kaletra lopinavir ritonavir budesonide generique kaletra kaletra seretide inhaler seretide rotacaps seretide serevent serocryptin seromycin serophene seropram seroquel servambutol servanolol servicillin serviclofen servispor servitet silagra sildalis sildenafil silvitra simcora simvasine simvast sinemet cr sinemet sinequan singulair sirdalud skinoren smap sortis spersanicol spiroctan sporanox starlix stocrin strattera stromectol suhagra force suhagra sumycin super avana
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

13 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: LÜTFEN OKUYUN OĞLUM İÇİN!!!!!!!!!!
serhendli su an offline serhendli  
geçmiş olsun acil şifalar
13 Mesaj -
üm iyi dileklerimle geçmiş olsun der en kısa zamanda yürümesi sağlığına kavuşması için rabbime dua ederim hayırlı sabırlar kardeşim unutayalım imtihandayız biz aciz kuluz neyin hayırlı neyin hayırsız olduğunu bilemeyiz
Bir Allah dostu rabbinden çok büyük makamlar istemiş ama oraya yetecek ameli sevabı yokmuş Allahü tealada ASLANA parçalatmış ancak öyle o makama çıkabilmiş biz aciz kuluz ne hikmetler saklı bilemeyiz sabır acı isede meyvesi tatlıdır
Ekleme Tarihi: 03.05.2008 - 09:58
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: ALLAHSIZ DEMEK
serhendli su an offline serhendli  
ALLAHSIZ DEMEK
13 Mesaj -
ALLAHSIZ DEMEK

Küfür olmayan sözler
Sual: Bir yazar, aşağıdaki sözlere küfür diyor. Bunlar küfür müdür?
CEVAP
Bir müslümanın bir sözünden veya bir işinden yüz şey anlaşılsa, bunlardan 99’u küfre sebep olsa, biri Müslüman olduğunu gösterse, o bir şeyi anlamak ve ona kâfir dememek gerekir. Bir müslümana kâfir demek, onun kâfir olmasını istemek küfürdür. Onun için tevili mümkün olan sözlerden dolayı bir müslümana, bu sözün küfrü gerektirir demekten sakınmalı. Şimdi sözlere bakalım:

Allahsız demek:
Bu söz genelde dinsiz, imansız, merhametsiz anlamında söylenir. Onun için bu söz küfür olmaz. Herkesin yaratıcısı Allah olduğu için böyle söylememek elbette iyi olur.

İşimiz Allah’a kaldı demek:
Her işin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Eskiden işimiz başkalarının elinde idi de şimdi mi Allah’a kaldı? Ama böyle söylemek, kimse bu işi beceremiyor ancak bu işi Allah yapar anlamında söylendiği için küfür olmaz.

Hakimler hakimi demek:
Bu da küfür değildir. Hakimler hakimine şimdi Yargıtay başkanı deniyor. Daha eskiden temyiz reisi denirdi. Daha eskiden de kâdı-l-kudat deniyordu. Kadılar kadısı demektir. Allah’a padişah demek de caizdir. Hatta padişahlar padişahı da denir. Osmanlı sultanlarından bazılarına padişahlar padişahı demekte de mahzur yoktur.

Allah bilir ki şu şöyledir, Allah şahit şunu söyle yaptım demek:
Gerçekten bir iş yapılmışsa, Allah bilir ki yaptım demekte hiç bir mahzur yoktur. Yapılan bir iş için de Allah şahit demekte hiç mahzur yoktur. Ama yapılmayan bir şey için Allah yalancı şahit gösterilemez. Ama zaten bu anlamda müslüman söylemez. Müslümana suizan ederek, her sözün altında küfür aramak yanlıştır.

Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrının hakkı Tanrıya:
Bu söz de küfür değildir. Mazlumun hakkı olduğu gibi zalimin de hakkı olur. Sezar’ın hakkı varsa vardır. Kâfirin hakkı olmaz mı?

Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir demek:
Bir kimse kalkıp Türkiye’de kanun yapma hakkı kayıtsız şartsız Türkiye Büyük millet meclisinin dese yanlış mı olur? Libya’da ise Kaddafi’nin dese ne olur? Olan bir şey söylenmiş olur. Kaddafi’nin kanun koymaya yetkisinin olup olmaması ayrı şey. Ama Libya’da böyledir. Filanca yerde de tek söz sahibi falandır demekte de mahzur olmaz.

Sen Allah mısın demek:
Birisi bir şey söylese, mesela sana şunu haram ediyorum dese, öteki de sen Allah mısın, o ne biçim söz dese, küfre girmez. Senin yetkin yok sen aciz bir kulsun demek istiyorsa ona kâfir denir mi?

Allah’tan başkasından medet [yardım] istemek:
Herkes birbirinin yardımına muhtaçtır. Ölü diri herkesten yardım istemek caizdir. Ruh ölmez. Allahü teâlâ dirilere yardım ettirdiği gibi ölülere de yardım ettirir. Hızır aleyhisselamın ruhu naçar kalanlara yardım etmektedir.

Doktor hayatımı kurtardı, frene basmasaydı ölmüştüm, şu hap bana şifa verdi demek:
Bunlar da küfür değildir. Bu yemek beni doyurdu demek gibidir. Yani doymamıza Allahü teâlâ yemeği sebep kılmıştır. İlacı hastalığımıza şifa kılmıştır. Ameliyat eden doktoru hastalıktan kurtulmamıza sebep yapmıştır. Sebeplerle yaratmak, Allahü teâlânın âdetidir.

Devlete karşı çıkılır mı, ezer geçer demek:
Bundan daha normal bir söz olur mu? Küfür bunun neresinde? Birisi ile dövüşürken, adamın eli armut toplamıyor ya, o da bize vurur, adam kuvvetlidir belki o bizi öldürür demek küfür olur mu hiç? Evet öldüren ve her işin yaratıcısı Allahü teâlâdır ama bunları sebep kılmıştır. Herkesi Allah öldürdüğü halde, falanca falancayı öldürdü demek caizdir.

Allah’tan başkasının adına kurban kesmek, Allah’tan başkasına adak adamak:
Tapınmak için olanla, ikram için yapılanı karıştırmamak gerekir. Bir müslüman Allah’tan başkasına tapmaz. Tapan da zaten müslüman değildir. Kurban, adak ibadet demektir. İbadet de Allah için olur, Onun rızasını kazanmak için olur. Rızasını kazanma yolları çok çeşitlidir. Misafir veya devlet büyükleri gelince, onlara yedirmek için kesmek haram olmaz. Çünkü, misafire ikram sevaptır, İbrahim aleyhisselamın sünnetidir. (Bezzâziye)

Temel atılırken, hastalık gelince, hasta iyi olunca hayvan kesmek de helaldir. Etleri fakirlere yedirilmektedir. (Hamevi)

Dileği olursa Allah için hayvan kesmeyi adak yapmak da caizdir. (Bahr-ür-râık)

Şarta bağlı olarak Evliyaya adak yapmak da, kendini, günahı çok, dua etmeye yüzü yok bilerek, mübarek birini vesile edip, Allahü teâlâya yalvarmak demektir. Mesela (Hastam iyi olursa sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine olmak üzere, Allah için, bir koyun kesmek nezrim olsun) deyince, bu dileğin kabul olduğu çok görülmüştür. Burada, Allah için koyun kesip, sevabı evliyaya bağışlanmakta, onun şefaati ile, Allahü teâlâ, hastaya şifa vermekte, kazayı, belayı gidermektedir.

Dini günler demek:
Selefiler, mübarek gün ve gecelere [Mevlid, Berat, Regaib gibi gecelere] karşı oldukları için yazar da, bu günlere saldırıyor. Cuma, bayram ve kandil günleri ve geceleri, müslümanların mübarek gün ve geceleridir. Bu mübarek gün ve gecelere kıymet veren Allahü teâlâdır. Peygamberler de insandır. Ancak Allahü teâlâ onları kıymetlendirmiş, güzide mevki ihsan etmiştir. Diğer insanlardan niye ayırt ediliyor denemediği gibi, bazı gün ve geceleri kıymetli yaratan Allahü teâlâya da bugünleri diğer günlerden niye ayırdın denemez. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, bazı gecelere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, dua ve tevbeleri kabul edeceğini bildirmiştir. Kullarının çok ibadet yapması, dua ve tevbe etmeleri için bu geceleri sebep kılmıştır.

Din ayrı, dünya ayrı demek:
Din ve dünyanın ayrı olduğu bütün din kitaplarında yazılıdır.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah dilediğinin rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Halbuki ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.) [Rad 26]

(Ahiret nimetlerini isteyene de, dünya nimetlerini isteyene de onu veririz.) [Şura 20]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(İnsanların kötüsü, din ile dünyayı yiyen [dini dünyaya alet eden] kimsedir.) [İbni Asakir]

(Allahü teâlânın koruduğu hariç, din ve dünya işlerinde parmakla gösterilmek zarar olarak yeter.) [Beyheki]

(Ahir zamanda insan din ve dünyasını ancak para ile korur.) [Taberani]

(Din işlerinde kendinden üstün olanı görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp Allah’a hamd eden şükretmiş olur.) [T. Gafilin]

İmam-ı Rabbani hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak için her gün 500 kere "La havle vela kuvvete illa billah" okuyun buyuruyor.
Din ayrı, siyaset ayrı demek:
Bu da din ve dünya demek gibidir. Siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme ile ilgili görüştür. Kendi siyasetini din kabul edenler, bizim siyasetimiz dinden ayrı gösterilemez demek istiyorlar. Din elbette politikadan ayrıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Hak teâlâ, Âdem aleyhisselama bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Çocukların ve neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin, sakın ola ki dini geçim vasıtası yapmasın, din ile dünya menfaatini talep edenlere yazıklar olsun!) [Hakim]

(Dini dünya menfaati için öğrenene, ilmini paraya değişene kıyamette ateşten gömlek giydirilir.) [Deylemi]

Zevklere ve renklere karışılmaz demek:
Elbette zevkler, renkler tartışılmaz. Herkesin zevki farklıdır. Bunun küfürle ne ilgisi vardır? Hatta bir kimse, içki içse, kumar oynasa, çıplak gezse, bu benim zevkimdir, bana karışmayın dese bile, yine küfür olmaz. Çünkü harama helal demiyor. İslamiyet’e değil, karşısındakine kızıyor. İslamiyet’e kızıyorsa, zaten o müslüman değil ki, küfre düşsün. Küfrün içinde olan küfre düşmez.

Bu benim özel hayatım hiç kimse karışamaz, demokrasi var demek:
Özel hayatıma karışmayın demek de küfür olur mu? Bir sarhoş, ben istediğim gibi içerim, istediğim gibi kumar oynarım, bunlar benim özel hayatım dese küfür olmaz. Bunları helal kabul ederse küfür olur. Mutezile ve Selefilikte, amel imandan parça kabul edildiği için günah işleyenlere küfür damgası basılıyor.

Biz babadan, atalarımızdan böyle gördük demek:
Bunun küfürle ne ilgisi var ki? Atalardan iyi şeyler de görülür kötü şeyler de. Bizim atalarımız içki içerdi, kumar oynardı dense bile bunun küfürle ne ilgisi vardır ki? Burada haramı helal kabul etmek yok ki.

Din şöyle diyor doğru, ama.... , haklısın, fakat… demek:
Adam dini inkâr etmiyor ki küfür olsun. Fasık birisi, din zekat verin diyor ama, parayı sevdiğim için veremiyorum, din oruç tutun diyor ama mideme düşkünlüğümden tutamıyorum. Din içki haramdır diyor ama, zevkime düşkünlükten bırakamıyorum dese küfür olmaz. Burada dini inkâr etmek, haramı helal kabul etmek yok.

Paranın açamayacağı kapı yoktur demek:
Bu söz, para çok şeyler yapar demektir. Nitekim hadis-i şerifte de, (Ahir zamanda insanların paraya ihtiyacı daha çok olur. Çünkü insan o zaman din ve dünyasını ancak para ile korur) buyuruluyor. (Taberani)

Bir ibadeti gösteriş veya dünyevi bir menfaat için yapmak:
Müslüman ibadetini Allah için yapar. İbadete riya karışabilir. Riya karışan ibadete küfür denmez. İbadeti bir menfaat için yapmak da küfür değildir. Mesela hacca gidenin niyeti, para kazanmak, oradan ucuz mal getirmek olsa, bunun ibadetine sevap verilmez ama buna küfür de denmez.

Azrail’le savaşıyor demek:
Ölümle pençeleşiyor da denir. Burada Azrail aleyhisselamı kötüleyici söz yoktur. Onu veya başka melekleri kötülemek küfür olur. Ama burada öyle bir durum yok.

Aşırı dinciler:
Genelde bu sözü dinsizler, müslümanlara saldırmak için kullanıyorlar. Onlar zaten dinsizdir. Ama bir Müslüman, diğer bir Müslümana maşallah bu aşırı dincidir, çok mutaassıptır dese küfür olmaz. Dine aşırı bağlı deniyor. Dinde aşırı gitmeyi ise dinimiz yasaklamıştır. Mesela Peygamber efendimiz, (Din kolaylıktır. Dinde aşırı gideni din mağlup eder) buyuruyor. (Nesai)

İslam dini akıl mantık dinidir demek:
Bunun neresi küfür ki? Kur’an-ı kerimde (Akletmez misiniz, aklınızı kullanmaz mısınız?) gibi ifadeler çok geçer. Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Aklı olmayanın dini yoktur.) [Ebuşşeyh]

(Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi]

(Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari]

(Akıl imandandır.) [Beyheki]

İslamiyet akla dayanan nakil dinidir. Selim akla uygundur. Dinde aklın önemi büyüktür. Ancak yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyük zatlara, İslam âlimi denir. Akıl göz gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez. Görmesi için ışık gerekir.

Sual: Allah malı istediğine, ilmi isteyene verir demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: İnce köprü için (Sırat köprüsü gibi) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Mecazi olarak trafik kurbanı, şöhret kurbanı demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Kötü hava şartları demek caiz midir?
CEVAP
Evet.

Sual: (Min Malallah ya Muhsinin) ne demektir?
CEVAP
(Ey ihsan sahipleri, hayır sahipleri, iyilikseverler, Allah’ın size verdiklerinden siz de ihtiyaç sahiplerine verin) demektir.

Sual: Ahirete, öbür dünya demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Hallacı Mansur, Enelhak demekle ben bâtıl değilim, hakkım diyor diye tevil etmek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: (Rabbin verecek) âyetine (Çeşitli nimetler verecek) denir mi?
CEVAP
Evet. Allahü teâlâ Habibine çok nimetler verecek elbette.

Sual: (Cuma geceleri evde helva yapıp kokutmalı, ruhlar eve kokusuna gelir) sözü uydurma mıdır?
CEVAP
Evet.

Sual: Kur’an-ı kerimde (yalnızca Allah’tan korkun) buyuruluyor. Bu ne demektir?
CEVAP
(Yalnız bana ibadet edin, ilah olarak yalnız beni tanıyın benim bildirdiklerime uyun) demektir. Yoksa köpekten, casuslardan korkmayın demek değildir. Tehlikelerden korkmak lazımdır. Allah’tan korkmayanlardan korkmak gerekir.

Sual: Meczup veliler, dine aykırı sözlerinde mazur mudur?
CEVAP
Evet.

Sual: Tahmin yürütüp (Amerika yenilir) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Kötü kimseye (İbiş) diye hakaret etmek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: (İnsanlar uykudadır) hadisine, peygamber de dahil mi?
CEVAP
Enbiya ve evliya ölmeden önce ölmüş, öldükten sonra verilecek nimetlere kavuşmuş, dünyada gafletten uyanmıştır.

Sual: Herkesin bir hesabı var Allah’ın da bir hesabı var demek uygun mu?
CEVAP
Caizdir.

Sual: "Düşmez kalkmaz bir Allah" demek uygun mudur?
CEVAP
Evet uygundur.

Sual: Birisi "ne var, ne yok" deyince, "sağlık, güzellik" sözlerle cevap verilebilir mi? Bazı kimseler bu soruya "Allah var, şeriki yok" diye cevap veriyor ve böyle cevap vermenin gerektiğini iddia ediyorlar.
CEVAP
Birinci şekilde söylemenin mahzuru yok. İkinci şekildeki cevap ise sorulan soruya cevap değildir. Sen evde bir kişi misin diye sorulsa, öteki de bir olan Allah’tır dese, sorulan sorunun cevabı olur mu? Dini bilmeyen kimselerin uydurdukları sözlerdir.

Sual: Telefonda hanımıma bir tanem dedim. Arkadaş, (Öyle deme, bir tane olan Allah’tır. Böyle söylemekle küfre girdin dinin gitti, nikahın da bozuldu) dedi. Böyle söylemekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Böyle söylemenin hiç mahzuru yoktur

Sual: “Hakikaten” manasında “harbiden” demenin bir mahzuru var mıdır?
CEVAP
Hayır mahzuru yoktur. Harbi kelimesi şu anlamlara gelir:
1- Ateşli silahların içini temizlemekte kullanılan çubuk.
2- Doğru, hilesiz, mert. Harbi bas demek de, doğru yürü, hızlı yürü demektir.
3- Arapça savaşla ilgili demektir.
4- İslam ülkesindeki gayrı müslimlere zimmi, kafir ülkesinde olan gayrı müslimlere harbi denirdi. Şimdi zimmi de yok, harbi de yoktur.

Siz ikinci anlamda konuşuyorsunuz, mahzuru olmaz. Mesela harbi ol kardeşim demek, doğru dürüst ol demektir. Harbi konuşalım demek, doğru konuşalım demektir.

Sual: Ona çok şey borçluyum demek uygun mudur?
CEVAP
Maddi-manevi iyilik edene teşekkür edilir. (İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiş olur) buyuruldu. (Ona çok şey borçluyum) demekte de mahzur yoktur.

Sual: Delikanlı demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Kalbin çalışmasına Allah’ın mucizesi demek caiz mi?
CEVAP
Allah’ın kudreti, hikmeti demelidir.

Sual: Su ikram edene (Geçmişlerinin canına değsin) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: (İyi şanslar, şansın bol olsun) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: (Bu toprağa adam eksen biter) demek caiz mi?
CEVAP
Evet. Verimli toprak denmek isteniyor.

Sual: (Bu işin lamı, cimi yok) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Bir varmış bir yokmuş demekte mahzur var mı?
CEVAP
Hayır.

Sual: Peder ne demektir? Baba yerine kullanmak caiz midir?
CEVAP
Peder, Farsça baba demektir. Kullanmakta mahzur yoktur. Babaya peder, kayınbabaya kayınpeder denir.

Sual: İki başlı bir çocuk olunca, "hilkat garibesi" demek caiz midir?
CEVAP
Caizdir. Allah böyle yaratmış demektir. Cenab-ı Hak, her şeye kadirdir.

Sual: (Allah onun yüzüne baktı) veya (Allah onun yüzüne bakmadı) gibi tabirleri kullanmanın küfür olduğu söyleniyor. Böyle konuşmak caiz mi, küfür mü?
CEVAP
Bunları söylemenin bir mahzuru yoktur. Bunlar birer tabirdir. Yüzüne baktı demek, Allah ona merhamet etti, acıdı demektir. Yüzüne bakmadı demek, ona acımadı, azap etti demektir. Bu konuda din kitaplarında çok bilgi vardır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, sizin güzel suretlerinize, mallarınıza bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar.) [Müslim]

Buradaki bakmak, sevap veya azap verir demektir. Yani Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, makam ve rütbesine bakarak sevap vermez. Amelini ne düşünce ile, ne niyetle yaptığına bakarak sevap veya azap verir. (S. Ebediyye)

İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kıyamet günü Allahü teâlâ, şu üç sınıf insana rahmet nazarı ile bakmaz:
1- Alış verişinde yalan söyleyerek fahiş fiyatla mal satana.
2- Gelişi güzel her şeye yemin edene.
3- Kendisinde su olduğu halde, başkasına vermeyene.) [Ey Oğul İlmihali]

(Altı şey, altı halde gariptir:
1- İçinde namaz kılınmayan Mescitler gariptir.
2- Okunmayan Kur'an-ı kerim gariptir.
3- Fısk işleyenler yanında Kur'an-ı kerim gariptir.
4- Kötü huylu, zalim kocanın elindeki saliha kadın gariptir.
5- Kötü huylu kadının elindeki salih koca gariptir.
6- Kendini dinlemeyen kavmin arasındaki âlim gariptir.
Allahü teâlâ, kıyamet gününde bu altı maddede bildirilenlere rahmet nazarı ile bakmaz. Yani onlara acımaz, azap eder. (Menakıb-ı Çihar Yâri Güzin)

Yine Menakıb-ı Çihar Yâri Güzin kitabında bildiriliyor ki:
Allahü teâlâ, bu ümmete Ramazanda beş şey verir ki, başka ümmetlere vermedi.
1- Ramazanın ilk gecesi olduğu zaman, onlara [bu ümmete] rahmet nazarı ile nazar eder. Allahü teâlâ, kime rahmet nazarı ile bakarsa, artık ona azap etmez.

2- Allahü teâlâ meleklere, (Bu ayda ibadetleri bırakın, ümmet-i Muhammede istiğfar edin) buyurur.

3- Allahü teâlâ Cennet meleklerinin reisi Rıdvan’a buyurur: (Cenneti süsle ve kapılarını aç. Ümmet-i Muhammed’den bir kimse bu ayda ölürse, cesedi gelinceye kadar, ruhu Cennete dahil olsun.)

4- Allahü teâlâ, Cehennem meleklerinin reisi Malik’e, Cehennemin kapılarını kapatmasını emreder. (Eğer, bu ümmetten günahkâr biri ölürse, Ramazan ayı geçene kadar, Cehennemde azap olmasın.)

5- Allahü teâlâ, Kadir gecesini verir. Hatta eğer bir kimse, o gecede ibadet etse, günahlarını affeder. O gecede Cehennemden azat olur. (Ravda-tül ulema)

Bu konudaki hadis-i şerif meallerinden bazıları da şöyledir:
(Komşusunun hanımı ile zina edenin, Allahü teâlâ yüzüne bakmaz, onu Cehenneme koyar.) [Deylemi, Haraiti]

(Kim gösteriş için bir elbise giyerse, o elbiseyi çıkarıncaya kadar Allahü teâlâ onun yüzüne bakmaz.) [İ.Asakir]

(Kibirlenerek elbisesini yerde sürüyenin yüzüne Allahü teâlâ kıyamette rahmetle bakmaz.) [Buhari


Sual: Kör Allah’a nasıl bakarsa Allah da köre öyle bakar demek küfür mü?
CEVAP
Niyete bağlıdır. Birisi size kötülük edince bu sözü söylemek, sen bana kötülük ediyorsun benden iyilik mi bekliyorsun anlamında söylenmişse küfür olmaz. Sen Allah’a bir adım gidersen o sana on adım yaklaşır demek de böyle caizdir. Sen ibadet etmezsen, Allah’a inanmazsan Ondan merhamet beklemeye ne hakkın var demek anlamında söyleniyorsa mahzuru olmaz. Mahzuru olmasa da böyle ifadeler kullanmamalı. Bunlar hoş söz değil.

Sual: Allah’ın sopası yok ki demek küfür olur mu?
CEVAP
Niyete bağlıdır, tevil edilirse küfür olmaz. Günah işleyeni, hainlik edeni, caniyi anında cezalandırmaz anlamında söyleniyor ki küfür olmaz.

Sanki Allah’ın bir şeyi noksan gibi böyle ifadeler kullanmak uygun değildir.

Sual: İyi huylu veya işinde başarılı olan kâfir ve fâsık bir kimse için, iyi insan demek caiz midir?
CEVAP
İyi insan, sâlih insan demektir. Müslüman olmayan, itikadı bozuk olan veya çekinmeden, açıkça günah işleyen fâsık, sâlih olamaz. Kâfir veya fâsık, iyi huylu ise veya işini iyi yapıyorsa, o huyu söylenebilir veya işi için iyi denebilir. Mesela, (Çok cömerttir, yardımseverdir, işinin ehlidir. İyi bir avukattır, iyi bir doktordur) denebilir. Bu, işini iyi yapıyor demektir. Kötü kimseye iyi insan denmez.

Sual: Boş silahı temizlerken şeytan doldurur deniyor. Şeytan boş silahı doldurur mu?
CEVAP
Hayır. Bu söz, (Silahı boş zannettiğimiz halde, boş olmayabilir, şeytan unutturabilir veya başkası doldurmuş olabilir. Dikkatli olmalı) anlamında söyleniyor.

Sual: İnsanlar için, vücuda getirmek ifadesini kullanmak caiz midir?
CEVAP
Yoktan var etmek, yaratmak anlamında, insanlar için kullanmak caiz olmaz. Yalnız Allahü teâlâ için kullanılır. Mesela bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi.) [Tirmizi]

Meydana getirmek, yapmak, oluşturmak anlamında kullanılabilir. Mesela, (İmam-ı Buhari hazretleri, Buhari-yi şerif isimli kitabını, 16 yılda vücuda getirmiştir) demek caizdir.

Sual: Hıristiyanlıkla veya Yahudilikle alay edilen filmlere gülmenin, mahzuru olur mu?
CEVAP
Allahü teâlâ ile, Peygamberlerle, meleklerle alay edilirse, buna gülmek caiz olmaz, kasten gülmek küfre sebep olur. Gayri ihtiyari yani istemeden, elinde olmadan gülmek küfür olmaz. Gayrimüslimlerin uydurduğu bir hurafe veya batıl bir inanç ile alay edilirse, ona gülmek, küfür olmaz. Kendileri de, Müslüman olunca, bu hurafelere nasıl inandık, diye hayret edip, gülüyorlar.

Sual: Çoluk çocuğa, (Yediğiniz haram) demek, yani helal şeylere haram dendiği için küfür müdür?
CEVAP
Hayır.

Sual: Şeytan ezeli düşmanımız, Yunan ezeli rakibimiz demek caiz midir?
CEVAP
Ezelî kelimesi, manası bakımından yalnız Allahü teâlâ için kullanılır, (Uzun zaman) ve (Eski) manasında mahluklar için de kullanılır.

Sual: Beğendiğimiz bir yer için dünya cenneti veya cennet gibi yer demek caiz midir?
CEVAP
Caizdir. Ancak, Cennette hatıra hayale gelmedik çok büyük nimetler olacağı için, dünyadaki en kıymetli, en büyük nimeti bile Cennete benzetmek, tuhaf olur, sanki Cenneti basite indirmek gibi olabilir.

Sual: Bir kimsenin kendisi veya sesi güzel olsa, bunlar için Allah vergisi demek caiz mi?
CEVAP
Evet. Bilal-i Habeşi hazretlerinin de, çok güzel sesi vardı, Allah vergisi idi. Peygamber efendimiz, (Yâ Bilal, güzel sesinle bizi ferahlandır) buyurarak, ezan okumasını emrederdi. İnsan güzel sesi ile, Kur’an-ı kerim, ezan, ilahi okuyabileceği gibi, o güzel sesini günah işlemekte de, kullanabilir. Açık gezen bir kadının kendisine veya sesine, Allah vergisi veya güzel demek, işlediği günaha güzel demek anlamına gelmez.

Sual: Putperest, puta tapan, ateşperest ateşe tapan demek olduğuna göre, tapmak anlamına gelen perest kelimesini kullanarak hayalperest, menfaatperest demek caiz olur mu?
CEVAP
Perest, sadece tapmak anlamında değildir. Seven, çok seven anlamında da kullanılır.

Hayalperest, hayal kurmayı seven, hayal peşinde koşan; menfaatperest, çıkarını seven, hep kendi menfaatini düşünen kimse demektir. Bunlar gibi, Hakperest, hakkı seven, hak taraftarı demektir. Şehvetperest, şehvetine düşkün demektir. Bu kelimeleri kullanmanın mahzuru olmaz.

Sual: Bir kimse, önemli bir iş için birinin yanına gelince, öteki memnuniyetinden, (Seni Allah gönderdi) diyor. Önemli bir söz söyleyince de, (Sana bunu Allah söyletti) diyor. Böyle söylemek küfür müdür?
CEVAP
Hayır. Bizi yürüten, gönderen, konuşturan, yaşatan, öldüren, her şeyimizi yapan Allahü teâlâdır. Asıl bunu inkâr etmek küfür olur. Bir âyet-i kerime meali:
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]

Sual: Tarihte dönmeleri okuyoruz. Çokları Müslümanlığa karşıdır. (Sonradan görme, gavurdan dönme) sözü doğru değil mi?
CEVAP
Dönmelerden genelde samimi olmayanlar için öyle söz ediliyor. Yoksa, samimi olarak dönen, tertemiz Müslüman olur. Sonradan görmeler, genelde yeni duruma ayak uyduramayıp gülünç duruma düşerler. Hatta kimseye bir şey vermeyenleri, verse bile rahatsız edip burnundan getirenleri çok olur. Davud aleyhisselam buyuruyor ki:
(Sonradan görmüş birinden bir şey istemek, elini ejderhanın ağzına sokmaktan kötüdür.) [İ. Asakir]

Sual: Zor bir durumdan kurtulunca (Allah bizi kurtardı) manasına (Allah yüzümüze baktı) ifadesi kullanmanın mahzuru var mıdır?
CEVAP
Mahzur yoktur.

Sual: Hasbelkader bu işin başına geldim dedim, böyle söylemek küfür olur mu?
CEVAP
Böyle söylemekte mahzur yoktur. Kelime olarak hasbel kader, kader icabı demektir. Yani Allah böyle takdir etmiş, biz de buraya geldik demektir. Türkçe’de bir başka anlamı da, (Biz bu işe layık falan değiliz, ama, Allahü teâlâ böyle takdir buyurduğu [ihsan ettiği] için geldik) demektir.

Sual: Ezeli kelimesini uzun zaman manasında kullanmak caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Kızarak (Bize her şey haramdır) demek küfür olur mu?
CEVAP
Olmaz.

Sual: Bir Müslümana (Ahirette seninle görüşmem) demek küfür mü?
CEVAP
Hayır.

Sual: Kâfir ölünce inna lillah... âyetini okumak caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: İngilizce kursunda kimi John, kimi Gabriel oluyor, küfür olur mu?
CEVAP
Hayır.

Sual: (Yerden göğe kadar haklısın) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: (Allah canlıları hafız ismiyle koruyor) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: İlahi kasd demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: İslam yazısını eğri yazana (Bu, Çince mi?) demek küfür mü?
CEVAP
Hayır.

Sual: Mubah bir şeyin yapılmasına mani olmak için, (Yapma onu, günah) demekle mubaha haram demiş olur muyuz?
CEVAP
Hayır.

Sual: İlahi Ali Bey demek caiz mi?
CEVAP
Evet. İlahi, ilaha yani Allah’a ait demektir. Yani, Ey Allah’ın kulu Ali bey demektir.

Sual: Saygı için, (Allahü teala buyuruyorlar ki) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Allah’a, (Günahımı affediniz) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Müftü olsam, gıybet edenlerin dillerinin kesilmesine fetva verirdim demek küfür mü?
CEVAP
Hayır.

Sual: (Gökten zembille mi indi?) demek küfür olur mu?
CEVAP
Küfür olmaz.

Sual: Şarap içmek istiyorum demek küfür mü?.
CEVAP
Küfür olmaz. Şarap içilse de küfür olmaz, haram olur.

Sual: Arkadaşımız iştahlı olduğu için kalan yemekleri sünnetle diye hep ona teklif ederiz. Geçtiğimiz yine bir yemekte şaka maksadıyla sünnetçi geldi filan dedik ve gülüştük. Niyetimiz sünneti tahkir değildi ama sonradan tehlikeli bir şaka mı yaptık dedik ve çok rahatsız olduk. Bu tür şakalar imanı giderir mi?
CEVAP
İmanı gidermez. Çünkü sünnetle alay kastınız yokmuş. Ama dini hususlarda kesinlikle fıkra anlatmamalı, böyle lüzumsuz şakalar yapmamalıdır.

Sual: Bir arkadaşa, Allah yardımcın olsun, dediğimde dedi ki, (Yardımcı bir işi yapan asıl kişiye yardım eden, fakat o işi tam olarak bilmeyen kişiye denir. Mesela, müdür yardımcısı, müdürden daha az bilgiye sahiptir. Allah yardımcın olsun, demek caiz olmayabilir.) Allahü teâlâ yardımcın olsun, demek caiz midir?
CEVAP
Akıl yürütmekle din olmaz. Sonra bir kelimenin tek anlamı esas alınmaz. Burada Allah yardımcın olsun demek, Allah sana yardım etsin, kolaylık ihsan etsin demektir. Bunun da hiç mahzuru yoktur. Bütün âlimler böyle söylemiştir.

İnsana sadakat yaraşır, görse de ikrah,
Yardımcısıdır doğruların, hazret-i Allah.
Sual: Banka iyi para kazanıyor demek küfür olur mu?
CEVAP
Hayır. Bu işte iyi para var, demek çok para demektir. İyi, çok anlamında kullanılıyor.

Sual: Müziğin haram olduğuna inandığı halde, (Şu şarkı çok hoşuma gidiyor, söyleyen sanatçı da çok güzel) diye söylemek küfrü gerektir mi?
CEVAP
Bunları söylemek küfür değildir. Haramı helal bilmek, harama güzel demek küfür olur. Bir Alman, Fransız yani bir kâfir kızı güzel ise, güzel demek küfür olmaz. Şu günah ama hoşuma gidiyor demek küfür olmaz. Günah olduğunu bilip, şarkı dinlemek de öyle. Nefsimizin hoşuna gider. Günahlar nefsin hoşuna gidebilir.

Harama helal demek, haramı beğenmek, iyi demek, güzel demek küfürdür.Yoksa güzele güzel demek, şarkıcı kadına güzel demek, sesine güzel demek küfür olmaz. Zina etmek hoşuma gidiyor demek küfür olmaz. Zinayı beğenmek, günah olmadığını söylemek, helal demek, iyi demek küfür olur. Haram olduğunu bilerek işlemek, hoşuma gidiyor, çok tatlı oluyor demek küfür olmaz. Burada incelik, haramı beğenmek ayrı, hoşumuza gitmesi, tatlı gelmesi ayrıdır.

Bir hırsız, çeşitli numaralar yaparak polisin elinden kurtulsa, biz de numaralarını kastederek, helal olsun hırsıza desek küfür olmaz, çünkü onun hırsızlığını beğenmedik, yaptığı numaralar hoşumuza gitti. Şarkıcının da sesi, güzelliği hoşumuza gidebilir. Sesi güzel demek küfür olmaz.

Ancak dikkat etmeli. İslam âlimleri buyuruyor ki: (Nefsin gıdası haramlardır.) Nefsi emmare ise kâfirdir ve ahmaktır. Her isteği kendi aleyhine, zararınadır. Bu yüzden onun isteklerini yapıp, gıdasını vermemeli, yani haram, günah işlememelidir. Nefs ve şeytan hakimiyeti ele geçirirse, insan istemese bile, kendini günahlardan alıkoyamaz, bile bile işler. Aynı freni patlayan, direksiyonu boşa dönen arabaya şoförün hakim olamadığı gibi. Nerede duracağı, nereye çarpacağı belli değil. Günümüzde çoğu insan bu durumdadır.

Sual: Bir Müslüman, (On günlük kömürüm kaldı. Ondan sonra Allah kerimdir) dedi. Ben de, (Tevbe de kâfir oldun. Daha önce Allah kerim değil miydi?) dedim. Arkadaşım kâfir olmadı mı?
CEVAP
Müslümanların böyle sözlerini tevil etmek, hemen kâfir dememek gerekir. O Müslüman, (On günlük kömürüm kaldı. Ondan sonra Allah bir çıkış yolu ihsan eder. Nasıl olsa O kerimdir) demek istemiştir.

Sual: Kabul olmayacak duaya amin denmez demek küfrü gerektirir mi?
CEVAP
Önce kabul olmayacak dua olur mu, olmaz mı ona bakalım! Mesela, (Ya Rabbi, beni peygamber yap) demek kabul olmayacak bir duadır. Böyle dua etmek Allah’ın emrine aykırıdır ve böyle duaya amin denmez.

Ayrıca Allahü teâlânın âdetine zıt olan dualara da amin denmez. Mesela, (Beni öldürme, beni melek yap, beni kadın yap) demek böyledir. Ayrıca ibadet yapmadan Cennete girmek için dua etmek de günahtır. (İslam Ahlakı)

Haramdan sadaka verse, alan fakir de haramdan olduğunu bilerek, verene, Allah razı olsun dese veya Allah kabul etsin dese ve veren de, amin dese, ikisi de imanlarını kaybeder. Başka biri de amin dese, o da kâfir olur. (Birgivi şerhi)

Haram olduğu bilinen belli mal ile cami veya başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevap beklemek küfürdür. (Redd-ül-muhtar)

Demek ki kabul olmayacak ve amin denmeyecek dualar vardır. Bu bakımdan, (Kabul olmayacak duaya amin denmez) demek küfrü gerektirmez. Fakat böyle sözler söylememek iyi olur.

Sual: Bir kitapta (şimdi geldim Bismillah dese, afattır) deniyor. Burada afattan murat nedir?
CEVAP
Tehlikeli iş, felaket demektir. Kibirlenerek, kendini büyük göstererek, sanki padişah gelmiş gibi, yanıma besmele ile girilir gibi şeyler söylemek uygun değildir anlamındadır.

Sual: Hazret-i Fatıma’ya, Fatıma Ana demek caiz mi?
CEVAP
Evet. Hazret-i Fatıma’ya ve Eshab-ı kiramın hanımlarının hepsine hürmet için anne, valide demek caizdir. Yaşlı kadınlara da hürmet için ana denir.

(Bir kadına ana denilirse, kocasına peygamber denilmiş olur. Bunun için Hazret-i Fatıma’ya ana denince Hazret-i Ali’ye peygamber denmiş olur) sözü yanlıştır, uydurma bir sözdür.

Sual: (Bana illallah dedirtti) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Hileli iş yapana, (Helal olsun adama) demek küfür olur mu?
CEVAP
Hayır; çünkü hile değil, gizleme işi için söyleniyor.

Sual: Kâfir doktora, bilgisini kastedip (İyi doktor) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: (Ali Beyi Allah, terzilik yapsın diye yaratmış) demek küfür mü?
CEVAP
Hayır. Sanki terzilik için yaratmış demek de caiz.
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:46
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: SELÂMLAŞMAK
serhendli su an offline serhendli  
SELÂMLAŞMAK
13 Mesaj -
SELÂMLAŞMAK

İki müslimân karşılaşdığı zemân, birbirine (Selâmün aleyküm) demesi ve sonra el ile müsâfeha etmesi sünnetdir. Müsâfeha ederken günâhları dökülür.

Aşağıdaki sekiz kimseye, her zemân selâm vermek harâmdır, günâhdır:

1— Yabancı kızlara, genc kadınlara selâm verilmez.

2— Satranç ve her oyunu oynayanlara selâm verilmez.

3— Kumar oynayanlara selâm verilmez.

4— İçki içenlere selâm verilmez.

5— Gıybet edenlere selâm verilmez.

6— Şarkıcılara selâm verilmez.

7— Âşikâre günâh işliyenlere selâm verilmez.

8— Kızlara, kadınlara bakanlara selâm verilmez.

Aşağıdaki onaltı hâlde görülen kimselere, yalnız o hâlde iken selâm verilmez:

1— Nemâzda olana selâm verilmez.

2— Hatîb efendiye, hutbe okurken selâm verilmez.

3— Kur’ân-ı kerîm okuyana selâm verilmez.

4— Zikr ve va’z edene selâm verilmez.

5— Hadîs-i şerîf okuyana selâm verilmez.

6— Yukarıda yazılanları dinliyenlere selâm verilmez.

7— Fıkh dersi çalışana selâm verilmez.

8— Mahkemede, hâkimlere selâm verilmez.

9— Din dersi müzâkere edenlere selâm verilmez.

10— Müezzine, ezân okurken selâm verilmez.

11— Müezzine, ikâmet okurken selâm verilmez.

12— Din dersi veren muallime selâm verilmez.

13— Zevcesi ile meşgûl olana selâm verilmez.

14 — Avret yeri açık olana selâm verilmez.

15— Abdest bozmakda olana selâm verilmez.

16— Yemek yimekde olana selâm verilmez.

Mahrem olmıyan ihtiyâr kadınlara selâm verilir. Zarûret olduğu zemânlarda, şehvetden emîn ise, müsâfeha da edilir [ya’nî eli sıkılır]. Günâh işliyenler, tevbe ederse, selâm verilir. Günâh işlerken mâni’ olmak niyyeti ile selâm verilebilir.

Kâfirlere, ancak iş düşdüğü zemân selâm verilebilir. Kâfiri tebcîl ederek saygı göstermek için selâm veren kâfir olur. Kâfiri ta’zîm eden, meselâ üstâdım, gibi sözlerle saygı gösteren, kâfir olur [İbni Âbidîn, cild 5]. Aç kimse, sofraya çağrılacağını bilirse, yemek yiyene selâm verebilir. Talebe, hocasına selâm verebilir.

Selâm verene ve üçe kadar aksırıp da (Elhamdü-lillâh) diyene hemen cevâb vermek farz-ı kifâyedir. İşitenlerin cevâbı gecikdirmesi harâmdır. Tevbe etmeleri lâzım olur. Mektûbla gelen selâmı okuyunca hemen (Ve aleyküm selâm) demek farzdır. Bunu yazıp göndermek müstehabdır. Birisine selâm götürmeği kabûl eden kimsenin, bu selâmı götürmesi farzdır. Çünki, üzerinde emânetdir. Götürmeği kabûl etmemiş ise (Vedî’a) olur. Vedî’ayı götürmek lâzım olmaz.

İkinci kısmda yazılanlardan, başdan ikisi, selâma cevâb vermez. Oniki numaraya kadar olanların cevâb vermesi iyi olur. Dilencinin selâmına cevâb vermek lâzım değildir. Yirken ve içerken ve halâda iken ve çocuğun ve serhoşun ve fâsıkın selâmlarına cevâb vermek farz değildir. (İbni Âbidîn cild 5. sahîfe 267)

(Selâmün aleyküm) veyâ (Esselâmü aleyküm) diyerek selâm verilir. (Selâm aleyküm) diyenlere ve başka sözlerle selâm verene cevâb vermek farz olmaz.

(Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâbında yazıyor ki: (Fetâvâ-i Sirâciyye)de diyor ki, (Bir kimseye selâm verirken, cem’ olarak vermeli, çok kimseye verir gibi vermelidir. Çünki, mü’min yalnız değildir. Muhafaza melekleri ve (Kirâmen kâtibîn) adındaki iki melek onunla berâberdir.) (Rıyâd-us-sâlihîn) kitâbında, selâmı cem’ kelimesi şeklinde söylemek lâzım olduğunu bildiren hadîs-i şerîf yazılıdır.

(Selâmün aleyküm) demek, (Ben müslimânım. Benden sana zarar gelmez. Selâmetdesin) demekdir. Hadîs-i şerîfde, (Tanıdığınız ve tanımadığınız müslimânlara selâm veriniz!) buyuruldu. Kâfirlere selâm verilmez. Onlar selâm verince, yalnız (Ve aleyküm) denir. Nikâhla alması ebedî harâm olan onsekiz kadına selâm vermek câizdir. Selâmlarına cevâb vermek farz-ı kifâyedir. Bir sebeb ile, geçici harâm olan, ya’nî, o sebeb kalkınca evlenmesi halâl olan yedi kadına selâm vermek câiz değildir. Bunların selâmına cevâb vermek farz olmaz.

