kaletra ivermektin generique colchicine generique luvox kaletra naprosyn natyl nebilet neggram negram nemexin neo stediril neoral neurolithium neurontin neurotop nexium nimotop nivaquine nizoral cream nizoral nolvadex nootropil norflocine norlutate noroxin norsol nortrilen norvasc norvir novonorm nyolol ocuflox oculastin oftan olmetec plus olmetec omix omnicef onymax optivar orelox orfiril osiren otrivin rhume des foins oxsoralen
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

20 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: neden ha neden :))
vuslat su an offline vuslat  
neden ha neden :))
29 Mesaj -
neden ha neden sevinçli)

Neden bozulan otobüsün yolculari bizim otobüsümüze aktarildiginda onlara mültecilermis gibi bakariz?

Neden her gördügümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalisiriz? Millet olarak Dünya'da kaybolma kompleksimiz mi vardir?

- Neden insanlar birbirlerine sarilinca sag-sola sallanirlar?

-Neden ögrenciler ilkögretimin besinci sinifina kadar
ögretmene "ögretmenim" diye seslenirken altinci sinifta bir anda "hocam"
diye seslenmeye baslarlar?

-Neden sinavlarda "4 yanlis bir dogruyu götürür" seklinde
bir uygulama ile ögrenciler cezalandirilirlar da "4 dogru bil, bir dogru da
bizden" seklinde bir kampanya baslatilip zekaya ve riske girme cesaretine
ödül verilmez?

- Neden insanlar kapali bir alandan yagmur yagan alana
çikinca kafalarini egerler? Yagmura duyulan saygidan midir yoksa ondan
tirstigimiz için midir?

-Neden dükkanini kapatip giden esnaf, kapiya "10 dakika
sonra dönücem" yazar ne zaman gittigini nasil anlariz?

Televizyona çikan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki
bütün insanlarin izledigini sanirlar ?
Örn: Su anda 70 milyon kisi bizi izliyor...

-Neden gözlerinden öperim denir? Insan vücudunda öpülecek
daha uygunsuz bir yer var midir? Kimse kimseyi gözünden öpmüs müdür?

-Dügünlerde neden "Dom Dom Kursunu" ile göbek
atilmaktadir. "Bir avci vurdu beni, bin avci beni yedi" gibi sözler
esliginde kendinden geçen baska milletler var midir?

-Neden bazi kizlarimiz sirin bir hayvancagiz
gördüklerinde"inanmiyorum!" derler, inanilmayacak olan nedir?

-Cumartesi ve Pazartesi'nin neden kendi isimleri yoktur?

-Dolmuslardaki fiyat tarifesinde "en kisa mesafe" neden
"indi-bindi" olarak tabir edilir? Önce inilip sonra mi binilir? Bir
terslik yok mudur?

-Bir programi kurarken neden "kabul ediyorum" ya da "kabul
etmiyorum" seçenekleri vardir? O kadar parayi bayilip bir bilgisayar
programi satin aldiktan sonra "kabul etmiyorum " seçenegini isaretleyen
bir takim saf kisiler mevcut mudur?

-Bulmacalarda boru sesinin karsiligi neden hep "ti"dir?
Bulmacalari hazirlayan arkadaslar hiç "ti" diye ses çikaran boru görmüsler
midir?

-Ipana 7 reklamindaki kiza "Ne zamandan beri Ipana 7
kullaniyorsun?" diye soran doktor, Ipana 7'nin yeni bir ürün oldugunu ve
reklamdan sadece bir kaç gün önce piyasaya çiktigini bilmemekte midir?


-Neden futbol takimi olan Ajax "Ayaks" diye okunur da
temizlik ürünü Ajax Ajaks" diye okunur?

- Neden ilanlarda "doktordan temiz araba" diye yazilir?
Hipokrat yemininde arabami temiz kullanacagim" seklinde bir madde mi vardir?




Güle Güle Güle Güle Güle Güle
Ekleme Tarihi: 06.12.2005 - 19:37
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon SLM
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
alah razı olsun yardımlarınızı beklıyorum.PC de PC de
Ekleme Tarihi: 03.12.2005 - 20:17
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Dolmuş
vuslat su an offline vuslat  
Dolmuş
29 Mesaj -
Dolmuş


Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.

Yanına sokularak:

Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var?

Sıcak bir tebessümle:

Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.

Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.

Saatime baktıktan sonra:

20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.

Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm.

İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:

İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?

Ön koltukta oturanı:

Hak istiyorsan Hakkâri?ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.

Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.

Sakinleşmeye çalışarak:
Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor.

Bu defa şoför lâfa karışıp:

Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir.

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.

5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı.

Şoför:
Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.

Heyecanla:
Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?

Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.

Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:

Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiyenin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla

bu yazıyı sız kardeslerımle paylasmak ıstedım.alıntı
__________________
...hersey kendine bir es arar... bir tasin kalbi yoktur... onuda yosun sarar
Ekleme Tarihi: 03.12.2005 - 20:11
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: » Bakara 138 - RENKLERİN DİLİ
vuslat su an offline vuslat  
» Bakara 138 - RENKLERİN DİLİ
29 Mesaj -
» Bakara 138 - RENKLERİN DİLİ





RENKLERİN DİLİ

Gökten dünyaya gelen, bir beyaz gün ışığıdır. Onunla rengarenk bir dünya serilir gözümüzün önüne.
Karalar, denizler, gök ,yer bir renk tarlası olur.

Gerçi siyah-beyaz bir dünya da işimizi görürdü ama bize sunulan, bundan çok daha fazlasıdır.
MAVİ GÖKLER bile yeknesak kalmaz. Dakika dakika farklı renklerle yeni yeni tablolar çizilir ufukta.

Hiçbir gurup aynen tekrarlanmaz.

Beyaz yumurtanın içinde kuş yavrusu şekillenmeye başlarken tüy köklerine renklerin programı verilir.

Zamanı geldiğinde,tüycükler miligramlarla pigmentler atılır.

Her köşesi inceden inceye işlenmiş,uyumlu renklerle süslenmiş bir elbise biçilir ve giydirilir kuşa.

Çiçeğin ve kelebek kanadının renkleri de, desenleriyle beraber bir kaderle belirlenmiştir.

Hiçbirinde uyumsuzluktan eser görülmez.Hiçbiri deneme yanılma yoluyla yapılmaz.

Hepsi bir defada ve en güzel şekilde yaratılır.

BAZEN GÖKLERDE dile gelir renkler,bazan kanatlarda.

Bazan güllerle güler.Bazan bir dağ yamacını bir güle çevirir.

Gözümüzü nereye çevirsek renkler içinde bir san'at eseriyle karşılaşırız.

O san'at eserleri bir araya geldiklerinde ise, ya sadelik içinde bir muhteşem tablo çıkar ortaya

ya da harikulade bir renk zenğinliği içinde bir estetik enerji fışkırır o tablodan.

Ve renklerle bezenmiş san'at eserleri, çok sesli bir koro halinde

överler,bir beyaz ışıkla dünyayı binlerce renge boyayanı.


