canı öldürdün ha?" Hızır dedi ki, "Sana demedim mi, sen benimle beraber olmaya dayanamazsın, diye?"
Yürümeye devam edip bir yere geldiler, yemek istediler ama halk onları konuk etmekten kaçındı. Önlerine, yıkılmak üzere olan bir duvar çıktı. Hızır eliyle duvara işaret etti, sonra onu doğrulttu. Musa dedi ki, "İsteseydin buna karşılık bir ücret alabilirdin." Hızır dedi ki, "İşte bu beni senden ayırır."
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, "Musa'ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır göstersin de birlikte yapacakları daha çok şey bize anlatılsın. (Buharî İlim, 44)"

Burada Hz. Hızır'ın şu sözü dikkatimizi çekiyor:
"Ben Allah'ın bana öğrettiği bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Allah'ın sana öğrettiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem."
Hz. Musa aleyhisselam Allah'ın elçisidir. Elçiler Allah'ın kendilerine verdiği görevi yaparlar. Bu da insanlara doğru yolu göstermek ve onlara rehberlik yapmaktır. Şu âyet bunu açıkca belirtmektedir:
"Ey Elçi biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Kendi izniyle Allah yoluna çağıran ve aydınlatan bir lamba olarak." (Ahzâb 33/45-46)
Bir elçinin yaptığı davranışları her insan yapabilir. Çünkü onlar örnek kişilerdir. Onlarda Hz. Hızır'ınkine benzer garip davranışlar görülmez. Elçilerin gösterdikleri mucizeler ise onların elçiliklerini ispattan başka bir gaye taşımaz.
Hızır aleyhisselamın bilgisine elçilerin ihtiyacı yoktur. Bunu anlamak için yukarıdaki üç olayın içyüzünü anlatan şu âyetleri okuyalım:

"aglaHızır, Musa'ya dedi ki: Şimdi sana sabredemediğin şeyin içyüzünü bildireceğim:
O gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü onların ilerisinde, tuttuğu gemiyi zorla alan bir kral vardı.
Çocuğa gelince, onun anası babası mümin insanlardı. Bunun onları azgınlığa ve kâfir olmaya zorlayacağından korktuk.
İstedik ki, Rab'leri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin.
Duvar ise şehirde iki yetim çocuğundu. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, onlar olgunluk çağına girsinler de hazinelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinin bir merhametidir. Yoksa bunu ben kendiliğimden yapmış değilim. İşte senin sabredemediğin şeyin iç yüzü." (Kehf 18/78-82
)

Bu olayın ibret verici bir çok yönü vardır. Bize göre en önemlisi şudur: Allah'tan gelen her şeye teslim olmak ve bizim için hayırlı sonuçlar doğuracağına inanmak gerekir. Çünkü hoşumuza gitmeyen nice olaylar vardır ki, daha sonra ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkar.
İşte hikmet budur. Hikmet bir şeyin yerli yerinde olduğunu gösteren şeydir. Bir olayın hikmetini anlayamadık diye üzülüp ümitsizliğe kapılmaya gerek yoktur.
Elçilerde bu gibi garip davranışlar görülmez. Çünkü onların davranışları ümmetleri için örnektir. Ama Hızır'ın davranışları örnek alınamaz.
Yukarıdaki işleri Hz. Musa yapsaydı ve bir yahudi bunu örnek alıp anasına babasına zahmet verecek diye bir çocuğu öldürseydi veya başkası gasbedecek diye birinin malına zarar verseydi insanlar arasında emniyet ve huzur kalır mıydı? O zaman herkes yaptığı garip davranışa bir kılıf bulup delil olarak da Hz. Musa’yı göstermez miydi?
Yukarıdaki hadis-i şerif Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözleriyle bitmiştir:
"Musa'ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır göstersin de bize, birlikte yapacakları daha çok şey anlatılsın."
Bu hadis-i şerif açıkca gösteriyor ki, Hz. Hızır'dan öğrenilenler âyette belirtilenlerle sınırlıdır. Bu konuda Hz. Muhammed bile fazla bir şey bilmemektedir.

"İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?"aglaKehf 68) ayetindeki sözün muhatabı Allah'ın büyük peygamberlerinden olan Hz. Musa(a.s)'dır ki o bile Hz. Hızır'ın sahip olduğu Ledün ilmine hikmetini kavrayamadığından dolayı sabredememiş ve ondan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu gerçekler karşısında artık kim Hz. Hızır'a öğretilen ilmin kendine de öğretildiğini iddia edebilir?


Kaynaklar:

Tefmihul Kuran-Mevdudi
Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış-Abdülaziz Bayındır



Not: Kardeşler sizden ricam lütfen yazılarda geçen ayeti kerimeleri biz bunları tam olarak anlayamayabiliriz diyerek üstünkörü geçmeyin. Çeşitli meallerden ve tefsirlerden araştırın. Ben, benim eklediğim yazılardaki bütün yorumlar doğrudur demiyorum. Ama sizin de bir sonuca ulaşmanız için konularda geçen ayetleri iyice incelemeniz lazım ki böylece bana da eklediğim yazılardaki yorumların doğru veya yanlış olduğu konusunda yardımcı olabilesiniz.

Yüce Rabbimiz c.c. Kuran-ı Kerim'in Kamer süresinde kısa aralıklarla üstüste 4 kere "velegad yusirrunel kurane lizzikri fehel min müddekir" yani "Andolsun ki, Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık, fakat düşünen mi var?"aglaKamer 17,22,32,40) buyuruyor. Allah-u Teala'nın "kolaylaştırdım" dediğine kim "anlaması zor" derse apaçık dalalet içindedir.

Ekleme Tarihi: 14.09.2006 - 14:37
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

"peygamber olmadıkları halde kendilerine haber ilhâm olunurdu."

Güzel kardeşim haber ilham olurdu demek vukuundan önce bilmek değilmidir? Bakınız .

"Hz. Ömer, Medinede hutbe okurken, İrana gönderdiği ordu mağlup olmak üzere iken, bu hali görüp, kumandana, (Ya Sariye, arkanı dağa ver) buyurdu. O da, dağa yanaştı ve zafere kavuştu. (Cami-ul-keramat, Kısas-ı enbiya, Şevahid, İrşad-üt-talibin)"

"Hz. Ali, vefat edeceği zaman, (Tabutumu Arneyne götürün, orada ışık saçan bir kaya görürsünüz. Beni oraya defnedin!) buyurdu. Öyle yaptılar, buyurduğu gibi buldular. (Şevahid)"

"Hz. Osman, yanına gelen birine, (Gözünde zina eseri var. Bir kadına bakmışsın) buyurdu. O kimse, (Nereden bildin?) dedi. Hz. Osman da, (Müminin firasetinden korkun, o, Allahın nuru ile bakar) hadis-i şerifini bildirdi. (Buhari) (Cami-ul-keramat)"

İslam âlimleri de buyuruyor ki:
(Evliyanın kerameti, enbiyanın mucizelerinin devamıdır. Bunun için bu ümmetin evliyasından hasıl olan kerametler de Peygamber efendimizin mucizesidir.) [Şevahid]

(Velinin kerameti, nebinin mucizesidir. Bunun için bu ümmetin evliyasından hasıl olan kerametler de, Peygamber efendimizin mucizelerinden sayılmıştır.) [Birgivi Vasiyetnamesi]

(Gaybdan bilmek Peygamberlerin mucizesidir. Evliyanın gaybdan bildiği kerametleri de yine Resulullahın mucizesinin devamıdır.) [İbni Abidin R. Muhtar]

Hadis-i Şerif de

"Kalbleriniz temiz olsa idi, siz de benim duyduklarımı duyardınız." [İ. Ahmed, Taberani]

buyuruyor ALLAH Resulü. Hadis-i Şerife göre kalbiniz temiz ise ALLAH-U TEALA nın izni ile benim duyduklarımı duyabilirdiniz manası çıkıyor Hz.Ömer r.a. örneğinde olduğu gibi. Diyoruz ki ALLAH-U TEALA herşeye yapmaya Kadirdir. Dilerse istediği Peygamberlerine Sahabesine Evliyasına sevdiği kullarına bildirebilir dikkat ediniz bildirir demiyorum bildirebilir diyorum. Hz.Ömer (r.a.), Hz.Osman (r.a.), Hz.ALi (r.a.) rivayetlerinde olduğu gibi...En doğrusunu ALLAH c.c. bilir...