Zengine, zengin olduğu için selâm vermek câiz değildir. Zengin önce selâm verirse, cevâb verilmesi farz olur. Büyüklerin çocuklara selâm vermesi câizdir.

Selâmda sünnet şöyledir ki, önce büyük küçüğe, şehrli köylüye, devedeki ata binmiş olana, atdaki merkebde olana, merkeb üstündeki yaya yürüyene, ayakda olan oturana, az olan çok olana, efendi hizmetcisine, baba oğluna, ana kızına verir. Rütbe ve ni’meti çok olan önce verir. Nitekim, mi’râc gecesi, önce Allahü teâlâ selâm verdi. İki müslimân, birbirine aynı ânda selâm verirse, her ikisinin de, birbirine cevâb vermesi farz olur. Birbirinden sonra selâm verirlerse, ikincinin verdiği selâm cevâb yerine geçer. Çok kimseye selâm verildiği zemân, bir kişi, hattâ bir çocuk cevâb verince, ötekiler vermese de olur.

Âdem aleyhisselâmdan, İbrâhîm aleyhisselâma kadar, selâmlaşma, birbirine secde etmekle olurdu. Sonra, bunun yerine boynuna sarılmakla oldu. Muhammed aleyhisselâm zemânında, el ile müsâfeha sünnet oldu.

[Şî’îler, verilen selâm gibi cevâb verir. Selâmün aleyküm diyerek cevâb verir. Aleyküm selâm demezler].

Abdüllah bin Selâm “radıyallahü anh” buyuruyor ki, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîneye hicret buyurduğu zemân, mubârek ağzından ilk işitdiğim hadîs-i şerîf şu idi: (Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz! Akrabânızın haklarını gözetiniz! Gece, herkes uyurken nemâz kılınız! Bunları yaparak, selâmetle Cennete giriniz!). (Rıyâd-un-nâsıhîn)in sözü temâm oldu.
Tahtâvî, (Merâkıl-felâh) şerhinde, yüzyetmişdördüncü sahîfede diyor ki: (Müslimânların, birbiri ile karşılaşdığı zemân, müsâfeha etmeleri sünnetdir. Nitekim Süleymân Ebû Dâvüd Sicstânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, Ebû Zer Gıfârî “radıyallahü anh” buyuruyor ki: (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile her karşılaşdığımda, benimle müsâfeha ederdi). (Müsâfeha), iki kişinin, sağ elin avuç içlerini birbirine yapışdırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirmesidir. Şimdi moda olan, parmakları tutarak avucuna koyarak yapılan tokalaşma, şî’îlerin üsûlüdür. Sünnet olan ise, karşılaşınca, selâm söyleşirken, sağ el dört parmak içlerini, çıplak olarak [eldivensiz, örtüsüz karşısındakinin sağ eli dışına baş parmağı tarafına] yapışdırmakdır. Baş parmakda bulunan damardan muhabbet yayılır. Müsâfeha ederken, birbirine muhabbet geçer). Müslimânların sevişmeleri, bölünmemeleri lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.

İbni Âbidîn, beşinci cildde, istibrâ bâbında buyuruyor ki, (Câmi’de her nemâzdan sonra birbiri ile müsâfeha etmek bid’atdir. Şî’îlerin âdetidir. [Bayram günleri, câmi’lerde müsâfeha ederek bayramlaşmak ve nemâzlardan sonra, âdet etmeden, ara sıra müsâfeha etmek câizdir.] İhtiyâc olduğu vakt, zimmîye selâm vermek ve müsâfeha etmek câiz olur. Hurmet için ise, câiz olmaz. Kâfire hurmet küfrdür.

On yaşına gelen kız ve erkek çocukların yatak odalarını birbirinden ve ana babalarından ayırmalıdır. Âlimin, ana babanın eli öpülür. Başkasının öpülmez. Arkadaş ile karşılaşınca elini öpmek harâmdır.

Büyükler geldiği zemân, kalkarak karşılamak müstehabdır. Kendi gelince, kalkılmasını sevmek mekrûhdur. Kur’ân-ı kerîmi, ekmeği öpmek câizdir).

(Berîka) kitâbı, binüçyüzotuzdördüncü sahîfesinde diyor ki, (Selâm verirken ve selâm alırken eğilmek günâhdır. Hadîs-i şerîfde, (Karşılaşdığınız zemân, birbirinize eğilmeyiniz, kucaklaşmayınız!) buyuruldu. Allahü teâlâdan başkası için rükü’ ve secde yapmak harâmdır. İbni Nüceym Zeyneddîn Mısrî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Segâir ve Kebâir) kitâbında, el ile selâm vermek günâhdır diyor. İsmâ’îl Sivâsî, bunu açıklarken, (Çünki, el ile selâm vermek, kâfirlerin âdetidir) diyor.

İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, ikiyüzaltmışbeşinci mektûbda buyuruyor ki: (Müslimânların haklarını gözetmek lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Müslimânın müslimân üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevâb vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, da’vetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah diyerek cevâb vermek) buyuruldu. Fekat, çağırılan yere gitmek için, şartlar vardır. (İhyâ) kitâbında diyor ki, (Yemek şübheli ise, sofrada ipek kumaş, altın, gümüş varsa, tavanda ve dıvarlarda canlı resmleri varsa, çalgı çalınıyorsa, oyun oynanıyorsa, böyle olan yere gidilmez. Zâlimin, bid’at sâhibinin, fâsıkın ve kötü kimselerin ve öğünmek için çok para harcamış olanın da’vetine de gidilmez). (Şir’at-ül-islâm) kitâbında diyor ki, (Riyâ, gösteriş için yapılan da’vete gidilmez). (Muhît) kitâbında diyor ki, (Oyun oynanan, çalgı çalınan, müslimânlar çekişdirilen, içki içilen da’vete gidilmez). (Metâlib-ül-mü’minîn) kitâbında da böyle yazılıdır. Böyle mâni’ler bulunmıyan da’vete gitmek lâzımdır. Bu zemânda, böyle da’vet az bulunur. Bakıcısı bulunan hastayı ziyâret sünnetdir. Kimsesi yok ise, yoklamak vâcib olduğu (Mişkât) hâşiyesinde yazılıdır. Müslimânın cenâze nemâzını kılmalı, hiç olmazsa birkaç adım cenâzede bulunmalıdır). İkiyüzaltmışbeşinci mektûb tercemesi temâm oldu. İbni Âbidîn (Hazar ve ibâha) kısmında diyor ki, (Harâm olan şeyler, odada ise gidilir. Sofrada ise gidilmez. Bilmiyerek gidildi ise, kalbi ile beğenmiyerek oturulur veyâ bir behâne ile geri dönülür. Çünki, harâm işlememek için, sünnet terk edilir. Gîbet söylemek veyâ dinlemek,çalgıdan ve oyundan dahâ büyük günâhdır. Söz veyâ makâm sâhibi ise, sofrada günâha mâni’ olmalı veyâ geri dönmelidir).

(Mâ-lâ-büdde)de, zekât bahsi sonunda diyor ki, (Gelen müsâfire üç gün ziyâfet vermek, müekked sünnetdir. Sonraki günlerde müstehabdır).

(Hadîka)da, dil âfetlerinin sonunda diyor ki, (Birinin evine, odasına, bağçesine girileceği zemân izn istemek vâcibdir. Kapıya vurarak, zili çalarak veyâ seslenerek, meselâ selâm vererek izn istemeden içeri girmemelidir. Ana baba, çocuğunun, çocuk, bunların odasına gireceği zemân da izn istemelidir. İzn üç def’a istenir. Birincisinde izn verilmezse, bir dakîka kadar sonra, ikinci def’a istemeli, yine verilmezse, üçüncü def’a istemelidir. Yine izn verilmezse, [dört rek’at nemâz kılacak kadar beklemiş ise], içeri girmemeli, gitmelidir. Kapı aralanırsa, aradığı kimseyi sormadan önce, kendini tanıtmalıdır. [Telefon edince de, önce kendini tanıtmalıdır.] İçeri girmeğe rızâsı olduğu bilinen kimsenin yanına izn almadan girilebilir).

Süleymâniyye kütübhânesi, Lâleli kısmında (3653) sayılı kitâbın başında, Ahmed ibni Kemâl efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kitâb-ül-ferâid)de diyor ki, (Ebû Ümâmenin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Başkalarına benzeyenler bizden değildir. Yehûdîlere ve hıristiyanlara benzemeyiniz! Yehûdîler parmakları ile işâret ederek, hıristiyanlar elleri ile işâret ederek, mecûsîler de eğilerek selâm verir) buyuruldu. (Kitâb-üs-sünnet-i vel cemâ’a)da diyor ki, selâma cevâb veriniz! Selâm olarak parmakla veyâ el ile işâret etmek, yehûdî ve hıristiyan âdetidir. Birini görünce kendi elini veyâ onun elini öpmek ve eli göğse koymak ve eğilmek ve yere kapanmak da mecûsî âdetidir).[1] (Fetâvâ-i Kâri-ül-Hidâye)de ve (Şir’at-ül-islâm)da diyor ki, (Parmak ile işâret ederek selâm vermek yehûdî âdetidir. El ile selâm vermek de hıristiyan âdetidir. Müslimân böyle selâm vermemelidir). Mazher-i Cân-ı Cânân, eli başa kaldırarak ve eğilerek selâmlaşmağa mâni’ olurdu.

Câmi’ul-ezher kibâr-ı ulemâsından olup, 1361 [m. 1942] de vefât eden eşşeyh Alî Mahfûz “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (El-ibdâ’) kitâbının üçyüzaltmışikinci sahîfesinde diyor ki, (İslâmiyyete uygun selâm vermek unutuldu. Bu, çok kötü âdetdir. Günaydın demek, el işâreti ile selâmlaşmak, baş eğmek, yabancı müslimânı görünce selâm vermemek, eve girince gördüklerine selâm vermemek çok fenâdır. Sünneti terk etmekdir). Câmi’ul-ezher profesörlerinden şeyh Abdüllah-i Dessûkî ve şeyh Yûsüf-i Decvî, (İbdâ’) kitâbının sonuna takrîz yazmışlar, kitâbı övmüşlerdir.

Kış günleri gidip, behâr gelince,
açılır gafletden, gözü dağların.
Donanır, süslenir, gonca güllerle,
geçmez bülbüllere, nazı dağların.

Gece gündüz, tesbîhledir işleri,
Allah, Allah söyler, dâim kuşları.
Göklere uzanmış, sanki başları,
düâ kıblesine, yüzü dağların.

Kudretden, hepsine, hulle biçilir,
Hak rahmeti, üstlerine saçılır.
Dürlü dürlü, çiçekleri açılır,
Cennet-i a’lâdır, yazı dağların.

Bakıp doyulmaz, yeşil alanlara,
hidâyetler olur, Hakdan anlara.
Esen yeli, safâ verir canlara,
miskü anber kokar, tozu dağların.

Bir yanda, zanbaklar, bir yanda lâle,
ırmakları benzer, âb-ı zülâle.
(Sebbe-ha) ma’nâsı, geliyor dile,
şükür Hakka, dâim sözü dağların.
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:44
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: CİN HAKKINDA BİLGİLER
serhendli su an offline serhendli  
CİN HAKKINDA BİLGİLER
13 Mesaj -
CİN HAKKINDA BİLGİLER

Aşağıdaki yazı, Osmânlı pâdişâhlarının otuzaltıncısı, sonuncusu, sultân Muhammed Vahîdeddîn hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, medresetülmütehassısînde tesavvuf müderrisi olan seyyid Abdülhakîm efendinin “rahmetullahi aleyh” (Keşkül) ismindeki kitâbından alındı. Keşkül basılmamışdır.

Cin var mı, diye soranlara, acele cevâb vermek îcâb eder. Çünki, Cinnin var olmasında şübhe etmek, pek tehlükelidir. Cevâb olarak, islâm âlimlerinin sağlam kitâblarından çıkardığım, aşağıdaki bilgileri, dikkatle ve insâf ile okumak ve doğru düşünerek, anlamak lâzımdır.

Cin, cinnet, cinân, Cennet, cenân ve cenîn gibi C ve N harflerinden meydâna gelen kelimeler (örtülü) demekdir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular ile örtülü olduğundan, bu ism verilmişdir. Delilere, mecnûn denilmesi de, aklının örtülü olduğu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünki, karanlık, gün ışığını örtmüşdür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü olduğu için, cin denilmişdir. Cin kelimesi, Cinnî isminin cem’idir. Cin, cinnîler demekdir. Peri, fârisîde, cin demekdir.

Mahlûklar, görülen, görülmiyen diye iki kısmdır. Ayrıca, mekânsız, madde olmıyan mahlûklar da vardır. İmâm-ı Mâverdî diyor ki, (Cin, dört ana maddeden yapılmışdır: Su, toprak maddeleri, havadaki gazlar ve ateş. Bunlardan ateş; alev, ışık ve dumandır. Mâric denilen, alev kısmından yaratılan cinnîlerin mü’minleri, kâfirleri, fâsıkları vardır). Bugünkü fen bilgimize göre, bu dört ana madde, yüzbeş elementden (basît cismden) meydâna gelmekdedir. Şu hâlde bütün mahlûklar, elementlerden yapılmış olup, enerji (kudret) taşırlar. Normal fizik şartlarında, katı ve sıvı (mâyı’) hâlinde bulunan varlıkları ve renkli gazları görebildiğimiz için bunlardan yapılmış cismler görünür. Meselâ insanda katı maddeler ve su çok (yüzde yetmişden fazla) bulunduğundan, insan görünüyor. Otlar ve bütün hayvanlar da böyledir.

Cinnîler, havadan ve nârdan [ya’nî ateşden] meydâna gelmişdir. [Ateşin alev kısmı görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakda ışıklandığı için, parlak görünüyor.] Bunun için, cin de görünmez.

Alev iki kısmdır: Biri zulmânî [görünmiyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez]. Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmışdır. İnsanlar, toprak maddelerinden yaratıldığı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize hâle, et ve kemiğe çevirdiği gibi, meleklerde ve cinde alev şekli değişerek, onlara mahsûs latîf, her şekle dönebilen bir hâle gelmişdir.

Cinnin ta’rîfi şöyledir: Cin ya’nî peri, ateşin alev kısmından yapılmış cismler olup, her şekle girebilirler.

Melekler ise, nûrânî cismlerdir. Muhtelif şekllere girebilirler. Melek ile cin, yaratılış bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir, kıymetsizdir. Melekde, nûr [ışık] kısmı, cinde ise, alev maddesi fazladır. Elbette nûr, zulmetden efdaldir. Meleklerin, cinnîlere yakınlığı, insanın hayvana yakınlığı gibidir. İnsanların üstün olanları, melekden kıymetli, cin de hayvandan kıymetlidir.

İslâm âlimlerinin çoğu, meleklere cism dedi. Doğrusu da öyledir.

Meleklerin varlığına inanmıyan kâfir olur. Cism olduklarına inanmıyan kâfir olmaz, bid’at sâhibi olur.

Cinnin varlığına da inanmıyan kâfir olur. Eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiyye [ya’nî mu’tezile] fırkasının çoğu ve zındıklar, Cin ve şeytânlara inanmadı. Cin, zekî, dâhî insan demekdir. Şeytânlar da, kötü kimseler demekdir dediler. Din kitâblarını okumıyan ve islâm âlimlerinin sözlerini bilmiyen, elbette inanmaz. Fekat, Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirildiği hâlde ve islâm büyüklerinin kitâbları dolu olduğu hâlde, Kaderiyye fırkasının inanmaması, şaşılacak şeydir. Çünki bunlar, Kur’ân-ı kerîme uyduklarını söylüyor. Demek ki, bu kadar uymakdadırlar. Hâlbuki, Cinnin var olması, akla uymıyan birşey değildir. Ya’nî aklın red edeceği birşey değildir. Çünki, Allahü teâlânın kudretinin yapamıyacağı birşey değildir. Bugün fen adamları, akl ve din sâhibleri, aklın imkânsız demediği şeyleri red etmiyor. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen şeylere, kelimenin açık ve meşhûr ma’nâlarını vermek lâzımdır. Şeyh-i ekber [Muhyiddîn-i Arabî] “kuddise sirruh”, Cinnin var olduğunu, şu âyet-i kerîmeler ile gösteriyor:

1 — Zâriyât sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (İnsanları ve Cinnîleri ancak, beni bilip itâ’at, ibâdet etmeleri için yaratdım) buyruluyor.

2 — Errahman sûresi, yetmişdördüncü âyetinde, Cinnin Cennete gireceği bildiriliyor.

3 — Errahman sûresinin otuzbirinci âyetinde (Sekalân) buyuruyor ki, (Ey insanlar ve cinnîler!) demekdir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn [ya’nî, insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi] gibi ismler de, cinnin varlığını göstermekdedir.

Kitâblı kâfirlerin hepsi, ateşe tapanlar, puta tapanlar, budistler, müşrikler ve Yunan felesoflarının çoğu ve tesavvuf büyükleri cinnin var olduğuna inanıyor. Süleymân aleyhisselâmın vak’ası da, cinnin varlığını göstermekdedir.

Cinnîleri anlatan âyet-i kerîmelere, akllarına göre, başka ma’nâ verenler mürted olur. (Milel-nihal) kitâbında ve imâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi aleyh” yazdığı (Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbındaki fetvâ ve (Akâ’id-i Nesefî) şerhindeki açıklama, mürted olacaklarını bildirmekdedir. Fetvâ şudur:

(Kur’ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meşhûr ma’nâları verilir. Bu ma’nâları değişdirerek, bâtınîlere [İsmâ’îlîlere] uyanlar kâfir olur).

Kul-e’ûzü sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlığını açıkca haber vermekdedir.

[Bilgileri noksân ba’zı kimselerin, cinnîleri hayâl (illüzyon) sanarak, yok demeleri kıymetsizdir. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayâller, elbette yokdur. Fekat, bu hâyalleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demekdir. Birşeye yok diyebilmek için, o şeyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukca lâf olur. Bu gibilere, ilm adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber verdiği ve hele, Peygamberlerin en üstününün “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” çeşidli zemânlarda haber verdiği bir bilgiye, akla, tecribeye dayanmadan, zan yolu ile, çala kalem yok demek, ilm adamına yakışır bir şey değildir. Cinne, meleklere, Cennete, Cehenneme hattâ Allahü teâlâya inanmıyanların biricik sözleri, (Kim gitmiş, kim görmüş. Var olsalardı görürdük. Görülmiyen şeye inanmak, abdallık olur) demeleridir. Gözün akla değil, aklın göze bağlı olması lâzım sanıyorlar. Hâlbuki akl, duygu organları üstünde bir kuvvetdir ve his edilen şeylerin doğrusunu, yanlışını ayıran bir hâkimdir. İnsanlar, göze tâbi’ olsaydı, insanlık şerefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve fârenin insandan dahâ şerefli, dahâ kıymetli olması lâzım gelirdi. Çünki, bu hayvanlar, karanlıkda da görüyor, insan ise göremiyor. O hâlde, göremediğine inanmak istemiyen kimse, insanlığı, hayvandan aşağı düşürmekdedir. Demek ki, his organlarımız, aklın uşakları, âletleridir. Kumandan, hâkim, akldır. Akl, görünmiyen, duyulmıyan şeyleri red etmediği gibi, yokluğu isbât edilemiyen ve anlaşılamıyan şeylere de yok demez. Bunlara yok demek, akla uygun bir söz olmaz].
Cinnin varlığı, dînin açıkca bildirdiği birşey olduğundan, inanmıyan müslimânlıkdan çıkar, hiçbir ibâdeti kabûl olmaz.

Cinnin insanlara zarar verdikleri, yardım etdikleri, insanları isteklerine kavuşdurdukları, çeşidli zemânlarda, birçok müslimân ve kâfirler tarafından görülmüş ve haber verilmişdir. Buna karşılık, inanmıyanlar, pek azdır. Ya’nî yalnız felesof taklîdcileri ve tıb diploması alan birkaç kimsedir. Eski tecribeli doktorlar ve şimdi, tıbbı zevk edinip ihtisâs kazananların çoğu, yok deyip geçemiyor, müslimânlara uyuyorlar. İslâm âleminin en büyük doktoru olan İbni Sînâ, Yunan felesoflarının te’sîri altında kalıp, islâmiyyetden bir nasîb alamadığı hâlde, (Kanûn) ismindeki kitâbında, Sar’a hastalığını anlatırken, Cinden bahs etmekdedir. Meselâ diyor ki, (Hastalıklara birçok maddeler sebeb olduğu gibi, cinnin hâsıl etdiği hastalıklar da vardır ve meşhûrdur).

[Cin hakkında bilgi, her Peygamberin kitâbında vardı. Süleymân aleyhisselâmın emri ile iş görürlerdi. İdrîs “aleyhisselâm” diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyr eyledi. Dahâ sonra gelenler, bu resmleri tanrı sandı. Çeşidli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece putperestlik meydâna çıkdı. Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” bin sene önce, Hicazdaki Huzâ’a hükûmetinin reîsi olan Amr bin Luhay, puta tapınmak dînini Şâmdan Mekkeye getirdi. Putlara tapanlar, putlardan ses işitirdi. Cin, putun, ya’nî heykelin içine girip söylerdi. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dünyâya teşrîf etdiği, islâmiyyetin başladığı, birçok putlardan işitilmişdi. Bu sözlerle, çok kimselerin müslimân olduğu, (Mir’ât-i Mekke) târîh kitâbında uzun yazılıdır. Şeytânlar, diri insanın içine de girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine te’sîr ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktîle Romada ve Peştede, son zemânlarda Adanada konuşan çocuk ve hastalar görülmüşdür. Bunları konuşduran cin, uzak memleketlerdeki veyâ eski zemânlardaki şeyleri söylediklerinden, ba’zı kimseler, bu çocukların iki rûhlu olduğunu veyâ başka insanın rûhunu taşıdığını, ya’nî tenâsüh sanmışdır. Böyle zan etmenin yanlış olduğunu, dînimiz açıkca bildirmekdedir. Eskiden kâhinler, cinnîlerden ba’zı şeyler işiterek falcılık yapardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin varlığına inanır ve cinden korkardı. Cinnin var olduğunu, müslimânlar, putperestlerden işiterek öğrenmedi. Kur’ân-ı kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmdan öğrendi. Müslimânlar, puta tapanlar gibi, cinden korkmaz. Muhâfaza melekleri, insanları cinden koruduğu gibi, âyet-i kerîme ve düâ okuyup, Allahü teâlâya sığınanlara da birşey yapamazlar
İnsanlar, ilk olarak, toprakdan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de, erkek ve dişi olur. Evlenmeleri, evleri, yimeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri hakkında ve Muhammed aleyhisselâmın onlara da Peygamber olduğu, Kur’ân-ı kerîmi dinledikleri, Mekke-i mükerremede ve Medîne-i münevverede toplandıkları ve Resûl-i ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” onlara Kur’ân-ı kerîm okuduğu, ibâdet etdikleri, sadaka verdikleri, iyi işlerine sevâb verildiği, cin kâfirlerinin Cehenneme gireceği, mü’minlerinin Cennete gireceği ve Cennetde Allahü teâlâyı görecekleri, Cinnin arkasında nemâz kılanın nemâzının sahîh olup olmıyacağı, Cum’a ve cemâ’atler onlar ile de olup olmıyacağı ve nemâz kılanın önünden geçmeleri câiz olduğu, çeşidli kitâblarda yazılıdır. İnsanın cin ile evlenmesinin câiz olduğu, cinnin insan kadınına te’arruz edince gusl abdesti lâzım olduğu, cin ile insan arasında hâsıl olan çocuğun nasıl olacağı [Belkıs gibi], Cinnin kesdiği hayvanın yimesi câiz olduğunu, cinnîlerin insan âlimlerine süâl sorup fetvâ aldıklarını, insanlara va’z etmelerini, insanlara şi’r söyleyip insanların işitmesini, insanlara, hastalık tedâvîsi, ilâc öğretdiklerini, insandan korkduklarını, insanlara itâ’at etdiklerini bildiren, âlimlerimizin çeşidli yazıları vardır. Bu kitâblar, cinnin varlığını göstermekdedir. Cinnîlerin insanlara olan zararlarına karşı tedbîr alınması, cinnin zararına karşı korunulması, cinnîlerin küçükleri yükseklerine ita’at etdikleri, insanların iyiliklerine karşı iyilik yapdıkları, kötülüğe karşı kötülük ve zarar yapdıkları, sar’a hastasının bedenine girip, hastanın hareketleri ve işlerinin, cinnin hareketi ve işi olduğu, böyle hastanın tedâvîsinde cin ile sorgu, süâl, cevâblaşma olduğu, cinnin insanlarla alay etdikleri, cinnin insan gibi, nazarları değeceği, cinnin harb etdikleri, bilhâssa Ramezân ayında azdıkları, cinnin insanlarla ibâdet etdikleri, cinnin, hadîs-i şerîflerin sahîh olup olmamasında insanlarla müzâkerede bulunmaları, Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” Ümm-i Ma’bedin çadırında müsâfir olduğunu Mekke ehâlisine haber vermeleri, Ümm-i Ma’bedin müslimân olduğunu haber vermeleri, Bedr muhârebesini haber vermeleri, geçmiş şeyleri cinden sormak câiz olduğu, ileride olacak şeyleri sormak câiz olmadığı, müezzinlerin ezânlarına, kıyâmetde, cinnîlerin şâhid olacakları, Ebû Ubeyde ve arkadaşları vefât edince, cinnîlerin ağlayıp mâtem etdikleri, Ömer “radıyallahü anh” vefât etdiği zemân, mersiye okudukları, Osmân “radıyallahü anh” şehîd olunca, ağlayıp inledikleri, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” şehîd olduğunu haber verdikleri, Hüseyn “radıyallahü anh” şehîd olunca ağlayıp, bağırdıkları ve başka Sahâbîler şehîd olunca bildirdikleri, Ömer bin Abdül’azîzin vefâtını haber verdikleri, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve imâm-ı Şâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vefâtlarında ağladıkları, cinnin insan kalbine vesvese getirdiği ve dahâ pekçok meşhûr vak’a ve işler kıymetli kitâblarda yazılıdır. Bunların hepsi, cinnin varlığını göstermekdedir. [Keçi, yılan, kedi şekline girdikleri çok görülmüşdür. Mikrop şekline de girip, insanın damarlarında dolaşırlar.]

Cinnîler yir, içer. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”; (Sağ el ile yiyiniz, sağ el ile içiniz! Çünki, şeytân, sol eli ile yir ve sol eli ile içer!) buyurdu. Şeytânların hepsi kâfirdir. İnsanları aldatmağa uğraşırlar. İbâdetleri unutdurup, günâhları iyi gösterirler. Nefsin arzûlarını kızışdırırlar. Şeytânlar da, ateş ile havadan yaratılmışdır. Fekat cinde hava, şeytânda ateş fazladır. Cin ve şeytânlar, en ufak yerden geçerler, insanın içine, damarlarına girerler.

(Aynî târîhi)nde diyor ki, (Cinnîlerin sayısı, insanların on katından fazladır. Şeytânların sayısı, bu ikisinin on katlarından fazladır. Meleklerin sayısı da, bu üçünün sayılarının, on katından dahâ çokdur). [(Buhârî) şârihlerinden Mahmûd bin Ahmedin (Aynî târîhi) ondokuz cilddir.] Her insanın yanında, kâfir bir cinnî arkadaşı vardır. Fekat, melekler, insanları bunların kötülük yapmalarından korur. Cinden, Peygamber olmadığı (Eşbâh)da yazılıdır. Muhammed aleyhisselâmdan önce, cinnîlere Peygamber gelmediğini, imâm-ı Mukâtil bildirmekdedir.

(Eşbâh) kitâbının sâhibi, bunun ikinci kısmında ve imâm-ı Hamevî “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”, bunun hâşiyesinde diyor ki: İlk insan toprakdan yaratıldı. Bütün insanların bedenleri toprak maddelerinden meydâna gelmekdedir. Fekat insanlar, etdir, kemikdir. Toprak değildir. Cin de, ateşden meydâna gelmiş ise de, ateş ve hava değildirler.

(Kurtubî tezkiresi)nde buyuruyor ki, (Cinnin ölümü, yerde gâib olmakdır. İhtiyârları, gençleşmeyince ölmez. Ölecekleri zemân, çocukluk hâline döner ve yerde gâib olurlar. Cin üç sınıfdır: Bir sınıfı, rüzgâr ve hava gibidir. Bir kısmı yerdeki böcek ve hayvancıklar gibidir. Birinci kısmda, altmışsekizinci maddeye bakınız! Bir kısmı da emrlerle, ibâdetle vazîfelidir. Bunlara hesâb ve azâb vardır).

Seyyid Ömer “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, bana bir cin kızı geldi. Benimle evlenmek istedi. Şemseddîn Hanefîden sordum. Hanefî mezhebinde câiz değildir dedi. Böyle söyledim. Beni aldı. Yer altına, evlerine götürdü. Büyüklerine söyledi. Büyükleri dedi ki, seyyid Şemseddînin cevâbı başımızın üstündedir. Fekat, cinnin insan ile evlenmesi, Şâfi’î mezhebinde câizdir. Biz Hanefî değiliz, Şâfi’îyiz.

İnsanların çoğalması, menî iledir. Cinnin çoğalması ise gaz (hava) iledir. Ya’nî erkekden dişiye bir gaz geçerek bundan, yavru hâsıl olur. Bundan anlaşılıyor ki, insan ile cin evlenmesi, hayâl iledir. Hakîkî evlenmek olmaz. Fekat, âlimlerden çoğu, hakîkî evlenmek olmakdadır dedi ve gusl abdesti lâzım olur ve Belkıs, insan ile cin arasında hâsıl olmuşdur dediler. [Cin, insan şekline girip evlenmekdedir.]

İnsan, cinni ve şeytânları, uyanık iken ve rü’yâda görebilir. Çünki, onlar her şekle girebilir. Çok güzel sûretlere girerler. İhtilâma sebeb olurlar. Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” ve Evliyâdan çoğu şeytânı görmüş ve konuşmuşdur. Her ne şeklde olursa olsun, cinni gören kimse, hep ona bakarsa cin şeklini değişdiremez. Gözden kaçamaz. Ona sorup cevâb alınabilir. Bir ân başka tarafa bakılırsa, hemen kendi şekline girip gayb olur. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh”, (Cinni kendi şeklinde gördüğünü iddi’â eden kimsenin şâhidliği kabûl olmaz!) buyurdu. Çünki, hayâli kuvvetli olanlar, bulunmıyan şeyleri görüyorum sanır. Hayâlleri [illüziyonları] birşey sanır. Sihr yapılmış kimseler de, böyle hayâller görüp, bunları cism zan eder. Hayâli fazla olanlara, çirkin şeyler güzel görünür. Çirkin tarafları görünmez. Dünyâya düşkün olanlara, dünyânın herşeyi böyle görünür. Çirkinlikler, güzel görünür. Fekat uyanık olanlar, keskin görüşlüler, herşeyin doğrusunu görüp aldanmaz.

İnsanın cin ile tanışması, arkadaş olması, kıymetli birşey değildir, zararlıdır. Onlarla konuşmak, fâsık insanla arkadaşlık etmek gibidir. Onlarla tanışan kimse, fâide görmemişdir. Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” (Fütûhât) kitâbının ellibirinci bâbında buyuruyor ki: (Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya âid bir bilgi edinmemişdir. Çünki, cinnin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünyâ bilgileri edineceğini sanan kimse de, aldanmakdadır. Çünki, fâidesiz şeyle vakt geçirmeğe sebeb olurlar. Onlarla tanışanlar, kibrli olur. Hâlbuki, Allahü teâlâ, kibrli olanı sevmez). (Reşehât)da molla Câmî hazretlerinin halîfesi, Abdülgafûr-i Lârî, Muhyiddîn-i Arabînin bir risâlesinde şöyle buyurduğunu bildiriyor: (Cinnin ilk babaları İblîs değildir. İblîs, cin tâifesindendir. Cin, ateş ve havadan yaratıldığı için çok latîfdirler. Çabuk hareket ederler. İnsan bunlara hafîf çarpınca, hemen ölürler. Bunun için, ömrleri kısadır. Din bilgileri azdır. Kibrli olduklarından, birbirleri ile, hep mücâdele, muhârebe ederler. Ateşden müte’essir olmazlar. Cehennemlik olanları, Zemherîrde, ya’nî soğuk Cehennemde azâb göreceklerdir. İblîs ve çocukları, hak ve sevâb olan iyi şeyleri yapmağı da insana hâtırlatırlar. Fekat, bunları yaparken, nefsde ucb, riyâ hâsıl olarak veyâ farzın kaçırılmasına sebeb olarak, insan çok günâha girer). Cin ile tanışmağa özenmemeli, Evliyâ-i kirâmın rûhâniyyetlerinden istifâde etmeğe çalışmalıdır. Evliyânın rûhları, görünmeden de, kendi beşerî şeklinde görünerek de, sevdiklerine fâide verir ve belâlardan korur. Onları tanımağa, sevmeğe ve sevilmeğe uğraşmalıdır.

Hadîkat-ün-nediyye)de, bütün bedenin âfetlerini bildirirken, yazılı olan hadîs-i şerîfde buyuruluyor ki, (Tetayyur eden ve tetayyur olunan ve kâhinlik yapan ve kâhine giden ve sihr, büyü yapan ve yapdıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kur’ân-ı kerîme inanmamışdır). Tetayyur, uğursuzluğa inanmakdır. Kâhinlik, cinden bir arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmekdir. Cinle tanışan falcılar ve yıldıznâmeye bakıp, sorulan herşeye cevâb verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yapdıklarına inanmak, ba’zan doğru çıksa bile, Allahdan başkasının herşeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfr olur.



İbni Hacer-i Hiytemî, (Fetâvâ-yı hadîsiyye)nin yüzyirminci sahîfesinde diyor ki, (Birinin kolunu kesip, sonra yapışdırmak, kendi ağzına, bedenine bıçak, kama sokup çıkarmak gibi gösteriler yapan tarîkatcılar, bu gösterilerini sihr, göz boyamak şeklinde yapıp, kerâmet gösterdiğini söylerse, hâkim tarafından öldürülür. Başka şeklde yapıyorsa, öldürülmez. Fekat, ağır cezâlandırılır. Mâlikî âlimlerinden Abdüllah ibni ebî Zeyd Kayrevânî “rahmetullahi aleyh” (İsbât-ü kerâmât-il-Evliyâ) kitâbında diyor ki, sihrinde küfre sebeb olacak şey yoksa, el çabukluğu yapıyorsa, fekat kerâmet ve tarîkatcılık şeklinde gösterirse, cezâlandırılır. Böyle tarîkatcıların yanlarına gitmek, seyr etmek câiz değildir. Bir kadın, zevcine, kendisinden veyâ başkasından soğuması için büyü yapdığını söyledi. Bunu öldürmediler. Cezâlandırdılar. İbni Ebî Zeyd “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bir kimse, kitâba bakarak cin ile konuşduğunu, bu cinne emr ederek, sar’a yapan habîs cinni kovduğunu, büyü çözdüğünü, habîs cinni öldürdüğünü söylerse, buna inanmamalıdır). Cin ile arkadaşlık etdiğini, cin pâdişâhına hizmet etdiğini söyliyen kimsenin büyücü olduğu anlaşılır. Mısrdaki Fâtımî devletinin altıncı reîsi olan Hâkim bi-emrillah Mansûr, Dırâr ve bunun talebesi Hamzaya uyarak, cin ile tanışdı ve Cin pâdişâhına hizmet ederek, sapıtdı. Şeytânların maskarası oldu. Tanrılık da’vâsına kalkdı. İbni Ebî Zeyd diyor ki, (Cinci tarîkatcıya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek câiz değildir. Büyü çözene de para vermek câiz değildir). Kocasının muhabbet etmesi ve kendisine eziyyet etmemesi için, bir kadına, Kur’ân-ı kerîmden ve Selef-i sâlihînin bildirdikleri düâlardan muska yazmak, karşılık birşey istememek câizdir. Ne olduğu bilinmiyen şeyleri yazmak, okumak ve kendisine okutmak, bunları muska, tütsü yapmak harâmdır). Kâdî-zâde, (Birgivî vasıyyetnâmesi)ni açıklarken, Birgivînin, (Bir kimse, ben çalınanları, gayb olanları bilirim dese, böyle söyliyen ve buna inanan kâfir olur. Bana cin haber verir. Bunun için bilirim dese, yine kâfir olur. Zîrâ, cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir. Ondan başka kimse bilmez) yazısını, (Allahü teâlânın vahy ve ilhâm etdikleri bilir. Cin, herşeyi bilmez. Allahü teâlânın bildirdiğini ve görüp anladığını bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, bana cin haber verdi demekde zarar yokdur. Peygamberler kabrlerinde, bilmediğimiz bir hayât ile diridirler. Allahü teâlâ, onlara vahy, ilhâm ve keşf yolu ile, gayb ve gizli şeyleri bildirmişdir. Diri insanların işlerini ve hâllerini onlara ve dilediği mü’minlerin rûhlarına bildirmekdedir) şeklinde açıklamakdadır. Cinnin sâlih olanlarına da bildirmesi câizdir. Fekat, mü’min ve sâlih olmıyan, bid’at ehli ve fâsık tarîkatcıların, yobazların yalanlarına inanmamak, tuzaklarına düşerek, felâkete sürüklenmemek için, çok uyanık olmalıdır. 909.cu sahîfeye ve (El-münîre) kitâbına bakınız!

(Dürr-ül-muhtâr)ın Tahtâvî ve İbni Âbidîn hâşiyelerinde, son cildin sonunda diyor ki, (İnsanın, bilmesi lâzım olmıyan şeyleri münâkaşa etmek mekrûhdur. Öğrenmesi emr edilmemiş olan şeyleri sormak câiz değildir. Meselâ, Lokman ve Zülkarneyn Peygamber midir, değil midir? Cebrâîl aleyhisselâm, Peygamberlere nasıl gelirdi? Melek ve Cin, insanlara ne şeklde görünürler? İnsan şeklinde görünürken, yine cin ve melek midirler? Cennet ve Cehennem nerededirler? Kıyâmet ne zemân kopacak? Îsâ aleyhisselâm, gökden ne zemân inecek? İsmâ’îl ve İshak aleyhimesselâmdan hangisi efdaldir ve hangisi kurban edildi? Fâtıma ve Âişeden “radıyallahü teâlâ anhümâ” hangisi dahâ efdaldir? Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ana babaları ve Ebû Tâlib hangi dinde idiler? İbrâhîm aleyhisselâmın babası kim idi? Bunlar gibi şeyleri sormamalıdır. Bunları öğrenmekle emr olunmadık).

(Hazînet-ül-esrâr) kitâbında diyor ki, Sar’a hastasından, rûhânînin def’ edilmesine ve hastanın şifâsına âid hadîs-i şerîfleri bildirelim: [(Lugat-ı Nâci)de cin kelimesinde diyor ki (Rûhâniyyûn üç sınıfdır: Hep iyilik yapan, ahyâr. Melekler böyledir. Hep kötülük yapan eşrâr. Şeytânlar böyledir. İyilik de, kötülük de yapan evsât. Cinler böyledir.] (Herkese Lâzım Olan Îmân) 26.cı sahîfeye bakınız!

İmâm-ı Beyhekî (Delâil-ün-nübüvve) kitâbında ve imâm-ı Kurtubî (Tezkire) kitâbında bildiriyor ki, Ebû Dücâne “radıyallahü anh” buyurdu ki, yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağac yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi, parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyâh birşey yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmağa başladı. Hemen Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” gidip, anlatdım. Buyurdu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayr ve bereket versin!). Kalem ve kâğıd istedi. Alîye “radıyallahü anh” bir mektûb yazdırdı. Mektûbu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektûbla, bizi yakdın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksekdir. Bu mektûbu, bizim karşımızdan kaldırmakdan başka, bizim için, kurtuluş yokdur. Artık, senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektûbun bulunduğu yerlere gelemeyiz). Ona dedim ki, sâhibimden izn almadıkca bu mektûbu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryâdından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabâh nemâzını, mescidde kıldıkdan sonra, cinnin sözlerini anlatdım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (O mektûbu kaldır. Yoksa, mektûbun acısını, kıyâmete kadar çekerler!).

Kefevînin (Mecmû’a-tül-fevâid) kitâbında ve Demîrînin (Hayât-ül-hayvân) kitâbı, kaf harfindeki (Kunfez) kelimesinde diyor ki, (Bir kimse, bu mektûbu, yanında taşısa veyâ evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider). Bu mektûb (Hazînet-ül-esrâr) ve (Hayât-ül-hayvân)da yazılıdır. Süleymâniyye kütübhânesi, (Ayasofya) kısmında, [2912] sayıda (Hayât-ül-hayvân)ın fârisîsi, [1913] de ise türkçesi vardır. Müslimânlara kolaylık olmak için bu mektûb, (Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonunda da [207.ci sahîfesinde de] yazılıdır. Bu kitâb, (Hakîkat Kitâbevi)nde satılmakdadır.

Âyet-el-kürsî, İhlâs, Mu’avvizeteyn ve Fâtiha sûrelerini sıksık okumak da, insanı cinden muhâfaza eder. Bu âyet-i kerîmeleri okumakla ve bu mektûbu taşımakla ve şifâ âyetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle fâidelenmek istiyenlerin Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun olarak doğru îmân sâhibi olması lâzımdır. Bunları yazanın ve kullananın i’tikâdı doğru olmazsa ve küfr alâmetlerini kullanır, harâm işlerse, fâideleri görülmez.

Fârisî (Şevâhid-ün-nübüvve) 163.cü sahîfesindeki hadîs-i şerîfde, (Yatarken Âyet-el kürsî okuyana, şeytân yaklaşamaz) buyuruldu.
Kâdî Bedrüddîn-i Şeblînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Akâm-il-Mercân) kitâbı arabî olup büyükdür. Hep cinden bahs etmekdedir. Bir yerinde diyor ki, (Cinden, geçmiş, olmuş şeyleri sorup öğrenmek câizdir. Gelecekde olacak şeyleri sormak câiz değildir. Geçmiş şeyleri görüp, işitip bilirler. Sar’a hastasını ve başka cin çarpanları cinden kurtarmak için, küfre sebeb olan şeyleri yapmak câiz değildir. Cinden kurtulmak için en iyi on çâreyi [kısaltarak] yazıyoruz:

1- E’ûzü Besmele ile Fâtiha sûresi okumalıdır. 2- E’ûzü Besmele ile iki Kul-e’ûzüyü okumalıdır. 3- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin ilk beş âyetini okumalıdır. 4- E’ûzü Besmele ile Âyet-el-kürsî okumalıdır. 5- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin son iki âyetini okumalıdır. 6- E’ûzü Besmele ile Ha-Mîm Mü’mîn sûresinin başından (masîr)e kadar ve Âyet-el-kürsî okumalıdır. 7- (Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) okumalıdır. 8- Çok (Allah) demelidir. 9- Hep abdestli bulunmalı, farzları ve sünnetleri hiç terk etmemelidir. 10- Kadınlara bakmakdan, çok konuşmakdan, çok yimekden ve galabalıkdan sakınmalıdır). (Berekât) kitâbında, Muhammed Sa’îdi “rahmetullahi teâlâ aleyh” anlatırken sonunda, imâm-ı Rabbânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Cinden korunmak için, (Lâ havle velâ kuvvete illâ billah-il-aliyyil’azîm) okuduğunu yazıyor. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, yüzyetmişdördüncü mektûbunda, Cini def’ için bunu okumağı tavsiye etmekdedir. Buna, (Kelime-i temcîd) denir.

