fluvoxamine generique rhinocortivermectine kaletra ivermektine epanutin epilantine epivir ercolax eriacta escodarone escoprim escozem esidrex estrace etimonis etopophos euglucon eulexin euthyrox evista exelon exitop extra super avana extra super p force ezetrol famvir farlutal felden feldene felodil female cialis female viagra femara finasterax flagyl flamon flomax flox ex floxal floxin floxyfral flucazol flucinome flucoderm fluconax
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » EY BİRADER DİNLE !!!

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
ebu_hanzala su an offline ebu_hanzala  
EY BİRADER DİNLE !!!

395 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 26.12.2007
En Son On: 14.06.2008 - 18:49
Cinsiyeti: Erkek 
Ey birader! Düşman hariçte olsa, insan, silahsız o düşmanla geçinebilir. Fakat düşman kale içine girse ve gizlense, o vakit o düşmana karşı silahlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddi sebat etmek lazımdır. Ta ki hayat-ı ebedisini hafi darbelerden kurtarabilsin…”

Dedi ki: Ey birader! Ey aziz muhattab! Ey dost! Ey gözümün nuru kardeş! Ey şu ders-i Kur’aniyeye kulak veren zat! Ey derslerimize, sohbetlerimize devam eden zevat! Ey derdimizin ortağı, endişelerimizi paylaşan! Ey mescidimize uğrayan! Ey şu camimize gelen, alnını secdeye koyan! Ey şu yoldan geçen! Ey şu duvarın dibinde, gölgesinde oturan! Çarşılarda, sokaklarda gezen! Kahvelere, hanlara uğrayan! Ey Müslüman! Ey Allah’ın bahtiyar kulu! Tarlada, bahçede, bağda, bostanda olan! Ey çoluk-çocuğun nafakasını arayan! Maişet ve rızkının peşinde koşan! Ey memur! Ey talebe! Çiftçi, işçi ve ey çoban! Çalışan-çalışmayan! Ağa, beg, şeyh, âlim, veli… Siz de! Ey müminler ve mümineler! Çocuklar ve gençler! Ey zevil ukul! Ehl-i insaf u vicdan! Dinleyin!

Düşman hariçte ise…

Eğer ki, düşman hariçte olsa… Yani dışında, dışarıda, dış tarafta olsa… Yani şöyle, onu bilsen, tanısan mesela. Yerini, yurdunu, silahını, karargâhını, atını, aşını, zırhını, neferini… bilsen. Plan-programlarını, taktik-hesaplarını elde etsen. Ondan gelebilecek muhtemel tehlikelerden ve sonra ona karşı muhtemel korkularından, endişelerinden emniyette olmanı sağlayan, en azından yarayan raporlar, belgeler, bulgular, varakalar ele geçirsen. Mesela seni ne kadar tanıdığını, ne kadar bildiğini, gücüne kudretine ne kadar vakıf olduğunu, bununla beraber ne gibi taarruzlar ve ne tür hamleleri, hangi zamanda, ne taraftan, sağdan mı-soldan mı? Alttan mı, üstten mi? Aşağıdan mı-yukarıdan mı? Yapacağını, indireceğini. Bütün bunları ve daha fazlasını teferruatıyla bilsen…

Söze öz, kelama hâsıl diyelim…

İsmi-cismi-resmi belli ve biliniyorsa, biliyorsan, öyle ki, bu düşman alenen ve zahiren “Heyy! Ben düşmanım!” diyorsa… mevcud lisan (lisan-ı hal, lisan-ı kal vs)ın her neviyle bunu diyor ve te’yid ediyorsa… Evet, bütün bunlar ve ötesi biliniyorsa… Yani bu anlamıyla da düşman eğer hariçte ise, o zaman, İnsan silahsız, o düşmanla geçinebilir. Çünkü yeteri kadar onu biliyor, tanıyor artık. Hakkında kesbettiği malumat güven vericidir. Darbelerin tesirsiz kılınması ya da tamamen bertaraf edilmesi bu sebeple kolaylaşır. Madden olsun manen olsun insan, o biricik kalesini daha bir tahkim edebilir. Düşmanını tanıyor, biliyor ya, artık o nisbette rahattır. Tedbirler almakta, planlar geliştirmekte, program ve sair manevralar yapmakta doğal olarak zorlanmaz, dikkatlidir, tedbirlidir; ama o oranda da rahattır.