ALLAH-U TEALA ya Emanet Olunuz...


Bu mesaj 2 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 14.09.2006 - 18:36 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 14.09.2006 - 18:34
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Abdülhakîm Arvâsî hazretleri siyâsete hiç karışmamış, siyâsî fırkalara bağlanmamıştır. Bölücülüğe karşıydı. Talebeleri kendisine tekkelerin kapatılması ile ilgili olarak sorduklarında:

"Hükümet, tekkeleri değil, boş mekanları kapattı. Onlar kendi kendilerini çoktan kapatmışlardı." demiştir. Bu muazzam görüş, o günlerin umûmî mânâda tekke ve dergâh tipine âit teşhislerin en güzelidir.

Kânunlara uymakta çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi.

Abdülhakîm Efendinin yemesi, içmesi, yatması, kalkması, konuşması, susması, gülmesi, ağlaması hep İslâmiyete ve Resûlullah efendimizin hâline uygundu. Onun yemesini gören sanki âdet yerini bulsun diye yiyor zannederdi. Az yer, lokmaları küçük alır ve yavaş yerdi. Yakınları onu otuz senedir kaylûle yaparken veya yatarken bir defâ olsun sırt üstü veya sol tarafına dönüp yatmadığını söylemişlerdir. Hep sağ yanı üzerine yatar, sağ elinin içini sağ yanağı altına koyar, öyle yatardı. Her hâli istikâmet üzere idi. "İstikâmet yâni Allahü teâlânın beğendiği doğru yol üzere olmak kerâmetin üstündedir." sözünü sık sık tekrar ederdi.

Talebelerinden bâzıları o ilim deryâsı büyük velîden şu sözleri ve menkıbeleri nakletmişlerdir.

Her vesîle ile sohbetlerinde namazdan bahsederlerdi. "Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın." buyururdu.

Yine buyurdu: "Bir vakit namazımı kaybetmektense, dünyâları kaybetmeyi tercih ederim."

Talebelerinden birisi edeb hakkında sorduğunda;

"Edeb hudûda, sınırlara riâyet etmek onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhî hudûdu muhâfazadır, gözetmektir." buyurdu.

Talebelerinden birisi dünyâ sıkıntılarından bahsediyordu. Anlatması bittikten sonra;

"Allahü teâlâya inanan ve güvenen kimse neden mahrumdur. Allah'tan mahrum olan ise neye mâliktir." buyurdu.

Bütün bu nûrlar en son, toplandı bir hazînede,
ismi bu hazînenin: Abdülhakîm-i Arvâsî.

Gelince kalblere müceddid feyzi,
yetişdi her yerde, pekçok Velî.
Ekleme Tarihi: 14.09.2006 - 18:40
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE:

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Alıntı
Orijınalı Havz-i Kevser
İslam âlimleri de buyuruyor ki:
(Evliyanın kerameti, enbiyanın mucizelerinin devamıdır. Bunun için bu ümmetin evliyasından hasıl olan kerametler de Peygamber efendimizin mucizesidir.) [Şevahid]

(Velinin kerameti, nebinin mucizesidir. Bunun için bu ümmetin evliyasından hasıl olan kerametler de, Peygamber efendimizin mucizelerinden sayılmıştır.) [Birgivi Vasiyetnamesi]

(Gaybdan bilmek Peygamberlerin mucizesidir. Evliyanın gaybdan bildiği kerametleri de yine Resulullahın mucizesinin devamıdır.) [İbni Abidin R. Muhtar]




Kardeş yukarıda sözlerini aktardığın alimler kimdir tanımam bilmem. Bunlar mübarek insanlar da olabilir onlara bir sözüm yok. Ancak bunlar bunlar gibi şahsiyetlerin sözleri ancak Kuran'a ve Sünnete olan uygunluklarıyla değer kazanırlar.

Allah inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir, temizi pisten ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat Allah peygamberlerinden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah'a ve peygamberlerine inanın; inanır ve sakınırsanız size büyük ecir vardır.(Ali İmran 179)

Bu ayeti kerimede Allah-u Teala seçtiği peygamber dışında herhangi birine gaybı bildireceğini söylüyor mu söylemiyor mu bizim için önemli olan odur.

Sürekli Allah'ın c.c. herşeye kadir olduğunu söyleyerek örnek veriyorsunuz. Bu şekilde örnek vermek yanlıştır. Çünkü zaten Allah-u Teala'nın güç yetiremeyeceği hiç bir şey yoktur. Ama Allah'ın bir konuda vaadi varsa o vadinde durandır. Yani Eğer seçtiğim peygamberler dışında kimseye bildirmeyeceğini söylüyorsa bildirmez. Ama bu Allah'ın c.c. buna güç yetiremediği anlamına gelmez.

Lütfen bu konudaki ayetleri biraz daha araştırın.
Ekleme Tarihi: 15.09.2006 - 16:32
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Ey güzel kardeşim Ali İmran Suresi 179. Ayetin tefsirini aşağıda arz edicem bu Ayet niçin indirmiş açıkça yazıyor...

Elmalılı Hamdi Yazır Tefsirinde Ali İmran Suresi 179.Ayet

"179-Şimdi Uhud olayının yönelmiş olduğu sonuca gelelim:

Ey Muhammed ümmeti Allah Teâlâ, halis müminleri o bulunduğunuz karışık hal üzere bırakmazdı. Öyle sebepler tertip edecekti ki, sonuçta pisi temizden, münafığı müminden ayıracak, farkettirecekti. Bu ayırmayı yapmak için (Yani münafığı müminden) Allah hepinizi gaybden haberdar kılacak değildi. Yani sizin hepinizi münafıkların kalblerinden haberdar etmek suretiyle onları ayırt ettirecek değildi. Ve fakat Allah Peygamberlerinden her kimi dilerse seçer, ona onu (yani bu ayrımı) bildirir. Öteden beri ilâhî sünnet (âdet) budur. Muhammed Mustafa da böyle yapmıştır. Şu halde "Allah'a ve peygamberlerine inanın. Eğer inanır ve sakınırsanız, sizin için büyük bir mükâfat vardır." bundan önceki âyetlerde müminlere ahirete ait cezalar ile va'id (korkutma) gösterildiği gibi, bu âyette de münafıkların bozgunculukları meydana çıkarılıp rezil edilmek gibi dünyaya ait cezalarla va'd (müjde) leri gösterilmiş ve aynı zamanda müminlere büyük ecir müjdelenmiş ve İslâmi heyetin ıslahına ait mukaddimeler (prensipler) hazırlanmıştır ki, ahlak ve iktisad ile ilgili şu âyet de bu mukaddimelerdendir."

