colchicine generique plaquenil lopinavir ritonavir colchicine generique colchicine seretide inhaler seretide rotacaps seretide serevent serocryptin seromycin serophene seropram seroquel servambutol servanolol servicillin serviclofen servispor servitet silagra sildalis sildenafil silvitra simcora simvasine simvast sinemet cr sinemet sinequan singulair sirdalud skinoren smap sortis spersanicol spiroctan sporanox starlix stocrin strattera stromectol suhagra force suhagra sumycin super avana
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

551 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (28): (1) 2 3 Devam >
Ekleyen Mesaj
Konu: Yunus’un Mesajı...
Ukab su an offline Ukab  
Yunus’un Mesajı...
575 Mesaj -
Çiçek olup açan, kuş olup uçan, rahmet olup yağan, bülbül olup konuşan, aşk sevdalısı, kardeşlik sevdalısı, birlik sevdalısı Yunus. “Bizim Yunus”. Yunus Emre... “Dövene elsiz, sövene dilsiz, derviş gönülsüz gerek” diyen, “Ben gelmedim davî için/ Benim işim sevi işi” diyerek yüzyıllardır gönüllerimizde taht kuran Yunus. Bazen derviş olup karlı dağları aşan, bazen bir alperen olup Anadolu’nun birliği için beylik beylik dolaşan ve bazen de garipler, yoksullar, yetimler için Yüceler Yücesi Mevla’ya el açan bir garip derviş Yunus. Ne olursa olsun eti kemigi aşk olan, rengi aşka boyanan, aşki olmayan gönülleri taşa benzeten, buram buram aşkla tutuşan bir eren Yunus...

Asirlardir mübarek Anadolu topraginda adindan çokça bahsedilen, sesi sikça işitilen, devrindeki beylerin, agalarin isimleri unutuldugu halde adi gönülden gönüle ulaşan “Bizim Yunus”... Yunusu bilmek, onu tanımak gerek. Çünkü dünya tarihine damgasını vuran, bir mısrası bile bütün dünya edebiyatına bedel sayılan önemli bir Müslüman-Türk şairinden bahsediyoruz. Neydi Yunus’un çilesi? Gücünü nereden almaktaydı? Yığınla şair ve yazar gelip geçtiği halde, onun şiirlerinin asırlardır dillerde-gönüllerde dolaşmasının sebebi neydi? Daha da önemlisi Yunus’un çağları aşan mesajı nedir? Bunları bilmek gerekmez mi?

Yunus’un çilesi onu yakan ateşti. Bu yüzden olacak ki:

“Yüreğimi aşk ateşi yaka gelmiş yaka gider / Garip başım bu sevdayı çeke gelmiş çeke gider” diyordu.

Başka bir şiirinde ise:

“Yunus bunda gelen gülmez / Kişi muradina ermez / Bu fanide kimse kalmaz / Derdim vardir inilerim” diyerek anlatıyordu çilesini.

Yunus’u güçlü kılan bağlı olduğu iradeydi. O öylesine güçlü bir iradeye bağlanmıştı ki, ancak böylece kendi insiyaklarına uymaktan kurtulmuş, yücelen insanlardan olmuştu. Çünkü o, Allâh’ın iradesine tabi olmuş, O’na ram olmuştu.

“Suyum alçaktan çekerim / Dönüp yükseğe dökerim / Görün ben neler çekerim / Derdim vardır inilerim” derken adeta gücünü nereden aldığını belirtiyor ve “Ben ayımı yerde buldum / Ne isterim gökyüzünden / Bana rahmet yerden yağar / Benim yüzüm yerde gerek” diyerek yücelişin yolunun engin gönüllü olmaktan geçtigini anlatiyordu bizlere Yunus Emre...

Onun bu tevazuu ve alçak gönüllülügüdür ki, aradan geçen asirlar onun büyüklügüne gölge düşürememiştir. Işte bu yüzden Yunus dillerden düşmeyen bir şairdir. Yunus hiçbir zaman kendini övmemiş, toplumu ilgilendiren konular üzerinde durarak halkin yaralarina merhem olmaya çalişmiştir.
“Hak Çalabım, Hak Çalabım, Sencileyin yok Çalabım,

Günahlarımız yarlığa, ey rahmeti çok Çalabım,

Ne ilmim var ne taatım, ne gücüm var ne takatım,

Meğer Sen’den inayetim, kıl yüzümü ak Çalabım” derken insanın acizliğini, çaresizliğini ortaya koymuş, Allâh’ın gücü ve kudreti karşısında teslimiyetini açıkça ilan etmiştir. İnsan güçsüzdür derken onu yok saymamış, Allâh’ın yardımı olmadan tek başına bir insanın nasıl çaresiz olduğunu söylemiştir.

Yunus’un bizden biri olması, ıstıraplarımızı kendisine dert edinmesi, inancını yaşaması ve davasına olan deruni bağlılığı onun eserlerinin bize kadar ilk günkü tazeliğiyle gelmesinin sebebi olsa gerek.


Ne mutlu Yunus’un mesajını işitenlere. Ne mutlu onun çilesini gönüllerinde duyup, yüreklerini bu sevda ile dağlayanlara. Kendisini tarihine, toplumuna adayanlara ve ne mutlu kalplerini dosta verip, kılıcını nefsinin ense kökünde sallayarak Hakka doğru sabırla yürüyenlere. Müjdeler olsun Yunusun çiçekleri ile Anadolu’yu bürüyenlere...

EsSelam Aleykum...

Ekleme Tarihi: 22.09.2008 - 23:11
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Bir Minigin Ramazan Günlügü ...
Ukab su an offline Ukab  
Bir Minigin Ramazan Günlügü ...
575 Mesaj -
Ramazan 1
Bu gün evde bir acaiplik var.
Herkes sessizce işine okuluna gidiyor.
Annem 'Zeynep hadi sana kahvaltı hazırlayalım' dedi.
Kimse yemek yemiyor, su içmiyor.
Ablam bile!

Ramazan 5
Önce diyet yaptıklarını sanmıştım.
İzledim hepsini.
Akşama doğru hepsi sessizleşiyor.
Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyorlar.
Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki.
Başka zaman, susmak bilmeyen ablamın bu hali içten içe güldürüyor beni.
Ama gülmeye cesaretim yok.

Ramazan 9
'Niye böyle yapıyorlar?' Ablama sordum, 'Büyüyünce anlarsın..' dedi.
Zaten başka ne der ki…
Anneme sordum, Ramazan dedi.
Babama sordum, Oruç dedi.

Ramazan 11
Bu Ramazan ve Oruç isimli iki kişi, bizimkilere yeme-içme yasağı koymuş demek.
Arkadaşım Fatıma'ya sordum.
Onun ailesine gündüzleri yemek yemiyor su içmiyormuş.

Ramazan 14
Kaşık çatal sesleri, konuşmalar duydum.
Uyandım.
Babama haber vermeye koştum, yatağında yok!
Çaresiz, huysuz ablamın odasına koştum.
O da yok!
Korkmadım, Ben bu hırsızların hakkından gelirim!' dedim.
Aldım elime paspasın sapını, aniden açtım mutfak kapısını.
Sopamı havaya kaldırdım öylece kaldım oracıkta.
Bizimkiler yemek yiyorlar!
Vay uyanıklar.
Gündüz Oruç ile Ramazan'dan korkup gece yiyorlar.
Birde üstüme gülüyorlar…
Korkaklar.

Ramazan 17
Önceleri, Oruç ile Ramazan'ı bulup şikayet etmeyi düşündüm.
Fakat ablamın yemek yemedikçe pamuk gibi yumuşadığını fark ettim.
Babam ile Annem de artık tartışmıyorlar.
O zaman devam.
Belli ki Oruç ve Ramazan iyi kalpli iki amca.

Ramazan 19
Her gün bize beyaz başörtülü teyzeler geliyor.
Oturup birlikte Kur'an okuyorlar.
Her zaman ki gibi mobilyadan, gelinden, kaynanadan, konuşmuyorlar.
Ellerini açıp herkese dua ediyorlar.
Sevim teyze de başını örtmüş.
Çok da yakışmış

Ramazan 22
Her şey aynen devam ediyor.
Televizyonlar bile uslu uslu konuşuyor.
Hepsi akşam ezan okuyor.
İftar iftar deyip bütün şehir birden yemeğe başlıyor.
Ne hoş.

Ramazan 24
Oruç'u merak ediyorum.
Geçen gün Ayşe teyzem Annemle konuşuyorlardı.
Şöyle şöyle yaparsam Oruç bozulur mu?
Yok böyle olursa Oruç kaçar mı?
Demek ki Oruç, çok duygulu birisi.
İnsanlar kötü bir şey yapınca bozuluyor.
Kötülüğü gördüğü yerden kaçıyor.
Oruc'u ve Ramazan'ı artık iyice merak ediyorum.
Onlarla tanışmaya can atıyorum.

Ramazan 25
Bu günlerde herkes Kadir gecesinden bahsediyor.
Şimdiye kadar gecesi olan bir adam göremedim.
Bu Kadir de kim?
Bin aydan hayırlı gecesi varmış.
O gece uyumamak, namaz kılmak, Kur'an okumak önemliymiş.

Ramazan 26
İftarı çok sevdim.
Akşam yemek yemeye İftar diyorlar.
Gece yemek yemenin adı da Sahur.
İftar sonrası eğlenceler oluyor.
Babam camilere götürüyor bizi.
Herkes sokaklarda, camide, neşe içinde.

Ramazan 28
Merak içinde beklerken uyuyakaldım.
Kadir, gecesiyle beraber gelmiş gitmiş.
Ben göremedim.
Anlayamıyorum.
Bu yüzden ağabeyimi çok özlüyorum.
Ablama soru sormaya kalksam, bana doya doya gülüyor.
Sonra da arkadaşlarına anlatıyor, birlikte gülüyorlar.
Sinir oluyorum.
Abim uzak bir şehirde üniversitede okuyor.
'Abim ne zaman geliyor?' diye aneme soruyorum.
'Bayram gelsin, o da gelecek' diyor.
Oruç, Ramazan, gece gelen Kadir'den sonra şimdide Bayram!..
Soramıyorum 'Bayram kim?' diye.
Neden o gelmeden abim gelemiyor?
Belki de abimin arkadaşıdır.
Çok özledim abimi.
Bayram'ı da alsın gelsin tanışalım.