İşte bu Allah'ın boyasıdır.Allah'tan güzel boya vuran kim var?
BAKARA SURESİ,138


Güle Güle Güle Güle Güle Güle
Ekleme Tarihi: 03.12.2005 - 19:02
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: iki yüzlüler
vuslat su an offline vuslat  
iki yüzlüler
29 Mesaj -
iki yüzlüler

isra gecesi bir kavme ugradim.onlarin dudaklari atestenmakaslarla kesiliyordu.dudaklari her kesiliste yeniden tamamlaniyordu.ya cibril bunlar kimlerdir dedim.buyurdu ki bunlar ümmetinin hatipleridir ki yapmadiklarini söylerler ve allah in kitabini okurlar fakat onunla amel etmezler.
Hz.Enes r.a.
Ekleme Tarihi: 03.12.2005 - 00:40
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: tanısmak istiyorum
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
hos geldınız hakkımızda ve hakkınız da hayırlı olur ınsallah bende yenılerdenım
Ekleme Tarihi: 02.12.2005 - 23:36
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: KIM BILIR BUNU?
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
ben bıraz sacmalamısım galıba cilek mı acaba
Ekleme Tarihi: 01.12.2005 - 18:02
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ***ARALIK AYI HATMI***
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
30 cuzu alabılırım slm ve dua ıle
Ekleme Tarihi: 01.12.2005 - 17:47
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: KIM BILIR BUNU?
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
KARPUZ OLABILIRMI
Ekleme Tarihi: 01.12.2005 - 16:13
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ELİNE KALEM ALIP HİÇBİR ŞEY YAZMAMIŞTI
vuslat su an offline vuslat  
ELİNE KALEM ALIP HİÇBİR ŞEY YAZMAMIŞTI
29 Mesaj -
ELİNE KALEM ALIP HİÇBİR ŞEY YAZMAMIŞTI


Şa'bî Rahimehullah, tâbiînin büyüklerinden, meşhûr bir âlim, büyük bir velîdir. Aslen Yemenli olan Şa'bî'nin asıl adı Âmir b. Şerâhîl'dir. Hicrî yirminci yılda Basra'da doğmuştur. Künyesi Ebû Amr olup, nisbeti Şa'bî'dir. Hemdân kabilesinin bir kolu olan Şa'b kabilesine mensup olduğu için, Şa'bî denmiştir.
Şa'bî sade bir hayat sürer, Allah'ın emirlerine ve nehiylerine riayet hususunda çok dikkatli davranırdı. Kudretli bir âlimdi. Gerek Hadis ilminde gerekse Fıkıh ilminde söz sahibiydi. Sahâbenin en büyüklerine erişmiş ve onlardan rivayetlerde bulunmuştur. Bu meyanda Şa'bî:
"Peygamber Efendimizin ashabından beş yüz kişiye eriştim." demiştir.
İbn Sîrîn dedi ki:
"Kûfe'ye gelmiştim. Şa'bî'nin, büyük bir ilim halkasının bulunduğunu gördüm. Bu sıralarda Resûlullah'ın ashâbından da hayatta olan pek çok zat vardı."
Âsım b. Süleyman der ki:
"Basra, Kûfe, Hicaz ve diğer bölgelerde Şa'bî'den daha çok Hadis ilmine sahip olanı görmedim."
Şa'bî'nin eriştiği ve hadis rivayet ettiği sahâbeden bazıları şunlardır: Ali b. Ebû Tâlib, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Saîd b. Zeyd, Enes b. Malik, Ebû Saîd el–Hudrî, Amr b. Nüfeyl, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Adiy b. Hatim, Numan b. Beşir, Berâ b. Âzib, Ubâde b. Sâmit, Ebû Mûsâ el–Eş'arî, Ebû Mes'ûd el–Ensârî, İmran b. Husayn gibi daha pek çok sahâbeye erişmiş ve bunlardan hadis rivayet etmiştir. Ayrıca Mesruk, Alkame, Hâris b. el–A'ver, Hârice b. Salt, Rebî' b. Haysem, Süfyân Sevrî, İbn Ebû Leylâ gibi tabiînden de rivayette bulunmuştur.
Şa'bî Hazretleri tefsir hususunda çok ihtiyatlı ve tedbirli davranırdı. Tefsir ile ilgili açıklamaları, Resûlullah'tan ve ashâb–ı kirâmdan gelen rivâyetlere dayanırdı.
Çok keskin bir zekâsı vardı. Onun kuvvetli ezber kabiliyeti, darbımesel hâline gelmiştir. Eline kalem alıp, hiçbir şey yazmamıştır. Bununla beraber, kendisine rivâyet edilen hadis–i şerifleri hemen ezberler, hiçbirinin tekrar edilmesine lüzum hissetmezdi. Derdi ki:
"En az rivâyet ettiğim şey şiirdir. Bununla birlikte, istersem size tekrar etmeksizin, bir ay devamlı şiir söyleyebilirim." Şa'bî'nin şu beyti insanlar arasında çok söylenegelmiştir:
"Gerçek hilm ve yumuşaklık sakinlik anında değil, asıl yumuşaklık gazap ve kızgınlık anındadır."


SENDEN DAHA ZEKİ VE AKILLISINI
GÖRMEDİM
Süleyman et–Teymî, Ebû Mücliz'in kendisine şöyle dediğini naklediyor:
"Şa'bî'yi bırakma, zira ben ondan daha bilgilisini görmedim."
Ebû Husayn; "Şa'bî, Fıkıh ilminde çok yüksek derecelerde idi." demiştir.
Şa'bî Hazretleri İmam Âzam Ebû Hanîfe'nin hocalarındandır. Hatta onu ilme, Şa'bî teşvik etmiştir. İmam Âzam hem ticaretle, hem de ilimle meşgul olurken zekasını ve dehasını sadece ilme kullanması için Şa'bî Hazretleri onu uyarmış, böylece onu ticaretten kurtarıp ilme yönelmesine vesile olmuştur. Bunu İmam Âzam şöyle anlatır:
"Bir gün zamanımızın âlimlerinden Şa'bî'nin yanından geçiyordum, beni gördü ve yanına çağırdı:
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Ben de:
"Çarşıya gidiyorum!" dedim. O:
"Ben senin çarşıya değil, âlimlerin yanına gitmeni ve onların dersine devam etmeni isterim."
"Ticaretle uğraştığım için âlimlerin derslerinde devamlı bulunamıyorum."
"Senin ilimle uğraşman ve âlimlerin yanından ayrılmaman gerekir! Çünkü ben senin çok zeki, akıllı ve kabiliyetli bir genç olduğunu görüyorum."
Şa'bî'nin bu sözleri kalbimde son derece büyük bir tesir bıraktı. Çarşıya ve pazara gitmeyi bıraktım ve ilim tahsiline başladım. Allahu Teâlâ'nın yardımı ile Şa'bî'nin sözünün bana çok faydası oldu."
İmam Şa'bî'nin tavsiyesinden sonra İmam Âzam artık ticarî işlerini ortağı vasıtasıyla yürüttü ve ilme sarılıp, ders halkalarına devam etmeye başladı. İmam Âzam önce Kelâm ilmini, iman, itikad ve münazara bilgilerini İmam Şa'bî'den öğrendi. Kelâm ilminde yüksek dereceye ulaştıktan sonra Hammâd b. Ebû Süleyman'ın ders halkasına katılarak Fıkıh ilmini tahsile başladı.
Denilir ki Saîd b. Müseyyib Medine'de, Mekhûl Şam'da, Hasan Basrî Basra'da, Şa'bî Kûfe'de o asırda dinin dört direği gibiydiler.
Şa'bî Hazretlerine:
"Falanca şahıs âlimdir." dediler. Şa'bî bunu söyleyene, "Onda ilmin kisvesini göremiyorum." dedi. "İlmin kisvesi nedir?" diye sorduklarında "Bildiği konularda kibirli, sert ve kaba olmaz, dinlediğinde ise, izzet–i nefsine dokunacak şeyler de olsa hak söze itiraz etmez." buyurdular.
Şa'bî ilmin önemini beyan etmek için:
"Bir kimse Şam'ın en uzak bir yerinden, Yemen'in en uzak köşesine yolculuk yapsa, yolculuğu sırasında, hayatında faydalı olacak bir kelime öğrense, bu yolculuğu boşuna yapmış sayılmaz." demiştir:
Şa'bî der ki:
"İlmi ehlinden saklamayın, yoksa günah işlemiş olursunuz. Ehil olmayana da vermeyin, yoksa yine günah işlemiş olursunuz."

