hydroxychloroquine lopinavir ritonavir budesonide generique rhinocortgenerique plaquenil apranax aprovel aralen arava arcocillin arcoxia aricept arilin arimidex aristocort artane arthrotec artofen asacol asasantine asmaxen at 10 atarax atenil ateno basan comp ateno basan atesifar athrofen atridox atrovent augmentin avalide avana avapro avelox aventyl aviral avodart aygestin azaimun azarek azelex aziclav azulfidine bactrim basiron
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » İBRET TABLOLARI » Akılları Gözlerindedir...

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muvahhid su an offline Muvahhid  
Akılları Gözlerindedir...

27 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 14.01.2006
En Son On: 24.01.2007 - 01:00
Cinsiyeti: Erkek 
“… Akılları gözlerindedir. Göz hakikati görmez… Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapmaz.” Bediüzzaman Said Nursi
AKILLARI GÖZLERİNDEDİR
Dalgın dalgın koridorun başındaki pencereden seyretti yağmuru. Önce hafif hafif, nazlı damlalar belirdi camda süzüle süzüle. Sonra yağmura tutuldu pencere. Gittikçe artıyordu yağmur. Sağanak sağanak oldu.
Koridorun sonundaki hücredeydi. Aylardan nisan olduğunu hatırladı. “Bereketli yağmur!” dedi içinden. “Yağ zindana, yağ üzerime; ebrulu semadan seni izleyemesem de.”
Yağmurun sesi gittikçe azaldı. Geri çekildi, yağmuru seyretmek için yapıştığı parmaklıklardan. Ranzasına oturdu. Dar ve küçük bir yerdi hücresi. Ranzası kaplıyordu yarıdan fazlasını. Bu kadercık geniş (!) yere bir de hela yerleştirilmişti. Sürekli ampulü yanardı, karanlık olduğu için hücresinin. Ön cephesi parmaklıktı boydan boya. Kirli duvarların yanı sıra, hela deliğinden çıkan sıçanlar vardı geceleri. Su dolu bir pet şişeyi deliğin üzerine yerleştirmiş, halletmişti sorunu kendince. İçi rahat değildi yine de.
Yeni yakalanmıştı henüz. Camide ders vermek, çocuklara Kur’an öğretmekti suçu (!). Bir haftalık bir gözaltı cenderesinden geçmiş, insan yüzlü yabanlar tanımıştı. İnsanlıktan nasiplenmemiş simaları görmemişti iyi ki. İyi ki bandajlıydı gözleri.
Hâlâ sızlıyordu bedeni, sol kulağı zorluk çekiyordu işitmede. Tuhaf şeydi. Sıkılmıyordu. Gönlü rahattı. Programını hatırladı. İyi düşünmüştü doğrusu. Bu dar mekanda iyi gelmişti programlı olmak. Sonra gözleri baş ucundaki Kur’an-ı Kerim’e takıldı. “Tek dostum! Dar günümün yeganesi! Senden başka bir dostum olmadı bu Hut’un karnında” Günde birkaç cüz okuyor, meali üzerinde çalışıyordu. Ezberlerini bu arada pekiştiriyor, her namazda okuyordu.
Gözleri kirli duvarın belli belirsiz bir yerine takıldı. Yanaştı iyice: “Arkadaş!” diye başlıyordu. “Bu hücreye geldiğin an, hemen kağıt-kalem al. En yakın cezaevine sevkini iste. Zira bu cezaevinde her an, her şey olabilir.” Ürperdi bir an. “Ne demek her şey?” dedi. Dışarıda duymuştu aslında bir çok şeyi: İşkenceler, falakalar, aç bırakmalar; hatta… Düşünmek istemedi sonrasını.
Aklına sağ tarafındaki hücreye taşınan Nevzat geldi. Koğuşlardan gelmiş, sevke gidecekmiş fazla konuşamamışlardı. Güvensizliğin kol gezdiği ortamda, güven yoktu. Yüzlerini göremiyorlardı birbirlerinin. Nevzat’a seslendi. Bahardan, yağışlardan söz açıldı önce. Birbirlerini eştikçe aynı yöreden, hatta aynı ilçeden çıktılar. Nedense biraz daha sıcak koktu ortam.