Ramazan 29 / Arefe
Sonunda bir hanım ismi duydum.
Arife diyemiyorlar mı ne?
Arefe diyorlar.
Niye Arefe?
'Arife' olması gerekmiyor mu?
Yengemin adı gibi yani...
'Arefe geliyor, daha temizliği bitirmedik.' diyor Annem.
Demek ki Arife teyze çok titiz.
İyice telaşlandılar.
Bir Bayram diyorlar, bir Arefe, harıl harıl çalışıyorlar.
Temizlik yapılıyor.
Yemekler hazırlanıyor.
Anneme 'Bayram ne zaman gelecek?' dedim, 'Arefe'den sonra' dedi.
Demek ki Bayram ile Arefe evli değil.
Akraba da değil.
Kafam karma karışık.
Salih abim bi gelse de her şeyi bana anlatsa.

Ve Bayram geldi

Sabah kalktığımda, herkesi kahvaltıda yakaladım!.
Oruç öldü heralde diye düşündüm.
Gece Abim gelmiş.
Sevinçten haykırdım.
Çok özlemişiz birbirimizi.
Bütün olanı biteni bir güzel anlattım Abime.
Yüzüme bakarken, bana tebessüm ettiğini gördüm.
Ablama sormamakla ne iyi ettiğimi anladım.
Abimin tebessüm ettiği yerde, Ablam kahkaha atar.
Abime küser gibi yaptım, hemen gönlümü aldı.
Bana her şeyi baştan anlattı, bu sefer de ben gülmeye başladım.

***

Abimden söz aldım.
Kimseye anlatmayacak, konuştuklarımızı yazmak için izin istedi.
Ben de verdim..
Ramazan günlüğü işte böyle ortaya çıktı.
Abim buna bir de isim buldu: 5 Yaş Sendromu.
Sendromu anlamadım.
Ama olsun, Abime güveniyorum.
Gerçi Ablam'a göre 4 yaşındayım.
Annem 5 yaşında olduğumu söylüyor.
Babam daha 4 yaşından gün almadı diyor.
Abim bu konu beni aşar diyor.

Bayramı çok sevdim.
Ama Ablam tekrar o sinirli haline dönecek diye, Ramazanın gidişine çok üzüldüm...

Bizim için her gün Ramazan olsa!...
Ne iyi olur...

Ekleme Tarihi: 19.09.2008 - 16:50
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Tesettür sizi korur ! ...
Ukab su an offline Ukab  
Tesettür sizi korur ! ...
575 Mesaj -
"TESETTÜR SİZİ KORUR"

Bugünlerde Mısır'da davet amaçlı hazırlanan ve elektronik posta yoluyla kitlelere ulaştırılan farklı bir davet çalışması gündemi belirliyor. İki çubuklu şekerin kullanıldığı ilginç bir kurguyla tesettür çağrısı yapılıyor.




Darul Tevhid


Bugünlerde Mısır'da davet amaçlı hazırlanan ve elektronik posta yoluyla kitlelere ulaştırılan görsel mesaj gündemi belirliyor. İki çubuklu şekerin kullanıldığı ilginç bir kurguyla tesettür çağrısı yapılıyor. Çalışma büyük ilgi görüyor.Türkiye medyasında bugün yer alan habere göre, iki çubuklu şekerden birisi ambalajlı. Bu başörtüsünü simgeliyor. Diğeri ise açılmış ve üzerinde sinekler bulunuyor. Mesaj olarak ise "Onları (erkekleri) durduramazsınız. Ama kendinizi koruyabilirsiniz" yazıyor. Mısır'da son dönemde başörtüsü takanların sayısında önemli bir artış gözleniyor.

Ekleme Tarihi: 02.09.2008 - 09:55
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Hifa ve Süheyl...
Ukab su an offline Ukab  
Hifa ve Süheyl...
575 Mesaj -
Yıl asrısaadet yılı, aşkların en güzelinin yaşandığı mekân ve zaman.

Ölümsüz sevdaya doğru yol alan, ilahi aşkın sırrına mahzar olan ve kalplerinde sadece onun sevgisini taşıyanların yılı.

İşte o yıllarda vuku bulan bir aşk kıssası “ Hifa ve Süheyl

Hz peygambere teslimiyetin güzel bir vesikası ” Hifa ve Süheyl

Madde den geçip mana ikliminde aşkı yaşayanların hikâyesi “ Hifa ve Süheyl


Hifa genç, güzel, şan-şöhret sahibi ve oldukça zengin bir kadın;

Güzelliği dilden dile dolaşan, şan şöhreti saraylara kadar ulaşan,

Birçok kimsenin kendisi ile evlenmesi durumunda her şeyini feda edebileceği birisi Hifa

Öyleki hifayı duymayan, güzelliğini bilmeyen kimseler kalmamış sevda çöllerinde.


O kadar güzel ki hifa ; krallar saray anahtarlarını getirip önüne bırakıyor.

Zamanın zenginleri kervan yükü kadar mücevher ve altın vaat ediyor.

Sahabe eşleri ise Hifa ile akraba olabilmek için Hifa yı kocalarına istiyorlar.

Aman ya rabbi Bu ne aşk, bu ne seda ve bu ne güzellik ki insanlar onunla eş olabilmek için kıyasıya yarışıyor; tüm zenginliklerini, mal varlıklarını, mevki ve makamlarını onun önüne seriyor ama o bunların hiç birine bakmıyor ve yanaşmıyor.

Bu nasıl bir edadır ki ya rab; insanın başını döndüren, kanını kaynatan, sarhoş eden bu tekliflere karşı rıza en lillah çizgisini koruyan bir ruh var bedende. Beden de ruh tende hifa var


Ama ilahi bir saygı var hifa da; o bu ilgi ve alakadan rahatsızdır çünkü. O olup bitenden dolayı gerçekten çok üzgündür.

Düştüğü bu müşkül vaziyetten kurtulmak için hz. peygambere giderek durumu ona arz eder.

Ve kendisi için hayırlı bir meşguliyet ister.

Hifa Allah resul’ünün kendisine meşguliyet olarak çeşitli

Dersler ve ibadetler vereceğini bekler.

Oysa Hz peygamber hifa ya meşguliyet olarak evlenmeyi tavsiye etmiştir.

Bu durum karşısında Hifa Allah’ın resulüne şöyle der.

“Ey Allah’ın resulü madem meşguliyet olarak evlenmeyi öneriyorsunuz;

Öyle ise kiminle evleneceğim hususunda da karar vermeme yardımcı olunuz. Buna karşılık hz peygamber pratik bir çözüm bularak;

şöyle dedi; yarın sabah namazına mescide ilk giren kim olursa onunla evleneceksiniz. Sonucu da size bildireceğim der ve hifa oradan ayrılır.


Sonra hz peygamber mescide giderek bunu herkese ilan eder.

Bu duyuru dilden dile, kulaktan kulağa dolaşır ve ahalide büyük bir heyecan başlar.

Öyle ya birçok kimsenin güzelliği, şanı, şöhreti ve zenginliği için evlenmeyi arzuladığı, kervanlar dolusu altın ve mücevher vaat ettiği, evli olan kadınların bile sadece akraba olabilmek için kocalarına istedikleri hifa artık evlenmeye karar vermiştir.


O gece heyecan ile birlikte bir koşuşturma başlar sokaklarda.

Sabah namazına mescide erken gidebilmek için çeşitli hazırlıklar yapılır ve tedbirler alınır.

Bazıları erkenden yatar ve uyurlar. Kimileri evdekilere ricada bulunarak uyumamalarını söylerler ki erkenden kaldırılıp mescide gidebilsinler. Hatta o gece bir kısım insanlar ise sabaha kadar uyumamayı bile göze almışlardır.

Sabah namazı için hazırlıklar yapıla dursun. Fakat sahabeden öyle birisi de vardır ki ne olup bitenden haberdar, nede olup bitenle ilgilenecek durumdadır. O kendi halinde, kendi derdinde, kendi meşguliyetinde, kendi aczinde; fakir, yetim, öksüz ve gariptir.

İşte o kimse de hiçbir şeyle ilgilenecek durumda olamayan Süheyl dir.


Süheyl mescidin etrafında yaşayan ashabı suffadandır.

Yani o ne harcayacak bir dirhemi, ne başını koyacak bir evi, nede üzerindekilerden başka giyecek bir elbisesi olmayan fukara ve sersefil bir sahabedir. Tabi üzerindeki elbiselere de elbise dersek

Diğer taraftan hazırlıklar tamamlanmış bütün tedbirler alınmış ve herkes sabah namazı için kendisini ayarlamıştır.


Sabah namazı için peygamber mescide gelerek beklemeye başlar.

Az sonra bir gölge belirir mescidin kapısında ve içeriye giren Süheyl’dir.

Hz peygamber Süheyl’e; seni bu vakitte buraya getiren nedir diye sorar.

Çünkü mescide ilk girendir Süheyl.

Tabi Süheyl’in olanlardan haberi olmadığı için; sabah namazına geldim ya resul Allah der.

Hz peygamber: hifa olayından haberin yokmu senin diye sorar.

Süheyl: Haberim yoktur ya resul Allah; hem haberim olsa dahi benim hifa ile ne işim olabilir ki der.

Bunun üzerine Hz peygamber hifa meselesini Süheyl’e anlatır.

Dinlediği olay karşısında şaşkın ve hayretler içindedir Süheyl.


Allah o gece Medineli erkeklerin gözlerine derin bir uyku koymuş ve kimseler sabah namazına mescide gelememişlerdir.

Sonra sabah namazı vaktinin çıkmasına yakın bir zaman kala cemaat mescide gelmeye başladı.

Ve gelen herkes merakla talihlinin kim olduğunu sordu.

Hz peygamber:

Mescide ilk gelenin Süheyl olduğunu ilan etti.

Hemen akabinde ise hifaya haber gönderildi ve Süheyl ile evleneceği belirtildi.

Hifa da teslimiyete yaraşır bir şekilde tereddütsüz bunu kabul etti.

Ne var ki hifanın duyulmuş olan şanı, şöhreti, güzelliği ve zenginliği kadar;

Süheyl’inde kimsesizliği, çelimsizliği, fakirliği ve yetim oluşu biliniyordu çevrede.

Zaten herkesi hayretler içinde düşündüren kısmı da buydu ya.

