stromectol dexamethasone generique kaletra stromectol hydroxychloroquine luvox lyrica marvelon maxalt medrol active mefe basan mefenacide mefenamin meladinine mellaril mellerettes melleril mentax mestinon metaglip metfin metoject metrizol micardis hct micardis micardisplus microgynon micronase micronovum microzide minac 50 minipress minocin miranova mobic mobicox moduretic motilium motrin munobal myambutol myconormin myfortic mysoline naltrexin naprolag
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

96 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (5): (1) 2 3 Devam >
Ekleyen Mesaj
Konu: Konuş be yüreğim......
Suayb su an offline Suayb  
işiniz bu işte
154 Mesaj -
BİRİLERİNE DİNİ ANLATIRSINIZ MANGALDA KÜL BIRAKMAZSINIZ EN İYİ SİZ BİLİRSİNİZ İSLAMI. SONRA AŞK DENDİMİ ŞAKIMAYA BAŞLARSINIZ
Ekleme Tarihi: 11.04.2008 - 19:04
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Baran dergisi
Suayb su an offline Suayb  
dergin varsa var kardeşim
154 Mesaj -
tamam bişeyler yapabilirsiniz emribil mağruf nehyi anil münkere deuyarsınız amenna ama abim müslümanın evinde silahın ne işi var ya
böyle anlatacan islamı.benden selm çeçenyaya filistine afgan,yanlız senin mücadelen de sadec fitne var haberin olsun
Ekleme Tarihi: 10.04.2008 - 18:57
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: TASAVVUF BÖYLE OLMAMALI
Suayb su an offline Suayb  
sonuna kadar değil söylediklerin her zaman doğru ebubera
154 Mesaj -
selam olsun tüm inananlara,bir açıklama yaparak arkadaşımı tastiğe geçeceğim:(ben kesinblikle kimseyi tekfir etmiyorum ona cüret edemem de ben müslümanım diyene karşı)hakyol kardeş evliyalar embiyalar sadece geçmişte mi vardı hani şimdi köklerimi kesildi şimdi hiç hayırlı mmüslüman yok mu,anlattıklarının birer menkıbe hayal hikaye.bize allah ve resulü yeter eğer kuranı hakkıyla okuyup anlarsan göreceksin gerçekleri.hani anlattıklarına delilin yok.aslında sende inanmıyosun ama geçmişten gelen birşey bu.TASAVVUFUN EN ÖENMLİ ŞAHISLARIN DAN ARABİNİN SÖZLERİ ASLIN DA BİR KANITTIR BİZE İŞTE SÖZLERİ ; ŞEHİN EMİRLERİ HARAM BİLE OLSA YAPACAK ŞEyHE İTAAT EDECEK.... böyle devam ediyor.Var mı böyle bir emir islamda sorarım sana hakyol kardeş.Beraya söylediklerinden dolayı pişman olacaksın
Ekleme Tarihi: 01.01.2008 - 17:15
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: yönetici arkadaşlar bana yardım edbilirler mi
Suayb su an offline Suayb  
yönetici arkadaşlar bana yardım edbilirler mi
154 Mesaj -
kendi evim de intenete bağlandığım da ravda dan çıkmak istediğimde çıkamıyodum.fatih arkadaş bişeyler dedi yaptım çıkabiliyorum ama şimdide giremiyorum,başka bilgisayarla deniyorum girebiliyorum sebebini açık bi şekilde anlatabilrmisiniz
Ekleme Tarihi: 15.08.2007 - 14:01
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: AHMED K KARDEŞE ÖNEMLE DUYURULUR
Suayb su an offline Suayb  
AHMED K KARDEŞE ÖNEMLE DUYURULUR
154 Mesaj -
ALLAHIN SELAMI VE RAHMETİ ÜZERİNİZE OLSUN.KARDEŞ O GÜN YAZMIŞTIM İNANAMADIN GALİBA BİLGİSAYARDAN HİÇ ANLAMAM KILAVYEDE DAKTİLOYA BENZEDİĞİNDEN RAHATIM YOKSA HİÇ ANLAMAM ŞU SİTEDEN ÇIKIŞ İŞİNİ YAPAMAM BECEREMEM YANİ BANA YARDIM EDERSEN SEVİNİRİM ALLAH KOLAYLIK VERSİN SELAMETLE.
Ekleme Tarihi: 12.06.2007 - 22:32
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: VEHL OLSUN ÜMMETİ PARÇALAYANLAR
Suayb su an offline Suayb  
VEHL OLSUN ÜMMETİ PARÇALAYANLAR
154 Mesaj -

Birlik Şimdi Değilse Ne Zaman?


Veyl Olsun Ümmeti Paramparça Edenlere!


Bir musîbet, bin nasihatten yeğdir, ama bin musîbetten bir ders bile almayanlar için korkarım dünyevî cezalar, uhrevî büyük cezanın habercisidir. Irak'taki ve yakındaki, dıştaki ve içteki zilletin en önemli sebeplerinden biri, İslâm âleminin kırk küsür parçadan oluşan yamalı bohça görüntüsüdür. Dinlerini bölük pörçük edenlerden, el yordamıyla tuttuğu filin bir parçasını bütün gibi tanımlayanlardan farklı bir şey de beklenmez aslında. Avrupa ülkelerinin birbirleriyle her konuda ittifak yapıp Avrupa Birliği adı altında tek devlet haline gelişi, küfrün tek millet olarak gücünü birleştirmesi, emperyalizm ve fesadın globalleşmesi, artık ulusal devlet anlayışı modasının çoktan geçtiğini haykırmaktadır.

Ya birleşeceksin, ya bir leşe döneceksin! Bir leş olmaktan kurtulmak için bir'leşmek, olmazsa olmaz şarttır. Bir Allah'a inanan tevhid eri müslüman, her şeyde tevhidi / birlemeyi öncelikler. Tevhidin bir tanımı da, her şeyi birbiriyle irtibatlandırmak ve her şeyin bir olan Allah'la irtibatlı olduğunu kavramaktır. Önce kendimizle, iç dinamiklerimizle birleşmek, fıtratımızla ve inancımızla kopan bağımızı yeniden sağlamlaştırmakla işe başlamalıyız. Aynı dinin, aynı dâvânın insanı olan tüm ümmetle birleşmek dünyevî ideallerimizin başında gelmeli. Bütün bunlar için de Rabbimiz'le irtibatımızı sağlamlaştırmak gerekiyor.


Zorba müstekbirlerin ittifak ve koalisyon yapmaya mecbur olduğu bir dünyada, müstaz'af mü'minlerin yaşadıkları topraklarda bile ciddi mânâda birliktelikler oluşturamayışları hangi nakil ve akılla izah edilebilir? Küresel bir yangın alanına dönen müslümanların yaşadığı ülkelerde, cehennemî yangınları söndürmek için güç birliği oluşturmayan felâketzedelerin gözyaşları, yangınları söndürmek bir tarafa, benzin görevi yapmaktadır. Hem mevcut müslümanların konumu hem de İslâm düşmanlarının tavrı vahdeti, "hemen şimdi" şiarıyla kulak zarını patlatacak sesle çağırmaktadır. Dün Irak'ın, evvelki gün Afganistan, Çeçenistan ve Bosna Hersek'in ve her gün Filistin'in insanlık düşmanları tarafından resmen işgali bizi birleşip dayanışmaya zorlamıyorsa demek ki, biz de işgale uğramışız demektir. Bir ülke topraklarının işgalinden çok daha kötü olanı, gönüllerin ve kafaların işgalidir. Savaş, öncelikle, insanın içinde kazanılır veya kaybedilir. İşgal güçlerinin ajanı olarak faâliyet yapan uzaktan kumandalı medyanın, câhilî eğitimin ve çevre şartlarının oluşturduğu fitne ve fesadın mü'minlerin gönüllerini ve kafalarını işgali, onların birleşmelerinden başka yollarının olmadığını haykırıyor. Emperyalizmin orta doğunun kalbine hançer gibi sapladığı kan içici İsrail'in ve dünyaya yayılmış siyonizmin vahşeti, vahdetin hemen ve her yerde gerçekleşmesini farzı ayın kılıyor. Mü'minler birleşip birer kova su dökseler, İsrail'i sel alıp götürür, ama bundan önce, dünyevîleşip yahûdileşen iç dünyalarını arındırmak için suyu kendi temizlikleri için kullanmalıdırlar. İçimizdeki İsrail ve Amerika ile savaşamadan dışımızdaki görüntüleriyle savaşmak mümkün değildir. Kendi mescidlerini işgalden kurtaramayanların Mescid-i Aksâ'yı kurtarmaya kalkmalarının mümkün olmadığı gibi.

İslâm'a hâkimiyet hakkı vermeyen bugünün dünyası, bütün cepheleriyle beşerî ideolojiler bataklığına dönüşmüştür. Modern uygarlık, temel insanlık sorunlarına cevap verememiştir. Modern uygarlık etnik çatışmalara ve savaşlara çözüm bulamamış, tam tersine emperyalizmi globalleştirmeye çanak tutmuştur.

İlâhî vahiy, evrensel özelliklere sahiptir. İslâm, birleştirici tüm değerleri içerdiği için, tüm insanlık âilesine ulaşmak ister. Ümmet gerçeğinin tarihte karşılaştığı en büyük tahribat, ulusdevlet olgusu olmuştur. Ümmet bilincinin yeniden kurulabilmesi için yerel, bölgesel, ulusal farklılıkların aşılabilmesi gerekir. İslâm toplumunun yeniden inşâsı, kâmil insanın, kişilikli, bilinçli bireylerin yetişmesiyle başlar. Sağlıklı bir toplumsal bünye, nitelikli, derinlikli, ufuklu, erdemli bireylerden oluşur. Klişelerle, sloganlarla, tarafgirlikle köklü bir cemaat teşkil edilemez. Gerçek bir cemaat yapısı güçlü kişiliklerle inşâ edilebilir. Sağlıklı bir cemaat için bireylerin benliklerini arındırmaları gerekir. Bireyler, hayatın her alanında Allah'a yönelen bir bilinçle, eylemle, davranışla mükemmelliğe ulaşırlar. Sağlıklı, tutarlı bir kişilik bilincine sahip olanlar, sağlıklı bir cemaat bilinci oluştururlar. Sağlıklı bir ümmet bilincine, ancak sağlıklı bir cemaat bilinciyle ulaşılabilir.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde hem bireyin, hem cemaatin ve hem de ümmetin yapısı parçalandı. İslâm ruhunun ifadesi olan merkez kurumlar, hayatiyetini kaybetti. Câmiler ve mescidler toplumun yüreği olmaktan çıktılar. İslâm'ın ilk dönemlerinde mescidlerin sosyal, toplumsal, kültürel ve siyasal işlevleri vardı. Bugün câmiler, sadece namaz kılınan mekânlar haline dönüştürülmüştür.1

Ümmet ve cemaat anlayışı, hiç ihtilâf ve farklılığın olmadığı despotik ve robot üreten bir yaklaşım değildir. İnsanların olduğu her yerde, kesinlikle ihtilâflar da olacaktır. İslâm'ın aslî meselelerinde müslümanlar ihtilâf edemez. Müslümanlar arasında vuku bulacak olan ihtilâflardan, makul ve normal karşılamamız gereken ihtilâflar, İlâhî vahyin müslümanlara seçme muhayyerliği, tasarruf yetkisi, ictihad, yorum ve tercih hakkı verdiği meselelerdeki ihtilâflardır. Yarattığı insanın ne olduğunu ve bizlerin sözkonusu meselelerde hangi ihtilâflara düşeceğimizi hakkıyla bilen Yüce Rabbimiz, hiç kuşkusuz ki bu gibi ihtilâflarla bizleri sınamakta, denemektedir. Bu ihtilâflar karşısındaki kulluk mükellefiyetimiz, bu ihtilâfları birer fitne ve fesat sebebi durumuna getirmemek hususundadır.

