ivermectine generique stromectol hydroxychloroquine generique luvox kaletra oxytrol pamelor pantozol parafon parexat pariet parlodel paronex paxil cr paxil penegra pentoxi pepcid pepcidine periactin persantine pharmaquine phenhydan phoslo pirocam pirosol pk merz plavix plendil pletal podomexef ponstel pradif prandin precose premarin prevacid priligy prilosec primacton primolut n primolut nor principen prinil probalan prodafem
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » Muhammed Aleyhisselam (biyografiler)

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 10 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
tahabiri su an offline tahabiri  
Muhammed Aleyhisselam (biyografiler)

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
selamunaleyküm arkadaşlar bu başlık altında tarihe malolmuş kişilerin biyofrafilerini yayınlayalım


Muhammed Aleyhisselam

HZ. MUHAMMED

Soyu :
Hz.Muhammed, Mekke^nin büyük ailelerinden, Kureyş kabilesinin kollarından biri olan "Haşimoğulları" ndandır.

Babası Abdullah , annesi Amine^ dir. Dedesi Abdülmuttalip, Mekke^ nin ileri gelenlerindendir.

Doğumu ve Çocukluğu :
571 yılında Mekke ^de dünyaya gelmiştir.
Doğumundan önce babası Abdullah^ı , Altı yaşında Annesini kaybetmiştir.
Annesinin ölümüyle sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib^in , sonra da amcası "Ebu Talip" in yanında yaşamını sürdürmüştür.
Amcası Ebu Talip^in yanında ticareti öğrenmiş, Arabistan dışında Suriye, Yemen bölgelerini tanımıştır.

Gençliği :
Hz.Muhammed, putlara tapmaz, doğruluktan ayrılmaz, yalan söylemez, kimseyi kırmaz özellikleriyle, akıllı ve olgun davranışlarıyla, doğru sözlülüğü ve güvenilirliğiyle Kureyşliler arasında saygınlık kazanmıştır.Bundan dolayı "Muhammedül Emin" ( Güvenilir Muhammed ) denilmiştir.

Ticaret işleriyle uğraşan, Kureyş^in saygın ve zengin hanımlarından olan Hz.Hatice^nin yanında çalışmaya başlamış, bir dönem sonra onunla evlenmiştir.
Kabe^nin onarımından sonra kutsal sayılan "Hacer ül Esved" in yerine konulması sırasında, Kabilelerin anlaşamamaları üzerine çözüm için Hz.Muhammed^e başvurmaları, onun saygı duyulan, sorunları çözebilecek güce sahip, uzlaştırıcı , kişilik özelliklerini gösterir.

Peygamber oluşu :
Tek bir tanrı, yaratıcı olduğunu düşünen Hz.Muhammed , zaman zaman Mekke yakınlarındaki Hira Mağarasına giderek, burada düşünceleriyle başbaşa kalmıştır.
610 yılının Ramazan ayının 27. gecesi Cebrail aracılığıyla ilk vahiy kendisine ulaştırılmıştır.

İlk Müslümanlar :
Hz. Muhammed^in İslamiyet^e çağrısı ile ona ilk inananlara ilk Müslümanlar denilir.
Bunlar:Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Zeyd^dir.

Mekke Döneminde Meydana Gelen Olaylar :
İslamiyet^in giderek yayılmaya başlaması üzerine Mekkeliler, Müslümanlar üzerindeki baskı ve işkencelerini artırdılar. Bunun üzerine Hz. Muhammed, Müslümanlardan isteyenlerin Habeşistan^a göç etmesine izin verdi. Hıristiyan Habeş hükümdarının kendileri gibi tek Tanrı inancını benimsemesi ve Müslümanlara iyi davranacağım düşünmesi Hz. Muhammed^in bu kararı almasında etkili olmuştur.

Mekkeliler, Müslümanlarla her türlü ilişkilerini kesmişler. Bu durum üç yıl sürmüştür. Ticarî ilişki ve akrabalık
bağları gibi nedenlerle boykot kaldırıldı.

Hz.Muhammed^in eşi Hatice ve amcası Ebu Talip^in aynı yıl içinde ölmelerinden sonra Mekkelilerin Müslümanlar üzerindeki baskıları artmış, bunun üzerine Hz. Muhammed, hem İslamiyet^i yaymak hem de güvenilir bir yer bulmak amacıyla Taif kentine gitmiştir. Ancak Taif^liler Hz.Muhammed^e iyi davranmamışlardır.

Akabe Biatları (Bağlılık:
Medine^deki Hazreç kabilesinden altı kişi, Hac için Mekke^ye geldiklerinde Hz. Muhammed^le görüşmeleri sonucu,islamiyeti kabul etmişler, dönüşlerinde Medine^de İslamiyet^i yaymaya başlamışlardır. Bunun sonucunda 621 ^de bir gurup Medine^li, Akabe^de Hz.Muhammed^le görüşmüş, ona bağlı kalacaklarına ve sözlerini tutacaklarına söz vermişlerdir. Bu olaya " I.Akabe Biatı denilir."

622^de bir gurup Medine^li daha, Hz.Muhammed^le Akabe^de yeniden görüşmüş, İslamiyet^in buyruklarını yerine getireceklerine , Hz.Muhammed^i koruyacaklarına söz vermişler ve onu Medine^ye davet etmişlerdir. Bu olaya da II.Akabe Biatları denilir.

Akabe Biatları , Müslümanların Mekke^den Medine^ye göçüne , Hicret^e yol açmıştır.

Hicret(622-Eylül):
Hz. Muhammed^in, Müslümanlarla birlikte Mekke^den Medine^ye göç olayına "Hicret" denilir.

Mekke^den Medineye göç edenlere "Muhacir" , Medine^de onları karşılayıp yardım edenlere "Ensar " denilir.

Sonuçları :
Hicret olayı ile İslamiyet^in yayılışı hızlandı
Hz.Muhammed ve Müslümanlar , Mekkelilerin baskısından kurtuldu.
Medine Emirnamesi ( Anayasası) hazırlanarak uygulamaya koyuldu
Hz.Muhammed, Medine^deki Arap ve Yahudi kabileleriyle görüşerek toplumsal barışı sağladı.
İslam Devletinin temelleri atıldı.
Hicri takvime başlangıç olmuştur.

Hz.Muhammed^in Siyasi ve Askeri Etkinlikleri:

a. BEDİR SAVAŞI (624):
Nedeni :
Mekkelilerin, Medinelilere ekonomik baskı yapması üzerine, Hz.Muhammed^in Suriye^den Mekke^ye dönen bir Kureyş kervanını ele geçirmek istemesi.

Gelişme:Mekkeli^ler yenilgiye uğratıldılar. Bazı Mekkeliler tutsak alındılar. Zengin olanlar fidye karşılığı, okuma yazma bilenler on kişiye okuma-yazma öğretmeleri karşılığı, bazıları da karşılıksız serbest bırakıldılar.

Sonuçları:
Müslümanların ilk büyük savaşı ve başarısıdır.
Hz.Muhammed^in dini ve siyasi gücü artmıştır.
Putperest kalan Medineliler de İslamiyet^i kabul etmişlerdir.
Hz.Muhammed^in esirler, yaralı düşman askerlerinin durumu ve ganimet^le ilgili uygulamaları, İslam Savaş Hukukuna temel oluşturmuştur.

b.UHUT SAVAŞI (625):

Nedeni:
Mekkelilerin, Bedir savaşı yenilgisinin öcünü almak ve kervan yolları güvenliğini sağlamak istemesi.
Gelişme:Medine yakınlarındaki Uhud dağı eteğinde yapılan savaşta, okçuların yerlerini terk etmeleri üzerine Müslümanlar yenilgiye uğradılar. Hz.Muhammed yaralanmış, amcası Hz.Hamza şehit olmuştur.

Sonuç:
Müslümanların yenilmesinin temel sebebi, askerlerden bir bölümünün ganimet paylaşımına yönelerek, yerlerini terk etmeleridir.