Hifa gibi bir kadına Süheyl gibi bir eş

Sonra Hz peygamber hifa ile Süheyl’in nikâhlarını kıyar ve Süheyl’e bakarak; Eşine bir hediye almasını söyler.

Süheyl mahcup bir eda ile başını önüne eğer ve oldukça kısık bir sesle; Ey Allah’ın resulü değil hediye almak, üzerimde bana ait bir dirhemim bile yoktur der.

Bunun üzerine hifa oradan kalkar ve eve gider. İçinde 100 dirhem bulunan bir kese göndererek; bunlar Süheyl’indir istediği gibi kullansın der.

Dirhemleri alan Süheyl çarşıda gezerek iki dirheme bir hediye alır ve akşam karanlığında Hz peygamberin nikâhlarını kıydığı eşi hifanın evine gider.

Bu gece Süheyl’in zifaf gecesidir. Çarşıdan almış olduğu hediyeyi hifaya takdim eder

Ve şöyle der: -ey hifa bundan sonra sana benimle evlendiğin için sabretmek düşer.

Bana da senin gibi birisi ile evlendiğim için elbette ki şükretmek düşer.

Sana sabretmek düşer çünkü benim gibi çelimsiz, fakir, perişan hiçbir şeyi olmayan biriyle evlendin.

Bana da gerçekten şükretmek düşer çünkü senin gibi güzel, zengin ve varlıklı birisi ile evlendim. Ve şöyle devem eder Süheyl:

Allah’ın bize bahşettiği bu evlilik için gel bu geceyi ona ayıralım ve ibadetle geçirelim.

Ben şükrümü sen sabrını eda et. Umulur ki ben şükredenlerden sende sabredenlerden yazılırsın.

Ve her ikisi o geceyi sabah namazı vaktine kadar ibadetle geçirirler.

Rablerine dua ve niyazda bulunurlar, kendilerince sabır ve şükürlerini eda ederler.

Sabah namazı vakti girince Süheyl mescidin yolunu tutar.

Mescide vardığında Hz peygamberin kendisini karşıladığını görür.

Sonra içeri girer girmez Allah resulü Süheyl’e sorar;

-ya Süheyl siz bu geceyi nasıl ihya ettiniz, ne amel işlediniz de yüce Mevla’yı bu kadar kendinize razı ettiniz. o da müjdeleyen bir eda ile Cebrail’i gönderdi. Müjdeler olsun ya Süheyl müjdeler olsun.


Bu sözleri duyan Süheyl kendinden geçmiştir artık. Boynu bükülüvermiş sesi kısılmıştır artık ve mahcup bir eda ya bürünerek;

Biz bu geceyi sadece rabbimize ibadet ederek geçirdik diyebilmiştir.

Ve inen ayette yüce Mevla şöyle buyurmuştur:

Ne mutlu o kimselere ki; Rabbine ibadet etmeyi kendi zevklerine tercih ettiler. Bize o kulları affettik.



Sonra Süheyl ellerini açarak; ’ya rabbi sen ki beni affettin, bağışladın tekrar günah işleyerek yaşamak istemiyorum, senden niyazım sana kavuşmak, diye dua etti. Ve duasından sonra ruhunu teslim etti.

Allah resulü buyurdular ki hifada şu anda ruhunu teslim etmiştir.

Rasulullah s.a.v namazlarını kıldırdı.

Ve her ikisi yan yana açılan kabirlere defnedildiler

Şükredenlerin ve sabredenler olarak Mevlanın huzuruna çıktılar.



EsSelam Aleykum

Ekleme Tarihi: 29.08.2008 - 00:35
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: PSIKIYATRIST GOZUYLE BASORTUSU ...
Ukab su an offline Ukab  
PSIKIYATRIST GOZUYLE BASORTUSU ...
575 Mesaj -
Başını örtenler:

Eğer inanmadan örtünüyorsanız, başörtüsünü çıkarınız.
Eğer siyasi simge olarak örtüyorsanız, çıkarınız.
Eğer mahalle baskısı ile örtüyorsanız çıkarınız.
Eğer babanızın baskısı ile örtüyorsanız, çıkarınız.
Eğer kocanızın baskısı ile örtüyorsanız, çıkarınız.
Eğer ağabeyinizin baskısı ile örtüyorsanız, çıkarınız.
Eğer yaşadığınız ortamda prim yaptığı için örtüyorsanız, başörtünüzü çıkarınız.
Eğer gelenek olduğu için örtüyorsanız, çıkarınız.
Eğer sizi güzelleştirdiği için başınızı örtüyorsanız, çıkarınız.
Eğer Allah için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz.
Eğer inandığınız için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz.
Eğer dini gereklilik için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz devam ediniz. Ancak artık özgür olmadığınızı unutmayın. Başörtüsü ile sakız çiğneyerek dolaşamazsınız. Karşı cinsle sarmaş dolaş olamazsınız. Artık temsil ettiğiniz bazı değerlerin var olduğunu unutmayınız.
Eğer inandığınız için örtünüyorsanız içini doldurunuz. Dürüstlüğünüz, çalışkanlığınız, hoşgörünüzle örnek olurken; ahlakî anlayışınız, oturup kalkışınızda da daha dikkatli olmalısınız.
Çünkü başörtüsü sizin için hem bir hak hem bir değerdir.
Haktır; çünkü sonradan çıkarılmış bir kavram değildir. 1400 yıllık bir geçmişi vardır. O halde örtündüğünüz gibi yaşayın. Yaşadığınız gibi örtünün.

Karşı çıkanlar:
Başörtüsüne size ölümü hatırlattığı için karşıysanız, vazgeçiniz. Ölüm vardır ve gerçektir.

Başörtüsüne din karşıtlığınız sebebiyle muhalifseniz, vazgeçiniz. Dinin teselli etme ve hayata anlam katma gücünü yok edemezsiniz.
Başörtüsüne korktuğunuz için karşıysanız, korkunuzu analiz ediniz.
Korkunuz dini bir veriden kaynaklanıyorsa, o veriyi tartışınız.
Korkunuz dinin yanlış yorumlarından kaynaklanıyorsa, doğru yorum bulmak ya da oluşturmak için mücadele ediniz.
Korkunuz küçük kentler ve Anadolu’daki mahalle baskısı ile insanlarla diyologa giriniz. Birlikte yaşama bilincini oluşturmak gibi bir misyon üstleniniz. Yasağı yasakla gidermek çözüm olamaz.
Korkunuz İran gibi olmaktan kaynaklanıyorsa, başörtüsüne karşı çıkmak yerine radikalliğe karşı çıkınız.
Korkunuz Atatürkçülüğün tehlikede olmasından kaynaklanıyorsa hangi Atatürk’ü savunduğunuzu sorgulayınız.
Korkunuz Cumhuriyetin tehlikede olmasından kaynaklanıyorsa “Tek Parti Cumhuriyeti”ni mi, “Çok Partili Cumhuriyeti” mi savunduğunuzu sorgulayınız.
Korkunuzun sebebi özgürlüklerin kaybolması ise, ise herkese özgür yaşayacağı ortam sağlayacak çözümler üretiniz.
Korkunuz laikliğin tehlikede olmasından ileri geliyorsa, laiklikle din karşıtlığını karıştırıp karıştırmadığınızı sorgulayınız.
Korkunuz sahip olduklarınızı yitirmekse, elde ettiğiniz varlıklara “düşünceye karşı düşünce” yöntemiyle mi mücadele ediyorsunuz, bunu sorgulayınız.
Başörtülü birini gördüğünüzde size ‘dinsiz’ denildiğini hissediyorsanı z, vazgeçiniz. Çünkü bu sizin algınız olabilir. Niyet okuyarak hükme varmak, insanı realite körlüğüne götürür.
Başörtülü bir kadını gördüğünüzde, ‘dinde böyle bir uygulama yok’ diye düşünüyorsanız, bırakınız onu konunun uzmanları söylesin. Bilimsel cahillik yapmayınız.
Başörtüsünü ‘gericilik’ olarak değerlendiriyorsanı z, asıl gericiliğin öğrenme hakkını engelleme olduğunu görünüz. Gericilikle mücadele cehaletle mücadeledir; dinle mücadele değildir.
Başörtülüleri ‘kendilerini kısıtlayan insanlar’ olarak görüyorsanız, inandığı değerler için zevklerinden vazgeçenlere saygı duyunuz.
Başörtülüler size ‘Usame Bin Ladin’i hatırlatıyorsa, zihin haritanızı değiştiriniz. Radikal din anlayışının, İslam dininin ilk doğuşunda üç halifeyi öldürdüğünü unutmayınız.
Başörtüsünü görünce ‘dinî faşizm’den korkuyorsanız, Hitler’den hareketle ‘bütün Almanlar faşisttir’ deme adaletsizliğini yapmayınız.
Başörtülüler, size ‘tehdit altında olduğunuz’ izlenimini veriyorlarsa, kendinize konuyu kişiselleştirip kişiselleştirmediğ inizi sorunuz. Başörtülülerle konuşmayı deneyiniz. Önyargıları, diyaloglar aydınlatır.
Bir insanın başının zorla kapatılmasından yana iseniz, ceberutsunuz. İslam tarihinde selefi, harici radikalizm yorumu bunu öngörmüştür.
Bir insanın başını zorla açtırıyorsanız yine ceberutsunuz. Bu durum, din karşıtlığını dogma haline getirdiğinizin ispatıdır: Kendinizle yüzleşiniz. Belki de ‘Modern Tiran’lığı savunuyorsunuz.
Güç kullanarak kendi dogmalarınızı kabul ettirmek istiyorsanız, siz Ortaçağ’a aitsiniz. Dinî görünümlü ya da modern görünümlü olmanız fark etmez.
Siyasî talebi olmayan bir genç kızın inançlarının gereğine göre yaşamasına karşı çıkıyorsanız, laikliğe de karşı çıkıyorsunuz demektir.
Siyasî talebi olmayan bir ailelerin çocuklarına dinin öngördüğü ahlakî normları öğretmeyi, din dersi vermelerini laikliğe aykırı görüyorsanız; bu davranış bilimsel, çağdaş, ilerleme ve aydınlanmaya uygun değildir. Alternatif üretiniz.
Siyasî talebi olmayan ama dinini yaşamak isteyen doktora, mühendise, subaya karışmayınız. Aydınlanmanın Descartes döneminde takılıp kalmışsınız demektir. Allah’a hesap verme duygusu yaşayan bir subay ya da doktor ülke için şanstır.
Siyasî talebi olmayan ama dinin teselli gücünü, yaşama anlam katma özelliğini ve ölümden sonraki hayatı öngörme fikrini bilimle birleştirenlere karşıysanız, bilimsel gelişmeye ve düşüncenin ilerlemesine de karşısınız demektir.