Falan hocanın veya filan imamın bir görüşünü, İslâm'ın olmazsa olmaz bir unsuruymuş gibi din adına ileri sürmek, bu görüş doğru olsa dahi, çok yanlış bir yaklaşımdır. Çünkü beşer kaynaklı böyle bir görüşü din adına mutlak doğru olarak ileri sürmek, dinde tevhide değil; tefrikaya sebep olacaktır. Çünkü müslümanların din adına gerçekleştirecekleri vahdet, aklî değerlendirmeler ve kavrayışlarla değil; kalbî tasdik ve imanla gerçekleştirebilecekleri bir vahdettir. Yani, tüm müslümanları bir araya getirebilecek olan hakikatlerin, bütün müslümanların iman etmekle yükümlü oldukları doğrular olması gerekmektedir. Dolayısıyla kendisine karşı imanî bir sorumluluğun olmadığı bir hocanın veya bir imamın görüşü, doğru olsa bile, dünya müslümanları için imanî bir bağlayıcılığı olmayan böyle bir görüşü İslâm adına mutlak doğru olarak ileri sürmek, hiç şüphesiz ki, İslâm'da tefrikaya sebep olacaktır.

Beşerî kaynaklara ilâhîlik vasfı verildiği ve ilâhî zannedilen bu kaynaklara, Allah'a iman eder gibi iman edildiği zaman, bu kaynaklara dayalı ihtilâflar, kesinlikle çözüme ulaşabilecek ihtilâflar değildir.

Tüm dünya müslümanları için yegâne ilâhî kaynak Kur'ân-ı Kerim'dir, böyle olmak zorundadır. Mü'minlerin din adına faydalanacakları ikinci kaynak ise korunmuş olan Kur'ân-ı Kerim'in tasdik ve teyid ederek koruduğu sahih sünnettir. Bu ikinci kaynaktan istifade ederken karşılaşılan ve daha çok mezhebî yaklaşımların neticesi olan farklılıkların makul karşılanması ve müslümanların ayrılığına sebep olacak bir ihtilâf durumuna getirilmemesi gerekir. Dünya müslümanlarının vahdetini sağlayabilecek olan kaynak, sadece Kur'ân-ı Kerim'dir. Bu gerçeği kabul etmeyip birçok beşerî kaynağı ilâhî zanneden ve mutlak doğru kabul ettiği bunlara bilinçsizce iman eden kimselerin, böylesi kaynaklardan hareket ederek sürdürdükleri ihtilâflar, mutlak Hakim olan Rabbimizin kıyâmet günü hükme bağlayacağı ihtilâflardır. Kaynak meselesinin çözümlenemediği bu gibi ihtilâflar çerçevesinde uzun uzadıya tartışmaya ve cedelleşmeye hiç gerek yoktur. Oysa beşerî aklı, ilâhî vahyin önüne geçirmek, akıllılık, hatta akılcılık değil; akılperestliktir. Akılperestlik (akla tapmak, aklı putlaştırmak) ise, gerçek düzlemde, en büyük akılsızlıktır. Çünkü ilâhî vahyin denetiminde olmayan akıl, nefs ve hevânın denetiminde olup, ister istemez nefsin bencilliğini, nefsin maslahatını gözeten bir uşak durumuna düşmüştür.2

İhtilâfın en önemli sebeplerinden biri, yanlış emirlik telâkkisi, yanlış bir "bağlanma" anlayışıdır. Emirlerimize, örgütlerimize, yöntemlerimize biat ediyoruz. Yani dinimizle bazı şeyleri, hatta nefsimizi sentez ediyoruz. Oysa, kim dinine bir şey ekler, ya da ondan bir şey çıkarırsa, eklediği ve çıkarttığı ile baş başa kalır ve din ortadan çekilir gider. Vahdet, bir ahlâk konusu olduğu kadar, bir entelektüel seviye meselesidir de. Ancak, İslâm'ı bilen, yaşayan ve mes'ûliyetinin idrâkindeki ahlâklı insanların toplum üzerindeki velâyetleri ile vahdet gerçekleştirilebilir. Vahdet, tek bir emirkomuta zinciri altındaki insanlar topluluğu değildir. Bu, biraz da militarist bir tavırdır. İslâm toplumu, sıkı bir hiyerarşi ve örgütlenmenin ürünü değildir. Tek tip standart insan isteği, robotlaşmış, sadece evet deyip kafa sallayanlar oluşturan bir gayrı fıtrî ideoloji değildir İslâm. Özgür irâdeleri ile Allah'ın ipine sımsıkı sarılan ve kendi aralarındaki işleri müşâvere ile halleden, âlimlerin yol göstericiliği, emir sahiplerinin nezâretleri ile İslâmî sorumluluklarının idrâkinde, tabiî uyum ve Allah'a doğru, O'nun rızâsı istikametinde sürekli bir tekâmül prensibine bağlı insanlar, bu toplumun müslüman kanadını oluştururlar.

İslâm'ın, vahdet, cemaat ve ümmet bilinci açısından temel hususlardan biri olan lider anlayışı, maalesef günümüzde tam tersi bir konuma düşürülmüştür. Liderlik anlayışı, ihtilâfların kaynağını, hatta tefrikanın temelini oluşturan ve ahlâkî problemleri de içeren bir yanlışlar yumağıdır günümüzde. Nice cemaatlerde görülen odur ki, din ve dâvâya bakışla nefis veya grup/cemaat çıkarları birbiriyle karışmış, araçlar amaçlaşmış, metotlar yüceltilmiş, gaye için her yol, dolayısıyla gayrı meşrû yöntemler bile savunulur olmuştur.

İhtilâf konusunda en önemli husus; hangi konuda ihtilâf edildiğidir. Bu alan, ihtilâfın meşrû ve yasak olanını belirlemek açısından temel bir ölçüdür. İhtilâf ettiğimiz şey nedir? Gerçek ve mutlak hakikati iyi anlamak gerek. Bazı gerçekler vardır ki, insanlara göre, zamana ve mekâna göre değişiklik gösterir. O, hayatın özünde var olan bir değişkenlikten kaynaklanan konjonktürel bir konudur. İhtilâfların özünde büyük ölçüde, mutlak hakikat ile değişken gerçeklik arasına bir çizgi çekememe konusu yatıyor. Ayrıntıda ihtilâf etmek, gerçeği yakalamak açısından, kolaylık ve maslahat yönünden büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla bu anlamda ihtilâf, kolaylık ve rahmettir. İkinci hakikat ise, mutlak hakikatte anlayış konusunda düştüğümüz ihtilâftır. Bu da beşer olmanın zaafından kaynaklanan bir konudur. Bu konudaki ihtilâfın meşrûiyet sınırı olarak üç mesele üzerinde durmak icap eder. İleri sürülen bir görüşün dayandığı temeller sağlam ise, vahiy ve mütevâtir sünnet ile te'yid ediliyorsa, aklî ve ilmî delilleri sağlam ise ve meşrû bir gerekçe ile ortaya konuluyorsa, bu görüşü doğru kabul edebiliriz. Zaten ictihadlar da, ya da ictihadlar arasındaki farklılıklar da buradan kaynaklanmaktadır. Yine bu da insanların anlayışlarını geliştirmeleri, akledip fikretmeleri açısından, tekâmülleri açısından bir zarûrettir.

Burada, dikkat etmemiz gereken husus; Kur'an'ı anlamaya çalışmamızdır. Yoksa, kendi zanlarımızı ve kanaatlerimizi te'vil yolu ile Kur'an'a isbatlatmak değil. Yine kendi kanaatlerimizi emretmekten/dayatmaktan kaçınmalıyız. Bu gibi konularda gereksiz ve özellikle kırıcı tartışmaya girmeme konusunda ihtiyatlı hareket etmemiz gerekir. Herkesin kendi fikri ile kişiliğini oluşturması ve özgür irâdesi ile Allah'ın ipine sımsıkı sarılması sûretiyle gerçek bir cemaat yapısı ortaya çıkabilir. Bu anlamda meşrû bir ihtilâf, cemaatin oluşması açısından zarûrettir. Herkesi aklî anlamda tek bir fikre getirmek, esasen mümkün değildir ve bu yönde vahdet adına girişilecek dayatmalar vahdeti parçalar.

Farklı Metotlar

Metot farklılığı mümkün. İnsanların bilgi düzeyleri, kültürleri, meslekleri farklı, yetenekleri farklı. Dolayısıyla farklı metotlar kullanıyor olabilirler. Bir ölçüde kategorik olmak iyi olabilir. Tabii, temel metoda ters düşmemeli; Yani, İslâmî metodun dışında gayrı meşrû bir metot kullanamayız. O genel metot içinde kalmak kaydıyla, kendimize yeni metotlar geliştirebiliriz. Ne var ki, farklı metot sahipleri, sonuçta İslâm'ın metodu içinde birbirlerinin varlığını ve meşrûiyetini kabul etmeleri, aynı bütünün birer parçası olduklarının şuurunda olmaları gerekir. Kanaat farklılıkları sebebiyle, gruplar birbirlerinin metotlarına sıcak bakmayabilirler. Ama bir ihtilâf zannî ise, yani ictihadî ise, yine de birbirlerine karşı hoşgörülü bakmak zorundadırlar.

Maalesef yaşadığımız coğrafyada müslümanlar kendi aralarında bir şûrâ teşkil edemedikleri için, birtakım fırka ve hizipler kendi zannî hükümlerini müslümanlar için tek kurtuluş reçetesi olarak takdim etmek sûretiyle vahdet adına ihtilâfı körüklemektedirler. Müslümanlar Allah'a, Rasûlüne ve Kitaba imandan başka, neredeyse örgütlerine, liderlerine ve metotlarına iman etmekte; dinleri ile örgüt, lider ve yöntemlerini sentez yapmaktadırlar.

Haram ve helâlle sınırlı metot içinde, birçok metot farklılıkları mümkündür; hatta lüzumludur. Her sahada hareket edecek farklı gruplar gereklidir. Bilgi, beceri ve fıtratla ilgili bir konudur bu. Ancak hiç kimse kendini tek çözüm yolu olarak gösteremez. Bu, farklı bir sentezciliktir. Herkesin doğru yaptıklarının yanı sıra, pek çok yanlışları da olabilir ve olmaktadır. Mâsûmiyet kavramını hiç kimse kendinde taşıyamaz. O halde herkesin hataları olabilir. Bu yanlışlar, o kişi için ayıp değildir. Ayıp olan hatada ısrardır. Yoksa, yanlışın farkına varıp dönülürse, o ayrı bir fazilettir. Bunlara ilâveten, vahiy kesilmiştir. Öyleyse hepimiz kendi düşünce ve irâdelerimizle inandığımız şeyleri doğru olarak kabul ediyoruz demektir. Bu doğru kabul ettiklerimizin eksik ya da yanlış olma ihtimalini göz önünde bulundurmalıyız.

Müslümanlar dinleri üzerinde tartışmaya girmeyecekleri gibi, ihtilâf ettikleri konularda da birbirlerini mâzur görmek, ittifak ettikleri konularda örgüt, lider ve yöntemleri ne kadar farklı olurlarsa olsunlar birlikte hareket etmek durumundadırlar. Müslümanlar, makro planda, Allah'a, Rasûlüne ve Kitaba iman edenler tek bir cemaattirler. İyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar; yaratılmışlığın hukukunu korurlar, nerede bir iyilik görürlerse ona destek verirler. Nereden bir kötülük görürlerse görsünler, kimden geliyor olursa olsun, kime yönelik bulunursa bulunsun, kötüye ve kötülüğe karşı çıkarlar, zulme tavır alırlar. En genel anlamdaki İslâmî vahdetin temeli de budur. Bizim örgüt, lider ve yöntemlerimiz hakikatin ta kendisi, kaynağı ve ölçüsü değil; hakikati anlamak ve hayata geçirmekte bir yöntem konusudur.

Müslümanları, kendi aralarında bölen, onları birbirlerine yabancılaştıran, kendi örgüt, lider ve yönteminin üstünlüğü tartışmasına götüren ve kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir eden yapılanma, İslâm'ın ruhuna yabancı bir yapılanmadır. Cehennemin yollarının iyi niyet taşları ile döşeli olduğunu unutmamalıyız. Vahdet adına kimi zaman vahdeti yok eden bir tavrın içine girdiğimizi hesaba katmak zorundayız. Arzu ve mizaçlarımızın farklı oluşu, ya da zekâ farklılıkları, farklı mesleklerden oluşumuz tefrikanın sebebi olamaz. Cemaat, farklı eğilimleri içinde barındıran bir topluluktur.