DOĞRUSU
BU MÜSLÜMANLARIN
HÂLİNE ŞAŞILIR
Şa'bî'nin, Halife Abdülmelik b. Mervan ile arası çok iyiydi. Onun yakın dostu ve sohbet arkadaşıydı. Şa'bî bu ilminin yanında nerede, nasıl ve ne şekilde davranılacağını iyi bilir, sorulan sorulara da en münasip cevapları verirdi. Onun bu özelliklerini bilen Abdülmelik b. Mervan bazı kere onu elçi olarak gönderirdi. Rivayet edilir ki, bir keresinde Abdülmelik Şa'bî'yi Rum kayserine elçi olarak göndermişti. Şa'bî Rum kayserine gidip, söylemesi gerekenleri söylemiş ve vazifesini yerine getirmişti. Bu görüşmeler sırasında Kayser gerek ilmi, gerekse zekâsı ve feraseti karşısında Şa'bî'den oldukça etkilenmiş ve Şa'bî hakkında Abdülmelik'e ayrıca bir mektup yazmıştı. Bu mektubunda şöyle diyordu:
"Doğrusu bu Müslümanların hâline şaşılır. Çünkü içlerinde böylesine deha kimseler varken, nasıl olmuş da senin gibi birini halife yapmışlar." Abdülmelik bu mektubu Şa'bî'nin yanında da okuyunca Şa'bî dedi ki:
"Ey Mü'minlerin emîri! O yalnız beni gördü. Şayet sizi görmüş olsaydı, böyle yazmazdı."
Bunun üzerine Abdülmelik, Şa'bî'ye şöyle dedi:
"Aslında o bu yazıyı kasıtlı yazmış. Senin gibi bir âlimden bizleri mahrum bırakmak için, seni öldürmeye beni tahrik etmek istemiş."
Şa'bî'ye birisi kötü sözler söyledi. Bunun üzerine o:
"Hakkımdaki bu sözlerin doğru ise, Allahu Teâlâ beni affetsin. Doğru değil de, yalan söylüyorsan, Allahu Teâlâ seni affetsin." dedi.


AĞLAYARAK
GEÇİRMEDİĞİM
ZAMANA AĞLIYORUM
Ebû Zeyd anlatır: Şa'bî'ye bir şey sordum. Bu sorum için bana çok kızdı. Cevabını söylemesi için ısrar edince, onu söylemeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine gidip ben de kapısının önüne oturdum. Benim bu konuda ısrarlı olduğumu görünce bana dedi ki:
"Ben, sorunun cevabını söylemeyeceğime yemin ettim. Fakat sana üç şey söyleyeceğim, iyi dinle. Bunları da aklından çıkarma. Birincisi: Allahu Teâlâ'nın yarattığı bir şey hakkında, "Bunu niçin yarattı?" deme! İkincisi: Bilmediğin bir şey hakkında "Ben onu biliyorum." deme! Üçüncüsü: Dinî meselelerde kendi aklına göre, mukâyese yapma! Bakarsın, bir helâli haram, haramı da helâl yapabilirsin. Neticede ayağın sürçüp, tökezler, mahvolup gidersin."
Şa'bî der ki:
"Bilmediği sorulunca "Bilmiyorum" demek, ilmin yarısıdır. Bilmediği bir şeyde Allah için sükût edenin alacağı sevap, konuşandan az değildir. Çünkü nefse en ağır gelen şey, bilmediğini kabûl etmektir."
Şa'bî Hazretlerine biri geldi ve cariyesinin kendisi vasıtasıyla Müslüman olduğunu söyledi. Bunun üzerine Şa'bî Hazretleri ona:
"Hayatında en hayırlı gün, bugünündür." buyurdu.
Şa'bî Hazretlerine bir gün bir grup geldi ve:
"Ey Amr'ın babası! Ramazan ayından önceki ve sonraki günü oruç tutanlar hakkında ne dersin?" diye sordular. Şa'bî onlara:
"Niçin böyle yapıyorlar?" diye sorduğunda "Ramazan ayından herhangi bir günü kaçırmamak" için dediler. Bunun üzerine Şa'bî şöyle dedi:
"İsrailoğulları bu yüzden helâk oldu. Ayın başlamasından bir gün önce ve bitiminden sonra bir gün oruç eklediler. Böylece otuz iki gün oruç uttular. O asır geçtikten sonra arkadan gelenler ikişer gün eklediler ve otuz dört gün tuttular. Böylece oruçlarını elli güne kadar çıkardılar. Sizler ramazan hilâlinin doğduğunu gördüğünüzde oruç tutun ve çıktığını gördüğünüzde yiyin."
Şa'bî dedi ki:
"Yalancı ile cimriden hangisinin cehennemin daha derin kuyusuna atılacağını bilmiyorum."
Yine demiştir ki:
"Fakirin sadakaya ihtiyacından fazla kendisinin sadaka sevabına muhtaç olduğunu bilemeyen zengin, sadakasını iptal etmiş ve ecrini kaybetmiştir."
Şa'bî bir gün ağlıyordu. "Niçin ağlıyorsun?" diye soranlara "Ağlayarak geçirmediğim zamana ağlıyorum." diye cevap verdi. Ali b. Eş'as b. Siyâr, babasından şöyle nakletmiştir: Şa'bî vefat edince, Basra'ya geldim. Hasan Basrî'nin huzuruna girdim. "Yâ Ebû Saîd! Şa'bî vefat etti." dedim. Bunun üzerine: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn. O ömrü uzun, ilmi çok ve İslâm'da seçkin yer sahibiydi." dedi. Sonra oradan ayrılıp yine Şa'bî'nin vefatını haber vermek için İbn Sîrîn'in yanına geldim. Bu haberi duyunca o da Hasan Basrî Hazretlerinin söylediklerini söyledi.
Şa'bî Hazretleri hicrî 104 yılında Kûfe'de vefat etmiştir.
Ekleme Tarihi: 01.12.2005 - 16:05
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon AMELLER NiYETLERE GOREDiR
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
Ümmü Seleme’den: Resûl-i Ekrem bir gün: – İnsanlar kıyamet günü çıplak ve yalın ayak (kabirlerinden) diriltilirler, buyurdu. – Ya Resûlallah! Elbiselerimiz olmazsa birbirimizi çıplak görürüz, dedim. Allah Resûlü: – Başlarına gelen iş, onları birbirlerine bakmaktan engelliyecek, meşgul edecek, dedi. – Onları meşgul eden iş nedir ya Resûlallah? diye sordum. Şu cevabı verdi: – Amel defterlerinin açılması onları meşgul eder. O amel defterlerinde, karınca başı, hardal tanesi kadar küçüklükte günah ve sevaplar bile yazılı olarak vardır.
(Taberani)
Ekleme Tarihi: 01.12.2005 - 16:02
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: GÜNÜN DUASI ( HERGÜN SİZDE EKLEYİN )
vuslat su an offline vuslat  
ALLAHIM DUAMI KABUL ET
29 Mesaj -
ALLAH'IM DUA'MI KABUL ET