Başörtüsüne ‘bazı siyasîler sahip çıkıyor’ diye karşıysanız, demokratlığınızı sorgulayınız.
‘Başörtüsü istismar ediliyor’ diye düşünerek muhalefet ediyorsanız, istismar edenle etmeyeni anlamanın en iyi yolunu deneyiniz.
Bu konuyu istismar edeni etmeyenden, önyargılı olanı olmayandan ayıran laboratuar, sosyal alanlardır. Üniversitelerde serbest bırakın. Üç, beş sene gözlemleyin. Eğer kamu düzeni bozulursa ve başı açıkların hakları ellerinden alınırsa, aptallık yapmayın; mücadelenizi verin.
Eğer askerseniz ve sezgileriniz, Türkiye’nin geleceğini tehdit edecek bir tehlikeyi haber veriyorsa; üniversiteler sizin için birer sosyal psikoloji laboratuarı olacak. Böylece siz de deneyecek ve göreceksiniz: Kamu düzeni, provokasyonlara rağmen bozuluyor mu bozulmuyor mu?
İnsan davranışlarının dilini, yalan söylenip söylenmediğini, niyetleri anlamayı ve korkuları yenmeyi gösterecek en iyi yol, deneme sınamadır.
Deneme-sınama yöntemi her zaman risklidir, ancak radikalliği önlemek için bu riski göze almak gerekir.
Adalet, cesaret istediği gibi doğruları bulmakta, risk almayı gerektirir.
Özgürlük ve barış tarihte hiç kolay elde edilmemiştir.
Bazıları başının dışını örtüyor, bazıları içini örtüyor. Bunun için sosyal psikoloji laboratuarı en etkili bilimsel deney ve gözlem yeridir.

Türkiye kendi modernizmini geliştirmek dünyaya model olma şansını yakalayabilir.
Bu konuda da rehberimiz akıl ve bilim olmalıdır.
Bilim inancı taklit etmez ama tehdit de etmez. İnceler, rapor eder ve tarih sahnesine sunar. Özellikle üniversiteler hiçbir fikre kapısını kapamazlar. Analiz ederler, yorumlarlar. Evrensel yaklaşım bu olmalıdır.
İnanç bilimsel kategoridir. Üniversitelerin sosyal psikolojik laboratuvar olması fırsatını kaçırmayalım. Türkiyemiz bu sınavı dünyaya örnek olacak şekilde aşması dileğiyle…


Nevzat Tarhan



EsSelam Aleykum...
Ekleme Tarihi: 08.08.2008 - 11:56
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Tek Sermayemiz Ömür...
Ukab su an offline Ukab  
Tek Sermayemiz Ömür...
575 Mesaj -
Her birimiz ayrı bir dünya yaşadık; yaşıyoruz ve yaşayacağız. Ya uzun sürdü bu ömür; ya da çocukluğumuzda bir hastalık ciğerimizi çürüttü. Belki herhangi bir insan gibi bir araba kemiklerimizi ezdi, bir bombaya kurban gittik, kalbimiz habersiz bir krizin baskınıyla dinlenmeye çekiliverdi.

Tüm yaşantımızmış gibi algıladığımız dünyadaki ömür, aslında ahirette yaşayacağımız sonsuzluğa nisbeten birkaç saniyeden ibaret. Dünyadaki ömrün sonsuzluğa oranla miktarı ne kadar küçükse, aynı sonsuzluğa oranla değeri o kadar büyüktür. Çünkü sonsuzluğa değin sürecek hayatın nerede ve nasıl geçeceğini, ömür denilen birkaç saniye boyunca neler hissettiğimiz, istediğimiz ve yaptığımız belirleyecek.

Dünyadaki saniyeler boyunca kazanabileceklerimizi, ahiretteki asırlar boyunca elde edemeyeceğiz. Demek ki, sonsuzluğu kazanmakta kullanabileceğimiz tek sermayenin adına ömür demişiz. Belki de bu yüzden yarışıyor karıncalar; kuşların dünyayı şenlendirmek için güneşi bekleyememelerinin sırrı da buradadır.

Niçin yaşadık? Ev, araba, ünvan ve zenginlik için çırpınışımızın, televizyon seyretmemizin, dedikodularla bütün sermayemizi yok etmemizin; kısacası ömrümüzün saniyelerini paslanmış bağ bıçağıyla milim milim parçalayışımızın sebebi nedir?

Nice insan, evreni kuşatacak bir sayfayı kendi adıyla açıp doldurarak gitme fırsatı eline verildiği halde, tembellik yüzünden elleri bomboş olarak dünyadan kovulmuştur.

Eğer her gece uykuya dalacakken, sermayemizle hangi ticareti yaptığımızı sorgulamıyorsak; yolumuzu biz tayin etmiyoruz demektir. Zaman nehrinde akıp gidenlerin yolculuğu iki şekilde çizilir: Ya onlar birer saman çöpü gibidirler, rüzgârla savrulurlar; kum ve toprak parçacıklarıdırlar, sellerle yuvarlanıp giderler. Ya da onlar, kendilerini bir vadiden diğerine taşıyan arı gibidirler.

İşte, büyük bir ruhu çalışmaya feda ettiren olağanüstü sözler: 'Karşımda büyük bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.' Sonra da şöyle uyandırır bizi Bediüzzaman: 'Biz gidiyoruz; aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar. Sevkiyat var.' Sonra da bizler... Kendimize kahredişimiz; haksızlık ve zulme ilgisiz kalmaktan veya sadece bunların dedikodusunu yapmaktan başka bir yolu tercih etmeyen insanlar...

Elimizdeki her değerin emanet olduğunu ve pek yakında çekilip alınacaklarını biliyoruz: eşimiz, işimiz, mülkümüz ve hayatımızı paylaştığımız herşey. Herşeyin sahibi olduğunu sanan, ama ‘ömür sermayesinin saniyelerinden başka’ hiçbir şeyi olmayan insanlarız. Vücudumuz bile bize ait değil ve biz buradan ayrıldığımızda vücudumuz dahi bizimle gelmeyecek. Bizimle birlikte gelecek olan, kalbimizi güneşleştiren dualar, dilekler ve eylemlerimizle manevî hafızalarda bıraktığımız tertemiz izler olacak.

İslâm Peygamberi(a.s.m.) 'İnsanlar uykudadırlar; öldükleri zaman uyanırlar' der ve uğrunda ağlaşıp çekişip durduğumuz dünyaya dünya hesabına saplanmanın anlamsızlığını hissettirir: 'Ahirete nazaran dünyanın değeri, ancak sizden birisinin parmağını denize daldırmasına benzer.' Hatırlıyorum, 1989 yılında Akdeniz bölgesinden geçerken, Mersin iline uğramıştık, şehrin sahilinde deniz kenarına vardık ve 'Akdeniz’in suyuna dokundum' diyebilmek için elimi deniz suyuyla ıslattım. Orada geçen tüm zaman beş dakikaydı. Şimdi düşünüyorum; beş asır olsa da, fani olunca aynı şey değil midir?

Benjamin Franklin, 'Hayatı seviyorsan, zamanını boşa harcama; çünkü zaman hayatın ta kendisidir' der. Bu gerçeği ruhunun derinlerinde hisseden büyük insanların lüzumsuz meşguliyetlerle öldürülecek bir saniyeden bile kaçtıklarını görürsünüz. Pek çok insan, değil dakikalarını, saatlerini harcıyor ve bu saatleri, değil lüzumsuz işlerle meşgul ederek, hiçbir şey yapmayarak, âdeta heykel gibi donup kalarak öldürüyor. Gereksiz uykularla ve faydasız televizyon seyretmelerle yaptığımız bundan başkası mıdır?

Epiktetos, tarihin derinliklerinden şöyle fısıldar: 'Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsan, niye bugünden başlamıyorsun? ' Biraz daha dikkat edince, Tolstoy’un 'Herkes insanlığı değiştirmeyi hayal eder; ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez' dediğini duyacaksınız. Ömür sermayesiyle sonsuzluğu kazanmanın zamanı bugündür ve yolu, işe kendimizi değiştirmekten başlamaktır.

İnsan, sermayesi zannettiği malını, makamını korumak uğrunda bütün enerjisini, bazen canını, hatta şerefini feda eder. Gerçek ve tek sermaye olan ‘ömür’ün hızla tükendiğinin yeterince bilincinde miyiz? Yoksa en acımasızca, israfla harcadığımız tek sermayemiz ömrümüz müdür? Ben otuzdört yaşındayım. Beş yaşında, on yaşında çocukların dünyadan ayrılışlarını duydukça, Hz. Âdem’i(a.s.) ve Hz. Havva’yı(r.a.) Cennette sonsuzlukla kandıran şeytanın, aynı yalana onun çocuklarından olan beni de dünya hayatında inandırmaya çalıştığını fark ediyorum. O anda eğer tembellik tuzağına düşmüşsem; kulaklarım vicdanımın haykırışlarını yakalayıveriyor ve beni tehdit ettiğini duyuyorum: 'Sen öldün dostum; sen öldün.'

İnsanlar mallarını korurlar; krizler geldiğinde paralarının eriyip gitmemesi için herşeyi düşünürler. Mevki ve makamlarını rakipleri kapmasın diye, ne yapılacaksa yaparlar. Peki, ya bir saniye bile duraksamadan akıp giden günlerinin israf olmaması için; ömürlerinin ellerinden çalınmaması, krizlerle eriyip gitmemesi için ne yaparlar? Paramızı düşündüğümüz kadar ömrümüzü düşünüyor muyuz? Yoksa iki simit satamayınca ipe götürecek kadar değersiz bir can mı taşıyoruz göğsümüzde? Sonsuzluğun bedeli bu denli basit olamaz.

Eğer son nefesimizi vermek üzere değilsek, henüz herşey bitmemiştir. Bizim için ‘herşeyi’ hazırlayan Yaratıcımızdan istemeye vaktimiz var demektir. Bulduğumuz her boş saniyeyi dualarımızla doldurmaya; yürürken, konuşurken, hatta uyurken kalbimizin ellerini sınırsız rahmetine uzatmaya; benliğimizi O’nun varlığının ve şefkatinin idraki ile doldurmaya fırsatımız var demektir.