İhtilâfların Kaynağı

Günümüzdeki ihtilâfların kaynağı, temelde nefsîdir. Grup taassubunun da aslında hevâlardan kaynaklandığını belirtmek gerekir. İslâm cemaatine yaklaştıkça siyasî ihtilâflar da ortaya çıkacaktır. Kimin kime tâbi olacağı, liderin âlim mi, emir mi olduğu, toplumun velâyet hakkının kime ait olduğu soruları o zaman daha öne çıkacaktır. Her grubun İslâm cemaatini kendisinin temsil ettiğini, kendi dışındakilerin sapma içinde olduğunu zannetmesi, hatta buna inanıp başkalarına dayatması şimdiden problem olmaktadır. Hele, İslâm'ın hâkim olması durumunda, ihtilâfın tefrikaya, tefrikanın tekfire, tekfirin savaşa dönüşebildiğini Afganistan aynasında müslümanların görmeleri ve kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor.

Aslında ihtilâf edilen noktalar, sanıldığı kadar çok değil. Birtakım yanlış din telâkkilerinden kaynaklanan sorunlar sözkonusudur. Onun da temelinde câhillik yatıyor. Nice ihtilâf gibi gözüken sorunların temelinde de ahlâksızlık yatıyor. Müslümanların kendi kanaatlerini, üstad, lider ve âlimlerinin yorumlarını din zannetmeleri, bugünkü ihtilâfların temelini teşkil ediyor. Atalarımızın yolunu kutsal kabul eden bir anlayış gibi, her mirası reddeden modernist ve roformist çizgi de çözüm değildir. Kaynaklara inme ve bu gün o hükümleri, Allah'ın rızâsına uygun bir şekilde nasıl yaşayacağımız gündemde olmalı. Yani, dini zamana uydurmak değil; bu zamanda İslâm'ı yaşama ve takdim etme gayreti. 3

Metot Farklılığı

Metot farklılıkları aslında sorun değildir. İslâmî hareketin her sahada çalışanlara ihtiyacı var. İslâm, tek başına bir entelektüel hareket, ya da halk hareketi değildir. Tek başına siyasî bir toplum da değildir. Bu tür farklılıklar, bu grupların birbirini red ve mahkûm etmemesi halinde, kültürün zenginliğini gösterir. Başarıya giden yolu kısaltır. Allah hepimizi ayrı ayrı özelliklerde yarattığından farklı mesleklere ve yeteneklere sahibiz. Farklı deneyimlere, izlenimlere, kültürlere sahibiz. Bu, dinimizi formalara ayırarak kategorize edilmiş bir din anlayışı haline getirmemeli, fili ayrı yerlerinden tutan cemaatler, sadece kendi tuttukları yerin fil olduğu iddiasına kapılmamalıdır. Bu konuda önemli ölçü; aynı Allah'a, Peygamber'e, Kitab'a iman edenlerin, kaynakları, niyet ve yöntemleri meşrû olduğu sürece birbirlerinin varlıklarını ve meşrûiyetlerini kabul etmeleridir. Tabii, bunun alt yapısını da, dinin temel meselelerinde, tevhidi özümseyip ondan tâviz vermemek ve tâğuta karşı tavır gibi konularda farklılığın olmaması gerekmektedir. Bu dinin ilâhî olduğu gibi; dinin hâkimiyetine giden yolun, yani temel metodun da rabbânî olması gerekiyor. İslâm'ın hâkimiyeti için, yalnız meşrû araçların kullanılmasının zarûrî olduğu unutulmamalıdır.

Bir dahaki yazımızda ümmetin can simidi olan vahdetin nasıl gerçekleşebileceğini işlemek ümidiyle...



DİPNOTLAR
1- Atasoy Müftüoğlu, Ümmet Bilinci, Denge Yayınları

2-Mehmed Alagaş, Vahdete 7 Adım, s. 83-101 /,

3-Abdurrahman Dilipak, İslâm Cemaatine Doğru, Risale Y. s. 106-11
Ekleme Tarihi: 12.06.2007 - 22:25
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: bana biri yardım etsin
Suayb su an offline Suayb  
bana biri yardım etsin
154 Mesaj -
siteden çıkmak istiyorum bir türlü çıkmıyo.hoşçakalın diyo ama hala sitedeyim.bu site yöneticileri beni çok seviyo heralde.
Ekleme Tarihi: 10.06.2007 - 17:28
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon HZ PEYGAMBERiMiZE VE VARiSLERiNE EDEB [Hucurat(1-5).ayet]
Suayb su an offline Suayb  
154 Mesaj -

şükran kesiran tayyiben


Ekleme Tarihi: 10.06.2007 - 17:21
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Okumanizi Tafsiye Ederim
Suayb su an offline Suayb  
154 Mesaj -
allah razı olsun kardeş eline sağlık.iyi niyetine sığınarak kardeş,ben yazdığın hadisler uydurma demek istemiyorum ama hadislerde rakamlar geçtimi beni mutmain etmiyo,hadis üzerine yaptığım çalışmalrda bir çok alimin bu enli hadislerin içinde uydurmalarının olduğunu okoudum ondan yoksa okadar zahmet etmişsin yazmışsın tekrar Allah razı olsun
Ekleme Tarihi: 09.06.2007 - 20:46
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUHAMMED YUSA ABI NEDEN BANLANDI HAKSIZLIK DEGILMI
Suayb su an offline Suayb  
bacım boş yere seslen me fikirlerin bittiği yerde güç devreye girer
154 Mesaj -

selam hidayete erenlerin üzeerine olsun.muhammed kardeşimin her yazdığı aman aman dört dört lük mü değil tabi AMMMA kardeşim araştırıyor paylaşıyor,islama aç yani istiyor rabbim de veriyor siz yanlış bildiklerinizi bile hayır doğru diyerek dahada batıyorsunuz.Allah sizi ıslahetsin .şimdi ben desem ki ben tasavvufu kabul etmiyorum napacaksınız ''bu siteyi biz kurduk atarız mı diceksiniz'' peki biz olmasak buralar nasıl işler.ben yuşa yı tanımam,yanlız adminin o çirkin sözleri misliyle kendine iyade ediyorum.onun hakkındaki bütün ithamlara fazlasıyla yanıt verecem.Kendinizi ne zannediyorsunuz ya yeter artık.pasivize edilmiş müslümanlar olmuş çıkmışsınız,bir tepki verirken bile islam buna neder demeden önce nefsim buna neder diyosunuz irkilin uyanın bu gaflet uykusun dan.yazacak okadar çok şey var ki ama siz deyil anlamak tahammül bile edmiyorsunuz.


Ekleme Tarihi: 08.06.2007 - 16:10
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: SORDUM AFGANLIYA CECENLİYE FELLUCELİYE FİLİSTİNLİYE.....
Suayb su an offline Suayb  
çare
154 Mesaj -
çaredir zaten erşilmeze varmak.Ağzına sağlık kardeş güzeldi
Ekleme Tarihi: 11.05.2007 - 21:29
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: hurafeler karşısında H.Z.Muhammed(s.a.v)
Suayb su an offline Suayb  
hurafeler karşısında H.Z.Muhammed(s.a.v)
154 Mesaj -


Hurafeler Karşısında Hz. Muhammed (s.a.v.)

Hurafeler, mantıksal temeli ve gerçek hayatla ilgisi bulunmayan yanlış inanç ve uygulamalardır. Din dışı alanlarda görülmekle birlikte dînî konularda daha yaygındırlar. Irk ve din ayrımı gözetmeksizin çeşitli toplumlar arasında mevcutturlar. Din bazında ele alınacak olursa, tarihte ve günümüzde yahudiler ve hristiyanlarda olduğu gibi müslümanlar arasında da görülmektedir. Önceki dinlere ait kültürlerden bazı unsurların müslümanlar arasına taşınması ve bilgisizlik gibi nedenler, ulûhiyet, gayb, uğur-uğursuzluk ve ölülerden yardım beklemek gibi belli başlı hurafelerin ortaya çıkmasına ve uygulanmasına yol açmıştır.

Batıl inanışlar ve hurafeler, çağımızın olumsuz anlamda gelişme gösteren değerlerinden biridir. Pozitif bilimlerin başdöndürücü bir şekilde ilerleme kaydettiği, sosyal bilimlerin geliştiği, bilimsel araştırmaların hayatın her alanına nüfuz ettiği günümüzde hurafelere ilginin azalması gerektiği düşünülür. Ancak sayısız hurafe ve halk inançlarının coğrafî sınır ve kültürel seviye farkı bile tanımaksızın zamanımızda ilgi gördüğü ve insanları etkilediği görülmektedir. Bu noktada, diğer alanlardaki faaliyetlerinde olduğu gibi, Hz. Peygamber'in hurafeler karşısındaki tutumunun da günümüzde değerini ve önemini koruduğu ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber bu açıdan da insanlara örnekliğini göstermiştir.

Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde, insanın kaderini değiştirme iddiası taşıyan, Allah'tan başka varlıklardan yardım alma gayesi güden, insanları sağlam bilgi kaynaklarından ve sebeplere başvurmaktan alıkoyan her türlü hurafe, batıl inanç ve uygulamalar, açık ve kesin bir şekilde reddedilmiş ve yasaklanmıştır.

Hz. Peygamber'in hemen tüm faaliyetlerinde hurafelerle mücadele ettiği görülmektedir. Sözgelimi kehâneti ve kâhinlerin eylemlerini kesinlikle hoş görmemiş, çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatı olan ve hemen bütün milletlerde bâtıl inanç ya da folklor olarak varlığı görülen falcılığı yasaklamıştır. Araplar arasında falcılık son derece yaygındı. Câhiliye dönemi Arap toplumunda görülen ve kuşların adları, sesleri ve uçuşlarından uğursuz anlamlar çıkarma, kuşların uçuş tarzını inceleyerek yorumlar yapma veya çakıl taşı, nohut, bakla gibi maddelerle fal tutma gibi bütün fal çeşitleri Hz. Peygamber'in yasakladığı hususların kapsamına girmektedir.

Hz. Peygamber, su dolu bardağa, güneşe, billur parçasına bakarak remil atıp secili ve kafiyeli sözlerle ve bunların yanısıra, sözgelimi çocukların vücut yapılarına bakarak gelecekleriyle ilgili tahmin yürütmek gibi daha başka usullerle gâibden haber verdiğini iddia eden kâhinlere müracaatı yasaklamıştır. Muaviye b. Hakem es-Sülemî adlı sahâbî, kendisine "Biz birtakım şeyleri câhiliye döneminde yapıyorduk. Kâhine gidiyorduk" deyince "Kâhinlere gitmeyin" buyurmuştur. Adı geçen şahsın "Uğursuzlukta bulunuyorduk" demesi üzerine de, kendilerinin öyle zannettiklerini, ancak buna itibar edilmemesini ve niyetlenilen işten geri kalınmamasını söylemiştir. Bir grup insanın kâhinler hakkında bilgi almak amacıyla sordukları soruya "Kâhinler birşey değildir” demiştir. Kâhin veya arrâfa giderek onları tasdik etmekle iman arasında bağlantı kurmuştur. Nitekim "böyle hareket edenlerin kendisine indirileni inkâr etmiş sayılacaklarını ve namazlarının kırk gün kabul edilmeyeceğini” bildirmiştir.

Hz. Peygamber, İslam'da uğursuzluk telakkisinin bulunmadığını, uğursuzluğa inanmanın kişiyi şirke götürebileceğini haber vermiştir. Kuşun ötmesinin ve uçmasının uğursuzluk sayılamayacağını belirterek, ilginç görünen nesne ve olayların iyiye yorulmasını tavsiye etmiştir. Büyü yapmanın ve muska taşımanın tevhid inancını zedeleyeceğini bildirmiştir.