Şeyh-ül-islâm İbni Hacer Hiytemînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tezekkürü Âsâr-il-vâride) kitâbında da, cinden koruyan düâlar yazılıdır. Bu kitâb, Süleymâniyye kütübhânesi, (Reîs-ül-küttâb Mustafâ efendi) kısmında, [1150] sayı ile mevcûddur. (Hakîkat Kitâbevi) tarafından (Minha) sonunda basdırılmışdır.

Cin ve şeytân şerrinden kurtulmak için ve sar’a hastalığına ve sihre karşı (Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonundaki (âyât-ı hırz)ı yedi gün okumalı ve yazıp, üzerinde taşımalıdır.

Celâleddîn-i Süyûtînin “rahmetullahi aleyh” (Kitâbürrahme fittıbb-i velhikme) kitâbında sihr, nazar ve cinden korunmak için kıymetli bilgi vardır. Yüzellinci bâbında buyuruyor ki, (Şeytânın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, hergün bu düâyı okumalıdır: Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül’azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!). Yüzyetmişdördüncü maddesi sonunda diyor ki, (Hiltit veyâ şeytân tersi adındaki zamkı yanında taşıyan kimseye cin gelmez. Sar’a hastası, bunu koklarsa, iyi olur). Asa Foetide denilen bu zamk, esmer, pis kokulu, reçine olup, antispasmodique olarak, ya’nî sinirleri teskîn edici olarak Avrupada, toz, hap ve ihtikan şeklinde adale ve sinir gerginliğini gidermek için, kullanılmakdadır. (Ütrüc), ya’nî Ağaç-kavunu bulunan eve cin girmiyeceği, (Hayât-ül-hayvân)da ve (Kâmûs)da yazılıdır.

İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, talebeleri ile, uzak bir yere gidiyordu. Gece, bir hânda kaldılar. (Bu gece, bu hânda bir belâ hâsıl olacak. Şu düâyı okuyunuz!) buyurdu: (Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’ asmihî şey’ün fil-Erd-ı velâ fissemâi ve hüves-semî’ul’alîm). Gece büyük yangın oldu. Bir odada eşyâlar yandı. Bu odaya haber verilmemişdi. Düâyı okuyanlara birşey olmadı. Bu düâ, (Umdet-ül-islâm) ve (Berekât) kitâblarında yazılıdır. (Tergîb-üs-salât) kitâbında ve (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbı 155.ci sahîfesinde hadîs-i şerîf olduğu da bildirilmekdedir. Derdlerden, belâlardan, fitne ve hastalıklardan korunmak için, sabâh ve akşam, İmâmın bu sözünü hâtırlayarak, üç kerre okumalıdır. Âyât-i hırz [koruyucu âyetler] da, okumalıdır.

54 — RÛHLARIN HÂZIR OLMASI HAKKINDA MEKTÛB

Bu mektûb, seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” tarafından yazılmış olup, Evliyâ rûhlarının, her yerde yardıma geldiklerini bildirmekdedir.

İki cihân kardeşim Alî beğefendi!

Son mektûbunuzu aldım. İştibşâr etdim. Hayrlı düâlarıma selâmlarımı terdif etdim. Mektûbunuzun sonunda, pek edeble birşey soruyorsunuz.

Süâl: (Halebî) kitâbının tercemesi olan (Baba dağı)nda ve (Birgivî vasıyyetnâmesi)nde [ve (Bezzâziyye) fetvâsında] (Bir kimse, Evliyânın rûhları, burada hâzırdır, dese kâfir olur) diyor. Hâlbuki, tesavvufcular arasında, (Pîrimizin rûhu hâzırdır, nâzırdır) sözü de meşhûrdur. Bu iki sözün arasını bulmak nasıl olur?

Cevâb: Efendim! Bu iki kitâbın dediği doğrudur. İki kitâb da kıymetlidir. Kâdî-zâde Ahmed Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde, (Ervâh-ı meşâyıh hâzırdır, bilirler dese kâfir olur dediler) sözünü açıklarken, (Zîrâ, rûhların hâzır olması gaybdır. Gaybe hükm etdiği için kâfir olur) diyor. Görülüyor ki, küfre sebeb olan şey, rûhların hâzır olacağına inanmak değil, rûhların hâzır olduğunu söylemekdir. Ya’nî rûhların hâzır olduklarını bilmediği hâlde, hâzırdır diyerek, gaybden haber verdiği için kâfir olmakdadır. Allahü teâlâ hâzırdır ve nâzırdır. Böyle olduğunu bildirmek için, Allahü teâlâ, her zemânda ve her yerde hâzır ve nâzırdır derler. Hâlbuki, Allahü teâlâ, zemânlı değildir ve mekânlı değildir. O hâlde, bu söz, görünüş üzere kalmaz, mecâz olur. Ya’nî zemânsız ve mekânsız, ya’nî hiçbir yerde olmıyarak, hâzırdır [ya’nî bulunur] ve nâzırdır [ya’nî görür] demekdir. Böyle olmazsa, Allahü teâlâyı zemânlı ve mekânlı bilmek olur.

Allahü teâlâ, hayy, alîm, kadîr ve mütekellim olarak ve sonsuz zemânlarda, hep hâzır ve nâzırdır. Hayât, ilm, kudret ve kelâm sıfatları zemânsız ve mekânsız olduğu gibi, hâzır ve nâzır olması da, zemân ile ve mekân ile değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir. Böylece, hiçbirşey, Onun gibi değildir. Allahü teâlânın sıfatları, hep vardır. Önleri ve sonları, yokluk değildir. Meselâ, hâzırdır ve bu hâzır olmakdan önce, gâib değil idi. Bundan sonra, bir hayâtsızlık, ya’nî ölüm, câhillik olmıyacağı gibi, gâib olmak da, olmaz. Çünki sıfatları da, kendi gibi ezelî ve ebedîdir. Ya’nî, hep vardır. Hiçbir kimsenin sıfatları, Onun sıfatlarına benzemez.

Melekler ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Evliyânın rûhları ve sâlih mü’minlerin rûhları, herkim nerede ve ne zemânda ve her ne hâlde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselâmın, sıkıntıda olanların imdâdına yetişmesi böyledir. Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem”, ümmetinin her birine, hele ölüm zemânında, imdâda yetişmesi de böyledir. Azrâîl aleyhisselâm, rûh [cân] almak için her ânda, her yere gelmesi de, böyledir. Her Mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zemânlı ve mekânlıdır. Ezelî ve ebedî olarak değildir. Devâmlı da değildir. Hâzır olmalarından önce, yok idiler. Bir zemân sonra da, oradan tekrâr yok olurlar. Allahü teâlânın hâzır olması ile, rûhların hâzır olması arasında çok fark vardır. Allahü teâlânın hâzır olması gibi, kimse hâzır değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebî ve ne de resûl ve velî ve sâlih, cenâb-ı Hakkın hiçbir sıfatına ortak değildir.

Evliyâlık ilminin derecelerine yükselmemiş olana, büyüklerin rûhları, her nerede ve her ne zemân çağrılırsa, imdâda yetişir diye öğretilirdi. Rûh, orada hâzır olmadan önce, yok idi. Bir zemân sonra, orada yine bulunmaz. Cenâb-ı Hak, rûhların hâzır olduğu gibi hâzır olmaz. Çünki, böyle hâzır olmak, zemânlı ve mekânlıdır. Rûhlar da, Allahü teâlânın hâzır olduğu gibi hâzır olamaz. Çünki, cenâb-ı Hakkın hâzır olması, zemânlı ve mekânlı değildir, ezelîdir, ebedîdir.

(Birgivî vasıyyetnâmesi) ve benzeri kıymetli kitâblar demek istiyor ki:

Bir kimse eğer, benim üstâdım, dâimî ve ezelî ve ebedî olarak hâzır ve nâzırdır dese, kâfir olur. Fekat, bunlar diyor ki, Allahü teâlâ, benim üstâdımın rûhuna öyle bir kuvvet vermişdir ki, her nerede ve ne zemânda çağırır isem, imdâdıma hâzır olur.

Görülüyor ki, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, yeryüzünün her tarafında, o zemândan bugüne kadar, ümmetinden herhangi biri ve hele, keşf, şühûd sâhibleri çağırınca, imdâdlarına yetişir. Hızır aleyhisselâmın rûhu, çağıranlardan ba’zılarının imdâdlarına geliyor. Melekler, rûh [can] almak için, bir ânda, istediği zemânda ve yerde bulunuyor. Şâziliyye yolunun reîsi, Ebül-Hasen Alî Şâzilînin “kuddise sirruh” (Her ân ve zemân, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek yüzü, gözümün önündedir) buyurduğu, (Mîzân-ı kübrâ)da yazılıdır.

[Evliyânın rûhları çağrılınca, işiteceklerini ve çağrılan yerde hâzır olacaklarını, Allahü teâlâ, birinci kısmın kırkaltıncı maddesi sonunda yazılı hadîs-i kudsîde açıkca bildirmekdedir.]

Kitâbların yazdığı doğrudur. Fekat, tesavvufcuların sözü, başkadır. Ya’nî, Evliyânın rûhları, Allahü teâlâ gibi hâzırdır demek küfrdür. Allahü teâlânın âlim, kâdir ve mütekellim ve hâzır olması gibi, hiç kimse, âlim, kâdir ve mütekellim ve hâzır değildir. Allahü teâlânın ilmi ve hayâtı ve kudreti ve kelâmı ve hâzır olması ve başka bütün sıfatları, Allahü teâlâya yakışan bir hayât, ilm ve kelâm ve kudret ve huzûrdur. Mahlûkların hayâtı, ilmi ve kudreti ve kelâmı ise, kendileri gibi, sonradan olma ve zemânlı ve mekânlı ve çabuk geçip biten ve çeşidli şeylere bağlıdır. Bununla berâber, Peygamberler “aleyhimüsselâm” ve Evliyâ “aleyhimürrıdvân” ve âlimler “aleyhimürrahme” ve bütün mü’minler “esle ha-hümüllah” âlimdir, haydır, kâdirdir, hâzırdır ve mevcûddur denir. Bunlar, Allahü teâlânın âlim, hay, kâdir, hâzır ve mevcûd olması gibi demek değildir. Allahü teâlânın hâzır olması ile Evliyânın rûhlarının hâzır olması arasında, çok fark vardır. O kitâbların yazıldığı zemânda, câhil tarîkatcılar, böyle sözler söylüyordu. Kendilerini tesavvuf adamı göstermek için, pîrimiz hâzır ve nâzırdır diyorlardı. Din âlimleri, fıkh kitâblarını yazanlar, bu büyük günâhın yayılmaması için, böylece yazarak önlemişlerdir. Bununla berâber, bunlardan dahâ büyük olan din imâmlarımız, bu işi dahâ umûmî, dahâ etrâflı ve gereği gibi anlatmışdır. Allahü teâlânın sıfatlarına, kimse şerîk değildir. Bunların hepsi (Lâ ilâhe illallah) kelimesinin içine girmekdedir. Ya’nî, ilâh olmağa, ibâdet olunmağa hakkı olan kimse yokdur. Ancak, hiçbir sıfatında şerîki bulunmıyan Allahü teâlâ vardır. Bu ma’nâ iyi ve derin düşünülürse, iş kökünden çözülmüş olur.

Efendim! Bu cevâbı böyle uzun ve açık yazdım. Çünki, bu mes’ele, çok kimseleri şübheye düşürmüşdür. Tesavvuf büyüklerinin âlim olması lâzımdır ki, böyle şübheleri herkesin anlıyabileceği şeklde çözebilsin. Son zemânlarda, tekkeler câhillerin eline düşdü. Dinden, îmândan haberi olmıyanlara şeyh denildi. Din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak, dîne hurâfeler karışmışdır, islâm dîni bozulmuşdur dedi. Hâlbuki tarîkatcıların sözlerini, işlerini, din sanmak, bunları tesavvuf büyükleri ile karışdırmak, çok yanlışdır. Dîni bilmemek, anlamamakdır. Dinde söz sâhibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin kitâblarını okuyup, iyi anlıyabilmek ve bildiğini yapmak lâzımdır. Böyle bir âlim bulunmazsa, din düşmanları, meydânı boş bulup, din adamı şekline girer. Va’zları ile, kitâbları ile, genclerin îmânını çalmağa saldırarak, milleti, memleketi felâkete götürür.

Gel aldanma bu dünyâya, sonu virân olur, birgün,
senin bu sürdüğün demler, elbet yalan olur, birgün.

55 — İKİNCİ CİLD, 38. ci MEKTÛB

Bu mektûb, hâcı Muhammed Yûsüf Keşmîrî için yazılmışdır. Allah adamlarının gönlünde zerre kadar dünyâ düşüncesi olmadığı bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Kalbinde zerre kadar dünyâ sevgisi olan veyâ kalbinde dünyâ ile zerre kadar ilgisi bulunan yâhud kalbine zerre kadar dünyâ düşüncesi gelen kimseye Allahü teâlâyı tanımak nasîb olmaz. Böyle seçilmiş bir kimsenin zâhiri [ya’nî duygu organları ve düşünceleri], bâtınından [ya’nî kalbinden ve rûhundan] çok uzak ve ayrıdır. Âhıretden dünyâya gelmiş, başkalarına fâideli olmak için, insanlar arasına karışmışdır. Bunun dünyâ işlerinden konuşması ve dünyâ işlerinin sebeblerine yapışması kötü değildir. Hattâ çok iyidir. Böylece, kul haklarını yerine getirmekde ve insanlara fâideli olmakda ve onlardan fâidelenmekdedir. Böyle kimsenin bâtını, zâhirinden dahâ iyidir. Arpa satanlar pazarında buğday satan kimse gibidir. Herkes onu, kendileri gibi buğday pazarında arpa satıcısı gibi sanırlar. Onun zâhirini de, bâtınından dahâ iyi bilirler. Zâhirde Allah adamı görünüyor, gönlü dünyâ iledir derler. A’râf sûresinin seksendokuzuncu âyetinde meâlen, (Ey Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında sen hak olanı hükm et. Sen hükm edenlerin hayrlısısın!) buyruldu. Doğru yolda bulunanlara ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ Âlihissalevâtü vetteslîmât” izinde olanlara selâm ederim.
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:43
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Dinde temel sayılan 8 madde
serhendli su an offline serhendli  
Dinde temel sayılan 8 madde
13 Mesaj -
Dinde temel sayılan 8 madde



Sual: Hâtim-i Esam hazretlerinin açıkladığı, dinde temel sayılan 8 madde nelerdir?

CEVAP

Şakîk-i Belhî hazretleri, talebesi Hâtim-i Esam hazretlerine sordu:

— Ne kadar zamandır benden ders alıyorsun?

— 33 senedir.

— Bu kadar zaman içinde benden neler öğrendin?

— Sekiz şey öğrendim.

— Yazıklar olsun sana! Çok üzüldüm, emeklerim boşa mı gitti?

— Hocam, siz sordunuz, ben de doğrusunu söyledim. Sekiz şey öğrendim.

— Peki, nedir bu sekiz şey?

— Birincisi şudur: İnsanlara baktım. Sevdiği şeyler, onlarla mezara kadar arkadaşlık ediyor ve sonra onu yalnız bırakıp ayrılıyorlar. Onlarla beraber mezara girip, dert ortağı olmuyorlar. Bu hâli görünce, (Dünyada öyle bir dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin) diye düşündüm. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan ibadetlerden başka, böyle sadık bir sevgili bulamadım. Ben de ibadetlere sarıldım. Ne dersiniz?

— Çok doğru, çok güzel etmişsin. Peki, ikincisi nedir?

— İkincisi: İnsanlara baktım, çok kimse, arzuları, nefisleri peşinde koşuyor. O zaman, (Allahü teâlâdan korkarak nefislerine uymayanlar, elbette Cennete gideceklerdir) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamaya karar verdim ve arzularıma uymadım.

— Allah sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın. Üçüncüsü nedir?

— Üçüncüsü: İnsanlara baktım, herkes dünyalık toplama sıkıntısı içine girmişler. Sonra (Dünya malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmayacak, sizden ayrılacaktır! Ancak Allah rızası için yaptığınız iyilikler ve ibadetler sizinle beraber kalacaktır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Dünya için topladıklarımı, Allah yolunda harcadım. Yani Allahü teâlâya ödünç verdim! Nasıl yapmışım?

— Ne güzel yapmışsın. Peki, dördüncüsü nedir?

— Dördüncüsü: İnsanlara baktım, başkalarını beğenmiyorlar, birbirlerine haset ediyorlar, birbirlerinin mevki, mal ve ilimlerine göz dikiyorlar. Bunu görünce, (Dünyadaki maddî, manevî bütün rızıklarını aralarında taksim ettik) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Herkesin ilim, mal, rütbe, evlat gibi rızıklarının dünya yaratılmadan önce, ezelde taksim edildiğini, kimsenin elinde bir şey olmadığını ve çalışmayı, sebeplere yapışmayı emrettiğinden, Ona itaat etmiş olmak için çalışmak lazım geldiğini ve hasedin zararlarını ve lüzumsuz olduğunu anladım. Allahü teâlânın ezelde yaptığı taksime razı oldum. Bütün Müslümanlarla iyi geçindim, herkesi sevdim ve sevildim.

— Ne iyi, ne güzel yapmışsın. Beşincisi nedir?

— Beşincisi: İnsanlara baktım, çok kimse, insanlık şerefini, bir makam sahibi olmakta zannediyor ve makamıyla iftihar ediyor. Kimi de, kıymet ve şerefi, çok mal ve evlatta görüp, bunlarla iftihar ediyor. Kimi de, malı, parayı Allahü teâlânın emrettiği yerlere değil de, insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf ediyor, insanlık şerefini bunda sanıyor. Bunu görünce, (En şerefliniz, en kıymetliniz, Allahü teâlâdan en çok korkandır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Bunların yanıldıklarını anladım ve takvaya sarıldım. Rabbimin af ve ihsanlarına kavuşmak için, Ondan korkarak, İslamiyet’in dışına çıkmadım.

— Ne güzel yapmışsın. Altıncısı nedir?

— Altıncısı: İnsanlara baktım. Birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikiyor, parça parça ayrılıyorlar, birbirlerine düşmanlık ediyorlar. Bunları görünce, (Sizin düşmanınız şeytandır. Bunları düşman bilin) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Şeytanı ve onun yoldaşları olan sapıkları düşman bilip, sözlerine aldanmadım. Allahü teâlânın emirlerine itaat ettim. Kurtuluş yolunun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. (Ey Âdemoğulları, Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır, diye, sizden söz almadım mı, bana kulluk edin! Kurtuluş yolu, ancak budur) mealindeki âyet-i kerimeyi düşünüp, Müslümanları aldatmaya uğraşanları dinlemedim. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından ayrılmadım.

— Ne güzel ne iyi yapmışsın. Yedincisi nedir?

— Yedincisi: Kimi insanlar, para kazanmak için haram ve şüpheli şeylere dalıyorlar ve zillete, hakaretlere katlanıyorlar. Bunları görünce, (Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı yoktur) mealindeki âyet-i kerime hatırıma geldi. O canlılardan birinin kendim olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek, Onun emrettiği gibi çalıştım.

— Ne iyi yapmışsın. Sekizincisi nedir?

— Sekizincisi: Baktım, herkes bir şeye güveniyor. Kimi altına, mal ve mülküne, kimi sanatına ve kazancına, kimi makam ve rütbesine, kimi de kendi gibi bir insana güveniyor. Bunları görünce, (Allahü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Her zaman ve her işimde yalnız Allahü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeplere yapıştım; fakat yalnız, Ondan istedim. Yaptıklarımda bir eksiklik var mı?

— Ya Hâtim, dini tam ve doğru anlamışsın. Senin gibi bu sekiz temel kaideye uyanlar, dinimize tam yapmış olurlar.





aldatan aldanandır
ecel emelin önündedir
emeli artanınelemi artar
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:41
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Mezhep taklidinin önemi
serhendli su an offline serhendli  
Mezhep taklidinin önemi
13 Mesaj -
Mezhep taklidinin önemi



Sual: Hangi durumlarda, başka bir mezhep taklit edilir?

CEVAP

Bir farzı yapmanın veya bir haramdan sakınmanın imkânsız veya meşakkatli, güç olması durumunda, önce kendi mezhebimizde çare aranır. Kendi mezhebimizde çare yoksa diğer üç mezhebe bakılır. Hangi mezhepte çare varsa, o iş için, o konuda o mezhep taklit edilir. Hanefi âlimlerinden Muhammed Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:

Başka bir mezhebi taklit edebilmek için üç şart vardır:

1– Kendi mezhebine göre başladığı bir işi, başka mezhebe uyarak tamamlayamaz. Mesela, Hanefi’ye göre aldığı abdest ile Şafii’ye göre namaz kılamaz.

2– Taklit ettiği iki mezhep de, bu işe, bâtıl dememeli. Bir Şafii, (Şafii’de abdest uzuvlarını ovmak farz değil, Maliki’de de kadına dokunmak abdesti bozmaz) diye, yabancı kadına dokunarak ve uzuvlarını ovmadan aldığı abdest ile namaz kılarsa, bu iki mezhebe göre de namazı sahih olmaz; çünkü yabancı kadına dokunmak, Şafii’de abdesti bozar. Ovmak [delk] ise Maliki’de farzdır.

3– Mezheplerin kolaylıklarını toplamamalıdır. Mesela, Hanefi’de velisiz veya Maliki’de şahitsiz yapılan nikâh sahih olur. Ama hem velisiz, hem de şahitsiz olan bir nikâh sahih olmaz. (Taklit risalesi)

İsmail Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:

İhtiyaç olunca, başka mezhebi taklit ederek işini yapabilir. Fakat bu iş için, o mezhepte olan şartların hepsini uyabildiği kadar yerine getirmesi lazımdır. (İkd-ül-ferid)

Başka mezhebi taklit etmek bazen şart, bazen caiz ve bazen de caiz değildir:



Taklidin mecbur olduğu durumlar:



1– Şafii mezhebine göre, zekâtın, Kur’an-ı kerimde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lazımdır. Bunlardan, müellefe-i kulub sınıfı [ile zekât toplayan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı] bugün yoktur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olduğu için, Şafiilerin bu sınıflardan sadece birine verebilmeleri için, Hanefi mezhebini taklit etmeleri gerekir. (M. Rabbani 3/22)

2– Şehirlerarası otobüsle yolculukta, inip yerde kılınamazsa yahut bırakılması mümkün olmayan iş sebebiyle, öğle, ikindi, akşam veya yatsı namazı vaktinde kılınamayacaksa, seferi olan; Maliki veya Şafii’yi, mukim olan Hanbelî’yi taklit ederek, öğleyle ikindiyi, akşamla da yatsıyı cem eder. Cem etmeye imkân varken, kazaya bırakmak caiz olmaz. (S. Ebediyye)

3– Diş dolgusu olanın, gusül, abdest ve namazda Maliki veya Şafii mezhebini taklit etmesi şarttır. Taklit etmezse, guslü ve buna bağlı olan abdesti ve namazı, sahih olmaz. (S. Ebediyye)

4– Hacda kadınlara dokunarak, abdestinin bozulma ihtimali çok ise, Şafiilerin, Hanefi veya Maliki’yi taklit etmesi gerekir. (S. Ebediyye)

5– Elbisesindeki necaseti temizleme imkânı olmayan Hanefi veya Şafii, namazı kazaya kalacaksa, Maliki mezhebini taklit ederek namazını kılar. Maliki mezhebinde, necaset namaza mani değildir. Temizlemek sünnettir. (S. Ebediyye)



Mezhep taklidinin caiz olmadığı durumlar:



1– Dünyalığa, şehvetine kavuşmak için, başka mezhebi taklit caiz değildir. (Ukud-üd-dürriyye)

2– Hanefi mezhebinde olan kadınların, Şafii mezhebini taklit ederek mahremsiz hacca gitmeleri caiz değildir. Mezhep taklidi, ancak emrolunan bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zaman, bu sıkıntıdan kurtulmak içindir. Mahrem bir erkeği bulunmayan kadının, hacca gitmesi emrolunmadı ki, Şafii’yi taklit etmek lazım olsun. (S. Ebediyye)

3– Şafii’de sütkardeş olmak için, ayrı ayrı beş kere, doya doya emmek gerekir. 1–2 kere emen bir Hanefi, (Şafii’de sütkardeş olmaz) diye, sütkardeşiyle evlenemez. Ancak, evlendikten sonra sütkardeş oldukları meydana çıkmışsa, o zaman bir yuvanın yıkılmaması için, Şafii taklit edilebilir.

4– Maliki’de hayzlı kadının Kur'an-ı kerim okuması caiz ise de, kursta okuyan Hanefi bir kızın veya kadının, Maliki’yi taklit ederek Kur'an okuması caiz olmaz; çünkü başka bir mezhebi taklit etmek, ancak bir farzı yapmak için, kendi mezhebinde imkân bulunmadığı veya güç olduğu zaman caiz olur. Gusül, abdest ve namazda Maliki’yi taklit eden de, Kur’an-ı kerim okumak için Maliki’yi taklit edemez. Hayzlı iken Kur’an okumak farz olmadığı için, mezhep taklit edilmez. (Hulasat-üt-tahkik)

5– Maliki’yi taklit eden, seferde iken, bir ihtiyaç, bir sıkıntı olmadan, iki namazı cem edemez.



Taklidin efdal olduğu durumlar:



1–Hanefi mezhebinde, erkeğin dizi avrettir. Şafii’de diz avret değil, göbek avrettir. Maliki ve Hanbelî mezheplerinde, yalnız seveteyn avrettir. [Ön ve arka avret yeri.] Hanefi ve Şafii olan erkeğin, nafakasını kazanmak veya fitne çıkmasını önlemek için, sıkışık durumda, diğer iki mezhepten birini taklit edip uyluklarını örtmemesi caiz olur. (S. Ebediyye)

2– Şafii’de, ölü için iskat yapılmaz. Hanefi taklit edilerek iskat yapılabilir. (Neful-enam)

3– Uyumak veya unutmak, namazın kazaya kalması için özürdür. Ancak bu durumlarda henüz asr-ı sani [ikinci ikindi vakti] ve işa-i sani [ikinci yatsı vakti] girmemişse, öğle ve akşam namazlarını, asr-ı evvel [birinci ikindi] ve işa-i evvel [birinci yatsı] vakitlerinde, kılar. Bu vakitler de, çıkmış ise, Hanbelî’ye uyarak öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını cem eder, kazaya bırakmaz.

4– Şafii’de, [mübalağa etmeden] abdest alırken boğaza su kaçması orucu bozmaz. Hanefi’de ise bozar. Elinde olmadan boğazına su kaçan Hanefi, Şafii mezhebini taklit ederse, orucunu bozulmaktan kurtarmış olur. Hanbelî mezhebinde de, abdest alırken boğaza su kaçması orucu bozmaz. Bu konuda Hanbelî’yi de taklit etmek de caizdir.

5– Ramazan ayında her gün ayrı ayrı niyet etmek gerekir. Oruca niyet etmeyi unutan kimsenin orucu sahih olmaz. Ama (Bu orucu İmam Züfer’in kavline uyarak tuttum) veya (Bu orucu, Maliki mezhebine göre tuttum) denirse, yine sahih olur.

6– Şafii’de, oruca imsak vaktinden önce niyet etmek şarttır. Uyumak, unutmak gibi herhangi bir sebeple bunu yapamayan bir Şafii, (Bu orucumu Hanefi mezhebine uyarak tutuyorum) derse oruç sahih olur. Bozulmaktan kurtulmuş olur.

7– Hanefi mezhebinde, ödünç verirken ödeme tarihi belirlemek caiz değildir. Ödeme tarihi koyabilmek için, Maliki mezhebini taklit etmek caiz olur. (Eşbah)



Mezhep taklidinin caiz olduğu durumlar:



1– Bir erkeğin, hanımı ile sütkardeş oldukları, fakat birinin veya her ikisinin, bir kere emmiş olduğu anlaşılsa, Hanefi mezhebine göre nikâhları bozulur. Ayrılırlar veya Şafii mezhebini taklit ederler. Nikâhlarında velileri bulunmamış ise yahut şahitler salih değilse, yeniden Şafii mezhebine göre nikâh yaparak evli kalırlar. Eğer doyuncaya kadar beş kere emmiş ise, Şafii mezhebini taklit mümkün olmaz. Ayrılmaları gerekir. (S. Ebediyye)

2- Şafii bir genç, bir kız kaçırsa, kızın babası razı olmazsa, Şafii’de, velisinin rızası olmadıkça evlenmesi caiz olmaz. Hanefi’yi taklit ederek velisiz de evlenebilir.

3– Kirpi eti yemek, gelincik [fil hastalığına] iyi gelir. Hanefi ve Hanbelî’de kirpi haramdır. Hasta, Maliki veya Şafii mezhebinden birini taklit ederek yiyebilir. (S. Ebediyye)

4– Şafii olan bir doktor, kadın hastaları muayene ederken abdestinin bozulmaması için, muayene esnasında Hanefi veya Maliki mezhebini taklit etmesi caizdir. (S. Ebediyye)

5– Üç talakla boşanan kadın, başka bir erkekle evlenip, o erkek de, bunu boşamadıkça, eski kocası ile evlenemez. Böyle bir durumda, ilk nikâhları Şafii’ye uygun yapılmamışsa, Şafii mezhebi taklit edilerek, Şafii mezhebine uygun nikâh yapmaları caiz olur. (Redd-ül-muhtar)

6– Şafii mezhebinde fitre için, buğdayın veya diğer maddelerin kıymeti kadar altın, gümüş vermek caiz değildir. Hanefi mezhebi taklit edilerek, buğday yerine, değeri kadar altın veya gümüş vermek caizdir. (Şemseddin-i Remli)

7– İstanbul’daki bir kimsenin babası Erzurum’da ikamet ederken vefat etse, babası vasiyet etmediyse, babası için hacca vekil göndermek isterse, Erzurum’dan göndermesi farzdır. Başka yerden gönderemez. Şafii mezhebinde mikat dışındaki her yerden göndermesi caizdir. Hanefi olanlar, paraları az ise, Şafii mezhebini taklit ederek, vasiyet etmemiş ana, baba ve yakınları için, Mekke’de vekil tutabilirler. (S. Ebediyye)

8– Hastada, ihtiyarda, abdesti bozan bir şey hâsıl olursa, Maliki mezhebinde, özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. Hanefi ve Şafii’de özür sahibi olamayan hasta ve ihtiyarın, Maliki mezhebinin ikinci kavlini taklit etmesi caizdir. (Mezahib-i Erbaa)

9– Namaz içinde idrar, yel kaçıran veya başka bir akıntısı olan Hanefi’nin, Maliki mezhebini taklit etmesi caiz olur. (S. Ebediyye)

10– Hanefi mezhebinde lavman, orucu bozar. Ancak şiddetli kabızlık çeken, Maliki mezhebini taklit ederek, gündüz oruçlu iken lavman yaptırırsa, oruca devam edebilir. Çünkü Maliki mezhebinde lavman orucu bozmaz. (Mizan)

11- Şafii bir kimse, karşı cinsten nikâh düşen birine dokununca abdesti bozulur. Bunun için yolda, nakil vasıtalarında [dolmuşta, otobüste, trende], alış verişte [pazarda, markette] karşı cinse dokunma ihtimali olan Şafii olan kimse, Hanefi veya Maliki mezhebini taklit etmelidir. (S. Ebediyye)

12- Müslüman kadınların, gayrimüslim kadınlara görünmesi, yabancı erkeklere görünmeleri gibi üç mezhepte de haramdır. Bunların yanında başı açık durmak gerektiği zaman Hanbelî mezhebi taklit edilirse, yani (Hanbelî’ye uydum) denirse günahtan kurtulmuş olunur.


Yaratmak nedir?



Sual: S. Ebediyye’de, (Yaratmak, hiç yoktan var etmek veya mevcut şeyleri, fizik, fizyolojik veya metafizik kanunlarla, bir şekilden başka hassalı şekillere çevirmek demektir) deniyor. Buna göre, bilim adamlarının, fizik, kimya kanunları ile meydana getirdikleri yeni bir işe, yaratmak demek caiz olur mu?

CEVAP

Hayır, caiz olmaz. Burada, Allahü teâlânın iki türlü yaratması bildiriliyor:

Birincisi: Ol der, o şey var olur. Yani hiç yoktan yaratır. Kâinatın yoktan var edilmesi, hidrojen, oksijen gazlarının yaratılması, böyledir.

İkincisi: Sebepler vasıtası ile yaratmaktır. Allahü teâlâ sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları denir. Mesela, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomundan su meydana getirmiştir. İnsanları, hayvanları, bitkileri yaratması da böyledir.

Bilim adamları, oksijen, hidrojen gibi gazları, cıva, bakır, petrol gibi maddeleri yoktan meydana getiremezler. Teknoloji, bilim ne kadar gelişse de bir karınca, bir buğday tanesi yapmak mümkün değildir.

Yaratmak, icat etmek Allahü teâlâya mahsustur. Bilim adamları, yoktan bir şey meydana getiremezler, sadece Allahü teâlânın yarattığı mevcut şeyleri, yine Allah’ın koyduğu fizik, kimya ve biyoloji kanunları ile bir araya getirerek, yeni şeyler bulurlar. Buna da yaratmak denmez, keşfetmek, bulmak denir.

Allahü teâlânın sonsuz kudretini gösteren, insanların yapmalarının mümkün olmadığı işlere birkaç örnek verelim:

1- İnsanlar asırlardır, enerjisiz veya yakıtsız çalışan makine yapmaya çalışmışlarsa da, netice alınamadı. Bu da fizik ve kimya ilmine göre, imkânsızdır. Enerjinin korunumu prensibine göre, enerji şekil değiştirirse de, insanlar tarafından var ve yok edilemez.

2- Katı, sıvı, gaz haldeki bütün maddeler ısınınca, hacimleri büyür, yoğunlukları azalır. Su bu kurala uymaz. Su buz haline gelince yoğunluğu azalır, Su üstünde durur. Azalmayıp buzlar dibe çökseydi, denizlerdeki canlılar yaşayamaz ölürdü.

3- Bir metal atomu, başka bir metal atomu ile birleşemez. İki elementin birleşmesi için farklı elektrik taşıması şarttır.

4- Güneş, dünyadan 149,5 milyon km uzaktadır. Bu mesafe, çok yakın olsa canlılar sıcaktan yanar, çok uzakta olsa, soğuktan donardı. İnsanlar güneşi istedikleri yere getiremezler.

5- Işık hızı, saniyede 300 bin km.dir. Bu hızı insanların aşması imkânsızdır. Bu hız aşılırsa, rölativite [izafiyet] teorisine göre, maddenin kütlesi sonsuza gider. [1/0 [Bir bölü sıfır] sonsuz olduğu için.]




İhtiyacını söylemek

Sual: İhtiyaçlarını insanlara bildirmemeli deniyor. Bildirilmeyince insanın ihtiyacı nasıl karşılanır ki? Bir de, eşin dostun gönüllerini almak, onları kırmamak için karşı cinsle tokalaşmak, onlara sarılmak caiz midir?

CEVAP

Birinci sualde, ihtiyaçların karşılanmasını Allahü teâlâdan değil de, insanlardan beklemek kast ediliyor. Hadisi şerifte, (İnsan, ihtiyaçlarını, Allaha havale ederse, ihtiyaçlarını [meydana getirecek sebepleri] ihsan eder) buyuruldu. Mesela, herkesin ona merhamet ve hizmet etmesini temin eder, böylece ihtiyaçları görülmüş olur. Mesela, herkesin sana merhamet ve hizmet etmesini temin eder. Başka bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(İnsan, ümit bağladığı yere havale edilir. Eğer Allahtan başkasına ümit bağlamazsa, Allahü teâlâ da onun işini kendi üzerine alır, başkasına havale etmez.) [Hakîm]

Kim Allah için ise, Allah da onun içindir. Allahü teâlâ, her işte rıza-i ilahiyi düşüneni kendi himayesine alır. İnsanların rızasını gözetip, Rabbimizin rızasına uymayanların işini insanlara bırakır.

Yahya bin Muaz Razi hazretleri buyuruyor ki:

İnsanlar seni, Allah’ı sevdiğin kadar sever. Allah’tan korktuğun kadar, senden korkarlar. Allah’a itaat ettiğin kadar, sana itaat ederler. Ona itaatin nispetinde, sana hizmet ederler. Hülasa, her işin, Onun için olsun! Yoksa hiçbir işinin faydası olmaz. Hep kendini düşünme! Allahü teâlâdan başka, kimseye güvenme!

İkinci suale cevap olarak da, İmam-ı Rabbani hazretleri, (Eşin, dostun gönüllerini yapmak için, kendini günaha sokmak ve ahiretin sonsuz azaplarına atılmak, aklı olanın yapacağı iş değildir) buyuruyor.

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:

(Bir kimse kötü insanların kızacakları şeyde Allahü teâlânın rızasını ararsa, Allahü teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü teâlânın kızacağı şeyde, insanların rızasını ararsa, Allahü teâlâ onun işini insanlara bırakır.) [Tirmizi]




Evimizde kimse yoksa

Sual: Evimize veya camiye girdiğimiz zaman içeride kimse yoksa, nasıl selam vermeliyiz?

CEVAP

Kimse yoksa, (Esselamü aleynâ ve alâ ibâdillahissâlihîn) diye selam verilir. Çünkü evimizde ve camide melekler vardır. Kendi üzerimizde de, melekler vardır. Hepsine selam vermiş oluruz.



Göz zinası



Sual: Bir kız ile konuşuyor ve el ele tutuşup geziyoruz. Konuşmamız ve el ele tutuşmamız zina mıdır?

CEVAP

Tek başına zina denilince, cinsel ilişki anlaşılır. Kıza bakmanız, göz zinasıdır. Konuşmanız, dil zinasıdır. Bir hadis-i şerif meali:

(Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]



Başkasına gelen belaya sevinmek



Sual: Arkadaşlarımın başına üzücü bir olay gelse, üzülemiyorum. Hatta seviniyorum. (Oh oldu) diyorum. Başkasına gelen belaya sevinmenin dindeki yeri nedir?

CEVAP

Bu çok kötü bir huydur. Tevbe istiğfar etmeli. Onların iyiliği için hep dua etmelidir. Çünkü aynı şeyler sizin de başınıza gelebilir. Bir hadis-i şerif meali:

(Müslüman kardeşinin uğradığı felâkete sevinme. Allahü teâlâ, rahmet eder, onu, o felâketten kurtarır da, seni derde uğratabilir.) [Tirmizi]



Eden bulur



Sual: Bir tanıdık, bir arkadaşının eşini kaçırıp evlendi. Dinen bu uygun mu?

CEVAP

Üç yönden uygunsuzdur:

1- Başkasının eşini ayartmak çok günahtır. Bir hadis-i şerif meali:

(Birinin karısını ayartıp aldatan bizden değildir.) [Ebu Davud]

2- Kocası, o kadını boşamadan hiç kimse onunla evlenemez. Yaptıkları zina olur.

3- Kocası, eşinin kaçtığını duyunca hemen boşasa bile, iddet müddeti bitmeden kesinlikle evlenemezler. Evlenirlerse zina olur.

Biri, birinin eşini ayartırsa, başkası da onun eşini ayartabilir. (Eden bulur) demişlerdir. Bir hadis-i şerif meali:

(Siz namuslu olursanız, kadınlarınız da namuslu olur.) [Hâkim]

Kocasına ihanet edip başkasına kaçan kadın, kaçtığı erkeğe de ihanet edebilir. O erkeğe niçin kaçtı? Ya malı için veya yakışıklı gördüğü için yahut genç gördüğü için kaçtı. Hangi sebep olursa olsun, ondan daha zengini, ondan daha güzeli, ondan gencini bulunca ona da kaçmayacağını kim garanti edebilir? Allah korkusu olmayan, her şeyi yapabilir.




Tez sinirlenmek

Sual: Tez sinirleniyorum, büyük küçük dinlemeyip, karşımdakileri kırıp döküyorum. Sinirime hâkim olabilmek için ne yapmalıyım?

CEVAP

Dinin emrine uymalı, bunun günah olduğunu bilmeli. İnsan bile bile kızıp öfkelenmez. Kızsa da, sinirine hâkim olur. Zaten dinimiz kızmamayı değil; sinirine hâkim olmayı emrediyor. Her insan kızabilir ama kızınca, dinin dışına çıkmamalı, zararlı iş yapmamalı!

Hiddetlenince, Euzü besmele ve iki kul euzüyü okumalı. Kızıp öfkelenenin aklı örtülür. İslamiyet'in dışına çıkar. Birkaç hadis-i şerif meali:

(Öfkelenen, dilediğini yapmaya gücü yettiği halde, yumuşak davranırsa, Allahü teâlâ da onun kalbini emniyet ve iman ile doldurur.) [İbni Ebid-dünya]

(Öfke, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur. Şeytan, ateşten yaratılmıştır. Ateş, su ile söndürülür. Sinirlenince, abdest alın.) [Ebu Davud]

(Sinirlenen, ayakta ise otursun. Öfkesi geçmezse yan yatsın.) [Ebu Davud]

Ayakta olanın intikam alması kolaydır. Oturunca, azalır. Yatınca, daha azalır. Sinirlenmek, kibirden doğar. Yatmak, kibrin azalmasına sebep olur. Kızınca, (Allahümmagfir li-zenbi ve ezhib gayza kalbi ve ecirni mineşşeytan) okumak, hadis-i şerifte bildirildi. (İbni Sünni)

Manası, (Ya Rabbi, günahımı affeyle. Beni kalbimdeki öfkeden ve şeytanın vesvesesinden kurtar) demektir.

Öfkeye sebep olan kimseye yumuşak davranamayan, onun yanından ayrılmalı, ondan uzak durmaya çalışmalı.



Pahalı maden



Sual: Kol saatlerinin camlarını çizilmeye karşı dayanıklı olması için safir'den, kasasını da dayanıklı olması için titanyum'dan yapıyorlar. Bu iki metal de altın kadar pahalıdır. Bu saatleri kullanmak haram değil midir?

CEVAP

Hiç mahzuru yoktur. Platin de pahalıdır. Altının haram olması pahalı olduğu için değildir. Gümüş çok ucuz olmasına rağmen gümüş kaşık, gümüş bıçak da caiz değildir. Demir çok ucuzdur, demirden yüzük caiz değildir. Bir şeyin haram veya helal olması, dinimizin bildirmesi ile anlaşılır. Kendi kendimize mukayese ederek, o haram ise, bunda da aynı durum var, öyleyse bu da haram dememiz asla caiz olmaz.



Vatan-i asli neresidir?



Sual: Ankara’da doğdum, Eskişehir’de nikâhım kıyıldı. Bursa’da düğünüm oldu. İstanbul’da ikamet ediyorum. Ancak ileride Bursa’ya gitmeyi düşünüyorum. Benim vatan-i aslim neresidir?

CEVAP

Bir kimsenin vatan-i aslisi doğduğu yerdir. Evlenince, doğduğu yer vatani asli olmaktan çıkar. Evlenmekten kasıt da nikâh veya düğün olunan yer değil, zifaf olunan yerdir. Zifaf nerede olmuşsa, orası vatani asli olur. Eğer İstanbul’a temelli yerleşseydiniz, evlendiğiniz yer de vatan-i asli olmaktan çıkardı. Ancak İstanbul’da temelli kalmayı düşünmediğinize göre vatan-i asliniz evlendiğiniz yani zifaf olan yerdir.
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:40
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: NAMAZ BİLGİLER
serhendli su an offline serhendli  
NAMAZ BİLGİLER
13 Mesaj -
Namaz dinin direği,
Kul olmanın gereği,
Sevindirir meleği
Namaz kılalım namaz.