Mekkeliler, yenilgiye uğratmalarına rağmen, Müslümanları yok edememişlerdir.

c.HENDEK SAVAŞI (627):
Nedeni:
Hayber^de bulunan Yahudilerin, Mekkeliler ve çevre kabilelerle ittifak oluşturarak, Müslümanları yok etmek istemeleri.

Gelişme: Uhud savaşından ders alan Müslümanlar, savunma savaşı yapmaya karar verdiler. İran^lı bir müslüman olan Selman-i Farisi^nin önerisiyle, Medine^nin saldırıya açık olan yerlerine, insanların geçemeyeceği genişlikte Hendek kazıldı.

Sonuç:
Aralarında tam bir anlaşma ve birlik bulunmayan Mekke ordusu istediğini elde edemeyeceğini anlamış ve geri çekilmiştir.

Mekkelilerin saldırı gücü tükenmiş ve savunmaya çekilmişlerdir.
Müslümanların son savunma savaşıdır.Saldırı sırası Müslümanlara geçmiştir.

ç.HUDEYBİYE ANTLAŞMASI (628):

Hz. Muhammed, Müslümanlarla birlikte Kabe^yi ziyaret etmek üzere yola çıkmış, ancak Kureyşliler kuvvet göndererek, Müslümanların Mekke^ye girişine engel olmuşlardır. Bunun üzerine Hudeybiye denilen yerde, taraflar arasındaki görüşmelerden sonra antlaşma imzalanmıştır.

Maddeleri:
Müslümanlar Kabe^yi ertesi yıl ziyaret edebilecekler ve üç günden fazla kalmayacaklar.

Mekke^li bir kimse İslamiyet^i kabul edip, Hz.Muhammed^in yanına sığınırsa, velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir Müslüman Mekke^ye sığınırsa geri verilmeyecek.

Taraflardan her ikisi de istedikleri kabilelerle anlaşma yapabilecekler, fakat askeri yardım yapmayacaklar.

İki taraf birbirleriyle on yıl savaşmayacaklardı.

Önemi :
Mekkeliler, Müslümanların siyasî varlığını resmen kabul ettiler.
Barış ortamının oluşması İslamiyet^e geçişi hızlandırdı.
Mekke^nin fethi kolaylaştı.

d.HAYBER^İN FETHİ ( 629):

Nedeni : Medine^nin kuzeyinde, Şam ticaret yolu üzerinde bulunan Hayber, Yahudilerin elindeydi. Yahudiler Müslümanlar için tehlike oluşturuyorlardı. Buranın alınması aynı zamanda, Şam ticaret yolu^nun ele geçirilmesini ve güvenliğini sağlayacaktı.

Gelişme:Hz. Muhammed, Hayberlilerin savunma yapmasına fırsat vermeden hızlı hareket etmiş, Hayber^i kuşatarak almıştır.

Önemi:
Yahudi sorunu çözümlenmiş
Şam ticaret yolunun güvenliği sağlanmıştır.
Not : Yahudilere, ödeyecekleri vergi karşılığı ((Tarımdan elde ettikleri ürünün yarısı) topraklarında oturma hakkı tanındı.

e.MUTE SAVAŞI ( 629 ):

Nedeni:Bir Müslüman elçisinin, Bizans^a bağlı Gassaniler tarafından şehit edilmesi.

Gelişme ve Sonuç:Hz.Muhammed Zeyd bin Harise(azatlısı) komutasındaki bir orduyu, Gassaniler üzerine göndermiş, Mute yakınlarında; Bizans -Gassani-Arap kuvvetlerinden oluşan orduyla yapılan savaşı Müslümanlar kaybederek geri çekilmek zorunda kalmışlardır. (Zeyd ve ondan sonraki iki ordu komutanı şehit olmuş, bunun üzerine yönetimi eline alan Halid Bin Velid,Müslümanları daha fazla kayba uğratmamak için geri çekmiştir.)

Önemi:Müslümanların Bizans^la yaptıkları ilk savaştır.

f.MEKKE^NİN FETHİ(630):
Nedeni:
Kureyşliler, Hudeybiye antlaşması koşullarını, kendi taraflarında olan bir kabileyi destekleyerek bozdular.
Kureyşlilerin Müslümanlar aleyhindeki etkinliklerinin sona erdirilmek istenmesi.
Kabe^nin putlardan temizlenmek istenmesi.

Gelişme:Hz.Muhammed kalabalık bir orduyla, Mekke^ yi her yönden kuşatmış, direnemeyeceklerini anlayan Mekkeliler teslim olmuşlardır.

Önemi:
İslamiyet^in yayılmasını hızlandırmıştır.
Arap yarımadasının fethine ortam hazırlamıştır.
Kabe, putlardan temizlenmiştir.

g.HUNEYN SAVAŞI (630):

Nedeni : Mekke^nin fethi üzerine , İslamiyeti kabul etmeyen Arap kabilelerinin, Taiflilerin de desteğiyle bir ordu hazırlayıp, müslümanlara saldırmak istemesi.

Gelişme ve Sonuç : Mekke yakınlarındaki Huneyn vadisinde yapılan savaşı, Hz.Muhammed komutasındaki Müslümanlar kazandılar. Kaçanlar Taif^e sığındı.

h.TAİF^İN KUŞATILMASI (630):
Huneyn savaşından sonra, Hz. Muhammed, Taif^i kuşatmış, ancak burasının savunmaya elverişli konumundan dolayı başarılı olamamış, kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmıştır.

Taifliler bir yıl sonra kendileri İslamiyet^i kabul etmişlerdir.

ı.TEBÜK SEFERİ (631):
Nedeni:
Bizans İmparatoru Herakleios^ un, İslamiyetin yayılmasını engellemek amacıyla, büyük bir orduyla Arap Yarımadası üzerine sefere çıktığı haberlerinin ( söylenti ) alınması.

Bunun üzerine Hz.Muhammed^ in , Mute yenilgisinin olumsuz etkilerini silmek ve Bizanslıların Arabistan^a girmesine engel olmak istemesi.

Önemi:
Hz. Muhammed^in son seferidir.
Hz.Muhammed döneminde Müslümanlar en geniş sınırlara ulaşmışlardır.

Hz.Muhammed^in Son Zamanları ve Ölümü:

a.VEDA HACCI VE VEDA HUTBESİ:

Hicret^in onuncu yılında Hz. Muhammed Mekke^ ye Hacca gitmiştir. Bu onun son ziyareti olduğu için Veda Haccı ( Haccü^l Veda ) olarak , burada Müslümanlara yaptığı konuşma da "Veda Hutbesi" olarak adlandırılmıştır.

Veda Hutbesi^nde Hz. Muhammed; bütün insanların eşit olduğunu, Müslümanların kardeş olduğunu, birbirlerinin canlarına ve mallarına kastetmemelerini, kötü alışkanlıklardan vazgeçilmesini, kadınlara iyi davranılmasını, istemiştir.

b.HZ.MUHAMMED^İN ÖLÜMÜ (632)
Hz.Muhammed, Veda Haccı^ndan sonra Medine^ye dönmüş, Bizans^a karşı yeni bir sefer hazırlığındayken hastalanarak, 8 Haziran 632 tarihinde altmış üç yaşında vefat etmiştir.
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:25
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Mimar Sinan

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Mimar Sinan

Mimar Sinan (1490 - 1588)

Dünyanın en büyük mimarlarından biridir. Kayseri'nin Ağırnas köyünde doğdu. 1512 yılında İstanbul'a geldi. Orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı'na girdi. Çaldıran Savaşı'nda ve Mısır seferlerinde bulundu. İstanbul'a dönünce Yeniçeri Ocağı'na alındı. Kanuni döneminde 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos seferlerine katıldı, subaylığa yükseldi. 1526'da katıldığı Mohaç seferinden sonra baş teknisyen oldu. 1529'da Viyana, 1529-1532 arasında Alman, 1532-1535 arasında da Irak, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı. Bu son sefer sırasında Van Gölü'nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması üzerine kendisine haseki unvanı verildi. 1536'da Pulya seferlerine katıldı. 1538'de yer aldığı Moldova seferi sırasında Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekti. Bir yıl sonra mimar Acem Ali'nin ölümü üzerine onun yerine Saray Başmimarı oldu. Günümüzdeki bayındırlık bakanlığına eş düşen bu görevi ölümüne kadar sürdürdü. Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu çağda yaşamıştır.Kanuni, II. Selim ve III. Murat olmak üzere üç padişah döneminde mimarbaşılık yapmış, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık eserlerinin tasarlanıp uygulanmasında birinci derecede rol oynamıştır. 17 Temmuz 1588'de İstanbul'da öldüğünde ardından yüzlerce mimari eser bırakmıştır.
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:26
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Müslim