Herkesin uyuduğu sessiz gecelerde tembellik beni ruhumdan yakaladığında ve dizlerime hâkim olamadığımda, Azrail’in(a.s.) pencereden ziyaretime geleceği ânı hayal etmeye çalışırdım. Üşenen kalbim ürpertiyle canlanır; ama bu yalancı hayalin etkisi yeterince uzun sürmezdi. Bir sabah henüz uyanamadan bir dakika önce, silüeti yanıma geldi ve artık sonsuzluk yolculuğuna başlamam gerektiğini haber verdi. Öylesine acıdım ki hâlime.

Günlerdir beni üzen herşey birkaç saniyeye sığdı bilincimde; kalan projelerimi tek tek hatırladım. Uğrunda üzüldüklerim, sinek kanadı kadar değersizleşti ve yeterince önemsemediğim işlerimin her biri birer dağ gibi karşıma dikildi. Kazası gereken ibadetler, yazılmayı bekleyen kitaplar; helalleşmem gereken insanlar, hazırlamam gereken vasiyetname... Ben çaresizim; çözülmesi gereken yığınlarca asıl iş var orada ve ben onların teki için bile artık harcayacak bir saniyeye sahip değilim. Rüya biraz daha uzasaydı da yalancı dünyaya geri gelmeseydim; oradaki birkaç dakika tüm saçlarımı ağartmaya yetecek kadar ağır gelecekti.

Şimdi bizi çok seven sevgili Peygamberin(a.s.m.) 'Rabbinize yalvara yakara dua ediniz' sözü ruhumuzun bir parçası olabilir. Ya da, 'Eğer Allah katında sizler için neler hazırlandığını bilseydiniz, çok muhtaç olmayı dilerdiniz' sözünden ders alabilir; fırtınalı çölde annesini kaybeden çocuk gibi, dünyanın eziciliğinden kurtulup Evrenin Sahibine kavuşabilme arzusu ile ruhumuzu doldurabiliriz.

Önemli olan dünyada neler elde ettiğimiz değildir. Neleri ne kadar büyük ölçekte kazandığımızın sonsuzluğumuz açısından hiçbir değeri yoktur. Zira bizim elimizle gerçekleştirilenlerin yaratıcısı değiliz ki onlara sahiplik iddia edelim. Bizim defterimize yazılacak olanlar, asıl bizden olanlar, yani bize ait olanlardır ki, onlar da sadece kalbimizden ve ellerimizden çıkanlardır. İnsan başarabildikleri kadar değerli değildir; insan sadece başarmak uğrunda dile getirebildiği duası kadar ve başarabilmek için sergileyebildiği çırpınışı kadar büyüktür.

İnsanın hak edeceği sonsuzluğun değerini ve büyüklüğünü belirleyen iki faktör vardır: Bedenimizin içinde yaşadığı evrende hangi eylemleri, çırpınışları bıraktık. Başarıp başarmadığımız sonsuzluğumuz açısından önemli değil; başarabilmek için üzerimize düşeni yeterince yaptık mı? Meşhur olmayabiliriz; adımızı kimse duymayabilir dünyada. Ancak şurası kesin ki, peygamberlerin yaptıkları gibi yapmaya adananları, burada kimse tanımasa da semada tanımayan melek yoktur.

Diğer faktör de kalbimizdir. Bedenimizin parçası olduğu madde evreninde, hangi izleri ve eylemleri bıraktığımız kadar; kalbimizin içinde yaşadığı ruh evreninde de hangi duaları, duyguları ve niyetleri bıraktığımız önemlidir. Öyle insanlar vardır ki, melekût evreninde, kalpleri ve duaları adına âdeta gezegenler inşa edilmiştir.

Sonsuzluğu kendileriyle paylaşacağın meleklerin seni sevip sevmediğini merak ediyorsan; senin melekleri sevip sevmediğine bak. Seninle ne kadar ilgilendiklerini anlamak istersen, senin onlarla ne kadar ilgilendiğini sorgula.

Yaratıcının sevgisine kavuşup kavuşmadığını anlamak istersen; şimdi kalbine sor: 'Onu seviyor muyum? ' Peki seni ne kadar seviyor? Sor kendine: 'Onu ne kadar seviyorum? ' Hatırlayınca hıçkırıklara boğulabilecek kadar var mı? Eğer öyleyse, sen köyde kağnıyla yük taşıyan, dağların ötesinden habersiz fakir delikanlı/veya genç kız da olsan; senin adın semanın öteki ucunda bile meşhurdur.

Hayat geçiyor, zaman uçuyor; hazineler gaybdan akıp gidiyor. Uyuyamayız, heykeller gibi donuklaşamayız. Yaratıcımızın görevi olan sonuçları yetersiz sanıp kaderimize küsemeyiz; alacağımız asıl karşılık, sonsuzluk evreninde verilecek karşılıktır. Hiçbir akıllı insan da, tüm çabalarının karşılığını dünyada alıp, sonsuzluğa eli boş gitmek istemez. Bize düşen, karıncalar gibi durmadan ve üstelik koşarak çalışmaktır; Yaratıcımız eylemlerimizden ne yaratır; sadece ahiret mi, yoksa biraz dünya ve biraz ahiret mi?

Şu kadarını iyi biliyoruz: Her zerre eylemin ve duygunun sonsuzluk evreninde mutlaka çok büyük karşılıkları vardır. Başarı yolculuğunda attığımız her meşru adım, Cennet sarayına dikilen bir ağaçtır. Eylemlerimizin bu evrendeki karşılıklarının yanısıra; eş-zamanlı olarak, sonsuz hayattaki karşılıkları da yaratılıyor. Ruhumuzu tatmin edebilecek tek karşılık, şeytanın ütüleyip boyaladığı maddede kokuşmak değil; sonsuzluğun sahibiyle kurulacak dostluk ışığında sonsuzlaşmaktır. Sevgili Yunus bunu anladı ve şu en güzel cümleyi bize bıraktı: 'Bana Seni gerek Seni...'

Muhammed Bozdağ



EsSelam Aleykum...

Ekleme Tarihi: 04.08.2008 - 22:36
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Sabır Direniştir"
Ukab su an offline Ukab  
575 Mesaj -
Hocamızın o büyük yüreğine gönlüne sağlık.Çok güzel bir yazı gercekten...Te$ekkürler
Ekleme Tarihi: 04.08.2008 - 22:32
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: İbadete ihtiyacı olan BİZİZ...
Ukab su an offline Ukab  
İbadete ihtiyacı olan BİZİZ...
575 Mesaj -
İNSAN ilme muhtaçtır; ilmin ise insana ihtiyacı yoktur. Herkes cahil de kalsa ilmin üstün mertebesinde bir değişme olmaz; onun aydınlığı cehaletin karanlığından daima üstündür.

İlim tahsil eden kişi böylece bir mertebe kazanır. Bu, öncelikle ruh ve kalb dairesinde gerçekleşir. Alim insan, üstün insan olur. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ” ayetinde bu gerçek net biçimde ders verilir.

Bilgili olmanın dünya işlerinde de faydası görülür. Bir konuda bilgisi ve ihtisası olan kişi hak ettiği makama getirilir; diğer insanlardan daha fazla ücret alabilir.

İbadet de bir yönüyle ilim gibidir. İbadete kul muhtaçtır. İbadet edilsin veya edilmesin onun değeri ne ise odur. Bunda bir artma veya azalma düşünülemez.

İbadet bir manasıyla itaat demektir, bir diğer manasıyla şükür.

İbadet insanın yaratılışı gereğidir ve ibadeti emreden ayetler bir bakıma “insanı fıtratına uymaya” bir davettir.

Gözün yaratılışında görme vardır, ona görmenin emredilmesi ne ise, insana ibadetin emredilmesi de onun gibidir. Şu farkla ki, bu ikincisinde insan iradesi devreye girer. Dünya imtihanının bir gereği olarak, insanoğlu kendi fıtratına uygun hareket edip etmemekte serbest bırakılmıştır.

İnsan fıtratı ibadeti nasıl emrediyor? Bu noktada Nur Risalelerinden şu tespiti aktarmak isterim.


“Fıtrat-ı beşeriyede cemale karşı bir muhabbet ve kemale karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır.”(Lem’alar)


GÜZELLİĞİ sevmek insanın yaratılışında var. Gördüğümüz güzel bir manzarayı sevmemiz için aklımızı yorup, sonra karar vererek sevmeye başlamamız gerekmiyor, kalbimiz hemen sevgi ile ona meyleder.

Mükemmel bir esere hayranlık duymak da böyledir. O da yaratılışın bir gereğidir. Eseri kimin yaptığını dahi sormadan öncelikle ona hayran olur, daha sonra sanatkârı hakkında bilgi ediniriz.

Yapılan bir ikrama, bir insana karşı teşekkür etmek, minnet duygusu beslemek de yine fıtratın bir gereğidir.

O halde, bütün sıfatları sonsuz kemalde, bütün isimleri güzel ve bütün icraatları nimet ve ihsan dolu olan Rabbimize ibadet etmemiz yaratılışımızda var.

Gözün yaratılışında görme vardır, demiştik. Göz bu görevi yaptığında hemen karşılığını görür; baktığı eşyanın görüntüsü onda tecelli eder. Dağa bakmışsa onun görüntüsünü içine alır, güneşe bakmışsa güneşe kavuşur.

O halde, ibadet görevini yerine getiren insan da bir şeyler kazanacaktır. İşte bu kazanç Allah kelamında şöylece nazara verilir:

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vasıl olasınız (erersiniz) .” (Bakara Sûresi, 21)


Ayetin başında, ibadetin illeti, yani “Niçin ibadet ediyoruz? ” sorusunun cevabı şöyle verilmiş oluyor:

“O sizin Rabbiniz olduğu için.”



KULLUK, kulun görevidir. İnsan, kendisini bir damla sudan bugünkü mükemmel hale getiren, gözünü görecek, kulağını işitecek, ağzını konuşacak… şekilde terbiye eden Rabbine şükürle, ibadetle mükelleftir.

Ayetin devamında bu fıtri görevi yerine getirenlerin mükâfatı, “takva mertebesine nail olmak” şeklinde belirlenir.