İnsan dertten kurtulur,
Kalbi imanla vurur,
Rabbimiz razı olur
Namaz kılalım namaz.

Gözün nuru namazdır,
Bekleme vaktin azdır
Meleğe sevap yazdır
Namaz kılalım namaz.

İnsanın saadeti,
İmanın alameti
İstersek selameti
Namaz kılalım namaz.

Haktan yüce hitaptır,
Edası çok sevaptır,
Münker Nekr’e cevaptır
Namaz kılalım namaz.

Ruhumuzun gıdası,
Kalbimizin cilası,
Müminlerin duası
Namaz kılalım namaz.

Herkes namaza muhtaç,
Mahşerde başlara taç,
Müminler için Mirac
Namaz kılalım namaz.

Gönüllere şen eder,
Kötülükten men eder,
Hemen huzura gider
Namaz kılalım namaz.

Namaz yüce bir paye,
Mahşerde olur saye,
Vasıta değil, gaye
Namaz kılalım namaz.

Hakka yap ibadeti,
Büyüktür fazileti,
Kaçırma cemaati
Namaz kılalım namaz.

Bir kimse namaz kılmaz,
Hikmetten nasip almaz,
Artık o huzur bulmaz
Namaz kılalım namaz..

Namaz şifa her derde,
Yazık olsun namerde,
Cehennem için perde
Namaz kılalım namaz.

Namaz imanın başı,
Akıt gözünden yaşı,
Erit kalbdeki taşı
Namaz kılalım namaz.

Yüzler kaplanır nurla,
Vücut çevrilir surla,
Huşu ile şuurla
Namaz kılalım namaz.

Ölüm özür anlamaz,
Yaşlı ve genç ayırmaz,
Dünya kimseye kalmaz
Namaz kılalım namaz.

Dinin direği
Namaz dinin direği,
Kul olmanın gereği,
Sevindirir meleği
Namaz kılalım namaz.

İnsan dertten kurtulur,
Kalbi imanla vurur,
Rabbimiz razı olur
Namaz kılalım namaz.

Gözün nuru namazdır,
Bekleme vaktin azdır
Meleğe sevap yazdır
Namaz kılalım namaz.

İnsanın saadeti,
İmanın alameti
İstersek selameti
Namaz kılalım namaz.

Haktan yüce hitaptır,
Edası çok sevaptır,
Münker Nekr’e cevaptır
Namaz kılalım namaz.

Ruhumuzun gıdası,
Kalbimizin cilası,
Müminlerin duası
Namaz kılalım namaz.

Herkes namaza muhtaç,
Mahşerde başlara taç,
Müminler için Mirac
Namaz kılalım namaz.

Gönüllere şen eder,
Kötülükten men eder,
Hemen huzura gider
Namaz kılalım namaz.

Namaz yüce bir paye,
Mahşerde olur saye,
Vasıta değil, gaye
Namaz kılalım namaz.

Hakka yap ibadeti,
Büyüktür fazileti,
Kaçırma cemaati
Namaz kılalım namaz.

Bir kimse namaz kılmaz,
Hikmetten nasip almaz,
Artık o huzur bulmaz
Namaz kılalım namaz..

Namaz şifa her derde,
Yazık olsun namerde,
Cehennem için perde
Namaz kılalım namaz.

Namaz imanın başı,
Akıt gözünden yaşı,
Erit kalbdeki taşı
Namaz kılalım namaz.

Yüzler kaplanır nurla,
Vücut çevrilir surla,
Huşu ile şuurla
Namaz kılalım namaz.

Ölüm özür anlamaz,
Yaşlı ve genç ayırmaz,
Dünya kimseye kalmaz
Namaz kılalım namaz



Sual: İbadetler içinde en faziletlisi hangisidir?
CEVAP

İbâdetler içinde en fazîletlisi namazdır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Cennetin anahtarı namazdır.) [Dârimî]
(En fazîletli amel, vaktinde kılınan namazdır.) [Ebû Dâvüd]
(Kıyâmette kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet, namazdır. Namaz düzgünse, diğer amelleri kabûl edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbiri kabûl edilmez.) [Taberânî]
(Kıyâmette, namaz kılan kurtulur, kılmayan perişan olur.) [Taberânî]

(Allah, 5 vakit namazı farz kıldı, eksiksiz edâ edeni Cennete koyacağına söz verdi. Namaz kılmayana verilmiş bir sözü yoktur, buna dilerse azâb eder, dilerse Cennete koyar.) [E.Dâvüd]
(Ümmetimin fesâdı zamanında sünnetime yapışan, [ya'nî Ehl-i sünnet olan] ve beş vakit namazı cemâ'atle kılanın amel defterine hergün yüz şehîd sevâbı yazılır.) [I.Nâsiruddîn]
(Müslüman, namaz kılarken günâhları başı üzerine konur. Her secde ettiğinde başından dökülür. Namazı bitirince hiç bir günâhı kalmaz.) [Taberânî]
(Mü'min, Allah rızâsı için namaz kılınca, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi, günâhları dökülür.) [İ.Ahmed]
(Her namaz vakti gelince, melekler, "Ey insanlar, günâhlarınız sebebiyle hâsıl olan ateşi namaz kılarak söndürün" derler.) [Taberânî]
Namaz kılmak böyle büyük bir ibâdet olduğu için terkedilmesi de çok büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kasten [mazeretsiz] namaz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabûl etmez. Tevbe edinceye kadar da Allahın himâyesinden uzak olur.) [Isfehânî]
(Namaz kılmayan, kıyâmette Allahü teâlâyı kızgın olarak bulur.) [Bezzâr]
(Kim namazı bile bile bırakırsa Allahü teâlâ onun ibâdetlerini faydasız kılar ve namaza başlayıncaya kadar, himâyesinden uzaktutar.) [Ebû Nuaym]
(Beş vakit namazı terk eden, Allahın hıfz ve emânından mahrûm olur.) [Ibni Mâce]
(Namaz dînin direğidir, terk eden dînini yıkmış olur.) [Beyhekî]
(Namaz kılmayanın Müslümanlığı, abdest almayanın namazı yoktur.) [Bezzâr]
(Îmân ile küfür arasındaki fark, namazı kılıp kılmamaktır.) [Tirmizî]
Bu hadîs-i şerîfleri, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklamışlardır:
Dînimizde en büyük günâhı işleyen kâfir olmaz. Bunun için, tembellikle namaz kılmayana kâfir denmez. Fakat namaz, çok önemli bir ibâdet olduğu için, namaz kılmayanın îmânla ölmesi çok zayıf bir ihtimâldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günâhları işlemekten çekinmez. Bazı âlimler, namaz kılmayanın kâfir olacağını bildirmiştir. Bu bakımdan her ne şart altında olursa olsun, muhakkak namazı kılmalıdır!
Elbette vazife mukaddestir

Sual: Bir arkadaş, (Ben namaz kılmam ama, fakirlere yardım ederim, hayvanlara acırım. Bunlar da ibâdettir. Sadece namaz kılmakla olmaz. Vazife mukaddestir. Önce iş, sonra namaz) diyor. Namaz kılmıyanın yaptığı iyi işler kabûl olur mu?
CEVAP

(Sadece namazla olmaz) demek, namazı hafife almak olur. Namaz sanki îman gibidir. Nasıl ki, îmanı olmıyanın hiçbir ibâdetine, iyiliğine sevâb verilmiyorsa, namaz kılmıyanın da hiçbir ibâdetine sevâb verilmez.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kıyâmet günü kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabûl edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabûl edilmez.) [Taberânî]
(Namaz kılmıyanın ibâdetleri kabûl olmaz.) [Ebû Nuaym]
(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Taberânî]
(Vazife mukaddestir. Önce iş, sonra namaz) diyerek namaz kıldırmamak doğru değildir. Namaz kılmakla işverenin hakkı geçmiş olmaz. Yani işverenin namaza mâni olma hakkı olmaz. Vazife ne demektir? Vazife, âmir tarafından emredileni yapmak, yasak edileni yapmamak demektir. Birkaç âmirin verdiği emir, birbirine benzemiyorsa, daha üstün olan âmirin emri yapılır. Memuriyette ve askerlikte de, birinci vazife büyük âmirin emrini yapmaktır. En büyük âmir kimdir? Vazife elbette mukaddestir. Çünkü hadis-i şerifte, (İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır) buyuruldu. İnsanlara ne yapılırsa faydalı olacağını da, en büyük âmir olan Allahü teâlâ bildirmiştir. Birinci vazife, en büyük âmirin emrini yapmak olduğuna göre, en büyük âmir ne diyor? (İmandan sonra en büyük vazife namaz kılmaktır) buyuruyor. Namaz kılmıyanın ibâdetleri, iyi işleri kabûl olmadığı gibi, kazancı da bereketsiz olur.

Namaz kılmak, işi aksatmaz. Hattâ namaz kılan, işini daha canla başla yapmaya gayret eder. Namaz kılan, kul hakkından, harâmdan korkar, vazîfesini ihmâl etmez. (Namaz kılmaya vaktim yok) demek veya başka bahâne uydurmak, beynamaz mazeretidir, namazın önemini bilmemektir. Hadîs-i şerîfte, (Bir kimse, namazını kasten, mazeretsiz kılmazsa, Allahü teâlâ onun diğer ibâdetlerini faydasız kılar.) buyuruldu. (İ.Gazâlî) Allahü teâlâ, namaz kılmayanın iyiliklerine sevâb vermez.

Sual: Bazı cahiller; bir namazı, uyuyarak, unutarak veya meşru bir mazeretle kazaya bırakmakla, tembellikle veya kasten terk etmeyi aynı kefeye koyuyorlar. Kasıtlı ve kasıtsız yapmak hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP

Namazı kasten terk etmekle, meşru bir özürle terk etmenin cezası ve kazası aynı değildir. Sadece namaz değil, her işi, kasıtlı veya kasıtsız yapmak arasında çok fark vardır. Kasıtlı ve kasıtsız yapmak konusunda Kur’an-ı kerimden ve hadisi şeriflerden örnekler verelim:

Bir işi kasten yapmak, taammüden, planlayarak, isteyerek yapmak demektir. Dinimizde adam öldürmek en büyük günahlardandır. Bunu taammüden, yani planlayarak öldürmek daha şiddetlidir. Bekara suresinin 178. âyet-i kerimesinde, kasten adam öldürenin, mahkemece, aynı cezaya çarptırılması bildirilmektedir. Bir mümini öldürmek büyük günah olduğu gibi, mümini mümin olduğu için öldürmek daha büyük günahtır. Bu konuda Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bir mümini [mümin olduğu için] kasten öldürenin cezası, cehennemde sonsuz kalmaktır.) [Nisa 93]

Fakat bir mümini kasten değil de, yanlışlıkla, kasıtsız öldürürse, cezası hafiftir. Varsa bir köle azat eder ve diyet verir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

Bir insan doğru zannederek yalan yere yemin edebilir. Bunu kasıtlı yapmadığı için günah olmaz. Fakat bir şeyi yapmayacağım diye yemin edip de, yaparsa yemin kefareti ödemesi gerekir. Bu konuda Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah, kasıtsız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Ama kasıtlı yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar.) [Bekara 225]

Kasten hadis uydurmanın cezası da büyüktür.

Namazı kasten kılmamak çok büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Namazı kasten kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez.) [İsfehani]

(Namazı kasten terk eden kâfir olur.) [Taberânî]

Bu kadar önemli bir ibadeti kasten terk etmekle, uyuyarak, unutarak kılmamak arasında çok fark vardır, mukayese bile kabul etmez, ikisi aynı kefeye konamaz. Uyumak, unutmak veya başka meşru bir mazeretle kazaya kalan namaz varken, sünnet veya nafile namaz kılmakta mahzur yoktur. Ama kasten terk edilmiş namazları varken, bunları kaza etmeden nafile kılamaz.

Sual: Namaz kılmamanın zararı nedir?
Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri Sefer-i Âhiret risâlesinde buyuruyor ki:
Namaz kılmıyan, namaz kılmamakla bütün mü’minlere zulmetmiş bulunuyor. Zîra her namazda (Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn) demekle bütün müminlere duâ ediliyor. Her gün beş vakit namazda yirmi def’a tekrar olunan bu duâdan müslümanları mahrûm bırakıyor. Ya’nî hakları olan bu duâyı terkediyor. Kıyâmet gününde bütün mü’minler bu haklarını namaz kılmıyanlardan alacaktır. Namaza gevşeklik gösterenler, namazı önemsemeyip hafif tutanlar birçok cezâya uğrarlar:
Ömründen hayır ve menfaat görmez. Çeşitli hastalıklar, çeşit çeşit aşağılıklar, hakaretler ve zilletler içerisinde hayat sürer. Kimseden saygı görmediği gibi, çeşitli mahrumiyet ve zaruretlere mübtelâ olur. Sıhhatinden hayır ve menfaat görmez.Genel olarak kötü yerlerde bulunan kimseler, namazına devam etmiyenler veya namazında gevşeklik gösterenlerdir. Bunun gibi, zahmetli, yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da çoğunlukla yine namaz kılmıyanlardır. Namazı doğru kılanlar, sâlihlerin yanında hurmet ve haysiyet ve îtibar sâhibidir. Bu gibiler, arkadaşları ve akrabaları arasında seçilmiş ve saygılıdır. Aşağı, çirkin, süflî ve ezici işlerde çalışanlar genellikle namaz kılmıyan veya namaza gevşeklik gösterenlerdir.
Cenâb-ı Hakkın hizmetinde bulunmaya yarar kimselerin simâlarında, kendi yaradılışlarındaki, güzellik ve cemâlden ayrı olarak bir başka güzellik ve cemâl vardır ki, namaza gevşek davrananlar her ne kadar güzellenme ve süslenme sebeblerine başvursalar da, hergün def’alarca hamama girip çıksalar da, türlü türlü, çeşit çeşit ve yeni elbiseler giyseler de, yine bu güzellik ve cemâle kavuşamaz ve bu simaya bürünemezler. Her çeşit güzel kokular sürünseler de, kendilerinde hâsıl olan yahûdî kokusuna benzer kokuyu hissedebilenlerden gizliyemezler. Bu kokuyu duyanlar vardır. Nitekim yehûdîler, yehûdîliğe mahsûs olan kokudan, İslâma gelip İslâm dîninde karar kılmadıkça kurtulamıyacakları gibi, namazı terkedenler de, namaza devam ve şartlarına riayet etmedikçe kurtulamazlar.
Simâ-i sâlihîn ancak namaza devam edenlerde bulunur. Bunu anlıyanlar vardır. Hattâ bu işin ehli olanlar, geçirilen namazın hangi vaktin namazı olduğunu da bilebilirler.
Namaza devam edenler, uzun zaman hamama gitmeseler de, yıkanmasalar da, bunun gibi hayli zaman çamaşır değiştirmeseler de, vücudları, elbise ve çamaşırları pis kokmaz. Namazı terkedenler, aksine sık sık hamama gitseler de ve çamaşır değiştirseler de, o nezafet, o tarâvet ve o zarafete sâhip olamazlar.
Günde defalarca sadaka verse, birçok yetim sevindirse, yedirse, giydirse, günlerce Kur’ân-ı kerîm hatmetse, birçok kere hacca gitse, buna benzer ibâdet, tâat ve iyilikler yapsa, Cenâb-ı Hak ona zerre kadar bir sevab vermez. Bütün amelleri boştur.
Allahü teâlâ, o vakitleri namaza mahsus kıldığından bu vakitleri namazda geçirmeleri elbette lâzımdır. Bu vakitleri Allahü teâlânın tâyin ettiği şekilden düzenden çıkarmak zulmünde bulundukları için namazı terkedenlerin her işinden, dünyevî ve uhrevî yaptıklarından iyilik, hayır ve bereket kalkar.
Yâ Rabbi diyen kuluna, Allahü teâlâ, (Lebbeyk = söyle yapılsın) buyuruyor. Namaz kılmıyan kimseye, böyle söylemez. Onun duâsı kabûl olunacak makama getirilmez. Yanî bir engel çıkar da geri bırakılır. Kabûl olunacak yere ulaşamaz. Tıpkı dünya işinde, dilekçe yazanın, dilekçesinin bir yerde takılıp yerine ulaşamaması gibi.
Sâlihler, Allahü teâlâya yâr olanlar namaz kılanlardır. Ancak bunlar hayır ve berekete ve rahmete vesile olurlar. Namazda, Âdem aleyhisselâmın yaratılmasından yeryüzünde bir tek mü’min kalıncaya kadar, bütün mü’minlerin ve dolayısıyle bütün mahlûkatın da hakları vardır. Namaz terkedilince, Hakkın rahmeti, örtülü kalır. Rahmetin gelmesine değil kesilmesine sebeb olduğundan bütün mahlûkat namazı terkedene buğz ve düşmanlık eder.
Müslümanların duâlarının bereketinden mahrum kalır. Yanî hisse, pay alamaz. Ölse, mezarı yanından geçen bir müslümanın okuduğu Fâtihadan gerektiği kadar faydalanamaz. Allahü teâlâ böylelerini, ulûhiyet makamında özel hizmet sayılan namaza almadığından, Hakka hizmetten kovulmuş ve bu hizmet için verilecek olan faydalardan mahrum kalmıştır.
Namaz kılmıyan, görünüşü bozuk bir sûrette ve rahatsız olarak yatağa düşer. Üstünü başını, yorganını, karyolasını ve diğer şeylerini pisleterek berbat eder. Öyle olur ki, en yakınları olan çocukları ve hanımı, anası ve babası da ölümünden nefret eder. Beklenilen hürmet ve riâyeti gösteremezler. Dünyalık olarak çok büyük meselâ pâdişah da olsa, yine ölüm zamanında şu veya bu şekilde ikrah olunur bir sûret ve şekilde vefat eder ki, bütün etrafı ve yakınları ondan nefret ederler.
Namaz kılmıyanın ölümünde; gözlerinde korku alâmetleri, telâş ve hüzün eserleri, gözünü göğe dikme işaretleri görünür. Gözlerinin rengi değişir. Yukarıya veya aşağıya doğru dikilir ki, bakmak mümkün değildir. Burun delikleri kurur. Kuş tüyü yataklarda, muhteşem karyolalarda, süslü odalarda ve saraylarda binbir ihtişam ve çeşitli debdebe içerisinde bulunsa da, yine zelil ve aşağı olur. Gittikçe zillete, alçalmaya doğru yol alır. Çünkü izzet, ancak Allahü teâlâya, Muhammed aleyhisselâma ve mü’minlere mahsustur. Hz.Ömer bunun için: “Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm dîni ile azîz eyledi. Eğer izzet ve şerefi, Allahü teâlânın bizi azîz ettiğinden başka yerde ararsak, eskisinden daha zelîl ve aşağı oluruz” buyurdu.
Namaz kılmamakla îmân zayıflar. Namazı kılmıyanların îmânları zayıf olduğundan, ne melekler, ne rûhlar, ne ölüler, ne diriler, ne de diğer mahlûkat onu azîz tutmaz, ona hürmet ve riâyet göstermezler.Namaz kılmıyan ölürken saçları ve sakalları sarkar. Sarkık, düşük, karışık bir manzara alır. Kısaca, hayatındaki şeklinde bulunmaz. Mü’minler ise ölümünde de hayattaki durumu bozulmaz, aynen canlı gibi kalır. Onun ölümünü gören, ölümünden haberdar değilse, uyuduğunu zanneder.
Ne kadar çok yemek yese de, yine açlık ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir. Dayanılmaz, tahammül edilmez bir hâl alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve iyi yemekler yedirilse, bu acı, bu ağrı, bu sızı dindirilemez. Bu ızdırap teskin olunamaz. Bu hasta yedirilmekle doyurulamaz. Boğazı, barsakları açlıkla acı çeker. Açlık bir orantı hâlinde yükselir, artar. Nihâyet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terketmek büyük günahtır. Cezâsı da o nisbette büyük olur. Açlık da mühim bir hastalıktır. Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir. İşte namaz kılmıyanlar açlık hastalığı ile kıvranıp öyle giderler. Her namaz kılmıyan mutlaka aç olarak ölür.
Namaz kılan, güler yüzlü mütebessim, parlak ve nûrânî yüzlü olur. Sevinç ve neşe alâmetleri yüzünde ve gözlerinde âşikâr olur. Hak teâlâdan ve meleklerinden hayâ eder. Kendi kusurlarını ve Hak teâlânın lütuf ve ihsanını görür de, alnından terler dökülür, burnunun delikleri sulanır. Kulak altları ve burun delikleri hafif bir şekilde terler. Güzel bir şekilde kokar. Renginde lâtif bir güzellik olur. Etrafa güzel kokular yayılır. En lezzetli ve en nefis yemekler yemiş gibi tok ve kanmış olarak vefat ederler.Namazın tamam olması ve kemâl üzere bulunması, fıkıh kitablarında genişçe anlatıldığı şekilde namazın farzlarını, vâciblerini, sünnet ve müstehablarını yapmaya, yerine getirmeye bağlıdır. Namazda huşu’ bu dört şeyde toplanmış ve kalbin hudû’u da bunlara bağlanmıştır. Mü’minle kâfir arasındaki fark namazdır. Mü’min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfık ise bâzan kılar, bazân kılmaz.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Îmân, namaz demektir. Namaz için kalbini hazırlar ve namazı itinâ ile, vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riâyet ederek kılan, mü’mindir.) [İbni Neccâr]
(Kıyâmette kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabûl edilir, düzgün değilse, hiçbir ameli kabûl edilmez.) [Taberânî]
(Namazı kılmıyanın ibâdetleri kabûl olmaz ve namaza başlayana kadar Allahın himâyesinden uzak kalır.) [Ebû Nuaym]
(Namaz dinin direğidir, terkeden dinini yıkmış olur.) [Beyhekî]
(Namaz kılan kıyâmette kurtulacaktır, kılmıyan perişan olacaktır.) [Taberânî]
Hanbelî’de bir namazı özürsüz terkeden kâfir olduğundan öldürülür. Yıkanmaz kefene sarılmaz, namazı kılınmaz ve müslümanların kabristanına konulmaz.

Namazın farzları
Sual: Namazın farzları nelerdir?
CEVAP
Namazın farzları 12’dir. Bunların altısı içinde, altısı dışındadır. Dışındaki farzlara şart denir. Namazın içindeki farzlara rükün denir.
Namazın dışındaki farzlar:

1-Hadesten tahâret: Abdestsiz olanın abdest alması, cünüp olanın da gusletmesidir.

2-Necasetten tahâret: Namaz kılanın, vücûdunu, elbisesini ve namaz kılacağı yeri, necâsetten yâni dînimizde pis sayılan şeylerden temizlemektir.

3-Setr-i avret: Avret yerini örtmek demektir. Namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının da bakması haram olan yerlerine (Avret mahalli) denir. Erkeğin avret yeri, göbeğinden dizi altına kadardır. Kadınların ise, yüz ve ellerinden başka her yeri avrettir.

4-İstikbal-i kıble: Namaz kılarken kıbleye dönmektir.

5-Vakit: Namazı, vaktinde kılmaktır.

6-Niyyet: Namaza dururken kalb ile niyet etmektir. Yalnız ağız ile söylemeye niyet denmez. Namaza niyet etmek demek, ismini, vaktini, kıbleyi, cemaatle kılınıyorsa imama uymayı, kalbden geçirmek demektir. Niyet, başlama tekbiri söylenirken yapılır.



Namazın içindeki farzlar:

1-İftitah tekbiri: Namaza başlarken “Allahü ekber” demektir.

2-Kıyam: Namazda ayakta durmaktır. Ayakta duramayan hasta, oturur. Oturarak kılamayan yatarak îmâ ile kılar.

3-Kırâat: Namazda, Kur'an-ı kerimden sûre veya âyet okumaktır.

4-Rükû: Ayakta okuma bittikten sonra, eğilip elleri dize koymaktır.

5-Secde: Rükûdan sonra yere kapanmaktır.

6-Kâde-i âhıre [son oturuş]: Son rekâtta Ettehıyyâtü'yü okuyacak kadar oturmaktır.



İstikbal-i kıble



Sual: Kıbleyi bilmeyen kimse, araştırıp namaz kılsa, daha sonra kıldığı istikametin kıble ciheti olmadığı anlaşılsa, namazı iade etmesi gerekir mi?

CEVAP

Kıbleyi bilmeyen kimse, kendisi araştırır, zannına göre karar verdiği cihete doğru kılar. Sonradan yanlış olduğunu anlasa bile namazını iade etmez. Çünkü kıble ve namaz vakitleri fazla zan ile kabul olur. Kıble cihetini bilmeyen kimse, bilene sormadan veya kendi araştırmadan kıble cihetine doğru namaz kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile namazı kabul olmaz. Kıbleyi araştırıp da, zan ile karar verdiği cihete doğru kılmazsa, rastladığını anlasa bile tekrar kılması gerekir.



Sual: 1-Namaza niyet ettik ve iftitah tekbirini aldık namaza başladık.Anladık ki kabeyi tam gözümüzde canlandırmadık veya sübhanekeyi okurken aklımıza geldi ki niyeti tam olarak yapmadık.Yani hangi namazı kıldığımz, Kâbeye yöneldiğimiz, Allahü tealanın rızası için kıldığımız şeklindeki niyetten birisini kalben eksik yaptık. Selam verip tekrar tekbir almak gerekir mi?

CEVAP

Sizinki vesvesedir. Kabe göz önüne getirilecek diye bir şey yok. Kıbleye doğru kılmak, yani kıbleye doğru kıldığını bilmek yeterlidir. Namaz zaten Allah rızası için kılınır. Allah rızası için demek de şart değildir. Hangi namazı kıldığını insan hatırlar. Namazı bozmak haramdır.



Sual: Ayda kıble ne taraftır?

CEVAP

Dünya tarafı. Bunu da bilmiyen, zannettiği yöne döner



Sual: Mescid kapısı kıble istikametindedir. Namaz kılanların önünden geçerek imamın yanına durmak günah olur mu?

CEVAP

Olur. Bir kişinin geçebileceği kadar yer bırakılmalıydı.



Sual: Mesbuka uymak caiz mi?

CEVAP

Hayır. Mesbuk imam olamaz.



Sual: Kıble duvarına zihni meşgul edici şeyler koymak mekruh mu?

CEVAP

Evet.



Sual:Göz sinirlerinin çapraz istikameti arasındaki açıklık, takriben 45 derece midir?

CEVAP

Evet. Kâbeye tam dönülmeli. Açı artarsa sevabı azalır.



Sual: Kıbleyi bilen bir arkadaş, kuzeye dönüp şaka olarak (Kıble böyle mi?) dedi. Ben de şaka ve hakaret olarak, (Evet böyledir. Sen istediğin tarafa kılarsın) dedim. İkimiz de kâfir olduk mu?

CEVAP

Evet. Tevbe ve tecdid-i iman ve nikah lazımdır.



Sual: Namazda otururken, sünnet zannederek, kıbleye dönmesi için, sol ayağı da, sağ ayak gibi dikmek bid'at olur mu?

CEVAP

Evet.



Sual: Mesbukun farz olan oturuşu, kendi son oturuşu mu?

CEVAP

Evet.



Sual: Zeval vaktinde, 100 cm lik çubuğun gölgesi 5 cm ise, çubuğun gölgesi bir misli uzayıp, zeval vaktindeki gölgesi ile beraber 105 cm olunca ikindinin vakti girer mi?

CEVAP

Evet.



Sual: Bazı camilerin açısı, 32 dereceden fazla. Namaz kılınır mı?

CEVAP

Hanefide, Kâbe yönüne dönmek kâfi. Ulema ve sulehanın namaz kıldığı tarihi camilerin bu hudutta olduğu muhakkaktır. (Yenileri 32 dereceden fazla ise namaz kılınmaz.)



Sual: Kıbleye yanlış duranı, düzeltmek namazını bozar mı?

CEVAP

Bozmaz.



Sual: Ev sahibi yanlışlıkla seccadeyi kıble yönüne sermemiş. Ben de araştırmadan namaz kıldım. Namazım sahih oldu mu?

CEVAP

Hayır.



Sual: Kıbleyi bir adilden öğrense ama öğrendiği yön sanıp başka yöne kılsa, vakit çıkınca yanlış yöne kıldığını anlasa ne yapar?

CEVAP

Namazı kaza eder.



Sual: Kıbleyi bilen bir arkadaş, kuzeye dönüp şaka olarak (Kıble böyle mi?) dedi. Ben de şaka ve hakaret olarak, (Evet böyledir. Sen istediğin tarafa kılarsın) dedim. İkimiz de kâfir olduk mu?

CEVAP

Evet. Tevbe ve tecdid-i iman ve nikah lazımdır.

Vakit



Sual:1-Vaktin farz namazını kılan bir kişi namaz kılmamış bir kişiye cemaat olup namaz kılabilir mi?

CEVAP

Kılamaz. Şafiide oluyor.



2- Yine Amerikada güneşin doğuş vakti tv kanallarından hava durumu haberlerinde hergün veriliyor. Dikkat ettim, İhlas’ın, http://www.namazvakti.com’da verilen saatlere göre buradaki kanalların verdiği saatler en az 5 dk ileri. Mesela İhlas'da (aynı şehir için) 7.30 ise burada 7.37 diye veriyorlar... Acaba hangisi sabah namazının çıkış vaktidir? Bizimkiler hesaplarken dinimizin bildirdiği ölçüleri kullanıyorlar mutlaka. Ama Amerika'da da birçok şey özellikle teknoloji hususunda ileri. Acaba bizimkiler sabah namazı için temkin vakti mı koymuşlar? Gün doğumundan sonra namaz kılmak mekruh olduğu için eğer bu iki zaman
arasında uyanırsak hemen farzı kılmalı mıyız? yoksa İhlas'ın vaktine göre güneş doğmuştur deyip kılmayalım mı?

CEVAP

Bizimkiler de Amerikan teknolojisini kullanıyorlar. Diğerleri temkinsizdir. Bizimkilerin saatlerine uymalıdır.



3-Burada öğlen namazı olmadan yani 12.00'de uçağa binilince 10 saat devamlı uçakta kalmak suretiyle yolculuğa çıkılıyor... Amerikayla Türkiyenin saat farkı, Amerika Türkiye'den 7 saat geri.... yani Amerikaya uçak indiğinde aynı günün öğlen saat 3 oluyor.... yani ikindi vakti yeni girmiş oluyor.....Öğlen namazını burada vakti olmadığı için kılınamadığından uçakta mı kılmak lazım veyahut nasıl olacak oraya inildiği zaman mı kılınacak.... Tabii bu arada uçaktaki 10 saat boyunca TR’de öğlen, ikindi akşam namazları geçmiş oluyor... yani TR’deki geçen namazların da orada kılınması gerekiyor mu.. yoksa oradaki namaz saatlerine uyup mu uygulanacak?

CEVAP

Üç yol vardır:

a- Türkiyedeki vakitlerin önemi yok. Saat üçte inince birinci ikindi yani asrı evvel oluyor, uçaktan inince öğle kılınır, bir saat sora da ikindi kılınır.

b-Yahut uçakta öğle kılınır. Ayakta kılmakta mümkünmüş. Ayakta kılma imkanı yoksa bağdaş kurarak veya diz üstü koltuğa oturarak kıble istikametine dönerek ima ile kılınır. İki rekat kılınır.

c-Yahut da öğle ile ikindiyi birleştirip cem edip ikindi vaktinde kılınabilir.

Sual: Takvimlerde ezanı ve vasati saatlere göre namaz vakitleri belirtiliyor. Bu iki saat hangileridir?

CEVAP

Eskiden ezanı saat kullanılırdı, Şimdi tek tük kullanan yine vardır. Vasati saat ise, şimdi herkesin kullandığı saattir.





3-Bazan işe dalarak ikindiyi kerahat vaktine sokuyoruz, o gün sadece ikindinin kazası yapılabilir mi? Akşam namazına 5 dk kalsa bile kılabilir miyiz?

CEVAP

Akşam namazına bir dakika kalsa da kılmanız farz olur, kılmamak haram olur.
İkindinin kazası demek yanlış, edası olur.



4-Kerahat vakitlerinde namaz kılmak, Kur'an okumak, tesbihat çekmek uygun mudur?

CEVAP

Kerahat vaktinde kaza da nafile de kılınmaz. Kuran okunur tesbihat çekilir.





Sual: 1-İkindi namazından sonra kaza kılınır mı?

CEVAP

Nafile kılınmaz ama kaza kılınır. Akşama 40 dakika kalıncaya kadar.



2-Sabah namazını güneş doğarken kılmak mekruh mu?

CEVAP

Mekruh olduğunu kim dedi? Güneş doğmaya başlayınca, hiç namaz sahih olmaz, kabul olmaz. Güneş doğduktan sonra 45-50 dakika hiç kılınmaz. Güneş doğana kadar kılmak gerekir.



3-Salat-ı vitrde kunut dualarından evvel tekbir alırken ellerin durumu nasıl olacaktır?

CEVAP

Aynen ilk başlarken yapılan tekbir gibi yapılır.



Sual: Ezanların erken okunduğu bellidir. Saat yokken, bunlara itibar edip, vakti belirlemek, mesela öğle ezanı okunurken, öğleye üç dakika kaldığını kabul etmek caiz mi?

CEVAP

Evet.



Sual: Mescidde bulunan kimse, ezan okunurken ayağa kalkar mı?

CEVAP

Kalkmaz.



Sual: Ezan okurken, sadece bir eli kulağa koymak bid'at mi?

CEVAP

Evet.

İftitah tekbiri



Sual: Namaza tekbir getirince mi başlamış oluyoruz, elleri bağlayınca mı?

CEVAP

Ellerin önemi yok, tekbir getirince başlanmış oluyor.

4-Bir kimse tahrime tekbiri alırken sünnete uygun olmayarak elleri daha kulaklarına gelmeden tekbiri bitirmesi durumunda yine kulaklardan göbek altına el bağlama hareketi namaza zarar verir mi?

CEVAP

Zararı olmaz. İki elin bir hareketi sayılmaz.


Sual: İftitah tekbirine ne zaman yetişilmiş sayılır?

CEVAP

Fatiha bitene kadar imama uyan, yetişmiş sayılır.



Sual: Alındaki yaradan, secde edemiyen, tekbiri ayakta mı alır?

CEVAP

Secde edemiyen, ayakta durmaz. Oturarak kılar.



Sual: Namaza başlarken Allahü ekber yerine Allahü ebed dense, namaz sahih olur mu?

CEVAP

Sahih olmaz.





Sual: İftitah tekbirini, niyeti müteakip mi getirmek evladır?

CEVAP

Evet.



Sual: Özür ile başını yere koyamıyan, oturup ima ile kılarken, iftitah tekbirini ayakta alsa caiz mi?

CEVAP

Hayır.



Sual: Oturunca ayağa kalkamıyan, oturarak mı namaz kılar?

CEVAP

Ayakta tekbir alır, sonra oturup kılar.


Kıyam - Kraat



Sual: 1- Namazda kıyamda iken ellerin göbek üstüne bağlanmasının bir mahzuru var mıdır?

CEVAP

Sünnet olanı göbek altına bağlamaktır.



Sual: Zammı sure okunması gerektiği halde okumadan rükuya gidildiğinde doğrulduktan sonra zammı sure okunabilir ise vitri vacibin son rekatında aynı şey başımıza gelir ise zammı sureden sonra kunut dualarını okuyabilir miyiz?

CEVAP

Evet zammı sure okunur ve kunut duaları da okunur. Secdei sehv de gerekmez.



Sual: Sübhaneke, Ettehiyyatü ve diğer duaların aralarında Besmelemi çekilir yoksa Allahu ekber mi denir?

CEVAP

Besmele çekilmez, Allahü ekber de denmez.



2-Namaz kılarken fatihadan sonra sure okuyacağı halde bir an unutarak ellerini aşağı saldı ama eğilmedi.Namaza devam ederken ellerini tekrar bağlayarak mı devam edecek? Yoksa eller yanda olarak kıyamı böylece mi bitirecek?

CEVAP

Bağlasa da mahzuru olmaz. Bağlamaması daha iyidir.

3-Elleri tekrar bağlarsa iki elin bir hareketi kabul edilerek namaz bozulur mu?

CEVAP

Oradaki iki elin bir hareketi sayılmaz.

Sual: 1-Euzu besmele namazda her Fatihadan önce mi çekilmeli yoksa sadece ilk

rekatın Fatihasından önce mi?

CEVAP

Sübhaneke okunduktan sonra çekilir, diğer fatihaları okurken sadece besmele çekilir.



2-Namazda herhangi bir sure okurken en az kendimiz duyacak kadar bir sesle mi söylemeliyiz yoksa hiç ağız kıpırdanmadan kalpten okumak diye bir şey var mıdır?

CEVAP

Kendimiz duymadan okuma geçerli değildir. Namaz sahih olmaz. Okumaya kıraat

denir. Kıraat kendi duyacak kadar sesli okumaktır. Dini hiziplerden birinin liderini gördüm. Hiç dudağını kıpırdatmıyordu, öyle namaz kılıyordu. Halbuki o namaz sahih olmaz.

3- Bazıları tesbih çekerken Sübhanallah derken tesbihi aşağıdan yukarıya doğru, Elhamdülillah derken düz, Allahuekber derken yukarıdan aşağı doğru tutuyor. Neden böyle yapıyorsunuz? diye sorduğumuzda Sırat köprüsü böyle olduğu için diyorlar. Böyle yapmak doğru mudur?

CEVAP

Evet, doğrudur.



Sual: 1-Sabah namazını yalnız kılarken uzun sure okumak için, bildiğim kısa surelerin hepsini sıra ile okuyorum. Mesela elemtereden başlıyor, felak suresine kadar okuyorum, ikinci rekatte de sadece nas suresini okuyorum. Mahzuru var mıdır?

CEVAP

Mahzuru yoktur. Evla olanı iyi olanı tek sure okumaktır.



2-Vitir namazında tekbir alırken eller yana salınır mı?

CEVAP

Hayır aşağı salmadan kaldırılır.



Sual: 1-Vitr namazında kunuttan evvelki tekbiri getirmeden, doğrudan rükuya giden, kunutları okumadığı rükuda aklına gelirse, secde-i sehv yapmaya niyet edip namaza devam mı eder yoksa rükudan kalkıp tekrar tekbir getirerek kunutları okuyup devam mı eder?

CEVAP

Rükuda hatırlarsa artık geri dönmez, sonunda secdei sehv yapar. Fakat zammı
sureyi okumadığını rükuda hatırlarsa geri döner zammı sureyi okur, yine rükuya gider, fakat sonunda secdei sehv gerekmez. Bu ikisi farklıdır.

2-Namaz kılarken zamm-ı sure okunduğu esnada, zamm-ı sure tamamlanmadan elleri yana salmak namazı bozar mı?

CEVAP

Bozulmaz.

3-Namaz bozulmazsa, hangi şekilde namazı tamamlamak gerekir?

CEVAP

Farklı bir tamamlama yoktur. Normal devam edilir. Sonunda secdei sehv de gerekmez. Eller yanda bulunmakla namaz bozulmuş olmaz.


Sual: 1-Sabah namazının çıkmasına 1 dakika olduğunu düşünelim, 2 rekat farz namazı en çabuk şekilde sünneti kılmadan nasıl yetiştiririz? 1. ve 2. rekatlerde sadece besmele (fatiha ve zammı sure okumadan) çekerek ve tesbihleri sadece birer defa söyleyerek ve otururken de secde-i sehv yapsak namaz kabul olur mu?

CEVAP

Secdei sehv yapılmaz. Namazın sünnetleri terk edilir.



Sual: Fatihadan sonra yanılıp el salınırsa, sure okurken bağlanır mı?

CEVAP

Bağlamadan okumalı, fazla hareketten sakınmalı.



Sual: İlk rekatta İhlas, 2.de, unutup Kevseri okumak mekruh mu?

CEVAP

Mekruh olmaz. Çünkü yanılmak özürdür.



Sual: Fatihada müstekim kafı gayn okumak manayı bozar mı?

CEVAP

Bozar.



Sual: Birinci rekatta ayet-el kürsi, ikincide Nası okumak caiz mi?

CEVAP

Evet.



Sual: Sübhanekeden sonra, unutup tehıyyatı okuyan, sonra Fatihayı okusa, secde-i sehv gerekir mi?

CEVAP

Gerekmez.



Sual: Namazda, zamm-ı sureden sonra, (sadakallahülazim) demek, secde-i sehvi gerektirir mi?

CEVAP

Gerektirmez.



Sual: Vitrin 3. rekatinde, 2. rekatte okuduğu zamm-ı sureden 3 ayet miktarı fazla okumak mekruh mu?

CEVAP

Mekruhtur.



Sual: Müekked sünnetlerde unutup 1., 2. rekatte Kuleuzüleri, diğer rekatlarde elemtere ve liilafiyi okumak caiz mi?

CEVAP

Unutmak özürdür.



Sual: Sünnet kılarken, kunut okudum. Secde-i sehv gerekir mi?

CEVAP

Evet.



Sual: Yalnız Fatihayı bilen, zamm-ı sure olarak da okur mu?

CEVAP

Sure öğreninceye kadar Fatihayı okur.



Sual: 1.rekatte kıraati unutan, 2.rekatte hatırlasa ne yapar?

CEVAP

Namazı iade etmesi lazımdır. Kıraat farzdır.



Sual: İmam, açık okunacak yerde, Fatihanın yarısını gizli okusa, gizli okunacak yerde, açık okusa,secde-i sehv gerekir mi?

CEVAP

Evet. Fakat cemaatle secde-i sehv yapmamak caizdir.



Sual: İmam 4. rekate kalkmayı unutup oturursa cemaat kalkar mı?

CEVAP

Ön safdaki cemaatten birinin "sübhanalllah" diyerek ikazı iyi olur.



Sual: Fatiha, yarısına kadar okunduktan sonra, şaşırıp, yeniden başlansa, ettehiyyatü de böyle okunsa, secde-i sehv gerekir mi?

CEVAP

Gerekmez.



Sual: Fatihadaki müstekim, müstakim okununca namaz sahih mi?

CEVAP

Değildir.



Sual: Teravihi dörder rekat olarak kılarken, Kuleuzüleri ilk iki rekatte, Elemtere ve Liilafiyi diğer iki rekatte okumak caiz mi?

CEVAP

Böyle adet edinmek mekruhtur.



Sual: Teravihte, hergün, Filden Nasa kadar okumak caiz mi?

CEVAP

Evet.



Sual: Vitrde sıra ile Felak, Nas, Fil suresini okumak mekruh mu?

CEVAP

Evet.



Sual: İmam, Fatiha veya zamm-ı surenin yarısını gizli okuduktan sonra, cehri okunacağını hatırlayınca, baştan mı okur?

CEVAP

Baştan okuması efdaldir.



Sual: Namazdan sonra Fatiha okurken eller kaldırılmaz mı?

CEVAP

Evet.



Sual: Akşamın üçüncü rekatinde oturduktan sonra, unutarak ayağa kalkıp bir rekat daha kılanın namazı nafile mi olur?

CEVAP

Evet. Farzı yeniden kılar.



Sual: Sure-i Haşrı imam okuyunca, cemaat de okumuş sayılır mı?

CEVAP

Evet.



Sual: İmama 5. veya 6.rekatte uyanın namazı sahih mi?

CEVAP

Hayır.



Sual: İki kunut duasını okumak vacib mi?

CEVAP

İmam-ı azama göre vacibdir.



Sual: 1.rekatte zammı sureyi unuttum. 2.rekatte, okumadığımı hatırladım. Sonra yukarıdakinin aksine 1.de okudum, 2.de unuttum. 3.e kalktığımda, 2.de okumadığımı hatırladım. Ne yapmam gerekir?