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Müslim

HAKKINDA YAZILANLAR

İmâm Müslim Hazretleri
Altı meşhûr hadis-i şerif kitâbı, kütüb-i sitte'nin ikincisi, Sahih-i Müslim'dir. Bu kıymetli eserin müellifi de, Müslim b. Müslim el-Kuşeyri en-Nişâbûri hazretleridir.Arabların ''Beni Kuşeyr'' kabilesine mensûb olmasına rağmen, Nişâbûr'da doğmuştur.Bu sebeble, NişÂbûri olarak anılır. Künyesi: Ebü'l-Hüseyn'dir. En büyük, hadis-i şerif imâmlarından biridir! İlim öğrenmek ve hadis dinlemek üzere hicâz Irak, Şam ve Mısır diyârlarını dolaştı.
Oralarda Ahmed b. Hanbel, Kureybe b. Sâid, Ebû Bekr b. Ebi şeybe ve İmâm Şafii hazretlerinin talebelerinden ve daha bir çok âlimden hadis dinleyip, rivayette bulunmuştur. :Büyük muhaddis İmâm Muhammed Buhari hazretleriyle, Nişâbûr'da görüşmüştür. Bir sohbet esnâsında, kendisinin bilmediği bir hususu Buhâri hazretleri gösterince ayağa kalkarak onu alnından öpmüş ve: ''Ey Muhammed Buhâri! senin dönyada bir benzerin olmadığına, şehâdet ederim! sana buğz edenler ancak, hasedlerinden buğz ederler.'' demiş ve çok iltifat etmiştir.Ömrünün son yıllarını, doğduğu yerde (Nişâbûr'da) geçirdi.
Bütün zamanını, hadis-i şerif dersi vermekle geçiriyordu. Nafakasını çıkaracak kadar, ticâret de yapıyordu. Ancak 55 sene yaşamış ve 875 (261h.) yılında, Nişâbûr'da vefât etmiştir. Sahia-i Müslim'de bildirilen bir hadis-i kudside Resûlullah Efendimiz, Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu naklederdi: ''Ey kullarım! Zulm etmeyi kendime haram kıldığım gibi, sizin aranızda da haram kıldım! Binâenaleyh, birbirinize zulmetmeyiniz;'' ''Ey kullarım! sizden öncekiler ve sonrakiler, bütün insanlar ve cinler bir yere toplanıp; benden ihtiyaçlarını dileyecek olsalar. ve hepsinin dilekerini, yerine getirsem. Benim mülkümden ancak, iğne denize batırıldığında, onun denizden noksanlaştırdığı kadar azalır. Allahü teâlâ "Sahih" hadisleri; bize ulaştıranlardan râzı olsun âmin.
Sahih-i Müslim
Sahih-i Müslim adlı büyük eserinde; 4.000 kadar hadis-i şerif meccuttur. Bunları b,zzat kendisinin topladığı, 300.000 hadis arasından seçtiğini bildirir. Bu büyük eserini, 52 kitaba ayırmıştır. Buhâri gibi ayrıca, bâblara (bölümlere) bölmemiştir. Eserin baş tarafında; hadis ilmiyle alâkalı mühim açıklamalar mevcuttur. Bilhassa, isnâd üzerinde, önemle durmuştur. Çünkü kitabına koyduğu farklı metinler için; değişik isnâdlarda bulunur. Değişik verilen metinlerİ (hâ) harfiyle gösterilmiştir. İmâm Müslim hazretlerinin Sahih'inden başka; 12 kadar orijinal eseri mevcuttur.Müslim'deki hadis-i şeriflerden bazıları, şunlardır:
''Herhangi bir müslümanın başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı, diken batmasına kadar, her ne gelirse. Allahü teâlâ bunları, o müslümanın hatâlarına keffâret kılar!'' ''Bir kimse; hanımına buğz etmesin. Öünkü hoşlanmadığı huyları varsa (bile) bunlara karşılık, memnûn olacağı huyları da vardır.
''Yarım hurma bile olsa, sadaka vermek sûretiyle! Cehennemden korunmaya çalışınız!''
''Bir kimseye, şer olarak, müslüman kardeşine,hakâret etmesi yeter!''
''Kendi aleyhinizi, evlâd ve mallarınız aleyhine; sakın bedduâetmeyiniz! ki, duÂların kabul olunacağı bir saate rastlar da; bedduânız kabul olunur.''
''Cennet ehlinin kimler olduğunu, size bildireyim mi? Herkes tarafından hor görülüp, hiçe sayılan, zaif vemütevazi bir mü'mindir ki; Allahü teâlâya yemin ederse muhakkak Allahü teâlâ onun yeminini yerine getirir!''
''İki kimse arasında, adâlet etmek; sadakadır! Güzel söz; sadakadır!''
''Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!''
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:28
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Mevlana Celaladdin Rumi

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Mevlana Celaladdin Rumi

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.

Babası Bahaeddin Veled

Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı. Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler. 1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar.

Mevlana Hazretleri Evleniyor

Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

Babası Ölüyor

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

Mevlana Hazretleri Tedris'e Başlıyor

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.Hayatını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu.

Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu. "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Ben Rüzgarım Sen Ateş
Mevlana Celaleddin Rumi Büyük Mutasavvıfın Hayatı ve Eseri
Annemarie Schimmel
Ötüken Neşriyat / Kültür Dizisi

“Gençlik yıllarında Mevlana'yı tanıyan Annemarie Schimmel, hayatını, kendi ifadesiyle, sadece İslam tasavvufunun değil, genel olarak mistisizmin de bu en büyük şairine hasretmiştir adamıştır. Bugün ise ilmi ve şahsiyeti Mevlana'nın yörüngesinde kemal derecesine ulaşmış bu büyük alim, Avrupa'da ve hayatta bütün dünyada Mevlana'yı en iyi bilenlerden biri, belki de birincisidir. Tercümesini sunduğumuz bu eser, hem Mevlana'nın dehasını göstermesi bakımından hem de bizim fikir ve ruh iklimimizde kıvamını bulan büyük bir Avrupalı alimin derinliğini göstermesi açısından fevkalade önemlidir. Elinizdeki eserde Schimmel, Mevlana'nın sembollar dünyasında seyahat ederek onun dünya görüşünü, aşk anlayışını, şiire bakışını ve dua hakkındaki ince fikirlerini kendi şairane üslubuyla sunmaktadır. Kitap baştan sona Mevlana'nın kullandığı sayısız mecaz ve espirilerle adeta bir dantel gibi dukunmuştur. Mevlana hakkında yazılan her kitap şüphesiz kazançtır. Ancak Schimmel'in bu kitabı, Mevlana'nın bildiğimiz veya bildiğimizi zannettiğimiz fikirlerini yeni mana boyutlarıyla önümüze açmaktadır. O bakımdan bu eser, Mevlana'yı anlamak isteyenler için vazgeçilmez bir klavuzdur.”

