colchicine ivermektine stromectol budesonide dexamethasone cardura carsol cartia xt cartia casodex caverta ceclor cd ceclor ceftin cefurim celebrex celestoderm v celestone celexa cellcept cellidrine cephoral ceporex cerina cerzine cet eco cetallerg cetrine chibroxol chlorazin chlorochin chloromycetin cialis black cialis daily cialis oral jelly cialis professional cialis soft cialis strips cialis sublingual cialis super active cialis super force cialis cibacen ciloxan cimexillin cip eco
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

66 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (4): (1) 2 3 Devam >
Ekleyen Mesaj
Konu: Ümit...
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
Allah razı olsun...
Ekleme Tarihi: 19.10.2003 - 12:32
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ADINI YAZMAK
musab_ su an offline musab_  
Themenicon   
122 Mesaj -
Allah razı olsun
Ekleme Tarihi: 18.10.2003 - 13:04
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Yıldızların Ölümü
musab_ su an offline musab_  
122 Mesaj -
Allah razı olsun kardeş
Ekleme Tarihi: 08.10.2003 - 13:40
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: iki tevhid erine (3)
musab_ su an offline musab_  
iki tevhid erine (3)
122 Mesaj -
Dünya sürgününde her şey bıraktığınız gibi; biz de bıraktığınız yerdeyiz...

Zulüm yeryüzünde kol geziyor arsızca. Ebu Lehepler yolumuza diken saçmaya, çorbamıza toprak atmaya devam ediyorlar... Kudüs ruhunu bin bir parçaya bölmeye ant içmiş yol haritalarına direniyor. Bağdat yüreğine saplanan paslı hançeri söküp atmanın derdinde... Çeçenya dağlarından kavganın hazin çığlıkları yükseliyor... Her gün onlarca yiğit düşüyor toprağa, taptaze bedenler paramparça sağa sola savruluyor. Gülümseyen çehreler ufka mıhlanmış bakışlarıyla odalarımızın karanlık duvarlarında paha biçilmez tablolara dönüşüyor. Ve biz, sizin elleriniz havada, hakkı haykıran fotoğraflarınıza dalıp bir kez daha duaya, umuda sığınıyoruz; aşka, mücadeleye sarılıyoruz umarsızca...

Oysa kentin ışıkları sönük... İstanbul’a Eyüp mezarlığından yayılan hüzün pek çoklarının yüreğine uğramıyor. Şimdi bir gecelik (yüz altmış milyar) hasılatını fakir çocukların eğitimine bahşeden Laila’dan yükselen şuh kahkahalar inletiyor boğazı... Caddeler Tarkan’ın yeni şarkılarıyla inliyor... Fatih, yılın en görkemli düğününün tantanasıyla meşgul. Herkes başbakanın küçük oğlu ile gelininin birbirine nasıl da yakıştığını konuşuyor. Ama binlerce askerin Irak topraklarına neden, niçin gönderileceği sorgulanmıyor... Birileri hâlâ önce iş, aş, uzlaşma edebiyatı yapıyor. Özgürlük lafzı henüz literatürlerine bile girmemiş ne gam! Aylar öncesinden cumhuriyetin sekseninci yılını en şanlı nasıl kutlarızın tasarımları gündemleşiyor... Ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünyayı kutsayanların, ahireti yadsıyanların kervanına her gün birileri, birilerimiz daha ekleniyor...

Bugün Aksaray’daki bürona uğradım Macide...

Binanın duvarında isminin yazılı olduğu levha bütün haşmetiyle asılı hâlâ... Sanki dünyadan göçüp gitmemişsin gibi, çalışma masan, kalemlerin, raflardaki dosyaların döneceğin günün hasretiyle yerli yerinde. Özlem’le solmuş güllerin arasına yerleştirilen fotoğraflarınız sizin asla bir fotoğraf karesine sığmayacağınızı, bir fotoğraf olmayacağınızı haykırıyor büronun matemli sessizliğine. Ah Macide! Mekanlar ve nesneler bile yaslı mıdır yiten sahiplerine? Mahzun ve dokunaklı duruşlarınızla girdiğiniz düşlerimizin dili olsa konuşurlar mı? Geride bıraktıklarınızı kayırır gibi durmanızın sebebini anlatırlar mı? Anne yüreğinizi aktarabilirler mi bize?