Bir önceki yazımızda eklediğimiz Alimleri tanımadığınızı söylediniz olabilir. Ehl-i Sünnet Alimleri yardımcı öğretmen gibidir. Günümüzün anlaşılamayan sorunlarını (Kredi kartı yada sigara gibi) Ehl-i Sünnet alimlerinin görüşlerini baş vurulup hayat yönlendirilir. Bu yazım size karşı edep gereği son yazımdır. Zira bir çıkar yol olmamaktadır. Yorum farklılığımız vardır. En doğrusunu ALLAH-U TEALA bilir. Son olarak avatarınızda osmanlı ordusunu görüyorum yorgun gözlerim yanlış görmüyorsa. Konstantiniye'nin fetih müjdesini (Mucizesini) 2 cihan güneşi Sevgili Peygamberimiz vermiştir. Konstantiniye'nin Fatih Han tarafından alınacağını Keramet olarak haber veren hangi Velimizdir. Hacı Bayram Veli k.s. hayatını okuduysanız Murad Hanla olan bir konuşması vardır.Daha iyi anlaşılacaktır...

Güzel RAB'bime Emanet Olunuz...
Ekleme Tarihi: 15.09.2006 - 18:30
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  

114 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.05.2005
En Son On: 10.03.2007 - 20:49
Cinsiyeti: Erkek 
Bu da benim son mesajım. Allah-u Teala bizlere mahşer gününde Peygamber efendimizin(sav) yanında havz-ı kevserin başında buluşmayı nasip eder inşallah. Amin..

Zuhruf-36 - Kim Rahmanın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur'anı gözardı ederse, Biz de ona bir şeytan musallat ederiz; artık o, ona arkadaş olur.

37 - Bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar, ama onlar kendilerinin hâla doğru yolda olduklarını sanırlar.

38 - Ta ki huzurumuza gelinceye kadar böyle devam eder. Huzurumuza çıktığında arkadaşına: "Keşke seninle aramız Doğu ile Batı arası kadar uzak olsaydı, meğer sen ne kötü arkadaşmışsın!" der.

39 - Allah buyurur: "Bu temenniniz bugün size hiçbir fayda vermez. Çünkü hayat boyunca, birlikte zulmettiniz. Burada da azabı birlikte çekeceksiniz."

40 - Sen sağırlara söz işittirebilir, körleri doğru yolda yürütebilir, besbelli sapıklıkta olanları hidayete erdirebilir misin?

41-42 - Ey Resûlüm! Biz seni vefat ettirip yanımıza alsak da, yine onlardan müminlerin intikamını alacağız. Yahut onlara vâdettiğimiz azabı, sana sağlığında gösteririz. Çünkü onlara karşı Biz her zaman güçlüyüz.

43 - O halde sen sana vahyedilen buyruklara sımsıkı sarıl, muhakkak ki sen dosdoğru yoldasın.

Ekleme Tarihi: 16.09.2006 - 16:32
Bu mesajı bildir   i-will-die-soon üyenin diğer mesajları i-will-die-soon`in Profili i-will-die-soon Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Amin İnşallah güzel kardeşim...

ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ HAZRETLERİ

Şeyh Muhammed bin Ebi'l-Fadl şöyle anlatmıştır:



"Zamânın sultânı Sultan Îsâ, bir gün Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin huzûruna gelip; "Efendim! Bize duâ ve nasîhat ediniz." deyince; "Ey Sultan! Zulümden, kötülüklerden, şakî olmaktan sakın. Babanda bu haller görülmüştü. Sen öyle olma!" dedi."

Bu sultan da, tebeasına âdil davranmıyordu. Bu bakımdan, söylenilen sözlere kulak asmadan kalkıp gittiği gibi Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine de bir hîle yapmayı düşündü. Üç bin altın götürüp, hediyemizdir, ihtiyaçlarınıza harcayınız diye vererek deneyecek, kabul ederse hemen geri alacaktı. Ertesi gün hilesini yapmak üzere huzuruna tekrar gitti. Yanında götürdüğü üç bin dirhemi önüne bırakıp; "Efendim, bunlar size hediyemizdir. Buyurun, dergâhınızın ihtiyaçlarına harcarsınız!" dedi. Abdullah bin Abdülazîz hazretleri sultana vakar ve heybetle bakıp; "Ey câhil! Kalk hemen buradan git! Bizi denemeye kalkışıyorsun! Biz Allahü teâlâya duâ edersek yer yarılır seni yutar. Bizi parayla ölçmek istiyorsun. Biz isteyince Allahü teâlânın izniyle şu oturduğumuz seccâdenin altından, birinden gümüş diğerinden altın akan iki çeşme ortaya çıkar! Su gibi altın ve gümüş akar." dedi.

Bu sözleri söyledikten sonra seccâdenin kenarını kaldırdı. Huzûrunda bulunanlar iki çeşme gördüler, birincisinden altın diğerinden de gümüş su gibi akıyordu.
Ekleme Tarihi: 16.09.2006 - 17:44
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  
Müminin firâsetinden sakınınız

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"Müminin firâsetinden sakınınız; zîrâ o, Allâh'ın nûru ile bakar." (Tirmizî, Tefsîr, 15) buyurmuştur. Şüphesiz ki bu firâsete, nefsinin gurûrundan sıyrılıp Allâh'ın nûruyla bakanlar nâil olabilirler. İslâm târihinde bu hâlin pekçok misâli vardır:
Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-, kendi rivâyetine göre; birgün Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-'a giderken yolda bir kadın görür. Kadının güzelliği aklına takılır. Bu düşünce ile Hazret-i Osman'ın yanına girer. Onu gören Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-:
"- Ey Enes! Gözlerinde zinâ izleri olduğu hâlde buraya giriyorsun." der.
Bu söz karşısında şaşıran Enes -radıyallâhu anh-, hayret içinde:
"- Allâh'ın Rasûlü'nden sonra da mı vahiy geliyor?" diye sorunca, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-:
"- Hayır, bu bir basîret ve doğru bir firâsettir." buyurur.
1.Kuşeyrî, Risâle, 238.
Ekleme Tarihi: 16.09.2006 - 17:51
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
RE: Müminin firâsetinden sakınınız

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı NurBahcesi

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"Müminin firâsetinden sakınınız; zîrâ o, Allâh'ın nûru ile bakar." (Tirmizî, Tefsîr, 15) buyurmuştur. Şüphesiz ki bu firâsete, nefsinin gurûrundan sıyrılıp Allâh'ın nûruyla bakanlar nâil olabilirler. İslâm târihinde bu hâlin pekçok misâli vardır:
Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-, kendi rivâyetine göre; birgün Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-'a giderken yolda bir kadın görür. Kadının güzelliği aklına takılır. Bu düşünce ile Hazret-i Osman'ın yanına girer. Onu gören Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-:
"- Ey Enes! Gözlerinde zinâ izleri olduğu hâlde buraya giriyorsun." der.
Bu söz karşısında şaşıran Enes -radıyallâhu anh-, hayret içinde:
"- Allâh'ın Rasûlü'nden sonra da mı vahiy geliyor?" diye sorunca, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-:
"- Hayır, bu bir basîret ve doğru bir firâsettir." buyurur.
1.Kuşeyrî, Risâle, 238.



Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

HAK TEALA Razı olsun bu paylaşım ve bilgi için güzel kardeşim.
ALLAH c.c. a Emanet Olunuz...
Ekleme Tarihi: 16.09.2006 - 17:55
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ
(Kuddise sirruh)


Bir gün sed kenarında hasır koltuklarında İstanbul'a doğru bakarlarken yanındakilere dönerek;
"Şu İstanbul ne garip belde! İnsan mümin olmak için de, kâfir olmak için de burada her vâsıtayı, her imkânı bulabilir." buyurdu.

Bir gün bir derslerinde şöyle buyurdular:
"Bizim meclisimizde bulunanlar, sükût içinde otursalar ve sükûttan başka bir şey görmeseler bile, din bahsinde âlim geçinenlerin hatalarını keşfederler, bir bir çıkarırlar."

Kapalıçarşı'dan geçerken karşılarına tanıdıkları bir dükkancı çıktı. Adam hal hatır faslından sonra; "Efendim. Duâ edin de Allahü teâlâ ümmet-i Muhammed'i kurtarsın." deyince, o da cevâben:
"Siz bana o ümmeti gösterin. Ben de kurtulduğunu haber vereyim. Hani nerede o ümmet!" buyurdu.