İslam öncesinde Araplar, başta güneş ve ay olmak üzere birtakım gök cisimlerine ve melek, cin ve şeytan gibi ruhanî varlıklara taparlardı. Bunun yanısıra, bu cisimler hakkında çeşitli batıl inançlara da sahip idiler. Sözgelimi yıldızların yağmur yağdırdığına inanırlardı. Hz. Peygamber ise bunun câhiliye inancı olduğunu söylemiştir. Araplar güneşin melek olduğunu, şeytanların putları mekân edindiklerini kabul ederlerdi. Bir yıldızın kaymasını veya düşmesini, o beldede bir büyüğün doğmasına, yahut ölmesine, ve yahut da bir felaketin geleceğine işaret sayarlardı. Hz. Peygamber bu tür inançların bâtıl olduğunu bildirmiştir. Bu konudaki görüşünü açıkladığı bir olay şöyle gelişmiştir: Bir gece vakti Hz. Peygamber sahabelerle birlikte otururken bir yıldız kayar ve ortalığı aydınlatır. Bunun üzerine câhiliye döneminde böyle bir durumda ne dediklerini yanındakilere sorar. Onlar da "'Bu gece büyük bir adam doğdu; büyük bir adam öldü derdik" cevabını verirler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Yıldız ne bir kimsenin ölümü için kayar, ne de dünyaya geldiği için" der.

Kırlarda yaşadığına, çeşitli renk ve şekle girerek insanlara göründüğüne, onları yollarından saptırıp helak ettiğine, kılıçla vurulan ilk darbede öldüğüne, ikinci darbede ise dirildiğine inanılan ve efsânevî bir varlık olan "Ğûî" hakkında Hz. Peygamber "Gûî yoktur" buyurmuş, bu türden hayaletlerin varlığına dair telakkilerin bâtıl olduğunu kesin bir şekilde ifade etmiştir. Bunun yanında, câhiliye inançlarının kalıntısı olarak bir hayaletin görünmesi durumunda besmele çekmek ve ezan okumak gibi müslümanların maneviyatını güçlendiren uygulamalar da tavsiye edilmiştir.

Hz. Peygamber, Arapların Kabe ve Mekke'nin kutsallığıyla ilgili inançlarını hurafelerden arındırmıştır.

İslam'ın doğduğu sırada cincilik, düğüm atmak, üflemek, fal okları ve yıldıza bakmak gibi usullerle yaygın bir şekilde putperestlikle birlikte uygulanmaktaydı. İslam buna şiddetle karşı çıkmıştır. Sihir-büyü yapılmasını Hz. Peygamber büyük günahlar arasında saymış, hatta bir sözünde Allah'a şirk koşmanın hemen ardından zikretmiştir. Sihir yapanın imanının zayi olacağını bildirmiştir. Bunun yanında büyü yapan için cezalar öngörülmüştür.

Hz. Peygamber'in 9. ve 10. hicrî yıllarda yoğun bir şekilde Medine'ye gelen heyetlerle yaptığı görüşmeler, İslam'ı tanıtma ve yayma bakımından olduğu kadar, batıl inanışlar ve hurafelerle mücadele açısından da önem arzeder. Peygamberimiz kabilelerin öteden beri sahip oldukları batıl inançları ve bunlarla ilgili uygulamaları ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Esed kabilesi heyeti kuşları azarlamak, onların isimlerinden, seslerinden ve geçişlerinden anlamlar çıkarmak, taşları işaretleyip avuçlarında sallayarak birtakım anlamlar çıkarmak ve kehânet gibi uygulamaların hükmünü sorduklarında Hz. Peygamber bütün bunları yasaklamıştır.

Sonuç olarak, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde okumaya, bilgiye, akla, düşünceye, araştırmaya son derece önem verildiği malumdur. Hz. Peygamber hayatında ve faaliyetlerinde batıl inanışlara ve hurafelere göre değil, bilakis daima inanç, azim, sebat, sabır, çalışma, sebeplere bağlanma ve danışarak hareket etme gibi esaslara riayet etmiş, faaliyetlerini somut adımlar atarak gerçekleştirmiştir.


Ekleme Tarihi: 11.05.2007 - 21:17
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: HAYATIN ANAHTARI AYETE!L KÜRSİ
Suayb su an offline Suayb  
HAYATIN ANAHTARI AYETE!L KÜRSİ
154 Mesaj -
Hayatın Anahtarı Ayete'l Kürsi

11 Ağustos 2006
Kur’an’ı Kerim’in içerisinde bazı ayetlere olan ilgimiz oldukça fazladır. Yasin suresini, Amener Resulü ile başlayan Bakara 285-286. ayetlerini, Ayete’l-Kürsi ismiyle tanıdığımız Bakara 255. ayetini bunlara örnek olarak gösterebiliriz. Bu ayetlerin, özellikle belli günlerde yüzünden okunması üzerinde çok önemle durulmuş, fakat anlamı, verdiği mesajı öğrenme ve üzerinde düşünme gibi çalışmalar nedense ihmal edilmiştir. Oysa Yasin suresi bir Tevhid suresidir. Amener Resulü diye tanıdığımız ayetler kulun Rabbine yakarışının çok muhteşem bir örneğidir. Ayete’l-Kürsi ise İslam düşüncesinin ana esaslarını içeren, Allah (C.C.)’ın sıfatlarıyla doludur.

Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur :

“Her şeyin bir tepesi vardır. Kur’an’ın tepesi de Bakara suresidir. Ondan baştacı olan bir ayet vardır: “Ayete’l Kürsi” (1)

İnşallah biz bu yazımızda Ayete’l-Kürsi’nin mesajı üzerinde durmaya çalışacağız.

“Allah. O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz.Göklerde de, yerde de ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir. Onlar ise Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (2)

Bu ayet, yüce Allah’ın tek ve ortaksızlığı, sıfatlarının noksansızlığı, kuşatıcılığı ve kudretinin vurgulanması ile ilgili en kapsamlı, en etkileyici Kur’an ayetlerinden birisidir.

Dilediğini yapma yetkisine sahip olan Allah (C.C.)’ın inanılması gereken tek ilah olduğu, O’nun dışında bir takım insanların kulluk sundukları düzmece ilahların, inkar edilmesi gerektiği gerçeği haykırılmıştır.

Ayet; kesin sözlü bir tek Allah inancını yansıtan, "Allah, O'ndan başka ilâh olmayan...".ifadesi ile başlamaktadır.

Bu kesin sözlü ve katıksız tek Allah inancı, İslâm düşüncesinin dayandığı ve hayatın tümüne ilişkin, İslâm'ın kaynağını oluşturan temel bir esastır. Kulluğu ve ibadet eylemlerini sırf Allah'a yöneltme ilkesi bu düşünceden doğmaktadır. Buna göre hiçbir insan, Allah'tan başka bir kimseye kul olamaz, Allah'tan başka hiçbir mercie ibadete yönelemez, kendisini Allah'tan ve Allah'ın uygun görüp emre bağladığı mercilerden başka hiç kimseye itaat etmekle yükümlü sayamaz. Bütün değer yargılarını, Allah'a dayandırması gerektiği gibi, Allah'ın terazisinde ağırlığı olmayan herhangi bir sosyal değer yargısının da hiçbir önemi olmadığını keşfeder.

Yine bu çarpıcı ifade, Hz.İsa’nın Rab olarak kabul edildiği Teslis(üç ilah) anlayışının savunulmasının da karşısında yer alır.

Bu şekilde yegane Rab ve ilah olarak kabul ettiğimiz Allah (C.C.)’ın, gücü ve kudretinin anlaşılmasında,bize yardımcı olacak sıfatlarının bilinmesi gerekmektedir.İşte ayetin devamı da, bu bilgiye ulaşmamızda bize rehber olmaktadır.

"...diri, yarattıklarını gözetip yöneten..."

Allah'ın sıfatlarından biri olan “Hayy” (hayat sıfatı) O'nun kendinden kaynaklanır, hayatlarını yaratıcılarının bağışına borçlu olan tüm yaratıkların hayatı gibi başka bir kaynaktan gelmez. Aynı zamanda bu hayat ezelî ve ebedîdir, yani ne başladığı ve ne de bittiği bir nokta vardır. Başka bir deyimle bu hayat sıfatı, zaman kavramından bağımsızdır. Bu gerekçe ile bu anlamdaki hayat da sadece Allah'a özgüdür.


Hayy (diri) olan Allah (C.C.) aynı zamanda Kayyum’dur. “Kayyum” yüce Allah'ın bütün varlıkları gözetip yönetmesi, bunun yanısıra her varlığın varoluşunun O'na dayanması anlamına gelmektedir. İnsan, bu hikmete ve tedbire dayalı ve ana hatları çizilmiş kaideler uyarınca yaşar; değer yargılarını bu sistemden alır; bu arada bu değer yargılarını kullanırken yüce Allah'ın sürekli gözetimi (murakabesi) altında bulunur.

Yoksa mesele eski Yunan filozoflarından olan Aristo'nun düşündüğü gibi değildir. Ona göre Allah, yaratıklarından hiçbirini düşünmez; çünkü O, kendi zatından başka hiçbir şey üzerine düşünmeyecek derecede yücedir. Ona göre Allah, yaratıp kendi haline bıraktığı varlık alemi ile ilişkisini kesmiş oluyordu.

Günümüz beşeri ideolojilerinin ortaya çıkması, bu zihniyetin devam ettiğinin bir sonucudur. Çünkü bu fikir akımları referans olarak vahyi almadıkları gibi, vahyin inşa edeceği bir toplumun ortaçağ karanlıklarında boğulacağı hakaretlerini de yapmaktan geri kalmamışlardır. Kendi oluşturdukları toplumlarda, kabul ettikleri ilahın, tabiat ile ilgili işleri düzenlediğini ama işlerimizde müdahale edememe gibi bir konumda olduğunu uygulamaları ile iddia etmişlerdir. Oysaki Allah (C.C.), hem göklerin ve hem yerin Rabbi olarak Kayyum’dur; yani gözetir ve yönetir.

“(O) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. Şu halde O'na kulluk et; O'na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol. Hiç O'nun bir adaşı (benzeri) olan birini biliyor musun? (Asla benzeri yoktur).” (3)

Bu gözetme ve yönetme, bir an bile uyku ve uyuklamaya tutulmayan Allah’a özgüdür.

Yüce Allah ile hiçbir varlık arasında bir benzerlik asla söz konusu değildir. Allah (C.C.), gizli uyuklamaktan (dalgınlıktan) ya da sürekli uykudan, her ikisinden de kayıtsız şartsız bir kesinlikle münezzehtir.

Şu dehşet verici evrende yer alan sayısız atomun, hücrenin, canlı varlığın, cansız nesnenin, bütün bunları gözetimi ve denetimi altında tutan ve bütün bu varlıkların, Allah'ın tedbirine dayalı olarak ayakta durması çok etkileyici bir gerçektir. Oysa tahrif edilmiş bir kitap olan Kitab-ı Mukaddeste yaratıcı, yaratılanın sıfatlarına benzetilmiş, ve bozuk bir ilah anlayışı ortaya sunulmuştur :

"Ve yedinci gün Allah yaptığı işi bitirdi. Ve yaptığı işlerin hepsini bırakarak yedinci günde dinlendi." (4)

"Rab sanki uykudan uyanır gibi ve güçlü bir adamın şarap nedeniyle nara atması gibi uyandı." (5) Elbette Allah tüm bu zayıflıklardan uzaktır.

"Göklerde ve yeryüzünde ne varsa O'nundur."

Kaydı, şartı, kaybedilme ihtimali ve ortaklığı olmayan bir mülkiyettir bu... Gerçek mülkiyet sırf Allah'a bağlanınca,insanların hiçbir şeye malik olmadığı sonucu ortaya çıkar. Bu durumda insanlar sadece, her şeyin mülkiyeti elinde olan, tek mülk sahibinin vekilleridirler. Bu durumda bu vekillik işlevlerini yerine getirirken onlara yetki veren asıl mülk sahibinin şartlarına uymak zorundadırlar. Asıl mülk sahibi olan Allah (C.C.) bu şartlarını Peygamberler vasıtası ile insanlığa açıkça bildirmiştir. İnsanlar bu şartların dışına çıkamamalı, onları çiğnememelidirler.