Ey iki güzel insan, iki sıcak dost;

Kalbimize söz geçirmenin vaktidir şimdi! Duygularımızı iflah etmenin... Sizin ışığınızdan rahatsız olanlar, ölümünüzle vurgun yediğimizi, alabildiğine yalnızlaştığımızı, artık meydanlara akamayacağımızı, yakışmayacağımızı, örselenmiş benliklerimizle bir daha ayağa kalkamayacağımızı umut ediyorlar, biliyoruz... Devinmeyip dövünen, direnmeyip ezilen kitlelere katılacağımız günlerin hasretiyle tutuşuyorlar. Onlara bu hazzı tattırır mıyız? Biz Kur’an neslinin evlatları, çağın nabzını tutmaz mıyız eskisinden de kararlı? Belki vuslatın ateşiyle yanacağız... Yorgun sabahlara, Rabbe dönüş düşleriyle uyanacağız...Fakat, Rabbe andolsun ki, güzelliğiniz güzelliğimiz olacak... Ellerimiz ellerinize, yüreklerimiz yüreklerinize kenetli... Diri dipdiri bir muştunun gölgesinde, bir bengisu içtenliğiyle bayrağınızı taşıyacağız.

Rabbe andolsun ki şahidiniz. Şahitliğiniz şahitliğimizdir. Özünüz özümüz. Ne mutlu biz her daim kazananlarız. Rabbe andolsun ki yılmayacağız, yıkılmayacağız. Kıyamete kadar aha burada, kavganın ortasında, muhteşem sevdamızla alanın merkezinde duracağız...

Bize dayanma gücü ver ey Rabbimiz! Kardeşlerimizi vuslatın en güzeliyle huzuruna kabul et! Ve kafirler güruhuna karşı koru, gözet bizleri... Ey Rabbimiz! Sen’den gelecek her hayra muhtacız... Amin!

Nehir Aydın Gökduman
Ekleme Tarihi: 02.10.2003 - 12:28
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: COK OLDUNUZ
musab_ su an offline musab_  
Themenicon   
122 Mesaj -
Allah razı olsun kardeşim
Ekleme Tarihi: 02.10.2003 - 12:18
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: iki tevhid erine(2)
musab_ su an offline musab_  
iki tevhid erine(2)
122 Mesaj -
II.

Ve sen Özlem! Adı hüznü, derin iç çekişleri, hasreti haykıran dost;

Zorda, darda kalana teselli vermede, cesaret aşılamada bir ruh hekimi kadar hünerliydin... Hani bir seminer sırasında anlatacaklarımı kelimelere dökemeyip, her zamanki gereksiz heyecanlarımı gün yüzüne çıkardığım o gün, beni ellerimden tutup dışarı götürmüş, birkaç dakikada toparlanmamı sağlamıştın ya, yiğit duruşuna meftun olmuştum. İki lafından biri, “zaten bir avucuz, cesaretimizi kaybeder, geri çekilirsek bu davayı kim üstlenir, mesajımızı kim yüklenir” olurdu her zaman. Kara gözlerindeki sevdayı her daim okuyabiliyordum. O bakışlarda, isminle hemhal olmuş aşkın ve vuslatın izlerini fark etmek hiç zor değildi. Kendini fildişi kulelere hapsedip yazdıkları üç beş satırlık yazıyla, anlamı kendinden menkul röportajlarla hayatın içinde olduklarını iddia edenlere ne güzel aynaydın. Taşların bağlanıp, köpeklerin salıverildiği çağ feveranında özgürlüklerimiz için yanıp tutuşan yüreğinle, koşup yorulan bedeninle örnekliğimiz, şahitliğimizdin. Kimi zaman televizyon ekranlarından, sağ elin havada bütün öfkenle slogan atarken, bildiri okurken, panzerlerin üzerine yürürken akıyordun evimizin içine; kimi zaman kahraman Rachelleri, başörtümüzü, kimliğimizi savunan makalelerinle belleğimize kazınıyordun.