Ey Nurların Nûru

Ey Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline öyle bir salât ve rahmet eyle ki; onunla bizi bütün korku ve âfetlerden kurtar, bütün ihtiyaçlarımızı yerine getir, bütün kötülüklerden temizle, katındaki derecelerin en yücesine yükselt, gerek hayatta ve gerekse öldükten sonra bütün hayırların en yüksek gayesine ulaştır! Duâmızı kabul eyle, ey dualara cevap veren! Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e ve onun âline; gece gündüz değiştikçe, sabah-akşam birbirini takip ettikçe, gece gündüz tekrarlandıkça, Kutup yıldızı ve onun arkadaşı doğdukça salât eyle! Onun ruhuna ve Ehl-i Beytinin ruhlarına bizden mânevi hediyeler ve selâm ulaştır! Ona ve onlara, mahşer ve ebediyet gününe kadar çok çok rahmet ve bereket ihsan eyle! Bu salavâtlardan her birisi hürmetine bizi mağfiret eyle, bize merhamet et ve bize lütufta bulun!
Allah’ım! Senin nurlarının deryâsı, sırlarının kaynağı, inâyetinin pınarı, hidâyetinin güneşi, memleketinin semâsı, huzuruna götüren imamı, mahlukatının en hayırlısı, yaratılmışların Sana en sevimlisi, kulun, sevgilin ve elçin, nebiler ve rasulleri kendisiyle sona erdirdiğin ümmi peygamberin olan Efendimiz Muhammed’e, diğer nebi ve resullere, onun bütün âl ve Ashabına, mukarreb meleklere, göklerin ve yerlerin ahâlisinden salih kullarına salât eyle! Allah’ın rızası onların ve bizim hepimizin üzerine olsun! Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
Allah’ım! Sırlar semasının güneşi, nurların mazharı, celâl medarının merkezi, cemal feleğinin kutbu olan ebediyyete mensub latif Muhammed’in zâtına salât eyle! Allah’ım! Onun Senin katındaki sırrı ve Sana olan manevi yaklaşması hürmetine korkumu emniyete çevir, hatalarımı sil, hüzün ve hırsımı gider, benim destekçim ol, beni benden alıp Kendine götür, yaklaştır, benliğimden geçmeyi bana nasip et, beni nefsime meftun ve hislerimle perdelenmiş kılma, bana her gizli sırrı aç! Yâ Hayyu Yâ Kayyum! Yâ Hayyu Yâ Kayyum! Yâ Hayyu Yâ Kayyum!
Allah’ım! En üstün rahmet, en mükemmel selam ve en güzel selametlerini, peygamberliğin başlangıcı ve sonu, risalet semasının güneşi, en parlak nur, en temiz sır, kıyamet gününde Kevser havuzunun ve şefaatinin sahibi, melek ve insanların efendilerinin efendisi, Allah’ın yaratıklara karşı delili, peygamberlerin sultanı, Allah’ın seçkin kullarının rehberi, Âlemlerin Rabbinin Habibi, Efendimiz ve en şereflimiz olan Hz. Muhammed’e (Allah ona, bütün âl ve Ashabına salât ve selam eylesin) nasib eyle.
Allah’ım! Kalblerin tabibi ve ilacı, bedenlerin âfiyet ve şifâsı, gözlerin nuru ve ışığı olan Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashabına salât ve selam eyle.
Allah’ım! Sayende içinden çıkılmaz işlerin çözüme kavuştuğu, sıkıntıların dağıldığı, ihtiyaçların yerine getirildiği isteklerin elde edildiği, iman ile dünyadan göçme maksadına erildiği ve onun şerefli yüzü suyu hürmetine buluttan yağmur indirmesi için Allah’a yalvarıldığı Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashabına, her göz açıp kapamada ve her nefeste Sence bilinen nesneler sayısınca en mükemmel bir salât ve eksiksiz bir selam eyle.
Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashabına, Allah’ın mülkü var olmaya devam edildiği müddetçe ve Allah’ın ilmindeki nesneler sayısınca ebedi salât ve selam eyle.
Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashabına, ezelden ebede kadar ve Allah’ın ilmindeki varlıklar sayısınca salât ve selam eyle.
Allah’ım! Ümmi, kadri yüce ve şerefi büyük peygamberin olan Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashabına salât ve selam eyle.
Ey nurların nuru! Ey kullarına karşı sonsuz lütuf ve ihsan sahibi olan Latîf! Ey kullarının hatalarını örten Settar! Peygamberlerin kandili, evliyaların yıldızı, asfiyâların ay ve şemsi, cin ve insanların güneşi, Doğu ve Bat’ının ışığı olan Efendimiz Muhammed’e salât eylemeni, vücudumuzu irfan göğüne çıkarmanı, görünen varlığımızı ihsan makamında sabit tutmanı Senden niyaz ediyoruz. Duamızı kabul buyur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
Allah’ım! Nuru bütün yaratıklardan önce varolan, ortaya çıkışı âlemler için rahmet olan, Efendimiz Muhammed’e, gelip geçmiş, henüz gelmemiş, iyi olup saadete ermiş, kötü olup azabı haketmiş yaratıklar adedince ve her sayıyı aşacak, her sınırı taşacak, sonsuz, nihayetsiz, bitip tükenmeyen bir salât ve rahmet eyle. Bu bizzat Senin ona yaptığın ve varlığının devam ettiği ebediyyet müddetince kesilmeyen bir salât olsun.
Kendisine, hak ile batıl birbirinden hikmetle ayıran Furkan-ı Hakimin Arş-ı Azamdan ve Rahman-ı Rahimden indirildiği, Mirac ve “Ne göz şaştı, ne de başka bir şeye baktı” âyetinin sahibi olan Efendimiz Muhammed’e salât ve selâm olsun, ey Allah’ın Resûlü!
Ezel sabahından mahşer gününe kadar Muhammed’in gönül çekici varlığına salavât olsun.
Hz. Peygamber’in gül yüzüne zaman zaman salavât getirmek, ölünceye kadar bana farz-ı ayn olsun.
Milyon salât, milyon selam sana olsun ey Allah’ın vahyinin emiri!
Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashabına ağaçların yaprakları, denizlerin dalgaları ve yağmurların damlaları sayısınca salât, selam ve bereketler ihsan eyle! Allah’tan başka hiçbir İlah bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın resulu olduğuna şehadet ederim.