Talebelerinden Hâfız Hüseyin Efendi anlatır:
Tahsîlimi İstanbul'da yaptım. Arabî ve Fârisî'yi iyi bilirdim. Her toplulukta söz sâhibiydim. Bir gün beni Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine götürdüler. Maksadım orada da söz sâhibi olmaktı. Kendisine çok yakın bir sandalyeye oturdum. Sohbete başladı. Hemen sonra sandalyede oturmaktan hayâ edip, yere indim. Sohbette, hiç bilmediğim, duymadığım şeyleri anlatıyordu. Yakınında yere oturmaktan da hayâ edip biraz geri çekildim. Biraz daha biraz daha derken nihâyet kendimi kapının önünde buldum. Nerede ise kapıdan dışarı çıkacak hâle gelmiştim. Ben yıllarca şeyhlik postunda oturmuş talebeleri olan biriydim. Seyyid Abdülhakîm'i görünce ancak talebe olacağımı anladım ve talebelerime:

"Seyyid Abdülhakîm Efendiyi görünce, tanıyınca şeyhliğin ne olduğunu anladım, eteğine yapışmaktan başka işim kalmadı." dedim. O büyük zâta talebe olmakla şereflendim.

Otuz yıl boyunca yanından ayrılmayan yakını Şakir Efendi anlatır:
Bir sabah dergâhın mescidinde namaz kılıyorduk. Efendi ile ikimizdik. Her zamanki gibi beni imâm yaptılar. Mescidin giriş kısmı baştan başa camekân olduğundan girişteki sofa şeklinde oturma yerinden mescidin içi apaçık görülürdü. Biz namaza hazırlanırken zevcem de gelip sofa kısmında çaylarımızı hazırlamaya koyulmuştu. Namaz ve duâ bitince, sofaya geçtik. Gördük ki semâverin etrafında iki çay bardağı yerine bir sürü bardak. Zevceme, bu kadar bardağa lüzum olmadığını söyleyip, niçin ikiden çok bardak getirdin, deyince, şu cevabı aldım: "Hayret! Arkanızda büyük bir cemâat vardı. Şimdi dağılmış."

Yine Şakir Efendi naklediyor:
İzmir'de Hisar Câmiindeydik. Huzurlarına on iki yaşında bir çocuk getirdiler. Çocuk dilsizdi. Anne ve baba çocuklarını kapmış, haberini aldıkları bu Allah'ın sevgili velî kulunun huzûruna duâ etmesi için getirmişlerdi. Çocuk yürüyüp geldi. Ellerini öptü. Abdülhakîm Efendi hazretleri çocuğa kısa bir nazar etti ve; "Oğlum ismin nedir?" diye sordu. Çocuk birden cevap verdi: "Ahmed!" Anne ve baba çocuklarının konuştuğunu görüp, hayretler içinde sevinç gözyaşları döktüler.

Mühim olan gerçek, ALLAH c.c. dostunu bulmaktır. Kendini şeyh diye tanıtıp içi hokkabaz olan insana şaşılır. Dahada şaşırtıcı olanı o hokkabaza görüp ALLAH c.c. dostlarını da hokkabaz zannedenlerdir...


Ekleme Tarihi: 17.09.2006 - 14:14
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh

Dîni dünyâ çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyûb Sultan, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy ve Beyoğlu Ağa Câmii kürsîlerindeki konuşmaları, bunların iftirâlarına sebeb oldu. Bunların tahriki ile Eylül 1943'te tutuklanarak İstanbul'dan İzmir'e götürüldü. Bir müddet Meserret otelinde sonra bir evde polis nezaretinde kaldı. Yakınları, kendilerinin Bursa'ya nakli veya İstanbul'a iâdesi için birkaç defâ teşebbüse geçtilerse de her defâsında red cevâbını aldılar. Nihâyet Ankara'ya nakline müsâde çıktı. Bu karar üzerine Ankara'da Hacı Bayrâm-ı Velî civârında, biraderinin oğlu Seyyid Faruk Işık'ın evine geldiler. Bu sırada hasta olduklarından Faruk Işık Bey'in evinde on sekiz gün hasta yattıktan sonra 27 Kasım 1943 (H.1362)'te vefât ettiler. Vefât ânında hafif bir zelzele oldu.


Ankara hiç sevmedikleri bir yerdi. Bu sebeple yakınları mübarek nâşın İstanbul'a nakli için resmî makamlara başvurdular. Ancak kabul edilmedi. Şehrin belediye sınırları içinde ölenlerin asrî mezarlığa gömülmesi şartı da vardı. Bu yüzden herkes eli kolu bağlı mahzun ve üzgün bir durumda bulunuyordu. Çünkü kendileri bu mezarlığa defnedilmeyi istemiyorlardı.


O sırada evin ahşap kapısı çalındı. Kapıda kim olduğu, nereden geldiği belli olmayan ak sakallı bir adam:


"Ankara civârında Bağlum isimli bir köy vardır. Oraya götürünüz, kendilerine uygun yer orasıdır." dedikten sonra dönüp gitti. Meçhul adamın arkasından koştularsa da sanki sır oldu ve ortadan kayboldu.


Keçiören'de dâmâdı İbrâhim Arvas Beyin evinde gasl, techiz, tekfîn ve namazı edâ edildikten sonra Ankara'nın kuzeyinde ve 24 km mesâfede bulunan Bağlum'a getirilerek defnedildi. Telkinini kimin vereceği, oğlu fazîletli Ahmed Mekki Efendiye sorulunca; "Babam Hilmi'yi çok severdi. Onun sesini iyi tanır. Telkinini Hilmi versin." buyurdu. Böylece telkin vermek ve kabr-i şerîfine girmek vazîfeleri talebesi Hüseyin Hilmi Işık Efendi'ye nasîb oldu.

Ağlasın kan ağlasın her müslüman
Çünki, Seyyid Abdülhakîm terk etti cân
Âlim ü âmil, veliyy-i kâmil idi.
Zâtına mevdu' idi sırr-ı nihân.

Bağlum nâhiyesi eskiden beri sel, yağmur, dolu gibi âfetlerin eksik olmadığı bir yerdi. Ancak Bağlum halkı Seyyid Abdülhâkim Arvâsî hazretleri buraya defn olunduktan sonra hiç âfet görmediklerini beyan etmişlerdir.


Seyyid Abdülhakim Efendinin; Sahabe-i Kiram ve İslam Hukuku Erriyâz-ut-Tesavvufiyye isimli eserleri mevcuttur. Ayrıca talebelerine gönderdiği risâle büyüklüğünde pek çok mektupları vardır. Arabi, Farisi ve Türkçe şiirler yazmıştır.