Takva üçe ayrılıyor:

• Şirkten takva: Allah’a ortak koşmaktan sakınmak.

• Masiyetten takva: Günahlardan kaçınmak.

• Masivadan takva: Allah’tan gayrı her şeyi kalbinden uzak tutmak. (Sevgisini de korkusunu da Allah’a has kılmak. Mahlukları ancak O’nun namına sevmek.)

Takva konusu Fatiha’yı hemen takip eden Bakara Suresinin ikinci ayetinde şöyle nazara verilir:

“Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan o kitap (Kur’an) , muttakiler (takva sahipleri) için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir.”

Bir sonraki ayette takva sahiplerinin sıfatları şöylece sıralanır:

• Onlar gayba inanırlar,

• Namaz kılarlar,

• Kendilerine verdiğimiz mallardan zekât verirler.

Takva mertebesine ermek, imanın kuvvetlenmesini, namaz ve zekât gibi ibadetlerin daha mükemmel şekilde yerine getirilmesini netice veriyor. Böyle bir mümin, “Allah’ın kendisinden razı olduğu kul” olma mertebesine erişir. Rıza mertebesi ise bütün derecelerin üstündedir.

Bu şerefe nail olmak, başlı başına bir mükâfattır. Ama iş bununla kalmaz. Allah, razı olduğu bu kullarını ebedî saadet diyarında, sonsuz nimetlerine kavuşturur.

Takva sahipleriyle ilgili bir başka ayet-i kerimede bu bahtiyar zatların sıfatları şöylece sıralanır:

• Onlar bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar,

• (Kızdıkları zaman) öfkelerini tutarlar ve insanları affederler….

• Bir kötülük işlediklerinde, yahut nefislerine zulmettiklerinde hemen Allah’ı hatırlarlar ve günahlarına tövbe ederler….

• İşledikleri kötülüklerinde bilerek ısrar etmezler. (Âl-i İmrân, 134-5)


BÜTÜN bunlar kâmil müminin vasıflarıdır. Demek oluyor ki, ibadetin meyvesi takva, takvanın karşılığı da böyle üstün bir mertebeye erişmektir.

Bir kulun takva ile manen yükselmesi ve yücelmesi Rabbini razı eder. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, Allah her şeyden müstağnidir, hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanın bu yükselişi kendisi için bir kemaldir, bir menfaattir. Allah, onun yükselmesine muhtaç olmadığı gibi alçalmasından da, (hâşâ) , bir zarar görecek değildir. Her iki halde de sonuç kula aittir; zarar da menfaat de onun içindir.

“Herkesin kazandığı ya kendi lehine, yahut kendi aleyhinedir.” (Bakara Suresi, 286)

Bu nokta üzerinde biraz durmak gerekiyor.



BİR hadis-i kutsîde şöyle buyrulur: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) ve mahlukatı yarattım.”

Allah vardı ve hiçbir şey yoktu.

Allah’ın bir ismi Samed, yani her şey O’na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değil.

Bugün gördüğümüz her şey, yıldızından güneşine, dağından denizine kadar hep yoklukta idiler. Onları Allah var etti.

Ve Allah, onların var olmalarına muhtaç değil.

Daha sonra canlıları yarattı. Onlara göz verdi, kulak verdi.

Ve Allah, onların görmelerine ve işitmelerine muhtaç değil.

Sonra insanları yarattı, onlara akıl verdi, kalp verdi. Bu varlık alemindeki harikaları düşünme ve onları yaratana iman etme kabiliyeti lütfetti.

Ve Allah, aklın anlamasına da kalbin inanmasına da muhtaç değil.

Kısacası, Allah, yarattığı mahlukların ne kendilerine ne de yaptıkları işlere muhtaç değildir. Çünkü, onları da yaratan O, işlerini de.

Konuyu bazı örneklerle biraz daha açalım:

Güneşi o yarattığı gibi ışığı da O yaratmıştır. O halde, Allah ne güneşe muhtaçtır, ne de onun ışık vermesine.

Ağacı O yarattığı gibi meyveyi de O yaratmıştır. O halde, Allah ne ağaca muhtaçtır, ne de onun meyvesine.

Mideyi O yarattığı gibi ondaki hazım faaliyetini de O yaratmıştır. O halde, Allah ne mideye muhtaçtır, ne de onun hazmetmesine.

Madde alemindeki bu üç örneği, ruh ve mana iklimine de taşıyabiliriz.

Aklı Allah yarattığı gibi anlamayı da o yaratmıştır. O halde, Allah ne aklın varlığına muhtaçtır, ne de onun anlamasına.

Kalbi Allah yarattığı gibi ondaki inanma kabiliyetini de O yaratmıştır. O halde, Allah ne kalbin varlığına muhtaçtır, ne de onun inanmasına.

Allah kalbin inanmasına muhtaç olmadığı gibi o inancın amel alemine dökülmesi demek olan ibadete de muhtaç değildir.

Allah’ın kemali sonsuzdur. Sonsuz için ne artış düşünülebilir, ne de azalış. Bütün insanlar kâmil müminler olsalar Allah’ın kemalinde bir artış olmayacağı gibi, bütün insanlar birer Firavun kesilseler Onun kemalinde bir azalma düşünülemez.

Kazanan da insandır, kaybeden de. Allah hakkında bu kelimeler konuşulamaz.

Düşünme ve iman etme, insan ruhunun en büyük ihtiyaçlarıdır. İnsan, bunlarla gerçek insan oluyor ve kemalini buluyor. Aksi halde, bitkiler ve hayvanlarla ortak bir hayat sürüyor. O büyük sermayesini bu küçük işlere harcamakla nefsine zulmediyor, zarar ediyor, küçülüyor ve Kur’an’ın ifadesiyle “hayvan gibi, hatta ondan daha aşağı” bir dereceye iniyor.

Allah, onun bu düşüşünden bir zarar görmediği gibi, onun yükselişine de muhtaç değil; her ikisi de kulun kendisi için...

Prof.Dr.Alaaddin Başar...



EsSelam Aleykum...

Ekleme Tarihi: 04.08.2008 - 22:21
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Bir İnsan İnandıgında...
Ukab su an offline Ukab  
Bir İnsan İnandıgında...
575 Mesaj -
Allah Rasulü s.a.v. Necid Gazası' ndan dönüyordu. Arkadaslarıyla birlikte istirahata cekilmis, bir agacın gölgesine gecerek kılıcını dala asmıstı.

Oradan gecen bir bedevi O' nu uyandırdı. Baktı ki kılıcını almıs Allah Rasulü' ne bakıyor. Kılıcı kınından cıkardı, sordu;

- Simdi seni elimden kim kurtaracak?

- ALLAH!

Allah Rasulü " ALLAH " dedi. Öyle bir deyisle ki, cihan azametinden titredi.

Zira O " ALLAH " dediginde teslimdi sözlerine, inanıyordu.

Bedevi titredi ve kılıc elinden düstü. Efendimiz aldı kılıcı ve bu kez O sordu;

- Simdi seni benim elimden kim kurtarır?

Hala titriyordu bedevi ve birsey diyemedi. Zira onu kim kurtaracaktı?

Teslim oldu; " Allah' tan baska ilah olmadıgına..."

Söz kılıctan keskindir simdi.

" Ya Rabbi " deyince " buyur ya kulum " dedigini duyarız ta icimizde bir yerlerde.

Bizimle birlikte duyar cihan.

O' na teslim oldugumuzu,

O' na güvenip dayandıgımızı.

Bir insan inandıgında sözlerine;

Gayrı tüm dayanaklar yıkılır.

Tutunacak tüm dallar kırılır...



EsSelam Aleykum...

Ekleme Tarihi: 03.08.2008 - 12:15
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: selamun aleyküm kardeşler
Ukab su an offline Ukab  
575 Mesaj -
VeAleykum Selam , üyeliğiniz hayırlı olsun inşaAllah...Hoş geldiniz...
Ekleme Tarihi: 25.07.2008 - 03:09
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Nehirler boyunca...
Ukab su an offline Ukab  
Nehirler boyunca...
575 Mesaj -
ey bütün nehirlerin en kadim hikayesi
ey dicle ey fırat
Ey akan orduların sonsuzluk sesi
Bize selahaddin eyyubi’yi anlat
taşsın artık sulardan yüzyılların öfkesi
ey zülfikar ey şaha kalkan at
ey her şeyden vazgeçmenin büyük hevesi
bize imam ali'yi anlat

birikti birikeceği kadar acılar ey hilalin ülkesi
kan nehir nehir can alev alev ve hüzün kat kat
ey aşkın ve özgürlüğün kölesi
İşte yaklaşıyor beklenen saat
ey ebuzeran
ey isyanın en delisi
İşte meydan
İşte sırat

ey bütün nehirlerin bildiği en eski dil
ey nil
yine çöllerdeyiz yine gece yine kandan bir ayaz
yeniden kalbimize eğil
ses versin seyyid kutub, ömer muhtar, yavuz sultan
ses versin kafkasya’dan kartal şeyh şamil
ve savaş meydanında meleklerle saf saf son namaz
ey aşktan gelen kuşlar ey ebabil
artık canlarımız hiç bir zindana sığmaz
artık intikam vakti ey kardeşim habil

ey bütün zamanların çıldırtan gözyaşları
şimdi bir tek damlanla tufandır yüreğimiz
şimdi kıyam
şimdi aşk
şimdi secdedeyiz

şimdi sonsuz sabah öncesi bu son akşamda
kar yağar yağar kan akar akar yeni bir bahar olur
mekke’de kudüs’te bağdat’ta istanbul’da
aşk bir gün her yerde iktidar olur
yeniden buluşuruz mescidiaksa'da beytülharam'da
yetime yoksula iman yine yar olur
hayat var ey ebuzeran hak için intikamda
vur karanlığa şimdi Allah için vur

birazdan ta içimizde yağar yepyeni bir yağmur
ey bütün nehirlerin kıskandığı kevser ey tesnim
artık aşk için akan kanlarımız sana teslim
şafaktır birazdan nur içinde nur

durun selama durun bu son ordudur
ey şehadet ey iftar vakti sonsuzluk orucunun
“inna lillahi ve inna ileyhi raciun”



alıntı...
Ekleme Tarihi: 19.07.2008 - 05:25
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Bismillah...
Ukab su an offline Ukab  
Bismillah...
575 Mesaj -
bismillah aşk için
kan ve göğerçin
isyan ve şafak için
ey ins ve cin

ey bütün zamanların yazgısı muhteşem keder
ey bütün zamanları koynunda saklayan görünmez sabah
yine seni bekliyor rebeze’de ebuzer
bekliyor birbirini tevbe ve günah
aşk için bir zafer
aşk için bismillah

ey bütün zamanların gizlediği kuytu yer
kalbimiz daha kuytu yine de sığar Allah
bir aşk için duada şimdi bütün melekler
şiirin şafağında güller açar bismillah
zaman parçalanmadan
parçalanmadan gökler
yine isyan zamanı
yine sürgün ebuzer

ey bütün zamanların emeği buram buram ter
ey bütün zamanları hüznünde toplayan aşk izi çöller
birazdan yenilenir çağrısı şehitlerin
geçer ışık hızıyla atlıları bedir'in
uhud'un hendek'in huneyn'in aslanları
yol göster ey ebuzer ey şehadet anları

ey bütün zamanların çıldırtan gözyaşları
şimdi bir tek damlanla tufandır yüreğimiz
şimdi kıyam
şimdi aşk
şimdi secdedeyiz

ey hak intikam için yankılanan şiirler
ebuzeran yokluğun göğsüne güller taksın
ki tutsun karanlığın yakasından garipler
kuru ekmek ışısın binlerce ışık yaksın
allahuekber allahuekber...


alıntı...