"

gül
Ekleme Tarihi: 25.11.2005 - 19:16
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: BİR DOKUN BİR AH EŞİTME
vuslat su an offline vuslat  
BİR DOKUN BİR AH EŞİTME
29 Mesaj -
Bir an gözlerinizi kapatın; elbette göremeyeceksiniz. Burnunuzu kapatın; kokuları hissedemeyecek ve hava alamayacaksınız. Kulaklarınızı tıkayın; sesleri işitemeyeceksiniz.

Dilinizi ve damağınızı içeceklere ve yiyeceklere kapattığınızda da, tat alma duyusundan kendinizi kasıtlı olarak mahrum edebilirsiniz. Görmek, koklamak, işitmek ve tatmak gibi dört temel duyumuzu tatile göndermek elimizde.

Peki ya beşinci duyumuz? Dokunma duyumuzu da tatile gönderebilir miyiz? Varlığını en çok elimizde, parmak uçlarımızda hissettiğimiz dokunma duyusuna tatil yaptırmak ise pek elimizde değil. Bu yazının yazarı olarak şu anda ben bir bilgisayar klavyesinin tuşlarına dokunuyorum. Bu kasıtlı bir dokunma; istersem şimdi klavyeye dokunuşuma ara verebilirim. Ancak dokunma duyuma ara vermem mümkün değil; çünkü sadece elimde, avucumda değil dokunma duyum, parmak uçlarımdan çok ötelerde ve derinlerde yatıyor. Şu dünyaya etten kemikten bir bedenle buyur edilmiş bir canlı olarak, birşeye dokunmadan edemiyorum. Yerçekimine mahkûm olarak mutlaka bir zemine basmak durumundayım, bir yere tutunmak zorundayım, mutlaka birşeye temas etmem gerekir. Uzay boşluğunda asılı kalıyor olsam da en azından hava ile temas hâlinde olmalıyım.

Dokunma duyum diğer duyularda olduğu gibi, belirlenmiş bir organ üzerinden gerçekleşiyor değil. Bütün bedenimi kaplayan ince bir deri tabakası üzerinde gerçekleşiyor. İnsan cildi, bu anlamda, ‘dokunma duyusu’nun kapısı olarak bir organ tanımını hakeder herhalde. Ne var ki, kulağımızın, gözümüzün, burnumuzun, dilimizin aksine, cildimize belli bir biçim çizemeyiz. En azından her sabah aynada yüzümüzü seyrederken baktığımız o tanıdık simada, bizi ‘biz’ yapan tüm detaylarda ilk gördüğümüz bu organımızdır; elimizde avucumuzda olan herşeye ‘bu benimdir’ dedirten yakınlık duygusunu yaşatan bu organımızdır, ayaklarımızın altında gezdirdiğimiz yine bu organımızdır. Dokunma organımız, cildimiz, hiçbirşeyimizdir ama herşeyimizdir. En çok gördüğümüz, en az farkettiğimiz organımızdır. Cildimiz her yerdedir ve hiçbir yerde değildir.

Dokunma organımızı ne kadar az farkettiğimizi, ne kadar zor tanımladığımızı bir kenara bırakalım ve dokunmanın bize ettiğine bir bakalım. Dokunmak, varlığımızı bize ilk farkettiren duyumuzdur. Dokunmak, ‘kendi’mizi ‘öteki’nden, ‘başkası’ndan ayırıp tanımlayan, ‘öteki’nin ve ‘başkası’nın varlığını en kesin biçimde hissettiren duyumuzdur.

Cildimiz nasıl tüm bedenimizi kaplayan tanımsız bir organ ise, dokunmak da varoluşumuzu bize kavratan ilk ve son deneyimimizdir. Bu varlık âleminde bir ‘kan pıhtısı’ olarak ağırlığımızın hissedildiği ilk zamanlarda, önce rahimlere ‘tutunmuş;’ sonra dokunmaların en şefkatlisinin ortasına, ana kucağına düşmüştük. Bu varlık âleminden uçup gittiğimiz son ânımızda da, dokunma duyumuzu en yoğun yaşadığımız elimiz çözülür, avucumuz boşta kalır, tenimiz soğur; insan sıcağını yitiririz, varoluşla temasımızı kaybederiz. Hayatımızın bu iki ‘dokunaklı’ dokunuşu arasındaki serüvenimizin sahnesi cildimiz olur. Bu arada, hayat boyu, nice fiilimiz, cildimiz üzerinde sembolleşir.

Dokunma duygusu ciltte başlar, ama ciltte bitmez; cildin inceliğinin aksine tarifsiz bir duygusal derinlik taşır. Öyle ki, sırf insan eli değdi diye kimi eşyanın değer kazandığı olur; bunun tersi ise geçerli değildir: Yani, hiçbir eşya insana temas etmekle insana değer katmaz. Modern zamanların eşya düşkünlüğü bu gerçek ışığında anlamsızlaşır ve alçalır. Bir ipeğe dokunuştaki sır, insanın ipeğe atfettiği kıymetten gelir; oysa ipek, ipek giyene birşey katmaz. Bir incinin insan tenine dokunuşu, inciyi anlamlı, önemli ve değerli kılar; ancak inci bir gerdanlık insanı önemli kılmaz. Kısacası, kendimize değer atfetme adına, kendimizi önemli sayma adına sürekli eşyaya yönlendirilen dokunma duyusu maddî hırsların boyunduruğuna girecek kadar zavallı olmadığı gibi, soğuk metal yüzeylerin yüzünde yağmalanacak kadar ucuz da değildir. İnsan dokundu mu ruhuyla dokunur; ve ruha dokunur.

İnsan cildi kendinden umulmayan bir derinlik taşıyor açıkçası. Bu sırdandır ki, oğullar, babalarının omuzlarına ‘babacan’ bir dokunuşuyla hayatın sarp yolları için enerji toplar. Kızlar, analarının sarılışında söylenmemiş en tatlı sevgi sözlerini, dile gelmeyen en güzel tavsiyeleri duyarlar. Arkadaşlar musafaha ederek destek verirler birbirine. Hastasının nabzını tutan kadim hekimler, onun hem bedeninde, hem ruh ikliminde olup bitenleri el yordamıyla hissederler. Fiziksel temas, kimyasal ilaçlardan da, modern teşhis yöntemlerinden de muğlak ama daha çabuk hissedilen ve izleri silinmeyen sihirli birşeydir. Belki bunun için olsa gerek, tıp ne kadar modernleşse de, hasta-hekim ilişkisinin insan insana olan yanını asla terketmiyor. Tababetin ilk ve vazgeçilmez pratiği ‘palpasyon’ ve ‘perküzyon,’ yani dokunmanın teknikleri her tıp öğrencisine iyiden iyiye belletiliyor.

Öte yandan, dokunmanın ilim dünyasında yeni yeni farkedilen başkaca hikmetleri var ki, bunlar üzerinden, ‘hands-on’, yani ‘el teması’ tedavileri geliştiriliyor şimdilerde. Refleksolojiden biyoenerjiye kadar uzanan onlarca alternatif tedavide elle dokunmanın şifalı etkisi gündeme geliyor. Örneğin, The Alchemy of Love and Lust (Aşkın ve Arzunun Simyası) adlı kitabın yazarı Theresa L. Crenslaw, modern insanın ‘dokunma açlığı’ndan söz açıyor. Dokunma açlığının bedelini insanlar depresyon, stres, kaygı ve hatta fiziksel rahatsızlıklarla ödüyorlar. Ki, dokunma yoksunluğunda kaybettiklerimiz, dokunmayla kazandıklarımız konusunda az da olsa bir fikir veriyor.