Arayıp soruyordun, hal hatır gözetmeyi biliyordun. Biz olmayı önemsiyordun inadına. Fatih’te bir arkadaş ziyaretine giderken, “birbirimizi arayıp sormazsak, birbirimizin derdiyle dertlenip sevincini paylaşmazsak, yitip gideriz şu metropolde” deyişin bugünkü gibi hatırımda. Bir araya gelişlerimizde yazıma dair konuşmalarımız, birbirimizi uyarışlarımız, kendimizi nasıl geliştirebilirizin sorgulamaları taptaze dimağımda... “Bak şu paragraf umutsuzluğu körüklüyor, buradaki vurgu iyi ama çıkış yolları önerilmemiş, umudu yazımızın özüne yerleştirelim ki, kimse bizden adam olmaz çıkmazına düştüğümüzü zannetmesin” deyişlerin kulaklarımda... Sığ ve sıradan olana, hayatın bitimsiz gailelerine takılıp kalana rağbet etmiyordun. Basitlikler, boş vermişlikler tutunamıyordu sende. Şimdi bütün hüzünleri kuşandığımız şu kahırlı günlerde; ey başkaldırının cesur kızı diye başlayan mısralar düşmek istiyorsak adına, kara gözlerindeki sevdayı unutamıyorsak, güzel kul olduğuna tanıklığımızdandır. Senden razı olduğumuzdandır ey dost. İmrenerek ardından baktığımızdandır.
Ekleme Tarihi: 01.10.2003 - 13:59
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Sana hasretiz ya Rasulallah
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
Allah razı olsun kardeş..
Ekleme Tarihi: 01.10.2003 - 13:40
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ŞİA
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
Allah razı olsun
Ekleme Tarihi: 22.09.2003 - 13:27
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ŞİA
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
Allah razı olsun
Ekleme Tarihi: 22.09.2003 - 13:27
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUSAB (R.A)
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
kardeşler Allah razı olsun Allah ayaklarımızı yolunda sabit kılsın
Ekleme Tarihi: 20.09.2003 - 12:13
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUSAB (R.A)
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
kardeşler Allah razı olsun Allah ayaklarımızı yolunda sabit kılsın
Ekleme Tarihi: 20.09.2003 - 12:13
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUHAMMED DOGDU O GUN
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
Allah razı olsun kardeş....
Ekleme Tarihi: 20.09.2003 - 12:05
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUHAMMED DOGDU O GUN
musab_ su an offline musab_  
s.a
122 Mesaj -
Allah razı olsun kardeş....
Ekleme Tarihi: 20.09.2003 - 12:05
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUSAB (R.A)
musab_ su an offline musab_  
MUSAB (R.A)
122 Mesaj -
Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).

Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sırada Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus'ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı.

Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüşünde Hz. Mus'ab'ın durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı.

Bu sırada Birinci Akabe Beyatı olmuş ve Medinelilerden bir grup İslâm'ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm'ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasulullah'tan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm'ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm'a davet edecekti.

Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 118).

Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e İslâm'ın Medine'deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: "İslâm'ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı." Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir müslüman tavrını takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti (İbn Sa'd a.g.e., III, 120).

Bedir savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmıştı. Uhud savaşında da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir" (Alu İmrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'ın Allah katındaki değerini ifade eder (İbn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı sahabiler aldılar.

Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "İleriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kişi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu anladı (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121).

Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diğer sahabilere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).

Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler.

Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Ekleme Tarihi: 19.09.2003 - 14:43
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: MUSAB (R.A)
musab_ su an offline musab_  
MUSAB (R.A)
122 Mesaj -
Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).

Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sırada Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus'ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı.

Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüşünde Hz. Mus'ab'ın durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı.

Bu sırada Birinci Akabe Beyatı olmuş ve Medinelilerden bir grup İslâm'ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm'ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasulullah'tan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm'ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm'a davet edecekti.

Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 118).

Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e İslâm'ın Medine'deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: "İslâm'ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı." Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir müslüman tavrını takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti (İbn Sa'd a.g.e., III, 120).

Bedir savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmıştı. Uhud savaşında da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir" (Alu İmrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'ın Allah katındaki değerini ifade eder (İbn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı sahabiler aldılar.

Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "İleriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kişi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu anladı (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121).

Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diğer sahabilere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).

Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler.

Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Ekleme Tarihi: 19.09.2003 - 14:43
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: cihadıma
musab_ su an offline musab_  
122 Mesaj -
amin!!
Ekleme Tarihi: 17.09.2003 - 13:32
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: cihadıma
musab_ su an offline musab_  
122 Mesaj -
amin!!
Ekleme Tarihi: 17.09.2003 - 13:32
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: cihadıma
musab_ su an offline musab_  
122 Mesaj -
amin!!
Ekleme Tarihi: 17.09.2003 - 13:32
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ibrahim(as)'ın kusları
musab_ su an offline musab_  
ibrahim(as)'ın kusları
122 Mesaj -
"“Ama kalbim tamamen mutmain olsun” demişti. Görmek istemişti İbrahim (as). “Ölüye nasıl hayat verdiğini bana göster” demişti. Rabbi de, “Yoksa, inancın yok mu?” demişti. İnanıyordu elbet! Görürcesine inanıyordu ama bir de görmek vardı. “Öyleyse” demişti Allah, “dört kuş al ve onları kendine alıştır; sonra onları her tepeye ayrı ayrı sal; sonra da çağır; uçarak sana gelecekler.”