Abdülhakim Efendi'nin üç oğlu ve iki kızı vardı. Oğullarından Enver Bey hicret esnasında 1918'de Eskişehir'de vefat etti. İkinci oğlu faziletli Ahmed Mekki ÜçışıkEfendi İstanbul'da Kadıköy müftiliğinde bulunmuştur. 1967'de İstanbul'da vefat etmiş olup kabri Bağlum kabristanındadır. üçüncü oğlu Münir Efendi, İstanbul belediyesinde uzun seneler çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı, güzel ahlakı ile etrafının saygısını ve sevgisini toplamıştır. 1979'da vefat etti. Kabri Bağlum'dadır.

buyurduki;Senelerce kılınmamış nemâzları kaza etmek, imkânsız gibi olmuşdur. İnsanlar, şerî’ati terk etdikleri için, yanî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uymadıkları için ve islâm dîninin gösterdiği râhat ve huzûr yolundan ayrıldıkları için, dünyâda bereket kalmadı. Rızklar azaldı. Tâhâ sûresinde yüzyirmidördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Beni unutursanız rızklarınızı kısarım) buyuruldu. Bunun için, îmân rızkı, sıhhat rızkı, gıda rızkı, insanlık ve merhamet rızkı ve dahâ nice rızklar azaldı. (Hâşâ, zulm etmez kuluna hüdâsı, herkesin çekdiği kendi cezâsı) sözü Nahl sûresinin otuzüçüncü âyetinden alınmışdır. Bugünkü küfr karanlıkları ve Allahü teâlâyı, Peygamberi sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, islâmiyyeti unutmanın bereketsizlikleri ve sıkıntıları içinde, insan gece gündüz, kadınlı erkekli çalışıp, bir âilenin nafakasını, râhat yaşamasını temîn edemez hâle gelmişdir. Allahü teâlâya inanmadıkca, Onun bildirdiği islâm dînine uymadıkca, Onun Peygamberinin güzel ahlâkı ile bezenilmedikce, dalâlet, felâket akıntısını durdurmak imkânsızdır. İşte bugünkü şartlar altında, nemâzların kazâlarını ödeyebilmek için, hergün, sabâh nemâzından başka, dört vakt nemâzın sünnetlerini kılarken, ilk kazâya kalmış nemâzı kazâ etmeği de, niyyet etmelidir. Böylece hergün, bir günlük nemâz kazâsı ödenmiş olur. Hem de, sünnet kılınmış olur.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 19.09.2006 - 11:42 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 19.09.2006 - 10:33
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

İlim, amel ve ihlâs sahibi olan Müslümana islâm âlimi denir. Bu üçünden biri noksan olup da, kendini âlim tanıtana; kötü din adamı, yobaz denir.

İslâm âlimi; insanı, saadet kapılarını açan sebeplere kavuşturur, dinin bekçisidir.

Yobaz; insanı, felâkete sürükleyen sebeplerin içine düşürür, şeytânın yardımcısıdır.

Hakiki âlim bulamayan kimseler, dinimizi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeli ve bu kitapların yayılmasına çalışmalıdır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Allahü teâlânın çok sevdiği kimse, dinini öğrenen ve başkalarına öğretendir. Dininizi islâm âlimlerinin ağızlarından öğreniniz.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 22.09.2006 - 17:09 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 22.09.2006 - 17:06
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Hadimül Islam su an offline Hadimül Islam  

618 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 24.12.2005
En Son On: 04.08.2007 - 12:15
Cinsiyeti: Erkek 
Ve aleyküm selam kardesim,

Ebu'd-Derda (r.a.) anlatiyor:
-Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in söyle dedigini isittim;
"Kim bir ilim ögrenmek icin bir yola süluk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmis demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarini (üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki baliklar alim icin istigfar ederler. Alimin abid üzerindeki üstünlügü dolunayli gecede kamerin diger yildizlara üstünlügü gibidir. Alimler Peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras birakirlar, ama ilim miras birakirlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasip elde etmistir."
( Ebu Davud, Tirmizi, Ibnu Mace ..., Kütüb-i Sitte de 11.cilt sayfa 233)
Ekleme Tarihi: 22.09.2006 - 17:44
Bu mesajı bildir   Hadimül Islam üyenin diğer mesajları Hadimül Islam`in Profili Hadimül Islam Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ALLAH c.c. razı olsun kardeşim çok güzel bir hadis. HAK TEALA ilminizi arttırsın İnşallah...
Ekleme Tarihi: 23.09.2006 - 09:09
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Hindistândaki islâm âlimlerinin büyüklerinden Abdülhak-ı Dehlevî, 1052 [m. 1642] de vefât etmiştir. Çok kıymetli hadis kitabı olan (Mişkât-ül-mesâbîh)i fârisî olarak şerh etmiştir. (Eşi'at-ül-leme'ât) ismindeki bu şerhde, (Kitap-ül fiten) kısmında diyor ki: Eshâb-ı kirâmdan Huzeyfe diyor ki, (Resûlullaha ilerde hâsıl olacak fitnelerden sordum. Çünkü, bunların şerrine yakalanmaktan korkuyordum). Zararlı şeyden sakınmak, faydalı şeye kavuşmaktan daha mühimdir. Buradaki fitne, insanlar arasında karışıklık, döğüş demektir. Haram işlemenin yayılması da fitne ise de, bunu sormaya lüzûm yoktur. Çünkü, haramlar bellidir. (Yâ Resûlallah, biz, müslüman olmadan önce kötü kimselerdik. Allahü teâlâ, Senin şerefli vücûdün ile, islâm nîmetini, iyilikleri bizlere ihsân etti. Bu saadet günlerinden sonra, yine kötü zaman gelecek mi dedim. (Evet gelecek!) buyurdu. Bu şerden sonra, hayrlı günler yine gelir mi dedim. Yine (Evet gelir. Fakat, o zaman bulanık olur) buyurdu). Yâni, bu zamanda, iyilik kötülükle karışık olur. Kalbler, ilk zamanlarda olduğu kadar sâf ve tertemiz olmaz. Îtikatların sahih, amellerin sâlih ve idarecilerin adaletleri, birinci asırda ki gibi olmaz. Kötülükler, bid'atler, her tarafa yayılır. İyiler arasına kötüler, sünnetler arasına bid'atler karışır. (Bulanıklık ne demektir dedim. (Benim sünnetime uymıyan ve benim yolumu tutmıyan kimselerdir. İbâdet de yaparlar. Günah da işlerler) buyurdu). Hayr da yaparlar, şer de yaparlar. Bid'at işlerler. (Bu hayrlı zamandan sonra, yine şer olur mu dedim. (Evet. Cehennemin kapılarına çağıranlar olacaktır. Onları dinliyenleri Cehenneme atacaklardır) buyurdu. Yâ Resûlallah! Onlar nasıl kimselerdir dedim. (Onlar da, bizim gibi insanlardır. Bizim gibi konuşurlar) buyurdu). Yâni, arabî konuşurlar. Âyet ve hadis okuyarak, vaaz ve nasihat ederler. Fakat, kalblerinde hayr ve iyilik yoktur. (Onların zamanlarına yetişirsek, ne yapmamızı emredersin dedim. (Müslümanların cemaatine ve hükûmetine tâbi ol) buyurdu. Müslüman cemaati ve müslüman hükûmeti yoksa, ne yapalım dedim. (Bir kenâra çekil. Aralarına hiç karışma. Ölünceye kadar, yalnız yaşa!) buyurdu). Bir hadis-i şerifte, (Benden sonra öyle hükûmetler olur ki, benim yolumdan ayrılırlar. Kalbleri şeytan yuvasıdır. Bunlara da itaat ediniz! Karşı gelmeyiniz! Sizi döğse de, mallarınızı alsa da karşı gelmeyiniz!) Yâni, zâlim olan, malınıza, canınıza saldıran hükûmete de isyân etmeyiniz. Fitne çıkarmayınız. Sabr edip, ibâdetiniz ile meşgûl olunuz. Şehir içinde fitneden kurtulamazsanız, ormana sığınınız. Fitnecilere karışmamak için, ormana gidip, ot, yaprak yimek zorunda kalırsanız, ormanda kalınız da, fitnecilere karışmayınız! (İyi dinleyin ve itaat edin) buyurdu.
Ekleme Tarihi: 23.09.2006 - 09:51
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Abdülvehhâb bin İbrâhim şöyle anlatır:

Bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Bir evdeydik. Efendimiz ayakta duruyorlardı. Başkaları da vardı. Ortada bir kandil yanıyordu. Efendimize dönüp; "Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Eğer büyük günâhlardan kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örteriz." (Nisâ sûresi: 31) buyuruyor. Siz de mübârek hadîs-i şerîflerinizde; "Ümmetimden büyük günâh işleyenler için olan şefâatimi sonraya bıraktım." buyurdunuz. Allahü teâlâ küçük günâhlarımızı örtüyor, siz de âhirette büyük günahlarımız için bize şefâatçi oluyorsunuz. Bu durumda bize düşen sadece Rabbimizin rahmetini ummaktır." dedim. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz "Evet öyledir." buyurdu. Ben yine; "Yâ Resûlallah! Yine buyurdunuz ki: "Arşın gölgesinden başka hiç bir gölgenin bulunmadığı ancak arşın gölgesinin olduğu yerde üç sınıf insan gölgelenir." Bu üç sınıf kimlerdir." dedim. Resûlullah efendimiz; "Ümmetimden; gamı, üzüntüyü giderenler, benim yolumu ihyâ edenler ve bana çok salevât-ı şerîfe okuyup ananlar." buyurdu.
Ekleme Tarihi: 23.09.2006 - 18:53
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh bildirdi: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Şabân ayının son günü hutbede buyurdu ki: (Ey Müslimânlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece [Kadr gecesi], bin aydan dahâ fâidelidir. Allahü teâlâ, bu ayda, hergün oruc tutulmasını emr etdi. Bu ayda, geceleri terâvîh nemâzı kılmak da sünnetdir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabr ayıdır. Sabr edenin gideceği yer Cennetdir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda müminlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir orucluya iftâr verirse, günâhları afv olur. Hak teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruclunun sevâbı kadar, ona sevâb verilir.)


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 24.09.2006 - 15:25 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.09.2006 - 15:23
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
sevdamsin su an offline sevdamsin  

465 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.03.2006
En Son On: 03.03.2008 - 12:08
Cinsiyeti: Bayan 
Havz-i Kevser kardesim Allah c,c razi olsun sizden,

Tasavvuf bu kadar guzelmi anlatilir, ifade edilir,

MaasALLAH buyuk bir hazla okuyoruz insaALLAH..


saygi ve dua ilegül
Ekleme Tarihi: 24.09.2006 - 15:27
Bu mesajı bildir   sevdamsin üyenin diğer mesajları sevdamsin`in Profili sevdamsin Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

HAK TEALA Razı olsun kardeşim. Tasavvuf ve Tarikat ALLAH c.c. yoludur. Bu yoldan menfeat sağlamak değil ALLAH rızası için ilerlemek lazım gelir. Menfaat sağlayanları görüp kötülemek ne fenadır. Bizim gayemiz menfaat sağlayanların anlattığı tasavvufu değil; gerçek tasavvufu, gerçek tasavvuf ehlinden alıntılar yaparak anlatmak isteğimizdir. Bunu başarabiliyorsak Elhamdülillah doğru yoldayız demektir...

Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri büyük bir Mürşidi Kamil olup, O nun insanları saadete kavuşturmak için Tasavvufta (Tarikat) takib ettiği usullere ve gösterdiği yola Kadiriyye Tarikatı denilmiştir. Hz. Pir (KSA) buyuruyor: Tarikat, zikir ile Allah-ü Teala (CC) Hz.lerine kavuşma yoludur. Zikir, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerini hatırlamak demektir. Her sözünde ve her işinde, O'nun (CC) emirlerine ve yasaklarına sarılmaktır.

Hakiki yaşamak, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemek demektir. Allah-ü Teala (CC) Hz.lerine en yakın olan, ahlakı güzel, kalbi rahat olandır. En üstün amel, kalbin Allah (CC) Hz.lerinden başkasına yönelmemesidir.

Bidat yoluna sapmayınız. İtaat ediniz, muhalif olmayınız, sabrediniz. Özünüzü günahtan temizleyiniz. Kirletmeyiniz, hele Mevlanızın kapısından hiç ayrılmayınız.

Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir.

Nefsinin peşine düşüp de, rehberi yol gösterici hakiki alimleri (ilmiyle amil olan Evliya) dinlemeyen kimse gerçekten nasipsizdir.

İnsan kendini Kelime-i Tevhid söylemeye, Lailahe İllellah demeye alıştırmazsa, ölüm döşeğinde iken onu hatırlaması ve söylemesi güç olur.

Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, bir kulunu severse, ona fazla mal ve evlat vermez. Böylece, Allah (CC) Hz.lerine olan muhabbetini engelleyecek bir ortak olmamış olur. Çünkü Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Gayyur'dur. İbadette olduğu gibi, sevgide de ortaklığı kabul etmez.

Kim insanlardan bir şey istiyorsa, Allah (CC) Hz.lerini tanımadığı için istiyor. İmanı, marifeti ve yakini zaif olduğu için istiyor.

Kalb, dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve onun geçici lezzetlerinden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz.

İyi huy sahibi, insanlardan gelen şeylere aldırmaz. Bu hal ise, herşeyin Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin dilemesiyle olduğunu bilmektendir. Böyle olan kimse, nefsini hakir görür.

Biliniz ki, cehenneme girmek küfür sebebi iledir. Azabın arttırılması, derecelerin aşağı olması, günah ve çirkin ameller ve işlerledir. Cennete girmek ise, İman iledir. Nimetlerin arttırılması ve yüksek derecelere kavuşmak, Salih ameller ve güzel ahlak iledir. Ahirette olan çeşitli azablar, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin, cehennemlikler hakkındaki gazab ve kızgınlığı, cennette olan çeşitli nimetler ve lezzetler Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin cennetlikleri için olan Rahmeti sebebiyledir. Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin kullarından, dünyada kendine mubah edilen şeyi yiyen, lezzetlerinden istediği şey verilir. Bir kimse, dünyada kendisine mubah kılınan şeyi yemese, Cennetin derecelerinden pay ve nasibini haram etmiş olur. Bir kimse Cenneti inkar etse, cennetten ve cennetteki bütün nimetlerden mahrum olur.[1]

İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misâfirperver ve geceleri insanlar uyurken ibâdet edici olması, âlim ve cesûr olması.

Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir.

Büyük âlimlere tâbi olunuz. Bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız.


Bu mesaj 2 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 24.09.2006 - 16:08 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.09.2006 - 16:03
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:


Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce müslimân afv olur, âzâd olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytânlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır.

Allahü teâlâ, bu mubârek ayda Onun şânına yakışacak, kulluk yapmağı ve Rabbimizin râzı olduğu, beğendiği yolda bulunmağı, hepimize nasîb eylesin! Âmîn.


[Oruc tutmak güç olan yerlerde, oruc tutanlara ve din düşmanlarının yalanlarına aldanmayıp, oruclarını bozmıyanlara, dahâ çok sevâb verilir.

Ramezân-ı şerîf ayı, islâm dîninin nâmûsudur. Âşikâre oruc yiyen, bu aya hurmet etmemiş olur. Bu aya hürmet etmiyen, islâmiyyetin nâmûs perdesini yırtmış olur.

Nemâz kılmıyanın da, oruc tutması ve harâmlardan kaçınması lâzımdır. Bunların orucu kabûl olur ve îmânları olduğu anlaşılır.]

(Mektubat Tercemesi)
Ekleme Tarihi: 26.09.2006 - 14:02
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı. Bir defâsında bir hafta hiç yiyecek bulamadı. Sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi. Nefsine eziyet ettiğini düşünürken birisi kapıyı çaldı. Bir tabak yemek getirdi, o da yemeği alıp, yere koydu. Mum getirmeğe gitti, gelince bir kedinin yemeğini dökmüş olduğunu gördü. Su bardağını almaya gitti. Mum söndü. Su içmek isterken bardak düşüp kırıldı.

O da; "Yâ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat âcizliğimden sabredemiyorum." diyerek bir âh çekti. Bu âhtan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu:

"Ey Râbia, istersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayım. İstersen, üzerindeki dert ve belâları kaldırayım. Fakat bu dertler, belâlar ile dünyâ bir arada bulunmaz."