Gerillaymış, “Ulusal mücadele (!)” adına dağlardaymış. “Serok (!)” yakalanınca “parti” dağılmış. Avrupa’ya kaçmak isterken sınırda yakalanmış.
Sonra bir görüş dönüşü iyice gördü Nevzat’ı. 25 yaşlarında, orta boylu, tıknaz, esmer, çipil gözlü ve saçları önden döküktü. Dikkatini ilk çeken şey, hücresinin de kendisi gibi kirli oluşuydu. Acıdı…
Gün geçtikçe açıldı Nevzat. Samimiyet biraz daha sindi loş hücrelere. Bir gün:
-Yusuf! deyiverdi Nevzat, damdan düşercesine. Bir şey söylesem… Alınmazsın umarım…
-Alınacağımı nerden çıkardın.
-Hani biraz hocasın da…
İstihza hissetti Yusuf ince ince, anlamazlıktan geldi.
-Ee…
-Diyeceğim şu ki: Ben Allah’a inanmıyorum. Görmediğime de inanmam.
Bir çırpıda ağzından çıkmıştı o sözler. Konunun nereye uzanacağını tahmin etmişti Yusuf. Sadece acıdı içinden “Zavallı Nevzat! Dışın gibi içinde kirlenmiş. Öyle ya, dış iç alemin aynasıdır derler” diye düşündü.
Nevzat konuşmaya devam ediyordu.
-Biz dağdayken mağaralara kapanırdık kış mevsiminde. Siyasi, sosyal ve kültürel eğitim alırdık. Ben ilkokul mezunuyum. Ama batı klasiklerinin hepsini okudum. Marks’ı, Lenin’i, Sartre’yi de… Hoşimin’i, Che Guevera’yı da bilirim. Hatta müthiş bir dahi olan Muhammed’in hayatını bile okudum. Doğrusu çok zeki bir insandı. Hele yazdığı Kur’an’la (!) Arap yarımadasında elde ettiği iktidar, takdire değer doğrusu. Ancak o kadar yapılabilirdi o asırda. Bizim Serok onu bu yönüyle hep över durur yazdığı eserlerde…
Acıyordu Yusuf; özünden koparılmış, küfrün ağacında aşı tutmuş, bu afili dağ kaçkını budalaya… Ailesi inanan kendisi öz değerlerine düşman; Özgürlüğü için savaştığı(!) halk, müslümandı. Nasıl yutmamıştı dağlar bu zihniyeti. “Coğrafyamın dağlarında küfür, kol gezer oldu” dedi. “Yaşadığımız zulüm yetmez gibi. Neredesin ey dağlar meleği…”
Bu çipil gözlüye kızsa… Hayır, olmazdı, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel sözle davet et. Onlarla en güzel bir şekilde mücadele yap…” emr-i ilahisi dalgalandı zihninde. Onunla en güzel şekilde mücadele etmeliydi. Öyleyse cevap bekleyen Nevzat’la konuşmalıydı.
-Nevzat! Sana Allah’ın varlığına dair Kur’an’dan hadisten delil getirmek, anladığım kadarıyla boşa zaman kaybetmektir. İnanmıyorsun çünkü. Öyleyse akıl ve mantık doğrultusunda söylediklerini çürütmek, hakikati sana göstermek gerek: Karşındaki duvarı görüyor musun?
-Evet.
-Ya parmaklıklar?
-Evet!
-Oturduğun ranzayı?
-Evet! Onu da görüyorum.
-Ya aklını Nevzat, onu da görüyor musun? Yada gösterebilir misin?
Bir sessizlik çöktü Nevzat’ın hücresine:
-Göremiyorum; ama başımın içinde olduğunu biliyorum, dedi.
-Yanılıyorsun Nevzat! Başının içindekine beyin derler. Akıl diye bir organ yoktur baş’ta.
-Yok mu?... Yani şimdi biz….