2.Benzersiz Mevlana
I.M. Panayotopulos
Scala Yayıncılık

13. Asrın ortalarında Horasan dağları ile bozkırlarından kalkıp Konya'ya gelen Doğulu bir düşünür, o zamana kadar değişik kültür ve coğrafyalardan gelen bilgileri olağanüstü seziş ve duyuşunun perspektifi altında kullanarak asırlar sonraki dünyanın, bugünkü Batı Medeniyeti diye bildiğimiz felsefi sistemlerin temellerini atıyor...Spinoza'ya, Goethe'ye, Novalis'e, Kirkegaard'a, Nietzche'ye, Dostoyevsky'ye, Gabriel Marcel'e, Rilke'ye yollarını açıyor. Bu suretle, 13.Asrın Selçuklu Konya'sı Renaissance'ın beşiği olarak karşımıza çıkmış, tüm görkemiyle yükseliyor. Diyebiliriz ki, tüm felsefi sistemlerin en insancası olan Varoluşçuluk'un-Heraklitos'tan sonra-ilk ve gerçek temsilcisi, binikiyüz ortalarının Anadolusundaki Mevlana'dır. Asrımızın başında Gabriel Marcel'in "sen, ben'in karşısında oturan ben'dir" şeklindeki motto'yu ortaya koymasından sekizyüzyıl kadar önce, Mevlana, "benimle senin aranda ne ben ne de sen vardır" demiştir. Dr.Kriton Dinçmen
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:29
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Yavuz Sultan Selim

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Yavuz Sultan Selim

Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu ve İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü.

Saltanatı: 1512-1520
Babası: II. Bayezid Han - Annesi: Aişe Hatun
Doğumu: 10 Ekim 1470 Vefatı: 22 Eylül 1520

Amasya'da doğdu. Küçük yaştan itibaren Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Çok çevik ve zeki olup ok atmak, güreş tutmak ve kılıç kullanmak hususunda maharet sahibiydi. Arabi ve Farisi'yi mükemmel bir şekilde konuşurdu. Babası II. Bayezid padişah olduktan sonra , askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için Trabzon'a vali tayin edildi.

Yavuz Sultan Selim Trabzon valisi iken, Şah İsmail'in (1502-1524) siyasi-dini faaliyetleri ile Osmanlı Devleti için çok büyük bir tehlike arzettiğini görüyor ve ona göre tedbirler düşünüyordu. Hatta zaman zaman bu devlet üzerine küçük çapta akınlar da yapıyordu. Nitekim, 24 Nisan 1512'de babasının yerine geçince de ilk seferini, Osmanlı Devleti'ni önce bölüp parçalama, sonra da yıkma emellerini güden Safeviler üzerine yaptı. İstanbul'da Eyüp ve diğer mübarek kabirleri ziyaret ederek zafer duaları yaptıktan sonra ordusuyla harekete geçen Selim Han günlerce yol aldıktan sonra nihayet 23 Ağustos 1514'de Çaldıran Ovası'nda Safevi ordusuyla karşılaştı. Yavuz ve ordusunun kudretiyle ateşli silahların üstünlüğü sayesinde Osmanlılar parlak bir zafer kazandı. İran ordusunun büyük bölümü imha edilirken bir çok Safevi kumandanı ile Şah İsmail'in zevcesi esir alındı. İran'ın baş şehri Tebriz'e giren Yavuz Sultan Selim Han, şehirdeki camileri tamir ettirdi ve halka huzur verdi.

Bu zafer ile Osmanlı hududu Fırat'tan Azerbeycan'a ve İran içlerine kadar uzadı. Yavuz Sultan Selim ikinci seferini Memlüklüler üzerine yaptı. Bu seferin asıl sebebi Memlüklülerin Osmanlı Devleti'nin kuvvetlenmesinden endişe ederek şii Şah İsmail ile ittifak içerisine girmesi idi. Şah İsmail'i bir darbede saf dışı bırakan Cihangir padişah bu defa da yıldırım sureti ile Mısır ordularını 24 Ağustos 1516'da Mercidabık ve 26 Mart 1517'de Ridaniye'de kazandığı zaferler ile perişan etti. Artık Memlük Devleti kalmamış, bütün Arap ülkeleri Osmanlı hakimiyetine girmişti. Bu durum üzerine Mekke ve Medine emiri mukaddes şehirlerin anahtarlarını "Hakimü'l Harameyn" ünvanı ile Yavuz Sultan Selim'e takdim etti. Ancak dindar padişah bu ünvanı "Hadimü'l Harameyn= Mekke ve Medine'nin hizmetçisi" şekline çevirirek aldı ve evlatlarına böyle miras bıraktı.

İki büyük seferin zaferle neticelenmesinden sonra bilhassa donanma faaliyetlerine hız veren Yavuz, devrin büyük alime Kemal-paşazade'ye niyetinin feth-i Efrenciye yani Avrupa olduğunu bildirmişti. Ancak yüce Hakan'ın Eyüp Türbesi'ni ziyaretle başladığı bu seferine yakalandığı amansız bir şirpence hastalığı mani oldu. Vefat etmeden önce musabihi Hasan Can kendisine Hakk'a teveccüh etmesini söyleyince "Bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun. Cenab-ı Hakk'a teveccühte bir kusur mu gördün?" buyurarak Yasin-i Şerif okunmasını istedi. Kendisi de okurken ruhunu teslim etti. Naşı kendi adı ile anılan camiin avlusundaki türbededir.

Osmanlı Devleti'nin topraklarını iki buçuk mislinden fazla genişletti. Babasından devraldığı 2,373,000 kilometrekarelik olan ülke toprakları onun zamanında 6,557,000 kilometrekareye çıktı.

Devlet işlerinde kesin niyet ve kati programla hareket eden Selim Han, herhangi bir devlet işini fiiliyata koymadan evvel muhtelif yollarla onun hakkında alim, vezir ve sair ilgililerin fikirlerinden istifade eder ve günlerce düşünür, nihayet son kararını verdikten sonra ondan dönmez ve bu kararın aleyhinde söz söyleyenleri en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Muntazaman bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede gerek memleket dışında ve gerek içeriden devamlı bilgi alırdı. Mühim işlerde bizzat tahkikat yapardı.

İhtişam ve debdebeye ehemmiyet vermez, sadeliği sever ve sade giyinirdi. Kendisi için fazla para sarfıyla köşk ve lüks şeyler yapılmasını istemezdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman çok süslü bir elbiseyle huzuruna girince; "Süleyman annen ne giysin?" (Başka bir rivayete göre "Anana giyecek birşey bırakmamışsın."göz kırpma diyerek sitem etmişti. Hazinenin devamlı dolu olmasına dikkat ederdi.

Sultan Selim Han evliyaya rağbet eder onların sonbetlerine katılmayı bulunmaz bir nimet sayardı. Devamlı; "Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş - Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş." buyururdu. Yavuz Sultan Selim'in Şam'da Salihiyye'de Muhiddin-i Arabi'ye yaptırdığı camii, imaret ve türbeden ve bir de Konya'da Mevlevi tekkesine getirdiği sudan başka bir hayır yapmasına vakti ve zamanı müsait olmamıştır. Hatta başlattığı camiinin bile yalnız temellerini attırabilmiş fakat tamamlayamamıştı.
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:32
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Dede Korkut

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Dede Korkut

Büyük Türk destan bilgesi Dede Korkut'un kişiliği üzerinde bilgilerimiz yetersiz kalıyor. Korkut-Ata adıyla da tanınan Dede Korkut, söylentilere göre Oğuzların Bayat Boyundan Kara Hoca’nın oğludur.

Onun, IX. ve XI. yüzyıllar arasında Türkistan'da Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu, Oğuz Türklerinden büyük saygı gördüğü, bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına akıl hocalığı ve danışmanlık ettiği destanlarından anlaşılmaktadır.

Dede Korkut'un Türkler arasında, ağızdan ağıza, dilden dile dolaşan destan niteliğindeki hikâyeleri XV. yüzyılda Akkoyunlu'lar devrinde Dede Korkut Kitabı adıyla bir kitapta toplanmış, böylelikle sözden yazıya dökülmüştür. Destan derleyicisi, Dede Korkut kitabının önsözünde Dede Korkut hakkında şu bilgileri verir ve onun ağzından şu öğütlerde bulunur:

(Bayat Boyundan Korkut Ata derler bir er ortaya çıktı. 0 kişi, Oğuz'un tam bilicisi idi. Ne derse olurdu. Gaipten türlü haber söylerdi...)

(Korkut Ata Oğuz Kavminin her müşkülünü hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata'ya danışmayınca yapmazlardı. Her ne ki buyursa kabul ederlerdi. Sözünü tutup tamam ederlerdi...)