Bu sözü işitince; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma." diye duâ etti.

Bundan sonra dünyâ zevklerinden öyle kesildi ki; kıldığı namazı;"Bu benim son namazımdır." diye huşû ile kılar, hep Allahü teâlâ ile meşgûl olurdu. Hattâ birisi gelip kendisini Allahü teâlâ ile meşgûliyetten alıkoyar korkusuyla; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle de, kimse senden alıkoymasın." diye duâ ederdi.
Ekleme Tarihi: 27.09.2006 - 17:46
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

KADER:
(İnsan,kendi kaderini kendisimi belirler?Allahü teala mı belirler?Yoksa her ikisidemi?)

Kâinatta meydana gelen her şey,muhakkak yüce Allahın bilmesi,dilemesi ve
yaratmasıyla olur. Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gel-mesini,Cenab-ı Hakkın ezelde dilemiş olmasına KADER denir.Yüce Allahın
böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi,zamanı gelince meydana getirmesinede
Kaza denir. Örneğin,herhangi bir insanın falan günde meydana gelmesini
yüce Allahın ezelde dilemiş olması bir kaderdir.O insanın takdir edilmiş günde
yaratılması da bir kazadır.Bununla beraber kaza sözü,takdir ve hüküm manasına
da gelir.
Kaderiyye ve Mutezile(sapkın mezhebler)ye göre;Allah insanlara kudret ve
irade vermiştir.İnsanlar bütün işlerini yaratır(Kul filinin hâlıkıdır). Yani amelinin
yaratıcısıdır,derler.Kolun titremesi,kalbin atması kendiliğinden oluyor.Fakat kolu
kaldırmayı,yürümeyi insan yapıyor,dediler. İnsan,istekli işlerini kendi yapmasaydı
Allah iyiliklere mükâfât kötülüklere azâb yapması adaletsizlik olurdu,dediler.Böyle inanışlarına kanıt olarak; Allah insanlara zulm etmez.İnsanlar kendilerine zulm ediyorlar ve Yaptıklarının cezasıdır mealindeki ayeti-kerimeleri öne sürdüler.
Bir başka sapkın mezheb olan Cebriye(Yazgıcılık,Kadercilik-Fatalizm)ye göre;
Bütün olacak şeyleri kalem ezelde yazdı ve sonradan değiştirilmemesi için
mürekkebi de kurudu.Her şey ezelde takdir olunmuştur.Allahın ilminde olanlar
ve ezelde takdir ettiği her şey,öylece hasıl(meydana gelmesi)olacaktır.Bunu
kimse değiştiremez,dediler. Ayrıca insanın yaptığı iş ve hareketlerden sorumlu
olamayacağını söylediler.Hadid S.23.Ayeti ileri sürdüler.

Dünyada olacak her şey,dünya yaratılmadan evvel ezelde Levh-i mahfûza
(Allah yanında her şeyin yazılı bulunduğu manevi levha)yazılmış,takdir edilmiştir.
Bunu size bildiriyoruz ki,hayatta kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuş-
duğunuz kazançlardan,Allahın gönderdiği nimetlerden mağrur olmayasınız.
Allah kibirlileri,bencilleri sevmez
(HADİD S. 23.AYET)

Ehl-i Sünnet(Hak mezheb)mezhebine göre;irade-i külliye,yani külli irade(Allahın
her şeyi kuşatan iradesi) sahibi yüce Allah,irade-i cüziyye, yani cüzi irade(Allah
tarafından insana verilen istek,arzu,irade)sahibi insana bazı işler yapabilme ve
hareketlerde bulunabilme hakkı tanımıştır.Eğer tanımasaydı,o zaman imtihanın
ne anlamı kalırdı? Eğer,Allah insanoğlunun her yaptığını, her hareketini,her işini
kendisi tespit ediyorsa,bunu cebri(zoraki)yaptırıyorsa o zaman insanoğluna
hesabda soramaz.İnsanın robottan farkı kalmaz.Allah,insanoğlunu, Dünya hayat-
ında serbest bırakmıştır.İyiliğide,kötülüğüde seçebilir.Seçiminde hürdür.Allah
insanoğlunun,iyiliği ve doğruluğu seçmesi için peygamberler,kitaplar göndermiştir.İyilik ortamınıda,kötülük ortamınıda,yaratan Allahtır.Kendi cüzi
iradesiyle kötülüğü seçen kişiye Allah dilerse ol emriyle kötülük ortamı yaratır.
Bu seçim kendisinindir.Ortamı yaratan ise Allahtır.Kişi yaptığı kötülüklerin
hesabını,Ahirette Allaha verecektir.Eğer,insanoğlu kendi cüzi iradesiyle iyiliği
seçerse,Allah dilerse ona iyilik yapabilmesi için,iyilik ortamını yaratır.
Örneğin,hayatı,tiyatroya benzetebiliriz.Dünya,tiyatro sahnesi,Oyunun konusu
ve rollerin dağıtımı Allahtan.Oynayanlar ise insanlar.Ama insanlar doğaçlama
onuyorlar.Yani senaryo yok. İçten geldiği gibi,özgürce.
Bir başka örnekte satranç oyunundan verebiliriz.Satranç oynayan kişiler,oyunu
kimin kazanacağını bilemezler.Fakat oyunu izleyen.15-20 hamle sonrasını bilen
usta bir satranç oyuncusu,kimin kazanacağını bilir.İşte Allahü teala da,geleceği
bilir.Kimin Cehenneme, kimin Cennete gideceğini önceden bilir.Peki madem
Allah kimin Cehenneme,kimin Cennete gideceğini biliyorsa insanları niye
imtihan ediyor?diye bir soru akla gelebilir.Her insanı yaratır yaratmaz direk
hak ettiği yere gönderse olmazmı?Olmaz.Çünkü o zaman insanlar buna itiraz
edebilir.Haksızlığa uğradıklarına inanırlar.Bu nedenle imtihan şarttır.
Hadid S.23.Ayette Dünyada olacak her şey,Dünya yaratılmadan evvel ezelde
Levh-i Mahfûza yazılmıştır Levh-i Mahfûzda neler yazılı? Başımıza gelecek olan
belalar,musibetler,hastalıklar,kazalar ve doğal afetler yani Allahın afetleri.
Depremler,sel baskınları,tayfunlar,kasırgalar ve hortumların ne zaman ve nerede
nasıl çıkacağı ve nasıl olacağı bilim tarafından bile bilinmiyor.Bilim sadece
tahminde bulunabiliyor.Tahminler bazen tutuyor,bazen tutmuyor.
İnsanların bazıları,tevekkülü(işi Allaha bırakmak)yanlış anlamışlardır.
Peygamberimiz buyurmuştur ki Önce tedbir,sonra tevekkül Yani önce tedbir
alacaksın.Sonra gerisini Allaha bırakacaksın.Mümin kişi,cüzi iradesiyle tedbir
alır.Gerisini külli irade sahibi olan Allaha bırakır.


Çalışınız!Herkes kendisi için takdir edilmiş olan şeylere sürüklenir
(HADİS-İ ŞERİF)

İnsana ancak çalıştığı vardır (NECM S. 39.AYET)


O Allah ki sizi imtihan etsin,hanginizin daha güzel ameli oduğunu göstersin
diye ölümü ve hayatı yarattı
(MÜLK S. 2.AYET)

ŞÜPHESİZ DOĞRUYU ANCAK VE ANCAK ALLAH BİLİR


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 28.09.2006 - 09:15 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 28.09.2006 - 08:28
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

KABİR ZİYARETİ

Seyyid Abdülhakim efendi, (Râbıta-i şerife) kitabında buyuruyor ki:

Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona râbıta ederse, yani dünya işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbirşey getirmeyip, o zatın ruhunu, his organları ile anlaşılamayan bir nur farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o ruhdan, kendi kalbine birşeyler akmaya başlar. O zatın feyzlerinden bir feyz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hasıl oluncıya kadar, bu nuru kalbinde saklamalıdır. Çünki, Evliyânın ruhları, feyzlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsanlarına elbette kavuşur. Ruhu kuvvetlenir, olgunlaşır.