Yüce Allah'ın göklerde ve yerde bulunan canlı-cansız herşeyin gerçek maliki olduğu gerçeğinin insan bilincinde kökleşmesi, herşeyin sınırlı süreli bir emanet olduğunu, süresi dolunca bu ödünç emanetin sahibi tarafından geri alınacağını bilmesi, doyumsuzluğun, tamahkârlığın, cimriliğin, ihtirasın ve amansız servet yarışının şiddetini düşürmeye, aşırılığını törpülemeye yeterli bir faktördür. Bu bilinç aynı zamanda kanaat, elde edilen rızka ilişkin hoşnutluk, eldeki imkânlar ölçüsünde özveri ve cömertlik duygularını aşılamanın; insan kalbini varlıkta da yoklukta da güven duygusu ile doldurmanın da teminatıdır. Böylece kaybedilen ya da elden kaçan maddî imkânlar karşısında insanın hayıflanması, yazıklanması, kafasına taktığı ve peşinden koştuğu şeyler uğruna kalbinin yanıp tutuşması önlenmiş olur!



Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah (C.C.)’a aitken "İzni olmadıkça O'nun katında kim şefaatçı olabilir?"

Geçmişte, Mekkeli müşrikler taptıkları putlarının kendilerini Allah(C.C.)’a yakınlaştırdığını, söylemekteydiler. Ayrıca Hristiyanlar, Allah (C.C.) için -haşa- oğul edindiğini ya da değişik şekillerde ortağı olduğunu iddia ederek, -haşa- Rab İsa’nın kendileri için şefaatçi olacağına inanmaktadırlar. Yahudiler ise O'nun, yardımını, -haşa- O'nun yakını olduklarından (seçilmiş topluluk) alacaklarını düşünmektedirler. Bu anlayış bazı Müslüman toplumlara sıçramış, kendileri için kurtarıcı olacağı, hesap gününde himayesine girerek sırat’ın kolayca geçileceği kişilerin varlığına ciddi bir şekilde inanılmaya başlanmıştır.

Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah (C.C.)’a aitken "İzni olmadıkça O'nun katında kim şefaatçı olabilir?" vurgusu ise tüm bu bozuk inanışları; peygamberlerin, meleklerin vs. Allah'tan şefaat dileyeceklerini ve O'nu bağışlamaya zorlayacaklarını sanan kimselerin yanlış fikirlerini reddeder. Bu tür kimseler, yaratıklarının hiçbirinin, değil O'nu bağışlamaya zorlamak, O'nun önünde duramayacağı ve şefaat edemeyeceği konusunda uyarılmaktadırlar. Evrenin Hakimi'nin izni olmaksızın hiçbir peygamber, hiçbir melek ve hiçbir kul O'nun önünde bir tek söz bile söyleyemeyecektir.

"İnsanların önünde ve arkalarında bulunan ve olup-biten herşeyi bilir. Onlar O'nun bilgisinin sadece dilediği kadarını kavrayabilirler."

Bu ifade genel olarak Allah'ın bilgisinin yaygınlığını ve herşeyi kapsayan niteliğini anlatan mecazî olmayan yalın bir ifadedir. İnsanlar ise sadece Allah'ın bilmelerine izin verdiği şeyleri bilebilirler. İnsanların bu gerçek üzerinde uzun uzun kafa yormaları gerekmektedir.

Özellikle evrenin ya da hayatın herhangi bir alanında edindikleri bilgi ile hemen şımarıklığa kapıldıkları şu günlerde bu kafa yormaya daha çok ihtiyaçları vardır.

Her şeyi mutlak, kapsamlı ve eksiksiz olarak bilen, sadece yüce Allah (C.C.)'tır. O, kulları tarafından bilgisinin bazı bölümlerinin keşfedilmesine izin verebilir.

Fakat insanlar bu gerçeği unutarak Allah (C.C.)'ın edinmelerine izin vermiş olduğu bilgiler ile şımarmış; kendilerine bu bilgileri bağışlamış olan Allah (C.C.)’a bu nimetlerin karşılığında şükretme yoluna gitmemişlerdir. Tersine pohpohlanmış ve ilâhi bağışa karşı nankörce davranarak asi olmuşlardır.

"O'nun Kürsî'si (egemenliği) gökleri ve yeryüzünü kaplamıştır; Bunları koruyup gözetmek O'na ağır gelmez."

Normal olarak hükümdarlık, egemenlik anlamını içeren Kürsi (koltuk, taht) kelimesi, dilimizde ki kullanılışı gibi iktidar yerine kullanılmaktadır. O halde "Allah'ın Kürsî'si, gökleri ve yeri kaplayınca" O'nun egemenliği de gökleri ve yeryüzünü kaplamış demektir.

Eğer Kur'an'ın kendine özgü üslubunu, ifade biçimini iyi kavrayacak olursak onun içerdiği bu tür ifadeler etrafında yapılan tartışmalara girmek gereğini duymayız, bunun yanısıra bu amaçla Kur'an-ı Kerim'in yalınlığını ve berraklığını büyük oranda bozan Batı kaynaklı yabancı felsefi kavramları ödünç almaya kalkışmayız.

Göklerin ve yeryüzünün egemenliği kendisine ait olan Allah (C.C.)’ya, bu egemenliği koruyup gözetmek asla ağır gelmez.

"Yüce ve büyük olan O'dur."

Burada dikkat etmemiz gereken çok çarpıcı bir mesaj vardır. Ayet "O, yüce ve büyüktür." demiyor. Bunun yerine "Yüce ve büyük olan O'dur" diyerek, bu sıfatların, ortaksız bir biçimde, sadece Allah (C.C.)’a özgü olabileceği gerçeğinin zihinlere kazınması sağlanmaktadır.

Gerçekten yücelik ve ululuk sıfatları sadece Allah'a özgüdür, bu sıfatlarda başka hiçbir ortağı yoktur. Eğer kullardan biri kendisini dev aynasında görerek bu dereceye yükseldiği saplantısına kapılırsa, Allah (C.C.) onu dünyada horluğa ve aşağılığa, Ahirette de azaba ve perişanlığa mahkum edecektir.


"Orası Ahiret yurdudur.Onu, yeryüzünde böbürlenmeyip, bozgunculuk peşinde koşmayanlara veririz. (Güzel) akibet ise takva sahiplerinindir." (6)

Yine yüce Allah, helâk olmanın eşiğindeki Firavun'dan sözederken "O, kendini beğenmiş bir azgın zorba idi" buyurmaktadır..(7)

Artık açıklamasını öğrenen bir kul, Ayete’l-Kürsi’yi okurken, gökleri idaresi altında bulunduran Allah (C.C.)’ın yeryüzünde de tüm işlerine müdahale etme hakkına sahip olduğunun şuuruna varır.

Diri olan ve kendisini hiçbir zaman uyuklama ve yorgunluğun tutmadığı Rabbinin sürekli gözetimi altında olduğunu düşünerek, O’nun belirlediği sınırları aşmamaya çalışır.

Zerre kadar hayr ve şerrin karşılığının alınacağı bir gün olan hesap gününde, dünyada empoze edilen her türlü şatafatlı, varlıklı, şahsiyetlerin, din tüccarlarının peşine gidilmesinin kendisine bir fayda sağlamayacağını, kendisine güvenilip dayanılacak olanın sadece Allah (C.C.) olduğunu bilerek ibadetlerine şirk karıştırmaz.

Namazlarımızdan sonra, yatmadan önce, herhangi bir darlığa düştüğümüzde, ezberimizden sayısız kereler okuduğumuz Ayete’l-Kürsi, işte budur. Bu ayeti, üzerinde tefekkür etmeden, hızlı bir şekilde, birden çok okumakla yetinirsek, yukarıda belirttiğimiz muhteşem mesajına da yazık etmiş oluruz.


Kaynaklar :

Fizilal’il Kur’an........ Şehit Seyyid Kutub
Tefhimu’l Kur’an .....Mevdudi
Et-Tefsirü’l-Hadis.... İzzet Derveze
1-Hazin ve ibn Kesir
2-(2/Bakara 255)
3-(19/Meryem 65)
4-(Tekvin, 2:2)
5-(Psalms 78:65.)
6-(28/Kasas Suresi 83)
7-(44/Duhan Suresi 31

http://www.vuslatdergisi.com

Ekleme Tarihi: 08.04.2007 - 22:02
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: EŞSİZ BİR KİTAP
Suayb su an offline Suayb  
EŞSİZ BİR KİTAP
154 Mesaj -
Büyük Yazı


Eşsiz Bir Kitap

Okuyucu, Kur'an'ı incelemeye başlamadan önce, O'nun okunan diğer kitaplardan farklı ve eşsiz bir kitap olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Sıradan kitapların aksine Kur'an, edebî bir sıraya göre tertip edilmiş belirli konular hakkıda bilgi, fikir ve tartışmaları ele almaz. Bu nedenle Kur'an'a yabancı olan kişi, O'nunla ilk karşılaştığında, bölümler ve kısımlara ayrılmamış veya farklı konuların farklı bir şekilde ele alınmamış ve hayatın farklı yönleri ile ilgili emirlerin düzenli bir şekilde verilmemiş olduğunu görünce şaşkınlığa düşer. Buna mukabil, daha önceden hiç karşılaşmadığı ve onun kitap anlayışına hiç uymayan bir şeyle karşılaşır. Kur'an'ın imanla ilgilendiğini, ahlâkî direktifler verdiğini, kanunlar koyduğunu, insanları İslâm'a çağırdığını, kâfirleri uyardığını, tarihî olaylardan ibret dersleri verdiğini, uyarılarda bulunduğunu, müjde verdiğini ve bunların hepsinin bir âhenk içinde sunulduğunu görür. Aynı konu farklı şekillerde tekrar edilir ve görünürde hiç ilgisi olmayan bir konu diğerini takip eder.

Bazen hiç görünür bir sebep yokken, bir konunun ortasında başka bir konu anlatılır. Konuşmacı, hitaplar ve hitabın yönü hiçbir kurala uymaksızın sürekli değişir. Hiçbir yerde bölüm ve konuları ayıran bir işaret yoktur. Tarihsel olaylar anlatılır; fakat, anlatım tarih kitaplarındaki gibi değildir. Felsefe ve metafizik sorunlar bu konulardaki ders kitaplarından çok farklı bir şekilde ele alınır. İnsandan ve evrenden, tabiat bilimlerindekinden farklı bir dille bahsedilir. Aynı şekilde kültürel, politik, sosyal ve ekonomik problemleri çözmede kendi metodunu izler; kanunları ve prensipleri sosyologlardan, hukukçulardan ve hâkimlerden farklı bir şekilde ele alır. Ahlâk, bu konuda yazılan bütün eserlerden farklı bir yolla öğretilir.

İşte bu nedenle yabancı bir okuyucu, kendi kitap anlayışına hiç uymayan bu tip şeylerle karşılaştığında şaşkına döner. Kur'an'ın, ayetleri arasında hiç ilgi ve bağlantı veya konularında süreklilik bulunmayan bir kitap olduğunu, anlaşılmaz bir şekilde çeşitli konuları ele aldığını veya kelimenin kabul edilen anlamıyla bir kitap olmadığı halde, kitap şeklinde düzenlendiğini düşünmeye başlayabilir. Bunun bir sonucu olarak, O'nun düşmanları Kur'an'a çok garip iddialarla karşı çıkmakta, Kur'an'ın çağdaş izleyicileri ise bu şüphe ve karşı iddiaları çürütmek için garip yöntemler kullanmaktadırlar. Ya kaçış psikolojisine düşmekte ya da zihinlerini yatıştırmak için garip yorumlara yeltenmektedirler. Bazen de görünürde aralarında ilişki olmayan ayetleri açıklayabilmek için sunî anlam bağları kurmakta ve son kaçış olarak Kur'an'ın hiçbir düzen ve anlam sırası olmaksızın çok çeşitli konulara değindiği tezini kabul etmektedirler. Sonuç olarak, ayetler kendi yerlerinden alınmakta ve anlamda karışıklık ortaya çıkmaktadır.