Ey birader! dedi. Bir örnek istiyorsun, biliyorum. Kolay.. Mesela bu gün parçalanmış şu ümmetin, darmadağın olmuş o koca cemaatin çelikten ve kurşundan yapılmış bir muhkem bina gibi tek bir cemaat olduğu yıllarına bir bak! Birikim heybeni sırtlan. İlmini, azık cüherine* iyicene yerleştir. Ve düş yola. Şu mahzun ve muzdarip zaman-ı halden, geçmiş zamanın yer yer haşin de olabilen engebeli derelerinden süzülerek, mazinin o mes’ud ve saadetli vahalarına in. Medine’ye mesela, Nebi (as)nin Medinesine var. Suffa’ya misafir ol.

Onlar ne yedilerse sen de onu ye. Namazlarını onlarla beraber, onlar gibi kıl. Takvayı üzerine ört, o elbisen olsun. Ders halkalarına onlar kadar ihtimam göster, çarşı-pazar meşgalesi, sakın seni ihmal vartasına düşürmesin! İsterlerse, kendini tanıt: “Size göre zaman-ı istikbalden, imanın ateşe dönüştüğü çağdan geliyorum” de.

Sonra seriyelere çık. Akıncı muhacirleri ve bazen de Ensarı izle. Halet-i ruhiyelerini, imanlarını, heyecanlarını, birlik ve beraberliklerini gözetle. Onların kuşandıkları gibi kuşan. Ardından hep beraber, topyekûn çıktıkları gazvelere sen de, onlarla beraber çık. Bedir’e, Uhud’a, Hendek’e, Huneyn’e ve diğerlerine… Cihadlarını, yaşayışlarını, niyet ve amaçlarını gör. Her daim o şanlı, mübarek komutanın (asm) yanında ve yakınında ol. Onunla arana kimseyi koyma. Bir hançer, bilemedin bir kılıç boyu mesafe bulunsun aranızda. İdareyi, komutayı, istişareyi, adaleti, merhameti, vahye inkıyadı bizzat ondan öğren. O iman ordusunun içinde, ona sığın. Yaklaş.. Daha da yaklaş. Ta ki mübarek nefesleriyle nefesin, ruhun ısınsın. Bak bakalım, o muhteşem ordunun saflarında, o heybetli cemaat kalesinin hisarlarında harici düşmanın sızabileceği bir menfez, bir burun deliği kadar bile olsun, bir menfez bulabilir misin? Hayır! Hâşâ ve kella! O görkemli kaleye bir kez daha bak! Muhkem mi muhkem! Düşman ise tamamen hariçte. Gördün işte.. Tabii olarak o muhteşem ordunun ve o şanlı cemaatin attığı her adım, tükettiği her nefes önce mabudun razı olduğu birer ibadete ve sonra ayet ayet zaferlerle nakışlanıp büyük saadetlere müncer olmaktadır. Bu böyle.

Fakat düşman kaleye girse…

Fakat dedi, düşman kale içine girse ve gizlense… A işte bu, çok kötü.. Çok uğursuz. Felaket.. Ve doğrusu, bir nefyin, bir yok almaya gidişin, yıkılmanın, dağılmanın, birbirine düşmenin, anarşi ve fesadın, sinsi hesapların, şahsi çıkarların, hıyanetin, arkadan vurmanın, yarı yolda yüzüstü bırakmanın, asli değerlerin ve kutsi hazineleri satışa çıkarmanın... öncü sancılarıdır. Eğer ki düşman kaleye girse ve gizlense... Ne şekilde olursa olsun, bir şekilde girse…

Ey birader! dedi. Üç kaleyi göz önünde bulundur. Yekdiğerini tekmil eden varlıkları birbirine bağlı olan, birinin ölümü tümünün ölümü olabilen üç kale.. Biri ‘sen’sin; yani mümin kalesidir. Diğeri, bunu içine alan ve bununla meydana gelen cemaat kalesidir. Diğeri de, ümmetin, büyük coğrafyaları içine alan, pek büyük olan kalesidir. Bunlardan, önce ‘Sen’ olan kendi kalene bak. Zira düşman öbür ikisine girmek için ‘Sen’den başlar. İşe, bu kaleye girme yollarını aramayla başlar. ‘Sen’ kalesine bir şekilde sızıverdi mi gerisi onun için daha kolay olur. Bu nedenle evvela kendi kalene bak, ona mukayyet ol…