CEVAP

Farzların 3. ve 4.rekatlerinde de zammı sure okunabilir. Hatırlanınca okunur. Secde-i sehv yapılır.



Sual: Namazda bir ayet atlansa secde-i sehv gerekir mi?

CEVAP

Namazın mekruhu olmadığı için gerekmez.



Sual: 1-Şafiilerde erkekler rükuda ayaklarını birleştirir mi?.

CEVAP

Şafiide ayakları erkekler de birleştirmez, ayaklar açık durur.



Sual: Namazda ayetleri kendi duyacağımız kadar sesli okumamız gerekiyor. Çok gürültülü bir ortamda ayetleri duymak için sesimizi yükseltmemiz gerekir mi?

CEVAP

Gerekmez. Gürültü yokken kendi duyacağı kadar yavaş okunur.



Sual: 1- 4 rekatlı bir namazın 5.rekatına kalkılırsa ve hatırlanıp hemen oturulursa ne yapmalıdır. Namaz sahih midir?

CEVAP

Namaz bozulmuş olmaz. Tehiyyat okunmuşsa secdei sehv yapılır, okunmadan kalkılmışsa, oturup tehiyyat okunur ve secdei sehv yapılır.



2- Zammı sure okunması gerektiği halde okumadan rükuya gidildiğinde doğrulduktan sonra zammı sure okunabilir ise vitri vacibin son rekatında aynı şey başımıza gelir ise zammı sureden sonra kunut duaları okuyabilir miyiz?

CEVAP

Evet zammı sure okunur ve kunut duaları da okunur. Secdei sehv de gerekmez.



3-Kıyamda Fatiha'dan sonraki sureyi okumaya başlamadan önce besmele çekilir mi?

CEVAP

Besmele çekilmez. Çekilirse de zararı olmaz.



4-Ard arda 4-5 vaktin kaza namazını kılacaksanız sabah, öğle, akşam, yatsı, vitir şeklinde sıraya dikkat etmek gerekir mi?

CEVAP

Hayır sıraya riayet etmek gerekmez.



4-Yalnız namaz kılarken besmeleyi Fatiha-i şerif ile birleştirerek okumanın hükmü nedir?

CEVAP

Caizdir. Birleşince mılhamdü lillahi diye okunur.



Sual: Namazda zammı sure deyince genellikle fil suresi ile nas suresi arası okunuyor. Mesela asr suresini kadir suresini ayetel kürsüyü amenerrasulüyü veya herhangi bir uzun surenin birkaç ayetini okuyamaz mıyız?

CEVAP

Okunur. Kur’anın baştan sona kadar her ayeti okunur. Kısa olduğu için onlara
namaz sureleri denmiş. Yoksa her sure okunur.


Devamını dinimizislam.com,bizimsahife.org,huzur pınarı comda okuyabilirsiniz
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:38
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: NAMAZIN EHEMMİYETİ
serhendli su an offline serhendli  
NAMAZIN EHEMMİYETİ
13 Mesaj -
Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” Namazın Ehemmiyeti -1-

Elli vakit namaz!..
Resulullah Mi’racda Cehennemi görünce,
(Burada kimler yanar?) diye sordu hemence.
Cibril, (Senin ümmetin) dedi Resulullaha,
Bunu ondan duyunca, başladı ağlamağa.
Gökteki melekler de, ağladılar hep o an,
Ve bir hitab erişti, Hak teala katından:
(Ey sevgili Habibim, indimde bil ki senin,
Pek büyük ve âlidir izzetin ve şerefin.
Hatırını hoş tut ki, duan kabul olunur,
Her ne ki niyaz etsen, katımda makbul olur.
“Şefaat makamı”nı veririm ki ben sana,
Senden başka kavuşan, olmadı bu ihsana.
Ey habibim, her kim ki emrine muti olur,
Azaptan emin olup, rahmetine kavuşur.
Sana ve ümmetine, gece gündüz, her daim,
“Elli vakit namaz”ı farz kıldım ey habibim.)
Resulullah buyurdu: Bu makamdan sonra ben,
Ayrılarak, “hazreti Musa”ya vardım hemen.
Sordu ki: (Hak teala, sana ve ümmetine,
Ne gibi bir taati farz kıldı her bir güne?)
Dedim ki: (Her gün için, bir ibadet olarak,
Elli vakit namazı farz kıldı cenabı Hak.)
Dedi ki: (Ya Muhammed, geriye dön de yine,
Hafifletmesi için, niyaz eyle Rabbine.
Çünkü çok fazla gelir elli vakit ibadet,
Onlar bunu yapmakta, zorlanırlar begayet.)
Avdet edip, Rabbime ettim ki şöyle niyaz:
(Ya Rabbi, ümmetime hafiflet bunu biraz.)
Beş vakit tenzil etti Rabbim bu ibadetten,
Dönüp, “Musa Nebi”ye söyledim bunu hemen.
Dedi ki: (Ya Muhammed, tekrar dön de Allaha,
Niyaz et, bunu dahi hafifletsin az daha.
Zira senin ümmetin yapamaz bunca amel,
Ben, beni İsraili denedim daha evvel.)
O böyle söyleyince, döndüm yine geriye,
Arz eyledim: “Bunu da, biraz hafiflet” diye.
Hafifletti Rabbimiz beş vakit daha namaz,
Gelip “Musa Nebi”ye eyledim bunu da arz.
Rabbimle Musa Nebi arasında böylece,
Bu tahfif hususunda gidip geldim bir nice.
Nihayet Hak teala buyurdu: (Ey habibim,
Elli vakit namazı, “Beş vakit”e indirdim.
Lakin her namaz için, “On namaz” ecri vardır,
Kılanlar, “Elli vakit” namaz ecri kazanır.
Dönüp, “Musa Nebi”ye söyledim bunu böyle,
Dedi: (Dön, biraz daha kolaylık talep eyle.)
Dedim ki: (Bu hususta, çok talepte bulundum,
Bunun için Rabbimden artık utanıyorum.)

2-

Aişe validemiz buyurur ki şöylece:
(Yumuşak yatak serdik o Resule bir gece.
Sabahleyin uyanıp, kalkınca Efendimiz,
Buyurdu: (Bu yatağı bir daha sermeyiniz.
Zira bunun yüzünden, gece uyanamadım,
Teheccüd namazını kılmaktan mahrum kaldım.)
Peygamber Efendimiz çok ibadet yapardı,
Farzların haricinde, çok da namaz kılardı.
Mübarek ayakları şişene kadar hatta,
Kıyamda, namaz için duruyordu ayakta.
Dediler: (Hak teala, senin gelmiş, gelecek,
Bütün kusurlarını affetti, bu bir gerçek.
O halde niçin böyle yaparsın çok ibadet,
Ve ne için kendine verirsin böyle zahmet?)
Peygamber Efendimiz buyurdu ki cevaben:
(Rabbime şükredici kul olmayayım mı ben?)
Aişe validemiz buyurdu ki: (O Server,
Kalkıp namaz kılmağa başlayınca her sefer,
Onun mübarek göğsü hemen hırıldıyordu,
Su fokurduyor gibi sesler duyuluyordu.)
Sahabeden biri de anlatıyor ki yine:
Bir gün bir âmâ geldi, o Server’in evine.
Dedi: (Ya Resulallah, bana bir dua edin,
Şu âmâ gözlerimi açsın Rabbil alemin.)
Şöyle buyurdular ki ona Fahr-i kainat:
(Sen şimdi abdest alıp, namaz kıl iki rek’at.
Sonra de ki: “Ya Rabbi, sevgili Habibinin,
Hürmetine, gözünü açıver bu garibin”)
O böyle dua etti o Resulün yanında,
Açılıp, görüverdi iki gözü anında.
Yine Resulü ekrem şöyle buyurmuşlardır:
(Sekiz adet cennette, birçok kapılar vardır.
Beş vakit namazını titizlikle kılanlar,
“Namaz” adlı kapıdan cennete çağrılırlar.
Her kim de cihad için etmişse fazla gayret,
“Cihad” adlı kapıdan olunur o da davet.
“Oruç” ve “Sadaka”ya ehemmiyet verenler,
Bu adlı kapılardan davet edilecekler.)
Resul bu hadisini buyurduğu saatte,
Hazreti Sıddık dahi var idi cemaatte.
Şöyle arz eyedi ki müsaade isteyerek:
(Kapıların birinden çağrılmak zor değil pek.
Acaba bir müslüman var mıdır ki dünyada,
Kapıların hepsinden çağrılsın aynı anda.)
Buyurdular ki: (Evet, vardır öyle kimseler,
Onları, her kapıdan davet eder melekler.
Ümid ediyorum ki, sen o kimselerdensin,
Her kapıdan çağrılıp, cennetlere girersin.)

3-

Bir hadisi şerifte Peygamberimiz yine,
Şöyle buyurmuşlardır sahabe-i güzine:
(Ümmetimden bir kimse, Rabbine sığınarak,
Herhangi arzusuna isterse vasıl olmak,
Kılsın gece yarısı iki rek’at bir namaz,
Okusun her rek’atta bir “Fatiha”, üç “İhlas.”
Selam verip, başını secdeye koysun yine,
Secdede, şu şekilde dua etsin Rabbine:
“Ebu Bekr-i Sıddık’ın hürmetine ilahi,
Şu dilek ve arzuma kavuştur beni dahi”
Çünkü kalkar secdede aradan perde, hicab,
Secdedeki dualar, mutlak olur müstecab.)
Rivayet edilir ki, Ömer Faruk devrinde,
Muhasara edildi bir kale Şam şehrinde.
Kale, öğleye kadar fethedilmediğinden,
Hazreti Ömer Faruk, gadaba geldi birden.
İslam askerlerini toplayarak acele,
Buyurdu ki: (Ne için fethedilmez bu kale?
Küffar dayanamazdı karşımızda bu kadar,
Aramızda mutlaka bir günah işleyen var!)
Bilcümle mücahidler, üzüldüler buna hep,
Hepsi düşündüler ki, “Bu günah nedir acep?”
O ara ağlayarak biri geldi erlerden,
Dedi: (Aradığınız o hata oldu benden.
Zira ben, teheccüde kalktığımda bu gece,
Misvaksız abdest alıp, namaz kıldım öylece.
Karanlık olduğundan, bu hata etti zuhur,
Sizin aradığınız o günah belki budur.)
Buyurdu ki: (Öyleyse, tövbe et bu günaha,
Terk etme bu sünneti bundan sonra bir daha.)
Yine buyurdular ki, Resul bir hadisinde:
Gökleri geçiyorken, ben Mi’rac gecesinde,
Hayret ile gördüm ki, içinde bir mihrabın,
Bir sureti duruyor “Osman ibni Affan”ın.
Melekler bölük bölük gelirlerdi oraya,
Bakıp şükrederlerdi Allahü tealaya.
Sordum ki: (Ya Cebrail, ne zamandan beridir,
Bu suret, bu mihraba konulmuş, belli midir?)
Dedi ki: (Bu yeryüzü, henüz yaratılmadan,
Dörtyüz bin sene önce bu var idi o zaman.
Zira o, gündüzleri oruçluydu ekseri,
O çok namaz kılardı seherde, geceleri.
Yine bela, musibet gelseydi ona şayet,
Sabreder ve kimseye etmezdi hiç şikayet.)
Yine Resul buyurdu: Mi’raca vardığımda,
Osman’ın suretini gördüm bir gök katında.
Dedim: (Bu mertebeye, ne ile eriştin sen?)
(Gece namaz kılmakla) dedi bana cevaben.

4-

“Hatice hatun” ile Allahın Sevgilisi,
Namaz kılıyorlardı cemaatle ikisi.
Gördü “hazreti Ali” onları bu hal ile,
Henüz on yaşındaydı, merak etti haliyle.
O Resule sordu ki: (Bu yaptığınız nedir?)
Buyurdu ki: (Ya Ali, Allaha ibadettir.
O Allah ki, birdir ve hiç şerik yoktur Ona,
Seni davet ederim o Allaha imana.)
Dedi ki: (Babam ile, meşveret eyliyeyim,
Sonra gelip bu babta, size cevap vereyim.)
Buyurdu ki: (Ya Ali, imana gelmez isen,
Bu sırrı başkasına söyleme yine de sen.)
İki adım atınca, geldi ki hatırına,
Nasihat eylemişti bu babta babam bana.
Demişti ki: “Ya Ali, her ne derse Muhammed,
Hiç tereddüt etmeden tasdik eyle, kabul et.”
“Şehadet”i getirip, Müslüman oldu hemen,
O oldu çocuklardan, ilk önce iman eden.
Resulullah uğrunda yaptı çok fedakarlık,
Onu, kendi nefsine tercih etti o artık.
Bir gün yine mescitte, kılıyorken o namaz,
Sadaka talep etti, bir fakir ondan biraz.
Hatta hazreti Ali, rüku’da idi o an,
Yüzüğünü çıkarıp, bıraktı parmağından.
Onun bu hareketi, makbul geldi Allaha,
Bir ayet nazil oldu hemen Resulullaha.
Maide suresinden, ellibeşinci ayet,
Gelerek, kendisini Rabbimiz eyledi meth.
Hazreti “Hüseyin”le, yine hazreti “Hasan”,
Henüz abdest almağa başladıkları zaman,
Benizleri sararır, korkudan titrerlerdi,
Onların bu halini gören hemen sezerdi.
Bazısı sorardı ki: (Ey Hasan, ey Hüseyin,
Siz abdeste kalkınca titrersiniz, ne için?)
Derlerdi ki: (Az sonra namaza duracağız,
Düşünün ki o zaman, kimin huzurundayız?)
“Hazret-i Hüseyin” de, kalkınca namaz için,
Adeta titriyordu üstünde seccadenin.
Derdi ki: (Kul dünyada, büyük hükümdarlardan,
Birine, bir derdini arz edeceği zaman,
Korkarsa, benim dahi Rabbimden istediğim,
Gizli dileklerim var, nasıl titremiyeyim.)
Namaz vakti gelince, hem de “hazreti Hasan”,
Titrer, şöyle söylerdi Allahtan korkusundan:
(Allahü tealanın dağlara arz ettiği,
Lakin dağların bile kabul eylemediği,
Kulluk emanetini tam yapmak üzereyim,
Bilmem ki layıkıyla yapabilecek miyim?)

5-

“Muaz ibni Cebel” ki, büyük sahabedendi,
Hem dahi ilm-i fıkhı iyi bilenlerdendi.
Bu büyük sahabiden nasihat istediler,
Buyurdu: (Muhakkak ki öleceksiniz sizler.
Vardığınız o yerde, iki yer vardır ki hem,
Biri ebedi cennet, biri sonsuz cehennem.)
Oğluna buyurdu ki: (Ölümü fazla yad et,
Her namazı, “Son namaz” kılar gibi eda et.
Bir vaktini kılınca, şöyle de ki kendine:
“Belki de yetişmezsin öbür namaz vaktine”)
Yine sahabilerden, hazreti “Ebüdderda”,
Yüksekti derecesi, ilim ile irfanda.
Derdi ki: (Kendinizi ölmüş kabul ediniz,
Kat’i olacak şeyi, şimdi “Olmuş” biliniz.
“Allahı görür” gibi yapınız hep ibadet,
Siz görmüyorsanız da, sizi görür O elbet
Nasihat isterseniz, kafidir “Ölüm” size,
Zira ölüm, son verir dünya zevklerinize.
Şu üç şey olmasaydı eğer lezzet olarak,
İstemezdim dünyada bir gün bile yaşamak.
Biri, “Oruç tutmak”tır sıcak yaz günlerinde,
Bir de “Namaz kılmak”tır uzun gecelerinde.
Üçüncüsü, “Bir alim sohbetine gitmek”tir,
Dini, onun ağzından dinleyip öğrenmektir.)
Bir gün de buyurdu ki: (Bir “Hayal”dir bu dünya,
Yani bir görüntüdür, yahut kısa bir rüya.
Aynada görüntünün olması için dahi,
Bir “Aslı”nın olması lazım gelir tabii.
İşte o asıllar da, cennette bulunurlar,
Dünyadaki her şeyin, cennette bir aslı var.
Cennet ni’metlerinin dünyadaki hayali,
Dinin emirleridir, “Namaz, oruç” misali.
Keza cehennemin de, misali var dünyada,
“İçki, kumar” misali haramlardır bunlar da.)
Bir veli buyurur ki: (Sonuna dek ömrümün,
Cemaatsiz bir namaz kılmadım asla bir gün.)
Şöyle ki, cemaate eğer yetişmeseydi,
Namazı cemaatle kılanlara derdi ki:
(Ömrümde bir namazı kılmadım cemaatsiz,
Ben imam olayım da, cemaatim olun siz.
Tekrar aynı namazı kılınız benim ile,
İkinci kıldığınız, olmuş olur nafile.)
Dinin “Ta’zim” ettiği bir şeyi “Tahkir” etmek,
Yahut tahkir ettiği şeyi ta’zim eylemek,
“Küfr-i hükmi” olur ki, bunu yapan Müslüman,
Maazallah küfre düşer, öyle söylediği an.
Biri, (Namaz kılsam da, hiç kılmasam da, birdir.)
Derse, o küfre girip, imanını yitirir.


-6-

İslamda “Küfr-i hükmi”, addedilen hallerden,
Sakınmıyan kimsenin, imanı gider elden.
Mesela bir kimseye, (Gel namaz kıl) deseler,
O dahi (Kılmam) dese, o anda küfre girer.
Ve lakin bu şekilde söylemekle o kimse,
(Senin sözünle kılmam) demek istemiş ise,
Yani (Hak tealanın emriyle kılarım ben),
Demek istemiş ise, beri olur küfürden.
Biri, (Namaz kılmamak, hoş iştir) dese eğer,
O kimse bu sözüyle, imanını kaybeder.
Bunun gibi birine, (Gel namaz kıl) denilse,
O dahi (Namaz kılmak bana zor iştir) dese,
O kimse, bu sözüyle kaybeder imanını,
Bu, hafife almaktır zira namaz kılmağı.
“Namaz”ı, bile bile kılmayıp üzülmiyen,
Ve kaza etmeği de, maalesef düşünmiyen,
Azab çekmekten dahi korkmazsa bunun için,
Küfre girip, imanı kaybolur o kişinin.
İbadeti harama benzetip öyle yapmak,
Mesela çalgı ile, şarkıyla namaz kılmak,
Yahut çalgı çalarak okumak da Kur’an-ı,
Küfr olup, böyle yapan, zayi eder imanı.
Bir veli buyurur ki: (İnsanı cenabı Hak,
Oyun, eğlence için yaratmadı muhakkak.
Resulün bildirdiği ibadetlerin hepsi,
İyi düşünülürse, bizedir faidesi.
Kullara yaradığı için emrolunmuştur,
Yoksa ibadetlerin Ona faydası yoktur.
Allah muhtaç değildir kulun ibadetine,
Onları emirlerle şereflendirdi yine.
Her şeye muhtaç olan ve çok aciz olan biz,
Bu büyük ihsan için teşekkür etmeliyiz.
Oğlum, bugün mesela, bir müdür, bir işçiye,
Emir verse, herhangi bir işi yapsın diye.
İşçi, o vazifeye ne de çok kıymet verir,
“Bana, müdür bu işi verdi” diye sevinir.
Seve seve, zevk ile yapar onu o işçi,
İftihar vesilesi yapar hem de o işi.
Şimdi yazıklar olsun, Allahın yüksekliği,
O müdürünki kadar acep değil midir ki,
Onun emirlerine böyle çalışılmıyor,
Ve “Evvela vazife, sonra namaz” deniyor.
Halbuki amirlerin amiridir Rabbimiz,
Önce Onun emrini ifa eylemeliyiz.
“Namaz”, Hak tealanın emridir, yani farzdır,
Özürsüz kılmıyana, çok büyük ceza vardır.)

İmam-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” Namazın Ehemmiyeti -7-

“Allahın misafiri”
Bu zat buyuruyor ki: (Bu dünyada insana,
Önce lazım olan şey, ermektir “Tam iman”a.
Bundan sonra, salih ve yarar iş yapmalıdır,
Bunların içinde de en mühimmi “Namaz”dır.
Resulullah buyurdu bir hadisi şerifte:
“Namaz kılmak, bu dinin direğidir elbette.”
Namaz kılan bir kimse, dinini doğrultmuştur,
Namaz kılmıyan ise, dinini yıkmış olur.
Namazı doğru dürüst kılarsa eğer insan,
Kurtulur kıyamette kötü işler yapmaktan.
İnsanı kötülükten korumıyan bir namaz,
Görünüşte namazdır, doğru namaz olamaz.
Velakin doğrusunu yapıncaya kadar tam,
Görünüşü yapmağa etmeli yine devam.
Buyuruldu: “Bir şeyin hepsi yapılamazsa,
Hepsini de elinden kaçırma hiç olmazsa.”
Allahın merhameti sonsuzdur çünki evlat,
O, kabul edebilir görünüşü hakikat.
“Böyle kılacağına, hiç kılma” dememeli,
“Böyle kılacağına, dosdoğru kıl” demeli.
Namazı, cemaatle eda etmeli ki hep,
Azaptan kurtulmağa, “Namaz”dır çünki sebep.
Mü’minun suresinin başındaki ayette,
Buyuruldu: “Mü’minler kurtulacak elbette.”
Ayetin devamında şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, namazlarını dosdoğru kılanlardır.”
Bir kadı, heyecanla gelerek bu “Veli”ye,
Yalvardı: “Oğlum için bir dua edin” diye.
Oğlu “Taun” derdine birden yakalanmıştı,
Diğerleri hep ölmüş, bir bu oğlu kalmıştı.
Cevaben buyurdu ki: (Ben aciz bir kimseyim,
Onun kurtulmasına, yok elimde bir şeyim.)
Sonra geçti içeri, iki rek’at bir namaz,
Kılıp, Hak tealaya eyledi dua, niyaz.
Sonra kalkıp dedi ki: (Oğlunuz buldu sıhhat,
Evinde sapa sağlam oturuyor şu saat.)
Ayrılıp, sevinerek evine koştu kadı,
Gördü ki hakikaten sıhhat bulmuş evladı.
Bu zat, bir sohbetinde buyurdu: (Bu camiler,
Allahü tealanın sevdiği mahaldirler.
Hatta “Allahın evi” denilirki bu yerler,
“Allahın misafiri” sayılır müdavimler.
Rabbimiz buyurur ki: (Herkes misafirini,
İktidarına göre ağırlar tabii ki,
Zengin, zenginliğine göre çok ikram yapar,
Fakir de, ona göre mütevazı ağırlar.
Benim misafirimdir cami cemaatları,
Ben de şanıma göre ağırlarım onları.)

8

Bu zat buyuruyor ki: (Kul Rabbine ihlasla,
Yalvarırsa, her şerden kurtarır onu Mevla.
Kim kulları bırakıp, Rabbinden etse talep,
Onu, her sıkıntıdan halas eder Rabbi hep.
Zira buyuruyor ki cenab-ı Allah buna,
“Kafidir elbette ki Hak teala kuluna.”
“Ubeydullah Ahrar”ın vardı bir talebesi,
Çoktu bu üstadına muhabbeti, sevgisi.
Bu genç, bir gün dergahtan dönüyorken evine,
Aniden bir düşmanı çıkıverdi önüne.
Tam öldürmek isterken, dedi ki: “Biraz dur da,
İki rek’at bir namaz kılayım ben burada.”
O müsaade edince, hemence kıldı namaz,
Sonra da el kaldırıp, Rabbine etti niyaz.
Dedi ki: “Senden başka kimsem yok ya ilahi,
Yine sen kurtarırsın kulunu bundan dahi.”
O anda yalın kılıç biri geldi yanına,
O zalimi öldürüp, dedi ki sonra ona:
“Ben yedinci kat gökte bulunan bir meleğim,
Rabbimin emri ile, sana yardıma geldim.
Duydum senin sesini, bulunduğum mekanda,
Emir alıp yetiştim imdadına bir anda.”
Bir gün de buyurdu ki: (Bizler kuluz nihayet,
İhlasla yapmalıyız Rabbe kulluk, ibadet.
İbadetler içinde, “Namaz”, başın tacıdır,
O, kalplerin süruru, mü’minin mi’racıdır.
Hatta namaz hakkında buyurdu ki O Server:
“En çok, secdede olan kulunu Allah sever.”
Onun için beş vakit namazını bir kimse,
Cemaatle kılmağa eğer devam ederse,
“İyiler”le haşrolur o kimse mahşer günü,
Ve geçer şimşek gibi, o “Sırat köprüsü”nü
Dertlerden, belalardan muhafaza olunur,
Ve “Bin şehid” sevabı, o kula ihsan olur.)
Bir gün de buyurdu ki: (“Namaz, büyük ibadet,
Onu hakkıyla kılan, zevk alır ondan elbet.
Namazda hasıl olan manevi lezzet ve tad,
Hariçteki hallerden üstündür, hem de kat kat.
Namazları zevk ile kılmağa çalışınız,
Evvel vaktinde kılıp, sona bırakmayınız.
Ta’dil-i erkana da ederek tam riayet,
Cemaatle kılmağa ediniz hem de gayret.
Hadiste buyuruldu: “Her namaz esnasında,
Kalkar bütün perdeler Rab’la kul arasında”
Mü’min, her emredilen işleri yapmalıdır,
Emirlerin içinde en mühimmi “Namaz”dır.
Mü’min için bir günde, beş vakit namaz kılmak,
Kulluk görevidir ki, kılmalıdır muhakkak.)

9-

İslam alimlerinden Hak dostu bir veliydi,
Söz ve nasihatları pek çok faideliydi.
Bir gün bir talebesi, huzuruna gelerek,
Dedi: (Alamıyorum namazdan manevi zevk.
Zevk almak şöyle dursun, zor geliyor bu hatta,
Bana bir tavsiyeniz olacak mı bu babta?)
Buyurdu ki: (Yediğin lokmalara dikkat et,
Yemek adabına da eyle hem tam riayet.)
Bir talebesi dahi eyledi ki şöyle arz:
(Nasıl kılabiliriz huşu ile bir namaz?)
Buyurdu: (Şöyle düşün namaza durduğunda,
“Ben kimin huzurunda duruyorum şu anda?”
Ey oğlum, Hak teala, bir yirmidört saatte,
Sırf beş vakit ayırmış, bu mühim ibadete.
Bu beş vakit namazın kılınması da zaten,
Kulun bir saatini almaz bile esasen.
Bir saatlik zamanı, “Namaz”a ayırmayıp,
Boş şeylerle uğraşmak, hem çok günah, hem ayıp.
Bir gün hazreti Ömer, bir sabah namazını,
Cemaate kıldırıp, gözetti eshabını.
Lakin göremeyince birini o saatte,
Buyurdu: “Filan kimse, yok mudur cemaatte?”
Dediler: “Geceleri, o ibadet yapar hep,
Belki şimdi uykuya dalmıştır bundan sebep.”
Buyurdu ki: “Keşke o, gece hep uyusaydı,
Ve sabah namazını cemaatle kılsaydı.”
Bir gün de buyurdu ki: (Kardeşlerim bu namaz,
Doğru kılınmaz ise, indallah kabul olmaz.
Farzına, sünnetine ne kadar çok riayet,
Edilirse, ecri de çok olur öyle gayet.
Başka şey düşünmekle bozulmasa da namaz,
Elde edilen sevap, o nisbette olur az.)
Bir gün cemaatinden sual etti birisi,
Dedi ki: (Ey efendim, nedir zikir meclisi?)
Buyurdu ki: (Allahın emirleri nelerdir?
Bu gibi hususların konuşulduğu yerdir.
Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur?
Bunlar konuşulursa, tamamı zikir olur.)
Velilerden birisi, bir sabah geç uyandı,
Baktı ki güneş doğmuş, üzülüp içi yandı.
Zira sabah namazı kalmış idi kazaya,
Fazla üzüntüsünden başladı ağlamağa.
Gözyaşları dökerek, inledi üzgün üzgün,
Zira bu, kendisine dert olmuştu büsbütün.
O sırada şöyle bir nida duydu gaibten:
“Senin bu günahını, mağfiret eyledim ben.
Sen çok pişman olarak, ağlayıp sızlayınca,
Yetmişbin namaz ecri ihsan ettim ayrıca.”)




Davud-i Kayserî “rahmetullahi aleyh” Namazın Ehemmiyeti -10

Bu zat, genç bir kimseye, buyurdu ki: (Evladım,
Geçirme namazını, budur ilk nasihatım.
“Namaz”, ruhun gıdası, kalplerin şifasıdır,
Hatta bu, Rabbimizin bir emri, yani farzdır.
Buna rağmen bir mü’min, namazı kılmıyorsa,
Bunun için Rabbinden, korkup utanmıyorsa,
Ondan daha hayırsız bir kimse olmaz elbet,
O kimse, ahirette pişman olur begayet.)
Derdi ki: (Kim beş vakit namazı kılar ise,
En büyük sermayenin sahibidir o kimse.
Zira namaz kılmamak, çok büyük bir günahtır,
Onlar henüz kabirde azaba yakalanır.
Kabirdeki mevtalar, yapar ki şu hesabı,
“Ah kıyamet kopsa da, bitse kabir azabı.”
Öyle pişmandırlar ki kabirdeki her mevta,
Derler: “Ah biz şu anda bulunsaydık hayatta,
Başımızı secdeden kaldırmazdık vallahi,
Dünyada yaşıyanlar bilseler bunu bari.”)
Ne acı gerçektir ki, bunlar dahi ölürler,
O feci pişmanlığa bunlar da gömülürler.
İşte ey kardeşlerim, pişman olmamak için,
Beş vakit farz namazı muhakkak eda edin.
Müslüman, namazını kılmalıdır muhakkak,
Yoksa mahşer gününde azab görür o mutlak.
Bir mü’minin izzeti, “Günahtan kaçınmak”tır,
Şerefi, geceleri kalkıp “Namaz kılmak”tır.)
Yine bir sohbetinde buyurdu ki: (Ey insan,
Dikkat et, ahiretin olmasın sakın ziyan.
Dinin emirlerini yapmağa eyle gayret,
Zira dünya geçici, ebedidir ahiret.
Dünyayı, ahirete niçin tercih edersin?
Niçin nefsin peşinden, akılsızca gidersin?
Dünya işleri için, geç kılarsın namazı,
Hatta Allah korusun, kazaya kalır bazı.
Lakin namaz, kazaya kalırsa dünya için,
Nefse esir olduğu bellidir o kişinin.)
Derdi: (Nasıl yağmurla can gelirse yerlere,
“Namaz kılmak” ile de, nur dolar gönüllere.
Şu iki şey vardır ki, çok büyük bir ni’mettir,
Bu fırsat elde iken, kaçırmamak gerektir.
Biri, veli kulların sohbetinde bulunmak,
Öbürü, geceleri kalkarak namaz kılmak.)
Bir gün de buyurdu ki: (Oğlum, sen ne garipsin,
Kulları memnun edip, Rabbi gücendirirsin.
Daha mı mühimdir ki sence kulun rızası,
Kazaya bırakırsın, onlar için namazı.
Her sıkıntıyı aşmak arzu edersen şayet,
“Beş vakit namaz”ına, titizlikle devam et.)


11-

Bu zat buyuruyor ki: (Biz aciz birer kuluz,
Rabbimizin emrine itaate me’muruz.
Zira yaratıldı ki bu insanlar ve cinler,
Yalnız Hak tealaya ibadet eylesinler.
Nitekim bir büyük zat buyurmuş ki: “Bir kişi,
Namaz kılmıyor ise, dünyada ne var işi?”
Yani hiç üzülmüyor, etmiyorsa hiç tasa,
Ölmesi hayırlıdır onun yaşamaktansa.)
Sahabeden biri de, Resule geldi bir gün,
Dedi ki: (Ben mahvoldum, bana dua buyurun.)
(Ne oldu?) buyurunca, dedi ki: (Kervanımı,
Vurup aldı haydutlar para ve mallarımı.)
Onun bu sözlerine karşılık Resulullah,
Ona buyurdular ki: (Şükür elhamdülillah.
Korktum diyeceksin ki, “Ben bir namaz vaktine,
Yetişemedim bugün iftitah tekbirine.
Böylece bu tekbirin ecrinden mahrum oldum”,
Bu yüzden çok üzülüp, diyorsun ki mahvoldum.)
Bu kıssayı anlatıp, buyurdu ki: (Din budur,
Mü’min, namaz kılarak bulur rahat ve huzur.
Alimler buyurur ki: “Namaz vakti geçerken,
Üzülmeyen kimsenin, imanı gider hemen.
Eğer üzülüyorsa, imanı var demektir,
Maksat, Onun emrine ehemmiyyet vermektir.”
Bir mü’min, kul olarak nasıl namaz kılmaz ki,
“Nefes almak” gibidir bu dinde namaz sanki.)
Yine bir sohbetinde buyurdu: (Ey Müslüman,
Beş vakit namazını geçirme sakın, aman.
Çünki bu, Rabbimizin biz kullara emridir,
Mü’min olan, bu emri tam yerine getirir.
Nitekim buyurdu ki o Resul-i kibriya:
“Kim özürsüz bir namaz bırakırsa kazaya,
O kişi, seksen hukbe ateşte yanacaktır,
Bir hukbe, seksen yıllık bir zaman olacaktır.”
Her vakit geçtikçe de kaza edecek kadar,
Bu bir namaz terkinin günahı kat kat artar.
Birkaç namaz olursa, çetin olur bir hayli,
Yarın mahşer gününde, çok zordur onun hali.
Her ne olursa olsun, bir an geciktirmeden,
Kaza namazlarını bitirmelidir hemen.
Namaz kılmıyan kimse, Hakkın azametini,
Düşünüp anlamalı işin vahametini.
Bu hadisi şerifin şiddeti karşısında,
İnsanın erimesi lazım gelir aslında.
Hadiste buyuruldu: “Günah işliyen kimse,
Pişman olup, Rabbinden affını diler ise,
Allahü tealayı çok merhametli bulur,
Onun bu pişmanlığı, affına sebep olur”)

12-

Öyle tesirliydi ki bu “Veli”nin sohbeti,
Onu dinliyen herkes, bulurdu hidayeti.
Dediler: (Evladına karşı bir anne baba,
Ne gibi sorumluluk altındadır acaba?)
Buyurdu ki: (Çocuklar, onlara emanettir,
Allahın bahşettiği, çok büyük bir ni’mettir.
“Temiz toprak” gibidir kalpleri çocukların,
Ne tohum ekilirse, o mahsul çıkar yarın.
Nedir helal ve haram, nedir sünnet, nedir farz?
En mühim vazifemiz, beş vakit günde “Namaz”
Bunlar öğretilir ve yaptırılırsa eğer,
Dünya ve ahirette saadete ererler.)
Bir gün de buyurdu ki: (Birinci nasihatim,
Beş vakit farz “Namaz”ı kılınız her gün derim.
Yani bir Müslümanın en birinci görevi,
“Namaz kılması”dır ki, budur işin temeli.
Hem de namaz kılarken, farzına, sünnetine,
Riayet etmeli ki, kavuşulsun ecrine.
Bugün namaz kılanlar fazla da olsa gayet,
Pek tadili-i erkana etmiyorlar riayet.
Halbuki Resulullah, şöyle buyurmaktadır:
“Hırsızların büyüğü, namazından çalandır”
Eshap bunu duyunca, sordular ki o zaman:
“Nasıl çalabilir ki bir kimse namazından?”
Buyurdu: “Erkanına etmezse kim riayet,
O kimse, namazından çalmış olur nihayet.”
Bir gün de buyurdu ki: “Her kim namaz kılarken,
Rüku’da, secdede ve kalkınca bu yerlerden,
Belini yerleştirip, durmazsa eğer biraz,
Hak teala indinde, kabul olmaz o namaz”
Bir gün namaz kılarken, gördü bir Müslümanı,
Ki tamam yapmıyordu o ta’dil-i erkanı.
Rüku’dan doğrulunca, dikilip durmuyordu,
Secdeler arasında, biraz oturmuyordu.
Buyurdu: “Böyle namaz kılarsan, öldüğünde,
Ümmetimden demezler sana mahşer gününde.”
Namaz düzgün ve doğru kılınır ise eğer,
O namaz, sahibine şöylece dua eder:
“Nasıl ki kusurlardan korudunsa sen beni,
Allah da her kusurdan korusun öyle seni”
İbadetler içinde, en üstünü “Namaz”dır,
Namaz, dinin direği, mü’minin mi’racıdır.
O halde tam kılmalı Müslüman namazını,
Getirmeli yerine, adab ve erkanını.
Yani farzı, vacibi, hatta sünnet ve edep,
Layık olduğu gibi hepsini yapmalı hep.
Ta’dil-i erkanına tam dikkat etmelidir,
Zira bunu yapanlar, kazanır büyük ecir.)

13-

Bu zat, bir sevdiğine yazdığı mektubunda,
Buyurdu ki: (Ölüm var bu hayatın sonunda.
Beş vakit farz “Namaz”ı, hiç gevşeklik etmeden,
Cemaatle kılmalı, biraz geciktirmeden.
Ta’dil-i erkan ile kılınırsa hem eğer,
Hak teala indinde bulur kıymet ve değer.)
Biri dedi: (Efendim, kılıyorum ben namaz,
Lakin alamıyorum manevi lezzet ve haz.)
Buyurdu ki: (Rabbini, yalnız namazda değil,
Her zaman hatırla ve Ondan hiç olma gafil.
Günah işlemekten de kurtarırsan kendini,
Ancak alabilirsin namazın lezzetini.
“İmam-ı azam” diye tanınan yüce İmam,
Gösterirdi abdest ve namaza çok ihtimam.
Abdest edeblerinden yapmayınca birini,
Kaza etti kırk yıllık namaz ibadetini.)
Yine bir sevdiğine yazdığı mektubunda,
Şöyle buyurmaktadır, “Namaz kılmak” hakkında:
(Ey kardeşim bu dünya, iş, ibadet yeridir,
Ücret alınacak yer, elbette ahirettir.
Salih, iyi işleri yapmağa uğraşınız,
Allahın beğendiği amelleri yapınız.
Bu ameller içinde, en mühimmi “Namaz”dır,
Namaz, dinin direği, mü’minin mi’racıdır.
Ta’dil-i erkan ile kılınmazsa bir namaz,
Borç ödenir ise de, hiç sevap kazanılmaz.
Şunu unutmayın ki, “Namaz” büyük ibadet,
Ta’dil-i erkanına lazımdır tam riayet.
Nitekim gördü bir gün, o Server bir kimseyi,
Ki, ta’dil-i erkanı yapmıyordu pek iyi.
Rüku’dan doğrulunca, dikilip durmuyordu,
Secdeler arasında biraz oturmuyordu.
Buyurdu: “Böyle namaz kılarsan, öldüğünde,
Ümmetimden demezler sana mahşer gününde.”
Alimlerden biri de birini gördü yine,
Ki, namaz erkanını getirmezdi yerine.
Rüku ve secdelerde, bulmuyordu sükunet,
Doğrulduğunda dahi, durmuyordu bir müddet.
O kimseyi, yanına çağırıp hemen biraz,
Sordu ki: “Kaç senedir kılarsın böyle namaz?”
“Kırk senedir” deyince, dedi ki: “Ey Müslüman,
Sen namaz kılmamışsın öyleyse bunca zaman.
Böyle devam edersen, sonunda bil ki yarın,
İslam dini üzere ölmezsin, aman sakın”
“Namaz”, doğru ve düzgün eda olunduğunda,
O namaz, sahibine eder hem hayır dua.
Güzel kılınmaz ise, olur çirkin ve siyah,
O da beddua eder o kimseye maazallah.)


14-

“Düşman içinizdedir”
Bu zat buyuruyor ki: (Her iyiliğe engel,
İnsanın kendisidir her şeyden daha evvel.
Düşmanı, dışarıda aramayın siz sakın,
Düşman içinizdedir, ondan iyi sakının.
İnsanlar bir yolcudur, aynı yere giderler,
Yolcular, birbirine yardım etmelidirler.
Herkese faideli olmağa edin gayret,
O zaman her işiniz, olur büyük ibadet.
Zira dünya işini yaparken bir Müslüman,
“Beş vakit namaz”ını kaçırmaz hiçbir zaman.
Rabbimiz buyurur ki: “Mal ve çocuklar, sakın,
Allaha ibadeten sizi alıkoymasın”
Önceki Müslümanlar, çok titizlerdi bunda,
Camiye koşarlardı, ezan okunduğunda.
“Demirciler” vardı ki, döverken demirleri,
Ezanı işitseydi, bırakırdı dövmeyi.
Çekici havadaysa, vurmazdı onu daha,
Yerde ise kaldırmaz, koşarlardı namaza.
“Terziler” var idi ki, soktuğunda iğneyi,
Ezanı işitseydi, çekmezdi onu geri.
Yani ne halde ise, kalırlardı o halde,
İtina ederlerdi “Namaz”a fevkalade.
Çünki bilirlerdi ki, herkese “Farz”dır namaz,
O vakitte, “Namaz”dan daha mühim iş olmaz.
Ahiret işlerine verince böyle kıymet,
Allah dahi onlara verirdi çok bereket.
Halbuki ehemmiyyet vermeselerdi dine,
Kazançları daha çok olmazdı elbet yine.
Üstelik Allaha da olurlardı isyankâr,
Çok kazansalar da, neye yarar öyle kâr?)
Derdi ki: (“Namaz kılmak” ve her türlü ibadet,
Tabiatı icabı zor gelir nefse gayet.
İşte bu yüzdendir ki, bazı din büyükleri,
Nefisle uğraşmakta, gitmişlerdi ileri.
Sahabe-i kiramdan, “Abdullah ibni Ömer”,
Bir vakit cemaate yetişmeseydi eğer,
Bir gece, uyumadan yapardı hep ibadet,
Zira o, kendisine etmişti böyle âdet.
Yine aynı şekilde “hazreti Ömer” dahi,
Bir gün yetişemeyip, kaçırdı cemaati.
“Yüzbin dirhem” kıymette malını o bu kere,
O gün tasadduk edip, dağıttı fakirlere.
Sahabeden biri de, bir gün bila ihtiyar,
Bir akşam namazını geciktirdi bir miktar.
Öyle çok üzüldü ki buna o mübarek zat,
İki kölesi vardı, onları etti azat.
Bunlar, binlercesinden bir iki nümunedir,
Zira ufacık bir su, deryayı haber verir...)