1930’larda yapılan bir araştırma prematür bebeklerin dokunmayla çok şey kazandığını ortaya koydu. Daha sık elde tutulan ve kucağa alınan bebeklerde ölüm oranı üçte iki azalmıştı. Şimdilerde minik ve zayıf bedenlerin cılız nefeslerini alıp verdikleri Yenidoğan Yoğun Bakım Birimlerinde görevli sağlık personeline bebeklere düzenli olarak dokunmaları, masaj uygulamaları tembihleniyor. ‘Dokunulan’ bebekler, dokunuldukları sırada, stres davranışlarını (yumruğunu sıkmak, yüzünü kırıştırmak gibi) daha az gösteriyorlar.

Miami Üniversitesi Dokunma Araştırmaları Enstitüsü direktörü Tiffany Field’in anlattıkları ise, dokunmanın beşikten mezara kadar hayatımızın her evresinde onarıcı etki yaptığını açıkça ortaya koyuyor. “Sokaklarda görmeye alıştığımız saldırganlığın çoğunun temelinde, yeterince dokunulmamak var” diyor Field. Örneğin, öğrenciler ve öğretmenler arasındaki sırtını sıvazlamak, başını okşamak gibi temaslar azaldıkça, okullarda saldırgan davranışların arttığına dikkat çekiyor kendisi.

Field’in başkanlık ettiği enstitünün yürüttüğü 60’a yakın çalışmada dokunma ve masajın astımdan, dikkat bozukluğuna, kanserden şekere kadar çok değişik durumlar üzerindeki etkisi araştırılıyor. “Artık genel bir etkiden söz edebiliriz” diyor Field. Masaj sırasında, hastanın kalp atımı yavaşlıyor, kan basıncı düşüyor. Beden stresli durumdan rahat ve gevşek bir moda doğru kayarak, stres hormonları azalıyor, bağışıklık sistemi güçleniyor.

Dokunmanın olumlu etkileri sadece bedende kalmıyor. Dokunmalar sonrası gelen rahatlama dönemlerinde beyin fonksiyonları da hızlanıyor. Kırk kişi üzerinde yapılan bir çalışmada 10 dakikalık masajdan sonra insanların matematik yeteneklerinin geliştiği görülmüş. “Bütün bunları gördükten sonra,” diyor Field, “her gün yemek ve egzersizlerin yanısıra belli dozlarda dokunmaya da muhtaç olduğumuza inanmaya başladım.”

Bu araştırmalar, İsa aleyhisselamın ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hastaları dokunmak suretiyle tedavi ederken, henüz yeni farkettiğimiz bu gerçeğe işaret ettiklerini akla getiriyor. Ki, yapılan araştırmaların gösterdiği üzere, dokunma, bedenimizde en başta endorfinler olmak üzere, çok sayıda hormonların düzeylerinde bir hareketliliğe neden oluyor. Endorfinler, vücut içinde salgılanan bir tür doğal ‘ağrı kesici’dir. Bilim adamları, hastanın sırtını sıvazlamakla, nabzını tutmakla, elini kavramakla ağrı ve sancıların hafiflemesini, en azından daha çekilir hâle gelmesini şimdilik bu somut verilerle açıklıyorlar. İnsan-insan dokunuşunda ortaya çıkan pozitif duygusal enerji henüz laboratuvar verileri olarak kaydedilemiyor olsa da... Dokunmayla yükselen bir diğer hormonun adı ise, oksitosin. Oksitosin, doğum kasılmalarını başlatan hormondur. Bebek doğduktan sonra, emzirme sırasında oksitosin yükselir, anne-bebek arasındaki duygusal bağlılığın tensel temelleri atılıyor.

Hakîm ve Rahîm olan Rabbimizin dokunma denilen duyumuza yüklediği bu hikmetleri gördükçe, insanın meşhur bir sözü tersine çeviresi geliyor doğrusu: Bir dokun ki, bin ah işitme!
Ekleme Tarihi: 23.11.2005 - 19:25
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon PEYGAMBERİMİZİN AHLAKİ ÖZELLİKLERİ
vuslat su an offline vuslat  
Themenicon    PEYGAMBERİMİZİN AHLAKİ ÖZELLİKLERİ
29 Mesaj -
PEYGAMBERİMİZİN AHLAKÎ ÖZELLİKLERİ
Peygamberimizin ahlâkının en önemli özelliği, Allah vergisi oluşudur. O bütün güzel vasıfları, çalışıp, emek verip, bir çaba sonucu kazanmış değildir. Onun ahlâkı Allah tarafından ihsan edilmiş, ikram edilmiştir. Yüce Allah onu insanların örnek alacağı kusursuz, eksiksiz ve seçkin bir şekilde yaratmıştır.

O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı huy ve ahlâk üzerinde yaşamıştır. Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu. Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstün özellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir.

İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar taklit edebilirse, o kadar istifadesi fazla olur, o nurdan aldığı feyiz, o nisbette çoğalır.

Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında var olan birbirine zıt ve ters huyları en mükemmel şekilde bağdaştırıp, bütün duyguların ideal noktasını bulmasıdır. Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır.

Peygamberimiz, herkesin arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu mükemmel bir şekilde hayâtı boyunca ümmetine göstermiş, bütün insanlığın gözleri önüne sermiştir.

Bazı anlar olmuş, en cesur bir fedai olarak, düşmanın kat kat üstünlüğüne hiç aldırmadan, binlerce düşmana tek başına meydan okumuştur. Ama bu halinde bile yumuşak kalpliliğini, merhametini geri bırakmamıştır.

Meselâ bir savaş sonrası, öldürülmüş olarak gördüğü düşman çocuklarına o kadar acımıştı ki, düşman da olsa çocukların öldürülmemesi gerektiğini, çünkü onların suçsuz ve Cennetlik olduklarını haber vermişti.

O, bütün insanlığın kurtuluşu ve İslâmın dünyaya yayılması gibi yüce bir gaye için zihnini yorarken; bu arada binleri bulan ve Arabistan'ın her tarafına dal budak salan ümmetinin halini ve işlerini düşünürken; çevresinde bulunan yoksul ve fakir Müslümanları hiçbir zaman unutmamış; kendi çoluk çocuğunu, onların eğitim ve ihtiyaçlarını da ihmal etmemiştir. Birincisini büyük görürken, öbürünü küçümsememiştir.

Bu kadar ağır ve sorumluluk isteyen bir görev üzerinde bulunduğu halde, o yine kendisini Rabbine vermiş, günün büyük bir kısmını ibadet ve zikirle geçirmiştir.

Kalbi her an Allah'a bağlıdır. Bu haliyle dünya ile ilişkisini kesmiş gibi görünse de, yine o dünyanın içindedir. Bütün işlerinde Allah'ın rızasını gözetmiştir.