Tüm bunlar, okuyucu, Kur'an'ı eşsiz bir kitap olarak kabul etmediğinde ortaya çıkar. Diğer kitapların aksine Kur'an başlangıçta, ele aldığı konuları ve ulaşmak istediği amaçları liste halinde sunmaz. Açıklama, üslûp ve usulû genelde okunan kitaplara benzemez ve herhangi bir kitap düzenini takip etmez. Bunun da ötesinde, Kur'an, kelimenin genelde anlaşılan anlamıyla bir "din" kitabı değildir. Bu nedenle, okuyucu sıradan bir kitap beklentisiyle Kur'an'a yöneldiğinde, O'nun olayları sunuş üslûbu karşısında şaşkınlığa düşmektedir. Kur'an'ın birçok yerinde arka-plan tasvir edilmez ve pasajın özel nüzul sebebi olan durum ve olaylara değinmez. Bunların bir sonucu olarak, sıradan okuyucu orada veya burada birkaç parça cevher keşfetse de, Kur'an'ın değerli hazinelerinden tam olarak yararlanamamaktadır. Bu kimseler sadece, Kur'an'ın eşşiz ve ayırıcı özelliklerini bilmedikleri için bu tür şüphelerin kurbanı olurlar.

Kur'an'ın tüm sayfalarına yayılmış halde birbirine benzer konulardan oluştuğunu düşünürler ve bunu anlamada zorluk çekerler. Hatta anlamı çok açık olan ayetler bile, onlara anıldıkları çerçeve içinde anlamsız görünür.

Okuyucu, önceden, inceleyeceği kitabın yeryüzünde kendi türünde tek kitap olduğu; edebî üslûbunun tüm diğer kitaplardan farklılığı; O'nun, konusunda eşsizliği ve daha önceden kafasında varolan kitap kavramının, onun Kur'an'ı anlamasına yardımcı olamayacağı konusunda uyarılırsa, anlamasına birer engel teşkil eden bu tür zorluklardan kurtulabilir. Bu nedenle, okuyucu ilk önce kendi zihnini önceden kalıplaşmış kavramlardan yalıtmalı ve bu Kitab'ın ayırıcı ve eşsiz özellikleri olduğunu kabul etmelidir. Okuyucu işte ancak o zaman Kur'an'ı anlayabilir.

Kur'an'ı iyice anlayabilmek için bu Kitab'ın tabiatını, merkezi fikrini, amaç ve hedefini bilmek gerekir. Okuyucu aynı zamanda O'nun üslûbuna, kullandığı terimlere ve açıklama yaparken kullandığı usule yatkın olmalıdır. Bir bölümü incelerken, o bölümün indirildiği zaman ve zemini de gözönünde bulundurmalıdır.

Ebu'l-A'lâ Mevdûdî

Ekleme Tarihi: 08.04.2007 - 21:25
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: kur'an kıssalarından alınması gereken bir ibret
Suayb su an offline Suayb  
kur'an kıssalarından alınması gereken bir ibret
154 Mesaj -

Kur'an Kıssalarından Alınması Gereken Bir İbret

25 Aralık 2006
Geçmişte ve günümüzde bir çok âlim, sahabenin ve selefin hayatı hakkında, sadece onların faziletleri ve menkıbelerini anlattıkları bir çok eser yazmışlardır. Bu kitaplar daha çok sahabe aleyhinde konuşanlara ve onların faziletlerini inkar edenlere karşı reddiyede bulunmayı hedeflemiştir. Her ne kadar bu çalışmalar, sahabe aleyhinde konuşan inatçı fırkalara karşı olumlu bir sonuç verip, tükenmekte olan gayretleri harekete geçirse de bazı metodolojik kusurları ihtiva etmektedir. Bu metodolojik hataların en önemlisi sahabenin ve selef-i salihinin hayatını beşeri doğasından soyutlamaktadır. İdealörnekle pratik, şer'i prensip düzeyine yükselme yolunda yaşanan psikolojik sıkını ve çöküşle silkinilip kendine gelme, günahla tövbe, gafletle uyanıklık arasındaki mücadelenin doğasıdır bu... İşte bunlar her asırda müminlerin tecrübelerinin özünü oluşturmaktadır. Üretken diri bir tarihten, donuk kutsal bir tarihe dönüşümü ıskalarsa hamasi duyguları harekete geçirecek ancak tecrübe kazandırmayacaktır. İnsanları harekete geçirecek ancak tarihten ibret alınmasının önüne geçilecektir. Sahabeden sonra gelenlerin ( yani bizlerin) eksiklerini ortaya koyacak fakat insanların onları takip etmek konusunda umutlaını yitirmelerine sebep olacaktır.

Kur'an-ı Kerim eskilerin kıssalarını be hayatlarını sunarken takip ettiği yöntem bu değildir. Hatta Kur'an-ı Kerim, kendilerine indirilen vahiyle korunmuş olan masum peygamberlerden bahsederken tablonun tamamını sunar. Bu tabloda insanların ibret alması için zaaf ve güç noktaları zikredilir, burada anlatılan tarih kan ve etten oluşan insanoğlunun tarihidir, doğasında çaba ve gayret bulunmayan salt itaat üzere yaratılmış meleklerin tarihi değil.

Allah Teala Adem (as)'la ilgili olarak : "...Adem Rabbine asip olup şaşırdı" (Taha/121) Nuh (as) için: "Nuh: -Ey Rabbim, bilmediğim şeyi Sen'den istemekten Sana sığınırım" (Hud/47), Davud (as) için: "Davud, kendisini imtihan ettiğimizi anladı" (sad/24) Süleyman (as) için: "Andolsun ki Süleymanı imtihan ettik" (Sad/34), Yusuf (as) için: "Andolsun ki, kadın meyletti. Eğer RAbbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti" (Yusuf/24) Musa (as) için: "Dedi ki: Ya Rabbi! Ben şüphe yok ki, nefsime zulmettim, artık bana mağfiret buyur" (Kasas/16) ve en son Peygamberlerin sonuncusu, mahlukatların en hayırlısı Hz. Muhammed (sav) için şöyle buyurdu: " Yüzünü ekşitti ve döndü, kendisine kör geldi diye" (Abese/1,2) bir başka ayette de "Allah seni affetsin; doğrular sana belli olup, yalancıları bilmeden önce, niçin onlara izin verdin!"aglaTevbe/43) buyuruyor.

İşte Kur'an-ı Kerim, zaafları ve üstün yönleri olan bir insan portresini bütün yönleriyle çizer, sonra da bizden ona tabi olmamızı ister, aksi halde beşeri özelliklerinden arındırılmış bir insanı nasıl takip edebiliriz ki! Hikmet sahibi ve adil olan Allah, bizi böyle birşeyle sorumlututmamıştır. Allah-u Teala hikmeti gereği, bize gönderdiği peygamberleri meleklerden değil insanlardan seçmiştir: "De ki: "Eğer yeryüzünde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette onlara gökten peygamber olarak bir melek indirirdik." (isra/95)

Kur'an-ı Kerim'in bu yönteminden çıkarılacak sonuç şudur: sahabe olsun ya da olmasın, ümmetin ilk dönem müntesipleri hakkında yapılacak olan araştırma, bir insa portesini bütün yönleriyle, yani zaafları ve üstünlükleriyle sunmak zorundadır. Tamamı menkıbelerden ya da hatalardan oluşan bir tarih yoktur. Hata ve eksikliklerden ibret almak, doğru ve faydalı şeylerden ibret almakla eş değerdir hatta yerine göre daha ön plandadır. İster nefsine zulmetsin, ister orta yolu takip etsin isterse Allah'ın izni ile hayırda yarışan biri olsun, her mü'minin hayatında ibret alınacak noktalar vardır.

Muhtar eş Şankıtî

kudüs yolu dergisinden alıntıdır

Ekleme Tarihi: 08.04.2007 - 20:49
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: kazanılması gereken bir dost kur'an-ı kerim
Suayb su an offline Suayb  
kazanılması gereken bir dost kur'an-ı kerim
154 Mesaj -

Kazanılması Gereken Bir Dost Kur'an-ı Kerim


İnsanlar yaşamları süresince nice dostlara sahip olurlar. İyi bir dosta, iyi bir dostluğa gerçektende hepimizin ihtiyaç duyduğu bir gerçektir. Fakat burada önemli olan aldatmayacak, kötü günde yalnız bırakmayacak, menfaat ilişkileri gütmeyecek dostlukları kurabilmektir. İnsanların birbirleri ile ilişkileri anlamında baktığımızda bu tanıma uyması gereken tek dostluklar Mü’mince yaklaşım içerisinde olabilenlerinkidir.

Modern dünyada tamamen makam, para, şehvet ve şöhret gibi çıkar ilişkileri üzerine inşa edilen birliktelikler bu saydığımız etkenler kaybedildiğinde dağılabilmektedir. Tamamen dünyayı seçen, onu talep eden, ebedi olanın değil geçici olanın kabul gördüğü günümüzde, robotlaşan ilişkiler, şiddetli güvensizlik hızla artmaktadır. Birbirleri ile yapmacık bir şekilde maskeler altından konuşan insanlar bunun yanında artık birebir iletişimi de terk ederek sanal iletişim yolunu tercih etmeye başlamış ve geleceği karanlık, hiçbir sağlıklı beklentinin görülemediği bir döneme girilmiştir.

Tahrif edilmiş semavi dinler ve beşeri ideolojiler, toplumların hiçbir sorununa merhem olamayacak, hatta bırakın merhem olabilmeyi tahribatı arttıracak bir hal almışlardır.

İnsanlığı, içerisinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun kurtuluşa götürebilecek tek reçete, proje sahibi, her zaman genç ve diri olan, her çağa hitap edebilen Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerimdir.

Kur’an-ı Kerim, insanlığın kendisine tabi olarak kurtuluşa erebileceği bir rehber ve hidayet kaynağıdır. O yol göstericidir. O hiçbir fikri teori ile asla kıyas kabul edilemeyecek kadar yüce ve kusursuz bir kaynaktır. Çünkü o vahy’dir. Allah katından insanlığa sunulan bir lütuf, ilahi bir bildiridir. Bir hastanın tedavisi için doktor reçetesine duyduğu ihtiyaç gibidir insanlığın ona olan ihtiyacı... Yalnız bir hasta tedavisini gerçekleştirecek reçeteyi sayısız defa okumakla şifa bulamaz. O reçeteyi almalı, bir eczaneye gitmeli, ilaçları temin ederek doktorunun belirttiği şekilde tatbik etmelidir. İşte bizlerinde gerçek problemi budur. Sayısını bilemeyeceğimiz kadar Kur’an-ı Kerim ve mealleri basılmasına, tefsir kitapları ellerimizin altında bulunmasına rağmen ilahi mesajın terbiyesi ile terbiyelenen, onun tedavi metoduna kendisini teslim edenler oldukça azınlıktadır. Bunun sebebi Kur’an’ın indiriliş amacı dışında kullanılmasıdır. Kur’an’a, M. Akif’in dediği gibi ya ölü toprağına üflemek yada fal bakmak amacı için başvurulur olmuştur. Oysaki ondan faydalanabilmek için okumalı ve öğretilerini tatbik etmek gerekmektedir.

“Elif-Lâm-Mîm. Üzerinde hiçbir şüpheye yer olmayan bu ilâhî kelâm muttakiler için bir rehber (olarak indirilmiştir).” (2/Bakara, 1-3)

Allah’ın ayetlerine bu şekilde bakabilmeyi başaranlar ona karşı daima duyarlı olabilen mü’minlerdir.

“Ve onlar ki, Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (25/Furkan 73)

Herkesin tatmin olabileceği bir yaşamın oluşması, insan ilişkilerinin, dostlukların, arzu edilen hali alabilmesi, öncelikle Kur’an-ın alternatifsiz, tek dost olarak kabul edilmesinden geçmektedir.

“(Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene(Kur’an’a) uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! ” (7/Araf 3)

Kur’an öyle bir dosttur ki asla ihanet etmez. Ona karşı dostluk elini uzatan muhataplarına bol lütufta bulunur. Onları karanlıklardan aydınlığa, zilletten izzete, esaretten özgürlüğe ulaştırır.

“Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.” (2/ Bakara 257)

Kendisine önyargısız yaklaşıldığında imanları arttırır, insanın tüm şüphelerden arınarak gerçek bir tatmine ulaşmasını sağlar.

“Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (8/ Enfal 2)

Aynı zamanda ilahi mesajın dostluğu sadece dünya ile sınırlı kalmamakta, hesap gününde günahların örtülmesi, ebedi nimetlere ulaşılması için de sebep olmaktadır.