Her baharın eşiğinde İbrahim’in (as) aradığı itminanı buluyor insan. Dağılmış bahçelerden, unutulmuş tohum mezarlarından, çiçeklerin solduğu zamanlardan, yaprakların savrulduğu uzaklardan, rüzgârların dokunduğu ıssızlıklardan kuşlar dönüyor şimdi. Çürümüşlüklerden, terkedilmişliklerden, yitirilmişliklerden, dağılmışlıklardan çiçek çiçek kuşlar dönüyor gözlerimize.

Bağların bozulduğu zamanlarda, güzün dağılmıştı “kuşlar”ımız. Yaz bahar tanık olduğumuz hayat, yanımıza yöremize alıştırdığımız renkler ve ahenkler nasıl da dağılmıştı sonbaharda. Ve ardından kış.. Dallar yetim kalmış, tohumlar unutulup gitmiş, yapraklar ışığa yabancılaşmış, güneş dünyadan uzaklaşmıştı. İbrahim (as) kuşlarını tepelere ayrı ayrı salmış gibi..

Baharda hayata sebep olarak görünen her şey sonuçlarıyla birlikte dağılıvermişti. Ağaca hayat verdiği sanılan su köklerden çekilmiş, meyveyi olgunlaştırdığı sanılan dallar da kurumuş, çiçeğin tutunduğu budaklar da körelmişti. Güneş, yaprakları diri tutan ışığını çekmiş, üstelik sanki küsüşmüşler gibi, günışığı daha yumuşak geldiği halde, baharda yeşerttiği yaprakları kurutmaya başlamıştı. Baharda çiçek tozlarını birbirleriyle buluşturan rüzgâr bu defa tam bir kuru yaprakları koparıp boşluğa savuragelmişti.

Güz, tıpkı “o gün”ün, yani Haşir Günü’nün tarifi gibidir. “Kimsenin kimseye fayda vermediği” gün. Babanın evlada elinin uzanmadığı, evladın babaya sözünü işittiremediği, gözlerin bile birbirleriyle buluşamadığı, tenlerin biribirine uzak kaldığı gün. Dağılmışlığın, çözülmüşlüğün, uzaklığın mutlak tarifidir bu. Bütün yakınlıkların bitişi nasıl tarif edilebilir? Herkesin dipsiz bir tekilliğe inmesi, kendisiyle başbaşa kaldığı derin bir kuyuya itilmesi... Mekanca yanyana olabilirsiniz ama temasça sonsuz mesafeler var aranızda, mutlak uzaklıkların labirentinde yapayalnızsınız.

İşte baharın öncesi böyledir. Toprağın ağaca, ağacın dala, dalın yaprağa, rüzgârın çiçeğe, kökün gövdeye, ışığın suya, suyun havaya menfaatinin olmadığı zamanlardır güz ve kış.. Şimdi önümüzde toparlanan hayat, sonsuz sayıda tepelerden çağrılan çiçekler, hiç bilmediğimiz uzaklardan koşup gelen rüzgâr kıpırtıları, İbrahim’in (as) görmek istediği ve görmemizi istediği hayat verme misalleridir.

Eşya zamanın akışıyla sürekli değişiyor, dönüşüyor, şekilden şekle giriyor, bozuluyor, yapılıyor. Her daim kendimize alıştırdığımız, avucumuzda evcilleştirdiğimiz kuşları salıyor, zamanın tepelerine salıyor gibiyiz. Sonra yeni biçimler giymek üzere yeniden çağırıyoruz kuşları, koşup gelmelerini bekliyoruz avuçlarımıza.