Peygamber Efendimiz, dâva arkadaşlarını gözü gibi korumuş, onlara ana-babalarından görmedikleri şefkat ve yakınlığı göstermiş, kendi şahsına yapılan kötülüğü affetmiş, intikam almayı düşünmemiştir. Kendisini öldürmek için tuzak kuranları yakaladığında serbest bı-

rakmış, ama Allah düşmanlarını asla bağışlamamış, onların yakasını bırakmamıştır.

İçi bozuk, dıştan Müslüman gibi görünen münafıkların kalbine devamlı Cehennem korkusunu vermiş, âhiretteki acı hallerini hatırlatmıştır.

İslâm toprakları, güneyde Yemen'e kuzeyde İran ve Suriye sınırına dayandığı sırada Peygamberimiz, Arapların sultanı, Arabistan'ın hakimi idi. Savaş sonrası düşmanın bırakıp gittiği mallar ve ganimetler mescidin içini doldururken, en kıymetli mallar Müslümanların eline geçtiği halde, yine o kuru bir hasır üzerinde yatacak kadar engin ruhlu; içi ot dolu bir yastığa yaslanacak kadar mütevazı; her türlü imkân mevcutken, açlık sıkıntısı çekecek kadar kanaatkar ve tok gönüllü idi.

Hz. Ömer'in "Bizans kralı ve İran şahı dünya nimetleri içinde yüzerken, Resulullah kuru hasır üstünde yaşıyor" diyerek ağlaması üzerine, Sahabîsinin gönlünü hoş tutan yüce Peygamberimiz:

"Yâ Ömer, varsın, Kisra ve Kayser dünya nimetlerinden zevklerini alsınlar, keyif sürsünler. Âhiret nimeti bize yeter" diyerek tevekkül ve rızasını dile getiriyordu.

Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu. Güneş nasıl ışık saçar, çiçekler nasıl rengi ve kokusuyla ortalığı Cennete çevirip burcu burcu kokular saçarsa; ağaçlar nasıl türlü türlü meyveler verir, yaratılışlarında var olanları ortaya çıkarırsa; Resul-i Ekrem Efendimizin ahlâkî hayâtı da o şekilde normal bir seyir içinde cereyan ediyordu.

Öyle ki, her gören, Peygamberimizin o faziletle birlikte yaratıldığı kanaatine varırdı. Hiç kimse ondan o fazilete aykırı bir şeyin görüleceğine inanmazdı. O her zaman muhtaçlara yardım eder; zayıfları korur; tatlı sözlü, güler yüzlü bulunur; izzet ve vakarını muhafaza eder; tevazu ve hoşgörüsünü hiç kimseden esirgemezdi. Güneş nasıl ki, Allah'a inananın da, inanmayanın da üzerine doğarsa, Peygamberimizin dünyayı kaplayan şefkati de küçük-büyük, gençihtiyar, müslim-gayr-i müslim herkese aynı şekilde yayılırdı.

Peyg.(s.a.v.)in Örnek Ahlakı Kitabından


Güle Güle Güle Güle
Ekleme Tarihi: 23.11.2005 - 19:05
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: RUH'UL BEYÂN TEFSİRİ NASİL YAZİLDİ ?
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
s.a.degerlı kardesım kuranı anlama ıncelıklerıne tam anlama hususunda ozellıkle tevsır kıtaplarının cok onemlı oldugunu belırtmek ıstıyorum ruhul beyantevsırını beyenıyle okuyorum ve tüm kardeslerımın bu guzel tevsırden faydalanmasınıtemennı ederım ve sunuda belırtmek ısterımkı bu zamanın almlerınden olan MAHMUT USTA OSMANOGLU KS yazmakta oldugu RUHUL FURKAN tevsırının cok mukemmel bır sekılde acıklanmıs ayetlerın kırık manasından tutun konuyla ılgılı hadıs ayet gıbı herkezın cok guzel anlayacagı dılden yazılmıs faydalı bır eserdır hazırlayanlardan allah razı olsun.herkezın okumasını tasıye ederımGüle Güle Güle Güle
Ekleme Tarihi: 22.11.2005 - 21:59
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: aglama duvarı
vuslat su an offline vuslat  
aglama duvarı
29 Mesaj -
Kudus'te gorevlendirilen bir gazeteci, Aglama Duvari'nin onunden her
gecisinde, yasli bir Musevi'nin orada oyle durup dua ettigini fark
etmis.
Bir hafta, iki hafta... sonunda adamla bir roportaj yapmaya karar
vermis.
Izin alip teybini acmis, sormus adama:

- Adiniz?
- David. Polonya Yahudisiyim. Yasim 65. Smalla'da bir manav dukkanim
var. Evliyim. Iki cocugum Tel Aviv'de bir cicek serasinda calisiyor...
- Sizi her gun burada, Aglama Duvari'nin onunde dua ederken goruyorum.
- Evet, her sabah dukkani acmadan buraya gelirim. Dunya baris ve
insanlarin kardesligini icin dua ederim. Ogle tatilinde bu sefer
insanlarin
mutlulugu, acilarin sona ermesi igin Yaradan'a yalvaririm. Aksam da, eve

donerken, bu kez durust ve iyi insanlarin esenligi icin dua ederim.
Cumartesi gunleride burada, yine dua ederek geciririm.
- Ne guzel! Kac senedir bunu surduruyorsunuz?
- Israil'e goctugumden beri, yani 40 yil gecti.

Gazeteci gok etkilenmis, heyecanla sormus:
- 40 yildir her gun dua ediyorsunuz. 40 yildir yilmadiniz. Bugun nasil
bir duygu icindesiniz, neler hissediyorsunuz?
Uzun uzun ic gecirmis yasli Musevi; sonra bezgin bir
sesle cevap
vermis:
- Vallahi artik bilemiyorum, demis. Icimde, sanki duvara
konusuyormusum gibi bir his var.