Kabr yanına gelince, önce selâm verilir. Mezârın sağ yanına, yani kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdığı gibi, şeklini, suretini hâtırına getirir. Euzü ve besmele ile bir Fâtiha ve onbir İhlâs okur. Sevâbını Resulullah efendimizin ve bütün Peygamberlerin ve Eshab-ı kiramın ve Evliyâ-i izâmın ruhlarına ve bu zatın ruhuna hediye eder. Sonra oturur. Onun ruhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde birşey hasıl oluncıya kadar durur. Gelen kimse almasını bilir ise, o zat da vermeye ehil, olgun bir Velî ise ve şartları gözeterek beklerse, elbette birşey ele geçer. Bu şartlar, o zatın kendisini tanıdığına, selâmını işitip cevap verdiğine, ruhunun, kâmil, olgun olduğuna, ruhunun bir zamana ve yere bağlı olmadığına, nerede hatırlarsa, orada imiş gibi feyz vereceğine, Allahü teâlâ, feyzini, ruhun gıdâsını, onun ruhu ile gönderdiğine inanmaktır.

Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, çeşmeye gider. Ağaca veya sobaya gitmez. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlaç isteyen bir hasta, tabîbe ve eczâhâneye gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdâsını, ruhun temizliğini isteyen de, Evliyânın kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, Evliyânın kalbinden göndermektedir. Herşeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fakat, herşeyi belli bir sebeple göndermek, Onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, Onun âdetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine yapışması lazımdır. Sebebleri aramamak ve öğrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur. Fen derslerini, fen bilgilerini öğrenmek, Onun âdetine uymak, sebepleri öğrenmek demektir.

Bir kabirden feyz almak için, o zata karşı, diri imiş gibi, edeb ve saygı göstermek, kabri üzerine basmamak da lazımdır.


Bu mesaj 1 kez ve en son Havz-i Kevser tarafından 29.09.2006 - 17:39 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 29.09.2006 - 17:38
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamun Aleyküm Ve Rahmetullah...

Bir şahıs, heyecan ve ızdırapla, Cafer-i Sadık hazretlerinin huzuruna gelerek der ki:
- Ne olursunuz efendim, Allah'a bana daha fazla rızk vermesi için dua edin, çünkü çok yoksulum.
- Hayır, ben sana dua edemem.
- Niçin?
- Zira Allahü teâlâ bu iş için bir yol tayin etmiştir; sebeplere yapışın, rızk peşinden koşun ve onu elde edin diye de emrediyor. Halbuki sen evinde oturup, dua etmek suretiyle, rızkının ayağına gelmesini istiyorsun. Yani âdet-i ilahiye muhalif hareket etmemi istiyorsun, hiç böyle şey olur mu? Git, sebeplere yapış, sebeplerin tesir etmesini Allahü teâlâdan iste. O zaman ben de bunun için dua ederim sana.


Ahmed Rufai hazretleri, bir gün talebelerine der ki:
- İçinizde kim bende bir ayıp, bana yakışmayan bir hâl görüyorsa bildirsin.

Talebelerden biri der ki:
- Efendim, sizde büyük bir ayıp var.
- Söyle kardeşim, o ayıbım nedir?

Talebe gözleri dolarak der ki:
- Bizim gibi günahkârların size talebe olması.

Bu söz gönüllere çok tesir etmiş, sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı. Ahmed Rufai hazretleri de ağlıyordu. Bir süre sonra dedi ki:
- Ben size hizmet ediyorum. İçinizde en günahkâr benim, zira en yaşlı benim, nefes sayısı çok olanın hatası, günahı da çok olur.
Ekleme Tarihi: 29.09.2006 - 21:12
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
sevdamsin su an offline sevdamsin  

465 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.03.2006
En Son On: 03.03.2008 - 12:08
Cinsiyeti: Bayan 
ALLAH c,c razi olsun abi,

Allah dostlari ne kadar mutevaziler,

Allah yolunda olanlar kendilerini yok sayiyorlar nitekim efendimiz sav ashabina kendi elleriyle cay ikram ederdi, sohbet oldugunda bas koseye degil neresi bos ise oraya otururdu..

Biz oyle peygemberin ummetindeniz, rabbim bizi onun yolundan ayirmasin insaALLAH..

Abi okadar guzel anlatiyorsunuz ki yazilarinizin hepsini okuyorum , zaman zaman cevap yazamasamda emin olun cok sey ogreniyorum..

Tasavvuf cok arastiriyor ve seviyorum, bagli oldugumada sukurler ediyorum rabbim onun yolundan hic birimizi ayirmasin hakk yolundan insaALLAH..


saygi ve dua ile

Ekleme Tarihi: 29.09.2006 - 21:23
Bu mesajı bildir   sevdamsin üyenin diğer mesajları sevdamsin`in Profili sevdamsin Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
RE:

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı sevdamsin

ALLAH c,c razi olsun abi,

Allah dostlari ne kadar mutevaziler,

Allah yolunda olanlar kendilerini yok sayiyorlar nitekim efendimiz sav ashabina kendi elleriyle cay ikram ederdi, sohbet oldugunda bas koseye degil neresi bos ise oraya otururdu..

Biz oyle peygemberin ummetindeniz, rabbim bizi onun yolundan ayirmasin insaALLAH..

Abi okadar guzel anlatiyorsunuz ki yazilarinizin hepsini okuyorum , zaman zaman cevap yazamasamda emin olun cok sey ogreniyorum..

Tasavvuf cok arastiriyor ve seviyorum, bagli oldugumada sukurler ediyorum rabbim onun yolundan hic birimizi ayirmasin hakk yolundan insaALLAH..


saygi ve dua ile



Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Ey güzel kardeşim mütavazilik Peygamber Efendimizin (s.a.v) sünneti ve dinimizin emri değilmidir. Ne kadar güzel bir örnek verdiniz ALLAH c.c. Resulünden (s.a.v). Tasavvufu çok araştırınız güzel kardeşim HAK TEALA gayretinizi arttırsın İnşallah. Biz dahi hala ve hala araştırıyoruz lakin daha öğrenci mertebesine dahi gelemedik. Nasip dedik takdir dedik ne gayretimizi bırakmadık. Tasavvuf İslam Dininin bir bakıma ruh eğitimidir. Zira Ümmet-i Muhammed düşünüldüğünde zaten tasavvuf ehlidir. ALLAH-U TEALA Hak Dini daim kılsın İnşallah...
Ekleme Tarihi: 29.09.2006 - 21:34
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (3): (1) 2 3 Devam >
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 829 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
kaykaan (57), safak-50 (60), nazlinazende (45), sena_55 (49), NEWYORKER (50), hazan44 (39), RaMaZaN050 (34), KONVEYÖR (47), arefenur (52), mehmet4467 (42), hasret44 (39), turancihan (48), sevgikusu (37), kul_bahri (58), ser_kan (47), ssessiss (36), Seyyidmehmet (47), Ata01 (52), sempatik_cd (43), ebubekir1989 (35), M.EFE (50), sam@ (42), ozgurozakinci (47), garibcahil (46), muhacir-i muham.. (40), Osman50 (70), kanka_konya (36), hkurt (60), haliime (45), mrasitalas (40), hayýrsev.. (58), zekitatari (67), y_turan (39), doctor (41), koylu (63)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.34263 saniyede açıldı