Akşam olunca güneşi salıyoruz karanlığa.. Sabaha yeniden çağırıyoruz penceremize.. Dönmesini bekliyoruz güneşin salıverdiğimiz tepelerden. Her an bir önceki anın tanıdıklarını adı bilinmez tepelere, gözle görülmez kuytulara terkediyoruz. Bir sonraki anda yeniden toparlanıyor eşya, yeniden bedenimizi yanımızda buluyoruz. İbrahim (as) gibi kuşlarımızı salıyoruz, sonra da geri çağırıyoruz. Gün geliyor bedenimizi bırakıyoruz toprağa, karanlık kuyulara cesetler salıyoruz. Yeniden çağrılmayı umarak, yeniden toparlanmayı bekleyerek.

Kalbimiz mutmain mi olmak istiyor? Görmek mi istiyoruz kuşların dönüşünü? Sonsuz dağılmışlıkların, nihayetsiz uzaklıkların, derin ayrılıkların ortasında bir dağılıp bir toplanan hayatımızın ebediyen bize dönmesi konusunda emin olmak mı istiyoruz? Sebep ve sonuç arasındaki uçurumlardan gidip gelen varlığımızı uzak tepelerden geri mi çağırmak istiyoruz? Aslında uzaklık olan gerçekliğimizi sürekli yakınlığa dönmesi müjdesini almak mı istiyoruz?

İşte İbrahim’in (as) kuşları geri dönüyor salıverildiği tepelerden. Bahar geliyor. Çiçekler taç yapraklarını toparlıyor sonsuz mesafelerden. Ateş, toprak, su ve hava.. dört unsur. Ayrı tepelere salıverilmiş kuşlar gibi kanatlanıp geri dönüyorlar. Avucumuzda her bir çiçek bir İbrahim (as) itminanı. Gözümüzde her bir yaprak bir İbrahim (as) sınavı.. Kalbimizde her bir meyve bir İbrahim (as) sevdası..

İbrahim’in (as) kuşları dönüyor...
Ekleme Tarihi: 17.09.2003 - 13:03
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ibrahim(as)'ın kusları
musab_ su an offline musab_  
ibrahim(as)'ın kusları
122 Mesaj -
"“Ama kalbim tamamen mutmain olsun” demişti. Görmek istemişti İbrahim (as). “Ölüye nasıl hayat verdiğini bana göster” demişti. Rabbi de, “Yoksa, inancın yok mu?” demişti. İnanıyordu elbet! Görürcesine inanıyordu ama bir de görmek vardı. “Öyleyse” demişti Allah, “dört kuş al ve onları kendine alıştır; sonra onları her tepeye ayrı ayrı sal; sonra da çağır; uçarak sana gelecekler.”

Her baharın eşiğinde İbrahim’in (as) aradığı itminanı buluyor insan. Dağılmış bahçelerden, unutulmuş tohum mezarlarından, çiçeklerin solduğu zamanlardan, yaprakların savrulduğu uzaklardan, rüzgârların dokunduğu ıssızlıklardan kuşlar dönüyor şimdi. Çürümüşlüklerden, terkedilmişliklerden, yitirilmişliklerden, dağılmışlıklardan çiçek çiçek kuşlar dönüyor gözlerimize.

Bağların bozulduğu zamanlarda, güzün dağılmıştı “kuşlar”ımız. Yaz bahar tanık olduğumuz hayat, yanımıza yöremize alıştırdığımız renkler ve ahenkler nasıl da dağılmıştı sonbaharda. Ve ardından kış.. Dallar yetim kalmış, tohumlar unutulup gitmiş, yapraklar ışığa yabancılaşmış, güneş dünyadan uzaklaşmıştı. İbrahim (as) kuşlarını tepelere ayrı ayrı salmış gibi..

Baharda hayata sebep olarak görünen her şey sonuçlarıyla birlikte dağılıvermişti. Ağaca hayat verdiği sanılan su köklerden çekilmiş, meyveyi olgunlaştırdığı sanılan dallar da kurumuş, çiçeğin tutunduğu budaklar da körelmişti. Güneş, yaprakları diri tutan ışığını çekmiş, üstelik sanki küsüşmüşler gibi, günışığı daha yumuşak geldiği halde, baharda yeşerttiği yaprakları kurutmaya başlamıştı. Baharda çiçek tozlarını birbirleriyle buluşturan rüzgâr bu defa tam bir kuru yaprakları koparıp boşluğa savuragelmişti.