“İman edip salih amel işleyenlerin ve Rableri tarafından bir gerçek olarak Muhammed'e indirilen kitaba inananların kötülüklerini Allah örter ve durumlarını düzeltir.” (47/Muhammed 2)

“Ve kitaba o sımsıkı sarılanlarla namazı dosdoğru ve devamlı yerine getirenler(i elbette ödüllendireceğiz); dürüst ve erdemli olmayı benimseyen ve bunu öğütleyen kimselerin hakkını elbette ziyan etmeyeceğiz.” (A’raf, 7/170.)

Vahy, çağlar boyu tüm ifsadın ortadan kalkması için elçilere indirilmiş, ve bu vahyin muhatapları, ona tabi olarak, toplumsal düzenin kurulmasını sağlamakla beraber, aynı zamanda kendilerini kurtuluşa götürecek çok yüce bir ibadetinde içinde yer almışlardır.

Rabbimiz, hem, insanın içerisinde az bir süre kalacağı yeryüzünde ömrünü huzurlu geçirebilmesi için uyulması gereken kuralları bildirmiş, hem de dünyevi sükuneti de sağlayan bu kurallara uyulmasını ebedi olan ahiret nimetlerinin sebebi kılmıştır.

Böyle çifte kazancı sağlayan bir dostun dostluğunu reddederek, hesap gününde kendisine bile faydası dokunmayacak olanların sırf serveti rütbesi, ordusu, aşireti, güzelliği için peşinden gitmek oldukça basiretsiz bir yaklaşımdır.
Allah’ın mesajına muhatap olarak gerçekten inananlar, içinde bulundukları, tabi oldukları bâtıl dostlardan vazgeçmeye, gururlarını zedeleyici bir şey gözüyle bakmazlar. Allah'ın vahyine inanıp ona kulluk ve itaatı benimserler. Gururları onları hakikati kabul edip Rablerine itaat etmekten alıkoymaz. Çünkü Allah’a karşı hadlerini bilerek kendilerini asla yeterli görmezler.

“BİZİM mesajlarımıza (gerçekten) inananlar, ancak, kendilerine tebliğ edildiği zaman önünde derin bir hayranlık ve saygıyla eğilenlerdir; (onlar,) Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile yüceltenler ve asla büyüklük taslamayanlardır. (onlar) yataklarından (geceleri) kalkarak korku ve ümit içinde Rablerine yalvaranlardır ve kendilerine geçinmeleri için verdiğimizden başkalarına harcayanlardır. (Böyle davranan mü’minlere gelince,) yaptıklarından dolayı mükafat olarak (öteki dünyada) onları şimdiye dek gizli kalan hangi mutlulukların beklediğini kimse tahayyül edemez.” (32/Secde, 15-17)

Kalpleri ürperten, hidayet kaynağı olan, çağlara meydan okuyan, bir benzeri asla olmayan Kur’an’a duyulan ihtiyaç her geçen gün hızla artmaktadır. Keşmekeşin, çirkefliğin, kaos ve kargaşanın işgal ettiği dünyamızın kendisine tabi olmakla tüm bu sıkıntılardan kurtulacağı tek kaynak Allah’ın vahyi olan Kur’an’dır. O aynı zamanda bu olumsuzluklara karşı başlatılacak mücadelenin metodunu da içinde barındırmaktadır. Peygamber bununla kafirlere karşı mücadele etmekle görevlendirilmiştir. Ruhlara ve akıllara mücadelede o tek başına yeterlidir. Onda insanın iç alemini bütünü ile kuşatan, duyguların tüm kapılarını zorlayan, katı kalpleri sarsıcı, artık rahat edemeyecek biçimde yerinden oynatıcı bir özellik vardır. Bu özelliği yeniden keşfetmek ve doğru kullanabilmek Kur’an dostlarının ertelenemez görevlerindendir. Ne mutlu bu görevin şuuruna varabilen dostlara, Ne mutlu Kur’an’ın dostluğunu kazananlara...

“(De kisevinçli Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana müslümanlardan olmam " emredildi. "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.Ve şöyle de: Hamd Allah'a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (27/Neml 91-92-93)

Ekleme Tarihi: 08.04.2007 - 20:45
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ÇILGIN
Suayb su an offline Suayb  
çok güzel
154 Mesaj -
çok hoş ve düşündürücü.tebessüm ettim.eline sağlık
Ekleme Tarihi: 06.04.2007 - 15:34
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: FİLİSTİNLİ ŞEHİT BİR ÇOCUĞUN VASİYETİ
Suayb su an offline Suayb  
FİLİSTİNLİ ŞEHİT BİR ÇOCUĞUN VASİYETİ
154 Mesaj -
Bu vasiyeti yazmak nerden aklıma geldi bilmiyorum. Muhammed Dürre'nin okul yolunda terör devleti israil askerleri tarafından haince öldürülmesinden sonra, korkup okuldan almıştı annem beni, o günden beri hiç birşey yazmadım. Oysa okula gitmeyi, okuyup pilot olmayı o kadar çok istiyordumki!.. Okulu bıraktıktan ve göğümüzü annemin "duman yada sis" dediği karabulutların kaplamasından sonra, sen büyüyünce ne olacaksın diyenlere "ben büyümeyeceğimki" diyorum.

Annem birinci intifadada ayaklarını ve gözlerini kaybetmiş. Büyük abim Abdullah’ın cesedi başında ağıtlar yakarken, bir kurşun da onun ayağına sıkmışlar, şimdi evden dışarı çıkamıyor ve hep ağlıyor. Abdullah abimden çok; daha onsekiz yaşında şehit olan Raşit abime ağlıyor… gizli gizli ağlıyor… içten içe ağlıyor… arasıra topluyor kendini ve gözlerini semaya dikip "Mescid-i Aksa için feda olsun yavrum" diyor. Babamı ben hiç görmedim, hapiste miymiş neymiş. Bir gece ansızın alıp götürmüşler… şu Filistin’den daha küçük olan hapishaneler varmış, babam orda yatarmış.

Annemle ikimiz kaldığımızdan beri annem benimle çok ilgileniyor, yanından ayırmak istemiyor, Hanzalam deyip, durup durup tekrar sarılıyor. Komşu teyzelerle konuşurken duydum, "o benim son parçam, gencecik fidanım; ona da birşey olursa ben yaşayamam" diyordu.

Bizim burda gökyüzü, ben kendimi bildim bileli, simsiyah ve yanık yanık kokuyor. Ne vakit "anne neden böyle desem" sis, duman, iklim kötü" diyordu. Ha son dönemde sıkça "boom boom" diye sesler duyuyordum, o sesler ne zaman ortaya çıksa annem telaşla "Hanzalam Hanzalam" diye sürünerek yanıma gelir, kulaklarımı kapar, üzerime kapanır, adeta üstüme etten duvar örerdi. Ben "anne ne oluyor?" desem, "gökgürültüsü oğlum şimdi geçer" diyordu. Bu masala ilk zamanlar çok inanmıştım… ama artık gerçekleri biliyorum. Mahmut israil sınırına gitmiş geçen ay dedesiyle; israil semaları masmaviymiş, hiç gökgürültüsü de yokmuş

Anne "ben oynamaya gidiyorum" dediğimde, "sen büyüdükçe daha çok oynamaya başladın" diyor. Hafifçe kızdığını farkediyorum, öpüyorum esmer yanaklarından ve koşuyorum kaderime. Annem bilmiyor ki; ben abim Abdullah’ın sapanını tavanda bulduğumdan beri, arkadaşlarla toplanıp "şeytan taşlama"ya gidiyorum. Annem beni top peşinde koşuyor sanıyor; nerden bilecek ki tek kale maç yapacak kadar bile arkadaşım kalmadı!..

Mahalle maçları yapardık eskiden, şimdi mahalle mi kaldı ki mahalle maçı yapalım .Şu diğer adı enkaz olan Filistin’de kaç çocuğun birinci adı şehit oldu biliyor musun; Şehit Mahmut, Şehit Vaad, Şehit Yasin, Şehit Raşid, Şehit Hanzala, Şehit Hanzala, Şehit Hanzala...

Bundan sonrasını anneme okur musunuz? Malum o okuyamaz:

Annecim hakkını helal et… yüzbinlerce mazlum çocuk gibi, ben de böyle olmasını istemezdim… sana söyleyecektim, erken iyileşir diye bekledim… hemen geçer diye geciktim ama geçmedi… geçen gün şeytan taşlarken misket bombası attılar üzerimize... beni bir kurşun sıyırdı geçti, çok kanım aktı, eve zor attım kendimi… hani üşüyordum ya kaç gecedir; kansızlıktandı sanırım. En yakın hastane kaç şehir ötede anne… hastaneler mücahit abilerle dolu, hem seni perişan etmek istemedim, geçer dedim geçmedi anne.

Hep sabaha karşı abilerimi rüyamda görüyorum, bir gülümsüyorlar ki sorma "gel, gel" diyorlar… koşuyorum onlara doğru, altlarından ırmaklar akan yemyeşil çimenlerle örülüyor her yanım… sen de yanımda ol istiyorum; anne anne anne diye seni çağırırken, sen sesime uyanıp kaldırıyorsun beni o en güzel rüyadan.

Anneciğim benim vaktim azaldı… sana bir kaç vasiyetim olacak. Geçen arkadaşların ailesi yemiş zehirlenmişler. Komşulara okut, üzerinde "U.N." yazan hiç bir paketten bişey yeme… ben sana bir süre yetecek "İ.H.H" yazan gıdalardan bıraktım; onlardan ye olur mu? Anne; içinde mücadele ve dua ayetlerini bol okuduğum Kelamullah'ı, Kur'an'a yeni geçen İbrahim'e verir misin? Ayakkabılarım Halil’inkinden sağlam… onun ikisi de yırtık, benim teki yırtık, az yama yaparlar… o yahudi askerlerinden kaçamıyor; ayakkabılarımı halil'e ver olur mu? Beyaz kedim bulut'u benim yerime "gökgürültüleri"nden sakla olur mu? Ona etten duvar ör…ha kulaklarını tıkamayı da unutma

Abdullah abimin sapanını yastığımın altına bırakıyorum… ola ki israil askerleri eve kadar gelir, onlara atarsın… taş ta var ocağın orda, kendi ellerimle sectim… onları kullan; iyi kavis alır onlar. Arkamdan ağlama desem de bilirim içten içe ağlarsın… hemde dört farklı şekilde ağlarsın… benim "ağlama anam" dediğim aklına gelir; döner birde bunun için ağlarsın… ağla anam, gökyümüz açılmıyor madem, için açılsın be anam ağla doyasıya...

Gülümsememek elde değil; benim neyim var ki vasiyet yazdım… aaa unutmadan; çamurdan uçağımı yeni doğan amcaoğlum "Umut"a verirsin… onun masmavi gözleri gökyüzüne daha çok benziyor.

Sen hep derdinya Allah iyileri erken alırmış yanına.
Arasıra "yaramazım" diye okşardınya beni; iyiliğime şahit olur musun anne?
Çocuklar günahsız olurmuş ama,
acılar beni çok büyüttü.
İçim dağ gibi anne,
içim dağ gibi anne,

Atamayacağım taşlar için, Filistin halkından ve Kudüs davasından affımı dilerim…
Ekleme Tarihi: 05.04.2007 - 20:01
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: BİR ŞEYH YASİN EFSANESİ
Suayb su an offline Suayb  
BİR ŞEYH YASİN EFSANESİ
154 Mesaj -
Meryem Yasin Babası Şeyh Ahmed Yasin'i Anlatıyor

22 Mart 2007
Meryem Yasin, Şeyh Ahmed Yasin’in kızlarından birisi. Evli olan Meryem Yasin(36), Şeyh Ahmed Yasin’in ilk tutuklanışından evvel, O'na en yakın aile fertlerinden birisiydi.

Meryem Hanım ile acı - tatlı hatıralarını konuşurken duygu dolu anlar yaşayıp, Şeyh'in eksikliğini bir kez daha derinden hissettik...

Şehid Şeyh Ahmed Yasin’in ümmet içerisindeki etkinliği gerçekten de çok önemli bir yere sahipti ve hala öyle. Şeyh Ahmed Yasin ev içinde nasıl biri idi? Aile bireylerine karşı ilgisi nasıldı?