(Dede Korkut söylemiş: Lapa lapa karlar yağsa yaza kalmaz, yapağılı yeşil çimen güze kalmaz. Eski pamuk bez olmaz, eski düşman dost olmaz. Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz, kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez, er malına kıymayınca adı çıkmaz. Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul babadan görmeyince sofra çekmez. Oğul babanın yerine yetişenidir, iki gözünün biridir. Devletli oğul olsa ocağının korudur...)

(Dede Korkut bir daha söylemiş: Sert yürürken cins bir ata nâmert yiğit binemez, binince binmese daha iyi. Çalıp keser öz kılıcı nâmertler çalınca çalmasa daha iyi... Çala bilen yiğide, ok'la kılıçtan bir çomak daha iyi. Konuğu olmayan kara evler yıkılsa daha iyi... Atın yemediği acı otlar bitmese daha iyi. İnsanın içmediği acı sular sızmasa daha iyi...)

Dede Korkut'un kitabında on iki destan var. Bu destanlar, Türk dilinin en güzel örnekleri olduğu gibi, Türk ruhuna, Türk düşüncesine ışık tutan en açık belgelerdir.

Dede Korkut, Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlâkını, ruh enginliğini, saf, arı-duru bir Türkçe ile dile getirir. Destanlarındaki şiirlerinde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası vardır.

Bamsı Böyrek Destanı'nda Bey Böyrek’in ardından yavuklusu Banu Çiçek şöyle seslenir ;

Vay al duvağımın sahibi,
Vay alnımın başımın umudu.
Vay şah yiğidim, şahbaz yiğidim,
Doyuncaya dek yüzüne bakamadığım
Han yiğit...
Göz açıp ta gördüğüm,
Gönül ile sevdiğim,
Bir yastığa baş koyduğum
Yolunda öldüğüm, kurban olduğum
Can yiğit...

Dede Korkut destanlarının kahramanları, iyiliği ve doğruluğu öğütler. Güçsüzlerin, çaresizlerin, her zaman yanındadır. Hile-hurda bilmezler, tok sözlü, sözlerinin eridirler. Türk milletinin birlik ve beraberliğini, millî dayanışmayı, el ele tutuşmayı telkin eder.

Yüzyıllar boyu, heyecanla okunan bu eserdeki destanlar, Doğu ve Orta Anadolu'da, çeşitli varyantları ile yaşamıştır. Anadolu'nun birçok bölgelerinde, halk arasında söylenen, kuşaktan kuşağa aktarılan hikâye ve destanlarda Dede Korkut'un izleri ve büyük etkileri vardır.

Millî Destanımızın ana kaynağı olan Dede Korkut Kitabı’nın bugün elde, biri Dresden'de, öteki Vatikan'da olmak üzere, iki yazma nüshası vardır. Bu yazma eserlere dayanarak Dede Korkut Kitabı, memleketimizde birkaç kez basıldığı gibi, birçok yabancı memleketlerde çeşitli dillere de çevrilmiştir.




Türk Dünyası
DEDE KORKUT ŞÖLENİNDE
Bayburt ta Buluştu

Kimdir Korkut Ata?
Namık Kemal Zeybek

Türk Dünyası nın Korkut Ata sı İçimizde Yaşıyor
Türk Dünyası nın dört bir yanından gelen konukların katılımıyla bu yıl yedincisi gerçekleştirilen Dede Korkut Uluslararası Kültür ve Sanat Şöleni 16-22 Temmuz 2001 tarihleri arasında Bayburt ta gerçe Kimdir Korkut Ata? Türk milletine İslam dan önce gönderilmiş bir tanrı elçisi mi? Neden olmasın? Yüzlerce elçi göndermiş olan Yüce Tanrı, Korkut Ata yı da Türklere göndermiş olabilir. Korkut Ata belki de evliyadandır... Ötelere erişmiş, ötelerden öğrendiklerini Türklere iletmiştir. Nerede Türk varsa, orada Korkut Ata vardır.
Halkımız en doğrusunu bilir diyelim; Korkut Ata "Varlığın övüncü Yüce Elçi Efendimiz" zamanında yaşamış veya belki ruhaniyetinden İslam ı öğrenerek arasında yaymağa başlamış bir büyük insandır. İslam ın gerçeklerini, insanlığın erdemlerini, varlığını gizlilerini ve yiğitlerin törenlerini kopuzuyla çalmış, söylemiştir.

Tartışılmaz gerçek nedir? O nu Allah tan başka kimse bilmiyor. Ata Dede Korkut destanlarının bize söylediği gerçek o ki; Korkut Ata, Oğuz ve Kıpçakların bir arada yaşadığı dönemde yaşamıştır. Ve Bayburt çevresi O nun yaşadığı veya "yeniden yaşadığı" bir bölge olmuştur.

Bayburt çevresindeki derin kültür oluşumunu, yedi kat yer altına inen, yedi kat göklere çıkan masal dünyasını, destanları ezberden okuyan, okumamış kadınların üstün irfan kudretini bilenler için hiç de şaşırtıcı değildir. Korkut Ata sağlığında Bayburt ta yaşamasa bile yüzyıllardan beri Bayburt ta yaşıyor.

Korkut Ata, Türk Dünyasına sesleniyor. Birlik, bilim ve bilinç yolunu gösteriyor... Korkut Ata, Türk Dünyasının her yerinde bilinir. Avrupa ve Türkiye Türklüğü, Türkistan ve İdil-Ural Türklüğü, Korkut Ata ya sahip çıkar. Hepsi de haklıdır. Nerede Türk varsa, Korkut Ata oradadır. Kim sahip çıkarsa, Korkut Ata onlarındır. Kim Korkut Ata ya sahip çıkarsa, Korkut Ata da, onlara sahip çıkar.
Korkut Ata nın bir mezarı Kazakistan da, Türkistan şehrine yakın bir yerdedir. Bir mezarı da Bayburt tadır...
Yunus Emre de öyle değil midir? Şimdilik bilinen 13 mezarı var. On üç mü? Hayır. "Bin" mezarı var. Azerbaycanlı büyük şairimiz Bahtiyar Vahapzade ne diyor;

"Bir yerde ölüp bes niye bin yerde mezarı
Çünkü gazılır her gün gönüllerde mezarı
Otlarda, çiçeklerde ve güllerde doğuldu
Bir yerde ölüp bes niye bin yerde doğuldu
Efsane mi gerçek mi bu insan, ince insan
Varlı sesidir, kopmuş o Türk ün kopuzundan!"

Türk ün kopuzunun en büyük ustası Korkut Ata... Korkut Ata, kopuzu ile Türklere varolmanın gerçeklerini anlatan insan. Korkut Ata nın topuzu din yolunun inceliklerini ve barışın erdemlerini ve birliğin faziletlerini anlatmıştır. Gerektiği zaman, kopuz millet savunmasında yiğitlerin yüreklerine cesaret aşısı olmuştur.

Selam olsun sana Korkut Atamız
Selam olsun sana Bayburt kalası... kleştirildi.
"Bir yerde ölüp bes niye bin yerde mezarı
Çünkü gazılır her gün gönüllerde mezarı
Otlarda, çiçeklerde ve güllerde doğuldu
Bir yerde ölüp bes niye bin yerde doğuldu
Efsane mi gerçek mi bu insan, ince insan
Varlı sesidir, kopmuş o Türk ün kopuzundan!"
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:36
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Askar Akaev

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Askar Akaev

Askar Akaev, 10 Kasım 1944'te Kemindey Bölgesi'ndeki Kızılbayrak köyünde dünyaya geldi. Babası bir kolhoz işçisidir.
1961 yılında Fdurzemash fabrikasında metal işçisi olarak çalışmaya başladı. 1968'de Leningrad Hassas Mekanik ve Optik Enstitüsü'nden mezun oldu.

1972'den 1973'e kadar Frunze Politeknik Enstitüsü'nde, sonra da Leningrad Hassas Mekanik ve Optik Enstitüsü'nde kıdemli araştırmacı ve öğretmen olarak çalıştı.