-Evet Nevzat! Aynen öyle, şu farkla ki biz değil, sen -alınma ama- akılsızsın. Sen dedim, kendim için söylemedim. Çünkü ben görmediğim aklımın varlığına inanıyorum ve onu ispat edebilirim. Bu durumda sen de akıllı olduğun ispatlamakla mükellefsin. Evet, ne diyorsun?
-Şey!.. Ben… Ben. Ben akıllıyım ve aklım da var.
-İspat et öyleyse Nevzat ispat… Senin mantığına göre “Görünmeyen şey yoktur.” Aklını göstermezsen, varlığından şüphe ederim.
Sessizlik hakim oldu ortama. Anlaşılan bir çelişki, bir ikilem yaşıyordu ruhunda, “Zavallı Nevzat! Özüne yabancı, kandırılmış hemşerim!”
-O zaman ben ispatlayayım, dedi Yusuf. İki kere iki kaç eder.
-Dört.
-Nasıl bildin?
-Aklımla elbet.
-Yani demek istiyorsun ki 2x2’nin dört etmesi aklımın bir eseridir. Her ne kadar onu gösteremiyorsam da, onun eserini gösterebilirim. Her eser de kendi yapıcısının varlığına delildir. Dolayısıyla da aklımın varlığına 2x2’nin dört etmesi delildir. Öyle mi?
-Aynen öyle Her ne kadar ifade edemedimse de öyle düşünüyorum.
-Madem böyle düşünüyorsun, Rabbini nasıl inkâr edebilirsin ki? Yeri, göğü, içindekileri bu kadar düzenli ve uyumlu bir şekilde sevk ve idare eden; hatta insanı ve organizmasını olağanüstü ve kusursuz bir şekilde yaratan, O’ndan başka kim olabilir? Her eser yapıcısının varlığına delilse; yer ve gökler, feza, kâinat, insan adlı bu sanat eserlerinin hepsi yaratıcılarının varlığına delil olmaz mı? Biraz düşünsene Nevzat? Tüm bunlar tesadüf sonucu olabilir mi? Şunu bil ki hiçbir şey kör tesadüfün sonucu değildir…
Susmuştu Nevzat. Ruhunda fırtınalar kopuyordu. “Kendi haline bırakmak en iyisi” diye düşündü Yusuf. Belki kalbi hakikate yanaşır, demir atardı bu limana. Sonra hidayeti için dua etti Rabbine. Üstad’ı hatırladı. Ne güzel demişti: “..Akılları gözlerindedir. Göz ise hakikati göremez.”
Biraz sonra fısıltılar duydu Yusuf. Gardiyanının biriyle fısıldaşıyordu Nevzat. Kısmen anlaşılıyordu konuştukları. Bir saat sonra hücresinden, girişe yakın ön bölümün bir hücresine alındı Nevzat. Ne yapalım! Gardiyanlar hücremi değiştirdiler” dedi giderken. “Öyle olsun” dedi Yusuf içinden “Öyle olsun.”
Acı acı gülümsedi. Daha fazla kalsa inanacağından korkmuştu anlaşılan. Anlaşmalı olarak ön tarafa alınmıştı gardiyanca. “Hakikat güneşine gözlerini kapayan, sadece kendine gece yapar, başkasına değil Nevzat!” dedi kendi kendine “Sadece kendine…”
Ekleme Tarihi: 15.01.2006 - 13:22
Bu mesajı bildir   Muvahhid üyenin diğer mesajları Muvahhid`in Profili Muvahhid Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 815 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hircin (32), ayazdabirciftyu.. (38), arif_unal (64), lyoonn (46), ergali595 (42), FatihCgdm (38), kirenli (56), *imam_hatipli* (33), Muhsin B. (36), sezer74 (50), recepguducu (50), kenan_kygn (68), tek_1 (44), ajanpenny (46), basketcikid (34), sigat37 (37), erzincani (45), yasemin_nl (36), yosun (40), toprak_67 (45), By_Digital (38), gur (36), MustafaGED&Yacu.. (60), ademyildiray (49), ibrahimdzn (37), muka2828 (44), hagere (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.03138 saniyede açıldı