15-

Bu zat buyuruyor ki: (“Namaz” mühim ibadet,
Mü’min olan, beş vakit kılmalı onu elbet.
Resulullah buyurdu: “Birisinin faraza,
Kapısının önünde, akan bir nehir olsa,
O kişi, o nehirde, beş defa günde eğer,
Yıkansa, üzerinde kalır mı kirden eser?”
Arz ettiler ki: “Hayır, o böyle yapsa şayet,
Kir kalmaz üzerinde, temiz olur o gayet.”
Buyurdu ki: “Beş vakit namaz dahi böyledir,
Onu güzel kılanlar, günahtan temizlenir.”
Namazı, Allah için kılmalı ki ihlasla,
Aksi halde hiç ecir alınmaz ondan asla.
Evlenmek, bir iş kurmak, yiyip içmek ve namaz,
“Allah için” olmazsa, hiçbir işe yaramaz.
Bunun gibi mesela hacca giden bir kişi,
Sadece “Allah için” yapmalıdır bu işi.
“Filan kes yirmi defa hacca gitti” desinler,
Niyetiyle giderse, verilmez hiçbir değer.
Bir nafile hac için, bir “Namaz” kaçar ise,
O hacdan sevap değil, günah alır o kimse.
Zira nafile için, “Farz namaz”ı terk etmek,
Aklı olan kimseye yakışır iş değil pek.)
Bir gün de buyurdu ki: (Namaz, dinde direktir,
Zira “Müslüman” demek, sanki “Namaz” demektir.
İşin başı “Namaz”dır, mü’mindir namaz kılan,
Eğer kılmıyor ise, şüphelidir o zaman.
Hiç özrü olmaksızın, sırf tembellik ederek,
Beş vakit namazından kazaya kalsa bir tek,
Cezası, affolmazsa cehennemde yanmaktır,
Zira Rabbin emrini, bu, hafife almaktır.
Acele kaza etmek lazımdır o namazı,
Zira zaman geçtikçe, kat kat artar cezası.
Yani o “Farz namaz”ı, kaza edecek kadar,
Sonradan boş, müsait geçtikçe dakikalar,
Ateşte yanacağı müddet de çoğalır hep,
Öyleyse kul Rabbinden etmeli haya, edeb.)
Bir gün de buyurdu ki: (“Namaz” gayet mühimdir,
Onu kılmak, Allahın biz kullara emridir.
Allah, namaz kılana verir çok ecir, sevap,
Kılmıyanlara ise, yapar çok acı azab.)
Bir gün de buyurdu ki: (“Namaz” mühim ibadet,
Şartlarına uyarak kılmalı onu elbet.
Hırsızların büyüğü, namazından çalandır,
Yani onu hakkıyla edadan kaçınandır.
“Namaz”ı doğru dürüst kılarsa bir Müslüman,
Rıza-i ilahiye mazhar olur o zaman.
Hem sonra öyle fazla alır ki ecir, sevap,
Cennette, ni’metlere nail olur bi-hesab.)


16-

Allah adamlarından, büyük âlim ve veli,
Bir gün “Namaz” hakkında buyurdu şu sözleri:
Namaz, dinin direği, mü’minin mi’racıdır,
Namaz, hasta ruhların tesirli ilacıdır.
Namaz kılan, kurtarır yıkılmaktan dinini,
Kılmayan, kurtaramaz cehennemden kendini.
Namaz, korur insanı çirkin, kötü her işten,
Namaz kılan, kurtulur cehennem ateşinden.
Namaz nurdur, ışıktır, insanların kalbine,
Namaz, münker-nekir’in cevaptır sualine.
Namaz kılan kimsenin, kalbi, temiz, pak olur,
Namaz kılan, her zaman bulur rahat ve huzur.
Namaz’la geçer insan, şimşek gibi Sıratı,
Namaz’la insan bulur, huzur ile rahatı.
Namaz’dır insanları doğru yola getiren,
Namaz’dır insanlara günahı terk ettiren.
Namaz, ruhlara gıda, namaz ruhlara şifa,
Namaz’dır üzüntülü kalplere nur ve safa.
Namaz kalbi parlatır, Sıratı aydınlatır,
Namazını kılmayan, çok pişman olacaktır.
Namaz’dır mü’minleri birbirine bağlıyan,
Namaz’dır küskünleri barıştırıp dost yapan.
Namaz kılan, öyle çok yaklaşır ki Allah’a,
Başka ibadetlerle, fazlası olmaz daha.
Namaz kılan, yapar hep faydalı, iyi amel,
Namaz, kötülüklere olur mani ve engel.
Camide, cemaatle kılarsa bunu herkes,
Sevgi ile bağlanıp, tutmazlar kin ve garez.
Büyükler, küçüklere eder şefkat, merhamet,
Onlar da büyüklere gösterir saygı, hürmet.
Zenginler, vakıf olur fakirlerin haline,
Yardımda bulunurlar derhal kendilerine.
Camide hastaları görmeyince sağlamlar,
Merak edip onları, evlerinde ararlar.
Şartlarına uyarak, kılarsa onu bir kul,
Hak teala indinde, olur iyi ve makbul.
Hepsi namaz kılmıştır bilcümle peygamberler,
Namaz kılan kimseyi, sever gökte melekler.
“Beş vakit namaz”ını tam kılarsa bir insan,
Melekül mevt, ruhunu alır kolay ve asan.
Nur olur ona namaz, girdiğinde kabrine,
Kolay olur cevabı, sual meleklerine.
Kıyamette ilk önce, sorulacak “Namaz”dan,
Hesabını verenler, kurtulacak azabtan.
Kim “Beş vakit namaz”ı, getirirse yerine,
Kavuşur ahirette cennet ni’metlerine.
Kimler de kılmayıp da etmezlerse hiç esef,
Azab göreceklerdir cehennemde maalesef.

17-

Allah adamlarından âlim ve veli bir zat,
Tesirli sözleriyle ederdi çok nasihat.
Bir gün de buyurdu ki (“Namaz” gayet mühimdir,
Onu kılmak, Allah’ın biz kullara emridir.
Allah, namaz kılana verir çok ecir, sevap,
Kılmıyanlara ise, yapar çok acı azap.
Bir evlat, babasına isyan ederse eğer,
Babası, o evlada ne kadar öfke eder.
Der ki: “Bunca hizmetler eyledim de ben sana,
Sen nasıl bana karşı kalkışırsın isyana?”
Halbuki ikisi de birer kuldur nihayet,
Yalnız baba, oğluna yapmıştır biraz hizmet.
Allah ise, yerde ve gökte ne yarattıysa,
Hepsini bizim için yaratmıştır bilhassa.
Bu gözle gördüğümüz, ve göremediğimiz,
Her ne ki halkettiyse kâinatta Rabbimiz,
Mesela “Ay” ve “Güneş”, ve sayısız “yıldızlar”,
Hepsinin muhakkak ki, insana faydası var.
Denizlerin dibinde yaşıyan canlıların,
Yaratılması bile, faydasına insanın.
Ya doğrudan doğruya, ya dolaylı olarak,
Herbirinin insana faydası var muhakkak.
Allah’ın kudretiyle çalışıyor kalbimiz,
Her uzvu çalıştıran, yine yüce Rabbimiz.
Şu malik olduğumuz her şey O’nun ni’meti,
Kendi de bildiriyor bize bu hakikati.
Kur’an-ı keriminde buyuruyor ki zira:
“Ben o kadar ni’metler verdim ki insanlara,
Yazmak için ormanlar eğer kalem olsa hep,
Ve bilcümle deryalar, olsalar da mürekkep,
Benim ni’metlerimi hiç durmadan yazsalar,
Ni’metlerim bitmeden tükenir o deryalar.
Bir daha getirseler, o dahi hemen biter,
Tükenmez yine benim verdiğim o ni’metler.”
Böyle yüce bir Allah, “Namaz”ı emrediyor,
Kul ise karşı gelip, “Kılmıyacağım” diyor.
Müezzin sesleniyor beş kez “Hayyaalassalah”,
Namaza çağırıyor kulları yani Allah.
Buna rağmen özürsüz kim kılmazsa namazı,
“Kılmıyorum” demektir bunun açık manası.
“Hayyaalelfelah” diye sesleniyor bir daha,
Yani Allah bizleri çağırıyor felaha.
Kim gitmezse Allahın bu namaz davetine,
Açıkça “Gelmiyorum” demektir bu da yine.
Bu, Rabbe isyandır ki, ne fenadır ve çirkin,
Bundan büyük küstahlık olur mu bir kul için?
Halbuki cennet için “Köprü”dür her ibadet,
Yani cennete giden bir yoldur İslamiyyet.

18-

Bu zat buyuruyor ki: (Biz aciz birer kuluz,
Rabbimizin emrine, itaate me’muruz.
Zira yaratıldı ki bu insanlar ve cinler,
Yalnız Hak tealaya ibadet eylesinler.
Büyükler buyurur ki: “Bir insan ki namazı,
Kılmıyorsa, haramdır dünyada yaşaması.”
Yani buna üzülmez, ve etmezse hiç tasa,
Ölse daha iyidir, böyle yaşamaktansa.
Bir gün Resulullaha, biri gelip çok üzgün,
Dedi: “Ya Resulallah, mahvolmuşum ben bu gün.”
“Ne oldu?” buyurunca, dedi ki: “Kervanımı,
Vurup aldı haydutlar, olan bütün malımı.”
Onun bu sözlerine karşılık Resulullah,
Ona buyurdular ki: “Buna elhamdülillah,
Korktum diyeceksin ki, namaz kaldı kazaya,
Meğerse malın gitmiş, uğramışsın zarara.”
Bu kıssayı anlatıp, buyurdu ki: “Din budur,
Mü’min, namaz kılarak bulur rahat ve huzur”
Âlimler buyurur ki: “Namaz vakti geçerken,
Üzülmeyen kimsenin, imanı gider hemen.”
Eğer üzülüyorsa, imanı var demektir,
Maksat, Hakk’ın emrine ehemmiyyet vermektir.
Bir mü’min, kul olarak nasıl namaz kılmaz ki,
“Nefes almak” gibidir, bu dinde “Namaz” sanki.
“Namaz” dinin direği, mü’minin mi’racıdır,
Namaz, hasta kulların, tesirli ilacıdır.
Namaz’dır insanları gafletten uyandıran,
Hem fenalık yapamaz, ihlasla namaz kılan.)
Yine bir gün va’zında buyurdu: (Kardeşlerim,
Size mühim bir şeyi izah etmek isterim.
Her kalpten başka kalbe bir “Yol” vardır manevi,
Bu yolla birbirine “Feyiz” akar bir nevi.
İki mü’min, bir yerde eğer karşılaşsalar,
Kalpleri arasında hemen bir akım başlar.
Onların ellerinde değildir bu hareket,
Haberleri olmadan kurulur münasebet.
Ma’nen yüksek olanın kalbinde olan “Nurlar”,
Aşağıda olanın kalbine doğru akar.
“Cemaatle namaz”ın şudur ki bir faydası,
Mümkün olmaz herkesin her an “Agah” olması.
Bazısının Allah’tan “Gafil” oldukları an,
Bulunur cemaatte mutlaka “Agah” olan.
Birisi “Gafil” iken, “Agah”tır bir diğeri,
Uzak bir ihtimaldir gafil olsun her biri.
Böylece cemaatte, kesintisiz olarak,
Bir “Huzur ve agahlık” devam eder muhakkak.
Böyle olan “Namaz”da, olur daha müstecab,
Cemaat daha fazla alır ecir ve sevab.



-19-

Bu zat buyuruyor ki: (Çok şükür Rabbimize,
Çok maddi ve manevi ni’metler verdi bize.
Bir keşmekeş içinde inlerken bütün âlem,
Bizler ruhen ve huzur içindeyiz tamamen.
Çünkü iman, ibadet, huzurun kaynağıdır,
En büyük ibadet de, elbet “Namaz kılmak”tır.
Çünkü “Namaz”, Allah’ı hatırlatıyor bize,
Günde en az beş kere geliyor kalbimize.
Onu hatırlamak da “Zikir” ve “İbadet”tir,
Namaz kılan, Allah’ı zikrediyor demektir.
Hatta beş defa değil, anılır daha fazla,
Zira her şey zikirdir, ilgiliyse “Namaz”la.
“Ezan kaçta oluyor?”, “Vakite ne kadar var?”
“Kalkıp abdest alayım” şeklinde konuşmalar,
“Namaz”la alakalı olduğundan dolayı,
Hatırlatır bizlere Allahü tealayı.
Çünkü zikir, Allah’ı kalben hatırlamaktır,
Bu da “Namaz kılmak”la müyesser olmaktadır.
Kim “Beş vakit namaz”ı, her gün eda ederse,
Ve bir vakti kılınca, ötekini beklerse,
Yani hep düşünürse her kim “Namaz kılma”yı,
O, zikretmiş sayılır her an Hak tealayı.
Kalp hastalıklarının ilacı bu zikirdir,
Allah’ı hatırlamak, kalbin temizliğidir.
Kimin kalbi Allah’ı zikrederse eğer ki,
Yerleşir o kalplere Allah’ın muhabbeti.
İşte “Namaz kılmak”la bu zikir hasıl olur,
Allah’ın sevgisi de, bu kalplerde bulunur.
Muhabbet-i ilahi, bir kalbe girse eğer,
Bu dünyanın sevgisi, o kalpten çıkar gider.
İşte bu yüzdendir ki, en kıymetli ibadet,
İhlas ile beş vakit “Namaz kılmak”tır elbet.)
Bir gün de buyurdu ki: (“Namaz” büyük ibadet,
Namazla hasıl olur Rabbe sevgi, muhabbet.
Nefis de güçsüz kalır kılındıkça her namaz,
Git gide zayıflayıp, insanı aldatamaz.
Sevdiği içindir ki Allah Müslümanları,
Hep mükellef kılmıştır “Namaz” ile onları.
Bir lütf-i ilahi ki “Namaz” bize aslında,
Nefis kahrolmaktadır namaz kılındığında.
Bir de yapıldığında bir amel ve ibadet,
Emredildiği gibi yapmalı onu elbet.
Mesela bir namazın sahih olması için,
Abdestin doğru, sahih olması lazım ilkin.
Doğru dürüst bir abdest alınmamışsa eğer,
Buna bağlı olarak namaz da olur heder.
Şartlarına uyarak, emredildiği gibi,
Yapılan bir ibadet, sahih olur tabii...)


20-

Allah adamlarından âlim ve veli bir zat,
Bir gün “Namaz” hakkında şöyle etti nasihat:
“Namaz kılmak”, İslamın beş şartından biridir,
İbadetler içinde, hatta en mühimmidir.
Zira buyuruyor ki Peygamber Efendimiz,
“Çoluk çocuğunuza namazı öğretiniz.
Çocuk yedi yaşına girince ayrıyeten,
Namaz kılması için emredin ona hemen”
İmamı Gazali de buyurdu ki bir derste:
“Nefse ceza vermeli, her günahta elbette.
Eğer göz yumulursa, daha azar, şımarır,
Önüne geçilemez, tehlikeli hal alır.
Mesela haram yerse, aç bırakmalı biraz,
Harama baktı ise, mubaha baktırılmaz.”
“Ebu Talha” vardı ki sahabe-i kiramdan,
Namaz kılıyor idi bağ içinde bir zaman.
O ara güzel bir kuş, gelip kondu yanına,
Kaç rek’at kıldığını, şaşırdı bakıp ona.
O da kendi kendine dedi ki: “Bak ey nefsim,
Benim dünya malında asla yok bir hevesim.
Rabbimin huzurunda ederken O’na taat,
O’ndan gayri bir şeye edilir mi iltifat?
Madem ki düşüyorsun sen böyle bir hataya,
Ben de tasadduk ettim bu bağı fukaraya.”
Yine sahabilerden, “Abdullah ibni Ömer”,
Bir vakit cemaate yetişmeseydi eğer,
Bir gece, uyumadan yapardı hep ibadet,
Zira o, kendisine etmişti bunu adet.
Sahabeden biri de, bir gün bila ihtiyar,
Bir akşam namazını geciktirdi bir miktar,
O kadar üzüldü ki buna o mübarek zat,
İki kölesi vardı, onları etti azat.
“Amr bin Dinar” vardı hem, evliyadan bir kişi,
Der ki: “Vefat etmişti, birinin kız kardeşi.
Defini müteakip, kardeşi eve varıp,
Baktı, “Para cüzdanı” düşmüş ve olmuş kayıp.
“Defnederken düşmüştür” diyerek hemen sonra,
Birisini alarak geldi aynı mezara.
Cüzdanı bulmak için o kabri tekrar açtı,
Ve lakin çok feci bir şey ile karşılaştı.
Ateşler içindeydi mezarı kardeşinin,
Aklı gidecek oldu korkudan o kişinin.
Mezarı tekrar örtüp, koştu hemen evine,
Gördüğü hadiseyi, anlattı annesine.
Dedi: “Hangi günahı ederdi ki irtikab,
Kabirde ateş ile olunur böyle azab?”
Dedi: “Namazlarını geciktiriyordu hep,
Azab olunmasına bu haldir belki sebep.”

21-

İmamı Gazali’nin, “Kimyayı seadet” nam,
Kitabında şöylece buyuruyor ki İmam:
Abdullah bin Muhammed adında bir Müslüman,
Diyor ki: Bir eşyamı kaybetmiştim bir zaman.
Onu aramak için o gün dolaşıyordum,
Nihayet bir mezarın yanına vasıl oldum.
Akşam ezanı dahi okunmuştu o anda,
Ve kıldım namazımı o mezarın yanında.
Dua ediyordum ki namazdan sonra fakat,
Gaibten kulağıma geldi acı bir feryat.
Dinledim, diyordu ki: “Ne olaydı dünyada,
Beş vakit namazımı edeydim her gün eda.
Aah keşke uysaydım da dinime tam olarak,
Bu kabir azabına olmasaydım müstehak.
Keşke çok ehemmiyyet verseydim de namaza,
Bu gün yapılmasaydı bana böyle bir eza.”
Bunun gibi, toprağın altında nice emvat,
Yeryüzündekilere ediyor şöyle feryat:
“Ey dünyada gafletle hayat süren insanlar,
Gafletten uyanın ki, elinizde fırsat var.
Biz fırsatı kaçırdık, bari siz kaçırmayın,
Çok pişman olursunuz siz dahi yoksa yarın.”
Hadiste buyurdu ki o Resul-i kibriya:
“Kim özürsüz bir namaz bırakırsa kazaya,
O kişi, “Seksen hukbe” ateşte yanacaktır,
Bir hukbe, seksen yıllık bir zaman olacaktır.
Her yılı, üçyüz altmış gün olup işbu vaktin,
Her günü, seksen dünya senesidir ve lakin.”
Her vakit geçtikçe de kaza edecek kadar,
Bu bir namaz terkinin günahı kat kat artar.
Birkaç namaz olursa, çetin olur bir hayli,
Yarın mahşer gününde çok zordur onun hali.
Her ne olursa olsun, bir an geciktirmeden,
Kaza namazlarını bitirmelidir hemen.
Namaz kılmayan kimse, Hakkın azametini,
Düşünüp anlamalı, işin vahametini.
Bu hadisi şerifin şiddeti karşısında,
İnsanın erimesi lazım gelir aslında.
Hadiste buyuruldu: “Günah işleyen kimse,
Pişman olup, Rabbinden affını diler ise,
Allahü tealayı çok merhametli bulur,
Onun bu pişmanlığı, affına sebep olur.”
Bir gün de buyurdu ki: (Bu dünya iş yeridir,
Ücret alınacak yer, elbette ahirettir.
Salih, iyi işleri yapmağa uğraşınız,
Allahın beğendiği amelleri yapınız.
Bu ameller içinde, en üstünü “Namaz”dır,
Namaz, dinin direği, mü’minin mi’racıdır.)

22-

Hırsızın hidayeti!..
Hadiste buyuruldu: (Namazını bir kimse,
Cemaatle kılmağa eğer devam ederse,
İyilerle haşrolur o kimse mahşer günü,
Ve geçer şimşek gibi hem Sırat köprüsünü.
Dertlerden, belalardan muhafaza olunur,
Ve bin şehid sevabı, o kula ihsan olur.)
Bir gece hırsız girdi, bir “Veli”nin evine,
Ve lakin bulamadı götürecek bir nesne.
Geri dönüyordu ki, üzüntülü ve me’yus,
Bu veli onu görüp, oldu gayet huzursuz.
Dedi ki: (Abdest alıp, biraz namaz kılsana,
Sabah bir şey gelirse, veririm onu sana.)
Hırsız “Peki” dedi ve, abdest aldı o zaman,
Gece sabaha kadar namaz kıldı durmadan.
O sabah zengin biri gelerek bu “Veli”ye,
“İkiyüz elli altın” etti ona hediye.
O da o altınları hırsıza verdi hemen,
O dahi tövbe edip, vazgeçti bu işlerden.
Hadiste buyuruldu: (Çocukları çok olan,
Ve ta’dil-i erkanla namazlarını kılan,
Hiç gıybet, dedikodu yapmıyan Müslümanlar,
Kıyamette benimle birlikte haşrolurlar.)
“Behaeddin Buhari”nin halis bir talebesi,
Vardı ki, şu vak’ayı anlatıyor kendisi:
Ben Kasr-ı arifan’da çiftçilik yapar idim,
Lakin Müslümanlıkla yok idi fazla ilgim.
Tam cehalet içinde geçirirdim bir hayat,
Yiyip içip yatmaktan alırdım sadece tad.
Behaeddin Buhari, giderken namazlara,
Beni görüp, tebessüm ederdi ara ara.
Bir gece de rüyamda gördüm bu evliyayı,
Yaklaşıp verdi bana elindeki aynayı.
Bakıp gördüm aynada, kendi suretimi ben,
Ve lakin çok “Çirkin”dim, ben iğrendim kendimden.
Ertesi gün evime gelip sordu sadece:
(Rüyada o aynayı kim verdi sana gece?)
(Siz verdiniz) deyince, buyurdu: (Peki niçin,
Yüzünü o aynada gördün iğrenç ve çirkin?)
(Bilmiyorum efendim) diye ben edince arz,
Buyurdu ki: (Ne için kılmıyorsun sen namaz?
Eğer ifa etseydin sen bu ibadetini,
Aynada gayet “Güzel” görürdün suretini.
“Namaz” nurdur, ışıktır insanların kalbine,
İhlas ile kılanlar, yakın olur Rabbine.
Namaz kılan kimsenin, kalbi olur temiz, pak,
Namaz kılan, yüzünden anlaşılır muhakkak.)


23-

Bu zata sordular ki bir zaman şu suali:
(İnsan kabre girince, nasıl olur ahvali?)
Buyurdu: (Kardeşlerim, bir kimse etse vefat,
Başlar o kimse için değişik, başka hayat.
Defin bitip, cemaat dağılırken yanından,
O, ayak seslerini işitir mezarından.
O mevta yalnız kalır artık o mezarında,
“Amelleri”nden başka kimse olmaz yanında.
İnsanlar ayrılınca, seslenir ona mezar,
Der ki: (Ey Ademoğlu, kıldın mı bende karar?
Bilir miydin buranın nasıl yer olduğunu,
Yoksa hissetmedin mi öğrenmek lüzumunu?
Görürsün ki burası, hem “Dar”dır, hem “Karanlık”,
Bulunmaz hem bu yerde ne “Yatak”, ne de “Yastık.”
Dün üstümde gezerdin, pek gururlu olarak,
Kabir nasıl bir yerdir, etmedin mi hiç merak?
Benim içim doludur, “Böcek” ve “Akrep” ile,
Hazırlıksız geldinse, şimdi her şey nafile.
Üstümde günahları eyledinse irtikab,
Şimdi benim içimde revadır sana azab.
Hem de hiç hazırlıksız geldinse bu mezara,
Kurtarmaz bu azabtan seni ne “Mal”, ne “Para”.)
Eğer o ölen kişi “Salih” bir kimse ise,
Gaibten başka bir ses, cevap verir o sese.
Der ki: (Ne söylüyorsun bu mü’mine ey kabir,
Bu, öyle bir kimse ki, eyleme onu tahkir.
O, Rabbime inanıp, gece gün etti taat,
Hep İslama muvafık dünyada sürdü hayat.
“Beş vakit namaz”ını kıldı hem de ihlasla,
Özürsüz tek namazı, geçirmedi o asla.
“Emri maruf” yaparak, hizmet etti bu dine,
En ufak bir sıkıntı gösterme bu mü’mine.)
Bu sesin arkasından, genişler kabri hemen,
Cennet yaygılarıyla tefriş olur tamamen.
Daha sonra yanına, biri gelir pek güzel,
Çok nurlu ve sevimli, her bakımdan mükemmel.
Der ki: (Sen kimsin acep, ne güzel ve şirinsin,
Bu tenha yerde gelip, beni sevindirirsin.)
O der ki: (Amellerin salih idi dünyada,
Beni o amellerden halk etti Hak teala.)
O ameller, dört yandan kuşatırlar o zatı,
Ondan ırak ederler, gelecek mazarratı.
Azab melaikesi gelirlerse faraza,
“Namaz” karşı koyarak, eder tam muhafaza.
Sonra başka cihetten yaklaşırlarsa eğer,
“Oruc”u karşı çıkıp, mani olur bu sefer.
Onlar bunu görünce, giderler dönüp derhal,
Ve derler ki: (Ne güzel, mübarek olsun bu hal.)


24-

Bir gün buyurdular ki o Server eshabına:
Eskiden birkaç kişi, gittiler kabristana.
Dediler ki: (Bir dua edelim Rabbimize,
Ölülerden birini diriltsin şimdi bize.
Ölüm ve ahiretten haber versin azıcık,
Ona göre dünyada yapalım bir hazırlık.)
Evvela abdest alıp, kıldılar hepsi namaz,
Sonra da el kaldırıp, ettiler dua, niyaz.
Hak teala izniyle, bu dua akabinde,
Bir mevta dirilerek kalkıverdi kabrinde.
Ve hemen dile gelip, dedi ki: (Ey insanlar,
Gafletle yaşamayın, ahiret var, hesap var.
Yatarım şu mezarda doksan küsur senedir,
Ölümün sarsıntısı hâlâ üzerimdedir.
Ölümü unutmadan, kulluk edin Allaha,
Ve mutlak devam edin, her gün “Namaz kılmağa”.)
Tabiini izamdan “Müslim bin Yesar” vardı,
Büyük bir alim olup, çok ibadet yapardı.
“Namaz”ı öyle güzel kılardı ki her zaman,
Hemen hayran kalırdı, onu gören her inan.
Namaz dışında dahi, namazdaymış gibi hem,
Sakınırdı lüzumsuz söz ve hareketlerden.
Kendini Hakk’a verir, olurdu hareketsiz,
Etrafta olanlardan bulunurdu habersiz.
Basra’da bir camide, bir gün namaz kılarken,
Bir zelzele oldu ve kubbe çöktü aniden.
Camide bulunanlar, hep kaçtılar dışarı,
“Müslim bin Yesar” ise duymadı olanları.
Cemaat, kendisini kurtarmağa geldiler,
Onu sağ ve sıhhatte, “Namaz kılar” gördüler.
Namazını bitirip, sonra selam verince,
“Geçmiş olsun” dediler kendisine hemence.
“Ne oldu?” diye sordu onlara o da hemen,
Dediler: (Görmedin mi kubbe çöktü aniden.)
Buyurdu ki: (Ne zaman oldu bu dediğiniz?
Ben hiçbir şey duymadım, siz neler söylersiniz?)
Bir veli, sohbetinde buyurdu: (Kardeşlerim,
“Beş vakit namaz”ına çok düşkündü pederim.
Bana vasiyyetinde dedi ki: “Ölüm hariç,
Beş vakit namazını eda et, bırakma hiç.
Eğer buna uymazsan, hakkımı etmem helal,
Mahşerde yakandadır ellerim behemehal.”
Vefat ettikten sonra, bir gün ruhu gelerek,
Dedi ki: “Ey evladım, ben senden razıyım pek.”
Çünki ben tuttum onun bu son nasihatini,
Çok şükür geçirmedim bir tek namaz vaktini.
Birinci vazifedir insana zira “Namaz”,
Namaz kılınmadıkça, Müslümanlık tam olmaz.


25-

Bu zat anlatıyor ki: Tabiini kiramdan,
“Amir ibni Abdullah” var idi evliyadan.
“Namaz”a durduğunda, geçerdi kendisinden,
Tamamen sıyrılırdı, dünya düşüncesinden.
Yanında çocukları bağırıp çağırsalar,
Bunlardan hiç haberi olmazdı zerre kadar.
Dediler ki: (Efendim, siz durunca namaza,
Hiç dünya düşüncesi gelmez mi yadınıza?)
Buyurdu ki: (Allahın huzurundayım artık,
Başka bir şey düşünmek, hiç olur mu muvafık?
Namazlarda daima şu gelir ki kalbime,
“Nasıl cevap veririm mahşer günü Rabbime?
Cennete mi giderim, yoksa cehenneme mi?”
Çok zaman bu düşünce meşgul eder kalbimi.)
Gündüz oruçlu idi, kılardı gece namaz,
Bunlardan başka bir şey vermezdi ona bir haz.
Bir kimse, kendisini gelmiş idi görmeğe,
Baktı, “Namaz kılıyor”, başladı beklemeğe.
Selam verip dedi ki: (Safa geldin kardeşim,
Biraz çabuk söyle ki, acildir zira işim.)
Şaşırdı gelen adam, arz etti ki: (Hayırdır,
Bu kadar acil olan ne gibi işin vardır?)
“Ölümü bekliyorum” buyurup o gelene,
Başka şey söylemeden, namaza durdu yine.
Ruhunu, “Namazdayken” vermeği istiyordu,
Bunun için namazdan çıkmak istemiyordu.
Vefatlarından sonra, bir mübarek “Veli”yi,
Bir gece, rüyasında görmüştü bir sevdiği.
Sordu: (Ne muamele eyledi Allah size?)
Buyurdu: (Keşf, keramet gibi neyim var ise,
Hiç işe yaramadı onların bir tanesi,
Olmadı hiç birinin bana bir faidesi.
Yalnız bir gece vakti, iki rek’at bir namaz,
İmdadıma yetişti, azabtan oldum halas.)
“Sehl-i Tüsteri” vardı, asrının bir tanesi,
Ve “Zünnun-i Mısri”nin makbul bir talebesi.
“Namaz”a fevkalade verirdi ehemmiyet,
Talebesine dahi bunu öğütlerdi hep.
Ömrünün sonlarında nihayet oldu hasta,
Eli ve ayakları tutmaz oldu adeta.
Lakin günde beş defa, “Namaz vakitleri”nde,
Olurdu a’zaları eski kuvvetlerinde.
Yine “Hallac-ı Mansur” vardı ki evliyadan,
O hep namaz kılardı gece gündüz durmadan.
Öyle çok yapardı ki o ibadet ve taat,
Her gün namaz kılardı istisnasız “Bin rek’at.”
Hatta bu adetini bir gün aksatmamıştı,
Yalnız öldüğü gece, “Beşyüz rek’at” kılmıştı.

26-

“Ata bin Meysere” ki, kendisi Tabiinden,
O zamanın tanınmış hadis âlimlerinden.
Geceleri uyumaz, hep ibadet ederdi,
Hane halkını dahi kaldırıp şöyle derdi:
(Kalkın namaz kılın ki, namazda vardır hayır,
Zira gece namazı, uykudan hayırlıdır
Tatlı uykudan kalkıp yapılan bu ibadet,
Cehennem azabından kolaydır daha elbet.)
“Bayezidi Bistami”, dinde günah ve haram,
Yani yasak ne varsa, hepsinden kaçardı tam.
Ve emirlere dahi ederdi tam riayet,
Bilhassa “Namaz” için ederdi fazla gayret.
Bir sabah namazına, bir defa geç uyandı,
Baktı ki güneş doğmuş, üzülüp içi yandı.
Zira sabah namazı kalmış idi kazaya,
Buna üzüntüsünden başladı ağlamaya.
Göz yaşları dökerek inledi üzgün üzgün,
Zira bu, kendisine dert olmuştu büsbütün.
O sırada şöyle bir nida duydu gaibten:
“Senin bu günahını mağfiret eyledim ben.
Sen çok pişman olarak ağlayıp sızlayınca,
Yetmişbin namaz ecri ihsan ettim ayrıca.”
Birkaç ay geçmişti ki bir sabah vakti yine,
Çok az zaman kalmıştı güneş doğma vaktine.
O ara şeytan gelip, onu uyandırarak,
Dedi ki: (Ey Bayezid, namazın geçiyor, kalk.)
Bayezidi Bistami, fırladı yatağından,
Namazı kıldı ama, hayrette kaldı o an.
Bir mana veremedi, şeytanın bu işine,
Çağırıp sual etti bu işi kendisine.
Buyurdu ki: (Ey mel’un, sen hiç böyle yapmazdın,
Beni uyandırmakta, neydi asıl maksadın?
Kazaya kalsın diye uğraşırken durmadan,
Ne için uyandırdın beni güneş doğmadan?)
Dedi ki: (Sen namaza kalkamadın geçen gün,
Bu yüzden çok üzülüp, ağladın üzgün üzgün.
Affetti Hak teala günahını o zaman,
Ve yetmişbin namazın ecrini etti ihsan.
Seni uyandırdım ki, kalkıp namaz kılasın,
Yine öyle çok fazla sevap kazanmıyasın.)
“Lokman Hakim”, oğluna ederdi ki nasihat:
(Namazı vaktinde kıl, aksatma sakın evlat.
Nasıl ki her binayı tutan bir direk vardır,
“Namaz”ın da dindeki yeri bunun aynıdır.
Siz amellerinizi nurlandırın namazla,
Zira namazdan üstün bir taat yoktur daha.
“Beş vakit namazı”nı eda eden Müslüman,
Kurtulur ahirette Cehennemde yanmaktan.)



27-

“Safvan ibni Süleym” ki, Tabiinden bir zattır,
Her hali, insanlara öğüt ve nasihattır.
Rabbine öyle kulluk ederdi ki severek,
Geçerdi her gecesi, hep ibadet ederek.
Yani öyle çoktu ki ibadet ve taati,
Az daha fazlasına, yetişmezdi takati.
Çok “Namaz” kıldığından dolayıdır ki hatta,
Şişerdi ayakları çok durmaktan ayakta.
Namazlarda ağlayıp, gözyaşı dökerdi hep,
Seccadesi devamlı ıslaktı bundan sebep.
Hatta kurumasına hiç fırsat kalmıyordu,
Zira ertesi gece, yine ıslanıyordu.
Derdi ki, Resulullah buyurdu ki bir defa:
(Her göz ağlıyacaktır kıyamette mutlaka.
Yalnız şu gözlerdir ki, o gün hiç ağlamazlar,
Allah korkusu ile hiç harama bakmazlar.
Ve bir de Allah için uyumayan gözlerdir,
Ve Allah korkusundan göz yaşı dökenlerdir.)
Hazreti Ebu Bekir buyurdu ki şöylece:
(Beş namaz vakitleri, ard ardına girince,
Melekler seslenir ki: “Ey insanlar, kalkınız,
Üstünüze farz olan bu namazı kılınız.
Böylece sizi yakmak üzere hazırlanan,
Ateşi, namaz ile söndürün hemen şu an.”
Bilin ki, namazını kılmıyanlar, elbette,
Rabbi, kızgın olarak görürler ahirette.
Büyüklerden birisi, şeytana rast gelerek,
Dedi ki: (Senden bir şey istiyorum öğrenmek.
Senin gibi bir mel’un olmak istesem ki ben,
Bunun için acaba, nedir bana tavsiyen?)
İblis buna sevinip, dedi: (Bu, kolay gayet,
Namaza önem verme, ayrıca çok yemin et.)
Bazı din büyükleri, şöyle buyurmuşlardır:
(Şu beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrum kalır.
Malının zekatını vemezse her kim eğer,
Mallarının hayrını görmeyip, olur heder.
Bunun gibi uşrunu vermezse biri şayet,
Tarla ve kazancında, kılmaz yümün, bereket.
Sadaka vermiyenin vücudu sıhhat bulmaz,
Dua etmiyen ise, muradına kavuşmaz.
Namaz vakti girince, kılmak istemiyen de,
Son nefeste şehadet getiremez o demde.)
Yani namaz kılmamak, ne fenadır ve çirkin,
İmansız gitmesine sebep olur kişinin.
“Namaz”a devam ise, kalbe şifa, nur verir,
Kılanları, ebedi saadete erdirir.
Zira Peygamberimiz buyurdu: (Nurdur namaz.)
Namazını kılmayan, bu nura kavuşamaz.

-28-

İki rek’at namaz
“Abdullah bin Tahir” ki, çok salih birisiydi,
Hem de çok adil olup, Horasan valisiydi.
Bir gün jandarmaları, birini “Hırsız” diye,
Yakalayıp, acele bildirdiler valiye.
O gece, hırsızlardan biri kaçtı hapistan,
Hiratlı bir demirci, o mahalden geçerken,
Memurlar onu görüp, derhal yakaladılar,
Hırsızlarla beraber valiye çıkardılar.
Vali, “Hapsedin” dedi, hiç de incelemeden,
Demirci, hücresinde bir abdest aldı hemen.
Kırık, mahzun kalp ile iki rek’at bir namaz,
Kıldı ve göz yaşıyle eyledi dua, niyaz:
(Ya Rabbi, suçum yoktur, sırf sen buna vakıfsın,
Ve beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın.)
O, gözyaşı içinde yalvarırken böylece,
Vali, gayet korkulu rüya gördü o gece.
Kuvvetli dört pehlivan, yanına gelip birden,
Tahtını tam kaldırıp, tersine çevirirken,
Uyanıp kalktı hemen, sonra namaza durdu,
Tövbe istiğfar edip, sonra yatıp uyudu.
Velakin rüyasında görünce aynı hali,
Yatağından korkuyla fırladı yine vali.
Bildi ki, kendisinde bir “Mazlum”un ahı var,
Acele abdest alıp, namaza durdu tekrar.
Sonra da el kaldırıp, dedi ki: (Ya İlahi,
Bilirim ki sadece büyük sensin Vallahi.
Sen öyle büyüksün ki, büyükler ve küçükler,
Sıkışınca, sadece senden yardım isterler.)
Çağırdı hapishane müdürünü acele,
Sordu: (Hapishanede bir mazlum var mı?) diye.
Dedi: (Onu bilemem, velakin bir kimse var,
Ağlayıp, gözyaşıyla ediyor çok dualar.)
Vali “Eyvaah” diyerek, getirtti derhal onu,
Sorup anladı hemen hiç “Suçsuz” olduğunu.
Sonra özür dileyip, dedi: (Bakma kusura,
Bir yanlışlık yapmışlar jandarmalar o sıra.
Hakkını helal edip, şu bin gümüşü de al,
Bir sıkıntın olunca, bana gel yine derhal.)
Helal etti demirci hakkını o valiye,
Dedi: (Gelmem işimi senden talep etmeye.)
Vali “Niçin?” deyince, dedi ki: (Ey sultanım,
Şu garip fakir için, sen gibi bir sultanın,
Tahtını ters çeviren Rabbimi bırakıp da,
Başkasına gidersem, yakışır mı kulluğa?
Namazların sonunda ettiğim dua, niyaz,
İle, nice dertlerden eyledi beni halas.
Ve nice muradıma kavuşturmuşken Rabbim,
Ondan başka birine nasıl gidebilirim?)

29

Hadiste buyuruldu: (Her kim özrü yok iken,
“Namaz”ı terk ederse, kurtulmaz başı dertten.
Ömründe hiç bereket olmaz onun mesela,
Çok iyilik yapsa da, sevap almaz o asla.
Kimseler sevmez onu, kabul olmaz duası,
Hem iyi duaların olmaz ona faydası.
Zelil, kötü ve çirkin ölür hem aç olarak,
Susuzluk acısıyla o can verir muhakkak.
Mezarı, iki yandan sıkar onu bir nice,
Kabri ateşle dolup, yakar onu gün gece.
Gayet büyük bir yılan gelir onun yanına,
Öyle ki, hiç benzemez dünya yılanlarına.
Her gün, her namaz vakti, sokar onu durmadan,
Hatta kendi haline bırakmaz onu bir an.
Azab melaikesi, devamlı yanındadır,
Hor ve hakir olarak, cehenneme atılır.
Bir hadisi şerifte buyurdu ki o Server:
(Bir namazı, vaktinde kılmazsa biri eğer,
O kişi, seksen sene ateşte yanacaktır,
Ahiretin bir günü, bin sene olacaktır.)
Bir vakit kılmayanın cezası bu olursa,
Hiç kılmayanın hali nasıl olur acaba?
Özürsüz namazını terk ederse kim eğer,
Onun şahitliği de sayılmıyor muteber.
Hele farz olduğunu etmezse eğer kabul,
O zaman imanını zayi eder böyle kul.
Bazıları çok yanlış bir kelam ediyorlar,
Yani (Önce vazife, sonra namaz) diyorlar.
Tabii ki vazife kutsaldır, bu hakikat,
Büyük amirin emri daha mühimdir fakat.
En büyük amir ise, Allahü tealadır,
O halde en birinci vazife de “Namaz”dır.
“Namaz”, maddi manevi temizliktir mükemmel,
Zira günde beş defa abdest almak ne güzel.
Yine her gün kırk defa secde edince insan,
İdman etmiş sayılır her uzvu muntazaman.
Bir insan ki temiz ve böyle hareketlidir,
Her yaşta sıhhatini o koruyor demektir.
Zira ömrü boyunca namaz kılan kimseler,
Genellikle hep sağlam, yani sıhhatlidirler.
“Namaz”ın manen olan faydasına gelince,
Bu, maddi faydasından ziyadedir bir nice.
Bir kul, günde beş defa Allahın huzuruna,
Çıkınca, manevi bir huzur verir bu ona.
Nefse uyup, bir günah yapacak olsa eğer,
Namaz saatlerinde bunu anlar, vazgeçer.
Kur’an-ı kerimde de buyuruluyor ki zaten:
(Namaz, korur insanı uygunsuz fiillerden.)


30-

Bu zat “Namaz” hakkında buyurdu ki bir derste:
(Namaz, Müslümanlığın temelidir elbette.
Nasıl sağlam olmazsa hiç temelsiz bir bina,
Namazsız Müslümanlık mahkumdur yıkılmağa.
“Namaz”, sık sık Allah’ı hatırlatırsa nasıl,
Namazı tekr etmek de unutturur velhasıl.
Onu unutanları affetmez cenabı Hak,
Öyleyse namazları kılmalıdır muhakkak.
Hem dünya, hem ahiret seadetinin zaten,
Kapı anahtarıdır “Namaz kılmak” esasen.
Her kim bu anahtarı geçirirse eline,
Girer iki cihanın tüm seadetlerine.
Bunu ele geçirmek, herkesin elindedir,
İnanan insan için bu, hiç de zor değildir.
Sonra namaz kılmanın zevkine varan insan,
Artık hiç bırakamaz, kılar hep muntazaman.)
Bir gün de buyurdu ki: (Bilcümle ibadetler,
“Namaz” içerisinde mevcuttur birer birer.
Hem tesbih, hem salevat, hem de Kur’an okumak,
Kıyam, rüku ve secde, hem ka’dede oturmak.
Mesela gördüğümüz şu ağaçlar ve otlar,
“Kıyam”da durur gibi hepsi dik duruyorlar.
Dört ayaklı hayvanlar, başları önlerinde,
Yürür ve dolaşırlar “Rüku” vaziyetinde.
Diğer cansızlar ise, dağlar, taşlar hep bir bir,
“Ka’de”de durur gibi, yere serilmişlerdir.
“Namaz kılan” bir kimse, işte bütün bunları,
Bir ibadet olarak yapar hep ayrı ayrı.
Hem amelleri yazan vazifeli melekler,
Herkese sabah akşam iki defa gelirler.
Birinin vazifesi bitmiştir döner geri,
Henüz başlıyacaktır göreve diğerleri.
O dönen meleklere sorar ki Hak teala:
(Ne halde bıraktınız kullarımı dünyada?)
Onlar Hak tealaya arz ederler ki artık:
(Ya rab, namazda bulduk ve namazda bıraktık.)
Rabbimiz meleklere buyurur ki cevaben:
(Sizler şahid olun ki, affettim onları ben.)
Yine, (Evlerinizi kabir yapmayın) diye,
Buyurmuştur o Server hadiste sahabeye.
Yani namaz kılmamak suretiyle siz sakın,
Evinizi mezarlık ve kabristan yapmayın.
Zira özrü olmadan, sırf tembellik ederek,
Bir mü’min, beş vakitten ederse birini terk,
Bir namaz terki için, o kişi cehennemde,
Azab çeker Maazallah “Yetmişbin sene” hem de.
Bu korkunç akıbeti düşünen bir Müslüman,
Kılar namazlarını, beş vakit muntazaman.