Düşmanın görev ve sanatı bu olduğundan kaleye girme yollarını aramaktan, bin bir türlü hile, oyun ve plan yapmaktan vazgeçmez. Seni gaflete düşürüp kaleye girmek için pusuya yatar. İyi planlı tehlikeli bir avcı gibidir. Mesela seni dünyaya çağırması, onu sana süslü ve güzel göstermesi, ondaki konforun ebediymiş gibi sunulması, onun en bilinen tehlikeli planlarından sadece bazısıdır. Bunu çok kullanır. Bununla seni baştan çıkarmak, aklını-fikrini çelmek ve seni ayarlayıp tuzağa çekmek ister. Sonra, dünyadaki malların çeşitliliğini takdim edip, bunun için tama’ damarını gıdıklayıp seni tamahkârlığa sürüklemek, bunlara karşı ‘sen’ kalesinin kalbine sevgi tohumunu ilka ederek seni her daim onunla meşgul etmek ister. Mal, makam, mevki, rütbe... … Sevgisini kalbinde büyütür de büyütür. Ümitler-ümitsizlikler; korkular, endişeler, üzüntüler, sevinçler, kavgalar-gürültüler, hatta ve hatta ölümler, hapisler, talanlar, türlü sefahatler... gibi teferruatlarla seni esir almaya, seni sen olmaktan çıkarmaya ve kaleyi tamamen istila ve işgal etmeye çalışır. Kalenin içine girmenin bazı patikaları, menfezleridir bunlar.

Fakat düşman çok gaddardır. Kaleyi kâmilen fethettiğine kani olmadıkça seni bırakmaz. Kaleyi fethetmesi ne, biliyor musun? Seni imanından tamamen döndürmektir. Elbette ki başlangıçta bunu sezdirmez. Türlü bahaneler mazeretler önüne koyar. Vesvese ve kuruntularla seni ikna etmeye gayret eder. Hatta ‘din-iman bunu da emrediyor’ der; fakat şart ve kuyudlarını nefsin arzularına göre tevil eder. Hâsılı, aşama aşama senden rabbini inkâr etmeni, peygamberi ve nübüvvet müessesesini inkâr etmeni, ahireti, hesabı, cezayı inkâr etmeni... ister. Bunu sağlarsa başka hesaplarını devreye koyar. Mesela, bunları inkâr etmeni yeterli görmez. Bunlara düşman olmanı da telkin eder. Hatta düşmanlıkta kendisini dahi geçmeni ister. Onun planladığı olgunluğa erişmedikçe o senden vazgeçmez. Bu da ‘Sen’ kalesini müminlerle olan sinsi savaşımında onun için bir karargâh, bir cephane haline getirmenle mümkün olabilir ancak. Kalenin içine girmek, orada gizlenmek ve kaleyi içten yıkmanın başka başka yollarıdır bunlar. Ey birader! dedi. Rabbinin kalpleri sarsan, titreten şu emr u ikaz, ne diye gelmiştir zannediyorsun?

“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın! Ve sakın o çok aldatıcı (Şeytan) sizi (bir taraftan günaha sevk ederek) Allah (ın affına güvendirmek) ile şaşırtmasın!.” (31 /33)

Yazık ki, düşman kaleye girmiştir…

Sonra, dedi ey birader! Ümmetin şu içinde bulunduğu vaziyete bir baksana! Ümmetin yayılmış olduğu coğrafyaya bir baksana! Şu acı durumumuza bir baksana! Görmez misin ki, düşman kaleye girmiştir. Ümmetin sığınağı tar u mar edilmiştir. Settaremiz, korunağımız hedm, mal u mülkümüz talan edilmiştir. Namusumuza göz dikilmiş, ümmetin yiğit evlatları katliamlardan geçirilmiştir. Bu durumda düşman, ciddi hesaplar içindedir. Tam bir çözülmeyi gerçekleştirmek için, varlığımızın zararsızlığından emin olmak için, bizden za’f sahibi berduşları çoğaltmak için, yiğitlerimizin darbelerinden emin olmak için.. habire yüklenmekte, darbe üstüne darbe göndermektedir. Bunu anlamak için şu üzerinde yaşadığımız memleketin ahvaline bakman yeterli olacaktır. Zira diğer parçalarımız da bu ahval üzeridirler. Ya da daha kötü…