Güz, tıpkı “o gün”ün, yani Haşir Günü’nün tarifi gibidir. “Kimsenin kimseye fayda vermediği” gün. Babanın evlada elinin uzanmadığı, evladın babaya sözünü işittiremediği, gözlerin bile birbirleriyle buluşamadığı, tenlerin biribirine uzak kaldığı gün. Dağılmışlığın, çözülmüşlüğün, uzaklığın mutlak tarifidir bu. Bütün yakınlıkların bitişi nasıl tarif edilebilir? Herkesin dipsiz bir tekilliğe inmesi, kendisiyle başbaşa kaldığı derin bir kuyuya itilmesi... Mekanca yanyana olabilirsiniz ama temasça sonsuz mesafeler var aranızda, mutlak uzaklıkların labirentinde yapayalnızsınız.

İşte baharın öncesi böyledir. Toprağın ağaca, ağacın dala, dalın yaprağa, rüzgârın çiçeğe, kökün gövdeye, ışığın suya, suyun havaya menfaatinin olmadığı zamanlardır güz ve kış.. Şimdi önümüzde toparlanan hayat, sonsuz sayıda tepelerden çağrılan çiçekler, hiç bilmediğimiz uzaklardan koşup gelen rüzgâr kıpırtıları, İbrahim’in (as) görmek istediği ve görmemizi istediği hayat verme misalleridir.

Eşya zamanın akışıyla sürekli değişiyor, dönüşüyor, şekilden şekle giriyor, bozuluyor, yapılıyor. Her daim kendimize alıştırdığımız, avucumuzda evcilleştirdiğimiz kuşları salıyor, zamanın tepelerine salıyor gibiyiz. Sonra yeni biçimler giymek üzere yeniden çağırıyoruz kuşları, koşup gelmelerini bekliyoruz avuçlarımıza.

Akşam olunca güneşi salıyoruz karanlığa.. Sabaha yeniden çağırıyoruz penceremize.. Dönmesini bekliyoruz güneşin salıverdiğimiz tepelerden. Her an bir önceki anın tanıdıklarını adı bilinmez tepelere, gözle görülmez kuytulara terkediyoruz. Bir sonraki anda yeniden toparlanıyor eşya, yeniden bedenimizi yanımızda buluyoruz. İbrahim (as) gibi kuşlarımızı salıyoruz, sonra da geri çağırıyoruz. Gün geliyor bedenimizi bırakıyoruz toprağa, karanlık kuyulara cesetler salıyoruz. Yeniden çağrılmayı umarak, yeniden toparlanmayı bekleyerek.

Kalbimiz mutmain mi olmak istiyor? Görmek mi istiyoruz kuşların dönüşünü? Sonsuz dağılmışlıkların, nihayetsiz uzaklıkların, derin ayrılıkların ortasında bir dağılıp bir toplanan hayatımızın ebediyen bize dönmesi konusunda emin olmak mı istiyoruz? Sebep ve sonuç arasındaki uçurumlardan gidip gelen varlığımızı uzak tepelerden geri mi çağırmak istiyoruz? Aslında uzaklık olan gerçekliğimizi sürekli yakınlığa dönmesi müjdesini almak mı istiyoruz?

İşte İbrahim’in (as) kuşları geri dönüyor salıverildiği tepelerden. Bahar geliyor. Çiçekler taç yapraklarını toparlıyor sonsuz mesafelerden. Ateş, toprak, su ve hava.. dört unsur. Ayrı tepelere salıverilmiş kuşlar gibi kanatlanıp geri dönüyorlar. Avucumuzda her bir çiçek bir İbrahim (as) itminanı. Gözümüzde her bir yaprak bir İbrahim (as) sınavı.. Kalbimizde her bir meyve bir İbrahim (as) sevdası..

İbrahim’in (as) kuşları dönüyor...
Ekleme Tarihi: 17.09.2003 - 13:03
musab_ üyenin diğer mesajları musab_`in Profili musab_ Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (4): (1) 2 3 Devam >
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 807 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hircin (32), ayazdabirciftyu.. (38), arif_unal (64), lyoonn (46), ergali595 (42), FatihCgdm (38), kirenli (56), *imam_hatipli* (33), Muhsin B. (36), sezer74 (50), recepguducu (50), kenan_kygn (68), tek_1 (44), ajanpenny (46), basketcikid (34), sigat37 (37), erzincani (45), yasemin_nl (36), yosun (40), toprak_67 (45), By_Digital (38), gur (36), MustafaGED&Yacu.. (60), ademyildiray (49), ibrahimdzn (37), muka2828 (44), hagere (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.53077 saniyede açıldı