31-

Bu zat buyuruyor ki: (Hiçbir özrü olmadan,
Bir namazı terk etmek, büyük günahtır, aman.
Kazasını acele, hemen kılmak lazımdır,
Hemen kılınmaz ise, o da büyük günahtır.
Kaza edecek kadar geçtikçe boş zamanlar,
Kazaya bırakmanın günahı kat kat artar.
Dört rek’atlık bir farzı kaza etmek faraza,
Onun “Beş dakika”lık bir zamanını alsa,
Her beşer dakikalık boş zaman dilimleri,
Geçtikçe, katlanarak artar bu günah dahi.
İşte İslamiyette, bir vakit “Farz namaz”ı,
Özürsüz bırakmanın bu olursa cezası,
Aylarca, senelerce kılınmayan namazlar,
Cezası nasıl olur, düşünen bunu anlar.
Bu çok korkunç günahtan kurtulabilmek için,
Herşeye başvurması lazım gelir kişinin.
Aklı olan bir mü’min, düşünerek bunları,
Gece gündüz durmadan kılar hep kazaları.
Böylece borçlarını bitirip bir an önce,
Kurtulmağa çalışır cehennemden böylece.
Çünkü tembellik ile, yani sırf üşenerek,
Beş vakit farz namazdan, kazaya kalsa bir tek,
Eğer tövbe etmeden ölürse, cehennemde,
Yanacaktır o kişi, “Yetmişbin sene” hem de.
Bu, bir vakit namazı kılmamak cezasıdır,
Yıllarca kılmayanın hali acep nasıldır?
İşte bu hakikati düşünen bir Müslüman,
Yiyemez, uyuyamaz, dünyası olur zindan.
Bu gün verilmeyince “Namaz”a ehemmiyyet,
Azaldı hep rızıklar, kalmadı bet bereket.
Nitekim Hak teala buyurdu: (Ey kullarım,
Beni unutursanız, rızkınızı kısarım.)
İman, sıhhat ve gıda, insanlık ve merhamet,
Daha nice rızıklar azaldı bugün gayet.
Haşa hiç zulmeder mi kullarına Hüdası?
Her insanın çektiği, bizzat kendi cezası.
İslamı yaşamayan bu gün birçok hanede,
Kadınlı ve erkekli çalıştıkları halde,
Yine bir ailenin rahat hayat sürecek,
Bir gelir temininden acizdirler, bu gerçek.
Önceki mü’minlerin imanları kaviydi,
Cehennem azabından korkudaydı herbiri.
İşte bu yüzdendir ki, hiçbir özrü olmadan,
Bir namazı kılmamak, düşünülmezdi o an.
Ancak bir özür ile geçerdi namaz belki.
O da, büyük üzüntü olurdu elbette ki.
“Nefes almak” gibidir aslında “Namaz kılmak”,
Bir mü’min hayattaysa, kılacaktır muhakkak.



32-

Bu zat buyuruyor ki: (Okunur iken ezan,
Düşünün ki, “İsrafil Sur’a üfler şu zaman.”
Abdest almak üzere kalktığınız zaman da,
Düşünün ki, “Kabrimden kalkıyorum şu anda.”
Camiye giderken de düşünün ki hem yine,
“Gidiyorum şimdi ben, sanki mahşer yerine.”
Müezzin ikameti okuyup da o saat,
Safa girdiklerinde namaz için cemaat,
“Mahşerde insanların yüzyirmi saf halinde,
Toplandığını” düşün o mahşer mahallinde.
İmam namaza durup, Fatihayı okurken,
De ki, “Sağımda cennet ve solumda cehennem.
Ensemde Azrail ve karşımda Beytullah var,
Ayağımın altında Sırat ve önüm mezar.”
Düşün sonra, “Mizanda sualim nasıl geçer?
Bana yoldaş olur mu yaptığım ibadetler?
Yoksa kabul olmaz da onların bir tanesi,
Yüzüme mi çarpılır bir paçavra misali”)
Bir gün Resulullaha sordu biri Ensar’dan,
Dedi: (Bize beyan et, namazın esrarından.)
Buyurdu: (Ey eshabım, “Namaz” büyük ibadet,
Rabbin hoşnut olduğu bir ameldir o elbet.
Meleklerin sevdiği, nebilerin sünneti,
A’malin efdalidir, kalbinizin lezzeti.
“Namaz”, canın nuru ve bedenin kuvvetidir,
Duaların kabulü, rızkın bereketidir.
“Namaz”, melekül mevte şefaatçıdır hem de,
Ayrıca aranızda perdedir cehennemde.
O, karanlık kabirde çırağ olur, yani nur,
Kıyamet sıcağında serin bir gölge olur.
“Namaz”, Münker-Nekire, cevaptır esasında,
Kolaylıktır hesabın görülme esnasında.
Sıratı şimşek gibi geçiren bir araçtır,
Cennetin anahtarı, başlarımıza taçtır.)
Yine buyurdular ki: (İmam ile beraber,
“İftitah tekbiri”ni alırsa her kim eğer,
Nasıl kuru yapraklar, dökülür rüzgar ile,
Onun günahları da dökülür işte böyle.
Namaza başlayıp da, “Euzü” söyleyince,
Çok sevaba kavuşur, kılları adedince.
“Fatiha” okuyunca, Hac sevabı kazanır,
“Rüku” için bir nice sadaka ecri alır.
“Rüku tesbihleri”nden, yüz suhuf, dört kitabı,
Kıraat etmiş gibi alır ecrü sevabı.
“Semi’allahü limen hamideh” derse eğer,
Allah onu, tam rahmet deryasına garkeder.
“Secde”ye vardığında, insan ve cinnilerin,
Adedince sevap ve ecir alır o mü’min.)


33-

Bu zat der ki: Bir kişi, sahabe-i kiramdan,
“İftitah tekbiri”ne geç kalmıştı bir zaman.
Keffareti olarak, bir köle etti azad,
Resulün huzuruna geldi hem de o saat.
Dedi: (Yetişemedim iftitah tekbirine,
Bir köle azad ettim, kavuştum mu ecrine?)
Hazreti Ebu Bekr’e sordu Resul o anda:
(Sen ne dersin iftitah tekbiri hakkında?)
Dedi: (Ya Resulallah, benim olsa kırk devem,
Kırkının da yükleri sırf “Cevahir” olsa hem,
Fakirlere
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:34
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Faydalı linkler
serhendli su an offline serhendli  
Faydalı linkler
13 Mesaj -
Kur'an-ı Kerim (Yazılı ve Sesli)
Sesli ve Resimli Namaz Rehberi
Sevgili Peygamberimiz
Dünya Şehirleri İçin Namaz Vakitleri
Türkiye Takvimi
Hakikat Kitabevi
Mehmet Ali Demirbaş
Osman Ünlü
Ramazan Ayvallı
Mehmet Oruç
Abdüllatif Uyan
Vehbi Tülek
Aile ve Kadın
Ethem Levent
Huzur Pınarı
Huzura Doğru
Dini Sözlük
Evliyalar Ansiklopedisi [PDF]
Y.Rehber Ansiklopedisi (Genel Kültür) [PDF]
Tarihi ve Dini Kasetler (Sesli)
Türkiye Çocuk Dergisi
Mandalina.tv (Çocuklar için)
Çocuk Pınarı
Yemek ve Tatlı Çeşitleri (Şifa Yemek)
Yemek Zevki Dergisi
Feraiz (Miras Hesaplama) Programı [ 12 KB ]
Feraiz (Miras Hesaplama) Programı [ 130 KB ]
Evlilik ve Aile
http://www.evlilikrehberi.net sitelerinde de, evlilik ve aile bilgileri mevcuttur.


°NTERNET SÄ°TELERÄ°MÄ°Z
http://www.dinimizislam.com adresinde, her dini konuda bilgi vardır. Peygamberlerin ve İslam âlimlerinin hayatları, hikmetli sözler, menkıbeler, şiirler, ilahiler, Osmanlı tarihi ve idarecilik bilgileri gibi bölümler de, sitemizde mevcuttur. Aradığı sorunun cevabını bulamayanlara da, cevap verilmektedir.
Dinimiz İslam mail grubuna üye olanlara, kısa soru cevaplar gönderilmekte, ayrıca sitedeki güncellenen yazılardan, üyelerimiz haberdar edilmektedir. Üye olmak isteyenler, bize bildirebilir.
Abdullatif.uyan@tg.com.tr ve http://www.huzurpinari.com mail gruplarından da üyelerine, muteber kitaplardan yazı ve menkıbeler gönderiliyor. Adreslerinden bilgi alınabilir.
Dinimiz İslam e-kart sayfasında, şu anda 45 kategori altında 1900’den fazla kart bulunuyor, buradan herkes tanıdıklarına istediği kartları gönderebiliyor.
http://www.dinimizislam.com sitesinin toplam ziyaret sayısı 22 milyonu geçmiş olup, her gün ortalama 40 bin defadan fazla, ziyaret edilmektedir. Bu ziyaretçilerin % 75’i arama motorlarıyla sitemize ulaşmaktadır. İslam kelimesi veya herhangi dini bir konu Google’da arandığında, arama sonuçlarında sitemiz, birinci veya ilk sıralarda çıkmaktadır. (Ziyaretçi sayıları, Google Analytics’ten alınmıştır.)
http://www.mehmetalidemirbas.com sitesindeki yazılar seslendirilmektedir, bitenler dinlenebilir. http://www.osman-unlu.com sitesinde, Osman Ünlü hocanın yazdığı yazılar ve bütün programlarının ses kayıtları, http://www.cocukpinari.com sitesinde çocuklar için eğlenceli bilgiler, http://www.ailevekadin.com ve http://www.evlilikrehberi.net sitelerinde de, evlilik ve aile bilgileri mevcuttur.

Tel: 0 212 - 454 38 20 Faks: 0 212 - 454 38 29 http://www.dinimizislam.com - http://www.mehmetalidemirbas.com




aldatan aldanandır
ecel emelin önündedir
emeli artanınelemi artar
Ekleme Tarihi: 23.04.2008 - 08:28
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: EHLİ SÜNNET ALİMLERİ
serhendli su an offline serhendli  
EHLİ SÜNNET ALİMLERİ
13 Mesaj -
Bütün insanlara önce lâzım olan şey, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitâblarında bildirdikleri gibi, bir îmân ve i’tikâd edinmekdir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın yolunu bildiren, Kur’ân-ı kerîmden murâd-ı ilâhîyi anlayan, hadîs-i şerîflerden murâd-ı peygamberîyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyâmetde kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allahü teâlânın Peygamberinin ve Onun Eshâbının “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yolunu kitâblara geçiren, değişdirilmekden ve bozulmakdan koruyan, (Ehl-i sünnet) âlimleridir.
4— Se’âdet-i ebediyyeye kavuşmak için, müslimân olmak lâzımdır. Müslimân olmak için, hiçbir formaliteye, müftîye, imâma gitmeğe lüzûm yokdur. (Makâmât-i mazheriyye) onikinci faslında diyor ki, (Allahü teâlâya ve Resûlüne ve Onun Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım. Allahü teâlânın ve Resûlünün dostlarını severim ve düşmanlarını sevmem demek kâfîdir. Her bilgiyi delîl ile isbât etmek, ya’nî Kur’ân-ı kerîmdeki veyâ hadîs-i şerîflerdeki yerlerini göstermek, âlimlerin vazîfesidir. Her müslimâna lâzım değildir). İbni Âbidîn de, (Kâfirin nikâhı) bahsi sonunda, böyle buyurmakdadır.
5 — Dört mezhebde ictihâd derecesine yükselmiş olan müctehidlere ve bunların yetişdirmiş oldukları büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimleri denir. Ehl-i sünnetin reîsi ve kurucusu, (İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit) ve iki imâm, Ebû Mensûr Mâ-türîdî ve Ebûl-Hasen-i Eş’arîdir.

6 — Hakîkate varmış Evliyânın büyüklerinden olan Sehl bin Abdüllah Tüsterî “rahmetullahi aleyh” diyor ki, (Eğer Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâmın ümmetlerinde, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” gibi bir zât bulunsaydı, bunlar yehûdîliğe ve hıristiyanlığa dönmezdi).

7 — Bu büyük imâmın ve yüzlerce talebesinin ve bunların da yetişdirdiği binlerce büyük insanın yazdığı milyonlarca kitâb, Peygamberimizin yolunu, bütün dünyâya doğru olarak yaymış, tanıtdırmışdır. Şimdi, internet denilen âletler vâsıtası ile, dünyânın her yerinde islâmiyyet çok kolay öğrenilmekdedir. Bugün islâm dînini, duyamıyacak, hür dünyâda bir şehr, bir köy ve bir kimse kalmamışdır. İslâmiyyeti işitince, doğru olarak öğrenmek istiyene, Allahü teâlâ, bunu nasîb edeceğini va’d buyurmuşdur. Bugün, dünyâ kütübhânelerini doldurmuş olan bu kitâbların ismlerini bildiren fihristler mevcûddur. Meselâ, Kâtib Çelebînin (Keşf-üz-zunûn) kitâbında, onbeşbine yakın kitâb ve onbin kadar müellif ismi vardır. Bu kitâb, iki cild olup, arabîdir. Bağdâdlı İsmâ’îl pâşa, bu kitâba, iki cild zeyl, ya’nî ilâve yazmışdır. Bu zeyllerde, onbine yakın kitâb ve müellif ismi vardır. Keşf-üz-zunûn, 1250 [m. 1835] de, üstde arabî, altda latince tercemesi olarak, Leipzigde basılmışdır. Dahâ önce 1112 [m. 1700] de fransızcaya terceme edilmişdi. Hemen yine o târîhde Mısrda da basılmışdı. Son olarak, iki zeyli ile berâber 1360-1366 [m. 1941-1947] arasında İstanbulda arabî basılmışdır. Kitâblar, elifbâ sırası iledir. Dördü de me’ârif kütübhânelerinde satılmakda idi. İsmâ’îl pâşanın (Esmâ’-ül-müellifîn) ismindeki arabî, iki cild kitâbı, 1370 ve 1374 [m. 1951 ve 1955] de İstanbulda basılmışdır. Bu iki kitâbda, Keşf-üz-zunûn ve zeyllerindeki kitâbların müellifleri, elifbâ sırası ile yazılmış ve her ismin yanında, yazdığı eserleri bildirilmişdir. Bugün, bütün dünyâda mevcûd, yalnız arabî islâm kitâblarını ve yazarlarını ve her memleketde hangi kütübhânelerde ve numarasını gösteren, çok istifâdeli ve kıymetli bir kitâb da, 1362 [m. 1943] de Leiden şehrinde basılmış olan, Carl Brockelmannın (Geschichte der Arabischen Litteratur) ismindeki almanca kitâbıdır. Osmânlı devletinde yetişmiş âlimlerin hâl tercemesini bildiren (Şakâ’ik-ı Nu’mâniyye) kitâbının sâhibi, Taşköprü zâde Ahmed efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Miftâh-us-se’âde) kitâbı, beşyüze yakın çeşidli ilmi ta’rîf ve îzâh edip, her ilmde yazılmış kitâb ve bunları yazanlar hakkında bilgi vermekdedir. İslâm âlimlerini ve eserlerini tanıtan bu kıymetli kitâbı, oğlu, Kemâleddîn Muhammed, arabcadan türkçeye çevirmiş ve (Mevdû’ât-ül-ulûm) ismini vermişdir. (Mevdû’ât-ül-ulûm), [1313] senesinde, İkdâm gazetesi matba’asında basılmışdır. Piyasada mevcûddur. Bu kitâbı okuyan, anlayışlı ve insâflı bir kimse, islâmiyyetin yirmi ana ilmini ve bunların kolları olan, seksen ilmi ve bu ilmlerin âlimlerini ve herbirinin yazdığı kitâbları görerek, durmadan, yılmadan yazan, islâm âlimlerinin çokluğu ve herbirinin, ilm deryâsına dalmakdaki mehâretleri karşısında, hayrân kalmakdan kendini men’ edemez.

[Bu kitâblarında tabî’iyyecilerin ve maddîcilerin sözlerini ve müslimân olmıyanların islâmiyyete sokmak istedikleri uydurmaları delîller ve tartışmalar ile red ederek hepsini susdurmuşlar, din düşmanı olan zındıkların hâzırladıkları fitne ve fesâd ateşlerini söndürmüşlerdir. Ayrıca, kötü maksadlarla Kur’ân-ı kerîme yanlış ma’nâlar vermeğe, bozuk tercemeler yapmağa kalkışanların yüz karalarını meydâna çıkarıp, bir tarafdan îmân edilmesi lâzım gelen şeyleri birer birer ve açıkça yazmışlar, bir tarafdan da, bütün dünyâda olmuş ve kıyâmete kadar olacak her vak’a ve hareketin ahkâm-ı islâmiyyesini, pek doğru olarak, insanlığın önüne koymuşlardır.

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin “rahmetullahi teâlâ aleyh” dersinde hâzır bulunan talebesinden sekizyüzden fazlasının ismleri ve hâl tercemeleri kitâblarda yazılıdır. Bunlardan beşyüzaltmışı fıkh ilminde derin âlim olarak şöhret bulmuş, içlerinden otuzaltısı ictihâd makâmına yükselmişdir.]

8 — Her bid’at sâhibi, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde ma’nâları açık olmayan i’tikâd bilgilerinde, yanlış te’vîl yaparak, yanlış ma’nâ çıkardığı için, hak yoldan ayrılmışdır. Hâlbuki, Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki, (Kur’ân-ı kerîmden kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile ma’nâ çıkaran kâfirdir). (Berîka) ve (Hadîka)da, dil âfetlerinin ellincisini okuyunuz! Nemâzdan, îmândan haberi olmıyanların, para kazanmak için, piyasaya sürdükleri, uydurma tefsîrlerinin, yaldızlı reklâmlarına aldanmamalı, bunları almamalı, okumamalıdır.

9 — Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarılan ilmler içinde, kıymetli ve doğru olan, yalnız (Ehl-i sünnet) âlimlerinin anladıkları ve bildirdikleridir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu ilmleri, Eshâb-ı kirâmdan öğrendi. Bunlar da, Resûlullahdan öğrendiler. Her mülhid, her bid’at sâhibi ve her câhil, tutduğu yolun, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun olduğunu sanır ve iddi’â eder. Bu hâlde, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarılan her ma’nâ, makbûl ve mu’teber değildir.

10 — Ehl-i sünnet âlimlerinin, o büyük ve dindâr insanların bildirdikleri i’tikâddan, îmândan kıl kadar ayrılanların, kıyâmetde azâbdan kurtulmaları imkânsızdır. Böyle olduğu akl ile, Kur’ân-ı kerîm ile ve hadîs-i şerîfler ile ve din büyüklerinin (Basîretleri) ile ya’nî kalb gözleri ile görmeleri ile anlaşılmakdadır. Yanlışlık ihtimâli yokdur. Bu büyüklerin kitâblarında bildirdikleri doğru yoldan kıl kadar ayrılanların sözleri ve kitâbları, zehrdir. Hele dünyâlık toplamak için, dîni âlet edenlerin ve kendilerine din adamı ismini verip, her akllarına geleni yazan zındıkların hepsi, din hırsızıdır. Bu kitâbları ve mecmû’aları okuyanların îmânlarını çalarlar. Bunlara aldananlar, kendilerini müslimân sanıp nemâz kılar. Hâlbuki, îmânları çalınmış, gitmiş olduğundan nemâzları ve hiçbir ibâdetleri ve iyilikleri kabûl olmaz ve âhıretde işe yaramaz.

Dinlerini dünyâya satanlar hakkında, Bekara sûresinde meâli, (Câhiller, ahmaklar, dünyâdaki zevk ve lezzetlere kavuşmak için, dinlerini, îmânlarını verdi. Âhıretlerini satıp, dünyâyı, şehvetlerinin istediklerini aldılar. Kurtuluş yolunu bırakıp, helâke koşdular. Bu alış verişlerinde birşey kazanmadılar. Bunlar, ticâret ve kazanç yolunu bilmedi. Çok ziyân etdi) olan onaltıncı âyet-i kerîmesi gönderildi.

11 — İki cihân se’âdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmağa bağlıdır. Ona tâbi’ olmak için, îmân etmek ve ahkâm-ı islâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Kalbde doğru îmânın bulunmasına alâmet, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsûs olan ve kâfirlik alâmeti olan şeyleri yapmamakdır. Çünki islâm ile küfr, birbirinin aksidir, zıddıdır. Birinin bulunduğu yerde, diğeri bulunamaz, gider. Bu iki zıd şey, bir arada bulunamaz. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerini hakâret ve kötülemek olur. Allahü teâlâ, sevgilisi olan Muhammed aleyhisselâma, huluk-ı azîm sâhibi olan, çok merhametli olan Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem”, islâm düşmanları ile cihâd ve muhârebe etmeği ve onlara sertlik göstermeği emr ediyor. Demek ki, islâm düşmanlarına sert davranmak huluk-ı azîmdendir. İslâmiyyetin izzeti ve şerefi, küfrün ve kâfirlerin hakîr ve zelîl olmasındadır. Kâfirlere izzet veren, hurmet eden, müslimânları tahkîr etmiş, alçaltmış olur. [Hak teâlâ, Âl-i İmrân sûresinde kâfirlere kıymet verenlerin ve küfre tâbi’ olanların aldandıklarını ve pişmân olacaklarını beyân buyurarak meâli, (Ey benim sevgili Peygamberime “sallallahü aleyhi ve sellem” inananlar! Eğer, kâfirlerin sözlerine aldanıp da, Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” yolundan ayrılırsanız, kendilerine müslimân süsü veren din düşmanlarının, ya’ni zındıkların uydurma ve yaldızlı sözlerine kapılarak, îmânınızı çaldırırsanız, dünyâda ve âhıretde ziyân edersiniz) olan yüzkırkdokuzuncu âyet-i kerîmeyi gönderdi.]

Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmanı ve Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” düşmanı olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” düşman olmağa sürükler. Bir kimse, kendini müslimân zan eder. Kelime-i tevhîdi söyleyip, inanıyorum der. Nemâz kılar ve her ibâdeti yapar. Hâlbuki, bilmez ki, böyle çirkin hareketleri, onun îmânını ve islâmını temelinden götürür.

[Kâfirler, ya’nî Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiği islâm dînini beğenmiyenler, zemâna, asra ve fenne uymuyor diyenler ve mürtedler, müslimânlarla ve müslimânlıkla, açıkça ve alçakça alay ediyor, müslimânları aşağı görüyorlar. Müslimânlığın dışında kalmak, keyflerine, şehvetlerine ve içlerindeki kötü isteklerine uygun geldiğinden, müslimânlığa gericilik, îmânsızlığa, dinsizliğe asrîlik, münevverlik ve ışıklı yol diyorlar. (Mürted) demek, müslimân evlâdı oldukları hâlde, müslimânlıkdan haberleri olmadığından ve hiç bir din âliminin kitâbını okumadıklarından ve anlamadıklarından, yalnız bir lutfe, bir teveccühe ve dünyâlığa kavuşmak için ve akıntıya kapılmış olmak için, müslimânlığı beğenmiyenler, terakkîye mâni’dir diyenlerdir.

Bunlardan ba’zısı, temiz yavruları aldatmak için (İslâmiyyetde herşey “miş” ile bitiyor. Şöyle imiş, böyle imiş diye, hep mışa dayanıyor. Bir sened ve vesîkaya dayanmıyor. Diğer ilmler ise, isbât edilip, bir vesîkaya dayanmakdadır) diyorlar. Bu sözleri ile, ne kadar câhil olduklarını gösteriyorlar. Hiç de, bir islâm kitâbı okumamışlar. İslâmiyyet ismi altında, hayâllerinde, birşeyler tasarlayıp, din bu düşüncelerden ibâretdir sanıyorlar. Bilmiyorlar ki, hayâllere tapınan, hıristiyanlardır. Birkaç yehûdînin ortaya çıkardığı, heykellere, taşlara tapınıyorlar. Hâlbuki müslimânlar, peygamberlerin en üstünü Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmakda, haber verdiği, mi’râc gecesinde görüp konuşduğu ve hergün Cebrâîl ismindeki melek vâsıtası ile haberleşdiği bir Allaha ibâdet etmekdedir. Bunların, islâmiyyetden ayrı ve uzak gördükleri ilmler, fenler, vesîkalar, senedler, hep islâm dîninin birer şu’besi, dallarıdır. Meselâ bugün liselerde okunan bütün fen bilgileri, kimyâ, bioloji kitâbları, ilk sahîfelerinde, (Dersimizin esâsı, müşâhede [gözetleme], tedkîk [inceleme] ve tecribedir) diyor. Ya’nî fen derslerinin esâsı, bu üç şeydir. Hâlbuki, bu üçü de, islâmiyyetin emr etdiği şeylerdir. Ya’nî, dînimiz, fen bilgilerini emr etmekdedir. Kur’ân-ı kerîmin çok yerinde, tabî’atı, ya’nî mahlûkâtı, canlı ve cansız varlıkları görmek, incelemek emr edilmekdedir. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, birgün Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” sordu ve: (Yemene gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka dürlü aşıladıklarını ve dahâ iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medînedeki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa, Yemende gördüğümüz gibi aşılayıp da, dahâ iyi ve dahâ bol mu elde edelim?) dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunlara şöyle diyebilirdi: Biraz bekleyin! Cebrâîl “aleyhisselâm” gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm. Veyâ, biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim, demedi ve (Tecribe edin! Bir kısm ağaçları, babalarınızın üsûlü ile, başka ağaçları da, Yemende öğrendiğiniz üsûl ile aşılayın! Hangisi dahâ iyi hurma verirse, her zemân o üsûl ile yapın!) buyurdu. Ya’nî tecribeyi, fennin esâsı olan tecribeye güvenmeği emr buyurdu. Kendisi melekden anlar veyâ mubârek kalbine elbette doğar idi. Fekat, dünyânın her tarafında, kıyâmete kadar gelecek müslimânların, tecribeye, fenne güvenmelerini işâret buyurdu. Hurma ağaçlarını aşılama kıssası (Kimyâ-i se’âdet)de ve (Ma’rifetnâme)nin yüzonsekizinci sahîfesinde yazılıdır. İslâmiyyet, bütün fen kollarında, ilm ve ahlâk üzerinde, her çeşid çalışmağı ehemmiyyetle emr etmekdedir. Bunlara çalışmak, farz-ı kifâye olduğu, kitâblarda yazılıdır. Hattâ, bir islâm şehrinde, fennin yeni bulduğu bir âlet, bir vâsıta yapılmayıp, bu yüzden bir müslimân zarar görürse, o şehrin idârecilerini, âmirlerini, islâmiyyet mes’ûl tutmakdadır. Hadîs-i şerîfde, (Oğullarınıza yüzmek ve ok atmak öğretiniz! Kadınların, evinde iplik iğirmesi ne güzel eğlencedir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, harb için lâzım olan her çeşid bilgi ve âleti edinmeği, hiç boş durmamağı ve fâideli eğlenceleri emr etmekdedir. Bunun içindir ki, bugün, bir islâm milletinin, atom bombası, sun’î peyk yaparak müslimânlığı dünyâya tanıtması farzdır. Yapmağa çalışılmazsa, büyük günâh olur.


Müslimânların bilmesi, öğrenmesi lâzım olan bilgilere (Ulûm-i islâmiyye) müslimânlık bilgileri denir. Bu bilgilerin kimisini öğrenmek farzdır. Kimisini öğrenmek sünnet, bir kısmını öğrenmek de mubâhdır. İslâm bilgileri, başlıca iki büyük kısma ayrılır: Birincisi (Ulûm-i nakliyye)dir. Bunlara (Din bilgileri) de denir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan, Onlar da Resûlullahdan öğrendiler. Din bilgileri de ikiye ayrılır: Zâhirî ilmler ve bâtınî ilmler. Birincilere, (Îmân bilgileri) ve (Fıkh bilgileri) veyâ (Ahkâm-ı islâmiyye), ikincilere (Tesavvuf bilgileri) veyâ (Ma’rifet) denir. Îmân bilgileri ve ahkâm-ı islâmiyye, mürşidlerden, akâid ve fıkh kitâblarından öğrenilir. Ma’rifet, kalblere, mürşidlerin kalblerinden akar, gelir.

İslâm bilgilerinin ikinci kısmı (Ulûm-i akliyye)dir. Canlıları öğretene (Ulûm-i tıbbiyye), cansızları öğretene (Ulûm-i hikemiyye) denir. Semâları, yıldızları öğretene (Ulûm-i felekiyye), Erd bilgilerine (Ulûm-i tabî’ıyye) demişlerdir. Ulûm-i akliyye, matematik, mantık ve tecribî bilgilerdir. Bunlar, his organları ile duyularak, akl ile incelenerek, tecribe ve hesâb edilerek elde edilir. Bu bilgiler, din bilgilerinin anlaşılmasına ve onların tatbîk edilmesine yardımcıdırlar. Bu bakımdan lüzûmludurlar. Bunlar, zemânla artar, değişir, ilerler. Bunun içindir ki, (Tekmîl-i sınâ’ât, telâhuk-ı efkâr iledir) buyurulmuşdur. Bunun ma’nâsı (San’atın, fennin, tekniğin ilerlemesi, fikrlerin, deneylerin birbirlerine eklenmesi ile olur) demekdir.

Nakl yolu ile edinilen bilgiler, ya’nî din bilgileri çok yüksekdir. Aklın, insan dimâgı gücünün dışında ve üstündedir. Bunlar, hiçbir zemânda, kimse tarafından değişdirilemez. Dinde reform olmaz sözünün ma’nâsı da budur. Akl ile elde edilen bilgileri, islâmiyyet yasaklamamış, sınırlamamış, ancak, bunların nakl bilgileri ile birlikde öğrenilmesini ve sonuçlarının ahkâm-ı islâmiyyeye uygun, insanlara fâideli olarak kullanılmasını, zulm, işkence, felâket vâsıtası yapılmamasını emr etmişdir. Müslimânlar, birçok fen vâsıtası yapmışlar ve kullanmışlardır. Pusula 687 [m. 1288] de keşf edildi. İğneli tüfek 1282 [m. 1866] da ve top 762 [m. 1361] de keşf edildi ve Fâtih tarafından kullanıldı. İslâmiyyet, islâma karşı olanların, islâm ahlâkını bilmiyenlerin, ilm şekline sokdukları, ders, vazîfe adını verdikleri ahlâksızlıkların, uydurma târîhlerin, islâmiyyete yapılan iftirâların okutulmasını, öğrenilmesini yasaklamakda, zararlı, kötü propagandalardan kaçınılmasını, fâideli, iyi bilgilerin öğrenilmesini istemekdedir.
[/font

İslâmiyyet, fâideli olan her ilmi, her fenni ve her tecribeyi emr eden bir dindir. Müslimânlar, fenni sever, fen adamının tecribelerine inanır. Fekat, fen adamıyım diyen fen taklîdcilerinin iftirâlarına, yalanlarına aldanmaz.]

Kâfirler ellerinden gelirse, müslimânları ezer, imhâ eder. Veyâhud, müslimânları, kendi uydurdukları yola sokarlar.

[Nitekim masonların [m. 1900] senesi ictimâ’ına âid zabtların yüzikinci sahîfesinde (Dindârlara ve ma’bedlere galebe çalmak kâfî değildir. Asl maksadımız, dinleri yok etmekdir) yazılıdır.

Rusyada bir komünist mu’allim, ders arasında, (Ben sizi görüyorum. Siz de beni görüyorsunuz. O hâlde, biz varız. Karşıdaki dağlar da var. Çünki, bu dağları da görüyoruz. Yok olan şey görünmez. Görülmiyen şeye var denilmez. Bu sözüm, bir fen bilgisidir. İlerici, aydın olan kimse, fen bilgisine inanır. Gericiler, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu söylüyorlar. Bu yaratıcının var olduğuna inanmak yanlışdır. Fenne uygun değildir. Görülmiyen şeye var demek, gericilikdir) der. Bir türkmen çocuğu söz istiyerek: (Bunları akl ile mi söylüyorsun? Sende akl olduğuna inanmak, bunları akl ile söylediğini kabûl etmek fenne uygun değildir. Çünki, aklın olsaydı, görürdük) der. Mu’allim, bu haklı söze cevâb veremeyip, mağlûbiyyetinden hâsıl olan öfke ile, çocukcağızı, tekme tokat dershâneden dışarı atar. Çocuk bir dahâ hiçbir yerde görülememişdir

Bugün, dünyâdaki kâfirler, iki dürlüdür: Birincisi (Kitâblı kâfirler), ya’nî yehûdîler ve hıristiyânların az bir kısmı olup, bir peygambere ve bunun Allahü teâlâdan getirdiği kitâba ve öldükden sonra dirilmeğe, âhıretdeki sonsuz hayâta inanıyorlar. Ellerindeki bozuk kitâba Allah kelâmı diyorlar

İkincisi, (Kitâbsız kâfirler) ya’nî (Müşrik)ler olup, herşeyi yapan bir Allah bulunduğuna inanmıyorlar. Taş, ağaç, güneş, yıldız ve insan, inek gibi ba’zı mahlûklarda (ülûhiyyet sıfatı) bulunduğuna inanıyorlar. Bu inkârcılardan bir kısmı, kanûn ile, devlet baskısı ile, zulm, işkence ederek, ibâdet etmeği, dîni öğretmeği yasak ediyor. Bir kısmı da, insanlık, iyilik duygularını okşayıcı sözlerle, herkesi, zevk, safâya daldırıyor. Ma’neviyyâtdan, din bilgilerinden mahrûm bırakıyorlar. Düzme hikâyeler, yalan örnekler göstererek, milyonlarca insanı aldatıyor, din câhili yetişdiriyorlar. Bir tarafdan, medeniyyetden, fenden, insan haklarından bahs edip, bir tarafdan da, insanları hayvanlaşdırıyorlar. İngiliz casûsları, böyle yapıyor. (İngiliz Câsûsunun İ’tirâfları) kitâbını ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbının 28.ci sahîfesini ve devâmını okuyunuz
Ekleme Tarihi: 22.04.2008 - 10:58
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: UNUTULAN SÜNNETLERİMİZ
serhendli su an offline serhendli  
UNUTULAN SÜNNETLERİMİZ
13 Mesaj -
Unutulan bir sünnetimi ihya edene (ortaya çıkarana)100 şehid sevabı vardır.Hadisi şerif

Sual: Günümüzde unutulan sünnetler nelerdir?

CEVAP

Sünnet iki türlüdür:

1- Sünnet-i hüda [Müekked sünnetler],

2- Zevaid sünnetler.

Unutulmuş bir sünneti meydana çıkarmak, çok kıymetlidir.



Unutulan müekked sünnetlerden bazıları şunlardır:



1- İki kişi de olsa farz namazı cemaatle kılmak.

2- Namazları sarık veya takke ile kılmak,

3- Abdestte, eli ve ayakları üç defa yıkamak,

4- Abdest alırken başı kaplama mesh yapmak [Maliki ve Hanbelî’de farzdır.]

5- Misvak kullanmak,

6- Kuşluk, Evvabin, Teheccüt Tehiyyet-ül-mescid, Sübha namazı kılmak,

7- İstişare ve istihare yapmak,(Bilenlere danışma ve gusl edip iki rekat namaz kılıp uykuya dalmak rüyada beyaz yeşil renk görülürse hayırlı siyah kırmızı görülürse sakıncalıya işaretdir 7 gün tekrarlanır hiç bir şey görülmezse kalbe doğduğu gibi yapılır)

8- Aksırınca Elhamdülillah demek.(Yanında birisi varsa yerhamükellah der aksıran tekrar yehdina ve yehdimükellah denir.çok yaşa demenin aslı yoktur)

9- Ödünç verirken iki şahit bulundurmak veya senet yazmak. Buna vacib diyen âlimler de olmuştur.

10- Sünnete uygun selam vermek,

11- Cuma günü gusletmek,

12- Duada elleri sünnete uygun açmak,(el ayası gökyüzünü göstecek şekilde dirsekler hafif hilal şeklinde kıvrılması)

13- Faydalı işe başlarken, Besmele çekmek,

14- Yatağa abdestli girmek,

15- Biri ölünce veya kötü bir haber duyunca, (İnna lillah ve..inna ileyki raciun Yani ondan geldik yine ona döndürüleceğiz.) demek sünnettir.



Zevaid sünnetlerden bazıları şunlardır:



1- Sakalı bir tutam yapmak,(Dudak altından veya çene altından 4 parmak uzunlıkdaki sakal bir tutamdır bunun haricindeki uzunluk veya kısalık bidatdır)

2- Bıyıkları kaşlar kadar uzatmak,

3- Yemeğe tuz ile başlamak, tuz ile bitirmek,

4- Sofrada sirke bulundurmak,

5- Gece ibadet edenler için Kaylule yapmak [öğleden önce az biraz uyumak],

6- Teke riayet etmek. [1–3–5–7 gibi]

7- Müslümanın evine sağ ayakla girip sol ayakla çıkmak. Camiye de böyle girip çıkılır. Mubah olan yerlere sağ ayakla girilip sağ ayakla çıkılır. Tuvalete, sol ile girilip sağ ile çıkılır.

8- Kesilen tırnaklarla saçları ve çekilen dişleri defnetmek [gömmek] sünnettir.

9- Cuma günleri ziynetli elbise giymek.

10- Yemeklerden önce ve sonra elleri yıkamak. Yemekten önce yıkanan elleri kurulamamak sünnettir. Yemekten sonra yıkanınca kurulamakta mahzur yoktur.


Abdeste unutulan sünnetler



Sual: Güzel abdest alınmalı deniyor. Güzel abdest, farzına, sünnetine ve müstehabına uyularak ve mekruhlarından sakınılarak alınan abdest olduğuna göre, unutulan veya uyulmayan sünnet ve müstehablar nelerdir? İşlenen mekruhlar var mıdır?

CEVAP

Genel olarak unutulan sünnetlerden bazıları şunlardır:

1- Abdeste başlarken, Besmele okumak.

2- Elleri, bilekleri ile beraber, ayrı ayrı su ile üç kere yıkamak.

3- Ağzı, ayrı ayrı su ile üç kere yıkamak. Ağzı yıkarken, oruçlu değilse, hafif gargara yapmak veya suyu boğaza ulaştırmak, abdeste de, gusülde de sünnettir. Oruçlu iken mekruhtur. [Daha çok unutulan sünnetlerden birisi de budur.]

4- Dişleri bir şeyle temizlemek.

5- Yüzünü yıkarken, iki kaşın altını ıslatmak.

6- Başın tamamını bir kere mesh etmek. [Daha çok unutulan sünnetlerden birisi de budur. Maliki’de başın tamamını mesh etmek farzdır.]

7- Yıkanacak yerleri, üç kere ayrı su ile yıkamak. [Genelde ayaklar bir kere yıkanıyor. Üç kere ayrı ayrı su ile yıkanması gerekir. Daha çok unutulan sünnetlerden birisi de budur.]

8- Yüzü yıkarken, abdeste niyet etmek.

9- Her uzvu birbiri arkasından yıkarken başka işle uğraşmamak.



Abdestin unutulan müstehablarından bazıları şunlardır:

1- Abdesti, namaz vakti girmeden önce almak.

2- Kıbleye karşı abdest almak.

3- Her uzvu yıkarken, kelime-i şehadet okumak.

4- Ayak parmaklarının aralarını hilallerken, sol elin küçük parmağı ile ve alt taraflarından hilallemek.

5- Ayak parmaklarını her üç yıkayışta da hilallemek.



Abdestte işlenen mekruhlardan bazıları şunlardır:

1- Her uzvu üçten eksik veya fazla yıkamak. [Suyun pahalı olması, havanın çok soğuk olması, suya muhtaç olmak gibi özürlerle üçten eksik yıkamak, mekruh olmaz.]

2- Ayaklarını yıkarken kıbleye doğru uzatmak.

3- Abdestte ve gusülde suyu israf etmek.






aldatan aldanandır
ecel emelin önündedir
emeli artanınelemi artar
Ekleme Tarihi: 22.04.2008 - 10:56
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: KURANI KERİME MANA VERMEK
serhendli su an offline serhendli  
13 Mesaj -
Soru:Tefsirden mealden din öğrenmeye kalkışmayın bu mümkün değil deniyor.Kaş yapalım derken göz çıkar deniyor.Peki biz dinimizi nereden öğreneceğiz?
CevapİFıkıh ,tefsir,hadis ilimlerinde ve tasavvuf ilminde çok derin alim olan 100 den fazla kıymetli kitap yazmış bulunan Abdulgani nablusi Hz.leri konu ile ilgili olarak buyuruyorki;
FIKIH bilgileriniderin alimler kuranı kerimden ve hadisi şerifden çıkarmışlardır.Bunun için din bilgilerini ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir.Müçtehid olmayanların tefsirden fıkıh bilgis, öğrenmesi imkansızdır.Cehenneme gidecekleri hadisi şerif ile bildirilen 72 sapık fırka kuranı kerimden yanlış mana çıkardıkları için sapıttılar.Alimler sapıtınca diğerlerinin tefsir okuması felaket olur.Kuranı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyenEhlisünnet alimlerinin kelam fıkıh ve ahlakmkitaplarını okuması lazımdır.
Fıkıh ilmi insanın yapması ve yapmaması lazım olan işleri bildirir.Fıkıh bilgileri kitap sünnet icma ve kıyasdan çıkarılır.Dinin emirlerini bilen müçtehid alimlere Fakih denir.
Bir kimse kuranı kerimi i,htiyaç miktarı ezberledikten sonra (enaz namaz kılack kadar)Fıkıh la meşgul olmalıdır.Çünkü kuranın tamamını ezberlemekfarzı kifaye fıkıhın kendisine lazım olanını ezberlemek farzı ayndır.Dinimiz fıkıh ilmine çok önem vermiştir.Hadisi şerifte en kıymetli ibadet FIKIH ilmidir buyurulmuştur.İman itikat bilgilerini anlatan ilme kelam ilmi denir.alimlei ve ilmi çok büyüktür.Akaid kitaplarıda denir.amel edilecek beden ile yapılacak bilgileri anlatan ilmede ilmi fıkıh denir.4 mezhebin kelam kitapları aynı olup. Fıkıh kitapları n aslı 4 dür .Fıkıh bilgilerini kısaca ve açıkca anlatan kitaplara ilmihal denir.(kitap tanıtımında ilmihallerle ilgili ayrıtılıbilgi verilmiştir lütfen oradan okuyunuz)
Soru:Bir dni kitabın muteber olup olmadığı nasıl bilinir.
Cevap:Günümüzde müçtehid,muhaddis,müfessir bulunmadığı için yazılan bir kitabın muhakkak muteber kitaplardan nakledilmiş olması gerekir. Kuranı kerimde ve hadisi şeriflerde manaları açık olmayan yerlerden bidad sahipleri yanlış tevil ederek yanlış mana çıkarmışlardır.Halbuki mektubatı rabbanideki hadisi şerifde kuranı kerimden kendi aklına göre ve bilgisine göre mana çıkaranların din büyüklerinin peygamber efendimizden ve eshabı kiramdan alarak yaptıkları tefsire aykırı tefsir yazanların müslümanlıkdan çıkacağı bildirilmektedir.Berikadaki hadisi şeriflerde buyurulduki(Kuranı kendi görüşüne göre açıklayan DOĞRU OLSA BİLE muhakkak hata etmiştir. nesai)(Kuranı kerime EHLİYETİ olmadan mana veren cehennemde azab görür. tirmizi)Hadisi şerifdende anlaşılacağı gibi bir kimse ehliyeti olmadan mana verse bile hata edmiş olur.
Hadisssi şerifleri ve ayeti kerimeleri hadis kitaplarından ve direk kuranı kerimden değil hakiki islam alimlerinin kitaplarından alarak nakletnek gerekir.Böylece nefs de aradan çekilmiş olur.Nefs pay alamayacağından gururdan kibirden nisbeten kurtulunur.Gerçek islam alimleri hocamdan işittimki hocam buyurduki diye başlarlar.Hekez hocasını söyleyincede rivayetler peygamberimize kadar gider dine ekleme çıkarma yapmaktan kurtulunmuş olur.İmamı azam 800.000 meseleyi çözmüştür.
Eshabı kiramın hepsi birer müçtehid olduğu için bizim gibi müçtehid olmayan kimseler. bunlardanda nakil yapamaz.Mesela Hz.Alinin veya Hz.ömerin bu hususdaki hükmü şudur bizde öyle yaparız demek caiz olmaz.Çünkü onların hükmü kendileri için muteberdir.Eğer bir sahabinin bildirdiği hüküm mezhebimizdede varsa uyabiliriz.Kısacası biz mezhebimizin hükmüne uyarız.Diğer mezheplerdeki hükümlere ancak ihtiyaç halinde uyarız.Bununda usulü vardır .zaruret olursa uyulur.ihtiyaç ve zaruret farklıdır.uyulurkende bazı kaideler vardır onlara dikkat etmek şartı ile uyulur .aksi halde yanlış yaparız.işte fıkıh öğrenmek ilmihal okumak bunun için en büyük ibadet olmuştur.Haramlardan sakınmak ibadet etmekden önce gelir.Mesela seferde güçlük halinde öğle ile ikindiyi akşam ile yatsıyı birleştirerek kılabiliriz.Ama şartları kaideleri var.çünkü Çeşitli muteber kitaplardaki hadisi şerifler alimler arasındaki fıkhi ayrılığın RAHMET olduğu bildirilmiştir.Oyüzden islamiyet kolaylık dini denmiştir .Ama bu kolayına geleni yapmak değil mezhep imamlarımızın daha önce açıklanmış olan nice özellikleri kendisinde toplayıp akıllara durgunluk verecek ilimleri sayesinde dini kaidelere uyarak islamiyetin ayet ,hadis ve peygamberimizin uygulamalarından her mezhep imamımızın çıkarmiş olduğu kaidelere uygun olrak yapmaktır.