Her insanın kendine has öne çıkan iyi yönleri vardır. Babam benim için, insanlardan ancak parça parça toplanabilen bu iyi sıfatların hepsine sahip istisna bir kişiliğe sahipti. Babam, 'Özgür Kudüs, İsrailsiz bir dünya' davası için yaşadı. Vaktinin çoğunu ve zihni davası için harcamakta idi. Bir yandan üzerimizden ilgisini hiç eksik hissetmiyorduk ama bir yandan da baktığımızda tüm vaktini ve yoğunluğunu davası için harcıyordu. Vakti tasarruftaki muhteşem dengesi ve Rahman'ın bu davaya olan bereketiyle belki de biz hiç babamın ilgisinden ve eğitiminden mahrum kalmadık.

En yoğun vakitlerinde dahi ilk fırsatında halimizi ve daha sonra namazımızı, ibadetlerimizi sorardı. Bizleri, İslam'ı doğru anlamanın önemi ve bu aziz dinin sevgisiyle yetiştirdi. Babam dediğimde aklımda gelen ilk şey; bizler sabah namazına kalkerken ağır hareket ettiğimizde annemden, daha çabuk kalkabilmemiz için yüzlerimize su serpmesini istemesi...

Aile bireylerinizin genel uğraşısı nedir?

Erkek kardeşlerimin hepsi Kassam'ın evlatları. Babam bizim eğitim ve öğrenimimize çok önem verdiği gibi, büyüdüğümüzde de seçtiğimiz eşlerimizin davamız üzerine uygun eşler olmalarına büyük ehemmiyet gösterdi. Hamdolsun ki benim ve kız kardeşlerimin eşleri Filistin'in en hayırlı gençlerindendi. İkisi siyonistlerin zindanlarında şuan. Diğer İki tanesi de siyonist güçlere düzenlenen operasyonlarda şehid düştü. Rabbimiz şehadetlerini kabul etsin.

Bilindiği üzere babanın sağlık durumu iyi değildi. Ev içerisindeki ihtiyaçları nasıl karşılanmaktaydı?

Babam bütün işlerinde başkasının yardımına muhtaçtı. Annem ve kız kardeşlerim temizlik v.b. her türlü ihtiyaçlarını karşılıyordu. Bizle çok küçükken az da olsa hareket edebiliyordu. Fakat 89 yılındaki zindan hayatından sonra hareket etme yetisini tamamen kaybetti ve sağlık durumu artık çok daha kötü bir hal almıştı. Siyonistler içerde ağrı kesiciler dışında hayati önem arzettiği halde hiçbir tıbbi müdahalede bulunmamışlar. Bulunduğu ortam da bilindiği üzere oldukça sağlıksızdı. Hapis hayatından önce ben onun istediği kitapları getirir, belgelerini düzenler, benzer konulardaki tüm işlerini yapardım. Uzun müddet onun odasında oturur, ev ödevlerimi yapar bir yandan da onun isteklerini karşılardım. Bu, beni babama çok daha yakın olduğumu hissettiriyor büyük sevinç duyuyordum.

Babanız 1989 yılında, Hamas hareketinin kurucusu olma suçu ile tutuklandı. Fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kaldı. Bu konuda neler hatırlıyorsunuz?

14.12.1989 tarihinde babam ve bir çok İslami Direniş Hareketi lideri tutuklandı. Tutuklanmasında üç gün sonra evimize gelen bir mektupta, Gazze’deki merkez hapishanesinde babamızı ziyaret edebileceğimiz yazılı idi. Hapishaneye gittiğimizde bizi akşama kadar beklettiler. Gün bitiminde işgalci ordu istihbaratından bir adam geldi ve odaya girmem için beni çağırdı. Odaya girdiğimde babamın durumunun tahminimden çok daha kötü olduğunu gördüm.

Darbe ve işkence izleri vücudunun üzerinde net olarak görülmekte idi. Sakalları kopartılmış ve göğsünde de sigara söndürüldüğü için yanık izlerine rastlanmakta idi. Babamı bizle bu şekilde görüştürdüler. Birbirimize ayetler okuyor, teskin ediyorduk. Ben, getirilmemin ve onu görmeme izin verilmesinin, babama baskı yapma maksatlı olduğunu düşünememiştim. Babama dediler ki: "Bu seniz kızın Meryem. Biz, ona şöyle şöyle yapacağız…"

Sonra beni uzunca bir koridora çıkardılar. Orada gözleri kapalı, elleri bağlı çok sayıda genç vardı. Gençlerin arasında kardeşimi de gördüm. Tüm yiğitler acıdan ayakta duramıyor ve çoğu yaralarından dolayı inliyordu. Sonra beni birkaç soru sorduktan sonra çıkardılar. Fakat babam ve eşim benim hakkımda endişeliydiler. Çünkü, benim hapishaneden çıktığımı bilmiyorlardı.

Bunların yanı sıra aynı gece kardeşim Abdulhamid’i de hem ona hem babama işkence yapmak için tutukladılar. Abdulhamid’in acı haykırışlarıyla babama baskı yaptılar. Elbetteki bunlar babamı asla davasından döndüremezdi, bilakis bu yaşananlardan sonra çok daha büyük bir azim ve kararlılıkla yoluna devam etti.

Siz evlendikten sonra Şeyh Ahmed Yasin’in aileniz ve çocuklarınızla ilişkileri nasıldı?

Evimizin dar olması nedeni ile babam bize özel bir oda yaptırabildi. Çocuklarımıza karşı gerçekten bizden farksız bir şekilde sevgi besliyor ve torunlarını herkesten esirgiyordu. Çocuklarımızdan birisine elimiz kalkacak olsa bize kızar onları savunurdu. Onlarla şakalaşır, oyun oynar ve onları Kur’an-ı Kerim’i okumaya ve ezberlemeye teşvik ederdi. Aile içi hediyeleşmelere de özellikle torunları için ayrı bir önem verirdi. Çocuklar bayramı en iyi onun yanında tam bir bayram olarak geçiriyorlardı. Hiçbir durum, en ağır koşullar dahi bizim işlerimizi yapmaktan, bize yardımcı olmaktan onu alıkoymadı.

Allah ona Rahmet eylesin! O bir lider, bir öğretmen, merhametli bir baba ve saygılı bir eşdi. Hayatımızda çok büyük bir boşluk bıraktı...

Uluslararası Yasin Günü Platformu / Kudüs Yolu
Çeviri : İsa Eren

Ekleme Tarihi: 05.04.2007 - 19:54
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ÇİNDE KİMLER ÖLÜR BİLİRMİSİN ?
Suayb su an offline Suayb  
ÇİNDE KİMLER ÖLÜR BİLİRMİSİN ?
154 Mesaj -

Çin'de Neler Oluyor Biliyor musunuz ?

Filistin Sorunu, Irak Sorunu,Afganistan Sorunu ve daha niceleri...

Müslümanlar dünyanın dört bir yanında işkencelere maruz kalıyorlar. En son Çin’den gelen bir haber yürekleri dağladı. Bu acı haberin başlangıcı Pakistan’dı. Pakistan hükümeti daha önce de bir çok kişiyi El Kaide üyesi diye tutuklamış daha sonra ise bu kişileri ABD’ye teslim etmişti. ABD ise bildiğiniz gibi bu kişilere Guantonamo ve daha nice işkence merkezlerinde gözlerimize inanamadığımız insanlık dışı muameleler yapmıştı.

Şimdi yine Pakistan ve yine kendileri tarafından 5 şubat 2002 yılında tutuklanarak Çin’e iade edilen İsmail Samet adlı bir Müslüman.

Sonuçta ne oldu biliyor musunuz?

Çin'liler tarafından 8 Şubat 2007 Perşembe günü idam edildi İsmet Samet.

Üzerinden günler geçti ama konu medyanın ilgisini hiç çekmedi.


İsmail Samet, 5 Nisan 1990 Barın olaylarından sonra tutuklanmış ve Eylül 1992’ye kadar tutuklu kalmıştı. 1993 Eylül ayında tekrar hapsedilmiş ve 3 yıl sonra 1996 Eylül ayında serbest bırakılmıştı. Hapis cezalarının ardından en sonunda Doğu Türkistan’ı terk etmek zorunda kalmıştı.Ancak tarihler Ocak 1997’yi gösterdiğinde Pakistan yetkililerince Çin’e iade edildi.Sonrasında ise 8 Şubat 2002 tarihinde Urümçi yakınlarındaki Guentin hapishanesine kondu İsmail Samet.31 Ekim 2005 tarihinde ise, Urümçi şehri orta halk mahkemesi tarafından, Devleti bölme yani Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele etme suçundan ölüm cezasına çarptırıldı.

İsmail Samet ‘in 7 Şubat günü hayatının son günüydü.

Son olarak ailesi ile görüşmesine izin verildi.

Ve sonra idam edildi.

Suçu Iraklı, Filistinli, Afganistanlı kardeşleri ile aynıydı. Müslüman olmak, Müslüman gibi yaşamaya çalışmak. Suçsuzluğunu ispat etmek için fırsat bile tanınmadı.

İşin önemli tarafı siyasi suçlamalarla idam cezası uygulamalarına devam eden Çin uluslar arası insan hakları beyannamesini çiğniyordu ve Dünya kamuoyu bu konu da da her zaman olduğu gibi sessiz kalıyordu.

Bir de işin acı bir boyutu, Pakistan gibi dost, kardeş ve Müslüman komşu ülkelerin Çin zulmünden kaçıp kendilerine sığınan Doğu Türkistan’lıları ölüme göndermesi insanın canını çok sıkıyordu.

Üstelik iade işlemleri Uluslar arası tüm anlaşmalara karşı çıkmak anlamına da geliyordu.

İşte Çin’de yaşananlar bundan ibaret…

İsmail Samet ve daha niceleri daha ne kadar yalnız bırakılacak ?
Bizler dünyada yaşayan Müslümanlardan daha ne kadar habersiz yaşayacağız.
Belki de bir çoğumuz Çin’de neler olduğunu bilmiyoruz bile
Ne dersiniz?
Ben her ne kadar bu soruyu size sorsam da ken dime soramıyorum.
Tam cevap verecek oluyorum
Ama veremiyorum
Boğazım düğümleniyor

Bu soruya siz cevap verebilecek misiniz?
İsterseniz bir deneyin…



Ekleme Tarihi: 05.04.2007 - 19:51
Suayb üyenin diğer mesajları Suayb`in Profili Suayb Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (5): (1) 2 3 Devam >
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 640 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
fatihyenturk (46), kurtalanli (46), esmabanu (48), _LaL_ (36), !MesuD! (43), refya (45), þemsinur (69), dervis-9 (49), birparcaozgurlu.. (38), nuresmin (46), ankebut-57 (37), yassokiz (40), hamiyet (49), HeDo (35), gncmostar (38), ahmett25 (43), __peri__ (35), utkucan (44), mtbc (50), vuslat21 (44), bekir bora (37), CUNDULLAH (42), Bursa1975 (49), *~Beyaz_Gul~* (50), kazimsagir (42), Allah_korusun (39), Seyfo1 (55), gönülverumeysa (38), AKCAYLI10 (52), eoguz (39), cananaa (44), hicret14 (32), kemreluk (54), yunuss (54), ethem82 (42), Muhammed Rasid (47), akifd (38), özsu (39), serdar024 (43), htly (54), seferad34 (41), osmanlý (63), prenses (55), karakiz86 (38), Kutuptaki_Karan.. (42), Ufuk.S (), Davidoksen (37), aybalam (61), burak_sevgili (30), ömer küçükali (52), seyirdefteri (47), birsenkopuz (50), erdemli (35), safsofi (59), omer_yildirim (43), dialoginternet2.. (46), ALLAH_IN_ASLANI (54), sensiz_olmuyor (38), hasret81 (43), ismailkurt (60), Selam86 (38), mesudturan (43), ENGIN00 (45), mukadder (47), levyavuz (41), cecen3603 (), hnf (36), rabia 74 (50), son-sozum (48), DünyadakiGaflet (36), cog21 (55), yavuz37 (47), tubanur (49), nicknack (46), mhyd (51), rujhat (43), davut05 (49), mercan68 (57), ERSIN SELVI (49), cengizozkulluk (), hicret61 (51), nurefsan_ (50), yilmazgovdeli (74), Mollaislam (38), ozan ataþ (36), hasim20 (40), sakird (58)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.58395 saniyede açıldı