Ekleme Tarihi: 19.07.2008 - 05:22
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: doğum günün kutlu olsun **Su_DamlasI**
Ukab su an offline Ukab  
575 Mesaj -
Degerli ablamız ,Yeni yaşınız hayırlı ve mübarek olsun inşaAllah...
Rabbim bir ömür rızasından ayırmasın,
kendisine layık kul,
Habibine layık ümmet eylesin...
Tüm sevdiklerinle birlikte,
huzurlu, mutlu, hayırlı ve uzun ömürler diliyorum...
yüreğinizden
Allah ve RasulAllah aşkı eksik olmasın...

Ekleme Tarihi: 19.07.2008 - 04:54
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: 'Amenerrasulü' okumanın hükmü...
Ukab su an offline Ukab  
'Amenerrasulü' okumanın hükmü...
575 Mesaj -
''Aklı başında hiçbir adam görmedik ki Bakara Suresi’nin son iki ayetini okumadan uyusun.''


Bu söz Hz. Ömer ile Hz. Ali’ye (ra) aittir. Bakara Suresi’nin son iki ayetinin ne kadar önemli olduğunu Kainatın İftihar Tablosu’ndan bizzat işitmişler ve bu iki ayeti hayatları boyunca uyumadan önce okumuşlar.

Hz. Peygamber “Amenerrasulü” diye başlayan Bakara Suresi’nin son iki ayeti hakkında bakın neler buyuruyorlar: “Her kim geceleyin Bakara Suresi’nden bu iki ayeti okursa ona yeter.” “Allah Teala, Bakara Suresi’ni iki ayetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, çocuklarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar salattır (namazdır) , hem duadır, hem Kur’an’dır.”

Efendimiz’in (sas) bu kadar önemle vurguladığı Bakara Suresi’nin son iki ayetinin meali hakikaten çok muazzam hele de bu günlerde daha da bir anlam kazanıyor. Şöyle ki; “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti. “O’nun resullerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.” dediler ve eklediler “İşittik ve itaat ettik ya Rabbena, affını dileriz, dönüşümüz Sana’dır.

Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir. Ya Rabbena! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbena! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ya Rabbena takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma. Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize. Sensin Mevlamız, yardımcımız. Kafir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize.”

Şimdi teklifimizi yapalım: Efendimiz’in buyurduğu gibi bu iki ayeti bir hafta içinde bilmiyorsak önce kendimiz öğrenelim sonra eşlerimize, çocuklarımıza öğretelim ve bugünden itibaren her gece yatmadan önce mutlaka okuyalım...

Ekleme Tarihi: 15.07.2008 - 16:05
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: PEYGAMBERİMİZİN SADE HAYATI
Ukab su an offline Ukab  
575 Mesaj -
EsSelam Aleykum abla , tekrar seni burda bu güzel yazılarınla görmek güzel gercekten...İnşaAllah haliniz vaktiniz sıhhatiniz iyidir...

Rasulullah (s.a.s.) her yönden örnek alınacak en mükemmel insandır, Her müslümanın O'nu en güzel şekilde öğrenip tanıması; Onun yüce ahlâkını yaşamaya ve yaşatmaya çalışması lazımdır, Çünkü O'nun ahlâkı, Kur'ân ahlâkı idi. Hz. Âişe (r,anha) Validemize, Sahabeler Rasulullah'ın (s.a.s.) ahlâkını sordular. Buyurdu ki: 'Siz Kur'ân okumuyor musunuz Allah Rasulü (s.a.s.) 'nün ahlak-ı Kur'an idi' ...

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi Peygamber Efendimize ve O'nu örnek edinenlerin üzerine olsun inşaAllah...

Ekleme Tarihi: 15.07.2008 - 15:51
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Sebeplere riayetsizlik de Allah’a karşı bir nevî saygısızlıktır...
Ukab su an offline Ukab  
Sebeplere riayetsizlik de Allah’a karşı bir nevî saygısızlıktır...
575 Mesaj -
Bir işin meydana gelmesi için gerekli sebeplere müracaat etmeden, “Allah her şeye kadir değil mi? ” diyenler, “esbap dairesini” “itikat dairesi” ile karıştırırlar. Bunları bekleyen akıbet, tembelce oturmak ve başarıdan mahrum kalmaktır. Allah, elbette her şeye kâdirdir ve sonsuz kudret sahibidir. Buna her mü’min gönülden inanmıştır. Şu var ki, Allah Kâdir olduğu gibi, Alîm ve Hakîmdir de. Yani, kudretini hangi sahada ve nasıl tecelli ettireceğini en iyi O bilir ve bütün icraatları hikmetlidir.

Allah, insanı mevcut cirminden bin kat daha büyük yaratabilirdi. Ama, öyle yapmamış. Çünkü, O’nun sonsuz hikmeti insanın böyle olmasını gerektirmiş ve kudreti de o ilim ve hikmete göre insanı bu şekilde yaratmış. Sebepler, Allah’ın kanunudur. Onlara uymamak, ilâhî iradeye karşı çıkmaktır. İradeye karşı çıkanların, kudretten medet beklemeleri ise boşuna bir bekleyiştir ve yanlış yoldan doğru hedefe ulaşmayı ummak demektir. Bilindiği gibi, işlerin en kolayı yürümektir. Bunun için bile sebeplere riayet etmek, yerinden doğrulup ayağa kalkmak gerekiyor. Yoksa, “Allah dilerse, insanı otururken de yürütür,” diyen adam, olduğu yerde kalmaya mahkûm olur.

Peygamberler bile, diğer insanlar gibi, sebeplere müracaat etmişler ve Allah’ın bu vadideki iradesine tam riayet etmişlerdir. “Allah her şeye kadirdir,” deyip de ekmeden biçmeye kalkışmamışlar, tebliğ etmeden hidayet gözlememişler, cihada gitmeden zafer beklememişlerdir.

Şu var ki, sebeplere İlâhî hikmetin ve bu alemde cari olan fıtrat kanunlarının bir gereği olarak riayet ederken onlara hakiki tesir vermemek gerekir. Sebeplere olduğundan fazla bağlanmak, bir nevi “itizal” dir. Yani, işleri sebepler yapıyormuşçasına onlara fazla ihtimam göstermek “kul fiilinin halikıdır” diyen mutezile mezhebine yakışan bir düşünce tarzıdır. Böyle bir anlayışa sapmak, Üstadın ifadesiyle, “ müraat-ı esbab namıyla bir itizali intac eder.”


alıntı...

Ekleme Tarihi: 15.07.2008 - 15:43
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: İnsaniyet İslamiyet denkliğini keşfedebilmek ...
Ukab su an offline Ukab  
İnsaniyet İslamiyet denkliğini keşfedebilmek ...
575 Mesaj -
Cahiliye içindeki bir toplumu alıp kendini bilmenin, Rabbini bilmenin zirvesine ulaştıran; kız çocucuğunu diri diri gömen Ömer'in iz'an ve insaf eleğinden geçirerek Dicle kenarında ayağı incinen kuzunun dahi tasasını çeker bir adaler timsaline dönüştüren, bedevi bir toğluluğu medeni bir ümmet haline getiren, neydi..
Bütün çağların gördüğü en benzersiz terbiyenin eşliğinde nezaket, insaniyet timsalini gösteren kimdi..
Yüz yıl önce evvel de bize lazım olan güzel ahlaktı.

---
Sahabiler zamanında iki süper gücü Bizans ve sasani'yi, onlardan daha güçlü oldukları için devirmediler.
Otuz yıl içinde Atlas Okyanusundan Maveraünnehr'e kadar uzanan büyük yürüyüşüde süper güç oldukları için gerçekleştirmediler. Kendileriyle savaştıkları devletler onlardan daha güçlü ve daha zengindi. Bu devletin alimleri daha sofistiki bilgilere sahip idiler, daha fazla dil biliyorlardı, ağızları daha iyi laf yapıyordu. Ama kaybettiler. Çünkü sahabiler çok daha ahlaklı idiler. Daha doğrusu onlar değil sahabiler ahlaklı idiler.Ahlakları için önce kalpleri fethettkleri için o beldeleri kazandılar. YÜZÜNÜ TÜKÜREN KAFİRE NEFSİ İÇİN KILIÇ VURMAKTAN KENDİLERİNİ ALIKOYABİLDİKLERİ İÇİN OTUZ YILDA İNANILMAZ BİR YÜRÜYÜŞÜ BAŞARDILAR.

Yüzlerinde öfke fışkırsa, damarlarındaki kan yerinde durmasa, bugün verdikleri sözü yarın çiğnemiş olsalar, kendilerine zulmediliyor iken adalet istedikleri halde geldikleri zulmü alkışlasalar, bu yürek fethini elbette gerçekleştiremezlerdi. Böyle bir durumda ülkeleri i feth etmeyi başarabilirlerdi belki; ama asla yürekleri kazanamazlardı. Oysa onlar önce yürekleri kazandılar. Zira ahlaklıydılar.