Askar Akaev 1976'da Kırgızistan Cumhuriyetinin başşehrine dönüp Politik Enstitüsü'nde kıdemli öğretmen, doçent ve nihayet bölüm başkanı olarak çalıştı.

1986-1987 yıllarında Kırgızistan Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin İlim ve Eğitim Müesseseleri Bölümü Başkanı'ydı. 1987'de İlimler Akademisi başkan yardımcılığına ve iki yıl sonra da başkanlığına seçildi. Aynı yıl içinde Askar Akaev S.S.C.B. halk temsilciliğine seçildi.

Askar Akaev bilimsel doktor, profesör, Kırgızistan Cumhuriyeti İlimler Akademisi akademisyeni ve aynı zamanda beynelmilel ilim dünyasında tanınmış bir fizikçidir. Bilgi İşlem Mühendisliği ve kuantum radyofiziğinin problemlerinin çözümüne uzmanlığı ile büyük katkılarda bulunmuştur. Aynı zamanda optik bilgi işlem mühendisliğini geliştirenlerdendir.

1990 yılı Ekim ayında Askar Akaev, Kırgızistan Cumhurbaşkanlığı'na seçildi. Kırgızistan Cumhurbaşkanı olarak 1991 Ağustosu'nda yapılan darbe teşebbüsüne aktif bir şekilde karşı çıktı.

Askar Akaev 12 Ekim 1991'de Kırgızistan'ın millet tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu.
1993 yılı Mayıs ayında Kırgızistan'ın yeni anayasası kabul edilince Askar Akaev'e olan güven derecesini tespit için bir referandum yapma ihtiyacı doğdu. 1994 Ocak ayında Kırgızistan halkı Kırgızistan Cumhurbaşkanının yetkilerini onayladı.
Askar Akaev, Kırgızistan'ı tarihin en zor döneminde yönetti. Onunla birlikte cumhuriyet bağımsızlığına kavuştu. Dünya cemiyetinin tam üyesi oldu ve onun yaptığı demokratik değişiklikler dünyada anlayışla karşılanarak kabul gördü.

X

Akayev son kez halkına seslendi
CNN Türk 7 Nisan 2005

Akayev'in konuşması parlamentoda da yayınlandı

Kırgızistan'ın devrik lideri Askar Akayev, Kırgız halkına son seslenişinde, her şeyi halkı ve ülkesi için yaptığını söyledi.
Kaydı Moskova’da yapılan ve Meclis’te de yayınlanan Akayev'in konuşması, televizyonda canlı yayınlandı.

Her zaman şiddete karşı olduğunu belirten Askar Akayev, ''özellikle dış güçlerin içimizdeki krize karışmasını istemedim. Son emrim 'ateş etmeyin' oldu. Böylece kan dökülmesini, halk ihtilalinin olmasını engelledim'' dedi.

Halkının kendisini affedeceğini umduğunu da söyleyen Akayev, tüm işleri halkının refahı ve iyiliği için yaptığını savundu.

Kırgızistan’da 24 marttaki yönetim değişikliğini anladığını ve kabul ettiğini ifade eden Akayev, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana geçen sürede Kırgızistan'ın geldiği konum hakkında bilgi verdi.

Sovyetlerin dağılmasının ardından Kırgızistan'ın zor şartlarla karşı karşıya kaldığını dile getiren Akayev, ülkenin doğal kaynakları bulunmadığını, bu nedenle her şeye yeniden başlamak zorunda kaldıklarını söyledi.

İktidarda bulunduğu süre içinde Asya ülkelerinin yanı sıra batılı ülkeler ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği yaptıklarını belirten Akayev, özellikle son beş yılda ülkenin ekonomik açıdan ilerlediğini savundu. Kamuda şeffaflık için altyapı oluşturduklarını anlatan Akayev, sosyal ve ekonomik alanlarda atılımlar yapıldığını da ifade etti.

Akayev istifasını halka verdi

Kırgızistan Meclis Başkanı Ömürbek Tekebayev de, meclis olarak amaçlarının devrik lider Askar Akayev'i cezalandırmak değil, ülkede düzen ve istikrarı sağlamak olduğunu söyledi.

Tekebayev, devlet başkanını halkın seçtiğini ve Akayev'in de istifasını halka verdiğini ifade ederek, ''ülkede şu anda devlet başkanı yok. Biz geçici devlet başkanı seçtik, asıl devlet başkanını halk seçecek'' dedi. Tekebayev, bunun gecikmeden olabilmesi için de öncelikle Akayev'in istifasının mecliste onaylanması gerektiğini belirtti.
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:39
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Cahar Dudayev

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Cahar Dudayev

Çeçenistan'ı özgürlüğü kavuşturan Cahar Dudayev, 1944 yılının Şubat ayında Çeçenistan'ın Yalho köyünde doğdu. Hayata gözlerini açar açmaz Rus baskısı ile tanıştı. 23 Şubat 1944'te Sibirya'ya sürgün edilenlerin arasına katıldığında daha annesinin kucağında 15 günlük bir bebekti. Çocukluk yılları Sibirya bozkırlarında çok güç şartlar altında geçti. Orta öğrenimini burada tamamladı. 1962 yılında Tambov Askeri Pilot Yüksek Okulu'ndan, 1966 yılında da Uzak Mesafe Uçakları Pilot ve Mühendis Yetiştirme Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. 1974 yılında Gagarin Hava Harp Akademisi'ni de bitiren Dudayev, 1. Sınıf pilot ve mühendis ünvanını kazandı. S.S.C.B. hükümeti tarafından kendisine 12 madalya verildi. Tümgeneralliğe yükseldi. Sovyet tarihinde Stratejik Hava Kuvvetleri'nde Tümen Komutanı olmayı başaran ilk Müslüman olarak adından bahsettirdi.

Çeçenistan Devlet Başkanı olmadan önce Baltık Cumhuriyetlerinde yaşanan bağımsızlık hareketlerini bastırmadığı için adı isyancı generale çıktı. 1989'da Estonya'da Stratejik Hava Kuvvetleri Filoları Komutanlığı'nda görev yaparken Baltık ülkelerinde başlayan bağımsızlık hareketlerinin kuvvet kullanılarak bastırılması için Moskova'dan emir aldı. Ancak bu emri "yurdunun bağımsızlığı için mücadele eden bir halkın üstüne bomba atmam" diyerek yerine getirmedi. Moskova bu itaatsizliği hazmedemedi ve Dudayev'e ceza olarak askeri birliği ile birlikte Grozni'ye sürgüne gönderildi. 1990 yılının Mayıs ayında görevinden istifa etti. Rusya bu "isyancı" komutanın önderlik edeceği birçok olaya gebeydi.

Kasım 1990'da toplanan Çeçen Halkının Kurultayı'na davet edildi ve sonradan "Çeçen Ulusal Kongresi" adını alan bu halk meclisinin icra kurulu başkanlığına seçildi.
19-21 Ağustos 1991'de Gorbaçov'a karşı girişilen başarısız darbe teşebbüsü sırasında darbecilerin karşısında yer aldı. Akabinde, darbecilerle işbirliği yapan Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Hükümeti'ni düşürmek için başlatılan halk hareketinin başına geçti. Demokratik güçler, aydınlar ve tüm Çeçen halkı kendisini destekledi. 27 Ekim 1991'de yapılan seçimlerde %85 oranında aldığı oyla Çeçenistan Cumhurbaşkanlığı'na seçildi.Rusya'nın 11 Aralık 1994 tarihinde Çeçenistan'a karşı başlattığı işgal ve soykırım hareketine karşı Cahar Dudayev, "Son Çeçen canını vermeden Ruslar ülkemize hakim olamaz" diyerek, halkına "Cihad" emrini verdi.Dudayev'in önderliğindeki Çeçen halkı, iki yıla yakın bir süre devam eden şanlı bir istiklal mücadelesi verdi. Sonunda Mayıs 1996'da Çeçenistan Ruslardan temizlenerek, Kafkas tarihine yeni bir altın sayfa eklendi.Bu özgürlük lideri, 21 Nisan 1996'da bir suikast sonucu şehid edildi.
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:44
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Evliya Çelebi

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Evliya Çelebi

Seyyah-yazar

Asıl adı Derviş Mehmed Zillî olan Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul Unkapanı'nda doğdu. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşıydı.Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelip İstanbul'un Unkapanı yöresine yerleşmişti. İlköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış öğrendi. Musiki ile ilgilendi. Kuran'ı ezberleyerek "hafız" oldu. Enderuna alındı, dayısı Melek Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Sultan IV. Murad'ın hizmetine girdi.