kahkaha üzüntülü
Ekleme Tarihi: 22.11.2005 - 21:34
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon BOYLE ÖRNEK OLUYORDU İNSANLIGA
vuslat su an offline vuslat  
Themenicon    BOYLE ÖRNEK OLUYORDU İNSANLIGA
29 Mesaj -
Onun ideali, insanlığa hizmetti, yoksa insanlığın kendisine hizmeti değildi. O sebepten eline geçeni yemek yedirir, içmez içirir, yönettiği insanların mutluluğuyla mutlu olurdu.
Yine adeti üzere bir miktar imkan biriktirmiş, çevresine de münadiler göndermişti.
Sesleniyorlardı Medine sokaklarında münadiler:
- Resulüllah mescidin önünde muhtaçları bekliyor. Miskin derecesinde ihtiyaç sahibi olanlar gelsin, hisselerine düşecek yardımı alsın, kimse mahrum kalmasın!
Az sonra mescidin önüne muhtaçlar toplanmışlardı. Mutluydular. Çünkü kasıp kavuran ihtiyaçlarının hiç olmazsa bir kısmını karşılayacak imkana kavuşacaklardı.
Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Efendimiz gelenleri şöyle bir gözden geçirdikten sonra mevcudu da hesap ederek önünden geçenlere hisselerini veriyor, onlara tebessümle bakarak mutluluğunu da açıkça hissettiriyordu.
Mutluydu. Çünkü O'nun en büyük mutluluğu insana yardım, insana hizmetle meydana geliyordu. İşte o anda da insana hizmette bulunuyor, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gideriyordu.
Nihayet elindeki mikan bitti, yardım isteyecek insan da bitti. Demek ki hesap iyi yapılmıştı.
Ne var ki çok sürmedi, ötelerden kan ter içinde koşup gelen bir bedevi görüldü. Adama hem ufkuna bakıyor, hem de nefes nefese koşmaya devam ediyordu. Nihayet geldi, şöyle bir nefeslendikten sonra söylendi.
- Yardım dağıttığınızı söylediler onun için nefes nefese koştum; ama yine de yetişemedim! Zaten hep şanssızım ben.
Çok üzgündü yoksul adam. Anlaşılan ihtiyacı da fazlaydı. Böyle bir fırsatı mutlaka değerlendirme niyetiyle koşmuştu; ama yine yetişememişti.
Sordular:
- İhtiyacın çok mu fazlaydı?
Saymaya başladı yardım alabilseydi neler alacağını.
Hepsi de zaruri ihtiyaçtı. Demekki adamın ihtiyacı şiddetliydi. Ama Rasulüllah'ın imkanı da bitmişti. Elinde avucunda olanı tümüyle vermiş, geriye tek dirhem bile kalmamıştı. Şimdi ne olacaktı?
Efendimiz şefkatle baktı bedeviye. Sonra da beklenmeyen teklifini yaptı yoksul adama:
- Üzülme ihtiyaçlarını yine alacaksın. Hem de hiçbirini bırakmaksızın!
- Nasıl? Diyerek heyecanlandı yoksul adam. Efendimiz kelimelere basa basa konuştu:
- Şimdi buradan kalk, şehrin içine dal, ihtiyaçlarını nerede bulursan al ve aldığın satıcılara da de ki:
- Mal bana ait, parasını ödemek de Resulullah'a! Allah'ın Resulü ödeyecektir. İstediğimi verin!
Resulüllah (sas) böylece verecek parası olmayınca muhtaçların borcunu yükleniyor, bir fırsatını bulup da ödeyeceğini düşünerek insanına böyle yardımda bulunuyor, insana hizmeti böyle en öne alıyordu.
Adam sevinçle çarşının yolunu tuttu. Zihninde neleri alacağının hesabını yaparak heyecanla gidiyordu.
Olaya şahit olan Hazreti Ömer, fedekarlığın bu kadarına razı olamamış gibiydi.
Nihayet düşüncesini dile getirmekten kendini alamadı da dedi ki:
- Ya Resulellah! Sen gücünün yettiğiyle mükellefsin, yoktan da vermekle değil. Elinde olanı tümüyle dağıttın, geriye bir şey kalmadı. Neden başkalarının borçlarını da yükleniyor, onların ihtiyaçlarını da karşılamak zorunda bırakıyorsun kendini? Bu kadarı da fazla değil mi?
Bu sözlerden hiç de memnun olmayan Resulüllah'ın yüzündeki tebessümün kaybolduğu görüldü. Halbuki o ana kadar çok mutluydu, tebessümü hiç eksik etmemişti.
Bu defa da masum bir adam söze karıştı;
- Ya Resulallah sen Ömer'e bakma ver, Allah da sana verir, dedi.
Bu söze memnun olan Resulüllah'ın tebessümü tekrar yüzünde belirdi, 'fedekarlığa devam et' sözünden memnun olduğu anlaşılıyordu.
sevinçli sevinçli sevinçli
Ekleme Tarihi: 22.11.2005 - 20:04
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: 4444 salat-i tefriciyye
vuslat su an offline vuslat  
29 Mesaj -
hasta kardeşimize allah acıl şifalar versın 100 tefrıcıye bu acız kardesınızden selam ve dua ıle
Ekleme Tarihi: 22.11.2005 - 19:18
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon ESMAUL HUSNA
vuslat su an offline vuslat  
Themenicon    ESMAUL HUSNA
29 Mesaj -
--------------------------------------------------------------------------------
»
ALLAH
Tüm isim ve sıfatları kendisinde toplayan yüce Allah'ın zatının, başka hiçbir varlığa verilemeyen ismidir.

--------------------------------------------------------------------------------


er-RAHMÂN
Esirgeyici. Yarattığı bütün canlılara nimet veren. İyilere de kötülere de rahmet eden.

--------------------------------------------------------------------------------


er-RAHÎM
Bağışlayıcı. -Ahirette- sevdiklerine ve mü'minlere merhamet eden.

--------------------------------------------------------------------------------


el-MELİK
Bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı.

--------------------------------------------------------------------------------


el-KUDDÛS
Her türlü noksanlık ve ayıplardan münezzeh olan.

--------------------------------------------------------------------------------


es-SELÂM
Her çeşit afet ve kederlerden emin olan. Selamette olan, selamette kılan.

--------------------------------------------------------------------------------


el-MÜ'MİN
İman veren, güvenlikte kılan. İman edenleri iki dünyada da güvenlik içinde yaşatan.

--------------------------------------------------------------------------------


el-MÜHEYMİN
Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi gözetip koruyan.

--------------------------------------------------------------------------------


el-AZÎZ
İzzet sahibi, mağlup edilmesi imkânsız olan, herşeye galip olan.

--------------------------------------------------------------------------------


el-CABBÂR
Azamet ve kudret sahibi, istediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan.

--------------------------------------------------------------------------------

Güle Güle Güle Güle
Ekleme Tarihi: 22.11.2005 - 18:58
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon SLM
vuslat su an offline vuslat  
Themenicon    SLM
29 Mesaj -
E.S.A. BUGUN SITEYE UYE OLDUM IŞL HAKKIMIZDA HAYIRLARA VESILE OKUR SELAN VE DUA ILEGüle Güle PC de
Ekleme Tarihi: 19.11.2005 - 20:23
vuslat üyenin diğer mesajları vuslat`in Profili vuslat Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 454 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
BeSMeLe (39), serkan_aktas (45), karaahmetoglu (65), ademozdamar (54), levent (49), uhud38 (53), benfurkan (65), anemonia (43), tugrulsuratli (51), ali sungur (50), Adem71 (53), seyda59 (55), cetinceli (47), yenimemoli (44), fbetulk (43), hani5 (31), MileynSeleme (49), zehraygtster (33), halil ibrahim (59), mzeki (52), metinmaltas (79), Sefer1 (55), rabiaemin2 (39), Meftun (38), mkaya970 (54), islamin_gulu (37), mustafatunç (57), ali bostan (60), Kar_Tanesi_ (35), s7e7v7e7n (39), 00571 (41), Toyanc (50), volkan42 (54), frost_35 (42), gurbetci71 (57), salebe25 (44), barbarosum (49), gulcan (37), ocean82 (42), kalemdar (48), NURUNALANUR (52), SeYh_S@MiL (40), Hilal-Nisa (37), m.zeki (52), ToZ-PeMBe (37), ugurlar (37), yasemin330 (39), Iklama88 (36), mehmetkaya2005 (38), fatihuslu1985 (39), ebuzer21 (60), uduh_72 (43), NuRCaN (35), naz_angel (39), hakan125 (49), 23041987 (37), Derya A (37), delice (48), H.Gultekin (19), EsiLa_68 (35), ankebut06 (47), alzen (48), derici_001 (69), hamdi ulay resu.. (40)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.55232 saniyede açıldı