Şimdi ey birader! Sen zannediyor musun ki bütün bunlar durup dururken oldu? Biz kalemizi tam muhkem etmişiz de, nöbetimizde kusur etmemişiz de, iman, ibadet u taatımızı hakkıyla ifa etmişiz de… buna rağmen düşman kaleye dâhil olmuştur. Böyle değil işte!... Sen gidip saadet asrını gördün. O mübarek komutan (asm)’ın uygulamalarına tanıklık ettin. O muhteşem ordunun, ihtişamlı kalesini nasıl koruduğunu da gördün. Şimdi biz onlar gibi dikkati, tedbiri, gözüpekliği, imanı, teslimiyeti, ehliyeti, ihlâsı, istişareyi, idareyi, komutayı, kardeşliği, fedakârlığı, taati… Yaptık mı? Yapabildik mi?

O halde, dedi. Bu mel’un düşmanı ne yapıp edip kaleden çıkarmak için halas yollarını, hal çarelerini aramalıyız. Bütün imkânlarımızı seferber etmeliyiz. Artık bu mel’unla silahsız, zırhsız geçinebilme yolları kalmamıştır. Onun bulutlarıyla göklerimiz kaplanmışken ve bu bulutlardan üzerimize gazap yağıyor iken, yerimiz-yurdumuz cayır cayır yanıyorken öyle yerimizde oturup duramayız. Rahat olamayız. Endişesiz ve dertsiz olamayız. Tedbirsiz ve silahsız hiç olamayız.

O halde silahlanmak…

O vakit bu gaddar ve aldatıcı düşmana karşı tam manasıyla silahlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddi sebat etmek lazımdır. Kabul ki her zamanın ve her çağın kendi şartlarına göre silahları, zırhları, tedbirleri olur. Zamanın gelişmişliği, ihtiyaçları ve zaruriyetleri bu silahları ve bu zırhları tedarik eder.. Sonra, düşmanın tabiatı, kabiliyeti, imkânı, plan ve programı, oyun ve taktikleri de bu silahları belirlemede şüphesiz rol oynar. Fakat bütün bunlardan daha önemli olan ve doğrusu daha gerekli olan, mümin neferin evvela, iman-ı tahkiki ve amel-i saliha silahıyla kuşanmasıdır. Cephanelerini iyice teçhiz etmesi ve namaz başta olmak üzere ibadet ve taat zırhı ile kendi varlık kalesini iyice tahkim etmesi ve cihad-ı asgara hazır kıt’a haline getirmesidir. Ve elbette ki en kuvvetli silah iman, amel-i saliha, namaz ve takvadır. Bu dahi, hakkıyla Kur’anın zincirine tutunmak, Onun sözüne kulak vermek, aldatıcı düşmanın dünyaya davet etmesine kulaklarını tıkayıp ‘sakın ha!’ aldanmamak ve sonra şu zamanın gafil sarhoşları içinde seni, terk-i şeaire ve medeniyet-i dünyaya davet edenlere karşı ölümü, ahireti, muhakemeyi, hesabı, cezayı... konuşmakla, bunları onlara hatırlatmakla tam bir mutmainlik içinde cevap vermekle olur. Ta ki ey birader! Hayat-ı ebedisini hafi darbelerden kurtarabilsen… Hiç şüphe yok ki her üç kalenin muhafazası da ancak böylesi bir tahkiki iman ile mümkün olabilir. Rabbim! Bizi iman-ı hakiki ile amel eden bahtiyarlardan eyle! Âmin…

*Azık heybesi

wesselam
Ekleme Tarihi: 23.01.2008 - 21:07
Bu mesajı bildir   ebu_hanzala üyenin diğer mesajları ebu_hanzala`in Profili ebu_hanzala Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 563 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
mrvtt (34), incim (55), kalbiselim (53), asimm (43), hisam (48), aciz önder (38), caramed (51), sevim (59), hasan kemal (54), aygo (43), akdemir (49), zeynep63 (18), adem dikici (58), semasalman (37), yusuf2023 (43), hallo42 (33), aymet (46), irfan55 (49), bayercana (35), Sabri-81 (43), selam2000 (51), Dadas69 (55), celebirisin (40), Musab49 (50), genciz (56), erkamartuk (38), yalniz gul (58), dertli007_46 (36), kafka001 (52), egemen07 (44), Tekin (51), milasi (68), porselen43 (55), semasalman87 (37), dtkyusuf (49), sertel (51)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.53247 saniyede açıldı