SEYAHAT YA RESULALLAH

Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed'i gördüğünü, ondan "şefaat ya Resulallah" diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp "seyahat ya Resulallah" dediğini, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz'in ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.

NERELERİ GEZDİ

Evliya Çelebi bu rüya üzerine 1635'te, önce İstanbul'u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’larda Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi, 1645'te Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı, savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı. 1645'te Yanya'nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa'nın yanında görevli bulundu.1646'da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa'nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı'na mektup götürüp getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648'te İstanbul'a dönerek Mustafa Paşa ile Şam'a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651'den sonra Rumeli'yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya'da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.

SEYAHATNAME’NİN ÖZELLİKLERİ

Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez,araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname'nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar. Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi'nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle Divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür. Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır.Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur. Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatname'de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli bir yer tutar Evliya Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan söz eder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır.Seyahatname'nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına,çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı biçimde söz edilir.Evliya Çelebi'nin eseri dil bakımından da önemlidir. Yazar, gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır.1682'de Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.

ESERİ: Seyahatname, ilk sekiz cilt: 1898-1928, son iki cilt: 1935-1938.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi
Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu - Dizini
1. Kitap
Evliya Çelebi
Yapı Kredi Yayınları / Özel Dizi

"Evliya Çelebi Seyahatnamesi", 1994'te yitirdiğimiz, yeri doldurulamaz değerli Türkolog Orhan Şaik Gökyay'ın her zaman ve en çok ilgisini çeken eserlerden biri olmuştu.

Gökyay, bu dil anıtı üzerine yoğunlaşma imkanını ancak ömrünün son yıllarında bulabildi. 1988 yılında, seyahatnamenin birinci cildinin, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Bağdat 304'te kayıtlı bulunan ve birçok araştırmacının müellif nüshası kabul ettiği yazması üzerinde çalışmaya başladı. Transkripsiyonlu Metin, Sözlük ve Dizin olarak üç cilt halinde düşündüğü eserin yazık ki sadece transkripsiyonlu metin kısmını hazırlayabildi. Sonradan, metin üzerindeki çalışmalar, onun çizdiği çerçeve içinde sürdürülüp tamamlandı.

Ayrıca, Yücel Dağlı'nın, Orhan Şaik Gökyay'ın izniyle İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans tezi olarak hazırladığı "Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin 1. Cildindeki Yer ve Şahıs İsimleri İndeksi (1994)", bu yayın dolayısıyla yeniden gözden geçirildi. Bu çalışmaya rütbeler, kurumlar, terimler, bitkiler, meydanlar, camiler... vb. önemli-önemsiz hemen her şeyin eklenmesiyle geniş bir "Dizin" oluşturuldu. Böylece, ortaya hem Evliya Çelebi'nin hem de Orhan Şaik Gökyay'ın önemlerine yaraşır bu kitap çıktı; kıvançla sunuyoruz.


Evliya Çelebi Seyahatnamesi
Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu - Dizini
2. Kitap
Evliya Çelebi
Yapı Kredi Yayınları / Özel Dizi

19 Ağustos 1630 gecesi, rüyasında gördüğü Hz. Peygamber'in elini öperken heyecanlanıp "Şefaat ya Resulallah" diyecek yerde "Seyahat ya Resulallah" diyerek kendi geleceğine farklı bir kapı aralayan garip bir gezgin, tam kırk yıl boyunca bütün Osmanlı coğrafyasını adım adım dolaştı. Kimi zaman han odalarında menakıb dinledi, kimi zaman da çarşıların kalabalığına karışıp değişik kültürlerin insanlarıyla tanıştı. Zengin konaklarına misafir oldu; dağ başlarında, terkedilmiş kalelerde bir ateşin etrafına toplanmış bozkırlarla dertleşti. Liman kentlerine uğradı; yıkık surları adımlarıyla ölçtü, binbir çeşit nesneyi elleriyle tarttı.

Kervanlara katılıp hayallerin ötesine yürüdü. Çağlar öncesinin kralları, sultanları sanki onun arkadaşıydılar; öykülerini anlattılar, kıssadan hisse verdiler. O, bütün bir Osmanlı geleneğinin zamanı ve mekanı aşan hafızası idi. Asıl adı bilinmiyor; ama dünya onu Evliya Çelebi olarak tanıdı.

Evliya Çelebi üzerine çok şey yazıldı ve söylendi; fakat onun bir insan ömrü adadığı Seyahatname'si, bu güne kadar tam olarak yayımlanmadı. Çünkü o, eleştirel bilinci klasik medhiyeciliğin üstünde tuttuğu için sansüre uğradı. Sonuçta bu göz kamaştırıcı kültür hazinesi, az sayıda uzmanın yararlanabildiği 10 ciltlik bir yazma külliyatı olarak kaldı.

Yapı Kredi Yayınları, Evliya Çelebi Seyehatnamesi'nin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndeki asıl yazma nüshasını yayımlamakla, geçmişimizi geleceğimizle buluşturduğuna inanıyor. Bu inancı paylaşan herkes için, artık yolculuk zamanıdır.

Seyahatname
(Gördüklerim)
Evliya Çelebi
İnkilap Kitabevi / Tarih-İnceleme-Biyografi Dizisi

Bu kitap : "Seyahatname"sinin içinden kendisinin gördüğü ya da dinlediği olayların seçilmesi ile ortaya çıktı. Seyahatname, çok yönlü bir yapıttır. Birkaç yerde kendisi de asıl maksadın dışına çıktığını, bu işte olan bitenleri ayrıntılarla yazsa başkaca bir cilt olacağını işaret eder. Bunların arasından kendisinin de arasıra "sergüzeşt-i hakiranemiz, serencam-ı fakiranemiz" yollu sözlerle, dile getirdiği olayların fazla olduğunu söyler. Evliya, tarih kitaplarında sonuçları anlatılmış kimi savaşları, ayaklanmaları içinde imiş gibi yakından izlemek ve gözlemek durumunda bulunmuştur. Çağı, on yedinci yüzyılın karmakarışık bir zamanıdır. Güvenilir, iş başarabilir kişi olarak Defterzade Mehmet Paşanın, Melek Ahmet Paşanın dairelerinde bulunmuş olayı bir insan görüş alanından çıkarıp da genel tasvirler, basmakalıp sözlerle anlatmıyor, karda, tipide, vuruşma ve çatışmalardaki bir insan kalabalığının sıkıntısını, bunalımını bir tablo halinde değil çektiklerini, gözüyle gördüklerini anlatarak okuyanı etkiliyor..

Manis İli Genel Kitaplığındaki yazma nüshadan olduğu gibi aktarılmıştır. Metinde bir değiştirme yapılmamıştır. Zamanımıza göre bilinmeyen kimi sözcükler okuyucunun dikkatini kesmemek için [...] işareti arasında kara harflerle açıklanmıştır. Olayların genel bir görüş ile anlaşılabilmesi için de her bölüm başında bazı bilgiler verilmiştir.
X

HAKKINDA YAZILANLAR

‘Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Sözlüğü’ (1)
HİLMİ YAVUZ Zaman 22.09.2004

Prof. Dr. Doğan Kuban, 1984 yılında (Mart 1984, 3/21) Ankara’da yayımlanan ‘Boyut’ Dergisi’nde (ayraç içinde belirteyim: ‘Boyut’, plastik sanatlar alanında bugüne değin ülkemizde basılmış, az sayıda nitelikli dergilerden biridir) yayımlanan ‘Geleneksel Türk Kültüründe Nesneler Dünyasına Bakış’ başlıklı yazısında, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin, mimarlık tarihine ilişkin bir kaynak olarak kullanılmasının mümkün olmadığını söyler, ‘mesela, Süleymaniye [Camii]’nin tanımını yapan bölüm iyice incelendiği zaman, bu bilgilerle Süleymaniye’nin rökonstrüksiyonunun yapılamayacağını kabul etmek zorunda kalırsınız’ der.