Hadisi şşerifleri her okuyan anlayabilirmi:İyi bilinmelidirki hiç bir hadis kitabında uydurma hadis olmaz.Çünkü Ehli sünnet alimleri uydurma hadis nakletmenin vebalini çok iyi bilirler.Hadis bir ilimdir.o hadiste kastedilen mana nedir?Bilmeden hemen uydurma demek o hadis alimine büyük bir iftira olur.Mesela (Cimri çok ibadet etsede cennete girmez.Cömert çok günah işlesede cehenneme girmez.)hadisi şerifine bakan birisi demek namaza oruca imana ihtiyaç yok,cömert oldukmu cennete gideriz zannedebilir.Alimlerimiz bu hadisi şerifi şöyle açıklıyor.Cömerdin imanı yoksa ebedi olarak cehennemde kalır.İmanı varsa sevapları fazla ise cennete girer.Cimri cennete giremez demek hiç girmez demek değildir.(cimri günahının cezasını çekmedikçe cennet giremez)demektir.Hatta sevabı çoksa cehenneme girmedende cennete girebilir.Şartsız bildirilenleri şartlı anlamalıdır.
Ana babasını razı eden cehenneme girmez.incitende cennete gigmez.Hadisi şerifide böyledir.Müslümanda bulunması gereken şartlar varsa o zaman cennete girer.Dine atkırı işlerde ana babanın verdiği emre uyulmaz.
Yetim malı yiyen cennete giremez hadiside böyledir.Komşusu aç iken tok yatan mümin değildir hadiside böyle.İki rekat kuşluk namazı bir hac ve umreye bedeldir. hadisi şerifindeki hacda elbetteki nafile hacdır.
Abdest alanın bütün günahları affolur hadisindede maksad küçük günahlar ve tövbe edilmiş günahlardır.Büyük günahlar ve kul hakları ödenmedikçe af edilmez.
Deve eti yemek abdesti bozar(müslim,ebu davud,tirmizi)Halbuki deve eti yemek yalnız hanbelide bozar.
Ateşte ısınmış bir şeyi yiyip içmek abdesti bozar.(müslim .tirmizi,nesai)Halbuki hiç bir mezhepte bozmaz.Kütübü sitte denilen 6 kıymetli hadis kitabında n 5inde mevcuddur.Hiç bir hadis alimi bu hadise uydurma dememiştir.Bu hadisi şerifin açıklaması mizanul kübra kitabında vardır.
ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulur.hadisindede halbuki hanefide bozmaz diğer üç mezhepte bozar.işte fıkıh ilmi bunun için önemlidir.Ehli sünnet alimlerinin açıklamaları bunun için önemlidir.Bir mezhebe tabi oluup onun inceliklerini bilmek bunun için önemlidir.Buna benzer hadisi şerifler çoktur.
Ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulmaz.çünkü oda vucuddan bir parçadır.hadisindede durum aynıdır.
Eli ile ön avretine dokunanın abdesti bozulur(hakim) hadisi şerifinde ise avret yerine dokunursa deniyor.Kadınmı erkekmi elin içi ilemi dışı ilemi bunlar açık değildir.Halbuki hanefide erkek ve kadın bildirilen yere dokununca bozulmaz.Fakat şafide ise elin içi ile değince bozulur.
Başkasına hatta erkek veya kız kendi bebeğininkine deysede bozulur.Malikide ise erkeğin bozulur.Hanbelide ise her halukarda bozar.
Bu hükümleri bizim hadisi şeriflerden çıkarmamız mümkün değildir.
Diğer mezhepleri öğrenipde ne yapacağız kendi mezhebimizi öğrensek yeter diye akla gelebilir.Zaruri hallerde mezhep taklid edeceğimiz zaman taklid ettiğimiz mezhebin o konu ile ilgili hükümlerinin tamamına uymamız lazım usulü şartı denilen hadise bu.

KÜFRE DÜŞÜREN HALLER:
1.Allahü teala arştan ve gökten bize bakıyor demek.
2.Sen banazulmettiğn gibi Allahü tealada sana zulmediyor demek(Haşa allahü teala zulmetmez.)
3.Filan müslüman benim gözümde yahudi gibidir demek
4.Yalan bir söze Allah biliyorki demek(Allahü tealayı yalancı şahit gibi göstermek haşa)
5.Melekleri küçültücü şeyler söylemek.(Haşa zebani gibi)Kız zannetmek.
6.Kuranı kerimin bir harhine küçültücü söz söylemek.inanmamak
7.Çalgı çalarak kuranı kerim okumak.
8.Kuranı kerimi şaz olan harflerle okuyup kuran budur demek.
9.Peygamberlere küçültücü şeyler söylemek.(isimlerini kısa söylemek de uygde uygun değildir.)
10.Kuranı kerimde isimleri bildirilen peygamberlerden birine inanmamak.(124 binden fazla peygamber geldiği için bu şekilde inanmamız lazım )
11.Çok iyilik yapan birisi için peygamber gibi adam demek
12.Peygamberler muhtac idi demek(çünkü onların fakirlikleri kendi istekleri idi
13.Birisi peygamber olduğunu söylese inananlarla birlikde küfr olur,
14.Ahirette olacak şeylerle alay etmek(komik prğramlara dikkat)
15.Kabirdeki ve kıyametteki azablara akla fenne uygun değil diye inanmamak
16.Cennette Allahü tealayı görmeğe inanmamak
17.Ben cennet istemem Allahü tealayı isterim demek
18.Fen bilgileri din bilgilerinden daha hayırlıdır demek
19.Namaz kılsamda kılmasamda birdir demek
20.Farz olan emirleri yapmam demek
21.Faiz helal olsaydı demek(haramlar helal olsaydı demek)
22.Haramdan olan malı fakire verip sevap beklemek.
23.Meşhur sünnetlerden birini beğenmemek.
24.İmamı azmın kıyası hak değildi demek
25.Kabrim ile mimberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir hadisi şerifini işitince ben mimber hasır ve kabirden başka birşey göremiyorum demek.
26.İslam bilgilerini ve alimlerini aşağılamak.
27.Kafir omayı ve kafir biri ile evlenmeye niyet etdiği anda küfr olur.
28.Başkasının kafir olmasını isteyen küfrü beğendiği için kafir olur
29.Küfre sebep olan şeyleri bilerek söylüyorsa küfürdür.Bilmeden söylüyorsa alimlerin çoğuna göre yine küfrdir.
30.Beline zünnar denilen papaz kuşağı bağlamak ve küfre mahsus şeyleri giymek küfr olur.
31.Yanındakileri güldürmek için dine aykırı yada alay maksadı ile söz söylemek.
32.Gıybet etmedim onda bulunanı söyledim dese küfr olur
33.Çocuk iken nikah edilmiş kız akıl baliğ olduğu zaman imanı islamı bilmese sorulunca anlatamasa kocasından boş olur.(anlatmaya aklı yetmezse anlatılır ve böyle inandım dedittirilir)
34.Bir mümini öldüren veya öldürülmesini emr eden kimseye iyi yaptın diyen kafir olur.
35.Mevki sahibi birisine aksırınca (yerhamükellah) denilince büyüklere karşı böyle söylenmez diyen
36.Allahın rahmetinden ümit kesmek küfr olur.
37.Bildiği halde kıbleden başka yerde namaz kılmak
38.Toplanan vergilerin sultanın mülkü olduğuna inanmak
39.Bir kimse baştan aşağı ipek giyse diğeride mubarek olsun dese küfr olur
40.Bir kimse yemek yerken konuşmamak mecusilerin iyi adetlerindendir dese kafir olur.
41.Bir kimse evladı ölen bir kimseye Allahü tealaya senin oğlun gerekli idi dese küfr olur.
42Bir kimse haram yerken bismillah deseküfr olur
43.Gaybı Allhü teladan ve onun bildirdiklerinden başkası bilemez bilirim diyen kafir olur.
44.Siyah köpeklere arap hamam böceğine karafatma demek
45.Rızık Allahü tealadandır fakat kuldan hareket gerekir dese şirk olurHreketde Allahü tealadandıri
46.Peygamberimizin Sünnetleri ile alay etmek
47.Bir kimse Adem aleyhisselam buğday yemeseydi bizde şaki olmazdık dese küfr olur.
48.Bir kimse şimdi sana sövmem sövmenin adını günah koymüşlar demek
49.Sünnet üzere okunan ezana kıymet vermemek
50.Kuranı kerime kendi görüşü ile mana veren
51.Kafire saygı ıle selam veren
52.Allahü telanın haricideki şeyler için yemin etmek (oğlumun başı için vesaire)
53.Falcılara yıldıznameye bakıyorum diyen üfürükçülere inanmak
54.Nevruz ve mihrican günlerini bayram bilmek
55.Sihir Allahü teala izin verirse tesir eder muhakak tesir eder diyen
56.Allahü tealadan başkasına yaratıcı demek
57.Abdulkadir yerine abdulkoydur demek Hıyar aleyhisselam demek
58.Abdestsiz olduğunu bildiği halde namaz kılmak
59.Eshabı kiramdan herhangi birine ehli beyte dil uzatmak.Ustünlük sıraları hilafetlerindeki sıradır.Bunun tersini düşünmek
60.Üzerinde kabe resmi ve mubarek yazı olan örtü ve secadeyi yere sermek üzerinde namaz kılmak edebe aykırıdır çok sakıncalıdır hatta hacı şakir ismi yazan sabunları dahi belden aşağı tutmamalıdır hemen yazıyı silip ondan sonra kullanmalıdır.Terliklere dahi mubarek isimler yazılmıştı bir zamanlar unutmayalım biz koyun olursak güden biri bulunur.Artık kabe resimsiz seccadelerde üretiliyor.yeterki bilinçli olalım
61.Herhangi bir hadisenin kendi kendine olduğuna inanmak
62.Namaz surelerini okumayı iyi öğrenmeli manayı bozavak şekide okumamalı
63.İsa aleyhiselamın gökten ineceğine inanmamak
64.Kuranı kerimi teganni ile okuyan (şarkı kalıbı gibi)ıa ne güzel okudun diyen
65.Cin ve perilerin varlığına inanmayan
66.Tenasuha yani ölen insanın ruhunun başka bedene geçtiğine inanmak
67.Kuranı kerimin zahiri manası olduğu gibi batıni manasıda vardır esas batıni manası lazımdır demek
68.Büyükgünahda ısrarda küfr olur
69.Allahü teala akıllıdır şuurludur sanatkardır diyerek insanda olan özellikleri aAllahü tealaya Allahü tealada olan özellikleri insanlarda olduğunu söylemek
70.Biz olgunlaştık Haşa namaz oruç bizden kalkdı demek
71.Alemin kadim olduğunu yokdan yaratılmadığını söylemek
72.İslamiyete islam düşüncesi demek.İslamiyet bir düşünce sistemi değildir.İlahi emir ve yasaklara düşünce demek çok zararlıdır.
73.İnşallahla maşallahla karın doymaz demek
74.Avrupadaki şehirlere özenip birde gavur derler hırıstıyanlar müslümanlardan hayırlıdır demek
75.Allahım çocuğumu aldın başka elinden ne gelirse yap demek
Allahım neydi günahım gibi isyan kokan fiiller
76.Namaz kılmam ama kalbim temiz demek Gökten zenbillemi indin diyene evet demek
77.Kafire Allah razı olsun demek (Razı olduğu hale çevirsin niyeti ile söylenebilir)
78.Bir kafir bir kelime ile müslüman olduğu gibi terside olabilir.
79.Ecelin hoyrat eli demek
80.Ebu cehil şimdikilerden daha şerefli kafirdi demek
81.Anan baban esmer sen nasıl sarışınoldun denince ben imalat hatasıyım gibi cümlelere dikkat
82.Bir müslümanı kötülemek gayesi ile Allahlık demk
83.Buzdolabı azizlik etti demek sakıncalı
84.Mazlum olarak öldürülenkafir cennete girer demek
85.Yüzünü gören cennetlik seni gören hacı oluyor demek
86.Günahkara veya kafire günah keçisi demek
87.Bir buluş için kafir harkası demek
88.Dayak cennetden çıkma demek sakıncalı
89.Allah unutmadı Koş Allahım koş Allah yarattı demem döverim gibi sözler tehlikelidir
90.Yemin etsem başım ağrımaz demek
91.Nuh der peygamber demez Anladıysam arap olayım edepsizlikdir
92.Kaderime küstüm malayani boş söz olur
93.İmanım gevredi demek Müslümana şeytan gibi adam demek
94.Allah bana kulum demesin diye yemin etmek
95.Hadise çıkardı manasına hadise yarattı demek uygun değildir.
96.Kuranı kerim okurken bütün mim lerde durmak gerekir
97.Gökten bir ses geldi demek
98.Yahudi ve hırıstıyanlarda cennete gidecek demek
Ehli sünnet itikadının kısaca özeti ve bazı sakıncalı ve küfre düşürücü halleri öğrenmeye çalıştık Unutmayalım Cennet ucuz değil Cehennem luzumsuz değil Allahü teala beterinden saklasın.Bütün inananlar son nefeste imanını kurtararak ölürüz inşallah

99.Mucize ve kerameti inkar etmek
100.Allahü tealayı mekanlı bilmek
101.Harama güzele bakmak sevaptır demek
102.Cenneti istmem cehennemi isterin çünkü bütün fahişeler oradadır diyerek alay etmek Vs Vs.


MÜTEŞABİH NASLAR
Sual:Yed,vech,istiva,nüzul gibi kelimeler için keyfiyetini nasıl olduğunu bilemeyiz ama,Allahı eli vardır,yüzü vardır,oturur inre çıkar demekte bir sakınca varnıdır?insan görüp işitiyor,Allahda görüyor,insanın eli olduğu gibiAllahında eli vardır,ama onunkinin keyfiyetini bilemeyiz demekte mahzur varmıdır?
Cevap:Bu müşebbihe fırkasının inancıdır.Bu Allahı mahlukata(yaratık)benzetmek olur.Yaratan yaratıklara asla benzemez.El yüz bir organı anlatır.hadisi şerifde
Allahü teala hatıra gelen herşeyden uzaktır.(Diyaul kulüp)Bir Ayette
Leyse kemislihi şeyün(onun benzeri hiç yoktur.o hiç bir şeye benzemez.Şura 11)
Eli var ayağı var demek kalbi var demekonu yaratıklara benzetmek olur.Hatırımıza gelen herşeyden münezzehdir.
Tatarhaniye fetva kitabında milel ve nihal kitabında ve bütün Ehli sünnet kitaplarında mücessime ve müşebbihe fırkalarının,(Allah Arş üzerinde oturur,iner yürür,eli vardır gibi şeyler söylediklerinden dolayı kafir oldukları yazılıdır.
Allahü tealanın görmesi göz ile değildir.işitmesi kulak ile değildir.Kuranı kerimde geçen yedullah kelimesindeki yed, hiç bir zaman organ olan el anlamında değildir.vech,yüz anlamında değildir.istivada oturma anlamında değildir.istiva;sahip olmak,malik olmak,emri altında olmak demektir.Diğerleride böyledir.Selefi salihin denilen eski alimler(Allahın eli vardır ama bilmeyiz dememişlerdir.)(Yedullahın vediğer müteşabihlerin keyfiyetini Allah bilir demişlerdir.Selefi denilen kimseler selefi salihin gibi söylemiyorlar.,(Keyfiyetini bilmeyiz ama Allahın eli vardır diyorlar.)
Selefi salihin böyle söylemşyor.(Yedullahın keyfiyetini bilemeyiz)diyor.Aradaki farkı anlamalı küfre düşürücü benzetmelerden uzak durmalıdır.
Sual:Sevgililer gününü kutlamak ve hediye alıp vermekte sakınca varmıdır?
Cevap:Bu bir adettir.sakıncası yoktur,yani evliler,karı koca birbirlerine hediye verebilirler.Ancak şimdi sevgili denince gayri meşru olan sevgiyi nikahsız dost hayatı yaşamayı kast ediyorlar.Bu ise asla caiz olmazAdette olan şey caiz ama dine aykırı ise kullanlımaz.
Ekleme Tarihi: 22.04.2008 - 10:55
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: KURANI KERİME MANA VERMEK
serhendli su an offline serhendli  
KURANI KERİME MANA VERMEK
13 Mesaj -
KURANI KERİME MANA VERMEK

kONYADAN NİZAMETTİN ALPKANIN SUALİ:(Doğuda medrese usulüarapça öğrendim.Mısıra giderekde arapçamı çok ilerlettim.Mübalağasız söylüyorum ki ana dilim gibi arapça biliyorum.Okuduğum ayeti kerime ve hadisi şeriflerin manasını hemen anlıyorum.Fakat daha sonra Ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okuyunca yanlış mana vermiş olduğumu görüyorum.Mesela:
(Dilediğimizi hidayete eriştirir dilediğimizi sapıklikda bırakırız.)
Ayetini okuyunca sankibize ibadeti işletende günaha sokanda Allahü teala olduğu anlaşılıyor.Böylece cebriyye denilen sapık fırkanın görüşü ortaya çıkıyor.(İman edip salih amel işleyenler) Ayetini okuyunca amelin imandan bir parça olduğu amelsiz imanın fayda vermeyeceği günah işleyenin kafir olacağı anlaşılıyor.Böylece sapık fırkalardan Mutezile nin görüşü ortaya çıkıyor.Bir ayetten ömür uzamaz ve kısalmaz manası çıkarken başka bir ayette ömürlerin kısaldığı yazılıdır. Ömrü uzatan ve kısaltan amellerin olduğunu okuyorum.Çıkmaz içindeyim Ehli sünnetten ayrılıp sapıtacağım için çok korkuyorum.Hele kuranı kendi görüşüne göre tefsir eden kafir olur hadisini düşündükçe korkum bir kat daha artıyor ne yapabilirim.
CEVAP:Kuranı kermi okuyunca anlamak yanliş mana vermek günah değildir.Yanliş manaya inanmak günahdır Mesela ölüye işittiremezsin ayeti kerimesinden ölülerin işitmediği anlaşılır.Halbuki buharideki hadisi şerifde ölülerin işitt,ğ, yazılıdır.O halde buayeti kerimeye ehli sünnet alimlerinin nasılmana verdiğine bakılır.Onlarda ölüden maksadın kafirler olduğunu bildirmişlerdir.
Mutezile gibi sapık fırkalar şefaat edicilerin şefaati onlra fayda vermez. ayeti kerimesini delil göstererek şefaate inanmadılar.Halbuki tefsir alimleri başka ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle şefaatin hak olduğunu ısbat etmişlerdir.
kuranı kerimden anladığı mananın doğru olduğunu zannedip evliya kabirlerinde dua etmenin onları vesile ederek Allahü tealadan yardım etmenin şirk olduğunu söyleyenler olmuştor.
Kuran tercümelerinden günümüzde tefsir diye yazılan kitaplardan ve hadis kitaplarından dinimizi öğrenmemiz mümkün değildir. üstelik sapıtır Ehli sünnetden ayrılırız.ilk okul çocuğunun üniversite okumaya kalkışmasına benzer.
sizin gibi iyi arapça bilen Mısılı ve suriyeli bir çok yazarda aynı hatalara düşmüşlerdir.Dini öğrenmek için yanlız dil bilmek kafi değildir.Öyle olsaydı suriye ve mısırın tamamı ehli sünnet olması gerekirdi.72 sapık fırkada kuranı kerime yanliş mana verdikleri için Ehli sünnetten ayrılmışlardır.Kuranı kerimi yanlış anlayan birçok alim olduğuna göre bizim gibilerin fıkıh bilmeden tefsir ilminin kollarnı iyice öğrenip 20 ana 80 ara ilimleri tahsil edip o olgunluğa ulaşmadan kuran tercümesi okuması çok zararlı olur.
Ehli sünnet alimleri bildiriyorki Allahü tealaya tabi olmak isteyen resulullaha tabi olmalıdır. Resulullaha tabi olmak isteyende varisi olan alimlere tabi olmalıdır. Her müslüman 4 hak mezhepden birine uymalı mezhepsiz olmakdan sakınmalıdır.İslam alimlerinden nakil yapmayan hiç bir yazarın kitabını okumamalıdır.
SORU:Resulullahın varisi olduğu bildirilen islam alimleri kimlerdir.Bugün bir profösöre alim denilebilirmi.
CEVAP:Resulullahın varisi olan ve kendilerine ulamai rasihin denilen alimler eskiden çokdu.Şimdi yeryüzünde böyle alim yoktur.Mutlak müçtehit bulunmadığı gibi Mezhepte müçtehidde yoktur.Şevahidil hakda buyruluyorki
Hicri 4. asırdan sonra dünyada içtihad edeb,lecek alim kalmadı.Şimdi müslümanların bilinen 4 mezhepden birine uymaları lazımdır.
DİN ALİMİ OLABİLMEK İÇİN:8 yüksek din bilgisini bütün inceliği ile öğrenmek fen bilgisindede kafi malumata sahip olmak gerekir.Müfessir tefsir kitabı yazan değil kelamı ilahiden muradı ilahiyi anlayandır.Tefsir ancak fahri alemin mubarek lisanından sahabeyi kiram ve onlardan tabiin ve tebei tabiine ve böylece sağlam kıymetli insanların rivayet ile fıkıh ve kelam alimlerine gelen haberlerdir.
Eshabı kiram kitabında diyorki :Müçtehid olmak için.
Arabi ilimleri ve kuranı kerimi ezbere bilmek
her ayeti kerimenin manayı muradisini, manayı zımni ve iltizamisini bilmek ,Ayeti kerimelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeplerini ve ne hakkında geldiklerini Külli ve cüzzi olduklarını nasih veya mensuh olduklarını mukayyed veya mutlak olduklarını ve kıraatı seba ve aşereden ve kıraatı şazzeden nasıl çıkarıldıklarını bilmek hadis kitaplarındaki yüzbinlerle hadisi ezberden bilmek ve her hadisin ne zaman ve ne için irad buyrulduğunu ve manasının ne kadar genişlediğini ve hangi hadisin diğerinden önce geldiğini ve bağlı bulunduğu olayları ve hangi vaka üzerine irad buyrulduğu kimler tarafından nakil ve rivayt buyrulduğu ve nakledenlerin ne ahlakda olduğunu bilmek fıkıh ilminin usul ve kaidelerini tanımak 12 ilmi ve kuranı kerimin ve hadisi şeriflerin işaretlerini rumuzlarını açık ve kapalı manalarını kavramak ve bu manalar kalbinde yer etmiş olmak kuvvetli iman ve vicdan sahibi olmak lazımdır.Bütün bu üstünlükler ancak eshabı kiramda ve sonra 200 yıl içinde yetişen bazı büyüklerde bulunabildi.Daha soraları fikirler reyler dağılıp bidatlar çıkıp yayıldı B öylece üstün zatlar azala azala 400 yıl sonra bu şartlara haiz olan yani mutlak müçtehid olarak meşhur olan görülmedi.
Yüksek din bilgileri 8 dir. tefsir, usulu kelam, kelam ,usulü hadis, ilmi hadis, usulu fıkıh fıkıh, ilmi tasavvuftur.Bu 8 ilmi öğrenebilmek için gerekli alet ilimleri ise 12 dir.Bunlar sarf,iştikak,nahv, kitabet,iştikakı kebir,lugat ,metni lügat,beyan, meani,bedi, belagat ve inşa ilimleribir.(hadika)
Mevduatül ulum kitabının tefsir iliminin dalları bölümünde Kuranı kerim ilmi içinde şaşılacak akıllara durgunluk verecek sayısız acayip haller bulunan engin bir denizdir.Öyle yüksek ve metin bir dağdırki ondaki hayret veren şeyleri öğrenmek her sırrına erişmek imkansızdır.Bu ilmin pek çok dalı vardır. denilerek 60 dan fazla tefsir ilminin kolu olduğu bildirilmiştir.
Fetva bir hususun dine uygun olup olmadığını hangi fıkıh kitabının neresinden alındığını bildiren hüküm demektir.Kaynağını göstermeden caiz veya caiz değil demek fetva olmaz.Muftinin müçtehid olması lazımdır.Müçtehid olmayan kimse müftü yapılırsa bunun müçtehitlerin bildirdiklerini okuyup öğrenerek bunları söylemesi lazımdır.(ibni hümam)
Müçtehid olmayan kimse bir hadis işitince bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez.Mezhebindeki müçtehidlerin verdiği fetva ile amel eder.
Cengiz han fatimiler ve hatta abbasiler zamanında haramlara caiz diyen müfti adını taşıyan devlet memurları vardı. Bunların yanında bir kısmıda gerçekten islam müftisi idi.Bir kısmı ise o zamanki hükümdarın arzusuna göre konuşurkardı. İslam müftileri Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildiren alimlerdi.Müfti denilen devlet memurları ise zaten dini bilmezlerdi.Hükümdarın arzusuna göre konuşurlardı.Böyle uydurma fetvaların verildiği zamanlarda dinini kayıran müslümanlar alimlerin yazdığı fıkıh ve ilmihal kitaplarına uyup dinlerini kurtardılar.


Makamatı mazhariyede 12. faslında diyorki:Allahü tealaya ve resulüne ve onun Allahü tealadan getirdiklerinin hepsine inandım.Allahü tealanın dostlarını severim düşmanlarını sevmem demek kafidir.Her bilgiyi her delil ile ısbat etmek yani kuranı kerimdeki ve hadisi şeriflerdeki yerini göstermek Alimlerin vazifesidir.Her müslümana lazım değildir.
BÜTÜN MÜSLÜMANLARA ÖNCE LAZIM OLAN ŞEY:
Ehli sünnet alimlerinin kitaplarında bildirdikleri gibi bir iman ve itikad edinmektir.Peygamberimizin yolunu bildiren Kuranı kerimden muradı ilahiyi anlayan hadisi şeriflerden muradı peygamberiyi çıkaran bu büyük alimlerdir.Kıyamette kurtuluş yolu bunların gösterdiği yoldur.Allahü tealanın peygamberlerinin ve onun eshabının yolunu kitaplara geçiren değiştirilmekden koruyan Ehli Sünnet alimleridir.
Dört mezhepte içtihad derecesine yükselmiş olan müçtehidlere ve bunların yetiştirmiş oldukları büyük alimlere Ehli sünnet alimleri denir.Ehli sünnetin reisi ve kurucusu (imamı azam ebu hanifedir.)ve iki imam imamı maturudi veimamı eşari dir.Bu büyük imamın ve yüzlerce talebesinin ve bunların yetiştirdiği binlerce büyük insanın yazdığı milyonlarca kitap peygamberimizin yolunu bütün dünyaya doüru olarak yaymış ve tanıttırmıştır.
Taşköprülüzade ahmet efendinin Miftahüs sade kitabı 500 den fazla ilmi tarif ve izah edip her ilimde yazılmışkitap ve bunların yazarları hakkında bilgi vermekdedir.Oğlu kemaleddin muhammed arapçadan türkçeye çevirmiş ve MEVDUATÜL ULUM adını vermiştir.Bu kitabı okuyan kimse islamiyetin 20 ana ilmini ve bunların kolları olan 80 ilmi ve bu ilimlerin alimlerini ve her birinin yazdığı kitapları görerek durmadan yılmadan yazan islam alimlerinin çokluğu ve her birinin ilim deryasına dalmadaki maharetleri karşısında hayran kalmakdan kendini alamaz.
Bu kitaplarında tabiyecilerin ve maddecilerin sözlerini ve müslüman olmayanların islamiyete sokmak istedikleri uydurmaları deliller ile red ederek hepsini susturmuşlardır.Kötü maksadlarla kuranı kerime yanliş mana vermeğe bozuk tercümeler yapmağa kalkışanlara yüz karalarını meydana çıkarıp bir tarafdan iman edilmesi lazım gelen şeyleri birer birer açıkca yazmışlar bir tarafdan bütün dünyada olmuş ve kıyamete kadar olacak her olay ve hareketin fıkıh hükümlerini doğru olrak yazmışlardır.
İmamı azam dersinde hazır bulunan talebesinden 800 den fazlasının isimleri ve hal tercümeleri kitaplarında yazılıdır. Bunlardan 560 ı fıkıh ilminde derin alim olarak şöhret bulmuş 36 sı içtihad makamına yükselmiştir.
Her bidat sahibi kuranı kerimden ve hadisi şeriflerden manaları açık olmayan ( müteşabih) itikad bilgilerinde yanliş tevil yaparak yanliş mana çıkardığı için hak yoldan ayrılmıştır. halbuki peygamberimiz kendi görüşüne göre mana çıkaran kafirdir buyurmuştur. Allah muhafaza
Ehli sünnet alimleri bu bilgileri Eshabı kiramdan bunlarda resulullahdan öğrendiler.Her bidad sahibi tutduğu yolun doğru olduğunu sanır ve iddia eder.Ehli sünnet alimlerinin kitaplarından kıl kadar ayrılanların sözleri ve kitapları zehirdir.Hele dünyalık toplamak isteyenlere alet olmamalıdır.Çünkü Din geçim vasıtası yapılamaz para kazanmak için alet edilmez.
Kalpde doğru imanın bulynmasına alamet kafirleri düşman bilip onlara mahsus kafirlik alametlerni yapmamakdır. Çünkü islamile küfr birbirinin zıddıdır.Birinin bulunduğu yerde diğeri bulunmaz gider.Bunlardan birisine kıymet vermek diğerini hakaret ve kötülemek olur.Ail imran 149.
Müslümanların bilmesi lazım olan bilgilere ulumu islamiyye denir. Bazısı farz bazısı sünnet bazısını öğrenmekde mübahdır. İki büyük kısma ayrılır. Din bigileri Fen bilgileri
Din bilgileride zahiri ve barıni diye ikiye ayrılır.Nakl yolu ile gelen bilgiler çok yüksekdir.Bunlar hiç bir zaman hiç kimse tarafından değiştirilemez. Akıl yolu ile ( fen ) bilgileri ise değişebilir.Ancak nakl yolu ile gelen bilgilerle öğrenilmesi ve sonuçlarınınislamiyete göre açıklanması insanlara faydalı olması zulüm ve işkence vasıtası yaplmaması emr edilmiştir.
Mecellede 36. maddede ve sonraki maddelerde zamanın değişmesi ile örf ve adete bağlı hükümler değişebilir ama nassa dayanan hükümler değişemez yazmaktadır.
Peygamberimizin bir hadisi şerifinde Birbirinize müslümanlığı öğretiniz EMRİ MAĞRUFU bırakır iseniz en kötünüzü başınıza mussallat eder ve dualarınızı kabul etmez .Bütün ibadetlerin sevabı Allah yolunda gaza sevabının yanında denizde damla gibidir Gaza sevabıda Emri mağrufun yanında denizde bir damla gibidir buyuruyor.
Tabiki emri marufu herkez yapamaz şartları var Alimlerin görevidir .Nefret ettirmeden fitne çıkarmadan yapılması lazım.

1 Hayır ve şerrin Allahtan olduğuna inanmak. insanda iradeyi cüzziye vardır.İşldiği gnahlardan mesuldur.
2.Amel imandan parça değildir.Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen mümine kafir denmez.
3.İman artıp eksilmez
4.Kuranı kerim mahluk (yaratık) değildir.
5.Allahü teala mekandan münezzehdir.
6.Ehli kıble tekfir edilmez.
7.Kabir suali ve kabir azabı hakdır.
8.Gaybı yalnız Allahü teala bilir.Dilerse enbiya ve evliyasınada bildirir.
9.Evliyanın kerameti hakdır.
10.Eshabı kiramın hepsi cennetliktir.(Hadid 10)
11.Ebu bekir sıddık eshabı kiramın en üstünüdür.
12.Mirac ru ve bedenle birlikde olmuştur.
13.Öldürülen intihar eden eceliile ölmüştür.
14.Peygamberler günah işlemez.
15.Bugün için 4 hak mezhepten birinde olmak.
16.Peygamberlerin ilki Adem Aleyhisselam sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır.
17.Şefaate ,sırata,hesaba,mizana inanmak.
18.Ruh ölmezKafir ve müslüman ölülerin ruhları işitir.
19.Kabir ziyareticaizdir.Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir.(vehhabiler buna şirk derler)
20.Kıyamet alametlerinden olan Deccal, dabbetül arz,Hz.Mehdinin geleceğine Hz.isanın gökten ineceğine Güneşin batıdan doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak .imamı azam hz.leri kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı buyuruyor.Bir hadisi şerif meali (Güneş batıdan doğmadıkça kıamet kopmaz o zaman herkez iman eder ama artık fayda vermez) Buhari müslim . Güneşin batıdan doğmasını avrupa müslüman olaacak diye tevil etmek imamı azamın sözüne aykırıdır.Hiç bir islam alimi tevil etmeniştir.Nitekim salat dua dır namaz diye birşey yok diyenler çıkmıştır. o zaman ortada din diye birşey kalmaz.Birde avrupa müslüman olunca iman niye fayda vermesin?Güneşin batıdan doğması ilmende mümkündür.
21.Ahirette Allahü teala görülecektir.
22.Kafirler cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez gittikçe artar.
23.Mest üzerine mesh caizdir.
24.Sultana isyan caiz değildir.(Bu bilgiler Fıkhı ekber,nuhbetül leali,R. nasihin,M.Rabbani,F fevaidden alınmıştır




KURANI KERİM:Kuranı kerimi tam olarak yalnız Resulullah anlamıştır.Çünkü muhatabı odur.Kuran ona gelmiştir.Ondan başkası tam anlayamaz.Onun için Allahu teala buyuruyorki (insanlara açıkla diye kuranı sana indirdik.Nahl44)
Açıklamak ayeti kerimeleri başka kelimelerle ve başka surette anlatmak demektir.Bırakın bizleriÜmmetin alimleride ayetleri anlayabilselerdi ve kapalı(müteşabih) olanları açıklayabilselerdi Allahü teala peygambeine sana vahy olunanları tebliğ et der açıklamasını emr etmezdi Bu ve benzeri ayetlere rağmen (Resulullah kuranı getirmekle işi bitmiştir o bir postacı idi (haşa) diyenler vardır.
Eshabı kiram ana dilleri arapça olduğu halde bazı ayetleri anlayamayıp Peygambe efendimize sorarlardı Resulullah Kuranı kerimin tefsirini eshabına bildirmiştir.Eshabı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler dalalete hatta Allah korusun küfre düşer Tefsir yorma ilhama değil nakle dayanır.
M Masum faruki Hz.leri buyuruyorki :Birgün Peygamber efendimiz ince marifetleri onun seviyesine göre anlatıyord.Yanlarına Hz. ömerb geldi . konuşma tarzını değiştidi Hz. osman gelince biraz daha değiştirdi Hz.Ali gelince hepsinin anlayacağı tarzda değiştirdi.Bu istidat ve anlama derecelerinin farklı oluşundan meydana gelmiştir.Benden sonra peygmber gelseydi ömer peygamber olurdu osmanın şefaati ile 70.000 kişi sorgusuz cennete gidecek ali ilim şehrinin kapısıdır buyurduğu halde Hz.ebubekire anlatılan tefsiri bile anlayamadılar.
Birhadisişerifde insanların anlayişlarına göre söyleyin inkarcı olmasınlar Allah ve resulünü yalanlamasınlar.Buyurulmiştur (Buhari)
Kuranı kerimi arapça bilende tam anlayamaz.Dil bilmek ayrı ilm bilmek ayrıdır.Türkçe bilen tıp ,hukuk, kimya biyoloji anlayabilirmi
mEvduatül ülum da deniyorki;Kuran ilmi içinde şaşılacak akıllara durgunluk verilecek sayısız acayiphaller bulunan engin bir denizdir.Ondaki her ilmi öğrenmek sırrına erişmek imkansızdır.İnsanların yazdığı anayasayı bile anlamak için hukukçulara gidiliyor.Bir kanunda bile herkez aynı şeyi anlamazken Allahın kelamını nasıl anlayabilir.
Kuranı kerimin açıklanması;Yusuf suresinin (Anlayabilmeniz için Kuranı arapça indirdik.)mealindeki 2. ayeti kerimesi tefsirlerdev özetle şöyle açıklanıyor.( Kuranı kerimi herhangi bir lisan ile değil en geniş en açık olarak Arapça olarak indirdik.Eğer iyi düşünürseniz bu kitabın ulviyetini kendisinin bir şaheser sözlerinin bütün insanıığa hitab ettiğnğ göür müslüman olmayı en büyük bir vazife en yüksek bir saadet telakki edersiniz.Ey araplar kuranı kerim sizin dilinizle indi Edebiyatçıların şairlerin sözüne benzemediğni gördünüz.Bunun insan sözü olmadiğını ilahi bir kelam olduğunu dişünürseniz anlarsınız.)
Demekki ayetteki anlamak bunun ilahi kelam olduğunu anlamaktır. Yoksa Ahkamını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı resulüm Kuranı insanlara açıkla buyurmazdı( nahl 44)
Fusulet suresinin (Eğer biz kuranı yabancı bir dil ile gönderseydik ayetleri tafsilalı şekilde açıklanmalıydı.Araplar için arapça olmayan bir kitapmı olur derlerdi DEKİ O kuran inananlar için doğru yolu gösteren bir rehber ve şifadır. inanmayanların ise kulaklarında bir ağırlıkvardır. ve kuran onlara kapalıdır. sanki onlara uzak mesafeden bağrılıyorda kurnın ne söylediğni anlayamıyorlar mealindeki 44. ayetin açıklamasıda şöyledir. Kuranı kerim sizin lisanınızda arapçadır. siz arap olduğunuza göre ifadelerin vecizliğinden ilahi bir kelam olduğunu anlarsınız.yoksa arapça bildiğinize göre kuranın hükümlerinide anlarsınız) Denmiyor Ayetin devmında inanmayanların (Yanlız kuran diyenlerin)Kuranı sağırlar gibi anlamadıkları bildiriliyor.
Köylüye ait kanunların vali,kaymakam,muhtar eliyle geldiği gibi Askerdeki orgeneralin ere emrinin gelirken sıralı komutanlardan geçerek geldiği gibi,Anayasa hükümlerinin kanun, tüzük genelgelerle açıklandığıgibi alimlerde bize açıklanmış halde fıkıh ilmihal kitaplarını bırakmışlardır.

FIKIH ALİMLERİ 7 TABAKADIR:En yüksek derecedekiler ahkamı islamiyede müçtehid olanlardır.Bunlara mutlak müçtehid denir 4 mezhep alimleri bunlardandır.
2.Tabaka:Mezhepte müçtehid denilen büuük alimlerdir.Ebu yusuf ve İmam muhammed şeybani ve diğer talebeleri böyledir.Bunlar imamı azmın usul ve kaidelere uyarak delillerden hüküm çıkarırlar.Çıkardıkları hükümlerden bazıları imamı azamın hükümlerine uymayabilir.Bunlarada mezhepde mutlak müçtehid denildiği mizanül kübrada 17. syfada yazılıdır.
3.Tabaka:Mesellerde müçtehid olan alimlerdir.Bunlar ortaya yeni çıkan meselelerin hükümlerini bulurlar.Bunların bulduğu hükümlerin ilk iki tabakanın hükümlerine uyması lazımdır.Hassaf,tahavi,kerhi,şemsül eimme,halvani, serahsi,pezdevi,kadihan bu alimlerdendir.
4.Tabaka:Bu tabakadan sonraki alimler müçtehid değildirler.mukallitdirler.Mücmel kısabildirilmiş olan iki türlü anlaşılabilecek olan hükümleri açıklayarak bir manasını seçer.Ebu bekr ahmed razi bunlardandır.
5.Tabaka:Eshabı tercihtir.Kendilerine gelmiş olan çeşitli rivayetler arasından sahih olanlarını seçerler. Kuduri ve hidaye sahibi Burhaneddin merginani bunlardandır.
6.Tabaka:Eshabı temyiz olup kavi hükümleri zaif olanlardan Zahir haberleri nadir olanlardan ayıran mukallid imamlardır. kenz, muhtar ,ihtiyar , vikaye ,mecmaul bahreyn kitaplarının sahipleri bunlardandır.
7.Tabaka:Yukarıda bildirilen hizmetleri yapamayan ancak önceki tabakaların kitaplarından doğruolrak nakil yapabilen mukallitlerdir. TAHTAVİ, İBNİ ABİDİN, DURRUL MUHTAR sahibinin bunlardan olduğu Mecmau zühdiyyede yazılıdır.Altıncı tabakadaki alimler kıyamete kadar bulunacak hakkı batıldan ayıracaklardır.Ümmetimden hak üzere olan alimler kıyamete kadar bulunacaktır hadisi şerifi bunu haber vermektedir.
Ekleme Tarihi: 22.04.2008 - 10:54
serhendli üyenin diğer mesajları serhendli`in Profili serhendli Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1791 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
kaykaan (57), safak-50 (60), nazlinazende (45), sena_55 (49), NEWYORKER (50), hazan44 (39), RaMaZaN050 (34), KONVEYÖR (47), arefenur (52), mehmet4467 (42), hasret44 (39), turancihan (48), sevgikusu (37), kul_bahri (58), ser_kan (47), ssessiss (36), Seyyidmehmet (47), Ata01 (52), sempatik_cd (43), ebubekir1989 (35), M.EFE (50), sam@ (42), ozgurozakinci (47), garibcahil (46), muhacir-i muham.. (40), Osman50 (70), kanka_konya (36), hkurt (60), haliime (45), mrasitalas (40), hayýrsev.. (58), zekitatari (67), y_turan (39), doctor (41), koylu (63)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.19327 saniyede açıldı