Bugün bizim düştüğümüz yer de, işte burası. Eşiktekiler bu tarafa geçemiyor, öte taraftakiler bizden ürküyor, yanıbaşımızdkiler bizden emin olamıyor ise, bunun sebebi ne ekonomik gerikalmışlığımız, ne epistemik geriliğimiz, ne siyasal ve kültürel güdüklüğümüz. En temelde, bir ahlaki zaafla malul haldeyiz. Söylem ile eylem arasındaki farkı kaldırdığımız, olduğumuzu düşündüğümüz şeye gerçekten benzediğimiz, olmak istediğimiz gibi olmaya aklaştığımız oranda kazanacağız yürekleri; daha zengin, daha muktedir ya da daha bilgili olduğumuzda değil.

O halde insanlar arasındaki en hayırlı ümmet olmamız gerekiyor öncelikle.


Metin Karabaşoğlu.

Ekleme Tarihi: 14.07.2008 - 19:25
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: İSTANBULA KÜSTÜM BEN...
Ukab su an offline Ukab  
575 Mesaj -
EsSelam Aleykum agabey , yine çok güzel bir şiirini okudum.Yüreğine kalemine sağlık.Bu güzel şiirinin altına bende bir ekleme yapacagım istanbulla ilgili ;

Sen İstanbul olsaydın;
Ben, sende konacak bir dal bulamayan martı gibi
çığlık çığlığa atardım kendimi denizlere!
Sen İstanbul olsaydın…

Sen İstanbul olsaydın, aşka doğru…
Bürünüp sevda rengine,
dursaydın gurubun önünde akşam vakitlerinde.
Ve ben…
Bense bir güneş gibi yakmaya gelirken seni;
saplansaydım kirpiklerine, tam kalbimden…
Düşseydim ufkuna, kan-revan içinde! ..

Sen İstanbul olsaydın,
ve sorsaydın halimi kanatsız güvercinlere!
Sen İstanbul olsaydın;
Ve zindanım olsaydın! ..

Sen İstanbul olsaydın;
Saçların, Ekim ayının ondokuzunda çınar yaprakları tonunda…
Ve gözlerin Marmara Denizi renginde olurdu, değil mi?
Ve sen İstanbul olsaydın;
Bir pembe ibrişim gibi akardın gönlüme doğru.
Değil mi? ..

Sen İstanbul olsaydın;
Henüz gözden deryalar, güllerden kan damlamadan! ..
Ve bilip dağlardan kalyonlar geçireceğimi;
önüme surlar dikmeden ve yoluma zincirler çekmeden…
O ilk… Altından güllem, düştüğünde tam kalbinin üstüne,

açardın bana kapılarını, değil mi;
Sen İstanbul olsaydın? ..

Sen İstanbul olsaydın;
Bir beyaz güvercinin,
şahbazdan korkuşu gibi ürkerdin benden…

Sen, İstanbul olsaydın…
Ama sorsaydın halimi de, kanatsız güvercinlerden!

Sen İstanbul olsaydın;
Ve zindanım olsaydın! ...


Muammer ERKUL

Ekleme Tarihi: 13.07.2008 - 02:21
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: İnsan yağmur gibi olmalı...
Ukab su an offline Ukab  
İnsan yağmur gibi olmalı...
575 Mesaj -
Ne güzeldir ki, biz eskilerde yağmura “rahmet” derdik. Yağmur yağarken rahmet yağıyor derdi dedelerimiz. Diyeceğim o ki, yağmur rahmetin cisimleşmiş hali gibidir; rahmet heykeli gibidir her damla... Bir düşün, rahmetin heykelini yapmaya kalksaydık nasıl bir şey yapardık...

Öyle bronzdan yahut taştan olmamalı o heykel; çünkü bronz da taş da meydan okur gibi durur insana.. “Hadi oradan! ” dercesine tepeden bakar sana.. Yanaştırmaz kendine..

Ama rahmet öyle değil.. İçindedir o; içinin de içinde.. Sırılsıklam sarmış seni... Kanında, terinde, gözünde, yüzünde... Yağmura bir bak; kıpır kıpır, şıpıl şıpıl yanında yörende.. Gönlünce şekiller alır her damla.. Rahmet de işte öyle sokulgandır; sessizce süzülür teninden içeri, adeta parmak uçlarına basarak girer yüreğinin odacıklarına..

Sonra, rahmetin heykeli öylece hareketsiz duruyor da olmamalı. Hiç kıpırtısız duran bir şey küskün gibidir; vurdumduymazdır, seninle ilgilenmez, umurunda değil gibisindir. Ama rahmet öyle değildir... Rahmet sana doğru koşar; sen gelince kıpırdar, yakınlığını önemser. Üstelik sen dursan da o sana akar, eline yüzüne sarılır, seni okşar... Bak; yağmur öyle değil mi... Rahmet de öyledir işte, gözüne yaş olacak kadar sırdaş, kanında dolaşacak kadar kıvrak, hamarat..
Hem sonra, rahmetin heykeli şeffaf olmalı... Ardını göstermeli sana.. Kendini saklamamalı senden. Kabuğu, boyası, foyası, kılıfı, kabı, kapağı, kapısı, duvarı, kozası olmamalı.. İçyüzü de dışyüzü de bir olmalı.. Kimseye sırtını dönmemeli. Olduğu gibi görünmeli, göründüğü gibi olmalı.. Rahmet de öyle işte.. İnce ve içten davranır sana. Gizli saklısı yoktur. Aranızdan su sızmaz.... Kabı yok ve senin için her kaba girmeye razı... Rengi yok ama her rengi giyinmeye razı. Tadı yok ama senin için her tada sızmaya razı.. Şekli yok ama her şekle girmeye razı..
Rahmetin heykelini öyle şehir meydanlarına dikmek de doğru olmaz... O zaman ayrıcalıklı görünür rahmet. Erişilmezmiş gibi, şefkatsizmiş gibi durur. O “heykel” her köşeden görünmeli, her sokağa girmeli, isteyen herkesin penceresinin önüne gelmeli.. Öyle değil mi ya yağmur? Rahmet de öyle işte. Hiç beklemediğin anda geliverir başına.. Başına gelenlerin en güzelidir.. Herkesi eşitçe kucaklar, kimseyi kimseden ayırmaz. Fakiri de ıslatır, zengini de.. Yetimi de öksüzü de sevindirir. Her sokağa taşar, her çatıya iner...

Sonra rahmetin heykeli eskimemeli ve dahi bıktırmamalı. Öyle kendi kaidesi üzerinde hep aynı yönde, aynı yükseklikten, aynı eda ile gösteriyor olmamalı yüzünü. Rahmetin heykeli, her daim taze olmalı, her gün yeniden, yeni baştan akmalı, yeni heyecanlarla kıvranmalı, yeni yüzlerle bakmalı, yüzlere yenice bakmalı, gözlere tazece dokunmalı. Yağmur da böyledir işte.. Hep yenidir; yeni baştan yağar. Her yağmur ilk defa yağıyordur; tekrarı yoktur. Her damla ilk kez toprağa değer. Hep ilk heyecanla gül yüzlere iner. Her dem taze bir şevkle gül yüzlerine dokunur.
İnsan yağmur gibi olmalı bence, herkesi ıslatabilmeli.. Rahmeti kuşanıp herkese her şeye merhamet etmeli.. İnsan sözünü yağmur gibi yumuşakça indirmeli kulaklara; kırıp dökmemeli, damla damla söylemeli, ince ince sevmeli... Şefkatli olup kimseyi küçümsememeli, hor görmemeli, kimsenin dalını kırmamalı..

İnsan yağmur gibi, bir görünmeli bir saklanmalı...Öyle ince olmalı ki, ihtiyaç duyan onu dizi dibinde bulmalı, ihtiyaç bittiğinde hiç şikayetsiz ortalıktan kaybolmalı..
Yağmur göklerden yere serinliktir; Yağmur yukarıdan aşağıya minnetsiz iniştir. Yağmura “rahmet” diyenlere yağmur damlaları sayısınca rahmet okumalı...

Ekleme Tarihi: 18.06.2008 - 00:58
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Duasız üşür yürekler...
Ukab su an offline Ukab  
Duasız üşür yürekler...
575 Mesaj -
Duasız üşür yürekler... Sana bir dua eden olsun
Sen birine dua et! Duasız üşür yürekler... Biliyor musun? ..
Baskasına dua ettiğinde, aslında sen kendine dua ediyorsun!
Ne kadar çok kimse için dua edersen, o kadar çok
KAZANIYOR YA DA KAYBEDİYORSUN!
Çünkü melekler, Duan, rahmet ve hayr ise: ' Bir misli de sana olsun,
amin', Duan zulmet ve şer ise: ' Bir misli de sana olsun, amin' derler...
Dua: içimizle muhasebe olunacağımız bir SIRdır.. Bir ayine gibidir tıpkı,
içimizi yansıtır bize.. Rabb'e sunulan bir arzuhaldir dua,
geri döner bize o kapılardan yüreğimizce..Hep hayra dua edenlerin,
maddeten ve manen hayırlara ermesi, şerre dua edenlerinse,
rahmetten mahrum kalması bundandır işte..
Duasız üşür yürekler bil! .. Sana bir dua eden olsun Sen birine dua et!
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
sana ummadık kapılar açan.. Bilmezsin kimin için ettiğin duadır,
seni böyle ayakta tutan..
Hiç üşümesin yüreklerimiz, Dualarda buluşalım...

Ekleme Tarihi: 18.06.2008 - 00:57
Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (28): (1) 2 3 Devam >
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 634 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ayhan demirhan (42), milli (55), Faruk85 (39), buyukdere (50), akgulhassan (56), resulkol (42), aldirma_reis (45), cengiz__11 (45), musabbinumeyr (46), _rAbia_ (35), HACIBUBA (38), ergunoynamaz (67), emisya (43), cavittacir (47), arslanmurat1 (46), Ben_Neyim (45), hatipoglu (45), PinarKecik (46), Ugur_K (44), hami_74 (37), ust_mimar (41), Muhlise (43), lifos (49), osmanli (41), @tuba@ (39), oguzada (47), tolga67 (49), zoris (45), aydinhasan (45), ilkay turan (53), Muhammedbilal (35), burhann1 (41), esmafeyzaunal (43), havzanur (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.55246 saniyede açıldı