Kuban, Evliya’nın, ‘heyecan dolu dil[ine] karşın, ne caminin şeması, ne büyüklüğü [...] bakımından yeterli bilgi edinip bundan Süleymaniye’nin nasıl bir yapı olduğunıu çıkarmak olanağı[nın]’ bulunmadığını; [ç]ünkü Osmanlı kültüründe, nesneler[in] değil, ilişkiler[in] önem taşı[dığını]’ belirtir ve şöyle der: ‘Bu nedenle de sosyal yaşama ilişkin gözlemleri o kadar ilginç olan Evliya’yı, güvenilir bir mimari tarihi kaynağı olarak kullanmak olanaksızdır. Kuşkusuz bu yargı, Evliya’nın yine de önemli bir tarihi kaynak olma niteliğini değiştirmez.’

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si, Osmanlı sosyal tarihi araştırmaları bağlamında, gerçekten son derece ayrıntılı bir envanter sunar. Bu sosyal tarih envanterinin bir bölümü (hatta önemli bir bölümü!) Evliya’nın 17. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının içinde ve dışında konuşulan dillere ve dialektlere ilişkindir. Dolayısıyla Seyahatname, Kuban’ın belirttiği gibi mimarlık tarihi açısından yararlanılabilir olmasa da, özellikle Türk Dili tarihi araştırmaları bakımından, bulunmaz bir kaynaktır.

Özellikle Türk Dili tarihi, demem boşuna değil. Neredeyse 20 yıldan beri Evliya Çelebi Seyahatnamesi üzerinde çalışan ABD’li değerli bilim adamı Prof. Dr. Robert Dankoff’un, 1989 yılında toplanan ‘Uluslararası Altaistik Konferansı’na sunduğu, ‘Turkic Languages and Turkish Dialects according to Evliya Çelebi’ başlıklı bildiride de belirttiği gibi (bu bildiri Bernt Brendemoen’in editörlüğünde, ‘Altaica Osloensia’da, Oslo’da yayımlanmıştır), ‘Seyahatname’de, Evliya Çelebi’nin gezileri sırasında saptadığı, Türkçe dışındaki (‘non Turkic&#8217göz kırpma otuz dil’den başka, Türkçe konusunda da çok zengin malzeme bulunmak- tadır.’ Dr. Dankoff, Evliya’nın genelde Türkologların Arapça metinlerde saptamakta güçlük çektikleri ‘fonetik nüansları’ da gösterdiğini bildiriyor. i k i/

Görülüyor: Seyahatname, Türkçe dışında otuz (evet, otuz!) dile ilişkin bilgileri içerdiği gibi, Türkçe’nin Anadolu’nun farklı yörelerinde ve Orta Asya coğrafyasında konuşulduğu biçimiyle de ilgilenmiştir. (Ayraç içinde belirteyim: Bu diller arasında Kıbti dili, Arapça, Macarca, Tatarca, Nogayca, Arnavutça, Yunanca, Slav dilleri, Ukraynaca, Kafkasya dilleri, Gürcüce, Kalmıkça, İtalyanca ... da bulunuyor). Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin ihtiva ettiği bu göz kamaştırıcı dil malzemesi (‘hazinesi’ demek belki daha doğru!) üzerinde yıllar süren ve gerçekten büyük emek ve entelektüel donanım isteyen çalışmasını, Dr. Dankoff, ‘An Evliya Çelebi Glossary’ başlığı ile, 1991 yılında yayımlamıştı. (‘Glossary’, Harward Üniversitesi ‘Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri’ Bölümü’nün yayını olarak basılmıştır.) Kitabın alt başlığı ise, ‘Unusual, Dialectical and Foreign Words in the Seyahatname’dir. (Dankoff’un deyişiyle: ‘Seyahatname’deki Yabancı Kelimeler, Mahalli İfadeler&#8217göz kırpma.

Prof. Dr. Robert Dankoff’un ‘Glossary’sinden, bugüne kadar ancak İngilizce bilenler yararlanmaktaydı. Şimdiyse bu eser, Prof. Dr. Semih Tezcan gibi çok değerli bir dilbilimci tarafından ‘katkılarla İngilizceden çev[rilmiş]’ bulunuyor. Dr. Tezcan, Dr. Dankoff’un ‘An Evliya Çelebi Glossary’ için Türkçe karşılık olarak uygun gördüğü ‘Evliya Çelebi Lügatı’ yerine, ‘’Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Sözlüğü" demeyi tercih etmiş.

‘Okuma Sözlüğü’nü tanıtmaya önümüzdeki hafta da devam edeceğim.
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:48
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
tahabiri su an offline tahabiri  
Fevzi Çakmak

39 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.07.2006
En Son On: 05.08.2006 - 12:06
Cinsiyeti: ----- 
Fevzi Çakmak

GÖREV SÜRESİ:
12 Temmuz 1922 - 3 Mart 1924 (Orgeneral)
3 Mart 1924 - 12 Ocak 1944 (Mareşal)

Mareşal ÇAKMAK;1876 yılında İstanbul'da doğdu. 1895 yılında Teğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdikten sonra, aynı yıl girdiği Harp Akademisi'ni 1898 yılında bitirerek Kurmay oldu. Bu tarihten itibaren ordunun çeşitli kademelerinde karargah ve birlik komutanlığı görevlerinde bulundu. 1914 yılında Tümgeneralliğe yükseldi. Çeşitli birliklerde Kolordu Komutanlığı, Anafartalar Grup Komutanlığı ve Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. 6 Ocak 1918 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına atandı. 28 Temmuz 1918 tarihinde Korgeneralliğe yükseldi. 27 Mayıs 1919 tarihine kadar bu görevi yürüttü. 1 nci Ordu Müfettişliği'nden sonraki Harbiye Nazırlığı görevinden 21 Nisan 1920 tarihinde istifa ederek Anadolu'ya geçti. Milli Müdafaa Vekili ve Heyeti Vekile Reisliği görevine atandı. 3 Nisan 1921 tarihinde Orgeneral, 31 Ağustos 1922 tarihinde de Büyük Zafer'in kazanılmasındaki yüksek hizmetlerini takdiren Mareşalliğe terfi ettirildi. 12 Temmuz 1922 - 3 Mart 1924 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanlığı Vekilliği, 3 Mart 1924 tarihinden 12 Ocak 1944 tarihine kadar Genelkurmay Başkanlığı yaptı. 12 Ocak 1944 tarihinde yaş haddinden emekli oldu.

Fransızca, İngilizce, Almanca bilir. Evli 2 çocukludur.

Arnavutluk Harekatı ve İsyanı'na, İtalya, Balkan, 1 nci Dünya ve Kurtuluş Savaşları'na katıldı.

12 Nisan 1950 tarihinde vefat etti. Eyüp Sultan'da toprağa verildi.
Ekleme Tarihi: 01.08.2006 - 10:54
Bu mesajı bildir   tahabiri üyenin diğer mesajları tahabiri`in Profili zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 480 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
osmanli1 (49), TRABZONLU_TS (43), murat__ (41), remzay56 (61), Mikayil Demir (44), sadoðlu (68), yigilcali (48), müzisyennnn (46), hakankara (55), mikail06 (53), seyfullah (36), erguen (53), @hmed (49), emre-70 (34), AY-NUR (41), yagmurumm (33), ihvankudret (35), KeTeNci (38), zahid1 (49), hamdim (37), intifada (53), samsun1983 (41), veysel.hoca (48), mikail34 (54), zincefr (60), batmazhalil (36), MaziDENbiri (52), sero (58), Natuvan (40), tuana~islam (38), xturkkizx (37), seros633 (47), m_zahid (43), karanfil58 (39), halimyusufoglu (49), minam (44), HATÝCE81 (43), s.emine (43), naci edin (78), Yaseminerdem (36), fatih1981 (43), bekir tek (38), seyyidtalha (52)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.57790 saniyede açıldı